Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recep Tayyip Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


21 Şubat 2021 Pazar

ABD FETHULLAH GÜLENİ İADE ETMEZ

ABD FETHULLAH GÜLENİ İADE ETMEZ




ANALİZ
20:24 11.08.2016
(Güncellendi 14:33 15.08.2016)




Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı olduğu öne sürülen Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesi talebiyle ilgili olarak, "ABD Gülen'i iade etmez. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan teşhir edilmiş olur" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
© AA / SEFA KARACAN


Erdoğan: ABD bir tercih yapacak, ya Türkiye ya da darbeci FETÖ
"Mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak" ifadesini kullanan Elekdağ, şunları söyledi: "Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu nedenle Washington, Gülen'i Türkiye'ye iade etmeyeceğinden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir."

Sözcü'den Uğur Dündar'a konuşan Şükrü Elekdağ'ın açıklamaları şöyle:
Sayın Elekdağ, kalkışma sonrasında Hükümetin üst komuta bağlantılarına ilişkin yaptığı yeni düzenlemeye, emir-komuta birliğini bozacağı, hatta TSK'yı perişan edeceği gerekçesiyle yoğun tepki gösterildi. TSK'nın güçlendirilmesine ve itibar restorasyonuna ihtiyaç duyulduğu bu sıkıntılı dönemde neden böyle bir karar alındı?

Resmi Gazete
© AA

TSK'dan ihraçlar başladı, çok sayıda medya kuruluşu kapatıldı Hükümet, tek elde yoğunlaşmanın darbelere yol açtığı görüşünden hareketle, sivilleşme havası vererek, askeri kuvveti dağıtıyor. Genelkurmay Başkanlığı, koordinatör-sembolik bir makam olarak Cumhurbaşkanlığı'na bağlanıp izole ediliyor. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, kuvvet komutanlarına resen emir verebilecekler. Bu düzenleme, Genelkurmay Başkanlığı'nın TSK üzerindeki fonksiyonunu ortadan kaldırıyor ve emir-komuta birliğini yerle bir ediyor. Emir-komuta birliği, ordunun tüm imkan ve kabiliyetlerinin eşgüdüm içinde tek hedefe yöneltilmesini sağlar. Bir orduda emir-komuta birliği olmadığı takdirde, o ordu, tüm potansiyelini hedefe odaklayamaz, komutanlık gücü zayıflar, disiplin ve koordinasyonu bozulur. MÖ 500 yılında yaşamış olan stratejinin babası Sun Tzu'dan başlayarak, Makyavel ve Karl Von Caussewitz'e kadar bütün stratejistler, eserlerinde emir-komuta birliğinin ülke savunmasındaki yaşamsal önemini vurgulamışlardır. Uzun lafın kısası, emir-komuta birliği olmayan bir ordu savaş yapamaz.

'15 TEMMUZ'UN HEDEFİ CUMHURBAŞKANIDIR'
Orgeneral Başbuğ'un, yanlış teşhisle tedavi olmaz demesinin anlamı bu sözlerinizle daha netleşiyor.

Hava Astsubay Zekeriya Kuzu
© FOTOĞRAF : DHA

Darbeci astsubayın ifadesi: Cumhurbaşkanı'nı alıp geleceksiniz
Evet. Başbuğ, “Darbeyi yapan TSK değil ordu içine sızmasına müsaade ettiğiniz tarikatçı cuntadır, bu itibarla faturayı TSK'ya çıkarmayın” diyor. Ben de bir kere daha belirteyim. 15 Temmuz kalkışmasının nedeni, asla TSK'nın teşkilat yapısı değil, “ne istediler de vermedik” mantalitesidir. Bu itibarla bu düzenlemeden vazgeçilmelidir. Yaşadığımız coğrafyada, dış odaklar ülkemizi bölmek ve parçalamak için her vasıtaya başvurmakta, iç ve dış terör tehdidi de giderek yoğunlaşmaktadır. Bu şartlarda, güçlü ve caydırıcı niteliklere sahip ordusu olmayan bir Türkiye, varlığını ve bütünlüğünü koruyamaz. Bu itibarla ordumuzun yeniden yapılandırılmasında, günlük kısa vadeli amaçlarla hareket edilmemeli, TSK'nın ve uzman görüşlerinin dikkate alındığı akılcı bir yaklaşım sergilenmelidir.
Orgeneral Başbuğ, tehlikeye işaret ederek “Bu işin arkasındaki (küresel) güçlerin asıl hedefi Türk Ordusu'dur” diyor.

İlker Başbuğ
© AA
İlker Başbuğ: 15 Temmuz bir askeri darbe değil

Ergenekon ve Balyoz davalarında hedef Ordu'ydu. 15 Temmuz darbe girişiminin ise esas hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bertaraf edilmesidir!.. Bundan hiç şüpheniz olmasın. İslam aleminde saygınlık ve liderlik arayan Erdoğan'ın dış politikasının merkezine Filistin davasını ve İsrail düşmanlığını oturtmuş olması, demokrasi ve terör konularında Batı'ya sürekli ikiyüzlülüğünü hatırlatması, 'Ey Batı…' diyerek Batı dünyasına ayar vermeye çalışması, Ortadoğu'da ABD çıkarlarıyla çatışan bir politika izlemesi ve İslamcı bir lider olması nedeniyle ona karşı önyargılı olan, güven duymayan, 'hesapsız' çıkışlarından aşırı rahatsızlık duyan odakların oluşmasına yol açmıştır. Bu odakların, Erdoğan'ın siyasi kaderine karşı fazla duyarlı olması beklenemezdi. Nitekim, 15 Temmuz gecesi 23:15'te ABD Büyükelçiliği yoluyla Washington'dan siyasi destek talebinde bulunan AKP Hükümeti'ne, ancak Erdoğan'ın hayatta olduğu ve darbecilerin kaybedecekleri anlaşıldıktan sonra cevap verilmiş, saat 02:05'te Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanlığı eşzamanlı açıklamada bulunarak 'Türkiye'de tüm tarafların seçilmiş Hükümet'i desteklemeleri gerektiği' ifade edilmiştir. Sözünü ettiğim odakların maşası olan Cemaat, 17/25 Aralık krizinde rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla Erdoğan'ı düşürmek istemişti. O zaman başarılı olsalardı, 15 Temmuz kalkışmasına ihtiyaç kalmayacaktı.

Peki, ABD ve Avrupa'daki büyük devletler TSK'nın güçlü olmasını isterler mi?
Bu devletlerin stratejisi, Türk Ordusu'nun, Anadolu coğrafyasına hapsedilmiş sıradan bir 'savunma ordusu' olarak kalması ve 'bölgesel boyutta askeri imkân ve kabiliyetlere sahip bir güce' dönüşmesinin engellenmesidir. Yani TSK'nın Anadolu coğrafyası dışındaki tehditlere karşı taarruz yetenekleri olan bir orduya dönüşmesini istemezler. TSK'nın kendisine böyle bir yetenek sağlayacak silah sistemleri sağlama girişimlerini önlerler. Türk Ordusu'nun bölgesel operasyonlar yapacak imkân ve kabiliyete erişmesi bu devletler için bir kâbustur.

Yapılan bir kamuoyu araştırması halkın %70'inin darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün arkasında ABD'nin bulunduğuna inanıyor. Bu doğru olabilir mi?


