tag:blogger.com,1999:blog-35381586266644649972024-03-14T11:06:39.509+03:00 '' POLİTİK _ ACILAR '' TÜRK SİYASETİ TARİHİNDEKİ'' POLİTİK_ACILAR''
İZ BIRAKAN SİYASİ GELİŞMELER.. HABER VE YORUMLAR..,
< _ EY GÖNÜL; TENHA BİR YERDE DİLEDİĞİN KADAR RABB'İNE AĞLA,
_ AMA SAKIN OLA,
TENHA BİR YERDE AĞLAYAN BİRİNE, SEBEP OLMA.! Hz. MEVLANA RUMİ ... >DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.comBlogger3941125truetag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-21170915746142831282021-11-06T15:42:00.002+03:002022-10-05T19:20:18.937+03:00Güvenlik Kuvvetlerimize Verilen Arazi<p style="text-align: center;"><b><i><span style="color: #cc0000; font-family: georgia; font-size: large;">Güvenlik
Kuvvetlerimize Verilen Arazi</span></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: center;"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><b><i>Prof. Dr. Ata
Atun, </i></b></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><b><i>Kıbrıs İlim Üniversitesi</i></b><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><i>KKTC
Bakanlar Kurulu, Vakıflar İdaresi’ne ait Dipkarpaz Zafer Burnu'ndaki bir
araziyi askeri kullanım amacıyla 30 yıllığına Güvenlik Kuvvetleri
Komutanlığı’na kiraladı. Çok da iyi etti zira etrafımız ateş çemberiyken bizim
huzurla uyumamız için bu tür -güven veren- hamleler şart.<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Rumların
biz Kıbrıs Türklerine tam bir soykırım uyguladığı 1963-1974 yılları arasında
çekmediğimiz eziyet kalmadı. Yüzlerce, binlerce şehit verdik. İnsanlarımız evlerinden
alındılar, haydutça yolları kesilerek esir edildiler, dükkanlarından/çalıştıkları
yerden alındıktan sonra enselerine kurşun sıkılarak şehit edildiler, ya da içi
sönmemiş kireç dolu kuyulara canlı canlı atılarak, işkenceyle, kahpece şehit edildiler.</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><i style="font-family: ATA;">Tüm
yaptıkları yanlarına kaldı çünkü Kıbrıs Türk’üne pervasızca işkence yapan,
şehit eden hiçbir Rum’un tutuklandığını, mahkemeye verildiğini ve ceza aldığını
görmedim.</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Biz
Kıbrıs Türklerini bu soykırımdan kurtaran, canı pahasına mücadele eden Türk
Mukavemet Teşkilatımız, bizlerin de aralarında olduğumuz mücahitlerimiz ve
Anavatanımız Türkiye’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri oldu. 1 Ağustos 1976 gününde Türk
Mukavemet Teşkilatımız ve mücahitlerimiz Kıbrıs Türk tarihine silinmez bir şekilde
adını yazarak yerini Güvenlik Kuvvetlerimize bıraktı.</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Bizim
jenerasyon gençliğinin en güzel dönemlerinde mücahitti. Ben,1972 yılının Eylül
ayında mücahitlik görevimi tamamlayıp terhis olduktan sonra da mücahitliğim
devam etti. Yunanistan’daki Albaylar Cuntasının, Kıbrıs adasını Yunanistan’a
bağlamak ve Megali İdea’yı (Büyük Ülkü) gerçekleştirmek için Kıbrıs adasında 15
Temmuz 1974 günü gerçekleştirdikleri darbeye kadar, sadece haftanın 2 gecesi
evimizde yatıyorduk. 3. gece de, Sancaktarlıkta gündüz görev yapan mücahitlerimiz
uykularını alabilsin, ertesi gün dinç bir şekilde görev yapabilsinler diye
sabaha kadar Sancaktarlıkta nöbet tutuyorduk. (Mücahitliğim döneminde Mağusa’da
20-60 yaş arasındaki toplam erkek sayısı 3 bin kadardı. Bu nedenle de terhis
olsak da “mücahit kardeşlerimiz dinlensin” diye seve seve tuttuk nöbetimizi.)</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Mehmetçiğimiz
ve mücahitlerimiz Mutlu Barış Harekatında el ele, Kıbrıs Türklerine yıllarca
soykırım uygulayan Rumları alt edip, sınırlarımızın dışına attıktan sonra artık
geceleri evimizde huzurla uyuyabilme imkanı bulduk.</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><i><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Özgürleştik, kendi egemen devletimizi kurduk,
kendi sınırlarımız içinde korkusuzca yaşamaya başladık. Şükür ki bugün
askerimiz, polisimiz, mahkemelerimiz, meclisimiz ve devlet dairelerinin personelinin
hepsi de Türk. Bunun ne denli büyük bir kazanım ve gurur olduğunu ancak
Rumların bize uyguladıkları soykırımı yaşayanlar bilir. 1974’den sonra doğanlar
bu özgürlüğün ve egemenliğin içinde doğdukları için bunu olağan kabul ediyor ve
gerektiği gibi takdir edemiyor maalesef.<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Özetle;
KKTC Bakanlar Kurulunun, Dipkarpaz Zafer Burnu'nda Güvenlik Kuvvetlerimize
kiraladığı topraklar Güvenlik Kuvvetlerimize de helaldir, Mehmetçiğimize de.</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><i>Güvenlik
Kuvvetlerimize kiralanan arazinin <b><span style="color: #990000;">“ Karpaz Özel Çevre Koruma Bölgesi ile Milli
Park, Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı içerisinde olduğunu”</span></b> söyleyerek “ağaç
kesilemez ve ekilemez” resti çekenlerin niyetinin başka olduğunu söylememe
gerek yoktur herhalde.<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span><i style="font-family: ATA;">Ağaçlar
yerlerinde alınıp uygun başka bir yere ekilebilir ama özgürlük ve egemenlik bir
kere elden gitti mi geri alınamaz. Özgürlüğümüzün ve egemenliğimizin teminatı
da Güvenlik Kuvvetlerimiz ve Mehmetçiğimiz olduğu için vatanımızın bütün
toprakları kendilerine helal olsun…</i></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p><i> </i></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><i><b>Prof. Dr.
(İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN<o:p></o:p></b></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><i><b>Akademisyen, Kıbrıs
İlim Üniversitesi<o:p></o:p></b></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: left;"><span style="font-family: ATA; font-size: 10pt;"><i><b>KKTC III.
Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı</b></i><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: left;">***</p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-73497080413745795432021-11-06T15:35:00.002+03:002021-11-06T15:35:25.293+03:00Abraham Anlaşmalarının Birinci Yıldönümü Yaklaşırken<div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><i> <b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">Abraham Anlaşmalarının Birinci Yıldönümü Yaklaşırken</span></b></i></div><i><div style="text-align: center;"><span style="font-family: georgia; font-size: x-large; font-weight: 700;"><span style="color: #990000;"><br /></span></span></div><div style="text-align: center;"><br /></div><br /><br /><b>Yazan Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu <br />28 Ağustos 2021<br /></b><br /><br /> Trump, Uluslararası düzeni allak bullak etti. Ama hasır altına süpürülmüş bazı konuların gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Bilinçaltına sıkışmış duygu ve düşüncelerin söyleme yansımasını ve eteklerdeki tüm taşların dökülmesini sağladı.<br />Uluslararası ticarette korumacılığı hortlattı. Dünya Ticaret Örgütünü işlevsizleştirip, ticaret savaşlarını meşrulaştırdı. Kötü örneğin de pek ala örnek olabileceğini ispatladı. Meğer ona özenen ne çok dünya lideri varmış! Taliban ile müzakere masasına oturmasının sonuçlarını Afganistan’dan yayılan etki ile daha fazla göreceğiz. Ama terör örgütlerini kuran ABD nin onlarla zaten anlaşabileceğini de gösterdi.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3dIV5QWsEooq2kVGFqrdgdbzG9ry7QFhcoJRIci8QE_1J-jdmxXIesJgdt-OcLzfoPUuUmYYL_5KcYw746iytphSiWXyRxhwAw-ydNMkYClJ_xxee07Kp09aViRRehIEgS-tOfnyW-798/s750/Abraham+Anla%25C5%259Fmalar%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="506" data-original-width="750" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg3dIV5QWsEooq2kVGFqrdgdbzG9ry7QFhcoJRIci8QE_1J-jdmxXIesJgdt-OcLzfoPUuUmYYL_5KcYw746iytphSiWXyRxhwAw-ydNMkYClJ_xxee07Kp09aViRRehIEgS-tOfnyW-798/s320/Abraham+Anla%25C5%259Fmalar%25C4%25B1.jpg" width="320" /></a></div><br /></div><div style="text-align: left;"><i><br />Trump ABD ve dünya için bir talihsizlikti. Ama nasıl yaptıysa Arap dünyası ile İsrail arasında kurulamaz sanılan köprülerin inşaatını başlattı. Geçen yıl 15 Eylül BAE ve Bahreyn dışişleri bakanları ile İsrail başbakanı White House’ta buluştuklarında, bunun gerçek mi, yoksa kurgu mu olduğunu düşündük. Yoksa bir seçim tiyatrosu muydu? Oysa şimdi Abraham Anlaşmalarının birinci yıl dönümü yaklaşırken olumlu gelişmelerin hem Arap Orta Doğu, hem de Türkiye’nin bölgedeki rolü açısından değerlendirilmesi önemli.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /><b>İvmesi Güçlü bir Hevesin Peşinden </b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br />Hatırlanacak olursa BAE İsrail ile ilişkileri normalleştirme anlaşmasını, 13 Ağustos 2020 de imzalamış, turizm, ticaret, teknoloji paylaşımı ve başka birçok alanda ikili işbirliğine kapı aralamıştı. Bahreyn’i de kucaklayan 15 Eylül anlaşmasını takiben, daha önce İsrail ile resmi ilişkisi olmayan Sudan’ın 26 Eylül 2020 de, Fas’ın ise Aralık 2020 de“Normalleşme”Anlaşmalarını imzalamaları önemliydi. Abraham anlaşmaları bölgede kendi köşesine sıkışıp kalmış İsrail için ufku geniş bir açılım, anlaşmaya taraf olan ülkeler için İsrail ile ilişki fırsatı, Orta Doğu için ise yeni bir düzen umuduydu. Aradan geçen bir yıl içinde Netanyahu ve Trump seçim kaybetti. İsrail ve Filistin ilişkilerinde gerilim özellikle Gazze’de hala sürüyor. Buna rağmen Abraham anlaşmaları, İsrail’in BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas ile olan ilişkileri açısından semere vermeye başladı. BAE, Tel Aviv’de büyükelçilik açtı. İsrail ve BAE ekonomik ilişkileri özel sektör girişimleri ile adeta gökyüzüne merdiven dayamış gibi. İkili ticaret fevkalade canlanmış durumda, BAE İsrail’de büyük yatırımlar yapıyor. Özellikle İsrail’in Akdeniz’deki doğal gaz kuyularındaki çıkarım, BAE nin ilgi alanı. Son bir yıl içinde on binlerce İsraillinin BAE ni ziyaret etmesi, Dubai’de dindar Yahudilerin inançlarına uygun yemekleri menülerine alan otel ve restoranların sayılarının artması, hem ikili ilişkilerin iyi yolda olduğunun, hem de farklı tercihlere saygının göstergesi[1].</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bahreyn zaten İsrail ile ilişkilerini 2000 den beri sessiz sedasız yürütüyor, bunun için neredeyse yüz yılı aşkın bir zamandır ülkede bulunan Musevilerin de desteğini seferber ediyordu. Bu nedenle normalleşme anlaşmasının imzalanmasını müteakiben Bahreyn ticaret bakanı Kudüs’ü ziyaret ederek, ticari ilişkileri resmi hale getirdi. Tel Aviv’e yeni büyükelçi atadı. O gün bugündür, Bahreyn-İsrail ticari ilişkileri de gelişmeye devam ediyor.</i></div><div style="text-align: left;"><i><b><br />Biden Yönetiminin Abraham Sürecine Yaklaşımı</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br />Görevi Trump’dan Ocak 2021 de devir alan Biden yönetiminin Abraham anlaşmalarını desteklediğini açıklaması ile ABD'nin Orta Doğu politikası İsrail ekseni etrafında şekillenmeye başladı. BAE ye F35 satışlarının onaylanması ve Fas’a Batı Sahra anlaşmazlığında söz üstünlüğü ve egemenlik hakkı tanınması, Fas’ı da İsrail ile işbirliği konusunda daha heveslendirdi.Bu arada Fas limanlarında Türkiye’den gelen kargo gemilerine boşaltma izni verilmemesi tesadüf müydü? Ama Arap ülkeleri ile gerilen ilişkilerin Mağrip’ deki örneği oldu. Aslında Afganistan ile yeniden toz duman altında kalan Orta Doğu’da Abraham anlaşmalarının yeni ülkelere genişlemesi ile ilgili belirsizlikler sürüyor.Tabii anlaşmaya taraftar olması en fazla istenen ülke Suudi Arabistan. Suudi Arabistan, şimdilik 2002 yılında Kral Abdullah tarafından imzalanan Arap Barış Girişiminde (Arab Peace Initiative) yer alan, İsrail ile diplomatik ilişki kurması için Filistin-İsrail barış anlaşmasını ön koşul olarak öne sürmeye devam ediyor. Bununla birlikte, Filistin konusuna karşı pekte duyarlı olmayan Suudi yönetimi şu sıralar İsrail ile ilişkilerini normalleştirme işaretleri vermeye başlamış durumda. Oysa Umman Sultanlığı ve Katar 1990 lı yıllarda bile İsrail’den sulama ve susuz tarım teknikleri öğrenip, gübre ve tohum satın alarak ilişki geliştiren iki Arap ülkesiydi. Bu iki ülke şimdilik henüz ilişkileri anlaşmaya bağlama konusunda istekli görünmüyor. İki basit ayrıntı bu üç Arap ülkesini Abraham anlaşmalarına birkaç adım daha yaklaştırabilir. Artan ve daha da şeytanlaştırılan İran tehdidi ve bu ülkelere Biden yönetiminin başka ne gibi destekler vereceği. Açıkçası, ben Katar hariç bu ülkelerin Türkiye ile aralarına mesafe koymalarının bile Abraham anlaşmaları için bir ön hazırlık olduğunu düşünenlerdenim. Yani İsrail, Arap dünyası için şimdi düşman olmaktan çıkıp, “zoraki dost” Türkiye’ye alternatif olmaya başladı bile.</i></div><div style="text-align: left;"><i><b><br />Geriye Kalan Arap Kaleleri ve Abraham’ın Gücü</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br />İsrail ve ABD şu sıralar, Abraham anlaşmalarını genişletmek için önce Irak ve Tunus’u, sonra Arap olmayan Müslüman ülkelerden Pakistan ve Bangladeş’i düşünüyor olabilir. Son gelişmeler nükleer bir güç olan Pakistan’ı ve uzak coğrafyadaki Endonezya ve Bangladeş ile ilgili girişimleri ertelettirebilir. Ama Irak ve özellikle Kuzey Irak, tarihi Musul- Hayfa petrol boru hattının yeniden tasarlanmasının vereceği ivme ilehızla gündeme gelebilir. İsrail ile halen gayri resmi ilişkilerini sürdüren Umman Sultanlığı, Moritanya, Endonezya ve Katar’ın her an kafileye katılması bence beklenmeyen bir gelişme olmaz[2]. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Tunus ise Fas gibi bünyesindeki kadim Musevi nüfusun ilişkilere destek vereceği bir başka Mağrip ülkesi. Musevi azınlıkların varlığı, İsrail için de önemli bir tarihi değer olabilir. Ama bir de Tunus’ta yönetim değişti. En Nahda partisinin iktidardan kaymış olması, İsrail’e bir kapı açılmasına yardım edebilir. Tunus’ta şimdi meclis kapalı. Tabii bu demokratik bir anlaşma süreci açısından sakıncalı. Bununla birlikte tüm yetkileri elinde bulunduran Kais Sayid, Tunus’un menfaatine olabilecek bir İsrail-Tunus normalleşme anlaşmasını düşünebilir. Buna kolayca hukuki bir kılıfda bulabilir. Nitekim iktidarı ele geçirmesinin meşru zeminini Tunus Anayasasının 80. Maddesine atfeden Sayid, ülkesinin yakın bir tehlike altında bulunması dolayısı ile gerekli her türlü acil kararı kendisinin vereceğini açıkladı[3].</i></div><div style="text-align: left;"><i>Tunus için bir Müslüman kardeşler veya hatta Selefi İslam tehdidi zaten var. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik Yasemin devriminin 2011 den sonra çözemediği dertler. Ama Trump’ın ilham verdiği ekonomik korumacılık, şimdi Tunus’u bazı ticari ilişkileri yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Bu bağlamda, Tunus’un her türlü ikili ticari ilişkisini bırakıp, son yıllarda kronik dış ticaret açığı verdiği iddiası ile Tunus-Türkiye Serbest Ticaret ve Ortaklık Anlaşmasını[4] yeniden gözden geçireceğini açıklaması, geçici bir korumacılık önlemi olarak düşünülebilir. Ama 2021 de 3.9 milyar dolara çıkan Tunus’ta bunun sadece 900 milyon dolarlık kısmından sorumlu Türkiye’yi hedef göstermesi, örneğin Çin ve İtalya’ya karşı olan açıklarla ile ilgili herhangi bir atıfta bulunulmaması[5], Türkiye ile ticaretini İsrail’e kaydırmak için bir basamak olabilir. Bu ise Tunus- İsrail Normalleşme Anlaşmasına kapı aralar.<br /><br /><b> Kaynaklar</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><b><br /></b>[1]Gerald M. Feierstein, “Despite strains, the Abraham Accords have proved resilient, but what’s next?” bknz.https://www.mei.edu/blog/monday-briefing-despite-strains-abraham-accords-have-proved-resilient-whats-next<br />[2]Ron Kampeas( 17 August 2021) “One year on, here’s how the Abraham Accords are holding up” https://www.timesofisrael.com/one-year-on-heres-how-abraham-accords-agreements-are-holding-up/<br />[3]“Populist Hero or Demagogue: Who Is Tunisia’s President?” (August 26, 2021) bknz. NewYork Times https://www.nytimes.com/2021/08/26/world/middleeast/tunisia-president-kais-saied.html<br />[4] Tunus ve Türkiye Ortaklık Anlaşması 2004 yılında imzalanıp, 2005 yılında yürürlüğe girmiş, ticarette tarife ve tarife dışı engeller kaldırılmıştı.Bunun dışında, kamu ihaleleri, tarım ve hizmet ticareti ve yabancı yatırım kuralları da gevşetilmişti.<br />[5] “Tunisia seeks urgent review of trade agreement with Turkey” (August 20, 2021), https://www.reuters.com/world/middle-east/tunisia-seeks-urgent-review-trade-agreement-with-turkey-2021-08-20/</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /><a href="https://www.21yyte.org/tr/israil/abraham-anlasmalarinin-birinci-yildonumu-yaklasirken"><b>https://www.21yyte.org/tr/israil/abraham-anlasmalarinin-birinci-yildonumu-yaklasirken<br /></b></a><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>***</i></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-64171869216598232412021-10-12T16:32:00.001+03:002022-10-17T19:02:10.916+03:00 16 NİSAN REFERANDUMU VE YENİDEN İNŞA: CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNE GEÇİŞ<div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><b style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: x-large;"><i> </i><i>16 NİSAN REFERANDUMU VE YENİDEN İNŞA: CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİNE GEÇİŞ</i></b></div><i><div style="text-align: center;"><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: x-large; font-weight: 700;"><br /></span></div><div style="text-align: center;"><br /></div><br /></i><i>ÖNSÖZ</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i> Türk Dış Politikası Yıllığı yayın hayatına başladığı 2009’dan beri küresel ve bölgesel gelişmeler ışığında Türk dış politikasının nabzını tutmaya </i><i>devam etmektedir. Yine yoğun bir çalışma ve emeğin ürünü olarak sizlerle buluşan elinizdeki eser ile birlikte yıllık dizimiz dokuzuncu kitabına </i><i>ulaşmaktadır. Eserimizin geçen zaman içerisinde Uluslararası İlişkiler alanında çalışan uzman, akademisyen ve öğrenciler kadar alan dışındaki </i><i>meraklılar ve araştırmacıların da başvuru kaynaklarından biri haline geldiğine mutlulukla şahit olmaktayız.</i><i><br /></i><i> Her sayıda tekraren vurgulandığı gibi makaleler temelde bilgi yoğunluklu olup olayların yorumlanması hususunda okuyucuya alan bırakmaktadır. <br /></i><i>Böylelikle daha nesnel içeriğe sahip ve aktüalitenin çeldiriciliğine direnebilen uzun ömürlü bir yapıt ortaya çıkmaktadır. <br /></i><i>Her biri yazdıkları konularda uzman olan yazarlarımız çalışmalarını uzmanlıklarının getirdiği bütünlüklü bir çerçeve içerisinde sunmakta ve analitik </i><i>bakışları ile zenginleştirmektedir.</i><i><br /></i><i>Bu anlamda da kuru ve bağlam dışı enformasyondan ziyade mantıksal bir yapı içerisinde anlam kazanan bir bilgi bütünü ortaya çıkmaktadır.</i><i><br /></i><i>2017’de Türk dış politikasındaki gelişmelerin ele alındığı bu kitapta on altı makale ile birlikte bu yılla sınırlı kalmayan beş bağımsız makale yer </i><i>almaktadır. <br /></i><i>Söz konusu bağımsız makaleler Türkiye’nin en can alıcı dış politika gündemlerini daha geniş bir bağlamda masaya yatırmaktadır.</i><i><br /></i><i>Bağımsız makalelerin yer aldığı birinci bölüm Burhanettin Duran’ın “15 Temmuz Darbe Girişiminin Türkiye’nin İç ve Dış Politikasına Etkisi” başlıklı </i><i>çalışması ile başlamaktadır. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden yaklaşık iki yıl geçmesine rağmen darbe sonrası Türk dış politikasında yaşanan </i><i>dönüşümün etkileri belirleyici olmaya devam etmektedir. Duran bu eserinde meşum darbe girişiminin Türk siyasetinde yarattığı konjonktürel </i><i>ve yapısal dönüşümlere mercek tutmaktadır. “Türk-Rus İlişkilerinde İkinci Bahar Kalıcı mı?” başlıklı makalesiyle Nurşin Ateşoğlu Güney Türkiye ve </i><i>Rusya arasındaki yakınlaşmanın muhtemel geleceğini analiz etmektedir. Tuncay Kardaş “Trump Dönemi Türkiye-ABD Krizinin Analizi” isimli çalışması </i><i>ile yeni ABD Başkanı Trump’la birlikte derinleşen iki ülke ilişkilerindeki krizin muhtelif dinamiklerini ele almaktadır. Hakkı Uygur Ankara-Tahran </i><i>ilişkilerini analiz ettiği “Arap Baharı Sonrası Bölgesel Gelişmeler Işığında Türk-İran İlişkileri” isimli makalesinde kriz ve normalleşme ekseninde ilişkilerin </i><i>seyrine odaklanmaktadır. Çağatay Özdemir ve Neslihan Saydam’ın kaleme aldığı “ Türkiye - ABD İlişkilerinde Washington’daki Türk Lobisinin Rolü ”<br /></i><i>isimli birinci bölümün son makalesinde ise iki ülke ilişkilerini belirlemede “Türk lobisi”nin ne derece etkili olduğu sorusuna cevap aranmaktadır.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i> 2017’de muhtelif alanlarda yaşanan dış politika gelişmeleri ise İkinci bölümde analiz edilmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu politikaları Kemal İnat, </i><i>Mustafa Caner, Recep Tayyip Gürler, Ahmet Arda Şensoy, Talha İsmail Duman, İsmail Numan Telci, İsmail Akdoğan ve Haydar Oruç imzalı makalelerde </i><i>incelenmiştir. Türkiye’nin ABD ve AB politikaları sırasıyla Kılıç Buğra Kanat ve Filiz Cicioğlu, Rusya ve Kafkasya politikası da Özgür Tüfekçi tarafından<br /></i><i>kaleme alınmıştır. Aynı şekilde Türkiye’nin Kıbrıs politikası Enes Bayraklı ve Hacı Mehmet Boyraz, Balkanlar politikası Mehmet Uğur Ekinci ve Dilek Kütük, </i><i>Afrika politikası Abdurrahim Sıradağ, Orta Asya ve Pakistan politikası Tamer Kaşıkçı, Asya Pasifik politikası Muhammet Hamza Uçar ve Latin Amerika </i><i>politikası da Mustafa Yetim tarafından yazılmıştır. Sadık Ünay ve Şerif Dilek ise yazdıkları makalede Türk dış politikasının ekonomi politiğini ele almışlardır.</i><i><br /></i><i>Yıllığın bu sayısının yayımlanması hususunda yazılarıyla katkıda bulunan değerli yazarlarımıza ve kitabımıza teveccüh gösteren saygıdeğer okurlarımıza </i><i>teşekkürü bir borç biliyoruz.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><b><i>Burhanettin Duran<br /></i><i>Kemal İnat<br /></i><i>Mustafa Caner</i></b><i><br /></i><i><br /><br /><br /></i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAZPmgWHLe2xUSxk9u7ue9AFuC294JVQYaGN5_BUExGFRWBz0XklbS6uJIcPkEr1zAgavGMXOPY-YdammA3sy1-5mrLt9KhxxrLJU7xA0oc8uhuq65_1DOMa4ctSgE3GIu2nGEYKzGGFz5RHXoBrTVVFYhxrqDftrjgDtqOQhWakL67M7A9D29st8HvQ/s800/Burhanettin%20Duran.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="532" data-original-width="800" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAZPmgWHLe2xUSxk9u7ue9AFuC294JVQYaGN5_BUExGFRWBz0XklbS6uJIcPkEr1zAgavGMXOPY-YdammA3sy1-5mrLt9KhxxrLJU7xA0oc8uhuq65_1DOMa4ctSgE3GIu2nGEYKzGGFz5RHXoBrTVVFYhxrqDftrjgDtqOQhWakL67M7A9D29st8HvQ/s320/Burhanettin%20Duran.jpg" width="320" /></a></div><br /><i>15 Temmuz darbe girişiminin Türk siyasetine en kritik etkisi mevcut parlamenter sistemden bir tür başkanlık sistemi olan Cumhurbaşkanlığı </i><i>sistemine geçiştir. İlk defa hükümet sistemi değişikliği içeren bir Anayasa değişikliği (18 Madde) sivil siyasetin inisiyatifi olarak Meclisten <br /></i><i>geçerek halkın önüne koyulmuştur. Bu arayış hem devletin kurumsal açıdan yeniden yapılanmasını hem de siyasetin kodlarını değiştirecek bir çabadır.</i><i><br /></i><i>Aslında Türkiye’de başkanlık sistemine geçiş arayışının tarihi 1970’lere kadar götürülebilir. Koalisyon dönemlerinde yaşanan siyasal </i><i>istikrarsızlıklar ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin krize dönüştürülmesi gibi hususlar bu arayıştaki en önemli etkenlerdir. Ayrıca </i><i>Türk tipi parlamenter sistemin getirdiği istikrarsızlık askeri darbelerin yapılmasını kolaylaştırmıştır. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bu kaygılardan hareketle özellikle </i><i>sağ gelenekten gelen siyasi liderler bu kısır döngüden çıkmak için siyasi sistemin dönüştürülmesi ve Türkiye’de başkanlık sistemine </i><i>geçilmesi gerektiğini savunmuşlardır. 1970’lerde Milli Görüş geleneğine mensup partilerin lideri <b>Necmettin Erbakan</b> ve Türk milliyetçiliği </i><i>çizgisinin lideri <b>Alparslan Türkeş</b> bu fikri seslendirmiştir.</i><i><br /></i><i>Benzer şekilde 1982 Anayasası’nın getirdiği hükümet sisteminin krizlerini gören Turgut Özal 1980’lerin sonundan itibaren başkanlık tartışmasına </i><i>devam etmiştir.<br /></i><i>Özal’ın önerisine ilk başta karşı çıkan Süleyman Demirel 1990’ların ikinci yarısında başkanlık sistemine geçilmeden Türkiye’nin yönetilemeyeceği </i><i>görüşünü öne sürmüştür.32 </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>2000’lerde Recep Tayyip Erdoğan tarafından devam ettirilen başkanlık sistemi tartışması 2007’deki 367 Madde krizinden sonra </i><i>cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verilmesi ile yeni bir evreye girmiştir. Cumhurbaşkanını güçlü ancak sorumsuz olarak </i><i>konumlandıran 1982 Anayasası’nın çerçevesini çizdiği hükümet sistemi 2007 halk oylaması ile aslında “yönetme krizleri”ne daha </i><i>da davetiye çıkarır hale gelmiştir. 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halk tarafından seçilmesiyle birlikte mevcut sistem fiilen </i><i>yarı başkanlık sistemine yaklaşmıştır. Ancak cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi muhalefeti yeni bir sisteme<br /></i><i>geçmeye ikna edememiştir.</i><i><br /></i><i>Tam da bu noktada gerçekleşen 7 Haziran 2015 seçimleri yüzde 40 oy alan bir partinin tek başına hükümet edemeyeceğini göstermekle </i><i>kalmamış AK Parti karşıtlığında birleşen CHP, MHP ve HDP’nin aralarında bir koalisyon kuramayacaklarını da ispatlamıştır.<br /></i><i>Koalisyona “hayır” diyen MHP lideri 1 Kasım 2015 seçimleri ile AK Parti’nin tek başına iktidarının önünü açmıştır. <br /></i><i>Ancak MHP’deki asıl değişim partinin FETÖ odaklı saldırılara muhatap olması ve daha da önemlisi 15 Temmuz darbe girişiminin yaşanmasıyla </i><i>gerçekleşmiştir. Darbe girişimi Türkiye’nin bekasına yönelik yeni bir farkındalık oluşturarak yeni bir uzlaşmanın önünü açmıştır.<br /></i><i>MHP lideri Bahçeli’nin 11 Ekim 2016’da partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada Türkiye’deki mevcut yönetim sisteminde </i><i>sıkıntıların olduğunu ve gelecekte bu sıkıntıların büyük bir yönetim krizine dönüşebileceğini belirtmesiyle yönetim sistemi değişim süreci başlamıştır. <br /></i><i>Cumhurbaşkanının kullandığı yetkilerin fiili bir durum oluşturduğunun ve bunun hukukileştirilmesi gerektiğinin altını çizen Bahçeli Anayasa’nın ilk dört </i><i>maddesi ve üniter yapının bozulmadığı bir değişiklik önerisi için müzakereye hazır olduklarını açıklamıştır.33</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i> Böylece AK Parti’nin hazırladığı ve MHP ile birlikte müzakere ettiği 21 maddelik Anayasa değişikliği teklifi 10 Aralık 2016’da TBMM Başkanlığına sunulmuştur. <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Anayasa Komisyonundaki görüşmelerde 18 maddeye indirilen teklif ile “Cumhurbaşkanlığı sistemi” Meclisten 339 kabul oyu almıştır. Daha sonra 16 Nisan </i><i>2017’de yapılan referandumda yeni sistem yüzde 51,4 “evet” oyuyla kabul edilmiştir. Böylece Türkiye parlamenter sistemden bir tür başkanlık sistemi </i><i>olan Cumhurbaşkanlığı sistemine geçme kararı almıştır. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>15 Temmuz’un Türk siyasetine etkisi neticesinde bu kararın alınabildiği açıktır.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i> Cumhurbaşkanlığı sisteminin anayasal tasarımında iki önemli husus göz önünde bulundurulmuştur: İlki geçmişte yaşanan siyasal krizlerin bir kez </i><i>daha yaşanmaması için Türkiye’ye özgü bazı düzenlemelerin yapılması, ikincisi ise başkanlık sistemini uygulayan ülkelerde yaşanan sistem içi krizleri </i><i>aşmaya yönelik iyileştirme önerilerinin dikkate alınmasıdır. Cumhurbaşkanı ve yasama organının doğrudan halk tarafından seçildiği bu yeni sistemde </i><i>yürütme tek başlı hale getirilmiştir. Yürütme ve yasamanın seçimleri beş yılda bir olacak şekilde eş zamanlı olarak düzenlenmiştir. Ayrıca yasama ve </i><i>yürütme arasında oluşacak bir krizle sistemin tıkanması durumunda cumhurbaşkanı ve meclisin birbirlerinin görevlerine son verebilmesi </i><i>mümkün kılınmıştır. Bu durumda her iki organın seçimlerinin karşılıklı olarak aynı anda yenilenmesi zorunluluğu getirilmiştir.34</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>16 Nisan 2017 referandumu ile., </i></div><div style="text-align: left;"><i>24 Haziran 2018 seçimleri arasındaki dönem Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişe hazırlık evresidir.<br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bu evrede MHP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem iç hem de dış politika konularında verdiği destek devam etmiştir. Devlet </i><i>Bahçeli için bu desteğin temel meşrulaştırma söylemi ise “Yenikapı ruhuna sadakat” ve “Cumhurbaşkanlığı sistemini yerleştirme” isteği </i><i>olmuştur. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bir anlamda 15 Temmuz direnişinin siyaset üzerindeki etkisi 24 Haziran seçimlerine kadar taşınacaktır.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i> Nitekim Bahçeli 8 Ocak 2018’de Ankara’da yaptığı basın toplantısında MHP’nin gelecek seçimlerde cumhurbaşkanı adayı göstermeyeceğini, </i><i>Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini ve milletvekilliği seçimlerine “olursa ittifakla, olmazsa kendi partisi olarak” gireceğini açıklamıştır. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i> Bu açıklama MHP ile AK Parti arasında kurulacak ve önce “yerli-milli” sonra “Cumhur İttifakı” olarak anılacak ittifakın ilk işaretidir. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Daha sonra Şubat’ta partilerin seçim ittifakı yapmasını serbest bırakan ortak teklif yasalaştırılmıştır.35</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Böylece yüzde 10 barajının altında kalan küçük partilerin mecliste temsil edilmesinin yolu açılmış ve buna uygun ilk ittifak da AK </i><i>Parti, MHP ve BBP arasında yapılmıştır. 24 Haziran seçimlerine giderken muhalefet partileri de ittifak yapmak zorunda kalmıştır.<br /></i><i>CHP-İyi Parti-Saadet-DP bloklaşması da “Millet İttifakı” adı altında gerçekleştirilmiştir.</i><i><br /></i><i>Cumhur İttifakı’nın amacı Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş için gerekli düzenlemeleri birlikte yapmak ve siyasi bloklaşmayı </i><i>buna göre şekillendirmektir. Bu dönüşümün taşıyıcı aktörü olan Erdoğan’ın ilk turda kazanması hedeflenmiştir. Suriye’nin kuzeyindeki </i><i>“terör koridoru”nu ortadan kaldırma yönündeki <b>Afrin operasyonu</b> gibi hamlelerin içeride meydana getireceği siyasi dalgalanmaları </i><i>yönetmek ve dışarıdan oluşturulacak türbülansı göğüslemek ana gayeler arasında olmuştur. Aslında benzer amaçlar Devlet Bahçeli’nin </i><i>erken seçim çağrısı yapması ve Erdoğan’ın da 24 Haziran’ı işaret etmesinin sebepleri olarak sayılabilir. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i> Böylece 15 Temmuz </i><i>2016 sonrasında oluşan Yenikapı ruhuna dayanarak AK Parti ve MHP önce Cumhurbaşkanlığı sistemine geçme kararı almış, daha </i><i>sonra ise bir an önce yeni sisteme geçerek siyasal istikrarı kalıcı hale getirmek için erken seçim yolunu açmıştır.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i><b>SONUÇ</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Şurası açıktır ki eğer 15 Temmuz darbe girişimine gösterilen sivil-demokratik direniş olmasaydı muhtemelen ne 16 Nisan referandumu </i><i>ile yeni bir sisteme geçme kararı alınabilir ne de FETÖ, DEAŞ ve PKK ile mücadelede bu kadar geniş kapsamlı bir faaliyet </i><i>yürütülebilirdi. Bu itibarla 15 Temmuz gecesi, 2013 Gezi Parkı Şiddet Eylemleri ile başlayan sürecin zirve noktası olduğu kadar </i><i>yeni bir siyasi dönemin de kapısı konumundadır. Türkiye’nin etrafındaki türbülanstan çıkışı da, sistemsel dönüşümü de ancak 15 Temmuz </i><i>direnişinin Türk siyasi hayatına getirdiği yeni kodlar ve sermaye ile mümkün olabilecektir.</i><i><br /></i><i> Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya hem devlet kurumlarının güçlü olmasını hem de demokratik konsolidasyonu gerektirmektedir.<br /></i><i>Bu zorlu arayışın siyaset kurumunu da, aktörlerini de büyük sorumluluk ve görevlerle donattığına kuşku yoktur. Bir darbe girişimini bastırmanın </i><i>verdiği öz güven ile yeni bir toplumsal sözleşmeyi hayata geçirecek kapsayıcı politikaların üretilmesi elzemdir.</i><i><br /></i><i> 15 Temmuz direnişinin Türkiyelilik hissini perçinleyen vatan sevgisini farklı kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir değer ve farkındalık haline getirmesi </i><i>ümit vericidir. Bu aynı zamanda Türkiye karşıtı lobilerin kampanyası ve üç terör örgütünün (DEAŞ, PKK ve FETÖ) saldırıları ile mücadele için dayanılacak </i><i>zemini oluşturmaktadır.<br /></i><i>Söz konusu zemin aynı zamanda Türkiye’nin etrafındaki tüm kaotik gelişmelere rağmen otonom dış politika yürütebilmesinin vazgeçilmez unsuru </i><i>haline gelmiştir.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Aslında Rusya ile yakınlaşma, Batı ittifakının mahiyetini sorgulama, Suriye ve Irak’taki sert güç kullanımı ve yeni bölgesel dizayna </i><i>yapılan itiraz (Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesine verilen güçlü tepki dahil) 15 Temmuz direnişinin siyasetimize getirdiği yeni bilinç </i><i>ve algı ile irtibatlıdır. Bu bilincin parçaları arasında “saldırı altında olma”, “kendi başının çaresine bakma” ve “daha müreffeh, </i><i>daha etkili” bir Türkiye muhayyilesi bulunmaktadır. AK Parti’ye gerektiğinde Batılı müttefiklerini karşısına alma cesaretini veren </i><i>bu yeni bilincin modern Türkiye’nin tarihinde karşılaştırılabileceği iki dönembulunmaktadır; ilki Cumhuriyet’in kuruluşundaki zafer </i><i>ve kurtuluş hissi, diğeri ise çok partili hayata geçişle kendi kaderini tayin etme iradesidir. 15 Temmuz gecesinde “vatanını koruma”, “iç </i><i>ve dış vesayetlere son verme” ve “milli bağımsızlığını tüm kurumlarıyla tesis etme” isteklerinin öne çıktığını söyleyebiliriz. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bu yeni </i><i>kodlar siyasi hayatımızın bütün aktörlerini şekillendirecek kalıcı bir etkide bulunmuştur. Darbeler ile dönemlendirilen Türk siyasi hayatı artık yeni bir dönem ayracına sahiptir. Bu ayraç sadece bir darbenin millet tarafından bastırılmasına ve yargılanmasına işaret etmemekte, aynı zamanda yakın tarihimizi yeniden okuma fırsatını sunmaktadır.<br /></i><i> <br /></i><b><i>DİPNOTLAR</i></b></div><div style="text-align: left;"><i><b><br /></b></i><i>32 Nebi Miş ve Burhanettin Duran, “Türkiye’de Siyasal Sistemin Dönüşümü ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, Türkiye’de Siyasal Sistemin Dönüşümü <br /></i><i>ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi, (SETA Yayınları, İstanbul: 2017), s. 15-50.<br /></i><i>33 Miş ve Duran, “Türkiye’de Siyasal Sistemin Dönüşümü ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, s. 40.<br /></i><i>34 Daha fazla detay için bkz. Serdar Gülener ve Nebi Miş, “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, SETA Analiz, Sayı: 190, (Şubat 2017). Bkz. Haluk Alkan, <br /></i><i>Kurumsalcı Yaklaşım Işığında Yeni Sistemin Analizi: Cumhurbaşkanlığı Sistemi, (Liberte Yayınları, Ankara: 2018).<br /></i><i>35 Bkz. Nebi Miş ve Hazal Duran, “Seçim İttifakları”, SETA Analiz, Sayı: 232, (Şubat 2018).</i></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;">***</div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-75641903721967891842021-10-12T13:32:00.006+03:002021-11-04T18:24:10.694+03:00 2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ<div style="text-align: center;"><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b><i> 2008 KOMPLOSU TÜRK ORDUSU VE TÜRK SİYASETİNE YÖNELİK DARBE GİRİŞİMİ</i></b></span><br /><br /><br /></div><div style="text-align: center;"><br /></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>2008 KOMPLOSU, TÜRK ORDUSU, TÜRK SİYASETİ , DARBE GİRİŞİMİ , Onur Dikmeci , Abdurrahman Yalçınkaya , Osman Paksüt ,Ergenekon , Balyoz , İlker Başbuğ , Necdet Özel , Onur Dikmeci ,</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: center;"><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><b>Onur Dikmeci</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><b>19 Nisan 2017 Çarşamba</b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i> 14 Mart 2008 yılında dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya kaya tarafından Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kapatılma istemiyle dava açılmıştı. Bu gelişmenin kamuoyu nezdinde duyulmasıyla fırtınalar koptu. Süreç içerisinde muhalif durumda dahi bulunsalar ağırlıklı kesim kapatılma yerine siyasi yasakları savunmaktaydı. Dava sürecinde ilginç gelişmeler yaşanacağı gibi davanın açılış tarihide manidardı. Buna göre kapatılma davası hazırlıklarının 2007 yılından itibaren başlatıldığı ortaya çıkmıştı. 2007 ise Türk siyasi tarihinde bir kırılmayı anlatan dönemdi. Hrant Dink ve gayrı müslim din adamlarının cinayetlerinden sonra Cia'den eğitim alan bazı polis müdürleri Emniyet'in kritik birimlerine atandılar. 1999'dan itibaren oluşturulmaya başlanan ve 2001'de son şekli verilerek Mit'e sunulan Ergenekon şeması yeniden gündeme getirildi. Bir muhtıra ya da kimi kesimlerce Tsk bildirisi olarak adlandırılan 27 Nisan Tsk açıklaması neticesinde de bürokrasi darbe olabileceği tedirginliğiyle Cia ile içli dışlı olan gruplara teslim edilmeye başlandı. Haziran ayında da Ergenekon operasyonları başlatıldı. Akp kapatma hazırlıklarının başlatılması bu evreye denk geliyordu. Kapatılma davası açıldıktan sonra ise generaller nezdinde bazı ses kayıtları servis edilerek Tsk yıpratılmaya çalışılıyordu. Kamuoyundaki yaygın kanaate göre parti kapatma davası ulusalcı ya da vesayetçi derin devletin tertibiyken, silahlı kuvvetler personeli hakkındaki sızıntılar ise davaya karşı rövanş olarak hükümet cephesince desteklenmekteydi. Oysa yıllar sonraki bilgi birikimi ve algımızla durumun böyle olmadığı, kapatma davası ve Tsk hakkındaki iddiaların aynı odaklarca tasarlandığı ve neticede ulusalcı ya da mütedeyyin farketmeksizin bütün Türkiye'nin yara aldığı görülmüş olmaktadır.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Kapatılma davası sürerken en fazla hedef gösterilen kişi Ağustos 2006 şurası ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmış hali hazırda bu görevi sürdüren ve 2008 Ağustos'unda Genelkurmay Başkanı olması beklenen İlker Başbuğ idi. Ordudan emekli subay öğretmen Binbaşı Dr. Erol Mütercimler'in yıllar sonraki ifadesine göre İlker Başbuğ ''Amerikancı bir Subay''idi. Böyledir veya değildir ancak Başbuğ'un hedef alındığı çok belliydi. Çünkü o askeri davalardan (Ergenekon Balyoz..) rahatsızlık duyan, komuta kademesini bu doğrultuda şekillendirmek isteyen şahin sınıftan bir komutan olarak tanımlanıyordu. Hal böyleyken ideolojik kimliği farketmeksizin tasfiye edilmesi Tsk'ni itibarsızlaştıracağı gibi olayda iktidar partisinin üzerine yıkılacaktı. Gerçekte iktidar partisi kapatma sürecinde Başbuğ'un kararnamesini imzalamama resti en gerçekçi ve ciddi tepkisi olacaktı. Bu bakımdan bu durum kabul edilebilir bir stratejiydi çünkü Genelkurmay Başkanı zaten hükümet tarafından atanırdı. Ancak Tsk'ni itibarsızlaştıracak sızıntılar dış kaynaklı girişimlerin neticesiydi.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Başbuğ ile alakalı haberlerden biri Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Paksüt ile yaptığı iddia edilen görüşmeydi. Haberin içeriği şu şekilde aktarılmıştı:</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>''4 Mart 2008 günü saat 17:oo’da, Ankara’da, 06 LLU 81 plakalı mavisiyah Mercedes marka otomobil Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na geldi. Otomobilde Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt vardı. Paksüt, karargâha girdi ve bir saat 15 dakika süreyle, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı, altı ay sonrasının müstakbel Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile başbaşa görüştü.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Günün moda deyimiyle, görüşmenin zamanlaması manidardı. CHP ve DSP’nin, üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getirmek amacıyla Anayasa’da değişiklik yapılmasına ilişkin 5735 sayılı kanunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının üzerinden sadece yedi gün geçmişti. Ve o an itibariyle, çoğumuz henüz bunu bilmesek de, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP aleyhinde kapatma davası açmasına on gün kalmıştı.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’nin, kritik başörtüsü ve kapatma davaları sürecinde Kara Kuvvetleri Komutanı’yla görüşmesini ilginç kılan diğer bir unsur, buluşmanın gizli tutulması, kayıt altına alınmaması, tarafların kaydı tutulan resmî programlarında görünmemesiydi. Hatta buluşma öncesinde, karargâh giriş ve çıkışlarında bulunan güvenlik kameralarına karartma uygulanmış, komuta katı da tamamen boşaltılmıştı.''</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Yani görüşme kapatma davasından önce gerçekleştirilmişti. Oluşturulmak istenen teze göre davayı ordu yönlendiriyordu. Başbuğ ile ilgili ikinci sızıntı Vakit gazetesinde Yayımlanan İlker Başbuğ'un Büyük Kulüp adlı sivil toplum kuruluşuna üye olduğu haberiydi.</i></div><div style="text-align: left;"><i> Yayımlanan Belgeden, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 1882 yılında İngiliz Elçisi Sir Alfred Sandison tarafından kurulan “Büyük Kulüp adlı derneğe üyelik başvurusunda bulunduğu ve başvurusunun kabul edildiği algısı oluşturulmak isteniyordu. Dernek Başkanı Duran Akbulut, İlker Başbuğ'a gönderdiği 18.12.2006 tarihli yazıda şunları kaydediyor: “Büyük Kulüp Derneği'ne üyelik için yapmış olduğunuz başvurunuz ilgili kurullarca tetkik edilmiş olup, Yönetim Kurulumuzun 09.12.2006 tarihinde yapmış olduğu toplantıda üyeliğe mani haliniz bulunmadığı anlaşıldığından, Büyük Kulüp üyeliğine kabulünüze karar verilmiştir.”</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Yazıdaki “tetkik edilmiş olup” ve “üyeliğe mani haliniz bulunmadığı” ifadeleri, “Kulüp, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli makamlarından birinde bulunan bir komutanla ilgili 'güvenlik soruşturması' yapmış” şeklinde yorumlanıyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Üyeliğe kabul yazısının devamında da şöyle deniliyor: “Bilgi edinmenizi rica eder, aramıza hoş geldiniz der, üyeliğinizin size ve kulübümüze hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım şeklindeydi.