Türkiye darbe girişimi

© REUTERS / OSMAN ORSAL

'Halkın yüzde 70'i darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğunu düşünüyor'
Halkta böyle bir şeyi ancak ABD yapar yolunda bir eğilim vardı. Ancak darbe girişiminin hemen ertesi günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu'nun canlı televizyon yayınına bağlanarak 'Darbenin arkasında ABD vardır' demesi, Hükümet'in görüşü olarak algılanmış ve büyük bir olasılıkla halkın bu istikametteki eğilimini kuvvetlendirmiştir. Yine o günlerde Başbakan Yıldırım da isim vermeden ABD'yi suçladı ve “Bu olaydan sonra Gülen'in arkasında duracak ülke göremiyorum. Duracak ülke, Türkiye'ye karşı ciddi bir savaşın içindedir. Türkiye'ye dost değildir” diyerek tansiyonu yükseltti. Bu sert meydan okumayı üstüne alınan ABD Dışişleri Bakanı Kerry, “Bu türden ifadeler Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verir” diyerek Türk Hükümeti'ni uyarmak ihtiyacını duydu. Öte yandan Gülen'in bu işi bir 'üst aklın' yönlendirmesiyle yaptığını söyleyen Cumhurbaşkanı'nın dilinden düşürmediği 'üst akıl' lafı da kamuoyu tarafından 'Amerika' olarak algılanıyordu. Ancak, ABD Genelkurmay Başkanı Dunford'un Ankara'ya yaptığı ziyaretle birlikte birden yelkenler suya indi ve Hükümet açıktan ABD'yi suçlamayı bıraktı. Hatta söz konusu ziyaret hakkında Başbakanlık tarafından yapılan resmi açıklamada, “Stratejik ortağımız ve müttefikimiz ABD milletimiz ve demokrasimize yönelik bu terörist darbe girişimine karşı tutumunu açık ve kararlı biçimde sergilemiştir” denilerek ABD övüldü ve suçlamaktan vazgeçildi. Bu konuda Hükümet'in sövgüden övgüye giden bir tutumuna tanık olduk. Sonuçta, eskilerin 'hikmet-i devlet' (raison d'état) dedikleri kavram, Hükümete tam bir U dönüşü yaptırarak, makul olan çizgiye getirdi.

Peki, bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Obama'nın, görevini bırakmasına üç ay kala, başarılı olmaması ve ABD'nin arkasında bulunduğunun ortaya çıkması halinde, Türkiye'nin NATO üyeliğini dahi gözden geçirmesine yol açacak boyutta stratejik sonuçlar doğuracak hukuk dışı bir operasyona emir vermesini mümkün görmüyorum. Ancak, ABD derin devleti içinde aktif olan ve CIA ile irtibatı bulunan gurupların bu darbe girişiminde rol oynamaları mümkündür.

Gelelim en önemli soruya: Gülen'in Türkiye'ye iadesi sağlanabilecek mi?



Fethullah Gülen
© FOTOĞRAF : TWİTTER

'Gülen'in iadesi kolay değil, cemaatçiler karda yürüyüp izini belli etmeyen insanlar'
ABD Gülen'i iade etmez!.. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan teşhir edilmiş olur. Ulusal Güvenlik Direktörü James Clapper'in “Gülencilerin darbedeki rolü konusunda ikna edici veriye sahip değiliz” ifadesi, daha şimdiden ABD istihbarat camiasının bu sorunu yokuşa sürme niyetine işaret ediyor. Clapper, ABD'deki, CIA da dahil, 16 istihbarat kuruluşundan oluşan “Ulusal İstihbarat Konseyi”nin başkanıdır. Bu mevkideki bir yetkilinin 15 Temmuz darbesi sorumluları hakkında çok açık bilgisi olması gerekir. Buna rağmen Gülen'i koruyucu bir açıklama yapması endişe vericidir. Önemli bir nokta da; Türkiye ile Amerika arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının 3. Maddesinin, siyasi nitelikte suçluların iade edilmeyeceğini öngörüyor olmasıdır. Ancak devlet veya hükümet başkanına işlenmiş veya işlenmesine teşebbüs edilmiş bir suç, siyasi nitelikte bir suç sayılmıyor. New York Bölge Mahkemesi'nin, İngiltere'de terör suçundan hapse mahkum edilip ABD'ye kaçan bir mahkumu siyasi suçlu sayarak İngiltere'ye iade edilmemesini öngören bir kararı var: John Doherty Dosyası… Bu da, mahkeme safhasında Gülen'in suçunun hangi nitelikte olduğunun (siyasi mi, terör mü?) uzun tartışmalara yol açacağını gösteriyor. Ayrıca mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak. Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. 

Bu nedenle Washington, Gülen', Türkiye'ye iade etmeyeceğinden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir.
Başta AKP, 
Siyasi partiler ve liderleri Türkiye'nin yaşadığı bu kanlı darbe girişiminden hangi dersleri çıkarmalı?

Türkiye'de darbe girişimi
© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS

Japon Uzman: Darbe girişimi iki nedenden dolayı başarısız oldu
Yaşadıklarımız şu üç önemli gerçeği zihinlerimize nakşetti: 

Birincisi, laiklik ilkesi siyasi amaçlar için çiğnenmeseydi, Türkiye bu felaketi yaşamazdı. 

İkincisi; dinle siyaseti birbirine karıştırmayan laik sistemin hakim olduğu bir ortamda bu felaket gerçekleşmezdi. 

Üçüncüsü; demokrasiye darbe din silahıyla yapıldı. Bu üç gerçekten çıkaracağımız sonuçlar şunlar: 
1) Atatürk'ün öngördüğü gibi, ülke yönetimi din veya ideolojiye değil, akıl ve bilime dayanmalıdır. 
2) Laiklik, herhangi bir cemaatin, tarikatın devlete hakim olmasını ve dini siyasi bir güç olarak kullanmasını önler. 
3) Laikliğin ayrıştırıcı değil, birleştirici fonksiyonu vardır. Halkımızın barış, huzur, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını ve demokratik rejimin istikrarını sağlar. 

Türkiye 15 Temmuz felaketinden bu dersleri çıkarırsa, uğradığı kayıpları daha kısa bir sürede telafi eder, ekonomik ve demokratik gelişmesini pekiştirir, daha itibarlı, daha saygın bir ülke olur. Bu söylediklerimizin gerçekliğini anlamak için başımızı şöyle bir kaldırıp çevremize bakmak kafidir. Laiklik ilkesine sırtını dönen Arap ve Müslüman ülkelerde gördüğümüz şaşmaz senaryo, şeriat yanlısı İslamcı kesimin din devleti düzeninde kendi değerlerini toplumun geri kalan kısmına dayattığı, bunun sonucunda özgürlükler ve insan haklarıyla bilim ve sanatın yok olduğu, çatışmalarla ülkenin kan gölüne döndüğü ve halkın sefalet ve cehalet içinde yaşadığıdır. Merhum büyük bilim adamı Halil İnalcık'ın söylediği gibi, “Türkiye için gerek Batı, gerek İslam dünyası karşısında bir tek yükseliş yolu vardır. Atatürk devrimini gerçek ruhuyla benimsemek ve şaşmaz bir şekilde izlemek.”

https://tr.sputniknews.com/analiz/201608111024341740-abd-fethullah-gulen-emekli-buyukelci-sukru-elekdag/

***


29 Ekim 2020 Perşembe

Siyasi Ayak Oyunları.,

 Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat


Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat

Güvenlik, Kemal İnat, Siyaset, 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi, ABD, Adalet ve Kalkınma Partisi, AK Parti, Askeri Darbe, Fethullah Gülen, FETÖ,
Recep Tayyip Erdoğan, Siyasi Ayak Oyunları, “Siyasi Ayak” Oyunları.,

Kemal İnat
19 Şubat 2020.,


FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir..

    Türk siyasetinde yeniden garip bir şekilde başlatılan “siyasi ayak” tartışmasını dış politikadan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir.
Güncel tartışmanın fitilini ateşleyen de eski bir Genelkurmay Başkanı olduğuna göre, meselenin darbe boyutu da çok önemli.
FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin Türkiye’nin bağımsız dış politika arayışlarıyla yakından ilgili olduğu açık bir gerçektir. Şimdi siyasi ayak polemiği üzerinden FETÖ’ye karşı mücadelede en ön safta yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırının da aynı şekilde Türkiye’nin dış politikadaki bağımsız çizgisinde ısrar etmeye devam etmesiyle çok yakından ilgisi var.
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını kazandığı bir seçimden sonra muhalefetin 2023 seçimlerini demokratik kurallar çerçevesinde kazanmaya yönelmek yerine, yeniden geçmişteki hataya düşüp, hangi yolla olursa olsun Tayyip Erdoğan’ı iktidardan devirmek arayışına girmesi anlaşılır gibi değil.
Tayyip Erdoğan’a FETÖ ile yeterince mücadele etmediği iddiası üzerinden muhalefet etmek, iktidar mücadelesini yeniden zayıf olduğu alana çekmek demektir. Herkes Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelesinin ne kadar kararlı olduğunun şahidi. Hatta bazı kesimler bu mücadelenin çok sert olduğunu ileri sürerek onu eleştiriyorlar.
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra FETÖ ile mücadeleyi çok sert yürüttüğü gerekçesiyle Erdoğan’ı eleştiren ve bu mücadeleyi baltalamaya yönelik siyasi adımlar atan muhalefetin şimdi FETÖ’nün siyasi ayağı polemiğinde onu itham etmesi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki “kontrollü darbe” söylemi kadar anlaşılmaz bir taktik hatası.

Muhalefetin, FETÖ’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğine yönelik bir tehdit olduğunu artık kabul edip, meseleyi sulandırmadan, hükûmetin bu tehdide karşı attığı adımları ve Türkiye’nin bağımsızlığını koruma konusundaki çabasını takdir eden bir çizgiye gelmesi hem kendisi hem de Türkiye için en doğru yol olacaktır.
FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir. 2009 yılından itibaren Türkiye’nin özellikle Orta Doğu politikasında Washington’u rahatsız edecek düzeyde bağımsız hareket etmesi, ABD’nin elindeki bütün araçlarla Türkiye’nin “kayan eksenini” yeniden yerine oturtmaya çalışmasına yol açtı.

Bu çerçevede başvurulan araçlardan biri de Fetullah Gülen örgütü oldu. Başta ordu, emniyet ve yargı olmak üzere Türkiye’deki önemli kurumlara yerleştirilen örgüt elemanları “ekseni kayan” AK Parti hükûmetini devirmek için harekete geçti.
17-25 Aralık, saldırının açıktan yürütülen ilk aşamasını oluşturdu. Bu dönemde muhalefetin, ABD merkezli bu saldırıya karşı Türkiye’nin bağımsızlığını savunmak yerine, bunu AK Parti hükûmetini devirmek için bir fırsat olarak görüp desteklemesi halk tarafından affedilmedi ve ardından 30 Mart 2014’te yapılan seçimler muhalefetin hezimetiyle sonuçlandı.

Muhalefet partilerinin Türkiye’nin güvenliğini ve bağımsızlığını hedef alan saldırılarda hükûmetin arkasında durup, doğrudan iç siyaseti ve hizmetleri ilgilendiren konulara yoğunlaşmaları başarılı olmalarının anahtarıdır.

AK Parti döneminde, dış politikanın bağımsız çizgiye çekilmesi, terör örgütleriyle mücadele ve darbelerin önlenmesi konusunda elde edilen kazanımların geriye döndürülmesine yol açacak bütün adımları halkın cezalandıracağını görememek muhalefet açısından ciddi bir basiretsizlik olacaktır.

Meşru hakkı olan iktidara gelme hedefine, halkı ikna ederek demokratik yollardan ulaşmak yerine, eskiden olduğu gibi, darbe gibi yöntemlerden medet umarak ulaşmaya tevessül etmesi ve Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen gayrimeşru aktörlerle birlikte hareket etmesi muhalefetin yapacağı en büyük hata olacaktır.
Son dönemde şahit olduğumuz “siyasi ayak” ve “darbe” tartışmaları muhalefetin geçmişteki hatalarından maalesef ders almadığını gösteriyor.

https://www.setav.org/siyasi-ayak-oyunlari/

***

9 Şubat 2020 Pazar

Gazetelerde Demokratikleşme Paketi.,

Gazetelerde Demokratikleşme Paketi.,


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı Demokratikleşme Paketi'ni gazeteler nasıl gördü?




Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün açıkladığı Demokratikleşme Paketi gazetelerin manşetlerinde yer aldı. Paket bazı gazetelerde 18, bazılarında 20 bazılarında 21 ve bazılarındaysa 28 madde olarak verildi.
Gazetelerin bir kısmı paketi "devrim" olarak nitelendirirken bir kısmıylsa demokratik talepleri karşılamadığını manşetine taşıdı.

Akşam: Erdoğan Devrimi



Yeni bir Türkiye doğuyor. Başbakan Erdoğan aylardır beklenen demokratikleşme paketini açıkladı. Pakette siyasi özgürlükten inanç özgürlüğüne, azınlık haklarından ayrımcılıkla mücadeleye, anadilde eğitime kadar devrim niteliğinde düzenlemeler yer alıyor.

Aydınlık: Şeyh Tayyip Paketi

Başbakan Tayyip Erdoğan günlerdir reklamını yaptığı "Demokratikleşme Paketi"ni açıkladı. AKP-PKK koalisyonunda hazırlanan paketten Cumhuriyet ve millet düşmanlığı çıktı.

Azadiya Welat: Sirgûn û zext derketin



* Erdoğan'ın boş paketinden sürgün ve baskı çıktı

BirGün: Demokrasi Dendi Seçim Paketi Çıktı

Demokratikleşme paketi açıklandı. Paketten, demokrasi yerine toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin vali emrine bağlanması, yardım serbestisi, barajı fiilen yükselten bir seçim sistemi çıktı.

Bugün: Özel Okullarda Kürtçe Eğitim


Cumhuriyet: Demokrasi Sen Bekle


Erdoğan'ın hazırladığı paketten demokratikleşme değil oy hesabı çıktı.
Evrensel: Biri Bunlara Demokrasiyi Anlatsın



Güneş: Devrim Gibi

Başbakan Erdoğan, bazı yasakları kaldıran, yeni hak ve özgürlükler getiren devrim niteliğindeki değişiklikleri içeren Demokratikleşme Paketi'ni açıkladı.

HaberTürk: Demokrasiye Bir Adım Daha



Hürriyet: Öncü Paket

Başbakan Tayyip Erdoğan "İstiklal Marşı 'Korkma' diye başlar. Korkaklar zafer anıtı dikemezler" diyerek "Demokratikleşme Paketi"ni açıkladı, yeni paketlerin geleceğini söyledi.

Milat: Ankara Kriterleri

Türkiye, demokrasisini restore ediyor. Demokratikleşme Paketi, bölgemizde yeni dizaynlara girişen dünya sistemine de "mesaj" verdi. Yeni Türkiye modeli, dikta rejimlerinin uykusunu kaçıracak.

Milliyet: 18 Yeni Adım



Milli Gazete: Manşet Başbakan'dan

Beklenen paket açıklandı. Konuşmasında gazetelerin "dağ fare doğurdu" başlıkları atacağını öngören Başbakan aslında hazırlıksız bir paketin varlığını peşinen kabul etti. Başbakan'ın bile tatmin olmadığı açıkça hissedilen pakette haklar ve özgürlük anlamında "devrim" olarak sunulan kimi başlıkların bile dikkatlice ele alındığında Türkiye'de yeni açmazlara neden olunacağı görülüyor. Milli iradeye ipotek koyan seçim barajının indirilmesi paketten çıkmadı. Demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olan seçim barajının indirilmemesi Başbakan'ın "dağ fare doğurdu" başlıklarının atılacağı endişelerini haklı çıkaran en önemli eksikliklerden biriydi. Kanunen hiçbir şekilde yasak olmayan kamuda başörtüsüne özgürlük konusunda ise sınırlı bir yaklaşım dikkat çekti. Askeriye, başörtüsü için tamamen yasaklı hale gelirken, hakim, savcı ve polisler için de yasak resmileşiyor.

Ortadoğu: İhanetin Paketi Açıldı

AKP hükümeti İmralı canisinin isteklerini türbana sarıp 'demokratikleşme' diyerek millete yutturmak için harekete geçti.
Özgür Gündem: Oylama Paketi



Başbakan 'Muhteşem' dediği 'paketi'ni sonunda açıkladı. Paket için müzakere yapmadıklarını inkar eden Erdoğan, beklentileri düşürmek için izahatlara girişti. Pakette, anadilde eğitim 'özel' alana havale ediliyor, yerel yönetimlere ilişkin düzenleme yer almıyor, tutsaklar bırakılmıyor, koruculuk ve TMK olduğu gibi duruyor.

Posta: Kamuda Türban Serbest, Dini İnançların Gereğini Engelleyene Hapis Cezası, İlkokulda Andımız Kalktı
Radikal: Demokrasi 1.0



Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı "Demokratikleşme Paketi"nden seçim barajı için 2 yeni alternatif, kamuda başörtüsüne özgürlük, özel okulda Kürtçe eğitim çıktı. Heybeliada ve Alevilere yönelik açılımların yeni sürümde ele alınması bekleniyor.