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Yine İlker Başbuğ ile alakalı bir haberde İsrail Ağlama Duvarı'ndaki görüntüleriyle alakalıydı. Yine Vakit gazetesinin gündeme taşıdığı haber Akşam gazetesince de işleniyor bu sefer geziden karelerde gazetede yer buluyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i>2008'deki sızıntılardan biride Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanı Tuğgeneral Münir Erten ile alakalıydı. 19 Şubat 2008 günü "YouTube" adlı video paylaşım sitesine bir ses kaydı yüklendi. "Cnksari" rumuzlu kullanıcının gönderdiği "Tuğgeneral Münir Ertan'dan şok açıklamalar" başlıklı videoda Irak'ın kuzeyine kara harekâtının 20-22 Şubat tarihleri arasında başlatılacağı konuşuluyordu. TSK, 2007 baharından bu yana kara harekâtına hazırlanıyordu. Irak'ın Kuzeyindeki PKK odaklarına yapılacak geniş çaplı harekât 48 saat önceden deşifre edilmişti.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Ayrıca pkk kamplarına yapılan hava operasyonlarında 5 teröristin öldürüldüğünü belirtiyordu. Oysa Genelkurmay bu rakamı 175 olarak açıklamıştı. Yani silahlı kuvvetlerin terörle mücadelede başarısız olduğu, gerçeklerin halktan gizlendiği intibahı oluşturuluyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Önemli bir sızıntıda dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun ile alakalıydı. Buna göre Saygun'un olduğu iddia edilen bazı sağlık raporları servis edilmiş ve Saygun'un ağır şeker hastası olduğu vurgulanmış böylelikle komuta kedemesindeki istikbaline engel olunmak istenmiştir.</i></div><div style="text-align: left;"><i>O dönemde rütbesi Tümamiral olan Kadir Sağdıç'ın ses kaydı da Münir Erten benzeri servis edilmişti. Kayıtta Tümamiral Sağdıç olduğu öne sürülen bir kişi darbe imasında bulunuyor ve askerlerden oluştuğu izlenimi veren bir topluluğa konuşma yapıyor. Komutan konuşmasında ordunun her 20-25 yılda bir siyasilerin elinde yozlaşan sistemi tekrar rayına oturtmak zorunda kaldığını ve askerin gerektiği zaman gerekli reaksiyonları gösterebileceğini söylüyordu. Sağdıç sonradan Koramiralliğe terfi etsede Balyoz davasında tutuklandı ve 3 yıl 4 ay 8 gün hapis yattı.</i></div><div style="text-align: left;"><i>TSK 'nın kurumsal kişiliğini hedef alan haberler arasında en önemlilerinden olanı ise Dağlıca baskınıyla alakalıydı. 25 Haziran 2008 tarihinde Taraf gazetesi pkk'nın gerçekleştirmiş olduğu Dağlıca baskınının önceden bilindiği haberini geçmişti. Delile dayanmayan haber pkk ordu bağlantısını işlemeye çalışıyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bütün bunlar yaşanırken kapatma davası ile ilgili en sert tepkiler Avrupa Birliği ülkelerinden geldi ve kapatılma yönünde karar çıkması halinde müzakerelerin duracağı belirtildi. Abd ise bir süre şaşırtıcı biçimde sessizliğini korudu. Daha sonradan Dışişleri nezdinde Türkiye'nin laik yapısına vurgu yapıldı. Abd başkan yardımcısı Dick Chaney ise hükümet Türkiye'nin köklü kurumlarıyla çatışmamalı beyanatını vermişti.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Mesele anlaşılmıştı. Kapatma davasına, karşı etki göstermek için Abd bir takım talepler öne sürmüştü. O zaman basında yer alan köşe yazılarına göre bu talepler arasında Hamas'ın desteklenmemesi, Irak ve Afganistan operasyonlarına destek ve İran'a karşı yaptırımlar gibi öneriler sıralanmıştı. Yani Abd ve Abd kaynaklı lobiler bir yandan kapatma davası nezdinde siyaseten avantaj elde etmeye çalışırken, bir yandan da orduya karşı operasyonları destekleyerek güvenlik bürokrasisini şekillendiriyor ve hükümet taraftarlarıyla karşıtlarını daha da kutuplaştırıyordu. Operasyonlarında ise dini kisveli cemaat isimli istihbarat birimlerini kullanıyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Neticede 30 Temmuz'da verilen kararla Adalet ve Kalkınma Partisi kapatılmadı ve ertesi gün ise Yüksek Askeri Şura toplandı. Şura neticesinde Başbuğ Genelkurmay Başkanı olacaktı. Münir Erten ve Ergenekondan tutuklu Yüzbaşı<b> Muzaffer Tekin</b>'e plaket veren Tümgeneral Zekeriya Öztürk ise emekli edilecekti. Ergin Saygun, 1. Ordu Komutanlığına getirildi. Ancak 2009'da o da emekli edildi.</i></div><div style="text-align: left;"><i>Yani <b>Ergin Saygun, Hasan Iğsız, Aslan Güner, Bekir Kalyoncu</b> ekolü süreç içerisinde emekli edilecekti. Iğsız YAŞ (Askeri Şura) günü ifadeye çağırılmış, Güner ise dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından veto edilmişti.</i></div><div style="text-align: left;"><i>2008 yılı yıllar sonra tahlil edildiğinde bugünleri bile etkileyen gelişmelerin kaynağı olarak gösterilebilinir.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>1. Ordu terfi durumu ile ilgili topyekün en ciddi girişim bu dönemde yaşanmıştı. Fakat bu belirli oranlarda gerçekleştirildi.</i></div><div style="text-align: left;"><i>2. Genelkurmay Elektronik Sistemler GES Komutanlığı ile alakalı tasavvurların işaretleri verilmişti. GES daha sonra 2012 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı'na devredildi. Mit ise illegal örgütlerce istila edilmeye çalışıldı. Yani GES'in devri sivilleşme değil istihbaratın topyekün belirli odaklara devredilme planını içeriyordu.</i></div><div style="text-align: left;"><i>3. Siyasi kurum ve orduya yönelik komplolar aynı odak tarafından aynı dönemde gerçekleştirildi. Kamuoyu ise kendi içerisinde birbirlerini suçlamakla meşguldü.</i></div><div style="text-align: left;"><i>4. 2008'den itibaren bozulmak istenen askeri silsile neticesinde yıllar sonra Necdet Özel </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Genelkurmay Başkanı oldu. Özel;</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>a) Şahsına muhalif komutanların orduevi giriş kartlarının iptali</i></div><div style="text-align: left;"><i>b) Jandarma ziyaretinde içimizde paralel yapı yok diktesi</i></div><div style="text-align: left;"><i>c) Tutuklu bazı subaylar medyada yazı yazmasın direktifleri gibi ilginç girişimlerde bulundu. </i></div><div style="text-align: left;"><i> İşgal gerekçesi olmadığı sebebiyle ise Seferberlik Bölge Başkanlıklarının kapatılması gibi akıllara zarar uygulamalara imza attı. Neticede paralel yapı mevzusunu Jandarma ziyaretinde kapatması 15 Temmuz'da Jandarma'nın darbe içerisinde yer alması gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, tutuklu subaylarda tahliye oldular ve Özel'den daha fazla anılıyorlar.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Yıllar önce orduya ve siyasete kurulan komplonun benzeri bugün yine tekrarlanmaktadır.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i> Sivil talepler neticesinde ordu da bir takım değişiklikler yapılmıştır. Gözden kaçan husus ise bu düzenlemelerle ordunun oldukça Pentagon güdümüne girdiğidir. Bu durum ise darbeleri önlemek bir yana darbeye davetiye olarak kabul edilmelidir. Siyasi manada ise ülke bir sistem değişikliği yaşamıştır. Seçim neticelerine göre iktidar partisinin güç kaybettiği ve tasfiye sürecine girdiği belirli çevrelerde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalar sürerken siyaset kurumunu zedeleyici bazı girişimlerde bulunulabilir. Nasıl ki sivilleşme bazı gruplarca savunuluyorsa siyaset kurumunun zedelenmesi de başka gruplarca savunulma ihtimali muhtemeldir. Ancak unutulmaması gereken bu müdahalelerin aynı odaklarca uygulamaya koyulduğu ve top yekün Türkiye'nin kaybetmesinin tasarlandığı dır. Doğru bir sivil asker ilişkileri ile doğru siyasi gelişmeler sağlıklı bir düzeni doğurabilir.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><b><a href="http://dikmecionur.blogspot.com/2017/04/2008-komplosu-turk-ordusu-ve-turk.html">http://dikmecionur.blogspot.com/2017/04/2008-komplosu-turk-ordusu-ve-turk.html</a></b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>***</i></div></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-42330595562144632002021-10-10T17:50:00.010+03:002021-11-04T18:24:03.641+03:00ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 4<p style="text-align: center;"><i><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 4</span></b></i></p><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i><br /></i></div><div><b><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD ve Afganistan.. </i></b></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Amerika 20 yıldır yani bir insan nesli süresince Afganistan‟ı bombalıyor. Usame Bin <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ladin‟in ekibi Afganistan‟ı çoktan terk etti, kendisi de uzun zaman önce öldü. Taliban ise <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟ye hiç saldırmadı. O zaman ABD ve NATO neden hala orada? 20 yıllık Afgan macerası <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟ye 2.26 trilyon dolara mal oldu26. Bu süre zarfında çocuklar okula gidemedi, ABD‟nin <br /></i><i style="font-family: verdana;">ülke inşası başarısız oldu. Afganistan‟ın tek kazananı uçak ve bomba üreten Amerikan <br /></i><i style="font-family: verdana;">şirketleri. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Biden, 11 Eylül‟ün 20. Yıl dönümünde Afganistan‟ı terk edeceklerini açıkladı. Ancak, <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD askeri çekilse de CIA, paralı askerler ve özel askeri şirketlerin artan bir güç ve rolle <br /></i><i style="font-family: verdana;">Afganistan‟da kalacağı biliniyor. Halen CIA, Afganistan içinde kendine yerel güçlerden bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">ordu kurmuş durumda ve Kabil‟deki Afgan istihbaratı da CIA‟nın kontrolünde. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Doha‟da yapılan ve ABD, Rusya, Çin ve Pakistan‟ın katıldığı görüşmeler de Aşraf <br /></i><i style="font-family: verdana;">Gani hükümeti ve Taliban ile istişare edilerek, barış için bir yol haritası oluşturuldu. Buna <br /></i><i style="font-family: verdana;">göre, ABD kuvvetleri 1 Mayıs‟ta çekilmeye başlayacak ve 11 Eylül‟de çekilme tamamlanmış <br /></i><i style="font-family: verdana;">olacak. Üzerinde anlaşılan müşterek bildiriye göre; çekilme sürecince taraflar çatışmayacak, <br /></i><i style="font-family: verdana;">barış görüşmeleri devam edecek, NATO askerleri ve büyükelçiliklerin güvenliği sağlanacak, <br /></i><i style="font-family: verdana;">BM Güvenlik Konseyi Taliban‟da uygulanan yaptırımları gözden geçirecek, barış <br /></i><i style="font-family: verdana;">görüşmelerinde BM daha çok rol alacak. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Bildirinin en önemli yanı; “Bağımsız, egemen, birleşik, barışçı, demokratik, tarafsız ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">kendi kendine yeterli bir Afganistan” vurgusunun yapılması. Afgan topraklarında yabancı güç <br /></i><i style="font-family: verdana;">kalmayacak ve Afganistan herhangi bir askeri ittifaka veya bloka katılmayacak. Ancak, Orta <br /></i><i style="font-family: verdana;">Asya‟da başlayan büyük oyunda Afganistan‟ın tarafsız kalması zor gözüküyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD ve Taliban arasında yapılan görüşmelerde Afgan hükümeti ile iktidarı <br /></i><i style="font-family: verdana;">paylaşması, bunun içinde ortak bir geçici hükümet kurulması tartışılıyor27. Bu da aslında bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">süre sonra Kabil‟den başlayarak Taliban‟ın ülkeye tamamen hâkim olması demek. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD‟nin Afganistan‟dan çekilmesinin arkasında yeni bir plan olduğu ortaya çıkıyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Bu yeni bir ABD-Cihatçı işbirliği olabilir. ABD‟nin çekilmesini müteakip ülkede tekrar iç <br /></i><i style="font-family: verdana;">savaşın başlaması ve ülkeye gelecek diğer cihatçılar ile birlikte Çin‟e karşı planların <br /></i><i style="font-family: verdana;">yürürlüğe sokulacağı konuşuluyor28. Bu plan ile sadece Çin‟in Afganistan ile bağlantıları <br /></i><i style="font-family: verdana;">değil, İpek ve Kuşak Yolu üzerindeki projeleri de hedef haline gelecek. Çin ile ilgili planların <br /></i><i style="font-family: verdana;">hedeflediği Harita-4 aşağıda görülmektedir. Detaylarını Büyük Avrasya Projesi başlıklı <br /></i><i style="font-family: verdana;">makalemizde anlatmıştık. </i></div><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i style="font-family: verdana;"><div style="text-align: center;"><i><b>Harita 4: Gerçek Çin </b></i></div></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2XWOokuCcxKp-xV7eKW9Qx4TO_Cp_Q0BgQ_oWvYpA4box6g5_FeAO9M4-k9x9F3NG-BVsPKUuY4dvDE7Fc4qdE4hLgMTU2AF3ipkhP9rqhyphenhypheneDtKovUo9N_9iAJOGgt1LpV5DgaZl5J8D6/s605/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++4.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="472" data-original-width="605" height="250" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2XWOokuCcxKp-xV7eKW9Qx4TO_Cp_Q0BgQ_oWvYpA4box6g5_FeAO9M4-k9x9F3NG-BVsPKUuY4dvDE7Fc4qdE4hLgMTU2AF3ipkhP9rqhyphenhypheneDtKovUo9N_9iAJOGgt1LpV5DgaZl5J8D6/s320/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++4.jpg" width="320" /></a></div><br /><b><br /></b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">En büyük hedef, Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru. Her yanı her çeşit cihatçı ile <br /></i><i style="font-family: verdana;">dolacak Afganistan‟ın Çin ile olan dağlık sınırı uygun bir savaş ortamı da sağlıyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Afganistan; Orta-Güney-Batı Asya üçgenini kontrol eden merkezi bir coğrafyaya sahip. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Sonuç olarak, ABD on yıldır küresel terör örgütleri listesinde en başa koyduğu Taliban <br /></i><i style="font-family: verdana;">ile şimdi barış görüşmeleri yapıyor. Moskova ve Pekin‟in de Afganistan için ayrı ayrı <br /></i><i style="font-family: verdana;">hesapları var. Afganistan‟da yeni dönemde özel askeri şirketlere sonsuz savaş için daha çok <br /></i><i style="font-family: verdana;">görev verileceği düşünülüyor. Bu şirketlerin Orta Asya‟da yeni düşük yoğunluklu savaş <br /></i><i style="font-family: verdana;">senaryolarında kullanılacağı konuşuluyor29. Yani işler Asya‟da da daha kötüye gidecek gibi. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Taliban olsun ya da olmasın ABD çoktan Çin‟e karşı ayaklanma stratejilerinin sahnesini <br /></i><i style="font-family: verdana;">hazırlamaya başladı. ABD, buraya Çeçenleri ve Uygurları yerleştirerek, Orta Asya-Kafkasya <br /></i><i style="font-family: verdana;">ekseninde örtülü operasyonlar planlıyor30. Hedefte Doğu Türkistan ve Kuzey Kafkasya vd. <br /></i><i style="font-family: verdana;">bölgeler var. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><b> Rusya ve Orta Asya; en zayıf halka Kırgızistan… </b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin ise İpek Yolu projesi üzerinden Orta Asya‟da sürdürülebilir müttefikler edinerek <br /></i><i style="font-family: verdana;">kendi eksenini Avrupa‟ya kadar uzatmak peşinde. ABD ise kuşatma ve istikrarsızlaştırma <br /></i><i style="font-family: verdana;">stratejisi izliyor. Bu coğrafyada kritik eksen Orta Asya-Afganistan-Pakistan hattı ve bu hattın <br /></i><i style="font-family: verdana;">en zayıf ve kırılgan kesimi ise Tacikistan-Kırgızistan arasında. Rusya, burada oyunu yeniden <br /></i><i style="font-family: verdana;">kurguluyor. Rusya, Hazar Denizi‟nin doğu ve batısını kontrol etmek istiyor. Bu nedenle, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasındaki sorunlarda çözüm istemiyor, sınır ihtilaflarını sürekli <br /></i><i style="font-family: verdana;">hale getirmek, Rus askeri varlığının kalıcılığı demek. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Kırgızistan, Orta Asya ülkeleri içinde en sıkıntılı ülke. Bu kara ülkesi tamamen dağlık <br /></i><i style="font-family: verdana;">olduğu için ekonomik kalkınması çok zor. Sınırlarında Çin, Kazakistan, Özbekistan ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Tacikistan var. Ülkede biraz altın maden var ama diğerlerindeki gibi petrol ve doğal gazı yok. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Sonuçta eski Sovyet coğrafyasındaki en fakir ülke. Bu dağlık ülkede aynı zamanda iç siyasi <br /></i><i style="font-family: verdana;">ve sosyal bölünmeler var. Özellikle kuzey ve güney bölgeleri arasında, birbirinden ayrı iki <br /></i><i style="font-family: verdana;">nüfus ve iki siyasi merkez var. Biri başkent Bişkek‟te, diğer Oş ve Celal-Abad arasındaki <br /></i><i style="font-family: verdana;">koridorda. Bu durum ülkede sürekli istikrarsızlık yaratıyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">1924 yılında Stalin, Orta Asya‟nın sınırlarını çizerken bölgedeki Fergana Vadisi‟ni <br /></i><i style="font-family: verdana;">kasıtlı olarak üçe böldü, üç ayrı siyasi kimliğe ayırdı. Kırgızistan‟da büyük bir Özbek nüfus <br /></i><i style="font-family: verdana;">ve azınlık olarak güneyde Tacik nüfus bıraktı. İlave olarak, Kırgızistan ve Tacikistan <br /></i><i style="font-family: verdana;">arasındaki sınırlarda sınırlı su kaynakları üzerinde anlaşmazlık konuları yarattı ki, bugünkü <br /></i><i style="font-family: verdana;">çatışmalarının kaynağını teşkil ediyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Coğrafi nedenlerle ekonomik, güvenlik ve siyasi sorunlara rağmen, Kırgızistan <br /></i><i style="font-family: verdana;">stratejik konumu itibarı ile büyük güçlerin rekabet alanı içinde. Rusya, Kırgızistan‟ın en <br /></i><i style="font-family: verdana;">büyük ticaret ortağı ve Kant‟ta Rus askeri üssü var. Manas‟ta ise ABD üssü var ve bu üs <br /></i><i style="font-family: verdana;">yakındaki Afganistan‟da NATO harekâtı için kullanılıyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Tacikistan ve Kırgızistan arasına 29 Nisan 2021‟de sınır sorunu nedeni silahlı çatışma <br /></i><i style="font-family: verdana;">yaşandı. Sovyetler Birliği çöktüğünden beri Orta Asya bölgesindeki sınır sorunları nedeni ile <br /></i><i style="font-family: verdana;">bu tür düşük yoğunluklu çatışmalar sık sık yaşanıyor31. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Kırgız-Tacik sınırında yaşanan olaylar, ABD‟nin Afganistan‟dan çekilme sürecinde <br /></i><i style="font-family: verdana;">Orta Asya‟da yaşanan en önemli çatışmalardan ilkini oluşturmaktadır. Bu çatışma, yeni bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">dönemin başlangıcı olmakla birlikte, aslında Rusya ile ABD arasındaki rekabette devrilen ilk <br /></i><i style="font-family: verdana;">domino taşlarından biri olarak okunabilir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Bundan sonraki süreçte toplumsal hareketler, terörizm faaliyetleri ve sınır sorunları <br /></i><i style="font-family: verdana;">gibi konuların Orta Asya gündemini daha da meşgul edeceği öngörülebilir. Dolayısıyla artık <br /></i><i style="font-family: verdana;">Fergana merkezli gelişmeler üzerinden Orta Asya‟yı kontrol altında tutmayı amaçlayan bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">güç mücadelesi başlamıştır. Fergana, “Büyük Oyun”un kalpgâhıdır 32. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><div style="text-align: center;"><i style="font-family: verdana;"><b>Harita 5 : Fergana Vadisi </b></i></div><i style="font-family: verdana;"> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9QceKPBuwYhTJwzwWffZ0H6WmqqZF2reDqnTaFM3Lx_SjJ3Mt0gbYROJgV0OcbXveif4sUwqO_IZMRaurt_6M8RK_bSKLBbXe5GIuC9uq1h0hWQtW4KNn_Y1oKDlURg1pbrei8xCFoW3g/s797/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="514" data-original-width="797" height="206" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9QceKPBuwYhTJwzwWffZ0H6WmqqZF2reDqnTaFM3Lx_SjJ3Mt0gbYROJgV0OcbXveif4sUwqO_IZMRaurt_6M8RK_bSKLBbXe5GIuC9uq1h0hWQtW4KNn_Y1oKDlURg1pbrei8xCFoW3g/s320/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++5.jpg" width="320" /></a></div><br /></i><i style="font-family: verdana;">Kaynak: Stratfor, Kyrgyzstan's Geographic Challenge, (October 16, 2012). </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Kırgız-Tacik Sorunu, en temelde bölge devletleri arasındaki sınır ihtilafı gibi <br /></i><i style="font-family: verdana;">görünmekle birlikte, asıl hedef bu ülkelerin aralarındaki olası bir uzlaşmanın yol açacağı <br /></i><i style="font-family: verdana;">“Fergana Birliği”nin önüne geçmektir33. Yani hedef, kalpgâhı kontrol etmektir ve bölge <br /></i><i style="font-family: verdana;">devletlerinin bu bağlamda Fergana‟da söz sahibi olması istenmemektedir. Bu, en temelde <br /></i><i style="font-family: verdana;">Rusya ve ABD‟nin bölge ile ilgili hedeflerine uygun düşse de “Çin faktörü”nü de göz ardı <br /></i><i style="font-family: verdana;">etmemek gerekmektedir. “Çin faktörü”, daha çok bölgede artan bir gücün önünü kesmeye <br /></i><i style="font-family: verdana;">yönelik olarak görülmektedir. </i></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i><b>Rusya ve Azerbaycan.. </b></i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i>Kırgızistan gibi özellikle son zamanlarda hassas konumda olan diğer bir ülke </i><i>Azerbaycan. Önce Rusya-Ermenistan ilişkileri ile ilgili yeni gelişmeleri özetleyelim, sonra </i><i>Azerbaycan neden hassas anlatalım. Ermenistan‟ı Dağlık-Karabağ ile yola getiren Rusya, </i><i>bölgeye yerleştikten sonra şimdi meyvelerini topluyor. İki önemli gelişme var. </i><i><br /></i><i><br /></i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i>Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, geçen hafta Ermenistan'ın başkenti Erivan'da <br /></i><i>Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan ile görüştü. Paşinyan‟ın açıklaması ilginç; “Dağlık <br /></i><i>Karabağ ihtilafına AGİT Minsk Grubu tarafından yapılan ilkeler temelinde nihai bir çözüme <br /></i><i>ulaşmak için barış sürecini yeniden başlatma ihtiyacına ilişkin tutumumuzu vurgulamak <br /></i><i>istiyorum.” </i><i>Arkasından Paşinyan, Rusya ordusunun Ermenistan'ın güneyinde Azerbaycan sınırı <br /></i><i>yakınında "ek güvenlik garantisi" olarak iki yeni askeri üs kurduğunu açıkladı. </i><i><br /></i><i>Ruslar, sanki bundan sonraki süreçte Ermenileri kollama sözü veriyor. Ermenistan‟ın <br /></i><i>güneyine askeri olarak iyice yerleşmesi ise Azerbaycan-Nahçivan-Türkiye arasını kontrolüne <br /></i><i>alması anlamına geliyor. </i><i><br /></i><i>Rusya-Azerbaycan ilişkilerine gelince, Ruslar, artan Türkiye etkisi karşısında yeni <br /></i><i>bazı şeyler denemek, Aliyev rejimini değiştirmek derdindeler. </i><i><br /></i><i>Azerbaycan konusunda Rusya‟nın çevirdiği dolaplar ile ilgili elimizde uzun bir liste <br /></i><i>var. Bunları başka bir makaleye bırakıp, kısa bir özet yapalım. </i><i><br /></i><i>Azerbaycan‟ın 1991 sonrası dış politikasında başlangıçta Rusya ve Batı arasında bir <br /></i><i>denge politikası izlemeye başladı. İki tarafla da askeri ittifak ve tam bir bölgesel ekonomik <br /></i><i>entegrasyondan kaçındı. Tercihini enerji işbirliği için Batı‟dan yana kullandı ve bu dönemde <br /></i><i>Moskova‟nın güç projeksiyonu azaltmak isteyen Batının siyasi desteğini aldı. Ancak, <br /></i><i>ABD‟nin Kafkasya politikası 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan Savaşı‟ndan sonra radikal <br /></i><i>olarak değişmeye başladı. Bu durum Obama‟nın ikinci dönemi ve Trump döneminde daha <br /></i><i>belirgin hale geldi. Daha öncesinde Rusya‟nın etkisine karşı bir güçlü alternatif oluşturan <br /></i><i>ABD, bölgenin Moskova‟nın arka bahçesi haline gelmesine göz yumdu. 2013 yılına kadar <br /></i><i>Azerbaycan‟ın denge politikası başarılı oldu. 2014 yılındaki Ukrayna krizinden sonra <br /></i><i>Moskova‟nın baskısı artınca Azerbaycan, Rusya ile ilişkileri derinleştirme ihtiyacı duydu. <br /></i><i>Özellikle Kırım‟ın işgalinden sonra Azerbaycan, Rusya‟ya kapıları daha çok açtı ve Rus <br /></i><i>yumuşak gücü ülkeye yerleşti. Azerbaycan yönetimi böylece Rusların Dağlık-Karabağ <br /></i><i>sorununda tavrını kendi lehine değiştireceğini umdu. </i><i><br /></i><i><br /></i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i>Öte yandan, bugüne kadar Batının ekonomik ve demokratik reform istekleri bölgenin <br /></i><i>ve ülkenin şartları ile uyumlu değildi ve kötü niyetli olarak algılandı. 2013 sonrası Batı‟nın <br /></i><i>Azerbaycan‟ı demokratik reform isteği ile eleştirmesi Rusların komplo teorilerini <br /></i><i>destekliyordu. Batı düşmanı eski elit, sadece ülke içinde değil hükümet içinde de güçlü bir <br /></i><i>Rusya yanlısı kadro kurdu. 2014 yılında ABD‟nin Ukrayna‟daki başarısız darbe girişimi <br /></i><i>deneyimi Batı karşıtı söylemin artmasına yaradı. Azerbaycan yönetimi, ülkedeki NGO‟ları <br /></i><i>baskı altına alacak yeni bir yasa çıkardı, yabancı ülkelerden fon alan NGO‟ları kapattı. Batılı <br /></i><i>kurumların yerel ofisleri kapatıldı. Azerbaycan, böylece Rusya‟nın gücünü tanımış oldu, Batı <br /></i><i>karşıtı elit ülke içinde güçlü bir hale geldi ve artık Batı ile ilişkilerde denge arayışı yoktu. <br /></i><i>Aliyev yönetimine göre, Batı ülkedeki rejimi de değiştirmek istiyordu. Rus yanlısı elit istediği <br /></i><i>propaganda ortamını bulmuş, güçlenmişti. </i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i>Azerbaycan‟ın Rusya ile olan ilişkilerinin arkasında gittikçe güçlenen bir grup <br /></i><i>Azerbaycanlı elit var. Rusya ise ülke içinde algıları değiştirmeye ve kendine uygun koşullar <br /></i><i>ortaya çıkarmaya yarayan bazı vasıtalar geliştirdi. Rusya, özellikle Azerbaycan‟ın medya ve <br /></i><i>eğitim sektörlerinde etkili. Azerbaycan içinde Rus dilinin kullanılmasını ve halkın Rus <br /></i><i>medyasından haber almasını istiyor. Rusya‟da iş imkânı bulacağını düşünen yeni nesil <br /></i><i>Azerbaycanlılar, Rusça kurslarına katılıyor. </i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i>Bir de diaspora konusu var. Rusya içinde çoğu işçi göçmeni yaklaşık 1 milyon <br /></i><i>Azerbaycanlı yaşıyor. Azerbaycan‟ın yönetimi için diaspora bağımsızlığın kazanıldığı <br /></i><i>günlerden beri hep bir endişe konusu oldu ve Rusya‟nın manipülasyon aracı olarak görüldü. <br /></i><i>Ülkeden kaçan eski Azerbaycan yöneticileri de Bakü yönetimi aleyhine güçlü bir muhalif ağı <br /></i><i>kuruyordu. Rusya, diasporayı iki nedenle kullanmaya devam etmek istiyor. Öncelikle <br /></i><i>Azerbaycanlı göçmenlerin geri gönderilmesi Azerbaycan‟da önemli ekonomik gelir kaybına <br /></i><i>ve sosyal istikrarsızlığa (muhalefete) neden olabilir. Bu kozu elinde tutmak istiyor. İkincisi, <br /></i><i>diaspora Azerbaycan‟ın Avrasya Ekonomik Birliğe katılımına vasıta olabilir. Üye ülkeler <br /></i><i>arasında serbest işçi akımı, diasporanın da işine gelebilir. Sonuçta, Ruslar için eski Sovyet <br /></i><i>coğrafyasında diaspora sadece siyasi bir manivela.</i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i> </i><i><br /></i><i>Rusya‟nın Azerbaycan‟ı manipüle etme stratejisi etnik gerilimleri kullanma üzerine <br /></i><i>olagelmiştir ve bu diğer komşu ülkeleri için de böyledir. 1990‟larda Rusya, Azerbaycan‟daki <br /></i><i>etnik azınlıklara finansal ve lojistik destek sağladı. Amaç, Aliyev ve etrafındaki iç halkaya <br /></i><i>karşı bir kalkışma sağlamaktı. Bu amaçla, Rusya içinde Lezgin, Avar ve Taliş azınlıklarının <br /></i><i>hakları için konferanslar düzenledi. Sonraki adımda Rusya içinde bölücü örgütler kuruldu; <br /></i><i>Dağıstan‟da Lezgin Ulusal Hareketi (Sadval) ve Taliş Gençlik Örgütleri. Sadval, <br /></i><i>Azerbaycan‟da yasaklandı. Rusya‟nın bu örgütlere desteği aktif ve görünür idi. Rusya, 2012 <br /></i><i>yılında Azerbaycan‟da kurulacak Rus radar üsleri için yapılan görüşmelerde istediği sonucu <br /></i><i>alamayınca hem muhalif diasporaya hem de bölücü örgütlere desteğini artırmaya başladı34. </i><i><br /></i><i>Rusya‟nın yumuşak güç uygulamasına gelince; Azerbaycan‟da birkaç Rus Üniversitesi <br /></i><i>çeşitli bölümler açtı. Ayrıca, propaganda amaçlı enstitüler kuruldu ve Rusya Avrasya <br /></i><i>Çalışmaları Kalkınma Fonu tarafından finanse edilen proje çalışmaları yapıyorlar. 2011 <br /></i><i>yılında Bakü‟de Rus Bilgi ve Kültür Merkezi kuruldu. Okul müfredatlarında Rus dil eğitimine <br /></i><i>yer verilmesi için Bakü‟de Rus büyükelçiliği, Azerbaycan Milli Eğitim Bakanı ile anlaşma <br /></i><i>imzaladı. Böylece 50 okulda Rusça öğretilmeye başlandı. Azerbaycanlı öğrencileri Rusya‟ya <br /></i><i>çekmek diğer bir öncelikli konu oldu. ABD destek programlarının azalması Rusların işine <br /></i><i>yaradı. Rusya Eğitim Bakanlığı, Rossotrudnichestvo yolu ile Rus üniversitelerine gidecek <br /></i><i>Azerbaycanlı öğrencilere burs veriyor. </i><i><br /></i><i>Rusya‟nın diğer bir önemli hedefi Azerbaycan‟ı Avrasya Ekonomik Birliği‟ne <br /></i><i>çekmek. 2012 yılından beri Rusya, Azerbaycan dâhil tüm aday ülkelerde medya ve Avrasya <br /></i><i>Kulübü gibi NGO kurgusu ile propaganda yapıyor. Üniversite öğrencilerini “Avrasyacılık” <br /></i><i>fikirleri ile bir araya getiriyor. Ülkelerde kurulan Avrasya Hareketi örgütleri doğrudan <br /></i><i>Rusya‟daki askeri ve siyasi yapılarla bağlantılı çalışıyor. 2015 yılından itibaren Rusya, <br /></i><i>Azerbaycan‟da bu tür gayretlere yoğunlaştı. Önce Mayıs 2015‟de Sputnik Haber internet <br /></i><i>portalı kuruldu. Sputnik bir yandan Azerbaycan hükümetini destekleyen yayınlar yapıyor, <br /></i><i>diğer yandan Batı karşıtlığını pompalıyor. </i><i><br /></i><i> Bütün bunların ötesinde Rusya, eski Sovyet Cumhuriyeti döneminden kalan bu <br /></i><i>ülkelerdeki KGB bağlantılarını yeniden kurgulayarak ülkenin iç işlerine ve egemenliğine <br /></i><i>müdahale etmektedir. Azerbaycan içinde de Rusya‟nın dediğinden çıkmayan kukla bakanlar <br /></i><i>ve Rus istihbaratı tarafından işkence gören generaller ve subaylar ya da Dağlık-Karabağ <br /></i><i>çatışmalarında savaşın başarısız olması için çalışan askerler bulunmaktadır. Azerbaycan-<br /></i><i>Rusya dengeleri özellikle Türkiye için çok hassas bir şekilde takip edilmesi gereken bir <br /></i><i>süreçtedir. </i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i><b>Sonuç.. </b></i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i>Devletleri yönetenlerin asıl vazifesi, tarihin kırılma noktalarından geçerken ülkelerini <br /></i><i>bekleyen fırsat ve tehditleri önceden görmek ve bu kapsamda ulusal gücü hazırlamak ve <br /></i><i>zamanı geldiğinde tereddüt etmeden kullanmaktır. Her ülkenin kısa ve orta vadeli politikaları <br /></i><i>yanında asıl “büyük oyun”u var. Ama önemli olan öndeki hükümet yetkilileri değil sahnenin <br /></i><i>gerisinde oyunu kuranlar çünkü oyunu kuran kazanacak olanlardır. Bu alanda her türlü hile, <br /></i><i>tuzak, barbarlık ve delilik geçerlidir. Büyük oyunların oynanmasında yol haritası çoğu kez <br /></i><i>kazaya uğrar, planlar değişir. Tarihi değiştiren genellikle liderlerin kabiliyetleri değil, <br /></i><i>tesadüfler ve yapılan hataların ortaya çıkardığı yeni durumlardır. Yanlış kararların arkasında <br /></i><i>ülkeleri yöneten liderlerin durumu nasıl algıladıkları, kişisel özellikleri ve insanlığın <br /></i><i>geleceğini nasıl hafife aldıkları gibi faktörler bulunur. Ancak, günümüzde artık para ve güç <br /></i><i>arayışı devletin önüne geçmektedir. Ülke çıkarları lafta kalmış, siyasi iktidarı ve statüsünü <br /></i><i>korum endişesi yönetimlerin içinde egemen olmaya başlamıştır. Bu yüzden, dünya genelinde <br /></i><i>otokratik eğilimler artmaktadır. Dünyamızın evrensel yani tüm insanlığı düşünen bilge <br /></i><i>liderlere ihtiyacı var. Bunun olması için de dünyanın yeniden tuzla buz olması ve büyük <br /></i><i>hesaplaşmadan yeni ve evrensel bir kahraman doğması gerekiyor. </i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i><i><b>DİPNOTLAR:</b></i></span></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><b><br /></b></i><i>1 E.C. Knuth, The Empire of The City, 1946, aktaran Kevin Cahill: Who Owns the World: The Surprising Truth <br /></i><i>About Every Piece of Land on the Planet, Grand Central Publishing, 2010, p.144. </i><i><br /></i><i>2 Caroll Quigley, Tragedy and Hope: A History of the World in Our Time, GSG and Associates, (1975), p.267. </i><i><br /></i><i>3 Nicholas Shaxson, Treasure Islands, Tax Havens and the Men Who Stole the World, The Bodley Head, <br /></i><i>(London, 2011), p.147. </i><i><br /></i><i>4 Charlie Edwards, National Security for the Twenty-first Century, Demos, (London, 2007), 60. </i><i><br /></i><i>5 Peter Harris, Keys to the Kingdom: Who Will Govern the UK? Politics at Earlham College, (April 30, 2015). </i><i><br /></i><i>6 Alan Duncan, In the Thick of It, William Collins, (April 2021). </i><i><br /></i><i>7 Chris Mullin, Alan Duncan Diaries: An Insider’s Account of Boris Johnson, Middle East Eye, (May 3, 2021). </i><i><br /></i><i>8 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). </i><i><br /></i><i>9 Paul R. Pillar, Foreign Election Interference and the Other Ills of American Democracy, (April 28, 2021). </i><i><br /></i><i>10 Ted Galen Carpenter, Joe Biden’s Foreign Policy Dream Team Is Disappointing, Cato Institute, (January 6, 2021). </i><i><br /></i><i>11 Brett Wilkins, Counter-Terrorism’?: Two Decades after 9/11, New Interactive Map Details Footprint of US War Machine in 85 Countries, Common Dreams, (25 February, 2021). </i><i><br /></i><i>12 Rick Rozoff, Pentagon Adds Africa to Global Battleground with China and Russia, Anti-bellum, (19 April, 2021). </i><i><br /></i><i>13 Robert A. Manning, Peter A. Wilson, Offshore Balancing Strategy Can Correct America’s Middle East Approach, Atlantic Council, (February 26, 2021). </i><i><br /></i><i>14 Manning, ibid, (February 26, 2021). </i><i><br /></i><i>15 Jan Oberg, Biden Bombs in Syria — Helping to Steal Its Oil but What Is There to Talk About? (March 02, 2021). </i><i><br /></i><i>16 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). </i><i><br /></i><i>17 Will Lowry, Fear and Unknowing in the Indo-Pacific Region, Press the Button, (May 4, 2021). </i><i><br /></i><i>18 Michael Sobolik, Countering China’s Global Great Game, (April 29, 2021). </i><i><br /></i><i>19 Paul Antonopulos, Washington to Organize Ukraine, Georgia and Moldova to Challenge Russia in the Black Sea, InfoBricks, (February 15, 2021). </i><i><br /></i><i>20 Brian Kalman, Will the Montreux Convention Prevail? South Front, (18 April 2021). </i><i><br /></i><i>21 Stratfor, Russia: Moscow to Withdraw Troops Near Ukraine, But Keep Weapons, (April 22, 2021). </i><i><br /></i><i>22 Lyle J. Goldstein, The Shadow of a New Cold War Hangs over Europe, U.S. Naval War College, (March 30, 2021). </i><i><br /></i><i>23 Medea Benjamin, Nicolas J.S. Davies, What Planet Is NATO Living On? CODEPINK for Peace, (February 24, 2021). </i><i><br /></i><i>24 Sonja van den Ende, EU Provoking Russia by Attempting Color Revolutions in Belarus, Ukraine and Crimea, InforBricks, (April 06, 2021). </i><i><br /></i><i>25 Bonnie Kristian, Four Pivots Joe Biden Should Make with Russia, The Week, (May 2, 2021). </i><i><br /></i><i>26 Brown University‟s Cost of War Project has detailed, the US has wasted $2.26 trillion dollars </i><i><br /></i><i>27 Michal Senk, Whether America Stays or Goes, the Taliban Will Control Afghanistan, Charles University, (April 7, 2021). </i><i><br /></i><i>28 Bob Goush, Biden’s Afghanistan Withdrawal Is A Blow to China, Blooomberg, (April 15, 2021). </i><i><br /></i><i>29 Andrew Korybko, What’s the Future of Afghanistan After Trump? US Troops Replaced by Private Military Contractors? OneWorld, (January 13, 2021). </i><i><br /></i><i>30 M.K. Bhadrakumar, Breakthrough in Afghan Peace Process! Indian Puncline, (May 1, 2021). </i><i><br /></i><i>31 Stratfor, Tajikistan, Kyrgyzstan: Militaries Exchange Gunfire at Border in Water Dispute, (Apr 29, 2021). </i><i><br /></i><i>32 M.Seyfettin Erol, Kırgız-Tacik Sınır Çatışmaları Ya Da “Büyük Oyun”un Dönüşü, ANKASAM, (30 Nisan, 2021). </i><i><br /></i><i>33 Erol, (30 Nisan, 2021). </i><i><br /></i><i>34 Zaur Shiriyev, Azerbaijan’s Relations with Russia Closer by Default, Chatham House, Russia and Eurasia Programme Research Paper, (March 2019). </i><i><br /></i><i><br /></i><i>***</i></span></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-41447039763166274512021-10-10T17:47:00.002+03:002021-11-04T18:24:03.446+03:00ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 3<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 3</b></span></i></p><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><b><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Çin’in Büyük Planı.. </i></b></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin, on yıllardır ABD ile rekabet konusunu derin derin düşünüyor. Xi Jinping‟in </i><i style="font-family: verdana;">işlediği “ortak kader topluluğu” mottosu aslında ABD‟nin müttefik ağını diplomatik yollarla </i><i style="font-family: verdana;">kırmak ve kendi yörüngesine çekmek için geliştirilmiş Çin Planı‟nın bir parçası. Xi‟nin </i><i style="font-family: verdana;">vizyonunun tehlikesi, Batının özgürlük ve demokrasi değerlerini sahiplenirken kendi bindiği </i><i style="font-family: verdana;">dalı kesecek olması. Çin Komünist Partisi, tabii ki ülkeye özgürlük ve demokrasi ya da </i><i style="font-family: verdana;">evrensel insan haklarını getirmek istemiyor. Çin‟in yeni dünya vizyonunun merkezinde “Tek </i><i style="font-family: verdana;">Yol Tek Kuşak (TYTK)” inisiyatifi var ve bu projeye dayalı dış politika ile ABD‟nin </i><i style="font-family: verdana;">hegemon konumunun yerini alacaklarını hesaplıyorlar. Öte yandan Pekin, Tek Çin prensibi ile </i><i style="font-family: verdana;">Tayvan ile birleşmek istiyor, ada devletini savunmayı ABD‟ye pahalıya getirmek istiyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Avrasya coğrafyasını Çin pazarı haline getirmek için her limana her ulaştırma yoluna <br /></i><i style="font-family: verdana;">el atmak, kendi planlarına entegre etmek istiyorlar. Bunun için “21. Yüzyıl Marshall Planı” <br /></i><i style="font-family: verdana;">denilen bir fon ile para akıtıyorlar. TYTK üzerindeki ülkelere cömert yatırım projeleri sunarak <br /></i><i style="font-family: verdana;">para dağıtıyor ve etki sahasında yeni nüfuz bölgeleri açıyorlar. <b>COVİD-19</b> nedeni ile ülkelerin <br /></i><i style="font-family: verdana;">mali sıkıntılar yaşaması Çin parasını daha cazip kılıyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Tek Yol, eski İpek Yolu‟na benzer şekilde Çin‟den Avrupa‟ya uzanan güzergâhta </i><i style="font-family: verdana;">Rusya, Orta Asya, Güneybatı Asya ve Ortadoğu‟ya da uğrayan rotalara sahip. Tek Kuşak adı </i><i style="font-family: verdana;">verilen deniz rotası ise Güneydoğu Asya‟yı Batı‟ya bağlıyor. Son altı yılda TYTK </i><i style="font-family: verdana;">kapsamında pek çok Avrasya projesi ortaya çıktı. Hatta bunların bazıları Afrika ve Latin </i><i style="font-family: verdana;">Amerika‟yı da kapsamayı hedefliyor. TYTK ile Xi Jinping‟in izlediği yöntem ve dünyaya </i><i style="font-family: verdana;">mesajı Çin‟in küresel hegemonya ya doğru yürüdüğüdür. Bu başarı Çin Komünist Partisi için </i><i style="font-family: verdana;">tartışılamaz bir gerçektir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">TYTK‟nın en büyük önceliği Hint Okyanusu‟na olan kara rotalarının güvenliğini <br /></i><i style="font-family: verdana;">sağlamaktır. Hint Okyanusu‟na Pakistan ve Burma üzerinden gidilerek Malakka Boğazı ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Hindistan by pass edilecektir. İkinci büyük öncelik Tayland Körfezi‟ni kontrole almaktır. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Böylece Güney Çin Denizi‟nde çıkacak bir çatışmada Kamboçya‟da konuşlanan Çin Ordusu <br /></i><i style="font-family: verdana;">unsurları ile birlikte Tayland ve Vietnam etkisiz hale getirilecektir. Tek Kuşak‟ın diğer bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">amacı da Hint Okyanusu‟ndan başlayarak ABD‟nin 5. ve 7. Deniz filolarının engellenmesidir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD ile tek tek güç kıyaslaması yapıldığında Çin‟in pek çok asimetrik hassasiyeti var. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin Komünist Partisi her alanda yaratıcı ve saldırgan taktikler izliyor. Kendi stratejik <br /></i><i style="font-family: verdana;">avantajlarını artırmak için ABD‟nin zaaflarından faydalanıyor. Çin‟in Güney Çin Denizi‟nde <br /></i><i style="font-family: verdana;">suni adalar işgal ederek Vietnam, Filipinler ve diğer ülkelere egemenlik hakkı iddia etmesi <br /></i><i style="font-family: verdana;">doğrudan bir yaklaşım değil, salam taktiğidir. Böylece kendine karşı koymayacak güçlere <br /></i><i style="font-family: verdana;">karşı “de facto” münhasır ekonomik bölgeler inşa ediyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><b>ABD-Çin çekişmesi.. </b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD ve Çin arasında bir yanda hegemonik rekabet diğer yanda ideolojik farklılıklar <br /></i><i style="font-family: verdana;">var. ABD içindeki milliyetçi ve küreselci kanat, bugüne kadar savunmacı olan anlayıştan <br /></i><i style="font-family: verdana;">“dayak atan” bir stratejiye geçme, tembelliğe ve tevazuya son verme konusunu tartışıyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin TYTK ile başlayan Çin‟in uzun vadeli oyununa karşı politikası henüz netleşmedi. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin‟in dolarına karşı dolar öne sürmek pek akıllıca değil, bunun yerine saldırgan bir yöntem <br /></i><i style="font-family: verdana;">seçilerek, Çin‟i masaya oturtmak ve albatros (yani avcı büyük kuş) konumuna düşürmek bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">seçenek 16 olarak görülüyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin öncelikli çıkarı, stratejik deniz yolları üzerindeki hâkimiyetini sürdürmek ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Avrasya‟dan bir hegemon güç çıkmasını önlemek. Şu anda Avrasya‟daki durum 19. Yüzyılda <br /></i><i style="font-family: verdana;">Orta Asya ve Güney Asya‟yı kontrol etmek isteyen İngiltere-Rusya “Büyük Oyun”una <br /></i><i style="font-family: verdana;">benziyor. Ancak, Çin bir de denizden kesintisiz bir deniz güzergâhı kontrolü (Tek Kuşak) <br /></i><i style="font-family: verdana;">istiyor. Bu, ABD Deniz Kuvvetleri‟nin uluslararası ticaretin güvenliğini sağlama görevine bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">meydan okuma. Çin bu planda savunmacı değil, İran Körfezi ve Doğu Akdeniz‟de düzenli <br /></i><i style="font-family: verdana;">devriye uygulamaları yaparak ABD‟yi test ediyor. Pasifik‟te ise meydan okuma daha belirgin. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD; Palau, Mikronezya ve Marshall Adaları ile yeniden masaya oturmaya </i><i style="font-family: verdana;">hazırlanırken, Çin bölgeye para akıtmaya başladı, liman inşaatı planlıyor ve temaslarını </i><i style="font-family: verdana;">sıklaştırıyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Sonuç olarak, TYTK; ABD için jeopolitiğin ötesinde bir meydan okumayı temsil </i><i style="font-family: verdana;">ediyor. Yani sadece ABD‟nin Asya‟da statüsüne değil küresel düzendeki değerlerine de rakip </i><i style="font-family: verdana;">oluyor. Çin, kendisinin merkezinde olduğu, hem de fiziksel hem de entelektüel olarak yeni bir </i><i style="font-family: verdana;">dünya kurmak istiyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD‟de Çin karşıtlığı anti-Çin ırkçılığına ve „Asyalı‟ hatta „Asyalı Amerikan‟ </i><i style="font-family: verdana;">düşmanlığına dönüşüyor. Korona virüs döneminde bu daha belirgin hale geldi. Şimdilerde </i><i style="font-family: verdana;">ABD‟deki Çinli öğrencilerin ülkeye nüfuz etmesinden duyulan rahatsızlık ve ülkelerine geri </i><i style="font-family: verdana;">gönderilmesi konuşuluyor. Ülke içinde Asyalı Amerikalılara artık şüphe ile bakılıyor. İşin </i><i style="font-family: verdana;">ilginç yanı Çinlilerle ayırt edilmesi güç olan Japon ve Güney Koreliler de bundan nasibini </i><i style="font-family: verdana;">alıyor. Bunlara “ebedi yabancı” ya da “beşinci kol” gözü ile bakılıyor. Doğu Asyalıları </i><i style="font-family: verdana;">güvenilmez, sırlı ve tuhaf gösteren karikatürler yayınlanıyor 17. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">ABD ve Çin hatta bütün dünya ile Çin arasındaki sorunun temeli aynı; <br /></i><i style="font-family: verdana;">“bilinmemezlik”. Tıpkı Kuzey Kore veya Soğuk Savaş döneminin Sovyetler Birliği gibi. Ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">birlikte yaşamayı öğrenmek yerine, “bilinmeyen” problem olarak görülüyor ve yok edilmek <br /></i><i style="font-family: verdana;">isteniyor. Daha pragmatik ve daha az ırkçı çözümden gittikçe uzaklaşıyoruz. ABD; Çin, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerle birlikte yaşamak yerine yıllardır “havuç-sopa” stratejisi <br /></i><i style="font-family: verdana;">uyguladı ama sonuç yok. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Gelinen aşamada, ABD-Çin ilişkileri Korona virüs dönemi ile birlikte geçen 40 yılın <br /></i><i style="font-family: verdana;">ardından önemli bir dönemece geldi. Geçmişin görünüşte işbirliği ve “kazan-kazan” süreci <br /></i><i style="font-family: verdana;">Biden yönetimi ile birlikte hızla “karşı olma” ve “savaşçı kurt diplomasisi”ne dönüştü 18. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Korona öncesi ABD, Çin ile ilgili itirazlarını insan hakları ve gümrük vergilerini artırması <br /></i><i style="font-family: verdana;">şikâyeti ile sınırlı tutuyordu. Kırılmanın nedenlerinden birisi Çin‟in Hong-Kong‟a olan baskısı <br /></i><i style="font-family: verdana;">ve şehrin otonomisi ile ilgili beklentiler. ABD tarafı artık Çin ile ilgili acemilik ve pasiflik <br /></i><i style="font-family: verdana;">döneminin bittiğini söylüyor. Trump yönetimi, Çin‟in eşit olmayan ticaret koşulları ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">entelektüel bilgi hırsızlığı karşısında “karşılılık” politikası başlatmıştı. Ardından ilişkileri <br /></i><i style="font-family: verdana;">yeniden tanımlamak gündeme geldi. 2019‟da ABD, Çin‟i adil olmamak ve kötü niyetle <br /></i><i style="font-family: verdana;">suçlamaya başladı. Hedefte düşman olarak ifade edilen Çin Komünist Partisi var. Nixon <br /></i><i style="font-family: verdana;">döneminden beri süren ama arka plana itilen derin güvensizlik sözlere de yansıdı. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> 2020 yılında ortaya çıkan COVİD-19, stratejik kaymaya neden oldu. Çin‟in virüsün <br /></i><i style="font-family: verdana;">ortaya çıkışını saklaması ve devamında bilgi paylaşımını sansüre tabi tutması, kişisel koruma <br /></i><i style="font-family: verdana;">cihazlarını stoklayıp kar etmeye kalkması ve virüsün orijini hakkında dezenformasyona <br /></i><i style="font-family: verdana;">başlaması ABD tarafında sinirleri bozdu. Amerikalı politika yapıcılar hızla Çin‟e karşı iyi <br /></i><i style="font-family: verdana;">düşünülmemiş seçeneklere odaklandılar ve Çin‟e kapıyı göstermek istiyorlar. Biden ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">danışmanlarının yeni Çin politikası, Çin Komünist Partisi‟ne karşılık verecek bir strateji <br /></i><i style="font-family: verdana;">üzerine kurulu. Bir yandan Çin ile olan tedarik zincirlerinin yollarının değiştirilmesi <br /></i><i style="font-family: verdana;">planlanıyor, diğer yandan Trump‟ın düşündüğü gibi Dünya Ticaret Örgütü‟nden de çıkmak tasarlanıyor. Amaç, Çin‟i uluslararası ticaret sisteminden dışlamak, izole etmek. Ancak, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin‟in de kozları var. Örneğin dünya üzerinde az bulunan mineraller ve eczacılık maddeleri <br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin‟de önemli miktarda var. Çin Komünist Partisi‟nden sonra ABD‟nin hedefinde Çin <br /></i><i style="font-family: verdana;">şirketleri ve Konfüçyüs Enstitüsü var. Kissinger‟ın Çin‟e yönelik pragmatik politikasının <br /></i><i style="font-family: verdana;">arkasında büyük planda Çin‟e angaje olmak vardı. Şimdi ABD bundan vazgeçiyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD ve Rusya arasında gelişmeler.. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD ve NATO, dünyanın her yerinde Rusya ve Çin‟e karşı mücadele başlattı. <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin Rusya ile olan gerginliği artırma stratejisi Çin ile ilişkilerinde de izleniyor. ABD‟de <br /></i><i style="font-family: verdana;">2014 yılında Ukrayna darbesini planlayanlar iktidarda. Biden yönetimi dış politikada oldukça <br /></i><i style="font-family: verdana;">hırslı, Çin ve Rusya‟yı hedef listesine koyarak Washington‟un dünya liderliğini kanıtlamaya <br /></i><i style="font-family: verdana;">çalışan, şahinlerden oluşuyor. Bunların başında da Dışişleri Bakanı Antony Blinken geliyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Böyle olunca da ABD, bildik örtülü işlere, sonsuz savaşlara yönelme eğiliminde. Biden‟ın <br /></i><i style="font-family: verdana;">Obama döneminden kalma özellikle Ukrayna‟da olanlarla ilgili Ruslara karşı özel bir hıncı <br /></i><i style="font-family: verdana;">var. Rusya, olabilecek her istikametten ve her yöntemle köşeye sıkıştırılıyor. Ve bu işte ABD <br /></i><i style="font-family: verdana;">ile işbirliği yapmayanları da hedef tahtasına konuyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> ABD‟nin ekonomik yaptırımları Rusya, Kuzey Kore ve İran‟ı hedef alıyor. Rusya‟ya <br /></i><i style="font-family: verdana;">uygulanan yaptırımların arkasında şunlar var; </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> - ABD seçimlerine müdahale etmesi, </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> - Ukrayna‟nın doğusundaki örtülü işgali ve Kırım‟ın ilhakı, </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> - Suriye‟ye müdahale ve ABD‟nin desteklediği güçlere saldırı. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> ABD ve Rusya ile arasında artan gerilim sadece Ukrayna değil Arktik bölgeden <br /></i><i style="font-family: verdana;">başlayarak tüm coğrafyayı geçip Doğu Avrupa ve Kafkasya‟ya oradan Ortadoğu‟nun <br /></i><i style="font-family: verdana;">derinliklerine ulaşıyor. Amerikan uçakları Rusya‟nın kanatlarında düzenli olarak uçuyor, <br /></i><i style="font-family: verdana;">denizaltıları çevreliyor ve NATO tatbikatları sınırları dibinde gövde gösterisi yapıyor. Rusya <br /></i><i style="font-family: verdana;">ise beş ana modernizasyon programı ile karşılık vermeye hazırlanıyor; nükleer saldırı <br /></i><i style="font-family: verdana;">kuvvetleri (yeni ICBM‟ler dâhil), bombardıman uçakları, drone‟lar ve taktik nükleer silahlar. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> 15 Mart 2021 tarihinde yapılan NATO Tatbikatında (Defender Europe 2021), 27 <br /></i><i style="font-family: verdana;">ülkeden yaklaşık 28 bin kişi katıldı. Bunun yaklaşık 20 bini Amerikan askeriydi. Tatbikatın <br /></i><i style="font-family: verdana;">amacı Ukrayna‟nın savunulmasıydı ve bu tür tatbikatlara Polonya, Bulgaristan, Romanya ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ukrayna‟da devam edilecek. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD, Karadeniz‟de kıyısı olan NATO üyeleri Romanya ve Bulgaristan dışında <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ukrayna için Karadeniz bölgesinde yeni ittifak arayışları içinde. Türkiye‟nin konumunun <br /></i><i style="font-family: verdana;">belirsiz olması nedeni ile Ukrayna, Gürcistan ve Moldova‟yı bir araya getirmeye çalışıyor19. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Moldova‟nın Karadeniz‟de kıyısı olmamasına rağmen, Tuna Nehri‟ndeki Giurgiuleşti Limanı <br /></i><i style="font-family: verdana;">ile geçiş sağlıyor. Ancak, bu ülkelerin ateş gücü sınırlı olması nedeni ile beklenti daha çok <br /></i><i style="font-family: verdana;">NATO‟ya destek olmaları yönünde. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Son gerilimde Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, eğer ülkesinin işgal altındaki <br /></i><i style="font-family: verdana;">Donbas bölgesine müdahale etmeye kalkarsa Ukrayna‟yı yok ederiz tehdidinde bulundu. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ardından iki ordu askeri Ukrayna sınırına gönderdi ve denizden kuşattı. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD, Montrö Anlaşmasına göre olması gerekenden 15 gün önceden Boğazlardan iki <br /></i><i style="font-family: verdana;">savaş gemisi için izin istedi ve Türkiye izni verdi20. Aslında ABD‟ni 6. Filosu rutin olarak <br /></i><i style="font-family: verdana;">Karadeniz‟e savaş gemileri göndermekte ve geçen ay Ukrayna‟ya destek gösterisinde <br /></i><i style="font-family: verdana;">bulundular. 15 Nisan 2021 günü Biden ve Putin‟in telefon görüşmesinden sonra transit geçiş <br /></i><i style="font-family: verdana;">isteği reddedildi. Bu gerginliği azaltan bir adım oldu. Rusya‟nın sözde Ukrayna sınırına <br /></i><i style="font-family: verdana;">tatbikat için gelen birlikleri çekilse de ağır silahlarını bıraktılar 21. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Montrö Anlaşması olmasaydı Ukrayna‟da bizi yeni bir Normandiya çıkarması ya da <br /></i><i style="font-family: verdana;">bizim de katıldığımız 1856 Kırım Savaşı gibi bir savaş bekliyor olabilirdi. Konuya diplomasi <br /></i><i style="font-family: verdana;">ile çözüm bulmak yani büyük pazarlıkta Rus tarafı Kırım‟a karşılık Ukrayna‟nın NATO‟ya <br /></i><i style="font-family: verdana;">girmesini kabul edebilir22. Ukrayna‟nın tarafsız kalması da iki tarafı rahatlatabilir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> ABD‟nin Rusya yönelik askeri planı, çoklu-ortam operasyonları dâhilinde Rus komuta <br /></i><i style="font-family: verdana;">merkezleri ve savunma birliklerini füze ve topçu ateşleri ile vurduktan sonra, teslim olana <br /></i><i style="font-family: verdana;">kadar Rusya‟da seçilmiş anahtar bölgeleri ve şehirleri işgal etmek23. Buna karşılık Rusya‟nın <br /></i><i style="font-family: verdana;">niyeti ise teslim olmamak, ABD ve müttefiklerine nükleer silahlarla karşılık vermek. Çin‟e <br /></i><i style="font-family: verdana;">karşı planlar da benzer şekilde öncelikle Pasifik‟teki gemiler ve üslerden atılacak füzeler ile <br /></i><i style="font-family: verdana;">Çin‟i vurmak. Çin‟den de nükleer reaksiyon bekleniyor. </i></div><div><b><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Rusya ile çekişmede Avrupa’nın konumu.. </i></b></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Avrupa Birliği (AB); Beyaz Rusya ve Kırım‟da renkli devrimler peşinde. AB, Kırım <br /></i><i style="font-family: verdana;">Tatarlarını melez savaşa ikna etmeye çalışıyor. Haziran 2020‟de AB; ABD ile işbirliği içinde <br /></i><i style="font-family: verdana;">Beyaz Rusya‟da bir renkli devrime girişti. Hollanda ve İngiliz istihbaratı kritik roller <br /></i><i style="font-family: verdana;">edinmişlerdi. Hollanda‟nın Minsk‟te bulunan büyükelçiliği İnsan Hakları Fonu ve Hollanda <br /></i><i style="font-family: verdana;">Bölgesel Ortaklık Fonu (NFRP-Matra) kapsamında gençliği eğitmek ve örgütlemek için 50 <br /></i><i style="font-family: verdana;">bin Euro harcadı24. ABD tarafında ise Soros vardı. Renkli devrim girişimi başarılı olamadı <br /></i><i style="font-family: verdana;">çünkü seçilen muhalif lider Sviatlana Tsikhanouskaya yetersiz kaldı. Öğretmen olan <br /></i><i style="font-family: verdana;">Sviatlana, bir ülkeyi yönetecek siyasi birikime sahip değildi. Sokaklara çıkan gençlik ise <br /></i><i style="font-family: verdana;">Beyaz Rusya rejimini destekleyen Rusya‟yı korkutacak kadar kalabalık değildi. Bir tarafta <br /></i><i style="font-family: verdana;">melez savaş adı altında başka ülkelere ordusunu sokan ve işgal eden Rusya var, diğer tarafta <br /></i><i style="font-family: verdana;">hala rejim değişikliği ile etki ve kontrol sağlamaya çalışan Batı. Tabii ki zor oyunu bozuyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Rusya‟ya karşı Avrupa içinde de ABD ile dayanışma var. Bu özellikle son zamanda <br /></i><i style="font-family: verdana;">Rus diplomatların ABD‟den kovulması döneminde de yaşandı. Çek Cumhuriyeti 18 Rus <br /></i><i style="font-family: verdana;">diplomatı sınır dışı etti. Gerekçe Vrbteice bölgesindeki mühimmat deposunun uçurulması. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Mühimmat deposunu patlatma işi Ruslara ait bir eylem tipi ve Türkiye‟de pek çok kez <br /></i><i style="font-family: verdana;">yaşanan bir olay. Suçluların GRU mensubu olduğu iddia ediliyor. Ancak, olay 2014 yılında <br /></i><i style="font-family: verdana;">meydana gelmiş yani zamanlama ABD-Rusya ilişkilerinin en gergin olduğu dönem. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Rusya‟nın açıklaması daha da ilginç. Çekya‟nın Biden yönetimi ile birlikte Beyaz Rusya <br /></i><i style="font-family: verdana;">başkanı Alexander Lukaşenko‟ya yönelik suikast girişimini Rus FSB‟nin ortaya çıkardığını <br /></i><i style="font-family: verdana;">iddia ediyorlar. Bu da yeni bir girişim değil. Çekya‟nın Rusya‟ya yönelik suçlamalarının <br /></i><i style="font-family: verdana;">arkasında casusluk meseleleri var. Ruslara göre, Beyaz Rusya‟da darbe girişimine katılan iki <br /></i><i style="font-family: verdana;">kişiyi teslim etmedikleri için bunlar oldu. Bu arada Ruslar da 20 Çek diplomatı sınır dışı etme <br /></i><i style="font-family: verdana;">kararı aldı. Ancak, Ruslarla arası oldukça bozulan sadece Çekya değil, Bulgaristan ile de <br /></i><i style="font-family: verdana;">benzer durum var. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD ve İngilizlerin karanlık gündeminde uzun vadede Rusya‟yı bölmek var ve bu <br /></i><i style="font-family: verdana;">olana kadar zayıflatmak ve provoke etmek stratejisi izleniyor. Avrupa‟da Rusya‟ya karşı <br /></i><i style="font-family: verdana;">Amerikan örtülü savaşında CIA‟nın yanında İngiliz MI6‟nında aktif rol aldığı örnekler <br /></i><i style="font-family: verdana;">çoğalıyor. Bu işbirliği en çok Avrupalıların Rusya ile yakınlaşmasını önlemeyi amaçlıyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">İngilizler, ABD‟den sonra Rusların ikinci en önemli düşmanı konumundalar. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Avrupa Birliği‟nin lideri Almanya ise Rusya ile ilişkiler konusunda endişeli. Kuzey <br /></i><i style="font-family: verdana;">Akımı II projesine (Harita 3) getirilen yaptırımlar ABD ile Almanya‟nın arasında bir sorun olabilir. </i></div><div><br /></div><div style="text-align: center;"><b><i style="font-family: verdana;">Harita 3: Kuzey Akım Doğal Gaz Hatları </i></b></div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuDmRHoFJRa5jutri9Xr94BtDFNX9SyAAe_toQmTvAXiBtLVd9ajxr43IYzzAJrjofAxxSPUvmDlzKN6reg9PYbBk7sNAQcYKkxwdzTM7IhExnJf0YYPgzDMYmufw3136jCziKVaugzFpk/s613/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="451" data-original-width="613" height="235" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuDmRHoFJRa5jutri9Xr94BtDFNX9SyAAe_toQmTvAXiBtLVd9ajxr43IYzzAJrjofAxxSPUvmDlzKN6reg9PYbBk7sNAQcYKkxwdzTM7IhExnJf0YYPgzDMYmufw3136jCziKVaugzFpk/s320/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++3.jpg" width="320" /></a></div><br /><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> Haziran‟da G7 ve NATO Zirveleri var. Biden ve Putin, bu toplantılar esnasında <br /></i><i style="font-family: verdana;">yapacakları görüşmenin detaylarına hazırlanıyorlar. Görüşme teklifi Biden‟dan geldi25. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Hâlbuki Biden, yakın zaman önce Putin‟e “katil” demiş ve Rus siber saldırılarına karşı yeni <br /></i><i style="font-family: verdana;">yaptırımlar yürürlüğe koymuştu, Ukrayna krizinin tırmanması sonrası durum soğumuşken <br /></i><i style="font-family: verdana;">şimdi kartlar yeniden açılacak. ABD niyetini ilişkileri normalleştirme, çatışma ve tırmanma <br /></i><i style="font-family: verdana;">döngüsünden kurtarma şeklinde belli etti. Ama Yeni START, Açık Semalar ve Orta Menzil <br /></i><i style="font-family: verdana;">Nükleer Silahlar anlaşmaları konusunda bir gelişme olmadıkça gerilim hep olacak. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Arkasından Ukrayna, Suriye ve İran konuları geliyor. Rusya tarafında ise masada canını uzun <br /></i><i style="font-family: verdana;">zamandır acıtan Amerikan yaptırımları olacak. İki ülke dünyanın en büyük nükleer silah <br /></i><i style="font-family: verdana;">envanterine sahip. </i></div><div><b><i style="font-family: verdana;"><br /></i></b></div><div><div><b><i style="font-family: verdana;"><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/uluslararasi-iliskilerin-perde-arkasi_15.html">4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></b><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">***</i></div><div><br /></div></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-83598434383611091942021-10-10T17:37:00.008+03:002021-11-04T18:24:13.026+03:00ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 2<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 2</b></span></i></p><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Bunları öğrendikten sonra insan, Kraliçe‟nin günlüğünü tutanın kim olduğunu ve ne <br /></i><i style="font-family: verdana;">yazdığını merak ediyor. Yıllar önce kraliçe hakkında şöyle bir fıkra ortaya çıkmıştı. Bir gün <br /></i><i style="font-family: verdana;">bir İngiliz hükümet memurunun kraliçe için “aptal” dediği duyulur. Memur hakkında, <br /></i><i style="font-family: verdana;">kraliçeye hakaretten değil, devlet sırrını ifşa etmekten dava açılır. Herhalde kraliçenin <br /></i><i style="font-family: verdana;">günlüğü de bu yüzden sansüre uğruyordur. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Alan Duncan‟a dönecek olursak, İngiliz politikaları hakkında çok sır vermiyor, </i><i style="font-family: verdana;">konuyu kişiselleştirmişe benziyor. Büyük ihtimalle kitap sansürden geçti ve zavallı İngiltere <br /></i><i style="font-family: verdana;">imajı yaratılıyor. Kanaatimce şu konulara girmedi veya girmesi engellendi; </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">- Uluslararası finans piyasasını kontrol eden küresel sermaye ağı ile İngilizler ve “City of London” bölgesinin ilişkileri, </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">- Kraliçenin başında olduğu Avrupa‟daki Karanlık Asalet‟in Yahudi aileleri ve Uzak Doğu‟daki uyuşturucu kaçakçılığı ile bağlantıları, </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">- İngiltere‟nin Uzakdoğu, Orta Asya ve Rusya, Ortadoğu, Karadeniz ve Afrika‟da ABD ile nasıl bir iş bölümü yaptığı. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Şimdilik, İngiltere zaman kazanıyor ve tarihteki büyük değişimler için bekliyor. Pek <br /></i><i style="font-family: verdana;">çok kişi İngiltere‟nin artık batmakta olan bir transatlantik köprü ya da uçak gemisi olduğu <br /></i><i style="font-family: verdana;">yorumunu da yapıyor. Krallık bir yandan oluşturucu devletlerin kendi kaderini tayin hakkı <br /></i><i style="font-family: verdana;">etrafında manevra yaparken, ulusal çıkar ve ulusun ne olduğu üzerinde kafa yoruyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><b>ABD’nin Büyük Planı.. </b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Sovyetler Birliği‟nin çöküşü sonrası kendini küresel güç dengesinin en üstünde yalnız <br /></i><i style="font-family: verdana;">bulan ABD, dünyanın tartışmasız hegemon gücü olmuştu. Bunu sürdürebilmek için Amerikalı <br /></i><i style="font-family: verdana;">politika yapıcılar ulusal güvenlik konusunda proaktif olmak istediler. ABD‟nin büyük <br /></i><i style="font-family: verdana;">stratejisi üç adımlı bir rotada uygulanacaktı 8; </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">(1) Hayati çıkarları belirlemek. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">(2) Bu çıkarlara karşı duran tehditleri belirlemek. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">(3) Çıkarları korumak ve tehditleri yatıştırmak için ülke kaynaklarını seferber etmek. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Bu süreç, ABD‟nin sürekli yüksek derecede reaktif olmasına ve bir krizden diğerine <br /></i><i style="font-family: verdana;">koşmasına neden oldu. Kaçınılmaz hegemon öyle bir yolda yürümeye başladı ki her şeyi <br /></i><i style="font-family: verdana;">kaybedebilir ama çok az kazanabilirdi. Yürünen yolda hala ödül yerine risk daha çok. Hâlbuki <br /></i><i style="font-family: verdana;">stratejik rakiplerin nispeten kaybedecekleri pek çok şey yok ama kazanacakları çok şey var. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD içinde “kuvvetler dengesi” anlayışı Trump ile birlikte siyasi bir paylaşım ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">kurumlar arası çatışma alanına dönüştü. Örneğin ABD istihbarat kurumları son yıllarda <br /></i><i style="font-family: verdana;">yürütme ve yasamadan bağımsız çalışmaya başlamıştı. Trump‟ın özellikle yargı ve denetim <br /></i><i style="font-family: verdana;">mekanizmaları ile ilgili en üst düzeyde yaptığı tayinler, kendisine açılan davalarda yanında <br /></i><i style="font-family: verdana;">olabilecek kişilerden öte, ilgili kurumların içini de yeniden düzenlemeyi amaçlıyordu. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Geçmişte yasama, yürütme ve yargı dengesinin dışında kalan Amerikan medyası daha çok <br /></i><i style="font-family: verdana;">yolsuzluk, çıkar çatışmaları gibi siyasi konulara duyarlılık gösterirken, şimdi onlar da iç <br /></i><i style="font-family: verdana;">kavganın bir parçası haline geldiler. Ama bütün bunların arkasında Trump‟ın aptallıkları <br /></i><i style="font-family: verdana;">değil, küresel elitin çıkar beklentisi var ve yeni dönemde hem ülke demokrasisine hem de <br /></i><i style="font-family: verdana;">kurumlara ilgili yeni bir şekil vermek istiyorlar. Ancak, bu şekillendirme kurumlar arası <br /></i><i style="font-family: verdana;">çekişme ve kutuplaşmaları daha da artırabilir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Özgürlük ve insan hakları şampiyonu görülen ABD, Freedom House‟a göre, küresel <br /></i><i style="font-family: verdana;">özgürlük sıralamasında ABD, 55. Sırada, siyasi haklarda ise 72. sıraya kadar inmiş durumda. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ülkede en büyük paranoyalarından biri seçimlere Rus müdahalesi olduğu. Trump döneminden <br /></i><i style="font-family: verdana;">kalan tek kanıt seçim kampanyası danışmanlarından birinin Rus istihbaratına çalışıyor olması. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Gelinen aşama Amerikan siyasi hayatının “siyasi tarikatçılığa” dönüşmesi9. Yani kendi <br /></i><i style="font-family: verdana;">görüşünde olmayanı vatandaşa bile tahammül etmeyen bir güvensizlik ortamı ülkeye hâkim. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Obama döneminde de dış politikada işler iyi gitmemişti. Libya, Suriye ve Yemen‟de <br /></i><i style="font-family: verdana;">üç askeri müdahaleye girilmiş ama daha çok kaos ve zarar yaratılmıştı. Ama asıl hata <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ukrayna‟da düzenlenen renkli devrim ile yapıldı. Rusya, hazır beklemekteydi ve Ukrayna <br /></i><i style="font-family: verdana;">topraklarının doğusunu işgal ederken, Kırım‟ı ilhak etti. Bu şok, Rusya ile ilişkilerde yeni bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">dönüm noktası oldu. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin yeni başkanı Joe Biden, önceki yönetimlerde bütün yanlış dış politikaların <br /></i><i style="font-family: verdana;">içinde oldu. Gene de 2003‟de Irak‟a askeri müdahaleyi destekleyen Biden, Libya ve Suriye‟ye </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">müdahaleyi desteklememişti. Afganistan‟a daha fazla asker gönderilmesini de istememişti. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Bunların hepsi içgüdüseldi yani pek zeki biri değil. Ukrayna‟da felakete yol açan renkli <br /></i><i style="font-family: verdana;">devrimin destekçisi oldu. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Joe Biden‟ın dış politika ekibi büyük ölçüde konvansiyonel düşünen bir ekipten <br /></i><i style="font-family: verdana;">oluşuyor. Çoğu Obama döneminin kıdemsiz ya da genç ekibinden geliyor. Trump döneminde <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin dünyadaki statüsünün zarar gördüğünü ve bunu restore etmek gerektiğini <br /></i><i style="font-family: verdana;">düşünüyorlar. Biden‟ın Dışişleri Bakanlığı‟na seçtiği Antony Blinken, Libya ve Suriye‟de <br /></i><i style="font-family: verdana;">askeri yöntemlerin yanındaydı. Suriyeli isyancıların silahlandırılmasını istedi. Biden‟ın diğer <br /></i><i style="font-family: verdana;">tercihi Jake Sullivan, şimdi ulusal güvenlik danışmanı. Avril Haines ise Ulusal İstihbarat <br /></i><i style="font-family: verdana;">Direktörü oldu. Haines, ününü rejim değişikliği savaşları ve diğer şüpheli işler üzerine yaptı 10. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Savunma Bakanlığı‟na seçilen emekli general Lloyd Austin, ABD Merkez Komutanlığı‟nın <br /></i><i style="font-family: verdana;">başı idi. Obama döneminin Ortadoğu‟nun altını üstüne getiren politikalarının yanındaydı. <br /></i><i style="font-family: verdana;">General, ABD‟nin askeri maceralarından en çok para kazanan Raytheon savunma şirketinin <br /></i><i style="font-family: verdana;">yönetim kurulunun üyesi. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Bu ekipten Obama dönemine göre yeni bir fikir çıkması beklenmiyor. Moskova‟ya <br /></i><i style="font-family: verdana;">karşı sert tutum birinci öncelik olacak. Yeni dışişleri bakanına göre, saldırgan Putin‟e karşı <br /></i><i style="font-family: verdana;">NATO ve caydırıcılığın güçlendirilmesi öncelikli gündem olacak. Ukrayna, Gürcistan ve Batı <br /></i><i style="font-family: verdana;">Balkan ülkelerine güçlü güvenlik yardımı yapılacak. Moskova‟ya verilecek küçük bir barış <br /></i><i style="font-family: verdana;">dalı dahi olmayacak. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Soğuk Savaş döneminde Avrupa‟da 400 bin kişilik askeri birliği olan ABD‟nin şu <br /></i><i style="font-family: verdana;">anda Avrupa‟da 34.500 kişilik bir askeri gücü var. Bunun 25 bini Almanya‟da. Rusya‟ya karşı <br /></i><i style="font-family: verdana;">1.000 kişi Polonya‟ya gönderildi. ABD 2018 yılından beri 85 ülkede sözde terörle mücadele <br /></i><i style="font-family: verdana;">ediyor (Harita 1)11. Pek çok askeri üssü kapattığını ilan etmesine rağmen hala ülke dışında <br /></i><i style="font-family: verdana;">yaklaşık 800 askeri üssü var. Başka ülkelerin topraklarında kendi adına sonu gelmeyen <br /></i><i style="font-family: verdana;">savaşlar yapıyor. Sonsuz savaşların gerekçesi her zaman olduğu gibi demokrasi, barış ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Amerikan çıkarlarını korumak. Aynı savaşlar Irak, Afganistan, Yemen ve Libya‟da <br /></i><i style="font-family: verdana;">tekrarlandı. ABD çarkı, bitmeyen savaşlar ve düşmanlarla dönüyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: center;"><i style="font-family: verdana;"><b>Harita 1: ABD’nin Sonsuz Savaşları </b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIX8R_sq6FgwfmA3sKpLEWuOUG5XqPLJqHW7dIya1KWZKJbttx1XomUpUOzs83QziLR4hqIFBphSjb0VirMNzieiOy1xp4JaHQYIyzh0SH2vDQoUWZ4RNq1zbUYzuTT4ZHKV5oRdQhitdP/s807/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="468" data-original-width="807" height="186" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiIX8R_sq6FgwfmA3sKpLEWuOUG5XqPLJqHW7dIya1KWZKJbttx1XomUpUOzs83QziLR4hqIFBphSjb0VirMNzieiOy1xp4JaHQYIyzh0SH2vDQoUWZ4RNq1zbUYzuTT4ZHKV5oRdQhitdP/s320/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++1.jpg" width="320" /></a></div><br /><b><br /></b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Kaynak: Kim Hijelmgaard, A Reckoning is Near: America Has a Vast Overseas Military Empire. Does It Still </i><i style="font-family: verdana;">Need It? USA Today, (February 25, 2021). </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> ABD Afrika Komutanı Stephen J. Towsend‟a göre ülkesi Afrika‟da Çin, Rusya ve El <br /></i><i style="font-family: verdana;">Şaab iken mücadele halinde. Bu mücadele Somali, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Güney Sudan, Uganda başta olmak üzere her yerde devam ediyor 12. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Çin, Afrika Boynuzu‟nda </i><i style="font-family: verdana;">Cibuti‟ye odaklanmış durumda. Ama genel resme bakarsak Sovyetler Birliği dönemi mirasını </i><i style="font-family: verdana;">kullanan Rusya ile Çin, Afrika‟da özellikle orta ve güney bölgede daha etkili. Ruslar, Orta </i><i style="font-family: verdana;">Afrika Cumhuriyeti ve Mozambik‟e oynuyorlar. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><b>ABD ve Ortadoğu.. </b></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"> Ortadoğu‟da şimdi planlar farklı. Öncelikle, Ortadoğu‟daki çekişme Suudi Arabistan-<br /></i><i style="font-family: verdana;">İran bölgesel çekişmesine dönüştürülüyor. BAE-Bahreyn-Fas-Sudan-İsrail normalleşmesi ile <br /></i><i style="font-family: verdana;">İsrail düşman listesinden çıkarılıyor. Ortak düşman İran; Yemen, Irak ve Suriye‟deki iç <br /></i><i style="font-family: verdana;">savaşın sorumlusu olarak lanse ediliyor. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> İkinci önemli değişim Suriye iç savaşında Türkiye‟ye yeni rol verilmesi13. Türkiye‟ye <br /></i><i style="font-family: verdana;">Sünni devlet havucu gösterilerek, Suriye‟de Rusya ve İran ile arasının açılması son birkaç <br /></i><i style="font-family: verdana;">yıldır devam eden bir Batı stratejisi. Projenin arkasında tabii ki İsrail var. Suriye‟nin <br /></i><i style="font-family: verdana;">bölünmesi; yani Alevi, Sünni ve Kürt devletleri kurulması İsrail‟in planı. İsrail, bütün Arap <br /></i><i style="font-family: verdana;">devletlerini tek tek zayıflatarak onların dini ve etnik üstünlüğünü eşitlemek istiyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Üçüncü önemli değişim Doğu Akdeniz‟deki doğal gaz rezervleri kapsamında <br /></i><i style="font-family: verdana;">gelişiyor. Halen Türkiye‟nin Libya‟daki Ulusal Uyum Hükümeti ile ittifakı Yunanistan-Mısır-<br /></i><i style="font-family: verdana;">İsrail cephesi ile karşı karşıya. ENI‟nin şirket çıkarları için İtalya da Türkiye‟nin yanında <br /></i><i style="font-family: verdana;">gözüküyordu. Ama Libya‟daki koalisyona Mısır, BAE, Rusya ve Fransa da katılınca Türkiye <br /></i><i style="font-family: verdana;">için şartlar çok değişti. Askeri gerilim sadece Libya‟da değil Doğu Akdeniz‟de de yaşandı. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Şimdilik sular durulmuş olsa da her an ısınabilir. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Dördüncü önemli değişim, Karadeniz-Kafkasya ekseninde yaşanıyor. Dağlık-Karabağ <br /></i><i style="font-family: verdana;">Savaşı‟nda Türkiye ve İsrail‟in Azerbaycan‟a belirleyici askeri desteğinden sonra Türkiye‟nin <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ukrayna‟ya askeri desteği bölgede Ukrayna-Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan eksenini ortaya <br /></i><i style="font-family: verdana;">çıkardı. Kiev ve Ankara, Rusları kızdıran askeri anlaşmalara imzalar attılar. Bu kapsamda, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Azerbaycan‟dan Balkanlar ve Avrupa‟ya Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı‟nın <br /></i><i style="font-family: verdana;">tamamlanacak olması dikkate değer. Ancak, Ruslar Kafkasya ve Orta Asya‟da yeni oyunlar <br /></i><i style="font-family: verdana;">peşinde. Bunlara sonraki bölümlerde değineceğiz. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD‟nin stratejik ağırlığı küresel GDP‟deki yeri sadece %3.2 olan Ortadoğu‟dan <br /></i><i style="font-family: verdana;">küresel ekonomin yoğunluk merkezi olan Asya-Pasifik‟e kayıyor. Hegemonik güç <br /></i><i style="font-family: verdana;">mücadelesinde rakipleri Çin ve Rusya. Bununla beraber, bir yandan pandemi diğer yandan <br /></i><i style="font-family: verdana;">ülke içinde artan eşitsizlik ve ırkçı adaletsizlik alarm çanları çalıyor. Bunun anlamı, ABD çok <br /></i><i style="font-family: verdana;">fazla risk alamaz. Bu yüzden, askeri operasyonlardan çok örtülü yani karanlık işlere dönmek <br /></i><i style="font-family: verdana;">zorunda. İran ile yapılacak görüşmeler Ortadoğu için de çok önemli hale geliyor. ABD‟nin <br /></i><i style="font-family: verdana;">çok az hata payı var. </i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD, 2001 yılından beri süregelen savaşlara 6.4 trilyon dolar harcadı ama Ortadoğu <br /></i><i style="font-family: verdana;">artık eskisi kadar para etmiyor14. <br /></i><i style="font-family: verdana;">ABD‟nin kaya gazı Ortadoğu‟ya bağımlılığı azaltıyor ve Suudi Arabistan ile ilişkileri çehre değiştiriyor. Ortadoğu petrol ve doğal gazının %75‟i <br /></i><i style="font-family: verdana;">Asya‟ya (Çin, Japonya, Güney Kore ve Hindistan) gidiyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><b><br /></b></i></div><div style="text-align: center;"><i style="font-family: verdana;"><b>Harita 2: Suriye’deki ABD Üsleri </b></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_kO0ruPXqiTOgHgKD7lc3kIbYsGT_7Mt39tMhEtOxzpeuus9dwEeDsood43o6eaGCYyQ41RcJPhJXNlQ4KvgSW6ZWGx0qdZ7avvTsc5KTmiZMK1oXuAgwXTzUcK46hlLjtJ6cbxk9pJaJ/s674/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="398" data-original-width="674" height="189" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh_kO0ruPXqiTOgHgKD7lc3kIbYsGT_7Mt39tMhEtOxzpeuus9dwEeDsood43o6eaGCYyQ41RcJPhJXNlQ4KvgSW6ZWGx0qdZ7avvTsc5KTmiZMK1oXuAgwXTzUcK46hlLjtJ6cbxk9pJaJ/s320/ULUSLARARASI+%25C4%25B0L%25C4%25B0%25C5%259EK%25C4%25B0LER%25C4%25B0N+PERDE+ARKASI++H++2.jpg" width="320" /></a></div><br /><b><br /></b></i><b><a href="https://i2.wp.com/janoberg.me/wp-content/uploads/2021/02/AmericanBasesKoteret_1_18.jpg?fit=720%2C401&ssl=1"><i style="font-family: verdana;">https://i2.wp.com/janoberg.me/wp-content/uploads/2021/02/AmericanBasesKoteret_1_18.jpg?fit=720%2C401&ssl=1</i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></a></b><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">Suriye‟den çekilmekten bahseden ABD‟nin bu ülkede 10 yasa dışı askeri üssü var ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">11‟ncisini Hasakah‟ta inşa ediyor (Harita 2). Hasakah‟taki petrol yataklarından her gün 140 <br /></i><i style="font-family: verdana;">bin varil petrol çalınıyor ve tankerlerle Irak‟a taşınıyor15. Suriye‟de Esat‟ın kontrolünde <br /></i><i style="font-family: verdana;">olmayan yerlerde çalınan petrolün gelirleri PKK ve adına muhalif denilen cihatçılara gidiyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> ABD, kendisini Suriye‟nin doğusunda marjinal bir askeri oyuncu konumuna düşürmüş <br /></i><i style="font-family: verdana;">gözüküyor. ABD‟nin rolü kaosun ve ülkenin imhasının devamını sağlamak. IŞİD‟i yaratarak <br /></i><i style="font-family: verdana;">Suriye‟nin içini oyan ABD, vekil gücü YPG/PKK ile işgalini sürdürüyor. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><b><i style="font-family: verdana;"><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/uluslararasi-iliskilerin-perde-arkasi_57.html">3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></b><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div><i style="font-family: verdana;">***</i></div><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-35011401431514338052021-10-10T17:31:00.009+03:002021-11-04T18:24:01.914+03:00ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 1<div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><b style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: x-large;"><i>ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN PERDE ARKASI. BÖLÜM 1</i></b></div><i><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana;"><br /></span></div></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /><br /><br /></i><b><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzdEJKfXf8phHw1yzaBRtBNfo3JG1hYfHoWqCQZigXZXdgo-qm5-HFEYtNl0D7f3gtzU7BA1gtrn29HM5k7l4sQAKuziK-_quf1s-Rrl_J5gVtsNoRfBEYbQF7CiuqpSvSKXlAVc4bQd2D/s200/Sait+Y%25C4%25B1lmaz.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="200" data-original-width="200" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzdEJKfXf8phHw1yzaBRtBNfo3JG1hYfHoWqCQZigXZXdgo-qm5-HFEYtNl0D7f3gtzU7BA1gtrn29HM5k7l4sQAKuziK-_quf1s-Rrl_J5gVtsNoRfBEYbQF7CiuqpSvSKXlAVc4bQd2D/s0/Sait+Y%25C4%25B1lmaz.jpg" width="200" /></a></div></b><b><i style="font-family: verdana;">Prof.Dr.Sait Yılmaz </i></b></div><div style="text-align: left;"><b><i style="font-family: verdana;">10 Mayıs 2021 </i></b></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><b><br /></b></i><i style="font-family: verdana;"><b>Giriş.. </b></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Arktik bölgeden Afrika‟ya, Avrupa‟dan Güney Amerika‟ya, Ortadoğu‟dan Asya-</i><i style="font-family: verdana;">Pasifik‟e her kategoride askeri veya sivil pek çok karanlık oyun oynanıyor. Bu oyunların </i><i style="font-family: verdana;">arkasında ticaret ve finans, enerji kaynakları ve stratejik güzergâhlarının kontrolü, teknoloji </i><i style="font-family: verdana;">yarışı, kritik mineral ve diğer ham madde kaynakların sömürülmesi, silah veya demokrasi </i><i style="font-family: verdana;">satmak gibi pek çok amaç sayılabilir. Uluslararası ilişkilerin ön cephesinde her gün TV ya da </i><i style="font-family: verdana;">medyada gördüğünüz gülümseyerek el sıkışan liderler, bakanlar, devlet yetkilileri var. Onların </i><i style="font-family: verdana;">hemen gerisinde ise dış politikanın ön cephesi olan büyükelçilik ve diğer diplomatik </i><i style="font-family: verdana;">misyonlar, NGO‟lar, STÖ.ler vb. sivil yapılanmalar bulunuyor. Perde arkası ise istihbarat </i><i style="font-family: verdana;">örgütlerinin yani tamamen illegal işlerin oyun alanı. İstihbarat örgütleri illegal ortamda çalışır, </i><i style="font-family: verdana;">pasaport sahte, kişi sahte, amaçlar sahte, hedefler sahte, hepsi bir oyunun parçası. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;">İşin içinde olanlar bile asıl hikâyeyi yani “büyük oyunu” genellikle göremez. Orada <br /></i><i style="font-family: verdana;">ülkelerin özel kuvvetleri, desteklediği terör örgütleri, vekil güçler, mafya vd. aktörlerin yer <br /></i><i style="font-family: verdana;">aldığı iç savaşlar, darbeler, katil robot testleri, virüs üreten biyolojik gizli deneyler, <br /></i><i style="font-family: verdana;">uyuşturucu ve kara para işleri, cinayetler, suikastlar, diğer kirli işler ve oyunlar var. Siber <br /></i><i style="font-family: verdana;">saldırılar, dezenformasyon, sosyal medya operasyonlarını da unutmayalım. Bu makalede, <br /></i><i style="font-family: verdana;">uluslararası ilişkilerin perde arkasında büyük güçlerin yani ABD, Çin ve Rusya‟nın büyük <br /></i><i style="font-family: verdana;">planlarına ve bizi bekleyen oyunlarına değineceğiz. Önceki makalelerimizde Amerikalı ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Rus liderlerin özelliklerinden bahsetmiştik. Yakın zaman önce İngiltere‟de yeni bir günlük <br /></i><i style="font-family: verdana;">yayınlandı. Makalemize İngiliz liderlerle başlayalım. Sonra Uzak Doğu, Orta Asya ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">Ortadoğu‟da bizi bekleyen büyük oyunlardan bahsedelim. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;">Bu arada Kırgızistan ve </i><i style="font-family: verdana;">Azerbaycan‟a özel dikkat çekeceğiz. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;">Anlatacak ne çok şey var. Gene uzun bir makale olacak. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><b> İngiltere’yi yönetenler.. </b></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Önceki makalelerimizde İngiliz devlet yönetiminin sorunlarından bahsetmiştik. <br /></i><i style="font-family: verdana;">İngiltere‟nin başındaki Kraliçe Elizabeth II, 1940‟larda 31 diğer ülke toprağını kontrol <br /></i><i style="font-family: verdana;">ediyordu. Dünya kara parçalarının 6‟da biri ona aitti ve bu toprakların değeri 28 trilyon <br /></i><i style="font-family: verdana;">dolardı. Dünya üzerindeki en zengin kişi idi1. İngiliz kraliyet ailesi dünyaya hükmediyor ama <br /></i><i style="font-family: verdana;">bunu yalnız başına yapmıyordu. En az üç aktör ile işbirliği içinde idi; merkez bankaları, Cecil <br /></i><i style="font-family: verdana;">Rhodes‟in mirası ve Rothschild‟ler. İngiltere'nin “süper güç” konumunu kaybetmesi üzerine <br /></i><i style="font-family: verdana;">küresel sermaye at değiştirerek Londra‟dan New York‟a taşındı. Küresel sermaye, 1947‟den <br /></i><i style="font-family: verdana;">sonra Amerikan atına bindi, onu dünyanın hemen her yerinde kendi planları için koşturmaya <br /></i><i style="font-family: verdana;">devam etmektedir. Onlar da 1954‟de Bildelberg‟i ve 1973‟de Trilateral Komisyonu‟nu teşkil <br /></i><i style="font-family: verdana;">etti2. CFR, Bilderberg, Trilateral gibi birçok düşünce kuruluşu İngiliz Chatham House <br /></i><i style="font-family: verdana;">prensiplerini örnek alarak kurulmuştur. Chatham House, Anglo-Amerikan işbirliğinde küresel <br /></i><i style="font-family: verdana;">sermayenin dünyayı nasıl ele geçirebileceğinin plan ve projelerini geliştiren bir kuruluştur. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Londra‟da ayrı bir devlet gibi olan “City of London”, imparatorluğun finansal makinesini işleten centilmenler kulübünden, Amerikan bankalarının </i><i style="font-family: verdana;">hâkim olduğu kanunsuz küresel finans merkezlerine dönüştü3. İngiliz offshore ağı, City yolu ile üç şey sağlar; vergiden kaçan yabancı iş ve diğer </i><i style="font-family: verdana;">kaynakların Londra‟ya gelmesini, varlıklar için depolama mekanizması ve kara paranın aklanması. City‟nin küresel off-shore sisteminde en büyük rolü </i><i style="font-family: verdana;">İngiliz örümcek ağı ile ilişkileridir. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"> Bununla beraber, İngiliz ulusal güvenlik sistemi Soğuk Savaş döneminden kalma, modası geçmiş daire ve yapılardan oluşmaktadır. İngiliz güvenlik yapılanması, istihbarat </i><i style="font-family: verdana;">örgütleri ve polisin oluşturduğu mimaride çok az bir değişiklik oldu. Bunun temel nedeni tutucu İngiliz güvenlik sisteminin yenilik ve reformlara pek açık olmamasıdır 4. Bakanlıklar </i><i style="font-family: verdana;">kendi politikalarına, bütçelerine ve kurum içi kültürlerine odaklanmıştır. Seçilmiş politikacılar sivil bürokrasiye yani atanmışlara müdahale edemez. Krallığı gerçekte kimin yönettiğinin <br /></i><i style="font-family: verdana;">sorusu ortadadır ve anayasal yorumlara açıktır. Eski başbakanlardan Gordon Brown‟ın dediği gibi, egemenlik anayasanın temeli olsa da bir masaldan öte değildir 5. </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;">Her İngiliz hükümetinin gizli bir günlükçüsü vardır yani başbakanın etrafında dolaşan <br /></i><i style="font-family: verdana;">bir kişi gelişen olayları izler ve notlar alır. Örneğin Thatcher döneminde Savunma <br /></i><i style="font-family: verdana;">Bakanlığı‟nda orta seviyeli bir memur olan Alan Clarck‟ın günlüğü dönemin olaylarını <br /></i><i style="font-family: verdana;">aydınlatmıştı. 1990‟ların ortasında Gyles Brandreth, John Major hükümetinin nasıl <br /></i><i style="font-family: verdana;">parçalandığını açıkladı. Sonraki dönemde İşçi Partisi‟nin yaşadıkları üç cilt halinde <br /></i><i style="font-family: verdana;">yayınlandı. Daha yakın zamanda David Cameron hükümetinde bir bakanlık çalışanı olan <br /></i><i style="font-family: verdana;">Sasha Swire, 2010-2016 arasında İngiliz yönetimi içindeki küçük bir elitin marifetlerini <br /></i><i style="font-family: verdana;">anlattı. Şimdi ise Dışişleri Bakanlığı‟nda başka bir orta seviyeli memur olan Alan Duncan, “In <br /></i><i style="font-family: verdana;">the Thick of It”6 adlı kitabı ile sahne arkasını, son beş yılda İngiltere siyasi hayatının <br /></i><i style="font-family: verdana;">görünmeyen yüzünü aydınlattı. Ana konuları içinde; Brexit, Boris Johnson‟ın yükselişi ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">İngiltere‟nin dünyada azalan rolü var. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">İlginç konular arasında İngiltere‟nin az bilinen Umman devleti ile yakın ve stratejik <br /></i><i style="font-family: verdana;">ilişkileri bulunuyor. İngiltere‟nin uzun zamandır Umman‟a odaklandığı ve orada en büyük <br /></i><i style="font-family: verdana;">askeri üslerinden birini bulundurduğu sır değil. İngiliz subayları Umman ordusu içinde ve <br /></i><i style="font-family: verdana;">İngiliz sinyal istihbaratı GCHQ‟nün orada bir üssü var. Tabii, Sultanlık, İngiltere için önemi <br /></i><i style="font-family: verdana;">bir silah pazarı. Detaylara gelince Duncan, Cameron tarafından 2014 yılında Sultan‟ın Özel <br /></i><i style="font-family: verdana;">Konseyi‟ne danışmanlık yapmak için atanır. Konseyin altı üyesi İngilizlere aittir ve yılda bir <br /></i><i style="font-family: verdana;">kez Sultan‟a tavsiyede bulunmak için toplanırlar. Duncan, 2001 yılından beri bu toplantılara <br /></i><i style="font-family: verdana;">14 kez katılmıştır. Konsey‟de şu kişiler yer almış; İngiliz istihbarat servisinin eski başkanları, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Kraliçenin özel sekreteri, silahlı kuvvetlerin eski genelkurmay başkanları ve Bank of </i><i style="font-family: verdana;">England‟ ın (Merkez Bankası) eski başkanı Mervyn King. Günlükte Umman ile ilgili </i><i style="font-family: verdana;">anlatılanlar, aslında İngiltere‟nin bugünkü hükümetinin Ortadoğu konusunda nerede </i><i style="font-family: verdana;">durduğunu da gösteriyor. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"> Duncan‟a göre, İngiltere Ortadoğu‟da korkak bir politika izliyor. Bunun nedeni, <br /></i><i style="font-family: verdana;">İsrail‟in İngiliz Muhafazakâr Parti içindeki dostları. Filistin‟e sempati duyanlara Dışişleri <br /></i><i style="font-family: verdana;">Bakanlığı‟nda etkili görev verilmiyor. Nitekim Boris Johnson da bu yüzden kendisini <br /></i><i style="font-family: verdana;">atayamamış, baskı görmüş. Örneğin, Shai Masot isimli İsrailli diplomatın Duncan‟ı görevden <br /></i><i style="font-family: verdana;">alması isteği kamera kayıtlarına bile girmiş. Özetle, İngiltere, Filistin‟e sempati duyar gibi <br /></i><i style="font-family: verdana;">gözüküp, asla büyük sözler vermiyor. İsrail yanlısı gruplar Başbakanlık Ofisi (Number 10) <br /></i><i style="font-family: verdana;">içinde lobi yapıyor ve Duncan‟a göre bu kolay değişmeyecek bir espiyonaj faaliyeti. Duncan, <br /></i><i style="font-family: verdana;">Shai Masot‟un İsrail askeri istihbaratında birinci ya da ikinci sekreter olduğunu ve örtülü <br /></i><i style="font-family: verdana;">propaganda işlerinden sorumlu olarak parlamenter görüntüsü altında çalıştığını söylüyor. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Masot, İşçi Partisi ile temaslarını ülkesine aktarıyor. Ama İngiliz hükümeti bu iddiaları <br /></i><i style="font-family: verdana;">araştırmaya bile gerek görmemiş. </i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;">Duncan, Brexit‟i anlatırken aslında Muhafazakâr Parti‟nin şifrelerini veriyor. Eski <br /></i><i style="font-family: verdana;">başbakan Theresa May için “Sempatik görünmesine rağmen, diğerleri gibi empati eksikliği <br /></i><i style="font-family: verdana;">yaşıyor, karizma ve kişiliği geçin ne ağırbaşlılık ne duruş var” diyor. Temmuz 2016‟da Boris <br /></i><i style="font-family: verdana;">Johnson Dışişleri Bakanlığı‟na atandığında Duncan, onun yardımcısıydı ama asıl işi onu <br /></i><i style="font-family: verdana;">izlemek yani günlük yazmaktı. Boris Johnson, onu bu göreve vermekle iyi etmemiş çünkü <br /></i><i style="font-family: verdana;">söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil. Bakın, Duncan, başbakan Boris Johnson için ne <br /></i><i style="font-family: verdana;">diyor; “Kendini yeni Churchill sanıyor, kendi kendini kandıran, sahte romantik, sadakatsiz. <br /></i><i style="font-family: verdana;">Kendini on yıldır parlatan medyaya bir teşekkür bile etmedi. İşleri ciddiye almak yerine, <br /></i><i style="font-family: verdana;">komedi rutin hale geldi. Soytarının biri idi ve aklı karışıktı, diplomatik değerlendirmeleri <br /></i><i style="font-family: verdana;">sıfırın altındaydı. Uluslararası şöhretine rağmen, yalnız, bencil, karmakarışık, disiplinsiz, <br /></i><i style="font-family: verdana;">utanmaz birisi 7.” </i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><b><i style="font-family: verdana;"><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/uluslararasi-iliskilerin-perde-arkasi_10.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></i><i style="font-family: verdana;"><br /></i></b><i style="font-family: verdana;"><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i style="font-family: verdana;">***</i><i style="font-family: verdana;"><br /></i><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-47493164694874471022021-10-10T16:50:00.000+03:002021-11-04T18:24:04.613+03:00TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 5<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 5</b></span></i></p><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kentsel yaşama amele, gündelik işçi, niteliksiz hizmet işçisi olarak katılan yurttaşların kentsel </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">imkânlardan yararlanma ve kent yaşamı içinde dönüşmeleri neredeyse imkânsızdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b><br /></b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b>4. SONUÇ VE ÖNERİLER </b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b><br /></b></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Birçok nedenden kaynaklanan, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, kentsel ve yapısal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olmak üzere oldukça farklı ve büyük etkileri olan iç göç denilen serüven, irdelendikçe farklı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yönlere kanat açan; günümüzde yaşamakta olduğumuz birçok kronikleşen sorunun biricik </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">nedenini ve aynı zamanda da reçetesini bünyesinde barındırmaktadır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ülkemizin yaşamış olduğu kentleşme ve bunun beraberinde getirdiği toplumsal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sorunların çözülebilmesi, bunlara dönük bazı politikaların geliştirilmesi ve önleyici tedbirlerin </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">alınması için iç göç olgusu, birbiriyle ilintili olan çok sayıdaki etmenle birlikte ele alınarak </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">çözümlenmelidir ve bunun sonunda elde edilen bulgular, karar alıcılarca ve uygulayıcılarca </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">her zaman göz önünde tutulması gereken birer temel başvuru kaynağı niteliğinde olmalıdır.</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> 1950’li yıllarda ülkemizin kırsal alanlarına bir anda giriveren ve buradaki toplumsal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yapıyı beklenmedik bir hızda ve ölçüde değiştiren tarımda makineleşme olgusu ile fitili </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ateşlenen, daha sonra da gittikçe hızlanan, hızlandıkça etkileri ve kapsamı genişleyen, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ülkemizdeki kentsel yapıyı, kır-kent nüfusunun dağılımını büyük ölçüde değiştiren, toplumsal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sorunların artmasına ve bunlara yenilerinin eklenmesine yol açan iç göç süreci dönemsel </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olarak incelendiğinde; başlangıçta tarımda makineleşme ve bunun kırsal alanlarda ortaya </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">çıkardığı eksik istihdam sonucu ortaya çıkarken, daha sonraları ülkenin kırsal alanlarına </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Kapitalizmin girmesi ve bu olgunun ortaya çıkardığı tarımsal üretimin ticarileşmesi ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">metalaşmasına paralel olarak zamanla tarımsal üretim yapanların zararına işleyen bir sürece </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yerini bırakmasıyla gittikçe artmıştır. Bundan sonraki süreçte, kırsal yerleşmelerin altyapı ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">temel kamu hizmetlerinden yoksun olması fertleri göçe sürüklemiştir. Ayrıca ülkede kırsal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">alanlara gittikçe yerleşen ve buralardaki küçük toprak sahiplerinin ayakta durmasını oldukça </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">zorlaştıran Kapitalizm ile artan, ancak temelde dengeli bir toprak dağılımının ülkede </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sağlanamamasından kaynaklanan eskinin feodal beyleri günümüzün toprak ağalarının, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">topraklarını borç verme ve tefecilik yoluyla gittikçe genişletmeleri ve bunun sonunda ağırlıklı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olarak yarıcı-ortakçı durumuna düşen kırsal kesim insanlarının geçim sıkıntısı içine girmesi </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">de buralarda yaşayanları iç göçe itmiştir. Bunun dışında tarım kesiminden devletin el çekmesi </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ve üreticilerin Kapitalist sistemde tek başına bırakılması, tarım kesiminin ‘fertleri besleme </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kapasitesi’ni düşürmüştür. Ayrıca ülkede özellikle eğitim örgütlenmesinin kentlerde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">konuşlanması, yatırımı özendirici politikalar nedeniyle kentlerle kırsal yerleşmeler arasında </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">belirginleşen ara farkların oluşması, kentsel yatırımların yanı sıra, sanayi yatırımlarının büyük </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ölçüde büyük kentlerde konuşlanması kentleri çekici kılmış ve büyük nüfus kitlelerini gerekli </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">maddi birikimden ve kentin gerektirdiği yaşam ölçünlerinden yoksun bir şekilde kentlere </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">doğru itmiştir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca 1980’li yıllarda ülkemizin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">görülmeye başlanan terör ve güvenlik nedeniyle, gerekli maddi birikimden yoksun olan, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kentle tanışıklığı yok denecek derecede az olan büyük bir nüfus kitlesi gönülsüz olarak yer </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">değiştirmek zorunda kalmıştır. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kısaca bu şekilde özetlenen nedenlerle ortaya çıkan iç göç hareketlerinin, ülkemizdeki </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kentsel dokuyu büyük ölçüde bozduğu, ekonomik ve toplumsal dengeleri ters yüz ettiği, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">beklenmedik birçok olumsuz sonuca neden olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sonuçlar arasında; </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">başta gecekondulaşma gibi kentsel dokunun biçimsel açıdan kanserleşmesi, kentle </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bütünleşmeyen marjinal işlerde aşırı düzeyde birikmelerin görülmesi, kırsal yapıya özgü </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">dayanışma ve danışma ilişkilerinin (hemşehricilik gibi) kente taşınması, kentsel altyapının taşıma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kapasitesinin üstünde nüfusun kentlere akması ile kentsel altyapının bunu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kaldıramaması, kentlerdeki siyasal hayatın kırsal ilişki ağları ve bazı faydacı anlayışlarla </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bozulması, sosyo-kültürel uyum sorunları gibi sonuçlar yer almaktadır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">İç göçün bu olumsuz sonuçlarının ortadan kaldırılması ve minimize edilebilmesi için, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">iç göç olgusuna neden olan faktörlerin iyice çözümlenmesi ve bunlara yönelik önlemler </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">alınması gerekmektedir. Bu bağlamda iç göçlerin ağırlıklı olarak ortaya çıkmasına neden olan </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">geçim sıkıntısı ve işsizlik gibi ekonomik yönlü nedenlere karşı, ülkede bölgelerin çevresel ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sosyo-ekonomik şartlarına uygun yatırımlar kamu kesimince ve özel kesimce yapılarak </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">buralarda istihdam alanları oluşturulmalıdır. Özel kesimin bu alanlara yönelmesi için </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">özendirilmesi ve sanayi yatırımlarının ekonomik bakımdan geri kalmış bölgelere kaydırılması </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">için ‘kalkınmada öncelikli iller’in sayısı arttırılmalıdır. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kırsal alanlarda köy tipi sanayi geliştirilerek buralarda yaşayanların üretici kimliğe </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kavuşması sağlanmalı, kırsal kesimde maliyetlerin azaltılması ve pazarlık gücünün arttırılması </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">için kooperatifleşme desteklenmelidir. Tarım sektöründe faaliyet gösterenlerin son </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">zamanlarda talep gören ve insan sağlığı, çevre açısından da büyük önem arz eden organik </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">tarım yöntemleriyle üretim yapması teşvik edilmelidir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca ülkede göç veren yörelerde ve kırsal kesimlerde yaşayanlar için yeni gelir </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">getirici faaliyet alanları yaratılmalı veya teşvik edilmelidir. Bunlar, özellikle tarım dışı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">alanlarda bölgesel farklılıklara göre şekillenen eko-turizm gibi düşük maliyetli ve yeni kazanç </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">alanları olmalıdır.</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Kırsal alanlarda sunulan kamu hizmetlerinin yoğunlaştırılması ve altyapı hizmetlerinin </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">iyileştirilmesi gerekmektedir. Kırsal kesimde sunulan hizmetlerin maliyetini düşürmek ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">hizmet kalitesini yükseltmek için, toplu yerleşmelere geçilmesi için halk özendirilmelidir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kente göçle gelenlerin kentlileşme düzeylerinin yükseltilmesi için, bu kişilerin kentsel </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">danışma ve dayanışma mekanizmalarıyla tanışıklılığının ve bağlantısının sağlanması </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">gerekmektedir. Bu bağlamda özellikle kentlerin yoğun olarak göç alan bölgelerinde, halkın </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sosyalleşmesinin sağlanması ve kentli davranış kalıplarına uyum düzeyinin yükseltilmesi için </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">halk eğitim merkezleri, küçük çaplı tiyatrolar, spor ve kültürel aktivite merkezleri kurulmalı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ve bunların faal bir şekilde işlemesi sağlanmalıdır. Ayrıca basın ve yayın kuruluşlarının da, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yayınları arasında halkın kentlileşmesine, kentsel davranış kalıplarına dönük bazı iletilere ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bu yönde hazırlanacak özel programlara yer vermesi gerekmektedir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kentlerde faaliyet gösteren sosyal ve kültürel amaçlı derneklerin kurulması, bunlara </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">katılım ve bunların etkinlikleri devlet tarafından desteklenmeli; halkın sivil toplum örgütleri </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">aracılığıyla taleplerini toplu ve örgütlü bir şekilde ilgili yerlere iletmesi özendirilmeli ve halk </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bu yönde bilinçlendirilmelidir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kente göçle gelenlerin marjinal kesim diye addedilen türedi işlerde birikmesini </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">önlemek için, bu kişilerin mesleki becerilerini artırmak ve bunların yeni iş alanlarına </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kaydırılması için mesleki eğitime tabi tutulmalarını sağlayan eğitim faaliyetlerinin ve bunları </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yürütecek örgütlerin yoğun bir şekilde desteklenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, kamu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kesimi ve özel kesim işbirliği içinde olmalıdır. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Göçün kentlerde yol açtığı kaçak ve sağlıksız yapılaşmayı önlemek için, altyapısı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">hazırlanmış, kamu olanaklarına ve kent merkezine erişimi sağlanmış olan alanlar </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">oluşturularak kente gelenlerin buralara kaydırılması sağlanmalıdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Göçle kente gelenlerin, belli bir süre kentte tutunmasını sağlamak, belli bir gelir düzeyine erişmesini sağlamak için, kentlerde cüzi bir bedel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">karşılığında barınmasını sağlayan kiralık sosyal konutlar devlet tarafından inşa edilip, bunların fertler arasında dolaşımı sağlanmalıdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b>KAYNAKÇA </b></span></i></div><div><span style="font-family: verdana;"><i><br /></i></span><i><span style="font-family: verdana;">AKÇAY, A. Adnan, (1999), “Toprak Ağalığından Kapitalist İşletmeciliğe Türkiye </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tarımında Büyük Topraklı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İşletmeler”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">AKŞİT, Bahattin, (1997), “İç Göçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gözlemler: Köy Tarafından Bir Bakış”, Ahmey İçduygu ve Diğerleri (Der.), (1998), </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de İçgöç, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">AKŞİT, Bahattin, (1999), “Cumhuriyet Döneminde Türkiye Köylerindeki </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Dönüşümler”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">BULUT, Yakup, (2005), GAP Bölgesinde Kentleşme (Sorunlar ve Çözümlere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İlişkin Yaklaşımlar), İstanbul: Nobel Kitabevi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ÇAKIR, Osman, (2007), Kentleşme ve Gecekondu Sorunu, Isparta Fakülte Kitabevi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">DİNÇ, Adem, (2007), “Yurdumuzda İç Göç”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://www.paylasimcenneti.com/yurdumuzda-ic-goc-t4242.0.html;wap2, İnd. Tarihi: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">15.04.2008. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">DPT (Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı), (1997), “Ulusal Çevre Eylem Planı”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://ekutup.dpt.gov.tr/cevre/eylempla/torosa.pdf, İnd.Tarihi: 11.02.2008. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ERDEM, Vahit, (1986), “Hızlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Şehirleşme ve Konut Sorunu”, SİSAV (Der.), (1986), </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hızlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ERJEM, Yaşar, “Türkiye’de İç Göçler, Kentleşme ve Toplumsal Değişme”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://www.felsefelik.com/simurg/2-1997/13.pdf, İnd. Tarihi: 05.03.2008. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">GÜLER, Birgül A., (2005), Yeni Sağ ve Devletin Değişimi Yapısal Uyarlama </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Politikaları 1980-1995, İstanbul: İmge Kitabevi.</span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">GÜNGÖR, Nazife, (2005), “Göç Olgusu ve Arabesk”, Zeytinburnu Belediyesi (Der.), </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(2005), Uluslararası Göç Sempozyumu Bildirileri, Zeytinburnu Belediyesi İstanbul: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Zeytinburnu Belediyesi Yay.</span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">GÜRBÜZ, Şefika, (2005), “Kırdan Kente Zorunlu Göçün Nedenleri ve Sonuçları”, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Zeytinburnu Belediyesi (Der.), (2005), Uluslararası Göç Sempozyumu Bildirileri, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Zeytinburnu Belediyesi İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">GÜRKAN, Mustafa, (2006), “Sosyolojik Açıdan Göç ve Yasadışı Göç Hareketleri, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, (2006), “Türkiye Göç ve Yerinden </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Olmuş Nüfus Araştırması”,http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tgyona/TGYONA_rapor.pdf, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">İnd. Tarihi: 07.09. 2007. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">HURMA, Hüseyin, (2003), “Türkiye’de Kentleşme ve Göç Olgusunun Siyasal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Katılıma Etkisi”, Muğla: Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">IŞIK, Oğuz, M. Melih Pınarcıoğlu, (2003), Nöbetleşe Yoksulluk, İstanbul: İletişim Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">İÇDUYGU, Ahmet, Turgay Ünalan, (1997), “Türkiye’de İç Göç Sorunsal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Alanları ve Araştırma Yöntemleri”, Ahmey İçduygu ve Diğerleri (Der.), (1998), Türkiye’de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İçgöç, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">İÇDUYGU, Ahmet, İbrahim Sirkeci, (1999a), “Bir Ülke, Bir Aile ve Birçok Göç: </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Cumhuriyet Döneminde Bir Toplumsal Dönüşüm Örneği”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">İÇDUYGU, Ahmet, İbrahim Sirkeci, (1999b), “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Göç Hareketleri”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">İLKKARACAN, İpek, Pınar İlkkaracan, (1999), “1990’lar Türkiye’sinde Kadın ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Göç”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KARTAL, S. Kemal, (1992), Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kentlileşme, Ankara: Adım Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KAZGAN, Gülten, (1999), “1980’lerde Türk Tarımında Yapısal Değişme”, Oya </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KELEŞ, Ruşen, (2002), Kentleşme Politikası, İstanbul: İmge Kitabevi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KEYDER, Çağlar, (1999), “Türkiye’de Tarımda Küçük Meta Üretiminin Oluşumu”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KÖYMEN, Oya, Meriç ÖZTÜRKCAN, (1999), “Türkiye’de Toprak Dağılımı Üstüne </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Bazı Notlar”, Oya Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KURT, Hacı, (2003), Türkiye’de Kent-Köy Çelişkisi, Ankara: Siyasal Kitabevi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">KUTLU, Kemal, (1986), “Hızlı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Şehirleşme ve Ulaşım Sorunu”, SİSAV (Der.), </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(1986), Hızlı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">PEKER, Mümtaz, (1999), “Türkiye’de İçgöçün Değişen Yapısı”, Oya Baydar (Der.), </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">(1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ŞENTÜRK, Ünal, (1999), “Göç ve Kentlileşme (Malatya Örneği)”, Malatya: İnönü </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Lisans Tezi. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ŞENYAPILI, Tansı, (2006), “Gecekondu Olgusuna Dönemsel Yaklaşımlar”, Ayda </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Eraydın (Der.), (2006), Değişen Mekân Mekânsal Süreçlere İlişkin Tartışma ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Araştırmalara Toplu Bakış: 1923-2003, Ankara: Dost Kitabevi Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TDK (Türk Dil Kurumu), (2011), “Büyük Türkçe Sözlük”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://tdkterim.gov.tr/bts/, İnd. Tarihi: 18.09.2007. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TEKŞEN, Adnan, (2003), Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Hemşehrilik Ankara’daki Malatyalılar Örneği, Ankara: DPT Yay.</span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TÜFEKÇİ, Suat, (2002), “Göç Olgusu, Kentleşme ve Türkiye’de Göç Hareketleri”, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://www.forumex.net/tarih/54325-goc-olgusu-kentlesme-ve-turkiyede gochareketleri. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">html, İndirilme Tarihi: 25 Ağustos 2007. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011a), “Türkiye’de Sayım Yıllarına </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Göre Nüfus”, http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=202, İnd. Tarihi: </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">13.03.2011. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011b), “Yerleşim Yerlerine Göre </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Göç Eden Nüfus”, http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=159, İnd. Tarihi: </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">13.03.2011. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">TÜİK (Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu), (2011c), “İstatistiksel Bölgelerin </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Aldığı Göç, Verdiği Göç, Net Göç ve Net Göç Hızı”, İndirilme Tarihi: 1 Şubat 2008, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=161 , İnd. Tarihi: 13.03.2011. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">USUMİ, Sadullah, (1999), “75 Yılda Hayvancılık: Gelişmeden Çöküşe…”, Oya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Baydar (Der.), (1999), 75 Yılda Köylerden Şehirlere, İstanbul: Tarih Vakfı Yay.</span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ÜNER, Sunday, (1972), Nüfus Bilim Sözlüğü, Ankara: Mars Ticaret ve Sanayi A.Ş. Matbaası. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">VERGİN, Nur, (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyolojik Ve Siyasal Sonuçları”, SİSAV (Der.), (1986), Hızlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, İstanbul: SİSAV Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">YALÇIN, Cemal, (2004), Göç Sosyolojisi, Ankara: Anı Yay. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">YAMAK, Rahmi, Nebiye Yamak, (1999), “Türkiye’de Gelir Dağılımı ve İç Göç”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Cilt: 1, Sayı: 1, s. 26-39, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">http://www.sbe.deu.edu.tr/Yayinlar/dergi/dergi01/yamak.htm, İnd. Tarihi: 09.02.2008. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-23014434164363069482021-10-10T16:48:00.003+03:002021-11-04T18:23:59.490+03:00 TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 4<p style="text-align: center;"><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"> <i>TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 4</i></span></b></p><div><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana; font-style: italic;"><br /></span></div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>3. TÜRKİYE’DE İÇ GÖÇLERİN SONUÇLARI </b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sanayi toplumu olma yolunda hızlı bir ilerleme gösteremeyen Türkiye’de meydana </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">gelen iç göçler sonunda kentsel alanlar hızla akan kırsal nüfusu aynı hızda emme gücüne </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sahip olamamıştır. Bir yandan kırsal alanlardan akan işgücünü istihdam edecek sanayi aynı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">hızla gelişmemiş, diğer yandan kentsel alanlar gelen nüfusu barındıracak konut gereksinimini </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">karşılayamamıştır. Sonuç olarak, gecekondularda yaşayan ve ikincil ekonomik sektörlerde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">geçimini sağlamaya çalışan bir göçmen kitlesi, kent nüfusunun ağırlıklı bir parçasına </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">dönüşmüş; “kentleşme” ve “kentlileşme” farklılığı da bu çerçevede tartışılmaya başlanmıştır </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">(İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 252). </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İç göçün ülkemizde neden olduğu sonuçlardan en önemli olanlarını ana hatlarıyla </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">özetleyen bu paragraftan da kısmen anlaşılabileceği gibi, Cumhuriyet ile beraber kalkınma </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">çabalarının hız kazandığı ülkemizde kentler iç göçle gelen nüfus hareketinden büyük ölçüde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">etkilenmiştir. Böyle olunca Batı toplumlarında görülenin aksine Türkiye’deki kentler ani ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sıçramalı bir büyüme göstermiş ve Türkiye bu sürece hazırlıksız yakalanmıştır. Başka bir </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ifadeyle Türkiye’deki kentleşme, sanayileşme ile yakın ilişki içinde olmasına rağmen, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sanayileşme ile orantılı bir gelişme göstermediği ve sanayileşmenin doğurduğu ihtiyaçlara </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">uygun olmadığı için, sağlıksız ve düzensiz bir şekilde gelişme göstermiştir (Karaman, 1998: </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">35, aktaran; Bulut, 2005: 37). </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu düzensizliğin ana sebeplerinden biri de hiç şüphesiz ki yoğun bir şekilde yaşanan </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">gecekondulaşma sürecidir. Ülkemizde tümüyle olmasa da genel olarak köylerden ve kırsal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kasabalardan göç eden insanlar, düzensiz sanayi merkezlerinin çirkinleştirdiği kentlere </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">geldiklerinde barınabilecekleri bir yere en çok ihtiyaç duymuşlardır. Ancak içinde yaşamı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sürdürmenin oldukça pahalı olduğu kentlerin lüks konutlarından yararlanmak bu insanlar için </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">imkânsızdır (Çakır, 2007: 33-34). Bu yüzden bu kişiler bu fiyatlar karşısında çözüm </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">arayışlarına gitmişlerdir ve bunun sonucunda çözüm mekânı olarak da gecekonduyu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bulmuşlardır. Yani gecekondu düşük gelirli istihdam alanlarında çalışan ve sosyokültürel </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">farklılıklardan dolayı kente uyum göstermekte zorlanan bir nüfusun, mülkiyeti başkalarına ait </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">topraklar üzerine yasal olmayan yollardan yapılmış konutlara yerleşmesiyle ortaya çıkmış bir </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olgudur (Tekşen, 2003: 45). Bu olguyu artıran nedenlerden biri de, ülkemizde sanayileşme </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sürecinde kentleşmenin sanayileşme için itici bir güç olarak kabulüyle iç göç olayı ülke </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ölçüsünde bir boyut kazanırken, bu ülke boyutundaki yeni yerleşme düzeni sorununun </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">cevaplandırılmasının yerel yönetimlerin imkânlarına terk edilmesidir. Bu durumda yerel </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yönetimler de hızlı bir tempoyla kentlerine gelen kırsal nüfusun yerleşme gereksinimlerini </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">karşılayamamış ve göçen nüfus kendi imkânlarıyla bu sorunu çözümlediğinde de sonuç, kamu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">elindeki arazilerin bir gecede inşa edilen gecekondularla kullanılması olmuştur (Erdem, 1986: 188-189). </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gecekondu olgusu kırdan kente göçen nüfusun içine girmiş olduğu yoğun çözüm </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">arayışı sürecinde en başarılı olduğu alandır. Göçmen nüfus, gecekondu yaparak sadece </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">barınma sorununu çözmemiştir, aynı zamanda gecekonduyu bir yatırım aracı olarak da </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kullanmıştır. Kentteki biriktirimlerini ve kırdaki kaynaklarını önemli ölçüde gecekonduya </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kanalize etmiştir. Böylece hem barınmıştır, hem de servet biriktirerek sosyal güvenlik </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ihtiyacını karşılaşmıştır. Ancak tek tek kişiler açısından yararlı gibi görünen bu işleyiş, büyük </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal kaynakların israfına neden olmuştur (Kartal, 1992: 38). </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Buna rağmen devlet ve piyasa güçlerinin ağırlık değiştirerek denge aradığı ekonomik </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">modeller içinde yapılanan emek piyasası ise, gecekondu nüfusunun sunduğu ucuz emeği her </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">modelin içinde farklı değerlendirmiş, zaman içinde bu emeğe farklı ve çoğu zaman </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">vazgeçilemez önemde işlevler yüklemiş, bu işlevlerin karşılığında bu nüfus önce ekonomik </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">mekânda süreklilik kazanmış ve bu süreklilik sonucu siyasal mekâna giriş yaparak bu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">mekânda da vazgeçilemez önemde işlev yüklenmiştir (Şenyapılı, 2006: 119). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenlerden dolayı da ülkemizde gecekondu sayısı gün geçtikçe artmıştır. Şöyle ki, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">1940'ların sonuna doğru, büyük kentlerde 23-30 bin gecekondu bulunurken, bu sayı 1960'da </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">240 bine, 1983'te ise 1,5 milyona yükselmiştir. 1990 yılı itibariyle, Türkiye'de 1 milyon 750 </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bin gecekondu bulunduğu tahmin edilmektedir (Keleş, 1990: 78, aktaran; DPT, 1997). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Siyasal mekânda da gecekondunun yer almasıyla gecekondu alanları siyasi rant </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">çeperlerine dönüşmüştür. Bu da zamanla yasal düzenlemelerin oy kaygısıyla altüst edilmesine </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ve kentleşme sorunlarının üstesinden gelinemeyecek bir noktaya erişmesine yol açmıştır. Bu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">aşamada devreye giren enformel çözüm yollarının bedeli çok yüksek düzeylere erişmiştir. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Kent çevresindeki hemen her tür alan vahşi bir yapılaşmaya açılmış, kentlerin yerine konması </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">mümkün olmayan tarihsel değerleri yitip gitmiştir. Sonuçta ortaya çıkan, kalitesiz sıfatını her </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ölçüde sonuna dek hak edecek bir tarihsel çevre ortaya çıkmıştır (Işık ve Pınarcıoğlu, 2003: </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">98). Ayrıca bu süreçte konut alanlarında meydana gelen sağlıksız yapılaşmanın da bünyesinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">birçok tehlikeyi ve sorunları barındırdığı tartışılmaz bir gerçektir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bunun acı meyvelerini de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 yılında yaşadığımız depremler sonunda binlerce can kaybı ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">trilyonlarca maddi kayıpla almış bulunmaktayız. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de iç göçle kente gelenler arasındaki katmanlaşmanın ilk boyutunu, görüldüğü </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">gibi gecekondu topraklarının değerlendirilmesi meydana getirmektedir. Fakat kentlerin </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">büyüme ekseninin farklı olmasından ötürü, tüm gelenlerin toprak rantından eş zamanlı eş düzeyli </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yararlanmaları söz konusu olmadığı için, göçmenlerin sosyal katmanlaşmasıda </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">farklı düzeylerde gerçekleşmiştir (Peker, 1999: 299). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İç göçün ülkemizdeki sonuçlarının gecekonduyla sınırlı olmadığı herkesçe kabul </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">edilen bir gerçektir. Bunun dışında iç göçle beraber hızlanan kentleşme büyük etkileri olan bir </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal erozyonu da beraberinde getirmiştir. Bu erozyonun kırsal alanlar üzerindeki etkisi; </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">geçim olanakları daralmış bu yerleşmelerde yaşayanların büyük düşlerle kentlere göçmesi, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">köylerin atılgan, genç, becerikli ve girişimci öğelerini yitirmesi biçiminde yüzünü </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">göstermiştir. Büyük kentlere gelenlerin çoğu, baba ocaklarından, alışagelmiş oldukları </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">çevrelerinden uzaklaşmış olduklarından, ihtiyaç duydukları maddi ve manevi desteklerden </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yoksun kalmışlardır. Parlak iş hayalleriyle geldikleri büyük kentlerde, çoğu kez bunlara </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">erişemediklerini görüp; işsiz ya da gizli işsiz durumuna gelmişlerdir. Küçük köy topluluğunun </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">oynadığı denetim işlevinin etkinliğini yitirmesinden dolayı, toplum için yararlı olmayan, hatta </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">zararlı yollara kapılmaları olasılığı da artmıştır (Keleş, 2002: 74-75). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Söz konusu toplumsal erozyonun kentlerde görülen birçok belirtileri vardır. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Ülkemizde kentlerin sanayileşme seviyesinin düşük olması, kente göçenlerin kalifiye </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olmamaları ve göçün yoğunluğu ile birlikte kentlerde önemli bir işsizlik sorunu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yaşanmaktadır (Erjem, 2008: 22). Bundan dolayı da iş gücü, ‘ikincil ekonomik kesimler’ </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">olarak adlandırılan marjinal ekonomik kesimlere yönelmektedir. Girişin kolay olduğu, büyük </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">sermaye gerektirmeyen ve müşterinin kolay erişebildiği işler olan marjinal işlerin, sosyal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">güvencesi olmayan, bilgi ve deneyim gerektirmeyen işler olduğu, genel kabul gören </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">özellikleri arasındadır. Ülkemizde bu kesimin genişlemesi ile iş gücü piyasası </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">örğütsüzleşmeden uzak ve iş gücünün zararına işleyen bir görünüme kavuşmuştur. Ayrıca </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">gittikçe büyüyen marjinal kesim çok sayıda kaynak israfına da yol açmaktadır (Şenyapılı </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">1982: 107, aktaran; Tekşen, 2003: 79). </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İç göçün neden olduğu toplumsal erozyonun bir diğer belirtisi de, iç göç olgusuyla </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">hızlanan kentleşme neticesinde, kentlerin gerek nüfus, gerekse alan olarak büyümesinin yol </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">açtığı ulaşım ve trafik sorunlarıdır. Bu sorunlardan dolayı, kentlerin konut bölgelerinden, iş ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ticaret yerlerinin toplu olarak bulunduğu, merkez bölgelerine doğru yönelen önemli bir yolcu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">trafiği belirmekte, özellikle gün içinde mesai başlangıç ve bitiş saatlerinde ulaşım, yavaşlama </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ve tıkanmalarla güçlükle sağlanabilmektedir, şehir içi seyahatler uzun sürmektedir (Kutlu, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">1986: 212).</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Ülkemizde yaşanan yoğun iç göç hareketinin beraberinde getirdiği sonuçlardan bir diğeri de kentlerde meydana gelen kültürel değişmeler ve uyum sorunudur. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Güngör (2003, 230)’ün belirttiği gibi kırdan kente göç eden yığınlar ilk aşamada kente beraberinde kendi yaşam biçimlerini, değerlerini, gelenek ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göreneklerini, ritüellerini de getirirler. </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">Dolayısıyla kırdan kente bir kültürel akış gerçekleşir. Bu da kentli toplumsal ve kültürel yapının çözülmesi, kentte bu anlamda bir taşralaşma sürecine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">neden olur. Diğer yandan kente göç eden insanların zamanla geldikleri köylere, kasabalara kısa süreli gidiş gelişleri söz konusu olur ki bu gidiş gelişler, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kente özgü birtakım toplumsal ve kültürel değerlerin kıra taşınmasına da neden olur. Zaman içinde kentler de taşralaşma sürecine, taşra da kentleşme </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sürecine doğru gitmektedir.</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Bunun dışında ülkemizde yaşanan iç göç hareketinin kentlerdeki siyasal hayatı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olumsuz yönde etkilediği bir gerçektir. Türkiye’de kırsal kesimlerdeki seçmenin oyunu tam </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir demokrasi bilinci içinde ve kendi inandığı ideolojik değerler veya kendi siyasal fikirleri ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kararları doğrultusunda kullandığını söylemek oldukça güçtür. Yeterli düzeyde bilince sahip </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmayan bu seçmen kitlesinin (Görentaş, 2008) mobilize oy, patron-yanaşma ilişkilerinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hâkim olduğu köylük yerlerde, belirli bir patronun ya da ağanın güdümünde ve onun istediği </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yönde oy kullandığı bilinmektedir (Vergin, 1986: 42). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Dolayısıyla bu seçmen kitlesi kırsal alanlarda çok küçük vaatlerle ve propagandalarla </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kolayca kandırılıp, oyları istenen tarafa yönlendirilmektedir. Dolayısıyla gerekli siyasal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">birikime ve bilinç düzeyine sahip olmayan bu kitlenin iç göçle kente gelmesi sonucu, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kentlerdeki seçimlerde oy vermesi ve bu oyların kentlerin geleceğini tayin etmesi ülkemizde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kentleşme için son derece vahim bir durumdur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Görentaş (2008)’ın belirttiği gibi söz konusu kitle kent merkezinin çevresine </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">oluşturduğu, gün geçtikçe sayıları artan, şehrin fiziksel ve kültürel dokusuyla taban tabana zıt </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yapılar olan gecekondularına tapu alabilmek için bu yapıyı destekleyen, bu yönde vaatlerde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bulunan siyasi partilere arka çıkmıştır. Kısaca Türkiye’de köyden kente yapılan göç </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">hareketleri kentteki siyasal hayatı olumsuz yönde etkilediği gibi, çarpık ve sağlıksız bir </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kentleşmeye de neden olmuştur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca ülkemizde iç göçle kentlere yönelen yoğun nüfus akımı nedeniyle kentlerde </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">kanalizasyon yetersizliği, içme suyu ve elektrik sıkıntıları, toplu taşıma araçlarının </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yetersizliği, okul, kitaplık, yeşil alan eksikliği, hava ve gürültü kirliliği (Keleş, 2002: 74-75), </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">suç oranının yükselmesi, güvenlik sorunları gibi birçok sorun belirmiştir.</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Özellikle kırdan kentlere yönelik olarak gerçekleşen iç göçün ülke ekonomisine büyük </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bir yük getirdiği tartışılmaz bir gerçektir. Yukarıda da değinilen marjinal kesimlerde çalışan </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">iş gücü kayıt dışı ekonomiye yol açmaktadır. Bunun dışında gelişigüzel ve akılcı olmayan </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">şekillerde yapılan gecekondulara altyapı hizmeti götürmek için devletçe yapılan harcamalar, </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">planlı bir yapı için yapılan harcamaların kat kat üstünde kalmaktadır. Ayrıca köyden kente </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yapılan göçlerle kendi toprağında çiftçi olarak çalışan toprak sahibi köylülerin, topraklarını </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bırakmalarından dolayı, kırsal kesimde tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde önemli miktarda </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">azalmaların olduğu gözlenmiştir (Görentaş, 2008). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bunun dışında değinilmesinde yarar görülen diğer bir husus da, ülkemizde 1980’li </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yıllardan beri gerçekleşen zorunlu göçlerin sonuçlarıdır. Gürbüz (2005: 213)’ün belirttiği gibi </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">zorunlu göçler sonunda, göç edilen bölgelerde tarım ve hayvancılığa dayalı faaliyetlerle </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">geçimini sürdüren yurttaşlar göç sonrası yeni yerleşim alanlarında işsizlik, sefalet ve </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">yoksulluk gibi sorunlarla karşılaşmışlardır. Ayrıca zorunlu göç öncesi ülkenin et ve süt </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">ürünleri ihtiyacının önemli bir bölümü bu bölgelerden sağlanmaktaydı. Ancak göç sonrasında </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">bu bitme aşamasına gelmiştir ve bu ürünler dışalım (ithalat) yoluyla alınmaktadır. Zorunlu </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">göç sonrası aile reisleri iş bulamazken, gençler ve çocuklar ise geçici-dönemsel işlerde sosyal </span></i><br /><i><span style="font-family: verdana;">güvencesi olmayan, kalitesiz işlerde düşük ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><b><i><span style="font-family: verdana;"><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/turkiyede-ic-gocler-uzerine-genel-bir_56.html">5. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></b><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-4006348408513400362021-10-10T16:44:00.005+03:002021-11-04T18:23:54.633+03:00 TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 3<div style="text-align: center;"><b><span style="font-family: georgia; font-size: large;"> <i><span style="color: #990000;">TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 3</span></i></span></b></div><p style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><b>1980 Sonrası Dönem: </b></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><b><br /></b></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tablo 1’e bakıldığında 1980 sonrası dönemde genel nüfusun giderek artmış olduğu ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">nüfusun kentlerdeki oranının daha önceki dönemlerin aksine kırdaki oranından fazla olduğu, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir başka ifadeyle kır-kent dağılımının kent yararına (lehine) olacak şekilde farklılaştığı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">söylenebilir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İç göçlerin bu dönemden itibaren kent ağırlıklı bir yapıya dönüşmesinin nedenleri <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında; eğitim örgütlenmesinin kentsel alanlarda ağırlıklı olarak konuşlanması, kamu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kesiminin ekonomi politikaları ve yatırımı özendirici politikaları nedeniyle köyle kent <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında ara engellerin oluşması ve aşamalı göçün başlaması, ülkede göç veren bölgelerdeki <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kentsel yapıların kırsal nitelik taşıması, az nüfuslu kentsel yerleşmelerdeki sermaye <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sahiplerinin bu mekânlardaki paranın dönüş hızının yetersiz kalması nedeniyle bir üst denetim <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">merkezindeki imkânları değerlendirme arzusu (Peker, 1999: 297) gibi etkenler sayılabilir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1980 yılından sonraki dönemde ülkemizdeki iç göçü büyük ölçüde etkileyen <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">nedenlerden bir diğeri ise, bu yıllardan sonra Türk tarımında görülen gerilemedir. Şöyle ki, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye 1980 yılına kadar hayvancılıkta Avrupa ülkeleri arasında birinci, dünyada ise ikinci <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sıradaydı. Ancak, 1980 yılından sonra tarım ve hayvancılık politikalarında yapılan olumsuz <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">değişiklikler, Türkiye’nin tarım alanındaki söz sahibi ülke konumunu sekteye uğratmıştır <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Usumi, 1999: 39-42). </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1980’li yıllarda uygulanan ‘uyarlanma politikaları’ ile birlikte tarım yönetimi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“aşağıdan yukarı”ya doğru erimeye, bunun sonunda ilgili bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">işlev değiştirmeye başlamıştır. Birincisi, temel tarımsal girdilerin tedariki ve dağıtılmasında <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kamu kesiminin tekel konumuna son verilmiştir. İkincisi, kamu yönetimi tarım ve destekleme <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">alımı fonksiyonunu büyük ölçüde terk etmiştir. Üçüncüsü, tarımsal sanayi tümü ile özel <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sektöre terk edilmiştir. Dördüncüsü, ilk üç değişiklikle birlikte tarımsal kredi sistemi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“destekleme” niteliğinden uzaklaştırılmıştır (Güler, 2005: 202). </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Şöyle ki, tarım ürünlerine ve hayvancılığa devlet tarafından verilen destekler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">azaltılmış. Ayrıca, tarımsal KİT’ler ve Tarım Satış Kooperatifleri ile ilgili yasalarda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">değişikliğe gidilmiştir. Daha sonraki aşamalarda Süt Endüstrisi Kurumu ile Et-Balık </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kurumlarının piyasadaki etkinliğine zamanla son verilmiştir. Üreticiler bunun üzerine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ürünlerini değerine satamaz duruma geldiler. Sonunda bu KİT’ler ve Tarım Satış </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kooperatifleri özel sektör firmalarına çok düşük fiyatlarla devredilmiştir (Usumi, 1999: 3942). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Bunların dışında 1970’lerin sonuna kadar sürdürülen tarımsal desteklemeler <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(sübvansiyonlar) de 1980’li yıllardan başlayarak aşınmaya başlamıştır. Şöyle ki, üretimi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">desteklenen tarım ürünlerinin sayısı 1980 yılında 22 iken, bu rakam 1990 yılında 10’a <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerilemiştir (Yenal, 2001: 39, aktaran; Kurt, 2003:76). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Sayılan bu nedenlerden dolayı, 1980 ile 1985 yılları arasında her 1000 kişiden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yaklaşık 65’i çeşitli nedenlerden dolayı sürekli (daimi) ikametgâhlarını değiştirmiştir. Bu sayı, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1985 ile 1990 yılları arasındaki dönemde % 25’lik bir artış göstererek 81’e erişmiştir (Yamak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve Yamak, 1999: 16). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de yarım asırdan beri devam eden bu iç göç olgusuna, Doğu ve Güneydoğu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Anadolu Bölgelerinde 1980’li yıllardan beri devam eden terör sonucu oluşan güvenlik <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sorunları, büyük ölçekli kalkınma projeleri, doğal afetler nedeniyle meydana gelen yer <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">değiştirmeler de eklenmiştir. Özellikle 1985-1996 yılları arasında terörün şiddetlenmesinden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">dolayı bölgede yaşayanların bazılarının yerleşim yerleri zorunlu olarak ya da kendi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">istekleriyle değişmiştir (Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, 2006). Terör ortamı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">nedeniyle can ve mal güvenliğinin olmaması, mevcut geçim kaynaklarının kaybedilmesi veya <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">daralması gibi nedenlerle halk bölgeden hızlı bir şekilde uzaklaşmıştır (Hurma, 2004: 82). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de iç göçün nedenleri arasında yer alan iletici güçler diye adlandırılan ulaşım <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve iletişim alanındaki gelişmelerin gün geçtikçe artmasının göçü büyük ölçüde tetiklediği <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bilinmektedir. Ulaşım ve iletişim alanına ilişkin istatistiksel verilere bakıldığında konunun <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">anlaşılırlığı daha da artmaktadır. Türkiye’de ulaştırma sektörünün gelirinin ulusal gelir <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">içindeki payı, 1960 yılında % 7.5’e, 1981 yılında % 8.9’a, 1995 yılında ise bu rakam <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">haberleşme ile birlikte % 21’e yükselmiştir (Keleş, 2002: 70). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de iç göçlerin nedenlerine, özellikle de Doğu’dan Batı’ya göçlerin nedenlerine ışık tutması açısından 1930’lu yıllarda uygulanan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">devletçilik politikasına değinmek yararlı olacaktır. Bu dönemde yurdun dört bir yanına sanayi yatırımları yapılmıştır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Bunlar tekstilden tarım ürünlerine kadar birçok alanda üretim yapan işletmeler olup, hem <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ülkenin sanayisinin gelişmesine hem de ülkenin dengeli bir şekilde kalkınması ve bölgeler <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">arası gelişmişlik farklarının minimize edilmesi için iyi örnek oluşturmuştur. Ancak 1980’li <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yıllardan sonra, bu işletmeler özelleştirilmiş ve devlet tarafından ülkenin geri kalmış <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bölgelerine sanayi yatırımları yapılmamıştır. Özel sektör tarafından yapılan sanayi tesisleri de <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">büyük ölçüde ülkenin batısına konuşlanmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Sanayi tesislerinin ülkenin batısında konuşlanmasının yanı sıra, 20. yüzyıl <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumlarında en önemli gereksinim olarak kabul edilen ekonomik ve sosyal planlamanın <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de etkisiz kalmasıyla, köy-kent ve bölgeler arası dengesizliğin oluşması, ülkemizde <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">özellikle Doğu’dan Batı’ya doğru yönelen göçün asıl nedenini teşkil etmektedir (Kızılçelik, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1996: 658-659, aktaran; Gürkan, 2006: 54 ). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca bu yörelerdeki -özellikle Güneydoğu’da- tarımsal nüfusun kiracı ve ortakçı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">olarak çalışan kesiminin % 16.5 olan Türkiye ortalamasının üzerinde olması (Örneğin: 1981 <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Köy Envanter Etütleri’ne göre, köylerin; Diyarbakır’da % 43’ü, Urfa’da ise % 89’u kiracılık <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve ortakçılık yapmaktadır); buralarda toprak iyeliğinin adaletsiz bir şekilde dağılmış olması <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Köymen ve Öztürkcan, 1999, 80-81) gibi nedenlere tarıma verilen desteklemelerin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">azaltılması ve bu topraklardaki makineleşme gibi nedenler eklenince bu bölgelerden sanayi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yatırımlarının yoğunlaştığı bölgelere göçler olmuştur. </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yukarıda sayılan Türkiye’de göçe yol açan çekici etkenler arasında, ilk göç eden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">göçmenlerin akraba ve hemşehrilerine verdikleri bilgi ve destekler de bazı toplumbilimcilerce <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kabul edilmektedir (Tekşen, 2003, 43). </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İletici faktörlerin olduğu kırsal kesimlerden, kentlere olan göçün ülkemiz açısından bir <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">de kültürel nedeni mevcuttur. Örneğin: Adam öldürme, kız kaçırma olaylarından sonra <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlayan kan davası olgusu, insanların göç etmelerinde etkili olmuştur (Sezgin, 1997: 659, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">aktaran; Şentürk, 1999: 46). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de iç göçün nedenleri arasında, özellikle ulaşım araçlarının gelişmesi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">neticesinde artış gösteren mevsimlik göçlerin nedenlerine de değinilmelidir. Ülkemizde <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarımın yoğun olarak yapıldığı yerlerde tarım işçisi olarak veya inşaat bölgelerinde inşaat <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">işçisi olarak çalışmak için mevsimlik göçler gerçekleştirilmektedir. Ayrıca ülkenin Doğu ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Güneydoğu Bölgeleri ile Karadeniz Bölgesi’nde hayvan otlatmak ve arıcılık yapmak üzere <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">mevsimlik göçler gerçekleştirilmektedir. </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu dönemde içgöçlerin giderek artmasında, 1980 sonrası dönemin kendine özgü <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">özelliklerinin büyük ölçüde etkili olduğu söylenebilir. 1980’li ve 1990’lı yıllarda Türkiye’de, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal oluşumun, ekonominin “serbest piyasa ekonomisi”, “özelleştirme” gibi hedeflerle <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yeniden yapılandırılmaya çalışılması ile yeni bir döneme girmesine tanık olunmakla birlikte, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">küreselleşme sözcüğü de ülke gündemindeki üstün yerini yavaş yavaş almaya başlamıştır <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 252). </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İhracata yönelik büyüme olarak şekillenen ve Türk siyasal yaşamına Özal'lı yıllar <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">olarak geçen bu süreçte, ülkede 1980 Askeri harekâtından sonra Turgut Özal'ın İktidara <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">gelmesi ile imar yatırımlarının artışı ile haberleşme ve ulaşım koşullarının iyileşmesi, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sanayileşmeye yönelik olarak hedeflenen büyüme hedefiyle küçük ve orta ölçekli sanayi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">tesislerinin artması ile göçler hızlanmaya başlamıştır (İçduygu ve Ünalan, 1997: 43). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca bu dönemde Türkiye’de iç göç, siyasi nedenlerin de etkisiyle giderek daha da <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yoğunlaşmıştır. Zorunlu ve gönüllü göç ayırımı da bunun bir parçası olmuştur. Doğu ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Güney Doğu’da hem can-mal güvenliğinin bulunmaması, hem de bu bölgede süren savaş <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">benzeri durum nedeniyle, buradan binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır (Dinç, 2007). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu insanlar önce daha güvenli görünen çevre illere, sonra da İstanbul, İzmir, Adana, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bursa, Mersin başta olmak üzere, Batı ve Orta Anadolu’ya göç ederek, söz konusu yerleşim <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yerlerinin zaten varolan kentsel sorunlarını daha da yoğunlaştırmıştır (İçduygu ve Ünalan, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1997: 43). </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca bu dönemde de bir önceki döneme benzer olarak kentten kente göçlerin önemli <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yer tuttuğu görülmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bunun dışında iç göç hareketlerinin bir önceki dönemle karşılaştırılması için <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">istatistiksel bölgelerin aldığı göç, verdiği göç, net göç ve net göç hızı hakkındaki verilere <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">değinilmesinde yarar vardır. </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><b>Tablo 3: İstatistiksel Bölgelerin Aldığı Göç, Verdiği Göç, Net Göç ve </b></span></i></div><i><div style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><b>Net Göç Hızı</b> </span></i></div></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhw-fqQy8xbeYKPC_L_zpvme6sG6-0A3KwacW_R0N2Va-O7Iifjuh83JQgkgM_N2eWr746LcLCJeJUcXh1g_IkeLHrGbBLwXi-wFyF34WrV6RjfT_mT4NKUkhJGBG-2lULVZN60-XIUi6Y/s773/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="464" data-original-width="773" height="192" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhhw-fqQy8xbeYKPC_L_zpvme6sG6-0A3KwacW_R0N2Va-O7Iifjuh83JQgkgM_N2eWr746LcLCJeJUcXh1g_IkeLHrGbBLwXi-wFyF34WrV6RjfT_mT4NKUkhJGBG-2lULVZN60-XIUi6Y/s320/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+3.jpg" width="320" /></a></div><br /></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tablo 3’e bakıldığında; bu dönemde de bir önceki döneme benzer olarak göçün en <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">başta İstanbul anakentine yöneldiği görülmektedir. Söz konusu verinin dayandığı sayım yılı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">esas alınarak yapılacak olan bir değerlendirmede, İstanbul’un tek başına ülkedeki toplam <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">göçün % 22.4’ünü aldığı görülmektedir. </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca coğrafi bölgelerimizle tek tek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">karşılaştırıldığında, İstanbul’un bu bölgelerden fazla göç aldığı görülmektedir. Ayrıca bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemde de bir önceki dönemde olduğu gibi Kuzey Doğu Anadolu’dan, Orta Doğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Anadolu’dan, Batı ve Doğu Karadeniz’den, Güney Doğu Anadolu’dan, Orta Anadolu’dan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göçlerin yoğun şekilde yaşandığı görülmektedir. </span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/turkiyede-ic-gocler-uzerine-genel-bir_18.html">4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></span></i></div><div style="text-align: left;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div style="text-align: left;"><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-5456536801195557662021-10-10T16:39:00.001+03:002021-11-04T18:23:55.021+03:00TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 2<p style="text-align: center;"> <i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 2</b></span></i></p><p style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><br /></p><p><i><span style="font-family: verdana;"> Köylerden kentlere iç göçün artmasında ve gerçekleşen iç göç sonunda ortaya çıkan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çok sayıda olumsuz sonucun temelinde yatan nedenlerden biri de, köylerin kendi içinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönüştürülüp, eğitilememesi dir. Bu alanda Köy Enstitüleri gibi, birçok açıdan özgün, ulusal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçeklerden yola çıkan, kuramsal bilgi yanında sağlık, tarım, inşaat, arıcılık, sanat gibi birçok </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alanda bilgi ve beceriyle donatılmış köy çocuklarını tekrar köyde görevlendirerek Türk </span></i><i><span style="font-family: verdana;">köylerini kendi içinden değiştirip dönüştürmeyi hedefleyen hızlı bir gelişmeyle kısa sürede </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ülkenin dört bir yanında, çok iyi seçilmiş noktalarda kurularak yirminin üstünde bir sayıya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ulaşan (Kurt, 2003: 65) koca bir girişim, daha sonraki dönemde hiç de akılcı olmayan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerekçelerle kapatılmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Özetle, tarımda makineleşme ve diğer tarımsal girdilerdeki artış ve yeniliklerin yanı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sıra, modern miras hukukunun uygulanması nedeniyle tarımsal işletmelerin büyüklük ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yapısının değişmesi sonucunda kırsal kesimde yaşayanların bir bölümünün tarımsal üreticilik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sıfatını yitirmeye başlamalarına yol açmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dış dünya ile </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bütünleşme politikalarına bağlı olarak ulaşım ve haberleşme olanaklarının artması hem </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kentten haberdar olma olanaklarını artırmış hem de tarımda pazara yönelik üretime </span></i><i><span style="font-family: verdana;">geçilmesine imkân sağlamıştır. Bu ise 1950’li yıllardan itibaren başlayan ve 1960’ lardan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonra ivme kazanan hızlı bir iç göç hareketine ve dolayısıyla kentleşmeye neden olmuştur </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Kartal, 1982: 128; Ayata, 1996: 16, aktaran; Tekşen, 2003: 43). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Sayılan bu nedenlerden dolayı, 1950 yılından itibaren kentlerde nüfus artış hızı büyük </span></i><i><span style="font-family: verdana;">oranlarda artmış, buna karşıt kırdaki nüfus artış hızı da gittikçe düşmüştür. Kırsal alanda %o </span></i><i><span style="font-family: verdana;">21 dolayında olan yıllık nüfus artış hızı %o 17.4'e gerilemiş ve kentte ise %o 22.5'ten %o </span></i><i><span style="font-family: verdana;">55.7' ye çıkmıştır. Bu tarihlerden itibaren gecekondulaşma olgusu da uyanmaya başlamıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu dönemde 50 binden fazla gecekonduda yaşayan 240 bin kişilik nüfustan, 1960 yılında 240 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bin gecekonduya ve buralarda yaşayan l milyon 200 bin kişilik nüfusa ulaşılmıştır (İçduygu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve Sirkeci, 1999b: 251). </span></i></p><p style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><b>Tablo 2: Türkiye’de Yerleşim Yerlerine Göre Göç Eden Nüfus </b></span></i></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8ShhSpTRcNu8Vq3y4sLgR1W0UmQ63MzGO6mMv5szvHmtvRGeuZPNTEKTjaXyrxtsX5gzuIJ1zlOXgFBI8J1hPxkuNy4GRN5us2hu-TdR_3lnzBOFuVw3YWEf2odaN88sZDmUD-2aPdz_F/s754/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="385" data-original-width="754" height="163" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8ShhSpTRcNu8Vq3y4sLgR1W0UmQ63MzGO6mMv5szvHmtvRGeuZPNTEKTjaXyrxtsX5gzuIJ1zlOXgFBI8J1hPxkuNy4GRN5us2hu-TdR_3lnzBOFuVw3YWEf2odaN88sZDmUD-2aPdz_F/s320/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+2.jpg" width="320" /></a></div><br /><p><br /></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>1960-1980 Dönemi: </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1960 ile 1980 yılları arası dönemde kır-kent gelir farklarının artışı, kentlerin ekonomik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve toplumsal çekiciliğinin yükselmesi, ulaşım ve haberleşmenin gelişimi gibi etkenler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(İçduygu ve Ünalan, 1997: 44) nedeniyle artan iç göç hareketlerinin, Tablo 1’de yer alan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">verilere bakıldığında bir önceki dönemle benzerlikler gösterdiği görülmektedir. Başka bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ifadeyle bu dönemde de kent nüfusu giderek artmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu artışın nedenlerinden biri köylerde meydana gelen dönüşümdür. Şöyle ki, 1960’lı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yılların sonları ile 1980 yılının başlangıcını kapsayan dönemde, tarım büyük ölçüde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">piyasalaşmıştır. Köylerde 1940’lı yılların sonuna kadar yaygın olan geçimlik kesim giderek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">daralmış, 1970’li yılların sonuna gelindiğinde buğday, süt gibi temel birkaç gıda maddesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dışında geçimlik üretim hemen hemen sona ermiştir. Böylece tarım, büyük çapta piyasalaşmış </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve ekonominin geri kalan kısmıyla entegre olmuştur (Kazgan, 1999: 32). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye köylerinde ortaya çıkan bu dönüşüm, başka bir ifadeyle Kapitalizmin köylere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">girişi bazı toplumsal dönüşümleri de beraberinde getirmiştir. Zamanla buğday ve arpa, meyve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve sebze gibi hane iç tüketimi için de gerekli olan mahsullerin pazarlama oranları artmıştır; </span></i><i><span style="font-family: verdana;">pamuk, tütün, şeker pancarı gibi tamamen meta olarak üretilen mahsullerin üretimine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">geçilmiştir. Tarımsal üretimde makineleşme eğilimleri ağırlık kazanmaya başlamıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Önceleri toprak açma yoluyla büyüyen hane toprakları, toprak açmanın sınırlarına ulaştıktan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonra toprak alım satımı ve başkalarının topraklarına ekonomi dışı baskılarla el koyma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yollarıyla orta ve büyük ölçekli işletmeler haline gelmişti. Tarımsal üretimin ticarileşmesi ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">metalaşmasına paralel olarak modern girdi kullanımı artmış; köyiçi ve köydışı tüccarların </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilişkilerinin artması sonucunda, artan nakit para ve kredi ihtiyaçları borçlanma ve tefecilik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilişkileri içinde tedarik edilmişti (Akşit, 1999: 174). Bu sayılanlar da tarım kesiminin zararına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(aleyhine) işleyen bir süreci beraberinde getirmiştir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ayrıca bu dönemde, köylerin yol, su, elektrik, eğitim gibi hizmetlerden yararlanma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">seviyesinin son derece düşük olduğu görülmektedir. 1970’li yıllardan sonra köylerin altyapı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hizmetlerinden yararlanma seviyesinin biraz daha hızlı arttığı görülmekle birlikte kırın itim </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gücünün sürdüğü görülmektedir (Kurt, 2003: 71). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu dönemde Üner (1980: 225, aktaran; Akşit, 1999: 185) tarafından 1965-1970 yılları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">için yapılan göç regresyon analizine göre, kentin çekme faktörleri arasında illerin sanayi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(endüstriyel) istihdam düzeyi en başta; illerin eğitim yatırımları ve hizmet sektörü istihdam </span></i><i><span style="font-family: verdana;">düzeyi daha sonra gelmektedir. Kırsal itme faktörleri arasında ise, illerin erkek nüfusunun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">büyüme hızı ve çocuk-kadın oranı başta gelmekte, kırsal istihdam imkânlarının yokluğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bunları takip etmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu süreçte, teknolojide, üretim koordinasyonundaki ve büyük toprak sahibinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">faaliyetlerindeki çeşitlenmeler, köylüler ve ağa arasındaki geleneksel ilişkilerle birlikte köyün </span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal yapısında da zorunlu bir dönüşüme yol açmıştır. Toprak sahibi ve köylüler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasındaki ilişkiler, özellikle 1965 ve sonrasında mutlak bir çelişkiye bürünmüştür. Köylülerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">zor yoluyla köyden kovulmaya başlamaları da yine aynı tarihlere denk gelmektedir. Tekelci </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir çiftliği hedefleyen toprak sahibine karşı çıkanlar dövülür, evleri kurşunlanır ve dozerle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yıkılır. Böylece, ekonomik etkenlerin yanında köydeki güvensizlik ortamı da artmıştır. Köyde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hâlâ geleneksel ortakçılık statülerini devam ettirebilenler olmakla birlikte, bu hak artık, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ağırlıkla toprak sahibinin politik oyununa bağlıdır (Akçay, 1999: 126). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu süreç, Doğu-Güneydoğu Anadolu dışında da yaygın olan beye, ağaya ve toprağa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlı ırgat yerine, bağımsız çiftçi ailesinin oluşturduğu bir üretici sınıfının ortaya çıkmasıyla </span></i><i><span style="font-family: verdana;">birlikte gitmiştir; fakat söz konusu iki bölge, sosyopolitik etkenlerin de karışmasıyla henüz bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">süreci tam olarak yaşayamamıştır. Bağımsız çiftçi aileleri, piyasa endekslerine göre ürün </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bileşimini, girdi/ürün yoğunluğunu düzenleyen, teknolojik atılım yapmaya hazır, kârlılık </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilkesini kollayan yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır (Kazgan, 1999: 32). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Sayılan bu olumsuz koşullar kırdan kente göçleri yaygınlaştırmış ve bu evreden sonra </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göçü adeta kurumsallaştırmıştır (İçduygu ve Sirkeci, 1999a: 274). Tablo 1’e bakıldığında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görüleceği gibi, kent nüfusunun genel nüfus içindeki oranı 1960 yılında % 28 iken, bu oran </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1970 yılında % 34 ve 1980 yılında ise % 44 dolayındadır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ancak bir önceki dönemde tohumları atılan ve yavaş yavaş yeşeren gecekondu ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">diğer kentsel sorunların bu dönemde iyice kökleştiği görülmektedir. Ayrıca bu dönem kentsel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alanların kendi yapılarının ve bu yapılardaki değişimlerin iç göç sorunsal alanlarına damgasını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vurduğu dönemdir. Bu dönemde, sanayi kesiminin işgücü ihtiyacı, kırsal alanlardan çıkış </span></i><i><span style="font-family: verdana;">noktasını bulan aşırı bir işgücü sunumu (arzı) ile desteklenmiş ve kentsel alanlar bu talebi ne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">konut ne de diğer altyapı imkânlarıyla karşılayabilmiştir (İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 251). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Diğer yandan zamanla kırsal alanlardan akan işgücünü istihdam edecek sanayi de aynı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hızda gelişme gösterememiştir. Sonuç olarak, gecekondularda yaşayan ve ikincil ekonomik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kesimlerde (sektörlerde) geçimini sağlamaya gayret eden bir göçmen kitlesi kent nüfusunun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ağırlıklı bir parçası haline gelmiştir. Bu göçmen kitlesi, oluşan göç ağı ile birlikte göç </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dalgalarının devamlılığını da sağlamıştır (İçduygu ve Ünalan, 1997: 44).</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ülkede yerleşim yerlerine göre göç eden nüfusun göstermiş olduğu genel eğilimde, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başka bir ifadeyle göçün yönünde bu dönemde diğerlerinin aksine belirgin farklılıklar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gözlenmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Tablo 2’ye bakıldığında kentten kente göçlerin özellikle 1975 yılından sonra hâkim </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göç türü olmaya başladığı ve bundan sonra da bu özelliğini koruduğu görülmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1975 yılından önce -1960 ile 1970 yılları arasında- hâkim olan göç türü, kır-kent göçü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iken bu yerini 1970’lerin başında kent-kent göçüne ve 1970’lerin ikinci yarısından sonra </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kırsal kesimlerin yanında, küçük ve orta ölçekteki kentlerden büyük kentlere aile göçüne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönüşmüş (İlkkaracan ve İlkkaracan, 1999, 305) olmasının yanı sıra, bu dönemde göç </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vermede bir önceki dönemin aksine ilçe merkezleri yerine köy ve bucaklara göç önem </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kazanmıştır. Bu değişim eskiden beri nüfus çekim merkezleri olan büyük şehirlerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çekiciliklerinin devam etmekte olduğunu, beraberinde artık iller içinde mahalli merkez </span></i><i><span style="font-family: verdana;">durumunda olan bazı ilçe merkezlerine gitmenin önem kazandığını göstermektedir. Böylece </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’deki iç göçlerde nüfus alan alanlarda da değişim görülmektedir (Tümertekin, 1977: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">68, aktaran; Gürkan, 2006: 51). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeydeki kentleşme oranının gerçekleştiği bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemde, iç göç hareketleri başta İstanbul olmak üzere; Ankara, İzmir, Mersin, Gaziantep, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bursa, Adana, Sakarya, İzmit gibi illere olmuştur. Göç veren illerin çözümlemesi yapıldığında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ise özellikle Sivas, Kars, Kastamonu, Trabzon, Rize, Giresun, Çorum, Malatya gibi iller en </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yüksek oranda göç veren iller grubunu teşkil etmektedir (İçduygu ve Sirkeci, 1999b: 252). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/turkiyede-ic-gocler-uzerine-genel-bir_48.html">3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></p><p><br /></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-16137611410301430362021-10-10T16:31:00.001+03:002021-11-04T18:23:57.726+03:00 TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 1<p style="text-align: center;"><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><i> </i><i>TÜRKİYEDE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME. BÖLÜM 1</i></span></b></p><p style="text-align: center;"><br /></p><p><i><span style="font-family: verdana;">TÜRKİYE’DE İÇ GÖÇLER ÜZERİNE GENEL BİR DEĞERLENDİRME∗ </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Hakan ÖZDEMİR∗∗</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">∗ Bu makale, yazarın 2008 yılında “Kent ve Göç: Malatya Örneği” başlıklı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’nda hazırlamış olduğu yüksek lisans tezinden üretilmiştir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">∗∗ Bitlis Eren Üniversitesi Adilcevaz Meslek Yüksek Okulu Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Programı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Öğretim Görevlisi, </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">ozdemirhakan44@gmail.com </span></i></p><p><b><i><span style="font-family: verdana;">AKADEMİK BAKIŞ </span></i><i><span style="font-family: verdana;">DERGİSİ </span></i></b></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>Sayı: 30 Mayıs – Haziran 2012 </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>ISSN:1694-528X İktisat ve Girişimcilik Üniversitesi, Türk Dünyası</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>Kırgız – Türk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Celalabat – KIRGIZİSTAN </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>http://www.akademikbakis.org </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Özet: </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Araştırmada, ülkemizde iç göçün ortaya çıkış nedenlerinin tarihsel koşullar altında incelenmesi ve iç göçün doğurduğu sonuçların ‘kentsel etkiler’ </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlamında belirlenmesi amaçlanmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">İç göç çevresel, ekonomik, sosyolojik, siyasal ve kültürel yönleri bulunan karmaşık bir olgudur. İç göçün nedensel bağlamda ve çok yönlü olarak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çözümlenmesiyle yararlı bulgulara erişilecek tir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu bulgulara dayalı olarak oluşturulacak sosyal politikalar, günümüzde kentlerde yaşanan birçok sorunun ortadan kaldırılmasını veya minimize </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edilmesini sağlar. Ayrıca iç göç olgusunun incelenmesi sonucunda elde edeceğimiz veriler, bir sosyal bilimci olarak yaşadığımız kenti ve toplumu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">daha iyi tanımamıza ve çözümlememize katkıda bulunacaktır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu amaçlarla yürütülen çalışmada, tarihsel ve betimsel araştırma metotları birlikte kullanılmıştır. Çalışmada Türkiye’de iç göç, öncelikle nedensel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve dönemsel olarak ele alınmıştır. Türkiye’de iç göçün sonuçlarına değinilerek çalışma sonlandırılmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1. GİRİŞ </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ülke sınırları içerisinde bölge, kent, kasaba ve köy gibi bir yerden diğerine yerleşmek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">amacıyla gerçekleştirilen nüfus hareketi (Üner, 1972: 77) veya başka bir ifadeyle iktisadi, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">siyasi, sosyal nedenlerle ülke sınırları içerisinde bir bölge ya da kesimden başka bir bölge ya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">da kesime doğru akan nüfus hareketleri (TDK, 2011) olarak ifade edilen iç göçün hikâyesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çok derinlere gitmektedir. Ülkemizde günümüzde yaşanan siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kentsel ve yapısal birçok sorunun temelinde yatan nedenlerin ortaya çıkarılabilmesi, bunlara </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yönelik çözümler ve politikalar getirilebilmesi için, iç göçün arka planında yatan nedenlere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bakmak gerekmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu çalışmada iç göç olgusunun temelinde yatan nedenler Cumhuriyet tarihimizin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlangıcın dan günümüze kadar ele alınmıştır. Özellikle 1950’li yıllarda ülkemizde kırsal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kesimde tarımda makineleşmeyle hızlanan, daha sonra da kırsal alana Kapitalizmin girmesiyle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ivme kazanan iç göç, devletin tarım kesiminden el çekmesi, kamu hizmetlerinin ve sanayi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yatırımlarının ağırlıklı olarak büyük kentlerde konuşlanması, toprak iyeliğinde meydana gelen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">artışla beraber kır topraklarının aşırı derecede parçalanması, terör ve güvenlik, kan davası </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gibi ülkemize özgü kültürel çıkmazların itici etkisiyle doruk noktasına erişmiştir. Bunda daha </span></i><i><span style="font-family: verdana;">önceden kente göç edenlerin verdikleri bilgi ve destekler, ulaşım ve iletişim alanındaki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gelişmeler gibi iletici nedenler etkili olmuştur. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenlerle ortaya çıkan iç göçler ülkemizde kentsel doku üzerinde birçok olumsuz </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etki uyandırmış, ekonomik ve toplumsal planları sekteye uğratmıştır. Başta gecekondulaşma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmak üzere, kentsel altyapının taşıma kapasitesinin zorlanması sonucu kentlerde içme suyu, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kanalizasyon ve toplu taşıma araçlarının yetersizliği, hava ve gürültü kirliliği gibi birçok </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sorun ortaya çıkmıştır. Ayrıca göçle kente gelen, fakat kentle tanışıklığı olmayan kitleler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sosyo-kültürel uyum sorunları yaşamışlar, kentler de köyleşmeye başlamıştır. Kentlerdeki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">siyasal hayatın kırsal ilişki ağları ve birtakım çıkarcı anlayışlarla ters yüz olmasına neden olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iç göçler, önemli miktarda kamusal kaynağın israfına da yol açmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ülkemizdeki neden ve sonuçları kısaca bu şekilde ifade edilebilen iç göç olgusuna ışık </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tutmak için bu çalışmada, iç göçler dönemsel olarak ele alınmıştır. Bu bağlamda belirlenen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemler ülkenin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullar ışığında irdelenmiş olup; </span></i><i><span style="font-family: verdana;">özellikle kırsal alanda yaşanan dönüşüm, kır ve kent arasında belirginleşen farklılaşmalar, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">devlet anlayışında meydana gelen değişimler, ülkeye özgü kültürel özellikler, konjontürel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerekler ve ekonomik-siyasi temelli sorunlar üzerinden çalışma sürdürülmüştür. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>2. DÖNEMSEL VE NEDENSEL OLARAK TÜRKİYE’DE İÇ GÖÇLER </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de iç göçlerin çeşitli dönemler halinde ve bu dönemlere özgü nedenler ışığında incelenmesinde yarar görülmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu bağlamda çalışmamızda Türkiye’deki iç göçler; 1923-1950, 1950-1960, 1960-1980 ve 1980 sonrası dönemler halinde incelenmiştir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>1923-1950 Dönemi: </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1923 yılından itibaren başlayan ilk dönemde, önemli bir göç hareketi yaşanmamıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu dönemde kırdan kente ve kentten kente doğru gerçekleşen cılız bir göç söz konusu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmuştur. Evlilikler, memur tayini, okul gibi nedenler bu dönemdeki göçlerin temel nedenleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında yer almıştır (Tüfekçi, 2002). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Söz konusu dönemdeki iç göç hareketinin somut bir şekilde ortaya konması için </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkiye’de sayım yıllarına göre nüfusun ve bu nüfus içinde kent ve kır nüfusunun oranının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">incelenmesinde yarar vardır. </span></i></p><p><i></i></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><i><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqt_nsoVFr_yF6znapwqIqaFf_8B3geEokqza5jABU8AgDuYDz4Mn0ZaC7gdNkTeJERi1NlR-22UO_BW2VnqcyZrFQskMxDm06nAZzmHPsyAg1ppgyGc3TOPJGfdUCns6fs2WDTH76dDiv/s755/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="562" data-original-width="755" height="238" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiqt_nsoVFr_yF6znapwqIqaFf_8B3geEokqza5jABU8AgDuYDz4Mn0ZaC7gdNkTeJERi1NlR-22UO_BW2VnqcyZrFQskMxDm06nAZzmHPsyAg1ppgyGc3TOPJGfdUCns6fs2WDTH76dDiv/s320/T%25C3%259CRK%25C4%25B0YEDE+%25C4%25B0%25C3%2587+G%25C3%2596%25C3%2587LER+%25C3%259CZER%25C4%25B0NE+GENEL+B%25C4%25B0R+T+1.jpg" width="320" /></a></i></div><i><span style="font-family: verdana;"><b><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p>Tablo 1: Türkiye’de Sayım Yıllarına Göre Nüfus, Kent ve Kır Nüfusu </b></span></i><p></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Tablo 1’e bakıldığında 1927 ile 1950 arası dönemdeki Türkiye nüfusu ve bu nüfusun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kent ve kıra göre dağılımı incelendiğinde kentli nüfusun % 0.72 oranında arttığı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülmektedir. Buradan kent nüfusunun bu dönemde sayı bakımından durağan olduğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülmektedir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1950’li yıllardan önce artan nüfusla birlikte toprağın bireyler arasında paylaştırıldığı, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ölüm ve doğum oranlarının yüksek olduğu, göçün olmadığı geleneksel köy toplumlarında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hane ve topluluk düzeyindeki yaşam döngüleri toprakla ve devletle varolan dengeler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çerçevesinde sürmüştür (Akşit, 1997: 24). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ancak söz konusu dengeler zamanla bozulmaya başlamıştır. Özellikle 1945 ile 1950 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yılları arası dönemde Türkiye’deki doğal nüfus artış hızı, 2. Dünya Savaşını izleyen yıllarda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarım ürünlerinde görülen fiyat artışları ve bu fiyat artışları neticesinde doğal olarak küçük </span></i><i><span style="font-family: verdana;">toprak sahibi köylüleri arazilerini genişletmeye ve işgücü oluşturacak çocuklarını artırmaya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yöneltmesi; Marshall planına rastlayan dönemde kırsal alanlara daha geniş çapta tıbbi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yardımın sağlanması ve ilaç dağıtım hizmetlerinin de yapılması ile çocuk ölüm oranındaki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülen azalma gibi (Vergin, 1986: 28-29) nedenlerle yükselmiştir. Ayrıca haber kanallarının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">artması ile köylünün kentsel yaşamdan haberdar olması (Peker, 1999:195), İçduygu ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">diğerleri (1998, 208-220, aktaran; Gürkan, 2006: 50)’nin belirttiği gibi 1940’lı yıllardan sonra </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Batı’dan gelen maddi yardımların da etkisiyle hızlanan modernleşme, tarımda görülen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">makineleşme gibi nedenler kırlarda toprağa dayalı işlerden kopuşa, kentlerde ise sanayi ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hizmet sektörü için ciddi bir işgücü ihtiyacına neden oldu. Sonuçta mevsimlik tarım işçilerinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göçüne, sürekli yerleşme amaçlı ve dolayısıyla yeni kent profiline dahil olacak olan kır </span></i><i><span style="font-family: verdana;">insanlarının sanayi merkezlerine göçü eklenmiştir. Bu süreçle birlikte şüphesiz kırdan kente </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yönelen göç, 1945’ten sonra yaşanan kentleşme olgusunun temel nedenini teşkil etmiştir. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>1950-1960 Dönemi: </b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1950’li yıllar, Türkiye’nin kentleşme ve yerleşme tarihi üzerinde, ekonomik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">oluşumunda, toplumsal endekslerinde derin izler bırakan ve etkileri günümüze dek süren </span></i><i><span style="font-family: verdana;">köylerden kentlere doğru olan göçün başladığı, doruklarına ulaştığı ve sonra yavaşladığı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemin başlangıç noktasıdır (İçduygu ve Ünalan, 1997: 25). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu dönemin başlangıç noktası olan 1950’li yıllardan önceki beş yılda -1945 ile 1950 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yılları arasında- köyden kente yapılan net iç göç 214 bin’dir. Fakat bundan sonraki beş yıllık </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemde, 1950 ile 1955 yılları arası dönemde, bu rakam 904 bin’e çıkmıştır (TÜİK, 2011b). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Tablo 1’e bakıldığında Türkiye’de kent nüfusunun 1955 sonrası hızlı bir şekilde arttığı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçeğiyle karşılaşılmaktadır. Bu artışın kentlerin kendi iç dinamikleriyle açıklanamayacak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kadar fazla olması sebebiyle, bu noktadan kırdan kopan nüfusun kentlere yöneldiği sonucuna </span></i><i><span style="font-family: verdana;">erişilebilir (Yalçın, 2004: 114). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Kırdan kopan bu nüfusun kente göçü, 1950’li yıllarla birlikte ülkenin kırsal alanlarında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülen ekonomik ve toplumsal değişme ile başladığı ve hızlandığı ilgili yazında yoğun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olarak ele alınmıştır. Genelde dünya sistemi ile eklemlenmesi hızlanan Türkiye’deki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal oluşum içinde tarımın makineleşmesi ve modernleşmesi, geleneksel toprak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sahipliği rejiminin değişmesi, tarımda verim düşüklüğü, tarımsal gelirin yetersizliği, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">topraksızlaştırma ya da toprağın belirli ellerde toplanması, ulaşım koşullarındaki gelişmeler gibi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">faktörlerle kırsal alanlarda yaşayan nüfus kentsel alanlara doğru hızla hareketlenmiştir </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">(İçduygu ve Ünalan: 1997, 43; Keleş, 2002: 66). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Döneme ilişkin istatistiklerin de yukarıda yer alan özellikleri destekler nitelikte olduğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülmektedir. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) Genel Tarım Sayımı sonuçlarına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göre, tarım işletmelerinin sayısı 1952 ile 1963 yılları arasında 1 milyon 527 bin’den 3 milyon </span></i><i><span style="font-family: verdana;">100 bin’e; tarımdaki nüfus % 8’lik bir artışla 17.2 milyona ulaşmıştır. Toprak işleyen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hane halkı, çiftçi veya işletme sayısında ise % 100’lük bir artış görülmüştür. Toprak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dağılımındaki eşitsizlik ve dengesizlikte kökten değişmeler görülmemişti. Ancak, 50 dekardan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">küçük tarım işletmelerinin sayısı 1952’de 1 milyon 570 bin (toplam çiftçi hanelerinin % 62’si) </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iken 1963’te bu sayının 2 milyon 132 bin’e (toplam çiftçi hanelerinin % 69’a) çıktığı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülmüştür. Küçük tarım işletmelerinin sayısında % 36’lık bir artış gözlenirken, toplam </span></i><i><span style="font-family: verdana;">işletmeler içindeki yüzde dağılımında sadece % 7’lik bir artış söz konusudur. 200 dekardan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">büyük işletmelerin sayısının ise, aynı dönemde 146 bin’den (% 6) 116 bin’e düştüğü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gözlenmiştir (Akşit, 1999: 177). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"> Toprak iyeliğinde meydana gelen artışın beraberinde getirdiği tarım topraklarındaki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">küçük parçalara ayrılmanın yanı sıra, bu dönemde tarımda makineleşme eğilimleri de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">belirmeye başlamıştır ve bu giderek artmıştır. 1948 ile 1956 yılları arasındaki dönemde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Marshall programının uygulanmasıyla ülkedeki traktör sayısı bin 800’den 44 bin’e; 1963 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yılından sonra ülke içinde büyük ölçüde montaj olsa da traktör üretimine başlanması ile bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemde traktör sayısı 100 bin’e erişmiştir (Tekeli ve Erder, 1978: 301, aktaran; Yalçın, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">2004: 210) </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ancak tarım kesiminde makineleşme kırsal alanlarda eksik istihdam ve gizli işsizlik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sorununu daha da pekiştirerek, fazla işgücünün emilememesine neden olmuştur (Vergin 1986: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">29). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenlerle kırsal alanda artmaya başlayan işsizlik, kamu olanaklarından yoksunluk, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarımsal üretkenlikte yetersizlik ve yukarıda da kısmen ifade edildiği gibi toprağı kıt köylerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişleme sınırlarına çoktan varmış olmaları gibi itici nedenlerle umut vaat eden kentlere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">doğru yönelmeler hız kazanmıştır (Akşit, 1997: 26). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Diğer taraftan ülkemizde, karayolu ve motorlu taşıt kullanımının artması ile birlikte </span></i><i><span style="font-family: verdana;">köy ve kent arasında her türlü ilişkinin yoğunluk kazandığı söylenebilir. Haberleşme </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sisteminin gelişmesiyle köylünün ve kentlinin sistemden haberdar olma ve buna göre karar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">almaları da kolaylaşmıştır (Hurma, 2004: 79). Göçün iletici nedenlerini gösterir nitelikte olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bu gelişmeler de, kır insanının hareketliliğini artırdı ve onları köylülükten uzaklaştırarak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">modern kentsel toplumla tanıştırdı (İçduygu ve Sirkeci, 1999a: 273). Kentlerde artan işgücü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">talebi de bu göçü kolaylaştırmıştır. Bu dönemde fiilen kente taşınanların sayısı sınırlı kaldıysa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">da, sürekli ve geçici göç, hanelerin gelir elde etme stratejilerine katılabilecekleri gerçekçi bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">seçenek haline dönüşmüştür (Keyder, 1999: 164). </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/turkiyede-ic-gocler-uzerine-genel-bir_10.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-40709212322440902152021-10-08T22:20:00.007+03:002021-11-04T18:24:03.061+03:005.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 2<p style="text-align: center;"> <i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 2</b></span></i></p><p style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hüsnü Mübarek,Zeynel Abidin Bin Ali, Muammer Kaddafi , Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Maslak Kampüsü,</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Böylesi durumlarda hedeflenen dönüşümün sağlanamamasının en temel sebebi ortaya çıkan güç boşluğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonrasında gücün yeniden paylaşımında aktörler arası asgari uzlaşmaya gidilememesidir. Bir diğer ifadeyle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">aktörler ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesinden güvenlik ve dış politika konularına kadar ortak bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">konsensüsün sağlanmasından ziyade bireysel güçlerini maksimize etme yolunu seçmektedirler. (Asseburg ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Wimmen,2016:6) </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenden ötürü Suriye başta olmak üzere Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerin çok büyük </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir kısmında muhalif hareketler tek bir merkezden yürütülememiş ve muhalif cepheler içerisinde de gerek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etnisite, gerek mezhep gerekse de ideoloji odaklı çok sayıda fraksiyon türemiştir. Sadece Suriye özelinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hareket edecek olursak, sayıları yaklaşık 100.000’i bulan silahlı direnişçiler yaklaşık 25 alt gruba bölünmüştür.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">( <b><a href="http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grup-ne-istiyor,242860">http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grup-ne-istiyor,242860</a></b> )</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Enflasyon, işsizlik ve sosyal gelir adaletsizliği gibi nedenlerin yanında siyaset özelinde toplumsal sisteme </span></i><i><span style="font-family: verdana;">katılım eksikliği de Arap Baharı’nın meydana gelmesindeki en önemli nedenlerden birisi olarak karşımıza </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkmaktadır. En temel haliyle otokratik rejimlerin, uygulamalarına veya kendilerine karşı muhalif hareketleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerek kolluk kuvvetleri gerekse devletin istihbarat birimleri tarafından bastırılmasının neticesinde en temel insan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">haklarından birisi olan ifade özgürlüğü Arap toplumlarının birçoğunda gelişme imkanı dahi bulamamıştır. Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlamda siyasetin neden olmuş olduğu toplumsal baskılar ilk fırsatta rejimleri devirmeye yönelik silahlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mücadele hareketine dönüşmüştür. 2011 yılında Libyalı hukukçu ve insan hakları aktivisti Fathi Terbil’in iktidarı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hedef alan muhalif açıklamalarının neticesinde tutuklanmasının ardından ülkedeki ilk geniş kapsamlı hükümet </span></i><i><span style="font-family: verdana;">karşıtı protestolar başlamıştır.( <b><a href="http://outernationalist.net/?p=1927&page=4">http://outernationalist.net/?p=1927&page=4</a></b> ) Burada üzerinde durulması gereken</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">önemli noktalardan birisi de siyasal katılım kültürünün eksikliğinin Arap Baharı sürecine olan etkisidir. Her ne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kadar demokratik haklar bağlamında siyasi katılım, ifade özgürlüğü gibi talepler bu hareketin doğuşundaki temel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etkenler olsa da siyasi katılım kültürünün Arap toplumlarındaki eksikliği yeni düzenin kurulması aşamasında da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kendini göstermiştir ve eski düzende muhalif olunan değerlerin ve uygulamaların benzerleri de yeni düzende </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kendini göstermeye başlamıştır. Bu durum ise en azından Arap Baharı hareketinin gelişim sürecinin</span></i><i><span style="font-family: verdana;">demokratikleşme talepleri doğrultusunda ortaya çıkan bir taban hareketi olmadığı, tam aksine tamamen iktidar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve güç paylaşımı olduğu yönündeki düşünme eğilimini arttırmaktadır. Bir başka ifadeyle son 5 yıldır Arap </span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumlarında devam eden bu güç boşalmasının temel sebebi eski düzenin uygulamaları değil; uygulamaların </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kimler tarafından tatbik edildiği sorunsalıdır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Son olarak ise basın sansürü ve sosyal medya yasaklarının Arap Baharı sürecinin başlamasındaki en </span></i><i><span style="font-family: verdana;">önemli etkenlerden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Küreselleşme süreciyle beraber uluslararası sistemdeki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etkileşimin önemli bir kısmının sosyal medyaya kaydığını iddia etmek mümkündür. Özellikle genç neslin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kendini gerçekleştirmesinde ve dış dünyaya açılmasında sosyal medyanın oynamış olduğu rol yadsınamaz.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Aslına bakılacak olursa internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan sanal toplumun da klasik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">topluma benzeyen ortak yanları mevcuttur. Tıpkı klasik toplumlarda olduğu gibi sanal dünyada da bir birlikteliğe </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ait olma duygusu ve ortak bir hedefi gerçekleştirme eğilimi vardır.(Szajkowski, 2011) Bu bağlamda Arap </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ülkelerinde gelenekselleşmiş basın sansürlerinin yanında bir de Mısır’ın ve Suriye’nin devrimci hareketler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">öncesinde ve esnasında sosyal medyayı yasaklaması özellikle genç nüfusun Arap Baharı’na büyük oranda destek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vermesine sebebiyet vermiştir. Öyle ki süreç boyunca toplu gösterilerde halkın bir araya gelebilmesi, muhalif </span></i><i><span style="font-family: verdana;">grupların aralarındaki iletişimi ve yardımlaşmayı sağlayabilmesi çok büyük oranda sosyal medya üzerinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçekleştirilmiştir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Arap Baharı’nı ortaya çıkaran temel dinamikler analiz edildikten sonra ortaya çıkan temel soru şu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmalıdır: “Arap toplumlarının sosyal ve siyasal dinamikleri Arap Baharı’nın öngörmüş olduğu demokratik yeni </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yapılanmayı kabul etmeye müsait midir?” Bu noktada, bahsedilen uyumluluk analizi Gabriel Almond ve Sidney </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Verba’nın Sivil Kültür çerçevesine oturtularak sunulmaya çalışılacaktır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>3. Politik Kültür Kuramı Bağlamında Arap Baharı’nın Analizi</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Uluslararası sistem toplumsal ve siyasal dönüşümler üzerinden açıklanmaya çalışıldığında ilk akla gelen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kırılma noktası şüphesiz ki Fransız İhtilali’dir. İdeolojik yönü son derece baskın olan Fransız Devrimi’nin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonrasında Sanayi Devrimi yaşanmış ve bu endüstriyel dönüşümün neticesinde çok uluslu imparatorlukların </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonunu hazırlayan 1. Dünya Savaşı yaşanmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1. Dünya Savaşı sonrasının hazırlamış olduğu dünya düzeninde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Avrupa’da faşizm etkisi göstermeye başlamış ve 1945 sonrası oluşan yeni dünya düzeninde batılı değerler ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">komünizm ön plana çıkmıştır. Nihayetinde 1991 sonrası Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla beraber demokrasi ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">liberal değerler en güçlü halka mantığıyla uluslararası sistemdeki üstünlüğünü ilan etmiştir. Uluslararası </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sistemde yaklaşık iki asırlık bir süre içerisinde meydana gelen bu yıkıcı dönüşümler toplumsal ve siyasal yapıları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">birtakım yeni kavramlarla açıklamayı zorunlu kılmıştır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu hızlı değişim sürecinde politik kültür kavramı pek çok ülkenin yaşamış olduğu sorunların nedenleri ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çözümleri bağlamında ortaya sunulan bir kavram olmuştur. Günümüzde genellikle politik kültür kavramı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">toplumsal değişimi, sisteme yönelen desteği, bireylerin sistemle ilişki kurma biçimlerini anlamakta ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">politikanın yapım ve uygulama aşamalarını analiz etmede son derece yararlı bir kavram olarak karşımıza </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkmaktadır.(Akt. Sitem bölükbaşı, 1997) Aslına bakılacak olursa politik kültür kavramını açıklayan en güzel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">örnek Şaban Sitembölükbaşı’nın aktarımıyla David Elkins’in Manipulation and Consent isimli eserinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">verilmektedir:</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">“Kanada’da adaylar seçimi kaybettiklerinde bazı tercihlerle karşı karşıya kalırlar: Yeniden sayım </span></i><i><span style="font-family: verdana;">istemek, sonucu kabul eden öfkeli bir konuşma yapmak, en iyi kişinin kazandığını kabul etmek, tekrar aday </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmak vs. bu tercihler arasında sayılabilir. Kanada’da yenilen hiçbir aday rakip bir kimseye suikast yapmayı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">düşünmez. Yenilen hükümetler de orduyu ve polisi hukuk dışı yollardan iktidarı ele geçirmeye davet etmez.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bununla birlikte bunlar düşünülebilir mantıklı ihtimallerdir ve bazı kültürlerde sık sık gerçekleşen tercihlerdir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Önceki ihtimallerin ortaya çıkması ve sonrakilerin akla bile gelmemesi Kanada siyasi kültürünün doğasını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yansıtmaktadır.” (Akt. Sitembölükbaşı, 1997)</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Almond ve Verba 1963 yılında Sivil Kültür adını vermiş oldukları çalışmalarında yukarıda Kanada </span></i><i><span style="font-family: verdana;">siyaseti özelinde tartışılan ideal siyaset kültürünü katılımcı politik kültür olarak tanımlamıştır. Yine yapılan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çalışmaya göre bu katılımcı siyaset kültürünün işleyebilmesinin en önemli şartı siyaset kültürü ve siyaset </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kurumları arasındaki uyumdur. Buna ek olarak katılımcı politik kültürün oluşturulabilmesi için devlete önemli </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yükümlülükler düşmektedir. Bu bağlamda Almond ve Verba’ya göre devlet vatandaşlarını kamusal olaylara daha </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fazla dahil olma konusunda desteklemeli ve sosyal gruplar arasındaki farklıları tolere etmede daha hassas </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmalarını sağlamalıdır.(Andrews, vd.,2011) Almond ve Verba’nın üzerinde durmuş oldukları dinamikler esasen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrımın mümkün olduğunca ortadan kaldırıldığı bir siyaset kültürünü işaret </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etmektedir. Bu sayede kurumlar, devletin halk üzerindeki baskıyı arttırma aracı olmaktan çıkıp, tam tersine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">katılımcı politik kültürün işleyişini sağlayan mekanizmalar haline gelmektedir. Son tahlilde, Sivil Kültür Kuramı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">demokratik rejimlere dönüşümün gerçekleşmesinde sadece ortak iradenin varlığını yeterli görmeyip, bunun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yanında gerek toplumsal gerek kurumsal anlamda modernize edilmiş ve olgunlaşmış moral değerlerin varlığını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">da elzem olarak görmektedir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Tam bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken soru Arap Baharı’nı tecrübe eden toplumların sahip olmuş </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olduğu sosyo-politik ve ekonomik dinamiklerin Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı’na ne kadar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">uyduğudur. Şüphesiz ki daha önceki bölümde değinildiği üzere sosyal adaletsizlik, siyasi katılım eksikliği, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">devletin halk üzerindeki baskıları ve sansür uygulamaları Arap Baharı’nı başlatan temel sebepler arasındadır </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ancak sosyo-politik anlamda modernize olamamış toplumlardaki siyasi katılım arzusu kısa bir süre içerisinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iktidarı paylaşma çabasından çok, gücü tekeline alma mücadelesine dönüşmektedir. İçerisinde çok fazla dinsel </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve etnik çeşitliliği barındıran Arap toplumlarında bu güç mücadelesi maalesef kolayca iç savaşa dönüşmektedir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>4. Sonuç</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kendini uluslararası kamuoyuna demokratikleşme hareketi olarak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tanıtan Arap Baharı 5. yılında bizlere önceki dönemlere nazaran çok daha kaotik ve çatışmacı bir Ortadoğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">coğrafyası profili sunmaktadır. Özellikle Arap Baharı hareketinin varisleri konumundaki Mısır’da ve Suriye’de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">durum gün geçtikçe kötüleşmektedir ve meydana gelen mülteci krizinin etkisiyle Arap Baharı küresel bir sorun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">haline dönüşmüştür. Hareket demokratikleşme faydası doğrultusunda başlatılmış olsa da Arap toplumlarının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">demokrasi geleneği konusundaki yetersizlikleri ve tecrübesizlikleri radikalizmle birleşince ortaya çıkan yeni </span></i><i><span style="font-family: verdana;">düzen, düzensizlikten ibaret kalmıştır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Uluslararası aktörlerin de soruna angaje olmasıyla beraber özellikle Suriye Krizi büyük güçlerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kuvvetlerini test ettikleri bir deneme tahtasına dönüşmüştür. Arap Baharı süreciyle ilgili en karamsar tablo ise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yaşanan can kayıplarının yanında çöken ulusal ekonomilerin ve işlemez hale gelen devlet kurumlarının ne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">şekilde yeniden inşa edileceği sorunsalıdır. Son tahlilde, kısa vadede Ortadoğu coğrafyası için iyimser </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tahminlerde bulunmak mümkün görünmemektedir. Hareketi Arap uyanışı olarak nitelendirmekten ziyade Arap </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kaosu olarak nitelendirmek mevcut durumla daha çok uyuşmaktadır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>Kaynakça</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Altunışık, Meliha, Benli. (2013) “Ortadoğu’da Bölgesel Düzen ve Arap Baharı”, Ortadoğu Analiz, 5(53):73</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Andews, Rhys. vd., (2011) “Promoting Civic Culture by Supporting Citizenship: What Difference Can Local Government Made?”, Public Administration, 89(2): 596</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Asseburg, Muriel. ve Wimmen, Heiko.(2016) “Dynamics of Transformation: Elite Change and New Social Mobilization in the Arab World”, Mediterranean Politics, 21(1): .6</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Szajkowski, Bogdan. (2011) “Social Media Tools and the Arab Revolt”, Alternative Politics, 3(3): 422</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Turan, İlber. (?) “Türkiye’de Siyaset, Süreklilik ve Değişim”, İstanbul: Der, Aktaran: Sitembölükbaşı, Şaban. (1997) “Siyasal</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Kültürün Kavramsallaştırılmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(?): 250</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yousif, Tarik M., (2004) “Development Growth and Policy Reform in the Middle East and North Africa Since 1950”,</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Journal of Economic Perspectives, 18(3),: 92-94 ve El-Ghonemy M.Riad (1998), Affluence and Poverty in the Middle East,</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Routledge: 71-151, aktaran Winckler, Onn (2013), “The Arab Spring: SocioEconomic Aspects”, Middle East Policy, 20(4),: 68</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Arap Baharı’nın Ekonomik Maliyeti 833 Milyar Dolar, http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomikmaliyeti-833-milyar-dolar-222944.html, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>Erişim tarihi 23.02.2016</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Suriye’de Muhalifler Bin Parça: Hangi Grup Ne İstiyor?: </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grupne-istiyor,242860, Erişim tarihi 17.03.2016</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">http://outernationalist.net/?p=1927&page=4, Erişim tarihi 17.03.2016</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></p><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-81830831017201386542021-10-08T22:12:00.011+03:002021-11-04T18:24:12.253+03:005.