Sabah: Yeni Türkiye İçin 20 Adım

Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı "Demokratikleşme Paketi"nde 16 yasal değişiklik ve 4 idari düzenleme yer alıyor.

Star: 30 Eylül Devrimi



Başbakan Erdoğan'dan tarihi demokrasi adımları. Anadilde özel okul eğitiminden kamuda başörtüsü engeline, seçim barajından 'andımız'a kadar Eski Türkiye'nin bütün yasakları kalkıyor.

Sol: Gericileşme Paketi



Haftalardır hakkında büyük patırtı koparılan "demokratikleşme paketini" açıkladı. Birkaç makyaj düzenleme dışında tüm önemli değişiklikler, gericileşme yönünde yapıldı. Pakete gösterilen tepkiler, zaten AKP'yi destekleyenler dışında tatmin olan hiçbir toplumsal kesim olmadığını gösterdi. Erdoğan cılız içeriğin farkında olduğunu "ölümsüzlük iksiri beklemek abartılı" sözünü ifade etti, "inşallah bir dahaki sefere" yaklaşımı sergiledi.

Sözcü: Andımız Kaldırıldı, Türban ve Çarşaf Serbest Bırakıldı, Gerisi Boş!

Türkiye nefesini tutup açıklanmasını beklediği demokrasi paketinde, dağ fare doğurdu. AKP tabanı hariç mutlu olan yok.

Takvim: Yeni Türkiye

Başbakan, demokratikleşme paketini açıkladı. Yeni Türkiye için büyük bir adım atıldı. Kamuda başörtüsü yasağı kalktı. Ana dilde eğitim imkanı tanındı. "X, Q, W" gibi harflere özgürlük çıktı.

Taraf: Evet, Devam Edelim



Türkiye: Hoşgeldin Özgürlük

Erdoğan'ın açıkladığı paket, demokrasi ve özgürlüklerin önünde engelleri kaldırdı. Türkiye'nin ayağına vurulan birçok pranga da kırılmış oldu. Bireysel ve kültürel haklar genişletildi, hayat tarzı garanti altına alındı, demokratik eğitimin yolu açıldı, azınlıkların problemleri çözüldü.

Vatan: Yeni Dönem

Erdoğan'ın dün "Türkiye'de yeni bir dönemin başlangıcı..." diyerek açıkladığı demokrasi paketinde 76 milyonun hayatını etkileyecek 28 kritik madde var.
Yeni Şafak: Demokrasiye Yüksek Standart



Başbakan'ın "Türkiye'nin ulaştığı seviyenin tezahürü" diye nitelediği demokratikleşme paketi, sokaktan devlet dairelerine, siyasi partilerden okullara, günlük hayattan özel hayata daha çok özgürlük getirecek. Yapılacak 28 değişiklikle Türkiye ileri demokrasiye bir adım daha atacak.

Yeni Akit: Yumuşak Geçiş

Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı 'Demokratikleşme Paketi', devlet-millet kucaklaşmasına açılan bir kapı olarak değerlendirilirken; pakette yer alan "başörtüsü" ve "nefret suçu" ile ilgili düzenlemeler ise eleştirilere yol açtı.

Yeni Asır: 20 Adımda Yeni Türkiye

Başbakan Erdoğan Türkiye'nin 'demokrasi tarihinde bir dönüm noktası' olarak nitelediği demokratikleşme paketini açıkladı. Paketle kamuda yıllardır devam eden başörtüsü ayrımcılığı kalktı, seçim barajıyla ilgili 3 farklı teklif getirildi. Özel okullarda anadilde eğitim konusunda tarihi bir adım atılırken, çok tartışılan 'andımız' ilkokullardan da kaldırıldı. En önemli başlıklardan biri de ayrımcılıkla mücadele konusunda getirilen cezalar oldu.

Yeni Asya: Kamuda Örtü Yasağı ve Öğrenci Andı Kalkıyor

12 Eylül'ün getirdiği "kamuda başörtüsü yasağı", TSK, Emniyet ve yargı hariç kalkıyor; 1933'ten beri okullarda çocuklara zorla tekrarlattırılan "Öğrenci Andı"nda da, 80 yıl sonra son veriliyor.

Yeniçağ: "Paket"ten Türk Düşmanlığı Çıktı

Her kesime bir parmak bal çalma kurnazlığıyla kamufle edilmeye çalışılan paket hedefi gizleyemedi: Andımız kalktı, dil birliği bozuldu, Kürtçe eğitime yol verildi.

Yeni Mesaj: Mavi Boncuk Dağıttı

Demokratikleşme paketini dün bizzat açıklayan Başbakan Erdoğan, adete mavi boncuk dağıttı. Değişikliklerle ilkokullarda okunan öğrenci andı kaldırıldı. Daha önce Türkçe olması zorunlu olan köy isimleri artık farklı dilde konulabilecek.

Yurt: TC'yi Adım Adım Tasfiye Paketi

Başbakan Erdoğan "özgürlükler" perdesi altında açıkladığı 21 maddelik paket TC devletinin kurumsal yapısını adım adım değiştirmeyi amaçlıyor.

Zaman: Özel Okullarda Kürtçe Eğitim Serbest




(EA)

https://m.bianet.org/bianet/siyaset/150309-gazetelerde-demokratiklesme-paketi


5 Ekim 2019 Cumartesi

Türkiye ve BAE nin Eksen Savaşının Arka Planında ne var?

Türkiye ve BAE nin  Eksen Savaşının Arka Planında ne var?


Fehim Taştekin
Gazeteci-Yazar
5 Mayıs 2019


BAE Devlet Başkanı Şeyh Halife bin Zayid Al Nahyan (ortada)

Türkiye'nin Arap Baharı ile birlikte Müslüman Kardeşler (İhvan) kuşağına desteği yüzünden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır'ın başını çektiği eksenle yaşadığı "soğuk savaş" yeni eşiklere ilerliyor. ABD'de yeni Ortadoğu politikasını bu eksen üzerine bina eden Trump yönetiminin İhvan'ı "terör örgütleri" listesine alma niyeti, Türkiye'nin sadece Araplarla değil Washington ile ilişkilerini de etkileme potansiyeli taşıyor.
Ankara bu eksendeki Türkiye karşıtlığından özellikle BAE'yi sorumlu tutuyor. BAE adına casusluk yaptıkları ve Cemal Kaşıkçı cinayetiyle bağlantılı oldukları şüphesiyle 9 Nisan'da 2 Filistinlinin tutuklanması ve zanlılardan Zeki Hasan'ın 9 gün sonra hapishanede ölmesi meseleyi daha da karmaşık hale getirdi.

" Hücresinde intihar etti " açıklamasını reddeden ailesi, Hasan'ın işkence sonucu öldüğünü öne sürüp uluslararası soruşturma istedi. Casusluk suçlamasının muhatabı BAE sessizliğini korurken, Körfez medyasında Türkiye'nin işkence siciline dair yorumlar öne çıkıyor.

Devlet olarak 48 yıllık ömrü olan BAE'nin pek çok alanda Türkiye ile bir eksen kavgasına tutuşacağı tahayyül edilemezdi. Türkiye'nin 1979'da, BAE'nin 1983'te elçilik açarak ikili ilişkileri başlatmasından bu yana ticari ilişkiler inşaat, gıda ve savunma sektörlerinde gelişse de, bu ülkenin Türk dış politikasındaki yeri gayet mütevazıydı.

Katar hariç Körfez ülkelerinin alarm pozisyonunda karşıladığı İhvan'ın Arap Baharı sürecinde Türkiye'den himaye görmesi dostluğu husumete çevirdi. Geçmiş dönemlerde belli yerlerde iki ülkenin rakip aktörlere el vermesi sorun teşkil etse de taraflar bunu ilişkilere yansıtmaktan kaçınıyordu.

Hamas lideri İsmail Haniye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Örneğin, Türkiye'nin Hamas'a desteğine karşın BAE, Hamas'ın darbeyle Gazze Şeridi'nden attığı El Fetih'ten Muhammed Dahlan'a kucak açmıştı. Dahlan, Yemen Savaşı dahil birçok yerde yürütülen gizli operasyonlarda Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in güvendiği kişi haline geldi.

Müslüman Kardeşler'den neden korkuyorlar?

BAE'nin İhvan hassasiyetinin uzunca bir geçmişi var. İhvan 1970'lerde BAE'nin eğitimli kadro açığını kapatmış, özellikle selefi eğilimin barındığı Ras el Hayma Emirliği'nden himaye görmüş, 1979'da İran İslam Devrimi'nin etkisiyle siyasi talepler artınca bu örgütün önüne set çekilmiş, 1983'te Adalet ve Eğitim Bakanlığı ellerinden alınmış, 2000'lerde Muhammed bin Zayid'in ifadesiyle " Kültürel bir savaş yürütülmüş ", Arap Baharı sonrası iyice alarma geçilmiş, Ocak 2013'te rejimi yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla 94 kişi tutuklanmış ve 2014'e gelindiğinde İhvan artık devletin nezdinde " terör örgütü " oluvermişti.

İddiaya göre 2013'te tutuklananlar, İhvan'ın BAE uzantısı Islah hareketiyle bağlantılıydı. Bunlardan 11'inin Mısır vatandaşı olması Muhammed Mursi yönetimiyle de ipleri germişti. Tartışmalı üç adayla ilgisi aniden nükseden İran'ı dış tehdit, İhvan'ı iç tehdit olarak gören BAE'nin güvenlik kaygıları savunma harcamalarını da katladı. BAE 2013 sonrası İhvan'la savaşını bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yaydı.



Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi ve ABD Başkanı Donald Trump
Eksen savaşının cephe hatları: Suriye, Libya, Mısır, Tunus Türkiye ile ilişkilerdeki asıl kırılma da Temmuz 2013'de Mısır'da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yapılan darbeyle yaşandı. Türkiye tepkisini "Rabia" işaretiyle bütün platformlara taşırken darbeci Mareşal Abdulfettah el-Sisi'nin ana finansörlerinden biri BAE idi.

Mısır'dan kaçan İhvan liderlerine platform sunan El Cezire kanalı yüzünden 2014'te Katar-Körfez gerilimi ayyuka çıkarken Türkiye, Doha'yla ortaklığını ilerletmede kararlıydı.

BAE'nin 15 Temmuz darbe girişimini finanse ettiği iddiası örtülü gerilimi açık atışmalara dönüştürdü.

Ankara, "darbe girişimine çanak tutan yayın yapmakla suçladığı", Sky News Arabia ve Al Arabiya kanallarına büyük tepki göstermişti. Bu restleşme etkisini Suriye'de de gösterdi. Fırat Kalkanı Harekâtı'ndan sonra Türkiye'yi "işgalci ve sömürgeci" olarak resmeden BAE bir aşamadan sonra Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) de destek verdi.

BAE, Libya'da da Ankara'nın tuttuğu Trablus merkezli güçlere karşı ülkenin doğusunu tutan General Halife Hafter'e destek vererek eksen savaşını büyüttü.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar'ın başkenti Doha'daki Türk üssünü ziyaret ederken

Türkiye de 2017'de Katar'a yönelik ablukayı delmekle kalmayıp bu ülkede askeri üs kurarak keskin bir duruş sergiledi. Katar'a sunulan 13 maddelik talep listesinde beşinci madde şuydu:

" Türkiye'nin Katar topraklarındaki askeri varlığına son vereceksiniz. "

Koşul buyken Katar, Türkiye'den askeri alımlarla ilişkileri daha da derinleştirdi.

Benzer bir rekabet Somali ve Sudan'dan da kendini gösterdi. Türkiye'nin Somali'nin başkenti Mogadişu'da üs edinip yatırımlara girişmesine karşın BAE, Aden Körfezi'ni kontrol etme stratejisinin bir parçası olarak (Somali'den 'de facto' bağımsız) Somaliland'da bir üs (Berbera) ve liman (Hargeisa) edindi.

BAE, 2016'da 2,5 milyar dolarlık yardımla Sudan'ı Yemen Savaşı'na ortak ederken, Türkiye 2018'de Hartum'la 22 anlaşma yapıp Sevakin Adası'nın tahsisini sağladı. Sudan'da 11 Nisan'da Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i devirip yetkiyi ele alan Askeri Geçiş Konseyi'ne BAE ve Suudi Arabistan'ın açık desteğinde de bu rekabet belirleyici.

Tunus ve Irak gibi ülkelerde de BAE ve Türkiye rakip aktörlere el vermiş durumda.

Diplomasinin dili değişti.,

Bu zıtlık medya savaşını kızıştırırken diplomasinin diline de yansıdı. BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid 2017'de "1916'da Fahri Paşa'nın Medine halkının mallarını ve el yazması eserlerini çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Araplarla ilişkisi buydu" diye sataştı. Erdoğan ise "Petrol şımarığı" ve "Terbiyesiz adam" ifadeleriyle yanıt verdi. Ankara'da BAE Büyükelçiliği'nin bulunduğu sokağın adı "Fahreddin Paşa" diye değiştirildi.

BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid

Buna karşın BAE Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş, "Ankara Arap ülkelerinin egemenliğine saygı duymalı ve komşularıyla mantık çerçevesinde ilişki kurmalı" dedi. Gargaş bir başka mesajında ''Arap dünyası Tahran ve Ankara tarafından yönetilmeyecek. Tahran ile Ankara'nın hırslarıyla mücadele etmek için Arap alemi birleşmeli'' ifadelerini kullandı.

Körfez medyasında Türkiye'nin Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ve El Kaide ile birlikte anılmadığı bir haber ya da yorumun çıkmadığı gün yok. Bitmek bilmeyen bir propaganda savaşı sürüyor. Örneğin Suudi gazetesi Ukaz geçen yıl 24 Mayıs'ta, "Osmanlıcılık ile İhvancılık arasında muta nikâhı" başlığıyla birlikte fes giydirilmiş Erdoğan fotoğrafını basmıştı.

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz

Ankara, Abu Dabi'nin Riyad'ın tercihlerini de etkilediğini düşünerek bu "bozucu" faktörü devreden çıkarmanın yollarını da aradı. Tabi İhvan'ın kendinden gördüğü Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'da öldürülmesi Riyad'ı Abu Dabi'den ayrı tutma esnekliğini de yok etti. Yine de Ankara ilişkilerdeki hasarı sınırlı tutmak için Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'i ayrı bir kefeye koyup oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile onun akıl hocası olarak görülen BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid'i mimlemeyi tercih etti. Hatta bu ikilinin Washington'daki karar mekanizmalarını da yönlendirdiği değerlendirmesini yaptı.

'İhvan'ı unutun her şey yoluna girer' mesajı İki bakan teamülü bozsa da genel olarak BAE diplomasisi yüksek sesle konuşan bir karaktere sahip değil. Hatta çelişkileri tolere edebilen bir yapısı da var.

Örneğin, İran'ın nüfuzunu kırma hamlelerinde başı çekse de İran dış ticaretinde BAE'nin yeri hala önemli. Aynı şekilde Ankara ile yaşanan soğuk savaş BAE'nin Türk savunma ürünlerine ilgisini azaltmadı. 2017'de 661 milyon dolarlık zırhlı araç alımı gerçekleştirildi. BAE, Orta Doğu'da Türkiye'nin ihracatında Irak'tan sonra ikinci sırada. Siyasi restleşmenin tavan yaptığı 2017'de iki ülke arasındaki Karma Ekonomik Komisyon ve İş Konseyi toplantıları iptal edilmedi. Belki bunda Savunma, Ekonomi ve Ticaret bakanlıklarının Dubai Emirliği'nde olması da etkili olabilir. Dışişleri ve İçişleri bakanlıkları Abu Dabi emirliğinde.

Yine de İhvan iki ülke arasındaki kilitlenme nedeni olmaya devam ediyor. Abu Dabi Eğitim Konseyi Genel Direktörü Ali Raşid el Nuaymi 2017'de Türk basınına verdiği demeçte İhvan korkusunun arkasında yatan nedenlere şöyle değinmişti:

"Geçmişte bize sığınan İhvan üyelerine kucak açtık. Ancak, bir süre sonra tüm eğitim kurumlarımızı, camilerimizi ve dış işlerini ele geçirdiler, kabinede iki bakanlık bile elde ettiler. Tıpkı sizdeki FETÖ gibi. Biz onları kontrol altında tutmaya çalışırken, Mısır'da devleti ele geçirdiler. Sonra aynısını burada yapmak istediler. Hükümetimiz de onları yasa dışı ilan etti.