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 1<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 1</b></span></i></p><p style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"> <b> 5.YILINDA ARAP BAHARI: ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, guzelipek@gmail.com</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Ortadoğu asırlar boyu uluslararası siyasetin merkezinde yer almış, araştırmacı ve siyaset yapıcıların ilgi odağı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmuştur. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu ilgiye rağmen, 2010 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk ayaklanmaları ve bu çerçevede yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönüşümler siyasetçiler ve sosyal bilimciler tarafından öngörülememiş ve mevcut varsayımları derinden sarsmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bir yandan demokratikleşme hareketleri ve ekonomik bir dönüşüm yaşayan bölge, diğer yandan iç çatışmaların, darbelerin ve vekalet savaşlarının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">merkezi haline gelmiş, ve tüm bu gelişmeler yeni yaklaşımları ve analizleri gerekli kılmıştır. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu çerçevede Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Arap Baharı’yla başlayan süreçte bölgede gözlemlenen yeni toplumsal, ekonomik, iç ve dış siyasal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dinamikleri akademik alanda tartışmaya açmak amacıyla ‘Yeni Ortadoğu’ başlıklı bir konferans düzenledi. Bu konferans çerçevesinde 24-25 Mart 2016 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarihlerinde Maslak Kampüsü’nde bizzat sunulan ve tam metin olarak bize iletilen bildirilerden bu kitabı oluşturduk. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Konferansa emeği geçen herkese teşekkür eder, konferans ve Bildiri Kitabı’nın Ortadoğu çalışmalarına katkı yapmasını dilerim. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Düzenleme Kurulu adına, </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">FMV Işık Üniversitesi </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">ISBN 978-605-66181-1-6 (e-Kitap) </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">FMV Işık Üniversitesi Yayınları </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">FMV Işık Araştırma ve Danışmanlık Tic. A.Ş. </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Adres: FMV Işık Üniversitesi, Maslak Kampüsü, Büyükdere Cad. No: 2/220 </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Maslak/Sarıyer/İSTANBUL Telefon: +90 (216) 528 70 50 Sertifika No: 33007 </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">ÖZET</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Ortadoğu’da 17 Aralık 2010 tarihinde başlayan ve domino etkisi gösteren sosyo-politik hareketin 5. yılına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">girilmiş olmasına rağmen halen Arap Baharı’nın amacına ulaşmış başarılı bir hareket mi olduğu yoksa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ortadoğu’yu tümden kaosa sürükleyecek tarihsel bir hata mı olduğu üzerinde mutabık olunamayan bir tartışma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmanın en önemli sebeplerinden birisi hareketin, gerçekleşmiş olduğu her </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ülkede aynı sonucu doğurmamış olmasıdır. Bir başka ifadeyle sayısı oldukça az olmak beraber bazı ülkelerde bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">süreç demokratik reform mücadelesinin ilk adımını oluşturmuş, Suriye, Libya ve Mısır örneklerinden hareketle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bazı ülkelerde de uzun yıllar devam etmesi beklenen bir kaosa dönüşmüştür. Bu çalışma Arap Baharı’nın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">amaçları ve sonuçları arasındaki uyumu tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada yöntem olarak Almond ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Verba’nın Politik Kültür Kuramı kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre Ortadoğu toplumları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">siyaset kültürü bağlamında Arap Baharı’nın beklenen en önemli çıktısı olan demokrasiye uygun değildir. Arap</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Baharı’nın gerçekleşmiş olduğu farklı ülkelerin birçoğunda değiştirilmesi planlanan düzenden çok daha kaotik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir yapıya sebebiyet vermesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. Son tahlilde Ortadoğu coğrafyasını ilerleyen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemlerde 2010 öncesine nazaran çok daha kaotik bir konjonktür beklemektedir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1. Giriş</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Hiç şüphesiz ki 2010 yılında Tunuslu Muhammed Buazizi’nin toplumsal bir bunalımın kişisel bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bunalıma dönüşmesi sonucu kendini ateşe vererek başlatmış olduğu Arap Baharı pek çok insanın tahmin dahi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edemeyeceği bir yapıya bürünmüştür. İşsizlik ve kötü yaşam şartları temelli bu hareket aslına bakılacak olursa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Arap toplumlarının geleneksel diktatöryal yönetim yapısına karşı başlatmış oldukları bir isyan hareketi niteliğini </span></i><i><span style="font-family: verdana;">taşımaktadır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Öte yandan, Arap Baharı hareketinin bu kadar öngörülemez bir yapıya sahip olması iki farklı dinamikten </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kaynaklanmaktadır. Tunus orijinli bu hareketin, bunalım dönemlerinde vatandaşın hükümete karşı yapmış </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olduğu münferit protestolardan birisi olmasının ötesinde domino etkisi şeklinde son derece geniş coğrafyalara </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yayılan bir halk hareketi olması her şeyden önce Arap toplumlarının benzer konulardaki geçmiş tecrübelerine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ters bir durumdur. Bir başka ifadeyle modern dönemde Arap toplumlarının demokratikleşme faydası </span></i><i><span style="font-family: verdana;">doğrultusunda yönetime karşı isyanvari bir harekete girişmiş oldukları kayda değer bir örnek yoktur.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">İkinci olarak ise başta Tunus Eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Libya Eski Lideri Muammer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kaddafi ve Mısır Eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek olmak üzere güçleri ve halk üzerindeki sahip oldukları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kontrol ve etkiyle ün salmış diktatörlerin muhalif bir hareket sonucunda devrilecekleri de pek çok kişi tarafından </span></i><i><span style="font-family: verdana;">beklenmedik bir olay olarak nitelendirilmiştir. Pek çok askeri darbe veya halk hareketinde olduğu gibi yönetim </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sınıfının iktidardan indirilmesiyle beraber yeni yönetici sınıfın ne şekilde oluşturulacağı sorusu farklı ülkeler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">özelinde Arap toplumunun ortak politik kaygısına dönüşmüştür. Genellikle geçici hükümet konseyleri şeklinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">üretilen geçici çözümlerin neticesinde Arap Baharı’nı tecrübe eden hemen hemen bütün ülkelerde halen devam </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eden bu süreç bütün bu ülkeleri eskisinden çok daha kaotik bir yapıya dönüştürmüştür.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenle, oldukça fazla bilinmezliğin bir arada yaşandığı kanlı bir süreç olan Arap Baharı, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlangıcından kısa bir süre sonra hem içsel hem de dışsal dinamikler tarafından sorgulanmaya başlanmıştır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Arap Baharı’nın sorgulanması süreci en basit ifadeyle “Başlatılan bu hareket elde edilen sonuçlara tercih </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edilebilir mi?” sorusuna bağlı olarak işlemektedir. Bu bağlamda Arap Strateji Formu sadece 2010-2014 yılları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında yaşanan gelişmelerin ekonomik maliyetinin 833.7 milyar Dolar, iç ve dış göç nedeniyle meydana gelen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mülteci krizinin dış ülkelere maliyetinin 48,7 milyar Dolar; daha da önemlisi meydana gelen çatışmalar ve terör </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eylemleri nedeniyle hayatını kaybeden ve yaralanan insan sayısının da 1.34 milyon olduğu bilgisini vermiştir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">( <a href="http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomik-maliyeti-833-milyar-dolar-222944.html"><b>http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomik-maliyeti-833-milyar-dolar-222944.html</b></a> )</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Yukarıda verilen bu bilgiler ışığında siyasette ve toplumsal yaşamda demokratikleşme ve insan haklarına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">daha saygılı rejimler arzusuyla başlayan bu süreç ulaşılan mevcut durumda hedeflenen gelişmelerden hiçbirisini </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sağlayamamıştır. Tam aksine altyapı, üstyapı, insan gücü, siyasi gelenekler ve ekonomik yapılarının da çökmesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sebebiyle hedeflenen gelişmelerin sağlanması çok uzun bir süre boyunca da mümkün görünmemektedir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Çalışmanın bu bölümünde öncelikle Arap Baharı’nı ortaya çıkaran dinamikler tartışılacak daha sonra ise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı, Arap Baharı’na uyarlanacaktır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b>2. Arap Baharı’nı Meydana Getiren Sosyo ekonomik ve Dışsal Dinamikler</b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1950’li yıllardan itibaren askeri darbelerle yönetime gelen Arap liderler idare etmiş oldukları halklarla </span></i><i><span style="font-family: verdana;">aşağıdaki hususlarda adeta yazısız bir anlaşma yapmıştır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">1) Sosyal hizmetler, sağlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanabilmesi için güçlü bir bürokrasi geleneğininkurulması;</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">2) Başta İsrail’le yaşanan sorunlar kaynaklı, genişletilmiş bir güvenlik paradigmasının ve güçlü bir askeriyapının oluşturulması;</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">3) Devlet sektörüne ait çok sayıda fabrika ve firmanın kurulması;</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">4) Temel gıdaların ve enerjinin devlet tarafından sübvanse edilmesi (Wincker, 2013)</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Görüldüğü üzere Soğuk Savaş’ın başlamasıyla beraber uluslararası sistemde kendini gösteren ideolojik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kamplaşmalar kendini Ortadoğu’da da göstermiş ve Mısır, Libya ve Suriye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sosyalist ideolojiyi ve uygulamalarını benimsemiştir. Yukarıda özetlenen dört maddenin ikincisi hariç hepsi halk </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile yönetici sınıf arasındaki bağları güçlendirerek rejimlerin meşruiyetini arttırırken, genişletilmiş güvenlik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">paradigması zamanla toplumsal özgürlükleri bastırarak sadece itaat eden halk kitleleri oluşmasını sağlamıştır. Bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başka ifadeyle Arap toplumları yaşamsal ihtiyaçları devlet tarafından karşılanarak tebaalaştırılmıştır. Tüm </span></i><i><span style="font-family: verdana;">komünist geçmişe sahip ülkelerde olduğu gibi Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerde de her ne kadar halkın, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">asgari yaşamsal ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından ötürü tatmin olması beklense de sistemin yapısı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gereği gelişime ve değişime kapalı olması nedeniyle başta Libya, Mısır ve Suriye örnekleri olmak üzere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ekonomik sistem yıllar içerisinde kendini yenileyememiş ve liberal kapitalist dalgaya karşı koyamamıştır.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu yolla ekonomik açıdan halk yanlısı görünen rejimler ilerleyen süreçlerde korku imparatorluğuna </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönüşerek içsel meşruiyetlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. <b>Bu rejimlerin dışsal meşruiyetlerini ortadan kaldıran </b></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>olay ise 11 Eylül 2001 saldırıları olmuştur.</b> </span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">Bu tarihten sonra ABD’nin Ortadoğu politikası salt jeostratejik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkarların ötesinde ideolojik kaygılarla şekillenmeye başlamıştır. Ortadoğu’daki otokratik rejimlerin liberal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">rejimlere dönüştürülmesini hedefleyen proje kısa ve orta vadede bölge ülkelerinin de en büyük korkusu olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İslamcıları iktidara taşıma riskini beraberinde getirmiştir. (Altunışık, 2013) Bu durumun sebep olması mümkün </span></i><i><span style="font-family: verdana;">en büyük risk ise Arap Baharı’nın bir demokratikleşme hareketi olamayıp sadece otokratik iktidarları teokratik </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iktidarla dönüştüren siyasal bir hareket olma tehlikesidir.</span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/5yilinda-arap-bahari-arap-uyanisi-mi_8.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></p><p><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></p><p><br /></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-18990907577343683692021-10-05T10:58:00.004+03:002021-11-04T18:23:59.100+03:00ARAP BAHARINDAN NE ÖĞRENDİK? BÖLÜM 2<p style="text-align: center;"><i><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">ARAP BAHARINDAN NE ÖĞRENDİK? BÖLÜM 2</span></b></i></p><p><i><br /></i></p><p><i><br /></i></p><p><i>Arap Baharı, Ortadoğu Çalışm </i><i>aları, politik kültür, asker-sivil ilişkileri, rantçı devlet modeli, neoliberalleşme, </i></p><p><i>Prof. Dr. Mehmet Kaytaz , Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, Doç. Dr. Ödül Celep , Yrd. Doç. Dr. Seda Demiralp , Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal , Yrd. Doç. Dr. Özlem ,</i><i>Kayhan Pusane ,Yeni Ortadoğu, Toplum, Siyaset ve Ekonomi, </i></p><p><i><b><br /></b></i></p><p><i><b>3. Baskı Mekanizmalarının Sarsılmazlığı: </b></i></p><p><i>Ortadoğu’da Asker-Sivil İlişkileri Ortadoğu otoriterliğini ele alan karşılaştırmalı siyaset çalışmaları içerisinde ağırlığını koruyan teorilerden biri ordu-sivil </i><i>ilişiklerine dairdi. Otoriterliğin sarsılmazlığı eserinde Bellin bu konudaki en kapsamlı teorik yaklaşımlardan birini ortaya atmış ve bölgede hüküm süren </i><i>liderlerin arkalarındaki ordu desteğinin belirleyici rolüne işaret etmiştir. </i></p><p><i> Bellin’e göre, Ortadoğu otoriterliğini açıklayan ve bu anlamda bölgeyi başka bölgelerden ayıran faktörler sıklıkla iddia edilenin argümanların aksine, kültür </i><i>veya ekonomik az gelişmişlik değildir. Bu, Ortadoğu kültürlerinin otoriter olduğu tezini reddetmek anlamında değildir. Fakat yukarıda belirtildiği gibi, otoriter </i><i>kültürlerin çeşitli dönemlerde hüküm sürdüğü birçok toplumda bir noktada demokratikleşme hareketi gerçekleşmiştir. Ekonomik az gelişmişlik argümanında </i><i>da aynı durum söz konusudur.</i></p><p><i>Ortadoğu gerçekten de az gelişmiş bir bölgedir fakat başka az gelişmiş bölgelerde demokratikleşme olabilmiştir. O halde belirleyici olan az gelişmişlik de </i><i>olamaz. Nitekim ekonomik gelişme ve demokratikleşme arasındaki ilişkiye dair iddialar yakın zamanda çürütülmüş, ekonomik gelişmenin demokrasilerin </i><i>sürekliliğini sağlamaya katkıda bulunmakla birlikte otoriterlikten demokrasiye geçişte belirleyici bir rolü bulunmadığı kanıtlanmıştır (Przeworski vd., 2000). </i></p><p><i>O halde, Ortadoğu’yu diğer bölgelerden ayıran ve otoriterliğin bu derece istikrarlı bir biçimde devamını sağlayan başka bir sebep olmalıdır.</i></p><p><i> Bellin’e göre bu fark, bölge ülkelerinde mevcut bulunan baskı mekanizmalarında yatmaktadır.</i></p><p><i>Ortadoğu’da demokratikleşme olamamasının sebebi baskı mekanizmalarının aşırı güçlü olmasından gelmektedir.</i></p><p><i>Bu gücü sağlayan da askeri güçlerle liderler arasındaki ilişki yapısında yatmaktadır. </i></p><p><i>Ortadoğu’da demokratikleşme şansı düşüktür, çünkü burada hüküm süren otoriter liderlerin arkasında askeri destekleri vardır </i><i>ve bu şartlar altında onları devirmek çok güçtür. Bir başka deyişle, demokrasinin gerçekleşmemesinde talebe </i><i>değil arza odaklanılmalıdır. Demokrasi talep edildiğinde, insanlar mobilize olup sokaklara döküldüğünde sürecin </i><i>devamını bir tek soru belirler: ordu lidere destek olacak ve bu amaçla gerekirse kendi halkına silahlı müdahalede </i><i>bulunacak mı? Cevap “evet” ise halkın yapabileceği pek bir şey yoktur. O yüzden iş ordunun seçimlerinde biter </i><i>ve Ortadoğu’yu ayırt eden ordunun bu tür durumlarda sıklıkla lidere destek vermeyi seçmesidir. O halde </i><i>anlamamız gereken bu durumun sebepleridir.</i></p><p><i>Bir askerin kendi halkına ateş etmesi, görev tanımıyla ağır bir çelişki yaratır ve bu sebeple -teorik </i><i>olarak- hiçbir asker tarafından istenmez. O halde Ortadoğu’da askerler neden kendilerini sıklıkla bu istenmeyen </i><i>durumda bulmaktadır? Bellin bunu ordunun kurumsallaşamamış olmasıyla açıklar. Kurumsallaşmanın tanımı,</i><i>yönetimde keyfiyet değil kuralların belirleyici olması, bu kuralların devamlı, bilinir ve tahmin edilebilir olması, </i><i>yükselme ve ast-üst ilişkilerinin yeteneğe dayalı olması ve kurumsal bağımsızlık özelliklerini içerir. Ortadoğu’da </i><i>gözlemlenen, yönetimin keyfi, atamaların ve yükselmenin siyasi liderle şahsi yakınlık sayesinde gerçekleştiği ve </i><i>kurumun bağımsızlığı olmayıp siyasi liderin kontrolü altında bulunmasıdır. Bir başka deyişle ordu halkın ordusu </i><i>değil siyasi liderin ordusu gibidir ve halk tarafında da öyle algılanır. Bu durumda bir halk isyanı söz konusu </i><i>olup ordu komutanları siyasi liderden halka ateşe etme emri aldığında, bu komutanların görev tanımlarıyla </i><i>çelişmek pahasına halka ateş etme ihtimali artacaktır. Çünkü bu askerler bilir ki bir siyasi devrim veya değişim </i><i>olup siyasi lider devrildiği takdirde kendilerinin pozisyonları da tehlikeye girecektir. Halk onları milletin </i><i>askerleri değil liderin askerleri olarak algılamaktadır ve liderden kurtulunca onlardan da kurtulacaktır. Bunu </i><i>göze alamayan asker halkına ateş edecektir ve bir ordu halka ateş etmeye başlarsa halk hareketinin devamı </i><i>imkansız gibidir. Sivil bir halkın bir orduya karşı gelebilmesi çok zor olacağından bu noktada isyan biter. Bellin </i><i>der ki, işte bunu bildiği için Ortadoğu halkları kolay kolay isyan etmez, ederse de bunun başarıya ulaşma şansı </i><i>çok düşüktür.</i></p><p><i>Ne var ki Arap Baharı olarak tanımladığımız 2011 sonrası dönemde bölgede halkların birer birer </i><i>ayaklanması ve Tunus ve Mısır gibi ülkelerde ordu komutanlarının isyanlara müdahale etmemek suretiyle </i><i>liderlerin devrilmesine izin vermesi, diğer taraftan Suriye örneğindeki gibi askerlerin halka ateş açmasına </i><i>rağmen isyanların durmaksızın devam etmesi bu konudaki mevcut teorileri tekrar düşünmeyi gerekli kıldı.</i></p><p><i>Ortadoğu’da otoriterliğin sarsılmazlığının sebebinin orduda kurumsallaşma eksikliği ve şahsi, siyasi lider </i><i>kontrolünde ordu yapılaşmaları olduğu tezi eksik veya hatalı mıydı?</i></p><p><i>Bellin ve Gause gibi karşılaştırmalı siyasetçiler Arap Baharı sürecinde yaşananlara bakıldığında tam tersine ordu desteğinin otoriterliğin devamı </i><i>konusunda belirleyici olduğu tezinin ispat edilmiş olduğunu, fakat Arap Baharı’nı tahmin edememiş olmanın, bölgedeki tüm ordu-sivil ilişkilerinin aynı </i><i>kefeye konmuş olması hatasından ileri geldiğini söylerler. Yani, Tunus ve Mısır’da daha kurumsallaşmış ordular bulunması ve bu orduların sorumluluklarını </i><i>siyasi otoriteye değil halklarına bağlılıkla tanımlaması, bu ülkelerde direniş başladığında ordunun direnişten yana tavır almasına sebep olmuştur. </i></p><p><i> Oysa ki Suriye ve Bahreyn gibi ülkelerde ordu-siyaset ilişkilerinin çok daha şahsi biçimde yapılanmış olması farklı sonuçlar doğurmuştur. Beşir Esad’ın </i><i>halkın çoğunluğu Sünni olmasına rağmen askeri elitleri kendisi gibi Alevilerden seçmesi, Bahreyn’de ise tam tersi, halk çoğunluğunun Şii olmasına rağmen, </i><i>üst rütbeli askerlerin liderin kendisi gibi Sünnilerden seçilmesi, bu ülkelerde halkın orduyu kendine değil lidere yakın görmesine sebep olmuştur. </i></p><p><i>Gerçekten de rütbesini ve kariyer imkanlarını liderle kurduğu dini, etnik, veya ailevi bağlara bağlı gören bir askerin önceliği bu siyasi ortamın devamını </i><i>sağlamak olacaktır. Zira, bir siyasi değişim durumunda kariyerlerini ve hatta hayatlarını kaybedeceklerini bilmektedirler. Nitekim Suriye ve Bahreyn’de </i><i>halka ateş etmesi emredilen askerler, görev tanımlarına tamamen ters de olsa bu emre uymuşlardır. Libya ve Yemen’de Muammer Kaddafi’nin ve Ali </i><i>Abdullah Salih’in ailelerinden gelen askerler onlara bağlı kalırken, diğerleri muhalefete katılmış ve neticede her </i><i>iki ülkede de lider devrilmiştir. Tunus ve Mısır’da ise rütbelerini yetenekleri sayesinde edinmiş, köklü kurumsal </i><i>geçmişlere sahip orduların mensubu bulunan generaller, kendilerini siyaset üstü görmüş, kendilerine verilen ateş </i><i>emrine uymamış, direniş başladıktan kısa süre sonra mevcut siyasi liderlere (Tunus’ta Ben Ali ve Mısır’da </i><i>Mübarek) destek vermeyeceklerini açıklamış, bu açıklamalar da kısa süre içinde söz konusu liderlerin </i><i>devrilmelerini beraberinde getirmiştir.</i></p><p><i>Özetle, otoriterliğin devamında belirleyici olan, otoriter liderlerin bir direniş söz konusu olduğunda </i><i>güvenebilecekleri askeri desteğe sahip olup olmadıklarıdır. Ortadoğu’da bu destek genellikle mevcuttur çünkü </i><i>asker-sivil ilişkileri genellikle kurumsal değil şahsi bağlara dayanır. Ne var ki tüm Ortadoğu ordularını aynı </i><i>kefeye koymanın yanlış olduğu görülmüştür. Görece olarak daha kurumsal ordular vardır ve bu farklar bir </i><i>direniş vücuda geldiğinde söz konusu ülkelerin kaderini değiştirecek kadar mühimdir.</i></p><p><i><b>4. Rantçı Ekonomi, Ahbap-Çavuş Kapitalizmi, ve Ortadoğu’da Ekonomi-Siyaset İlişkileri</b></i></p><p><i>Arap Baharı ekonomi-siyaset ilişkilerine dair mevcut varsayımlarımızı da gözden geçirme gereği </i><i>doğurmuştur. Bugün Ortadoğu’da iki tür ekonomik model söz konusudur. Birisi, devletlerin gelirini büyük </i><i>ölçüde petrol ihracatından sağladığı rantçı modeldir. Diğeri ise petrol geliri bulunmayıp uzun müddet devlet </i><i>eliyle üretim yaparak kalkınma çabası göstermiş fakat son dönemlerde globalleşme süreçlerinin yarattığı baskılar </i><i>sonucu uygulanmaya başlayan ekonomik reformlarla devlet müdahalesinin azaldığı veya şekil değiştirdiği </i><i>neo liberalleşme modelidir.</i></p><p><i>Arap Baharı sonrasında rantçı devlet teorisini gözden geçirdiğimizde, bu süreçten güncelliğini büyük </i><i>ölçüde koruyarak çıktığını söylemek mümkündür. Kısaca özetleyecek olursak, rantçı devlet teorisi ülke </i><i>gelirlerinin çoğunun değerli doğal zenginliklerden edinildiği, üretimin ve dolaysıyla halkın katkısının ülke </i><i>gelirinde rolünün az olduğu ekonomik yapıdır (Beblawi ve Luciani, 1987). Otoriter siyasi yapılara sahip </i><i>ülkelerde keşfedilen doğal kaynaklar, bu kaynakların kullanımının, satışının, ve gelirlerinin dağıtımına dair </i><i>kararların siyasi liderlerde toplanmasına ve bundan doğan gücün bu liderlerin sahip oldukları pozisyonları </i><i>koruyabilmeleri ne yol açmaktadır (Ross, 2001). Temel ekonomik etkinliğin üretim olduğu ve hazine gelirlerinin </i><i>vergilerden geldiği toplumlarda halk ödediği vergiler karşılığı siyasi haklar talep etmek suretiyle </i><i>demokratikleşme için itici güç oluştururken rantçı sistemlerde bu dinamik bulunmamaktadır. </i></p><p><i>Üretim yapılmamakta, halk vergi ödememekte, devlet harcamaları rant gelirleriyle sağlandığı için, demokrasinin bel kemiğini oluşturan </i><i>vergi-karşılığı-temsil hakkı </i><i>(taxation for representation) pazarlığı gerçekleşememektedir (Ross).</i></p><p><i>Vergi ödemeksizin elde edilen hizmetler (sübvansiyonlar, bedava sağlık hizmetleri, yüklü memur maaşları vb.) </i><i>Demokratik talepler için bedel ödemek istemeyen bireylerin direnişe katılımını azaltmaktadır. Buna ek olarak, </i><i>rant gelirleri sayesinde polis, istihbarat, ve silahlanmaya daha fazla harcama yapma imkanı bulan yönetimler </i><i>direnişin maliyetini artırmaktadır. Bu sebeple Ortadoğu çalışanları, “petro-devletler” olarak da tanımlanan Suudi</i></p><p><i>Arabistan, Cezayir, Katar, Kuveyt, Libya ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde demokratik direniş ve </i><i>değişim şansını öteden beri düşük görmüşlerdir. Nitekim Arap Baharı sürecine baktığımızda bu devletlerden </i><i>sadece Libya’da ciddi bir direniş gerçekleşmiştir. Suudi Arabistan, Cezayir, Irak, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap </i><i>Emirlikleri’nde ise Arap Baharı’nın fazla bir etkisi olmamıştır ve bu durum rantçı devlet teorisini bir kez daha </i><i>ispatlar görünmektedir. Tunus direnişinin patlak vermesini takip eden Şubat ve Mart aylarında Suudi Arabistan </i><i>kralının 100 milyar dolarlık bir harcama paketini onaylaması tam da bu tür politikalara örnek teşkil eder </i><i>niteliktedir.</i></p><p><i>Peki ama bu durumda Libya örneğinin yarattığı istisnai durum nasıl açıklanabilir? Libya örneğinde göze </i><i>çarpan petrol rantının, muadil petro devletlerdeki uygulamalardan farklı olarak, popülist veya askeri-istihbari </i><i>harcamalara değil, Kaddafi’nin gücünü ispata yönelik fakat halk tarafından pek itibar edilmeyen, literatürde </i><i>zaman zaman “pet projeler” olarak tabir edilen mecralara akıtıldığı, bunun ise otoriterliğin devamı açısından </i><i>“isabetli” olmamış olduğudur. Üstelik bu projelerin çoğu kez tamamlanamayıp yarım kalması halkta petrol </i><i>gelirlerinin israf edildiği duygusuna ve ekonomik sıkıntılarından dolayı yönetimi sorumlu görmelerine yol </i><i>açmıştır. İnsan yapımı nehirler, gösterişli futbol stadyumları, başlanıp yarım bırakılmış ya da yapımı fazla </i><i>uzamış iddialı inşaat projelerine harcanan petrol gelirleri, ekonomik sıkıntılar yaşayan halkta öfke ve isyan </i><i>uyandırmıştır. Nitekim isyanın öncelikli olarak mobilize olduğu Bingazi’de yönetim ele geçirildikten sonra bu </i><i>tür inşaat alanlarının direnişçi grupların hedefi haline gelmesi, yer yer yıkılıp grafitilerle kaplanmış olmaları </i><i>anlamlıdır. O halde diyebiliriz ki, petrol rantı eğer patronaj ve baskı mekanizmalarını güçlendirecek biçimde </i><i>harcanırsa, gerçekten de otoriter liderlerin elini sağlamlaştırabilir ve bu anlamda Ross’un bahsettiği “petrol </i><i>laneti” gerçekleşir. Fakat “doğru” harcanmadığında rant geliri, bu geliri elinde tutup yöneten liderleri sorumlu </i><i>hale getirebilmekte ve bu gelirden payını alamadığını düşünen halklarda isyan duygusuna katkıda </i><i>bulunabilmekte ve rejim-sarsıcı etkiler yaratabilmektedir.</i></p><p><i> Petrol üretmeyen Mısır, Ürdün, Fas, Tunus gibi Ortadoğu ülkelerindeki ekonomi-siyaset ilişkilerine </i><i>baktığımızda ise Arap Baharı’ndan alınacak daha da önemli dersler olduğu görülmektedir. Bu ülkelerde bir </i><i>süredir hem globalleşmenin yarattığı baskı, hem ekonomik yardım yapan ülkelerin talepleri doğrultusunda çeşitli </i><i>ekonomik reformlar yoluyla bir neo liberalleşme sürecine girilmiştir. Bu çerçevede kamu iktisadi teşekküllerinin </i><i>özelleştirilmesi, yabancı yatırımların özendirilmeye çalışılması, sübvansiyonların kesilmesi, serbest girişimcilere </i><i>teşvikler dağıtılması gibi politikalar izleniyordu. Bu politikaların bazı kazananları ve kaybedenleri oldu. Dar </i><i>gelirli kesimler üzerinde özellikle sübvansiyonların kesilmesinden ötürü ekonomik sıkıntılar arttı. Öte yandan, </i><i>reformlar bir yandan da kapitalist kalkınma hedeflerine katkıda bulundu ve yeni bir zengin sınıfı yarattı.</i></p><p><i>Özellikle yönetimle iyi ilişkileri bulunan yerli girişimciler-ki bunlara sıklıkla siyasilerin aile üyeleri de dahil </i><i>oluyordu- özelleştirme ve teşvik dağıtımı süreçlerinde avantajlı muamele görmek suretiyle ölçüsüz karlar elde ettiler.</i></p><p><i>Bu neo liberalleşme süreçlerinin olası siyasi sonuçları ile ilgili iki farklı görüş ortaya atılıyordu. Bir grup </i><i>Ortadoğu uzmanına göre bu ekonomik reformlarla sağlanacak kalkınma bu ülkelerdeki lidere avantaj sağlayacak </i><i>ve başında bulundukları rejimlerin devamlılığına katkıda bulunacaktı (Gause, 2011). Ekonomik kalkınma </i><i>liderlerin ve iktidar partilerinin geniş halk kitleleri nezdinde popülaritesini artırırken, ahbap-çavuş kapitalizmi de </i><i>özel sektörün sadakatini sağlayacak, siyasi değişim büsbütün zorlaşacaktı </i></p><p><i>(Richards, 2004; Kienle, 2001; King, </i><i>2003). </i></p><p><i>Bu görüşleri öne sürenler zaman zaman Türkiye örneğini de referans göstermekteydiler. Nitekim </i><i>Türkiye’de AK Parti’nin 2002’den beri tüm seçimlerden başarıyla çıkması, ekonomik kalkınmanın bir iktidar </i><i>partisini nasıl güçlendirebildiğine ispat teşkil etmekteydi (Gause).</i></p><p><i> Öte yandan, Batılı siyasi çevreler ekonomik reformların siyasi reformları getireceğini iddia ediyordu.</i></p><p><i>Bu modernleşme çalışmalarında sıklıkla öne sürülen bir görüştür (Ruschemeyer vd., 1992). Batı modernleşmesi </i><i>siyasi ve ekonomik liberalleşmenin birbirini olumlu etkilediğini göstermiştir ve bunun başka ülkelerde de böyle </i><i>olması mümkündür. Ekonomik kalkınma orta sınıfı güçlendirecek, eğitim ve uluslararası bağlantıları artan orta </i><i>sınıfta hem demokratik bilinç ve talep artacak hem de ekonomik gücü sayesinde bu sınıf yöneticileri </i><i>demokratikleşmeye zorlayabilecektir. Bir başka deyişle, demokratik bilince sahip ve vergi veren orta sınıf </i><i>yaptığı ekonomik katkı karşılığında siyasi hak talep edecek, ekonomik gücü ile siyasileri pazarlık masasına </i><i>iterek siyasi gücün paylaşımına ikna edecektir. Bu demokratikleşme teorisini benimseyen yaklaşımlar, </i><i>Orta doğu’daki ekonomik reformların demokratikleşmeyi teşvik etmesini beklemişlerdir.</i></p><p><i> Arap Baharı, yukarıda özetlenen rakip teorilerin geçerliliklerinin test edilmesi için uygun bir zemin </i><i>yarattı. Görüldü ki, Tunus ve Mısır gibi, ekonomik reformları en sıkı uygulayan ülkelerde bu reformlar ters tepti </i><i>ve rejim sarsıcı etkileri oldu. Hükümet kontrolünde ve hükümet çıkarları gözetilmeye çalışılarak gerçekleşen </i><i>neo liberalleşme, hükümete istikrar sağlamadı. Fakirleşen kesimler hükümete isyan ederken, hükümetin özel </i><i>sektör ortakları da hükümete beklenen desteği sağlayamadı. Kimileri isyanlar başlar başlamaz yurt dışına kaçtı, </i><i>kimileri etkisiz kaldı. Kimileri ise direnişin yanında yer aldı. Belki siyasi özgürlükler ekonomik çıkarlarına ağır </i><i>bastığından, belki de direnişin galip geleceğini tahmin ederek yenen tarafta bulunma arzusuyla taraf değiştirdiler.</i></p><p><i>Sonuç itibarıyla, görüldü ki Ortadoğu’da sıklıkla görmeye başladığımız ahbap-çavuş kapitalizmi her zaman </i><i>otoriter yönetimleri güçlendirmemektedir. Rüşvete ve yolsuzluğa duyulan öfke, özellikle ekonomik sıkıntılar </i><i>yaşayan halklarda isyan duygusuna ve direnişe katkı sağlayabilmektedir.</i></p><p><i><b>5. Sonuç</b></i></p><p><i>Arap Baharı karşılaştırmalı siyaset ve Ortadoğu çalışmaları üzerinde sarsıcı bir etki yapmış, mevcut </i><i>varsayımları çürütmüş, yeni teorik yaklaşımların önünü açmıştır. Bunların başında özcü-kültürcü yaklaşımlara </i><i>vurulan darbe gelmektedir. Özellikle direnişin en kanlı yaşandığı Suriye ve Bahreyn gibi ülkeler, sadece </i><i>Ortadoğu’da direniş kültürünün eksikliğine dair iddiaları çürütmemiş, karşılaştırmalı sosyal hareketler </i><i>çalışmalarının mevcut varsayımlarını da sarsmıştır. Rasyonelliği vurgulayan tezlere karşı, empati ve öfori </i><i>duygusunun yaratabileceği etki ortaya çıkmıştır. Arap Baharı’ndan öğrendiğimiz ikinci ders, ordu-sivil </i><i>ilişkilerine dairdir. Tunus ve Mısır örneklerinde gördüğümüz ordu davranışı bu konunun uzmanlarını dahi </i><i>şaşırtmış, ve bu çerçevede Ortadoğu’daki ordu yapılanmaları arasındaki farkları daha iyi anlama gereğini ortaya </i><i>koymuştur. Direniş ve protesto anlarında askerlerin vereceği kararların önemi ve bu kararların tahmin </i><i>edilebilmesini sağlayabilecek teorik çalışmalara duyulan ihtiyaç görülmüştür. </i></p><p><i>Nihayet, Arap Baharı, Ortadoğu’da ekonomi-siyaset ilişkilerine dair önemli kanıtlar sunmuştur. Paranın siyasi sadakat sağlayabildiği tezi, petrol zengini </i><i>ülkelerde isyanın zayıf kalması gerçeğiyle bir kez daha ispatlanmış, öte yandan iyi yönetilemeyen neo liberalleşme süreçlerinde ortaya çıkan fakirleşme </i><i>ve derinleşen zengin-fakir ayrımları rejimleri sarsmıştır. Tüm bu gelişmeler, sadece Ortadoğu çalışmaları için değil, karşılaştırmalı siyaset çalışmaları için </i><i>de mühim ampirik kanıtlar içermektedir ve gelecek çalışmalarda dikkatle analiz edilmelidir.</i></p><p><i><b>Kaynakça</b></i></p><p><i>Beblawi Hazem and Giacomo Luciani (eds.). 1987. The Rentier State in the Arab World. London: Croom Helm.</i></p><p><i>Beissinger, Mark. 2007. “Structure and Example in Modular Political Phenomena: The Diffusion of the</i></p><p><i>Bulldozer/Rose/Orange/Tulip Revolutions,” Perspectives on Politics 5:2, 271.</i></p><p><i>Bellin, Eva. 2012. “Reconsidering The Robustness of Authoritarianism in the Middle East: Lessons from the Arab Spring.”</i></p><p><i>Comparative Politics 44 (2), 127-149.</i></p><p><i>_______ 2004. “The Robustness of Authoritarianism in the Middle East.” Comparative Politics 36 (2): 139-157.</i></p><p><i>Fish, Steven. 2002. “Islam and Authoritarianism.” World Politics 55 (1): 4-37.</i></p><p><i>Francisco, Ronald. 1995. “The Relationship Between Coercion and Protest,” Journal of Conflict Resolution 39, 263–82.</i></p><p><i>Gause, Gregory. 2011. “Why Middle East Studies Missed the Arab Spring: The Myth of Authoritarian Stability.” Foreign Affairs July/August.</i></p><p><i>Huntington, Samuel. 1996. The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. London: Simon & Shuster.</i></p><p><i>Kedourie, Elie. 1994. Democracy and Arab Political Culture (London: Frank Cass, 1994);</i></p><p><i>Kienle, Eberhard. 2001. A Grand Delusion: Democracy and Economic Reform in Egypt. London: IB Tauris.</i></p><p><i>King, Stephen. 2003. Liberalization against Democracy. Bloomington: Indiana University Press.</i></p><p><i>Przeworski, Adam, Michael E. Alvarez, José Antonio Cheibub, and Fernando Limongi (eds). 2000. Democracy and</i></p><p><i>Development. Cambridge: Cambridge University Press.</i></p><p><i>Richards, Alan. 2004. “Economic Reform in the Middle East: The Challenge to Governance,” in Nora Bensahel and Daniel</i></p><p><i>Byman, eds., The Future Security Environment in the Middle East. Santa Monica, CA: RAND, pp. 57–128.</i></p><p><i>Ross, Michael. 2001. “Does Oil Hinder Democracy?” World Politics 53 (3): 325-361.</i></p><p><i>Rueschemeyer, Dietrich, John Stephens, and Evelyne Stepehens. 1992. Capitalist Development and Democracy. Chicago: University of Chicago.</i></p><p><i>Lichbach, Mark. 1987. “Deterrence or Escalation?” Journal of Conflict Resolution 31, 266–97.</i></p><p><i>Muller, Edward and Erich Weede. 1990. "Cross-National Variation in Political Violence: A Rational Action Approach."</i></p><p><i>Journal of Conflict Resolution 34: 4 (1990): 624-651.</i></p><p><i><br /></i></p><p><i>***</i></p><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-28605917734590681252021-10-05T10:56:00.005+03:002021-11-04T18:24:01.138+03:00ARAP BAHARINDAN NE ÖĞRENDİK? BÖLÜM 1<p style="text-align: center;"><i><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">ARAP BAHARINDAN NE ÖĞRENDİK? BÖLÜM 1</span></b></i></p><p><i><br /></i></p><p><br /></p><p><i>Arap Baharı, Ortadoğu Çalışmaları, politik kültür, asker-sivil ilişkileri, rantçı devlet modeli, neoliberalleşme, </i></p><p><i>Prof. Dr. Mehmet Kaytaz , Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, Doç. Dr. Ödül Celep , Yrd. Doç. Dr. Seda Demiralp , Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal , Yrd. Doç. Dr. Özlem ,</i><i>Kayhan Pusane ,Yeni Ortadoğu, Toplum, Siyaset ve Ekonomi, </i></p><p><i>Yrd. Doç. Dr. Seda Demiralp </i></p><p><i>Işık Üniversitesi, seda.demiralp@isikun.edu.tr </i></p><p><i>YENİ ORTADOĞU: TOPLUM, SİYASET VE EKONOMİ KONFERANSI </i></p><p><i>Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Ortadoğu asırlar boyu uluslararası siyasetin merkezinde yer almış, araştırmacı ve siyaset yapıcıların ilgi odağı </i><i>olmuştur. </i></p><p><i>Bu ilgiye rağmen, 2010 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk ayaklanmaları ve bu çerçevede yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyal </i><i>dönüşümler siyasetçiler ve sosyal bilimciler tarafından öngörülememiş ve mevcut varsayımları derinden sarsmıştır. </i></p><p><i>Bir yandan demokratikleşme hareketleri ve ekonomik bir dönüşüm yaşayan bölge, diğer yandan iç çatışmaların, darbelerin ve vekalet savaşlarının </i><i>merkezi haline gelmiş, ve tüm bu gelişmeler yeni yaklaşımları ve analizleri gerekli kılmıştır. </i></p><p><i>Bu çerçevede Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Arap Baharı’yla başlayan süreçte bölgede gözlemlenen yeni toplumsal, ekonomik, iç ve dış siyasal </i><i>dinamikleri akademik alanda tartışmaya açmak amacıyla ‘Yeni Ortadoğu’ başlıklı bir konferans düzenledi. Bu konferans çerçevesinde 24-25 Mart 2016 </i><i>tarihlerinde Maslak Kampüsü’nde bizzat sunulan ve tam metin olarak bize iletilen bildirilerden bu kitabı oluşturduk. </i></p><p><i>Konferansa emeği geçen herkese teşekkür eder, konferans ve Bildiri Kitabı’nın Ortadoğu çalışmalarına katkı yapmasını dilerim. </i></p><p><i><b>Düzenleme Kurulu adına, </b></i></p><p><i>Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat </i></p><p><i>Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı </i></p><p><i>FMV Işık Üniversitesi </i></p><p><i>İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü </i></p><p><i>ISBN 978-605-66181-1-6 (e-Kitap) </i></p><p><i>FMV Işık Üniversitesi Yayınları </i></p><p><i>FMV Işık Araştırma ve Danışmanlık Tic. A.Ş. </i></p><p><i>Adres: FMV Işık Üniversitesi, Maslak Kampüsü, Büyükdere Cad. No: 2/220 </i></p><p><i>Maslak/Sarıyer/İSTANBUL Telefon: +90 (216) 528 70 50 Sertifika No: 33007 </i></p><p><i><br /></i></p><p><i><b>ÖZET </b></i></p><p><i>Kısaca Arap Baharı diye tanımladığımız, 2010 sonrası Arap ülkelerinde ardı ardına ortaya çıkan ve birçok ülkede mühim siyasi sonuçlar doğuran zincirleme </i><i>isyan dalgası, Ortadoğu çalışmaları alanında da sarsıcı bir etki yaratmıştır. </i></p><p><i>Arap Baharı’nın ne akademisyen, ne siyasi çevrelerce öngörülebilmiş olması, mevcut teorilerin ve varsayımların sınırlarını göstermiş, yeni teorik yaklaşımların </i><i>önünü açmıştır. </i></p><p><i>Sonuç itibarıyla Arap Baharı sonrası Ortadoğu çalışmalarının bir özeleştiri ve yenilenmeye gitmesi şart olmuştur. </i></p><p><i>Bu çalışma da bu amaca hizmet etmek üzere kaleme alınmış ve Arap Baharı’ndan edinilmesi gereken teorik dersleri özetlemeyi hedef almıştır. </i></p><p><i> Bu çerçevede, Ortadoğu çalışmalarında son yıllara kadar gücünü korumuş üç teorik yaklaşım ele alınacak ve Arap Baharı sonrası edinilen perspektiften </i><i>tekrar değerlendirilecektir. Daha spesifik olarak belirtmek gerekirse, Ortadoğu toplumlarında otoriterliğe itiraz ve direniş motivasyonunun ve becerisinin </i><i>eksikliği, baskı mekanizmalarının sarsılmaz gücü, ve rantçı ekonomik yapılarla ekonomik globalleşmenin siyasi istikrara katkılarına dair varsayımlar gözden </i><i>geçirilecektir.</i></p><p><i><b>1. Giriş</b></i></p><p><i>Kısaca Arap Baharı diye tanımladığımız, 2010 sonrası Arap ülkelerinde ardı ardına ortaya çıkan ve birçok ülkede mühim siyasi sonuçlar doğuran zincirleme </i><i>isyan dalgası, Ortadoğu çalışmaları alanında da sarsıcı bir etki yaratmıştır. Arap Baharı’nın ne akademisyen, ne siyasi çevrelerce öngörülebilmiş olması, mevcut</i><i>teorilerin ve varsayımların sınırlarını göstermiş, yeni teorik yaklaşımların önünü açmıştır. </i></p><p><i>Sonuç itibarıyla Arap Baharı sonrası Ortadoğu çalışmalarının bir özeleştiri ve yenilenmeye gitmesi şart olmuştur. Bu çalışma da bu amaca hizmet etmek </i><i>üzere kaleme alınmış ve Arap Baharı’ndan edinilmesi gereken teorik dersleri özetlemeyi hedef almıştır. Bu çerçevede, Ortadoğu çalışmalarında son yıllara </i><i>kadar gücünü korumuş üç teorik yaklaşım ele alınacak ve Arap Baharı sonrası edinilen perspektiften tekrar değerlendirilecektir. Daha spesifik olarak belirtmek</i><i>gerekirse, Ortadoğu toplumlarında otoriterliğe itiraz ve direniş motivasyonunun ve becerisinin eksikliği, baskı mekanizmalarının sarsılmaz gücü, ve rantçı </i><i>ekonomik yapılarla ekonomik globalleşmenin siyasi istikrara katkılarına dair varsayımlar gözden geçirilecektir.