"Sizin için FETÖ terör örgütü ne ise bizim için de Müslüman Kardeşler odur. Türkiye'de bizim vatandaşımız dokuz terörist var ve iadesini istiyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra FETÖ üyesi iki generali derdest edip Türkiye'ye iade etmiştik. Aynı hassasiyeti Türkiye'den bekliyoruz. Onların kimler olduğunu Hakan Bey (MİT Başkanı Fidan) çok iyi biliyor."

Bu empati çağrısı karşılık bulur mu? Eksen savaşı Mısır, Suriye, Filistin, Sudan, Tunus, Libya ve Somali'ye kadar yayılmışken kızışmanın soğuma ihtimali düşük.


https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48167646



17 Mart 2019 Pazar

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları, BÖLÜM 2

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları Ekseninde Türk Tipi Başkanlık Sistemi., BÖLÜM 2


    Türkiye’de Başkanlık sistemi ile ilgili tartışmalar Özal döneminden sonra, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel döneminde, kendisinin Türk siyasal sistemi ile ilgili ifade ettiği fikirler ve önerilerle yeniden başlamıştır. Demirel Türkiye’de parlamenter hükümet sisteminin tartışılır hale gelmesinde, cumhurbaşkanlığı döneminde 1997 yılına kadar 4 yıl 3 ayda tam altı hükümet onaylamasının etkili olduğunu belirtmiştir. Koalisyon hükümetlerinin istikrarsızlıklarının siyasî istikrarsızlığı pekiştirdiğini söylemiştir (Duman, 2013, s. 644). Demirel yürütmenin güçlendirilmesini bir zaruret olarak görmüştür. Tek bir siyasî partinin mecliste çoğunluğu sağlayarak istikrarlı ve etkin bir hükümet kurması ihtimalinin azalmasını, seçmen kitlesinin toplumsal yapının ürünü olmayan yapay partiler arasında savrulmasını güçlü yürütme arzusuna gerekçe olarak göstermiştir (Vergin, 2013, s. 452). Görev süresinin dolmasından aylar önce dahi hükümet sistemi tartışmaları konusunda görüşlerini bildirerek yeni dönemde 
cumhurbaşkanını halkın seçmesi gerektiğini ifade etmiştir (Duman, 2013, s. 649).

Demirel, başkanlık sisteminin doğru tartışılması gerektiği söyleyerek bütün olayın Türkiye’de meselelere tartışma zemininin bulunmaması olduğunu dile getirmiştir (“Cumhurbaşkanı ‘Başkanlık sistemi”, 1998). Başkanlık modelini kendisinden sonraki dönemlerde geçerli olmak üzere istediğini ifade eden, kendisinin bu yönde bir arzusunun olmadığı belirten bir diğer açıklamasında ise “Ben onu başkalarına havale ettim. Tartışılacak olan Türkiye’de istikrar arayışı. Eğer bulduysanız beni yormayın’’ şeklinde açıklamada bulunmuştur (“Cumhurbaşkanı Demirel”, 1998).

Görüldüğü üzere her iki lider de başkanlık sistemi tartışmalarında klasik Amerikan modeli üzerinde durmakla birlikte, dayandıkları en önemi gerekçe koalisyon hükümetlerinin ortaya çıkardığı istikrarsızlık problemidir. Esasen her iki liderin de hükümet istikrarı noktasında makul karşılanmasını sağlayan koalisyon tecrübesi Türk siyasal hayatının kilometre taşlarından olagelmiştir. Ancak 1961 ve 2002 yılları arasında aralıklarla var olan 22 yıllık koalisyon  döneminin, siyasî istikrarın sadece hükümet istikrarından ibaret olduğu çerçevesinde değerlendirilmesine yol açması, hükümet sistemi değişikliği taleplerinin neredeyse son 3 yıla kadar neredeyse aynı zeminde değerlendirilmesine yol açmıştır.

Erdoğan Döneminde Başkanlık Sistemi Tartışmaları ve Türk Tipi Başkanlık Modeli.,
Selefleri Özal ve Demirel gibi Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet sisteminin başkanlık sistemi olması gerektiğini düşünmektedir. Erdoğan, 2003-2014 yılları arasında 11 yılı aşan başbakanlığı döneminde, farklı zamanlarda bu yöndeki görüşlerini beyan etmekle birlikte özellikle 2014 yılında cumhurbaşkanlığı makamına gelmesinden sonra başkanlık sisteminin yönetim modeli olarak benimsenmesi hususunda daha istekli bir tutum göstermektedir. Özellikle 2015 genel seçimlerinin bu noktada milat olması gerektiğini ifade eden Erdoğan, “Yeni Türkiye” vizyonu çerçevesinde başkanlık sisteminin daha 
güçlü ve kararlı bir yönetim modeli olarak benimsenmesi ile birlikte çok başlılığın yarattığı sıkıntılardan kurtulmanın mümkün olacağını dile getirmektedir. 

Erdoğan, klasik Amerikan modelinden farklı olarak Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemi modelini inşa edecek yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söylemekte dir. Bu noktada “Türk tipi başkanlık modeli”nin nasıl bir hükümet modeli sunduğu ve arkasında yatan gerekçelerin irdelenmesi gerekir. 

Zira 2003 yılı Mart ayında göreve gelen ve kısa zaman sonra gönlündeki modelin Amerikan modeli olduğunu söyleyen Erdoğan’ın, özellikle son yıllarda ortaya çıkan Türk tipi başkanlık modeli arzusu nasıl açıklanabilir?

2002 genel seçimlerinden sonra 2003 yılı Mart ayında başbakanlık koltuğuna oturan Erdoğan, ülkedeki tüm kurumların halkla bütünleşmesi ve bir konsensüs sağlanması gerektiğini kaydederek kendisi için ideal modelin Amerikan tipi başkanlık modeli olduğunu söylemiştir. 

Bu görüşüne dayanak olarak ise yasama ve yürütme arasındaki müdahalelerin ortadan kalktığı, kuvvetler ayrılığının sağlandığı bir sisteme ülkenin duyduğu ihtiyacı göstermiştir (“Erdoğan’ın hayali”, 2003). Esasen Erdoğan’ın yasama ve yürütme arasında sert bir ayrıma ve tek adam iradesine dayanan başkanlık sistemini hükümet modeli olarak benimsemekteki isteğini, Ak Parti iktidarı öncesinde yaşanan koalisyon hükümetleri ile açıklamak makul bir yaklaşım olacaktır. Sadece 90’lı yıllardan 2002 genel seçimlerine kadar olan süreçte 9 
koalisyon hükümetinin iş başına gelmesi, Erdoğan’ın klasik ABD hükümet sisteminden yana bir tutum göstermesinde önemli bir rol oynamıştır.

2003 yılında başlayan başkanlık tartışmaları kimi zaman yoğunlaşan bir şekilde gündemde kalmaya devam etmiştir. Ancak özellikle 2012 yılında detayları ortaya çıkan, Erdoğan’ın Amerikan modelinden Türk modeline geçiş yaptığı başkanlık sistemi önerisiyle tartışmalar farklı bir boyut kazanmıştır. Kamuoyunda “Türk tipi başkanlık modeli’’ olarak yer alan ve Amerikan tipi başkanlık sisteminden önemli ölçüde farklılaşan hükümler içeren maddeler, kuvvetler ayrılığının ihlal edildiği ve çok güçlü bir başkan yaratılmak istendiği tartışmalarına maruz kalmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “367 yeter oy’’ sayısı nedeniyle tıkanması ve 
“kapatma davası’’ gibi tecrübe edilen gelişmelerin Erdoğan’ın kuvvetlerin ayrılığını öngören Amerikan modelinden, şiddetle kuvvetlerin birliği eleştirilerine maruz kaldığı Türk tipi başkanlık modeline geçmesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür (Kırmacı, 2013, s. 521). 

Taslağı hazırlayan komisyon üyelerinden Burhan Kuzu, ABD başkanlık sisteminden farklı bir model önermelerinin gerekçesini, ABD Başkanı’nın kararname çıkarma yetkisi bulunmaması nedeniyle tıkanıklıklar yaşandığını, Başkan’ın istediği yasaları çıkartmakta ve bütçesini geçirmekte sıkıntıya düştüğünü açıklayarak ifade etmiştir (Ataay, 2013, s. 273-274). Ahmet 
İyimaya, önerilen modelin bir teklif değil, taslak model olduğunu söylemiştir. Bu taslak model üzerinde çalışarak emek verdiklerini dile getirmiştir (İyimaya, 2013, s. 58).

Ak Parti’nin önerdiği başkanlık modelinde ABD’dekinden farklı olarak başkan hiçbir kayıt ve şarta tâbî olmadan TBMM’yi feshedebilecektir. TBMM de aynı şekilde erken seçim kararı almak suretiyle başkanın görev süresini sonlandırabilecektir (Erdoğan, 2013, s. 546). 

Madde 28- (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi veya Başkan tek başına her iki organın seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir. Başkanın ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde Başkan bir defa da aday olabilir (İyimaya, 2013, s. 60). 

Bu uygulama başkan ile parlamento çoğunluğunun farklı partilerden olması durumunda doğabilecek uyumsuzlukların siyasî tıkanıklığa dönüşmesini önlemek için düşünülmüştür. 

Ancak erken seçim kararını ister başkan ister meclis alsın başkanlık seçimiyle parlamento seçiminin aynı gün birlikte yapılması öngörülmektedir. Oysa ABD başkanlık sisteminde başkanın parlamento üzerinde etkili olmasını engelleyen, başkanın, Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun farklı görev sürelerine tâbî olması ve Senato’nun yapılan ara seçimlerle üyelerinin bir kısmının yenilenmesi söz konusudur. Ayrıca başkan ile parlamento çoğunluğunun aynı ya da farklı partilerden olması durumunda dahi parti içi demokrasinin güçlü, parti disiplininin zayıf olması, partilerde uzlaşma kültürü yerleşmiş olması, partilerin ideolojik 
olarak katı olmamaları sebebiyle sistem işlemektedir. Oysa Türkiye’de aynı durumundan bahsetmek pek mümkün gözükmemektedir. Aynı gün yapılacak seçimler başkanın parlamentoda yer alacak çoğunluğu belirlemesini sağlayarak kuvvetler ayrılığı prensibini zedeleyecektir (Ataay, 2013, s. 275-276).

Kuvvetler ayrılığı ekseninde tartışmalara yol açan başkanın kararname çıkarabilme yetkisi, Ak Parti’nin öngördüğü başkanlık modelinin bir diğer özelliğidir.

Madde 23- (1) Başkan, genel siyasetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda Başkanlık kararnamesi çıkarabilir. Bir konuda Başkanlık kararnamesi çıkarabilmesi için kanunlarda o konuyu düzenleyen uygulanabilir açık hükümlerin bulunmaması şarttır. Kişi hak ve hürriyetleri ile siyasi hak ve hürriyetler kararname ile düzenlenemez. Kararnameler ile kanunlarda aynı konuda farklı hüküm bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır (İyimaya, 2013, s. 60).

Erdoğan’a göre bu yetki başkanın genel siyaseti belirleme yetkisinin doğal bir sonucu olarak görülebilirse de başkanın kanunlarda belli bir konuyla ilgili açık hükümler bulunmadığını ileri sürerek yasama alanına müdahalesini açık hale getirmektedir (Erdoğan, 2013, s. 546). 
Şu an ki parlamenter sistemde, KHK çıkarma yetkisi olağan dönemde de olağanüstü dönemde de nihaî onay makamı olan TBMM’nin oluru ile işlerlik kazanmaktadır. Oysa Türk tipi başkanlık modelinde öngörülen başkana kararname çıkarma yetkisi ile klasik başkanlık sisteminin en önemli özelliği olarak gösterilen “kuvvetler ayrılığının sağlanması” ilkesi zedelenmektedir 
(“Nasıl bir başkanlık sistemi”, 2015).

Türk tipi başkanlık modeli taslağında başkana bakanları, kamu görevlilerini, büyükelçileri, yüksek yargı mensuplarını, tek başına atama yetkisi verilmektedir (Ataay, 2013, s. 277). 

Madde 22- (5) Başkan ayrıca Anayasada verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır (İyimaya, 2013, s. 60). 

ABD tipi başkanlık sisteminden farklı olarak sistemi denetleyen herhangi bir mekanizmanın öngörülmediği atama işlemi ile çoğulcu demokrasinin ihlal edilerek belirli bir görüşü benimseyen kişilerin belirli makamlara getirilmesinin söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Bunların yanında yürütmeye bağlı idarî teşkilat üzerinde gözetim ve denetim yetkisine sahip ABD Başkanından farklı olarak, başkan “devlet başkanı’’ sıfatıyla anayasal kurumlar üzerinde gözetim yetkisine de sahip olacaktır. Ayrıca başkanın yasama organının 
onayı olmadan istisnaî rejime geçebilmesi ve bu dönemlere özgü kararname çıkarabilmesini öngören sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanı yetkisi gibi hükümler taslakta yer almaktadır (Erdoğan, 2013, s. 546-547).

Yanık’a göre Ak Parti’nin öngördüğü “Türk tipi başkanlık modeli’’ mevcut sistemin olmazsa olmaz unsurlarının değiştirilerek ortaya çıkan yeni bir sistemdir. Başkana verilecek yetkiler ile denetim ve denge sisteminin, dolayısıyla sistemin işleyiş mantığına aykırı bir durum ortaya çıkacaktır (Yanık, 2013, s. 667). 
Burhan Kuzu da Türk tipi başkanlık modeli önerisinin ortaya çıktığı 2012 yılından önce vermiş olduğu bir röportajda başkanın parlamentoyu feshedebilmesinin ve kanun yapma yetkisinin ABD dışındaki ülkelerde yanlış bir tipoloji oluşturduğunu 
belirtmiştir (Kuzu, 2011, s. 162). Özellikle başkanlık sisteminin olumsuz örneğini teşkil eden Latin Amerika ülkelerini yukarıda ifade edilen, Amerikan modelinden farklı olan yönlerinden dolayı dikkate almamak gerektiğini ifade eden Kuzu’nun görüşlerinin Türk tipi başkanlık modeliyle ters düştüğü görülmektedir.Çelik’in ifadesiyle, Türk tipi başkanlık sisteminde yasamaya, Osmanlı geçmişiyle uyumlu biçimde, neredeyse 1876 Anayasası’ndaki gibi yalnızca yasa yapma ile sınırlı bir işlev tanınmış, başkan ise güçlü yetkilerle donatılmıştır (“‘Türk tipi demokrasi’nin”, 2012).

2014 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, cumhurbaşkanlığı makamına oturan Erdoğan, başkanlık sisteminin hükümet modeli olarak benimsenmesi yönündeki görüşlerini daha yoğun olarak dile getirmeye devam etmiştir. Siyasi karizmasının milli irade nezdindeki gücünün başbakanlığı döneminden itibaren giderek arttığının farkında olan Erdoğan, cumhurbaşkanı sıfatıyla 2015 genel seçimlerin başkanlık sistemi için dönüm noktası olacağını yoğunlaşan bir şekilde ifade etmektedir. Bu doğrultuda Amerikan sisteminden farklı olarak Türk tipi başkanlık modeli üzerinde durmaya devam etmektedir. Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen bir muhtarlar toplantısında, Meksika modelini örnek veren Erdoğan, başkanlık sisteminin Türk yönetim düşüncesinin genlerinde olduğunu söylemiştir. 2012 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu başkanlık sistemine geçiş önerisinden pek de farklı görünmeyen bu modelde başkan 6 yıllık bir dönem için seçilmekte ve bir daha seçilme hakkına sahip olamamaktadır.Meksika modeli, başkan yardımcısı ve başbakanın olmadığı bir sistem olmakla birlikte, meclise yasa tasarısı sunma hakkına sahip olan başkan neredeyse tüm yetkileri elinde toplamaktadır (“Her şeyin başı başkan”, 2015). Meksika modelinde öngörülen yeniden seçilme yasağı, yeniden seçilememenin yarattığı psikolojik baskı altında başkanın, akılcı olmayan, verimsiz, iyi planlanmamış politikalar izlemesi şeklinde tanımlanabilen topal ördek (lame duck) olgusuna yol açabilme tehlikesine sahiptir (Yazıcı 2014, s. 48).

Türk tipi başkanlık modeli farklı kesimlerden akademisyenlerin, siyasetçilerin, yazarların eleştirilerine uğramıştır. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hükümet sistemi değişikliği noktasında, Türk tipi başkanlık sisteminin olmaması gerektiği ifade ederek ABD’deki gibi kuvvetler ayrılığının keskin bir şekilde ayrıldığı bir sistemin de demokrasiye uygun bir model olduğunu ve benimsenmesi gerektiğini ifade etmiştir (“Gül’den ‘başkanlık’ çıkışı”, 2015). Aslında 
faklı birtakım kesimlerce dile getirilen eleştirilerin odak noktası, 21. yüzyıl Türkiye’sinde daha ileri ve çoğulcu bir demokrasi özlemine karşı bir konumda olan yönetim modelidir. 

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasî sistemi içinde 90 yıllık bir geçmişi olan parlamenter sistemin işleyişi sürecinde yaşanan birtakım sıkıntılar, hükümet sistemi değişikliği tartışmalarının her daim gündemde kalmasını sağlamıştır. Özellikle 1982 Anayasası ile birlikte yürütmenin güçlendirilmesi yolunda değişiklikler yapılarak bu minvalde yapılacak etkili düzenlemelerle işlerliği olan bir hükümet sisteminin, Türk siyasal sisteminin ilacı olacağı dile getirilmiştir. Ancak her ülke birçok farklı dinamik tarafından bir araya gelen ve kendisini 
diğer ülkelerden ayıran bir siyasî sisteme sahiptir. Ayrıca Türk siyasal sistemi için klasik Amerikan modeli başkanlık sisteminin bir kenara itilerek Türk tipi başkanlık modelinin benimsenmesi için güçlü ve makul sebepler ortaya konulamamaktadır. Özellikle 2012 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan Türk tipi başkanlık modelinin kuvvetler ayrılığını hiçe sayan özellikleri, örtülü bir monarşik yapının sunulmaya çalışıldığı yönünde ciddi eleştiriler 
almıştır.

Buradan hareketle siyasî sistemde yapılabilecek hiçbir değişikliğin, Türk siyasal kültüründe var olan teamülleri değiştirmeyeceği açıktır. Araçsal ve kurumsal düzenlemeler, sadece yasama-yürütme ilişkileri bağlamında yaşanacak sıkıntıları çözmek için faydalı olabilir. Bu doğrultuda ABD tipi başkanlık sistemi ve ortaya çıkarabileceği sonuçlar itibariyle daha fazla eleştiriye maruz kalan Türk tipi başkanlık modeli yerine düşünmekten ziyade parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak düzenlemeler yapmak daha yerinde olacaktır. Sağlam bir parlamento çoğunluğuna dayanmayan hükümetlere istikrar ve etkinlik kazandırmaya yönelik hukuk kurallarına yer veren rasyonelleştirilmiş parlamentarizm bu yönde atılacak adımlardan biri olabilir. Bunun dışında 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte ortaya çıkan yarı başkanlık sistemine işlerlik kazandıracak birtakım uygulamalara da gidilebilir. 

Sonuç olarak, Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine çıkması, güçlü bir yönetime ve ekonomiye sahip olarak modern kapitalist dünya sistemi içerisinde başat aktörlerden biri olması, Türk tipi başkanlık sisteminin antidemokratik yönetim modelinden geçmemektedir. 

Türk siyasal sisteminin sahip olduğu sorunların çözümü için temel argümanlarıyla oynanmış bir başkanlık modeli sisteminden daha fazlasına ihtiyaç olduğu aşikârdır.

Kaynakça

Akçalı, P. (2013). Genel özellikleri, yararları ve sakıncaları ışığında başkanlık sistemleri. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 406-411.
Akçalı, P. (2014). Siyasal istikrar ve başkanlık sistemi: Amerika Birleşik Devletleri örneği. İ. Kamalak (Ed.), (Yarı) başkanlık sistemi 
ve Türkiye içinde (s. 79-110).İstanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Ataay, F. (2013). Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘başkanlık sistemi’ önerisi üzerine değerlendirme.Alternatif Politika Dergisi, 
5(3),266-294.
Aydıntaşbaş, A. (2015, 5 Ocak). İyi de bu başkanlık değil. Milliyet gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/iyi-de-bu-baskanlik-
degil/siyaset/ydetay/2008851/default.htm sitesinden 05.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

Başkanlık sistemini TBMM’de Özalcı milletvekilleri savunuyor, (1992, 11 Ekim), Cumhuriyet gazetesi, s. 5.

Cemal, H. (1989). Özal hikâyesi. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Cumhurbaşkanı ‘başkanlık sistemi doğru tartışılsın’, (1998, 14 Temmuz), Cumhuriyet gazetesi, s. 7.
Cumhurbaşkanı Demirel ‘Başkanlık sistemi benim için bitti’, (1998, 24 Mayıs), Cumhuriyet gazetesi, s. 7.
Çelik. D. B. (2012, 24 Aralık). Türk tipi demokrasi’nin son durağı: Türk tipi başkanlık sistemi.T24.
http://www.T24.com.tr adresinden 25 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Duman, S. (2013). Türkiye için başkanlık sistemi değerlendirmeleri. Yeni Türkiye Dergisi,51, 636-662.

Erdoğan, M. (1996). Başkanlık sistemini doğru tartışmak.Liberal Düşünce Dergisi, 1(2), 4-12.
Erdoğan, M. (2013).Başkanlık sistemi, demokrasi ve Türkiye.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 542-547.
Erdoğan’ın hayali Amerikan modeli, (2003, 21 Nisan), Milliyet gazetesi, s. 19.

Fedayi, C. (2013). Mazi, hâl ve istikbal boyutlarıyla başkanlık sistemi.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 679-691.

Gül’den ‘başkanlık’ çıkışı, (2015, 21 Şubat), Birgün gazetesi, s. 4.

Her şeyin başı başkan, (2015, 25 Şubat), Vatan gazetesi, http://www.gazetevatan.com/-her-seyin-basi-baskan--743795-gundem/ 
sitesinden 25.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

İyimaya, A. (2013). Başkanlık sistemini tartışmak yahut Ak Parti modeli. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 519-524.

Keser, H. (2013). Başkanlık sistemi. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 430-438.
Kılınç, Z. A. (2013). Siyasal istikrar açısından başkanlık ve parlamenter sistemler. M. Aktaş ve B. Coşkun (Ed.), Başkanlık sistemi 
karşılaştırmalı bir inceleme ve Türkiye için değerlendirmeler içinde (s. 401-427). Ankara: Nobel Yayınları.
Kırmacı, R. B. (2013). Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmaları.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 519-524.
Kuzu, B. (2011). Her yönü ile başkanlık sistemi. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.

Göktürk, G., (2015, 10 Şubat). Nasıl bir başkanlık sistemi. Akşam gazetesi, http://www.aksam.com.tr/yazarlar/nasil-bir-baskanlik-
sistemi/haber-380455sitesinden 10.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

Powell, G. B. (1990). Çağdaş demokrasiler: katılma, istikrar ve şiddet. Ankara: S Yayınları.

Tosun, G. E. ve Tosun,T. (1999). Türkiye’nin siyasal istikrar arayışı başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri. İstanbul:Alfa Yayınları.

Vergin, N. (2013). Siyasal sistem arayışları ve yarı-başkanlık sistemi. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 449-455.
Vernon, M. C. (1961). Devlet sistemleri mukayeseli devlet idaresine giriş. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

Yanık, M. (2013). Başkanlık sistemi ve Türkiye’de uygulanabilirliği. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 663-667.
Yavuz, K. H. (2000). Türkiye’de siyasal sistem arayışı ve yürütmenin güçlendirilmesi. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Yazıcı, S. (2013). Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemleri Türkiye için bir değerlendirme. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, S. (2013). Başkanlık sistemi; ABD, Türkiye’ye örnek olabilir mi? Yeni Türkiye Dergisi, 51, 617-635.

***