</i></p><p><i> Çalışmanın ilk bölümü kültürcü yaklaşımları ele alacaktır. Bu yaklaşımın temel iddiası Ortadoğu kültürlerinin otoriteye isyanı caydırıcı nitelikte olduğu, bu </i><i>sebeple bölgede direniş gerçekleşmediği ve bu sayede bölgede otoriter rejimlerin devam edebildiği yaklaşımıdır. Burada vurgulanacağı gibi, popülerleştiği </i><i>1990 sonlarından beri eleştirilmekle birlikte aksi kanıt yetersizliğinden etkisini sürdürebilmiş bu özcü varsayımlar, Arap Baharı’ndan sonra savunulması </i><i>büsbütün sorunlu bir hal almıştır. İkinci olarak ordu- siyaset ilişkileriyle ilgili varsayımlar gözden geçirilecektir. Geçmiş çalışmalar Ortadoğu ülkelerinde, </i><i>orduları siyasi otoritelerin özel emrinde hareket eden birliklermiş gibi tasvir etmiş ve bu ülkelerdeki otoriter rejimlerin sarsılmazlığını bu durumla açıklamışlardır. </i></p><p><i> Oysa ki Mısır ve Tunus’ta ordunun siyasi otoriteye arka çıkmaması, Libya ve Yemen’de kısmen destek vermesi, ve Suriye ve Bahreyn gibi ülkelerde desteğini </i><i>büyük ölçüde sürdürmesi gibi farklılıklar, bölgede birbirinden ayrı ordu tipleri ve ordu-devlet ilişkileri olduğunu göstermekte, ve bu önemli farkları ortaya </i><i>dökecek yeni çalışmaları gerekli kılmaktadır. Nihayet son bölümde, Arap Baharı sonrası edinilen perspektifle ekonomi-siyaset ilişkilerine dair dominant </i><i>teoriler ele alınacak ve çıkarılması gereken derslere işaret edilecektir. Görülen odur ki, petrol rantlarına sahip otoriter ülkelerde isyan ve değişim imkanlarının </i><i>güçlüğünü vurgulayan rantçı devlet teorisi geçerliliğini büyük ölçüde korurken, neoliberal politikalar bazı beklentilerin aksine isyanı artırmıştır.</i></p><p><i><b>2. Politik Kültür: </b></i></p><p><i>Otoriterlikve Direniş Ortadoğu’nun dünyanın başka bölgelerine nazaran demokratikleşmeye daha fazla direnmesi gerçeği birçok Ortadoğu çalışanı tarafından </i><i>kültürel sebeplerle açıklandı. Bunlara göre, Ortadoğu’da demokratikleşme olamadı çünkü yeterince talep yoktu. </i></p><p><i>Bunun sebebi Ortadoğu kültürlerinde tolerans, barışçıllık, bireycilik gibi demokrasinin yapı taşları olarak düşünülen değerlerin fazla yer bulmadığıydı (Kramer </i><i>1993, Kedourie 1994, Fish 2002). </i></p><p><i>Bu görüşlere göre, bireyden çok çoğunluğun tercihlerine, güçlü liderliğe, üst akıllara önem veren Ortadoğu’da otoriter siyasi yapıların devamı şaşırtıcı değildi. </i></p><p><i>Bu kültürcü yaklaşımlara göre söz konusu eğilimlerin altında yatan en kuvvetli sebeplerden biri de İslam dini idi. Huntington (1996) gibi muhafazakar</i><i>siyaset bilimciler tarafından en provokatif şekilde savunulan bu tür özcü yaklaşımlar elbette ağır eleştirilere de maruz kaldılar. </i></p><p><i>Bu eleştiriler özetle şu görüşleri dile getiriyordu. Tüm kültürcü argümanlar biraz “entelektüel tembellik” içeriyor, ve başka şekilde açıklanamayan tüm “artık “ </i><i>(residual) soruları “kültür” değişkeniyle açıklama kolaycılığına kaçıyoruz. Bu tür kültürcü yaklaşımlar en çok da Ortadoğu çalışmalarında öne çıkıyor, bu</i><i>da Batılı araştırmacıların ön yargıları ve bölge dinamiklerini anlama konusundaki eksikliklerinden kaynaklanıyordu. </i></p><p><i>Bu şartlar altında Ortadoğu’ya dair tüm farklılıklar (otoriterlik, ataerkillik, ekonomik geri kalmışlık vb.), bir başka farklılıkla, yani “İslam” dini ve ona eşlik </i><i>eden kültürel karakteristiklerle açıklanmaya çalışılıyordu. Oysa kültür-siyaset ilişkisi analiz edilmesi en zor ilişkilerden biri olduğundan çok daha dikkatli</i><i>incelenmeli, ve hatta yanıltıcı siyasi sonuçlara ulaşarak çeşitli ön önyargıları besleme riskinden ötürü tamamen uzak durulmalıydı.</i></p><p><i> Bazı Ortadoğu çalışanları ise Ortadoğu kültürlerinde otoriter eğilimlerin olduğu görüşüne karşı çıkmamakla birlikte, bu eğilimlerin başka toplumlarda </i><i>da görüldüğünü, fakat bu toplumların bir noktada demokratikleşmeyi başardığını hatırlatarak, kültürün demokratikleşmeyi engellemeyeceğini savundular. </i></p><p><i> Bu sebeple, Ortadoğu’da demokratik taleplerin olmadığı ve demokratikleşmenin bu yüzden gerçekleşmediği tezi savunulamazdı. Ne var ki tüm bu eleştiriler, </i><i>Ortadoğu’da gerçekten de organize bir direniş ve siyasi değişim hareketi gözlemlenemediğinden zayıf kalıyor, ampirik kanıt eksikliğinde kültürcü teorileri </i><i>çürütmek zor oluyordu. Bölgede organize direniş sadece İslami gruplar arasında gözlemleniyor, bu grupların ise demokratik sicilleri sağlam görülmediğinden, </i><i>varlıkları demokratikleşme sinyali olarak yorumlanamıyordu. Bu sebeple, kültür ve İslami kimliğin belirleyiciliği ile ilgili argümanlar teorik olarak ağır </i><i>eleştirilere maruz kalmış olmak ve popülerliklerini görece yitirmiş olmakla birlikte literatürde varlıklarını sürdürdüler.</i></p><p><i> Ne var ki bu durum, Arap Baharı süreci ile birlikte değişmek durumunda kaldı. Birbiri ardına patlak veren, üstelik de aynı anda İslamcı, sol, liberal, </i><i>feminist, ve diğer ideolojik kesimler tarafından sahiplenilen, birçok grubu bir araya getiren, ve herkes için siyasi açılım talep eden organize direniş </i><i>hareketleri Ortadoğu’nun yakın siyasi tarihine damgasını vurdu. Bu gelişmeler Ortadoğu’da direniş beklemeyen yahut sadece İslamcı direnişleri </i><i>olası gören kültürcü varsayımları kökünden sarsarak bölge halkının demokratik taleplerinin ve direniş becerisinin muadillerinden hiç de geri kalmadığını </i><i>gösterdiler. Hatta, Suriye ve Bahreyn örnekleri dünya direniş literatüründe dahi eşine az rastlanan örnekler teşkil ettiler çünkü bu ülkelerde direniş ağır </i><i>mililer saldırılara rağmen devam etti. Bu karşılaştırmalı sosyal hareketler çalışanları için şaşırtıcı bir durumdu, çünkü mevcut direniş çalışmaları bir yere </i><i>kadar şiddetin (örneğin polis şiddetinin) isyanları tahrik etmesiyle birlikte ağır silahlar devreye girdiğinde, yani bir ülkenin askeri birlikleri halka karşı </i><i>saldırı başlattığında direnişçilerin geri çekileceklerini ön görür (Mülkler ve Weede, 1990; Lichbach, 1987; Fransisco, 1995). </i></p><p><i> Ne de olsa insan rasyonel bir varlıktır ve davranışlarının maliyeti olası faydalarına göre ciddi şekilde ağır bastığında davranışına son verecektir. </i></p><p><i>Oysa ki Suriye ve Bahreynli direnişçilerin karşılaştıkları durum tam da buydu ve buna rağmen, yani vatandaşı bulundukları ülke ordularının üzerlerine </i><i>ateş açmasına ve her gün yüzlerce ölü vermelerine rağmen direnişler devam etti. Bu, şaşırtıcı bir dirençti ve literatürde yeni çalışmalara yön verdi. </i></p><p><i>Nitekim Bellin (2013), bu durumun ülke-spesifik çalışmalarla açıklanamayacağını, ancak bölgesel etkilerle anlaşılabileceğini söyler.</i></p><p><i>Yani, başta Tunus olmak üzere, Arap Baharı’nın başarılı örnekleri o derece kuvvetli bir ilham dalgası yaratmıştır ki, başarılı örnekle yapılan empati ve </i><i>ortaya çıkan öfori duygusu, rasyonel hesapların önüne geçmiş, ve direnişin devamını sağlamıştır (Bellin). Direniş hareketlerinin veya demokratikleşme </i><i>süreçlerinin çoğu zaman dalgalar halinde geldiği, halkların birbirinden etkilendiği zaten bilinmekle birlikte, Arap Baharı örneğinin dikkat çektiği</i><i>gerçek, bu tür etkilenmelerde allanın coğrafi değil kültürel yakınlık olduğudur. Bireyler, halkını kendi halkına, yaşam şartlarını kendi yaşam şartlarına </i><i>benzettiği toplumlarda gerçekleşen olumlu değişimlerden etkilenir, identifikasyon yapar, ve benzer bir sonuç yakalamak ümidiyle harekete geçer. </i></p><p><i>Bu esnada içinde bulunulan şartlarda önemli farklı olsa da, ve bu farklar hayat-ölüm farkını belirleyecek nitelikte olsa bile, Tunus ve Suriye siyasi </i><i>koşullarının farklılıkları gibi, ortaya çıkan coşku ve enerji artık bunlara kulak asmaz ve kolay kolay durdurulamaz. Aynı etki, coğrafi olarak yakın olup </i><i>sosyal açıdan farklı toplumlarda gözlemlenmeyebilir. Bu sebeple Tunus’ta başlayan direniş hareketi Afrika’nın güneyine değil, Arap Yarımadası’na yayılmıştır. </i></p><p><i> Yine benzer sebeplerle, 2009’da İran’da baş gösteren çevreci hareket komşu Arap ülkelerinde ilgi çekmiş ve takip edilmiş olmakla birlikte ciddi bir </i><i>etkilenmeye ve harekete yol açmamış, fakat iki sene sonra benzer bir şekilde Tunus’ta baş gösteren direniş, Arap ülkeleri arasında hızla yayılmıştır. </i></p><p><i> Özetle, Beissinger (2007)’ın dediği gibi, empati kendine benzeyenle yapılır ve Arap ülkelerinde yıllardır eksik olan değişim modeli nihayet oluştuğunda,</i><i>“domino etkisi” gerçekleşmiştir. O halde, Arap Baharı yeni bir “demokratik dalga”nın sinyali olarak görülebilir mi? </i></p><p><i>Ne var ki direniş, hatta otoriter rejimlerin çöküşü, demokratikleşmenin bir ön aşaması olmakla birlikte, her zaman peşinden demokratikleşmeyi getirmez. </i></p><p><i>Görüldüğü kadarıyla, Ortadoğu’da da demokratikleşme hala çok yakın vadede gerçekleşecek gibi durmamaktadır fakat bunun sebepleri ayrı bir </i><i>çalışma konusudur. </i></p><p><i><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/10/arap-baharindan-ne-ogrendik-bolum-2.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></i></p><p><i><br /></i></p><p><i>***</i></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-91950247406223773692021-09-28T16:35:00.009+03:002021-11-04T18:24:15.427+03:002016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 2<p style="text-align: center;"><i><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 2</span></b></i></p><p style="text-align: center;"><i><br /></i></p><p><i><b>Derin Rusya analizi ve Türkiye ile ilişkiler..</b></i></p><p><i>Sovyetlerin dağılmasının ardından hala durumu kabullenemeyen Rus halkı ve yönetimi eski günlere dönmenin hayali içinde yaşıyor. </i></p><p><i>Bu yönde Rus liderlerinin atacağı adımlar alkolizm, tembellik ve vurdumduymazlık girdabına düşmüş halkta prim yapıyor. 1991’de Sovyetlerin dağılmasından </i><i>sonra Putin’e kadar olan dönemde ülkeyi Batı yanlısı ve neo-liberal bir elit kesim yönetmeye çalıştı. Bugün ise muhafazakâr ve milliyetçi bir kesim yönetiyor . </i></p><p><i>Putin, devlet başkanı olduğunda oligarkların elinden ülkeyi kurtardı ama ortaya eski devlet bürokrasisi ile iç içe geçmiş yeni bir oligark grubu ortaya çıktı. </i></p><p><i>81 eyaletin valisi zaten bu gurubun doğal üyesi ve Rusya’nın kalkınamamasının altında da bu kişiler var. Bu valiler federal bütçeden aldığı payı kendi </i><i>ceplerini doldurmak için kullanıyor ve rüşvetsiz iş dönmüyor. Dağıstan ve Çeçenistan, bütçe adı altında liderlere verilen rüşvet ile kontrol ediliyor. Putin’in </i><i>etrafında Kremlin’de gördüğümüz 500 kişi var, gerisi boş. Ruslar emperyal bir kültüre sahip, sadece kendilerine konuşma hakkı tanır ve düşündüklerini </i><i>yaparlar. Merkeze yakın toplam 200 kişi (Siloviki) birlikte hareket ediyor, bunlar; valiler eski bürokratlar, istihbarat ağırlıklı elit. Putin, devleti istihbarat </i><i>teşkilatı gibi yönetiyor. Robert Gates’in dediği gibi Putin aslında bugünün değil, geçmişin Rus imparatorluklarının Çarı ve bunu oynamak istiyor. </i></p><p><i>Yeri gelmişken eski Sovyet coğrafyasındaki Türk Cumhuriyetlerinin Rus güdümündeki liderlerinden bahsedelim. Bu liderler ülkenin enerji kaynaklarını </i><i>Rusya’nın kontrolüne verme karşılığı koltuğundalar. Rusya, buna karşılık bu ülkelerde muhalefet bırakmadı. Varlıkları, Rusya ile olan bağları ile doğrudan </i><i>ilişkili. ABD’ye bölgeye gelirse “demokrasi” diyeceğinden, bunu geciktirme, kişisel olarak Rusya’nın sadık bir müttefiki olma derdindeler. Özledikleri otoriter </i><i>sisteme ancak Putin’in Çar olduğu bir dönemle geçeceklerini sanıyorlar. Putin ise onlardan çaldıkları ve çalacakları dâhil 125 trilyon dolarlık bir doğal enerji </i><i>kaynağını kontrol ettiğini ve geleceklerinin sağlam olduğunu düşünüyor.</i></p><p><i><span style="white-space: pre;"> </span>Rus yönetimi içinde arka planda büyük bir devlet krizi yaşanıyor ve bunun kırılganlığı derin oluyor. Rusya’da çok büyük bir yönetim krizi olabilir </i><i>ama bu bir ayaklanma olamaz çünkü halkta böyle bir kültür yok, Putin yönetim içinde radikal düzenlemeler yapabilir ama kendisi gitmez. </i></p><p><i>Rus halkında ABD, Putin’i iktidardan düşürecek kanısı var, Çin’i dost görmüyorlar. Güneyde hayat Çin etkisine girmiş durumda. Ambargo ile Rus halkı </i><i>yalnızlaştı, umutsuzluğa kapıldı. Ülkeden 1990-2015 arasında yüzbinlerce bilim adamı yurt dışına kaçmış ama Sibirya’da yol yapamıyorlar. Sibirya’da bir </i><i>bilimsel toplantı yapsanız katılacak 4-5 bin bilim adamı bulursunuz ama bir tane girişimci yani özel sektörde ihale alacak kişi yok. Alkolizm ve umutsuzlukta </i><i>iklim şartlarının da etkisi var. Sanat ve kültür alanında derin bir dünyaları var. Rus gençliğinin 2/3 ü parazit şeklinde yaşıyor, çalışmıyor. Edebiyat, dans, </i><i>bale, operada özellikle Sovyet eğitim sistemi ile oldukça ileri gittiler ama öte yandan kendini yönetemeyen, bir toplum oldular. Sovyetlerden sonra sanat </i><i>Batıya kaçtı, kalanda ticarileşti. Sanat ve bilim St. Petersburg’da, Moskova ise kaba ve vahşi Rusların yeri. Ruslar şimdilerde kitap okuyor, operaya gidiyor, </i><i>şarap içiyor, entelektüel dünyasını geliştiriyor. Rus halkı, 80 yıl malborosuz, domatessiz, hamburgesiz yani Batı standartlarından uzak yaşamayı başarmış. </i></p><p><i>Sokaktaki Ruslar için öncelikler farklı. Ülkede tüccar olanlar; Rusya’daki Azeriler, Kafkasyalılar, Tatarlar, Türk Cumhuriyetlerinden gelenler. </i></p><p><i>Azeri olanlar; restoran sektörü, meyve-sebze ve kadın ticareti, Çeçenler; kadın ticareti ve mafya (şirket alıp-satmak) ile meşgul. </i></p><p><i>Rusya’daki inşaat ameleliği </i><i>Özbek ve Taciklere, bulaşık ve tuvalet temizliği gibi hizmetler Kırgızlara ait. Rusya’da Yahudilerin etkisi (Rus ve Azeri Yahudisi) göz ardı edilmemelidir. </i></p><p><i><b>Akkuyu Santralı ihalesini onlar aldı. </b></i></p><p><i>Rusya’nın büyük bir devlet olarak kalabilmesi için iki şey lazım; nüfus ve ekonomi. Rusya’da ikisi de yok, bu yüzden geçmişte olduğu gibi dünyadan izole </i><i>edilmek ve ambargo en hassas taraflarıdır. Çok uzak bir zamanda değil, Rusya, önce yavaş yavaş sonra birden dağılacak. Ne demek istiyoruz anlatalım. </i></p><p><i>Rusya’nın yaklaşık 142 milyon nüfusu var ve doğum oranı oldukça düşük. </i></p><p><i>Bu nüfusa başka ülkelerde yaşayan yaklaşık 27 milyon Rus’u da ilave edelim. </i></p><p><i>Rusya dünyanın en çok suçlu barındıran, nüfusuna oranla en çok hapishane dolduran ülkesi. Rusyanın enerjiden sonra en iyi ihraç maddesi güzel kadınlar; </i></p><p><i>2 milyonu ülke içinde 4.5 milyon fahişe yanında Ukrayna ve diğer ülke kadınlarının da trafiğini yönetiyorlar. Rus kadınlar; Japon sınırına yakın bölgelerde </i><i>Japonlar, güneyde Çin sınırından Hazar’a kadar Sibirya boyunca Çinlilerle, Karadeniz’e yakın olanlar Türkler ve Doğu Avrupa’da olanlar Avrupalılarla evleniyorlar. </i></p><p><i>Güzel kadın ülkeyi terk ediyor, toplumu yenileyecek kadın yok. Sadece Türkiye’de son 20 yılda 550 bin evlilik olmuş ve onbinlerce çocuk doğmuş. </i></p><p><i>Bunda Türkiye ile Rusya arasında her alanda yaşanan romantizmin de etkisi oldu. Aslında bu romantizm tek taraflı idi. Rus kadının evlilik stratejisi vardı; </i><i>önce iyi bir hayat, sonra ailesine para göndermek, müteakiben kendi geleceğini garanti altına almak ve nihayet bir gün ülkesine dönmek. Rus kadını aynı </i><i>zamanda istihbarat vasıtası idi. Genç iş adamlarının çok gittiği otellerde ortaya çıktılar. Bugün güzel Rus kadını öyle azaldı ki Rus dış istihbarat servisi </i><i>FSB’nin yaklaşık %40’ı bu işler için çalıştırılan Beyaz Rus kızlardan oluşuyor. İşin ilginç yanı bu kadınların trafiğini yönetenler Çeçen ve Azeri mafyasıdır. </i></p><p><i>Kadın ticareti Rus istihbaratının çalışma alanı ve başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’ya (Arap şeyhleri) yönelik özel çalışmalar yaparak, sızma yapılacak </i><i>grupları seçiyorlar. Rus istihbaratı, Ermeniler ile de iç içedir. Rusya’daki 2 milyon Ermeni devlet yönetiminde önemli noktaları tutmuş durumdadır. </i></p><p><i>Moskova, Suriyeli ve Lübnanlı kaynamaktadır. Türk iş adamlarının ve devlet adamlarının yurt içi ve dışı gezilerinden nerelerde yemek yediklerini, otellerini </i><i>takip ediyorlar. Son 20 yılda bu tuzaklara düşenler ile ilgili epeyce roman yazılabilir. Bunlar içinde İslamcı kesimin meşhur isimleri öne çıkar.</i></p><p><i>Rusya ile romantizmin yaşandığı diğer bir alan ise ekonomi oldu. Kırım’ın alt yapısına 12 milyar dolar ayırdı ama para ortada yok. Tıpkı Putin gibi vali diye </i><i>atananlar da kişisel gelirlerinin peşinde. Putin, bunları kontrol edemiyor, hemen her devlet toplantısının ana gündemi de bu konu; halk fakir, fabrikalar eski. </i></p><p><i>Yukarıdakiler cebini dolduruyor, devlet özel sektörü yaratmıyor, girişimci yok, kimsenin çalışmak ya da yatırım yapmak gibi bir derdi yok. </i></p><p><i>Rus ekonomisinin %70’i madenler, mineraller, petrol ve doğal gaza bağlı ve ülke gelirlerinin önemli bir bölümü bu sektörden geliyor. Rus Merkez Bankası </i><i>başkanı Ekim 2015’de ülke rezervlerinin bir yılda 510 milyar dolardan 370 milyona düştüğünü açıkladı. Petrolün varili 35 dolara düştü ve 29 dolara düşecek </i><i>gibi, Rusya ekonomisi bunu kaldıramaz. Halen Rus ekonomisi petrol ve doğal gaz yani enerji satışları yanında Sovyet döneminden kalma silah teknolojisi </i><i>ile yürüyor. O yüzden Avrasya Ekonomik Birliği’nin şansı yok çünkü birbirlerinde olan petrol ve doğal gazdan başka satacak bir şeyleri yok. Belarus ve </i><i>Kazakistan’ın ekonomileri de zayıf. BRICS ve Şanghay ile de Batıya karşı bir denge kuramadılar çünkü ekonomileri desteklemiyor. Ekonomik kriz ülkeyi </i><i>bitiriyor, oteller boş, mağazalar kapandı, halk umutsuz, ülkede yabancı kalmadı. </i></p><p><i>Rus Ordusunun gücü Sovyetlerden kalma eski nükleer silahlara dayanıyor, </i><i>orduyu modernize etmek için gerekli makine sanayi yok ve Avrupa, özellikle Almanya vermiyor. Rusya’da sanayi üretimi oldukça geri seviyededir. </i></p><p><i>Modernizasyon için verilen paraları bürokratlar cebe indirip, Batıya gönderiyorlar. Örneğin Başkurdistan’da bir bürokrat Petro-kimya tesisini olduğu gibi söküp </i><i>Avusturya’ya gönderince, Putin uzun mücadeleden sonra 3 yıl önce geri getirebildi. Ruslar ve Almanlar Baltık üzerinden doğal gaz hattı ile daha da yakınlaştılar. </i></p><p><i>Ruslar, Almanya’yı yanında tutarak Avrupa’yı bölünmüş tutmayı, Almanlar da Rus pazarını elinde tutmayı istiyor.</i></p><p><i><span style="white-space: pre;"> </span>Türkiye’deki gibi sanayi tesisleri ve fabrika kurma kültürleri yok, daha da açıkçası imalat sanayileri yani küçük ve ortak ölçekli yani KOBİ dediğimiz </i><i>kesim yok. Enerji ve madencilik sektörlerine ilaveten ciddi bir silah sanayi, büyük ölçekli otomotiv sanayileri var Alt yapı inşaatçılığında çok ilerideler. </i></p><p><i>Ankara çevre yolu ve köprülerini Ruslar yaptı. Kanal açarlar, metro yaparlar, 250.000 km boru döşediler. Ancak, KOBİ’lerin yaşayabilmesi için herşeyden </i><i>önce uygun bir iş iklimi yok. Türkiye’nin 21 katı büyüklüğünde ve 8 ayı kar-kış içinde yaşayan bir topluma sahip. Temel sorun halkın karakteri, girişimcilik </i><i>kültürünün olmaması. Bu yüzden yıllardır Rus üniversiteleri Türkiye ile bu alanda ortak programlar düzenlemek istediler. Rusya’da olan; ağır sanayi, </i><i>eski teknoloji iş makineleri ve büyük tonajlı kamyon üretimi, bunun dışında doğal gazi gübre ve kimya sanayi var ama hepsi devlete bağlı şirketler. </i></p><p><i>Otomobil üretiyor ama eski model, yan sanayi yok, Türkiye’den geliyor. İnsanlar üretim ya da yatırım yapmak istemiyor, olanları Türkler kurdu, 1990’lardan </i><i>beri devam eden ekonomide romantizmin kaynağı bu oldu. Türkiye’den giden ana kalemler şunlardı; otomotiv ve yan sanayi (Tofaş), kablo-elektrik </i><i>parçaları (EAE), kimya sanayi (Hayat holding), inşaat (Eczacıbaşı), orman işleme sanayi (Kastamonu entegre), beyaz eşya (Vestel), doğal gaz enerji-elektrik </i><i>santralı (Zorlu), bira (Efes), soda üretimi (Şişecam), halı fabrikaları (Merinos), gayrimenkul emlak (özellikle Moskova ve Petersburg’ta büyük ölçüde Türklerde). </i></p><p><i>Türkiye’nin Rusya’da 15-16 milyar dolar yatırımı var. Rusya’ya yılda 26 milyar dolar harcıyoruz; enerji (23 milyar dolar), hububat/tarım ürünleri (2 milyar dolar). </i></p><p><i>5 milyar dolar ihracatımız var; narenciye (1 milyar dolar), turizm (3.5 milyar dolar), yedek parça-tekstil (600-600 milyon dolar). Ancak, geçmiş yıllarda buna </i><i>yılda yaklaşık 8.5 milyar dolarlık bavul ticaretini de ekleyebiliriz. 2014 yılında 3.3 milyonu turist olmak üzere, 4.4 milyon Rus, Türkiye’ye gelmiş. </i></p><p><i>Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e göre Rus krizi bize 9 milyar dolara mal olacak. İş dünyası bu kadar ülkenin içine girince Ruslar, bu süreci tehlikeli </i><i>buldular. Türk romantizmine kapıldıklarını, ilişkiye sürüklendiklerini sandılar. Şimdi duygusallık bitiyor, Ruslar kış uykusundan uyandıklarını düşünüyorlar. </i></p><p><i>Yıllardır Türkler, Rus pazarına alışmıştı, çıkmak niyeti yoktu. Türk Cumhuriyetlerine alfabe ve cami götürme projelerimiz de çöktü. Şimdi Türk tarafında da </i><i>artık kriz biter ve eskiye döneriz beklentisi bitiyor ve Rus pazarına alternatif arayışları başladı. Bununla beraber, Rusyayı ancak Türkler imar edebilir. </i></p><p><i>Zor da olsa kriz bitecek ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.</i></p><p><i><b>Türkiye-Rusya ilişkilerinin geleceği ve enerji denklemi..</b></i></p><p><i>Ruslar, 1990’lardan beri Batı tarafından küçümsenmenin, dış politikada yaşadığı yenilgilerin ve ambargonun acısını Türkiye üzerinden bastırmak için ilişkilerde </i><i>yeni bir dönem başlattı. Ukrayna’nın doğusunu ayaklandıran, Kırım’ı ilhak eden Putin, Suriye müdahalesi ile iç politikada zirve yapmış ve ABD’ye </i><i>“Ben de senin kadar güçlüyüm” mesajı vermişti ki uçaklarının düşmesi tüm fiyakalarını bozdu. 2014 yılındaki Ukrayna olaylarından beri Rusların %68’i </i><i>ülkenin eski büyük güç statüsünü geri kazandığını düşünüyor. Türkler için Amerikalıların Irak’ın kuzeyinde Türk askerlerinin başına çuval geçirmesi nasıl </i><i>bir travma yarattı ise, uçak olayı da Rus halkı için aynı şiddette bir sarsıntı oldu. Rusya, Türkiye ile krizde halkını memnun etmek için popülist politikalar </i><i>uyguluyor. Aslında Rusya, Suriye’nin kuzeyinden Türk hava sahasında yaptığı ihlalleri uzun zamandır Baltık denizinde NATO hava sahasında da yapıyor, </i><i>ama kimse sesini çıkaramıyordu. İki ülke arasında 1990’larda bazı iş adamları ve bürokratların yaptığı gibi balans ayarı yapacak bir grup bugün yok. </i></p><p><i>Devreye Nazarbayev, Aliyev ve Beyaz Rusya girdi ama olmadı. Rusya, derin iç sorunları ve ambargo yanında dış politikada uzun zamandır oldukça sıkıntılı </i><i>bir dönemde. Sovyet döneminde Afrika’da Angola, Mozambik, Güney Afrika ve Cezayir üzerinde Rus etkisi vardı. Şimdi sadece Angola’da biraz etkisi var, </i><i>Güney Afrika ile ancak, BRICS dolayısı ile aynı kulvardadır. Ortadoğu’da ise Suriye son kaledir. NATO’nun genişlemesi Rusya için 25 yıldır en büyük tehdittir </i><i>ve ancak Ukrayna’da bunu durdurabildi ama başına büyük işler açtı. Ukrayna da düşse idi Rus gemileri Karadeniz’de demirleyecek liman bulmayacak, </i><i>Amerikan füzeleri Moskova’ya 450 km. kadar yaklaşmış olacaktı. Rusya, Latin Amerika’daki kalelerini de kaybetmeye devam ediyor. Putin, Güney Amerika’ya </i><i>gitti ama Arjantin devlet başkanının yerine sağcı bir başkan geldi. Venezüella’da genel seçimleri merkez sağ kazandı. Rusya, ABD gibi yumuşak güç </i><i>kullanmayı bilmemekte, her seferinde askeri seçeneklere başvurmaktadır.</i></p><p><i>Ruslar, yüzyıllardır olduğu gibi kendi yollarını bir şekilde bularak, çok farklı adımlar atabilen bir ülke. Çarlığı yıkmışlar, Komünizmi kurmuşlar ve hala </i><i>çevrelerini düzenliyorlar yani şapkadan tavşan çıkarabilirler. Çin’den çok daha fazla askeri kabiliyete sahip, dünyanın ABD’den sonra ikinci büyük askeri </i><i>gücü olan Rusya yeni askeri maceralar peşinde. Ekonomik krize ve Batı ambargosuna rağmen savunnma harcamalarını 2014’de 40 milyar dolardan </i><i>2015’de 50 milyar dolara çıkardılar . Bu rakamlar, Rusların niyetleri ve öncelikleri konusunda önemli bir ipucu. Baltık bölgesinden Moldova ve Doğru </i><i>Avrupa’ya, Karadeniz’den Orta Asya’ya bir korku koridoru oluşturmanın yanında Suriye örneğinde olduğu gibi küresel arenada ABD ile bilek güreşi derdinde. </i></p><p><i>Rusya, Türkiye ile krizi derinleştirerek, uzun vadeli kullanmak istiyor. </i></p><p><i>İran üzerinden Irak Şii yönetimini Türkiye’ye karşı tahrik ediyor. Türkiye’ye karşı açık </i><i>bir ekonomik savaş başlattı. Bundan sonra ne yapacağını kestirmek zor. Suriye’nin sınırının güneyine geçecek Türk uçaklarını vurmak için pusuda bekliyor. </i></p><p><i>Esat güçlerinin yanında Türkiye’nin desteklediği direnişçileri ve Türkmenleri vuruyor. Bu grupların elinden bugüne kadar ki kazanımlarını geri almaya kararlı. </i></p><p><i>Rusya’nın askeri bir yola başvurmasının Türk-Rus çekişmesini silahlı bir çatışmaya hatta bir savaşa dönüştürme riski yüksek. Bu çatışma sadece Suriye ya </i><i>da Doğu Akdeniz’de değil Karadeniz üzerinde de olabilir.</i></p><p><i>Tarihte iki ülke 17 kere savaştı ama şimdi şartlar çok farklı. Putin’in askeri seçenekleri ve bölgede kullanabileceği kuvvetleri oldukça sınırlı. Türkiye, coğrafi </i><i>üstünlüğe ve güçlü bir orduya sahip yani konumu Ukrayna ve Gürcistan ile kıyaslanamaz. Muhtemel bir savaş iki tarafa da büyük kayıplar verdirebilir ve </i><i>dileriz bu olmaz. Öte yandan, Rus tehdidinin açıkça ortaya çıkması; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre “savaş riski ile tehdit edildiğinden” Türkiye’ye, </i><i>boğazları Ruslara kapatma şansı verecektir. Uçak düşürme olayı ile ilgili gelişmeler; ABD’nin Suriye’de Rusya ile anlaşır gibi gözüküp batağa çekti tezini </i><i>güçlendiriyor. Nitekim Ruslar gelince Amerikalılar 12 uçaklarını İncirlik’ten çektiler ve Rusların Türklerle yok ama ABD ile hava sahası koordinasyon </i><i>düzenlemeleri var. Rusya’nın Suriye müdahalesinin en önemli gerekçelerinden biri, burada yapılacak pazarlıkların Ukrayna’dan dolayı uygulanan ambargoyu </i><i>rahatlatma yönelik kazanımlardı. Sürekli kan kaybeden Rusya, bir delilik yapabilir, Amerikalılar da gelişmeleri bu yönü ile izliyorlar. </i></p><p><i>Kriz derinleşirse Ruslar, </i><i>Türkiye’nin enerji ile bağını koparmak için Azeri-Ermeni savaşı çıkarabilirler. </i></p><p><i>Türkiye ise Rusya karşısında özellikle enerji konusunda yeni açılımlar peşindedir. Yıllardır Türkiye’nin enerji bakımından Rusya’ya çok bağımlı olduğunu </i><i>yazıyor ve bu konuda hükümeti eleştiriyorduk. Ancak, bu kriz nedeni ile bu bağımlılığı daha iyi analiz etme gereği duyduk. EPDK kayıtlarına göre; </i></p><p><i>30 milyar m3 Rusya’dan, 9 milyar m3 İran’dan, 6 milyar m3 ise Azerbaycan’dan doğal gaz alıyoruz. Bu rakamlara göre; Ruslara bağımlılığımız %54 </i><i>civarındadır. İthal edilen gazın %19’u ise İran’dan geliyor. Ancak, Ruslardan alınan gazın 8 milyar m3’ü İtalyan ENI şirketine ait olduğuna göre bu </i><i>oran %42’ye düşüyor. Öte yandan Botaş rakamlarına göre Ruslardan alınan gazın 10 milyar m3’ü özel sektör alımı olduğu da göz önüne alınırsa </i><i>Ruslara bağımlılık %28-30 seviyesine düşüyor. Bunları neden söylüyoruz; çünkü kamuoyuna Rus gazına bağımlılığı azaltıyoruz yanıltması ile şu aralar </i><i>Türkiye, enerji tekellerine büyük paralar kaybetme sürecindedir. Halen Türkiye, Rusya’ya alternatifmiş gibi dört ayrı enerji projesi ile ilgileniyor;</i></p><p><i>- Azeri (Şahdeniz) gazı; bu gazın arkasında sanıldığı gibi Azeriler değil büyük ölçüde konsorsiyum içindeki Ruslar, İran ve Batılı şirketler (BP) var. TANAP </i></p><p><i>sadece bir botu hattı. Rus gazı bize halen 212 dolara mal olurken, bugünkü fiyatlarla bu gaz 300 dolara mal olacak ve %30 daha fazla ödeyeceğiz. Bitmedi, </i></p><p><i>bölgede boru hatları varken, 10 milyar dolara mal olacak TANAP için de payımız oranında 3 milyar dolar boru hattı inşası parası ödeyeceğiz.</i></p><p><i>- Katar gazı; Suriye savaşının arkasındaki nedenlerden biri olan bu gaz aslında Katarlılar değil ABD’nin LNG şirketi tarafından işletiliyor. LNG içinde Exxon, </i></p><p><i>Mobil, Fransız Total ve Japon enerji şirketleri de var. Bu gaz Türkiye’ye gelse bile konvert edecek alt yapımız yok yani bunu da yapmayı teklif ediyorlar. </i></p><p><i>Uzun vadeli anlaşmalarla LNG alabilir ama pahalı bir seçenek.</i></p><p><i>Harita: Katar Gazı İçin Projeler</i></p><p><i>- Musul ve Kerkük gazı; 10 milyar m3 kapasiteli bu gaz Türkiye için en kullanışlı olanı ama bu gazı Barzani’den almakla hem meşru Irak hükümetini bir </i><i>kez daha yok saymış hem de Barzani’nin devletçiğini beslemeye devam edeceğiz.</i></p><p><i>- Doğu Akdeniz gazı; Kıbrıs adasının doğusunda Rumların sahiplenmeye çalıştığı bu gaz için Yunanistan-Rum Kesimi-İsrail-Mısır arasında bir mutabakat var. </i></p><p><i>Bu gaz da siyasi olarak tartışmalı ve Türkiye’ye ulaşması için en az 500 km.lik bir boru hattı kurulması lazım. Burada da gazı çıkaracak ve nakledecek </i><i>şirketlerin arkasında ABD’liler olduğu için Obama gitmeden bir an önce işlerini görmek istiyorlar. Ayrıca bu gazın Türkiye’ye gelebilmesi Suriye ya da </i><i>Kıbrıs Rum yönetiminin ekonomik bölgesinin belirlenmesi ile mümkün olabilecek. Boru hattı için başka bit alternatif yok.</i></p><p><i>Görüldüğü gibi son dönemde Rusya’ya enerji bağımlılığını aşma gerekçesi altında uluslararası enerji tekellerinin tuzağına düşme riski içindeyiz. ABD’nin </i><i>Rusya’nın Türk akımı projesini kabul etmememiz için çok baskı yaptığını, aynı baskının Akkuyu Nükleer santrali için de yapıldığını not edelim. </i></p><p><i>Baskıyı daha önceden kabullenen Bulgaristan da Ruslara hayır demişti. ABD, başından beri Katar gazını öne sürüyor ama Rusya, Akdeniz kıyısına Esat </i></p><p><i>devletini kurarsa Akdeniz’e çıkışı için bir Sünni devlet çıkışı düşünülüyor . </i></p><p><i>Katar gazı, doğrudan Wall Street’in para babalarının yani ABD’yi arka planda </i><i>yönetenlerin cebini dolduracak.</i></p><p><i><b>2016’ya girerken ABD-Rusya denklemleri ve Türkiye..</b></i></p><p><i> ABD tarafında son aylarda IŞİD’a yönelik neler yapılacağı ile ilgili, Beyaz Saray ve Pentagon arasında yoğun temas vardı. </i></p><p><i>ABD düşünce merkezleri kısa vade için Suriye ve Irak’a, orta vade için Rusya ve İran’a, uzun vadeli projeksiyonlar için Çin’e yönelik çalışmalar yapıyor. </i></p><p><i>Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurulması için çalışılıyor. </i></p><p><i>Ankara, Barzani ile doğal gaz/petrol karşılığı buna onay vermiş durumda ama ABD, Barzani ile de </i><i>yakınlaşmamızı da istemiyor, daha da açıkçası ABD ve İsrail, Irak’ın kuzeyinde bizi istemiyor. </i></p><p><i>Rusya ile yaşadığımız kriz ve Suriye içine uçaklarımızı </i><i>gönderemememiz, Rusya’nın El Nusra’yı da vurması ABD’nin de işine geldi. ABD, Türkiye’nin kendi Sünni planından ve vurduğu hedeflerden memnun değildi. </i></p><p><i>Şimdi Suriye’de Türkmenleri bahane edip, Rusları şikâyet etmekten başka söyleyecek sözümüz kalmadı. ABD, kendine karada İslamcı müttefik bulamadığını </i><i>bahane edip, Kürtleri doğal müttefik ilan etti ve PKK uzantısı PYD/YPG’yi açıkça destekliyor. ABD, koridorun açık kalan kısmından IŞİD ve El Nusra’ya yardım </i><i>gittiğini bahane edip, buraları da Kürtlere teslim etmek niyetinde. </i></p><p><i>ABD’de 8 Kasım 2016’da seçimler bitip, yeni başkan direksiyona geçene kadar Ortadoğu ya da başka bir ülkeye yönelik büyük bir operasyon beklenmemelidir. </i></p><p><i>Rusların ABD seçimlerinde açıkça Trump’ı desteklemesi, küresel sermayenin adayı Clinton’a uzak durmaları dikkat çekiyor. ABD’nin elini kolunu bağlayan </i><i>17 trilyon dolar bütçesine rağmen 65 trilyon dolara ulaşan borçlarıdır. ABD, IŞİD’a karşı savaşın Sünnileri mağdur duruma düşüreceğinden endişe ediyor. </i></p><p><i>Obama’nın yeni terörle mücadele stratejisi de ortaya çıktı ;</i></p><p><i>- Suriye ve Irak’ta karada fazla asker bulundurmadan hava saldırıları ve özel kuvvetler ile mücadele,</i></p><p><i>- Göçmenlere kapının aralanması,</i></p><p><i>- Son terör saldırıları nedeni ile ülke içinde silah satışlarının daha sıkı kontrol alınması.</i></p><p><i>ABD, tehdit değerlendirmesini değiştirdi ve küresel terörden sonra ikinci sırayı Rusya aldı. RAND analizcileri Rusya için ABD ordusuna 120 bin kişilik ilave bir </i></p><p><i>insan gücü planlaması yaptı. İlginç olan ABD’nin bir yandan Rus silahlarına olan merakı; S-400’lerden sonra Ruslardan 21 adet MİG-29 savaş uçağı aldılar .</i></p><p><i>ABD ve Rusya kritik dönemeçteler; biri Pasifik’te yeni bir güç merkezi kurmaya başlıyor, diğeri eski Sovyet cumhuriyetlerinin merkezinde ki konumu nu </i><i>geliştirme ye. Modernist ABD, Pasifik’te “istisnai ülke” olma rolünden öncelikle ekonomi üzerine bir strateji geliştirme ihtiyacı duyuyor. </i></p><p><i>Post-modern Avrupa Birliği ise kendi sınırlarını bile koruyamadığı yüzleşmesi ile karşı karşıya kaldı. Ne Rusya ne de Çin gelecekte Avrasya’nın merkez </i><i>gücü olabilecek. Rusya, nüfus ve ekonomi yüzünden dağılırken, Çin’i petrol ve doğal gaza bağımlılık yanında ileri teknoloji ile rekabet edememesi bitirecek. </i></p><p><i>Kafkasya’da ise Ermenistan-Gürcistan-Azerbaycan üçgenine dikkat. Bütçesi ve bankacılık sistemi krizde olan Azerbaycan hedefteki ilk ülke ve bakanların </i><i>istifasına varan yolsuzluklar, Aliyev’in kontrolü kaybettiğini gösteriyor.</i></p><p><i>Uzun zamandır İran’dan bahsetmedik; ABD-İran ilişkileri Humeyni’nin geldiği 1979 yılından beri en iyi durumda, ancak bu doğru bir romantizm değil. </i></p><p><i>Ocak ayının sonundan itibaren Amerikalılar, Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) ile İran’ın anlaşmayı uygulayıp uygulamadığını denetlemeye başlayacaklar . </i></p><p><i>Sonra sıra İran’ın teröre verdiği destek, Hizbullah ve rejim konuları masaya gelecek. Daha fazla özgürlük ve serbest pazar dayatmaları başlayacak. </i></p><p><i>Bu arada ABD’deki İsrail lobisi işi çomaklamak için hükümetten daha iyi hazırlanıyor. Şimdilik İran’a uzatılan havuç ise visa (bankacılık) kolaylıkları. </i></p><p><i>2 ay önce İran TV’sindeki bir dizide Türklere hakaret edilince Azeri Türkleri ayaklandı, Azeriler sokağa döküldü. Son 5-6 yıldır Batı, İran’ı kaşıyor, ciddi ciddi </i><i>üzerinde çalışıyor. İşin ilginç tarafı İran’daki yönetim de halk da ambargonun kalkacağını ve çok rahatlayacaklarını, Batılı gibi olacaklarını sanıyor. </i></p><p><i>İran halkı, her zaman kendini Batı kültürüne yakın hissetti ve bunun özlemini içten içe duyuyor. İran seçimlerinde Batıya açılma kartı en iyi iç politika ve </i><i>seçim malzemesi olmaya devam ediyor. Rus-İran ilişkileri ise hep karşılıklı çıkar üzerine özellikle de yaşanan ambargo ve izolasyonları aşma üzerine olmuş, </i><i>kültürel bir derinlik hiçbir zaman kazanmamıştır. İlişkiler bugün de daha çok ABD karşısında Suriye’de ki ortak çıkarlar ve silah alış-verişi üzerinedir. </i></p><p><i>İlginçtir, İran ABD’den kaçırmak istediği nükleer fazlalıklarını Rusya’ya gönderiyor.</i></p><p><i>Afganistan’da henüz ufuk gözükmüyor; son iki yılda olanlar bir Milli Birlik Hükümeti kurulması, ABD ve NATO operasyonlarının sona ermesi, Taliban ve </i><i>Afgan hükümeti arasında yüz yüze görüşmelerin başlamasıdır . ABD askerleri hala ülkede ve Afgan hükümetinin ayakta kalması için oyunlar devam ediyor. </i></p><p><i>Pakistan ise Taliban tarafını destekliyor. Liderleri Molla Ömer’in iki yıl önce ölmesinden beri Taliban cephesinde de kırılma belirtileri var ama hala toprak </i><i>kazanıyorlar. Taliban’ın bölünmesi yeni bir IŞİD ortaya çıkarabilir, nitekim Nangarhar’da bu tür oluşumlar var. </i></p><p><i>ABD, Afgan hükümeti ile Pakistan’ın </i><i>anlaşmasından barış çıkacağını umut ediyor.</i></p><p><i>Ortadoğu’ya dönecek olursak, fırtına öncesi sessizlik dönemindeyiz. Fransa, Körfez bölgesine bir uçak gemisi gönderdi. ABD Merkez Komutanlığı’nın </i><i>60 gemisi yanında Avrupalılar da Görev Kuvveti 50 dâhilinde yeni gemilerle bölgedeki deniz güçlerini takviye ediyorlar . NATO ise 6 Kasım 2015 tarihinde </i><i>Portekiz’de İspanya, Portekiz ve İtalya’yı kapsayan 6.000 kişilik tarihinin en büyük tatbikatını (Trudent Juncture) yaptı. Tatbikata 28 ülkeden 230 askeri </i><i>birlik, 140 savaş uçağı ve 60 savaş gemisi katıldı. Bu arada NATO, sadece 2.080 kişilik ordusu olan Karadağ’ı da ittifaka davet etti. Bu durum bazı üyeler </i><i>tarafından Facebook arkadaş sayfasına döndük eleştirisine neden oldu . Bu eleştirelerin nedeni ise Baltık ülkeleri ve Türkiye gibi ülkelerin Batının </i><i>güvenliğine daha çok zararları olduğu düşüncesi. Amerikalılar, Avrupa’daki 30 bin askerlerinin dünya GDP’nin %46’ına sahip Batı Avrupayı değil, ittifakın </i><i>doğusu için konuşlandığı eleştirisi yapıyor.</i></p><p><i>Konu NATO’ya gelmişken ittifak içinde Türkiye ile ilgili eleştirelerin arttığına değinelim. Türkiye uzun zamandır Erdoğan’ın İslamcı tavırları ve otoriter </i><i>eğilimleri nedeni ile takipte idi. Türkiye’nin Rusya ile çekişmesinin ittifak çıkarları için kendi emperyal heveslerinden kaynakladığı tenkidi yapılıyor. </i></p><p><i>Türkiye’nin NATO ülkeleri içinde halkın çoğunluğunun ittifaka iyi bakmadığı tek ülke olduğu söyleniyor. Türk halkının 1991, 2003 ve 2012-2015 arasında </i><i>silah takviyelerinden de memnun olmadığı düşünülüyor. Türkiye’ye karşı tepkiler artıyor. Çek Cumhurbaşkanı Miloş Zeman, “Türkiye’nin bir NATO müttefiki </i><i>olmaktan ziyade İslamcı Devlet gibi hareket ettiğini ve AB üyesi olması için bir neden bulunmadığını” söyledi . NATO, Rusya’ya karşı Türk hava savunmasını </i><i>güçlendirme kararı alıyor ama Almanya, mevcut Patriot sistemlerini Türkiye sınırından çekiyor , yerine istihbarat amaçlı AWACS gönderiyor.</i></p><p><i>Özetle, ne Batıda ne Doğu’da istenmeyen ülkeyiz. Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile aramız bozuk. Rusya ile tarihi ve uzun bir krizin başlangıcındayız. </i></p><p><i>Bizi birliğe istemeyen Avrupalılar kadar, ABD ile de ilişkilerimiz şantajlar üzerinden yürüyor. Erdoğan’ın çok güvendiği İslamcı grupları bile şimdi Rusya’nın </i><i>bilgisi dahilinde toplanıyor, Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri İran’a yanaşan ABD’den daha çok Rusların yolunu gözlüyor. </i></p><p><i>Amerikalıların müttefiki PKK/PYD, Rusya’da şube açıyor. Erdoğan ise gündem değiştiriyor; ODTÜ’de namaz kılan öğrencilere saldırı olmuş.. </i></p><p><i>ABD ve Rusya, Ortadoğu’dan elimizi ayağımızı kesmek için uçak krizini; Kürt koridoronu kurana ve bölgenin yeni haritasını tamamlayana kadar </i><i>aleyhimizde kullanacaklar. </i></p><p><i>Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzelmesi her iki ülke için de jeopolitik bir zorunluluk ve ABD’ye karşı güç dengesi gereğidir.</i></p><p><i><br /></i></p><p><i>***</i></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-33635764444838935922021-09-28T16:25:00.005+03:002021-11-04T18:24:01.716+03:002016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 1<p style="text-align: center;"><i><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;">2016’ya Girerken Türkiye ve Dünya.. BÖLÜM 1</span></b></i></p><p style="text-align: center;"><i><br /></i></p><p><br /></p><p><i><br /></i></p><p><i>Doç.Dr.Sait Yılmaz</i></p><p><i><span style="white-space: pre;"> </span>İçimden hiç yazmak gelmiyor, günlerdir bu yazı bir kenarda bekliyor. Ülkenin içinde olduğu kasvet kadar, ülkeyi yönetenlere olan inançsızlık </i><i>uzun zamandır beni alıkoyuyor. O yüzden Türkiye dışı konulara; ABD’ye, uzaya, kutuplara, Kuzey Kore’ye sardım bir süredir. </i></p><p><i>Ancak, Türkiye, 2016 yılına çok önemli iç ve dış gelişmelerin sarmalında giriyor ve yeni yılda bizi çok önemli dönemeçler bekliyor. </i></p><p><i>Bu yüzden yeni yıla genel bir Türkiye ve dünya değerlendirmesi ile girmek iyi olacak. </i></p><p><i>Türkiye’nin içinde bulunduğu önemli parametreleri şu şekilde sıralayabiliriz;</i></p><p><i><br /></i></p><p><i>- Ülke içinde devam eden bölücü terörle mücadele,</i></p><p><i>- Türkiye’yi “de facto” olarak başkanlık rejimine dönüştürmeye çalışan ve hukuksuzluğu kendine güç unsuru edinmiş bir Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi,</i></p><p><i>- Ülke içi kutuplaşma, demografik yapımızda ve ekonomide çalan çanlar,</i></p><p><i>- Suriye’de yıllardır süren iç savaş destekçiliğinin iflası ve bu savaşın yarattığı sorunlar,</i></p><p><i>- Rusya ile yaşanan krizin yol açtığı gelişmeler. </i></p><p><i><br /></i></p><p><i>Bu gelişmelerin pek çoğu son 14 yılın yani AKP iktidarının yanlış politikalarının ülkeyi getirdiği açmazlar ile ilgilidir. 2016 yılında bizleri neler beklediğini; </i><i>dünyadaki gelişmelerden ve bunların Türkiye’ye olan ve olabilecek yansımalarından da ayrı tutamayız. Bu nedenle, dünyadaki gelişmelerin neresindeyiz, </i><i>sorusu ile işe başlamak zorundayız. Halen üç ana büyük kriz halen dünyadaki güvenlik ortamının ana meselesidir;</i></p><p><i>- Ortadoğu’da mezhep savaşının doğurduğu IŞİD tehlikesi ve Suriye başta olmak üzere bölge ile ilgili harita düzenlemeleri,</i></p><p><i>- Doğu Ukrayna’daki ayaklanma ve Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakı,</i></p><p><i>- Avrupa’da 2008 yılından beri devam eden ekonomik kriz,</i></p><p><i>- Güneydoğu Asya’da uzun vadeli olarak kaynamakta olan kazan.</i></p><p><i>Bundan yüzyıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun da içinde olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kırılma yılının içinde idik. 2015 yılının en önemli 10 gelişmesi </i><i>ise şu şekilde sıralanabilir;</i></p><p><i>- IŞİD saldırılarının üç kıtaya yayılması,</i></p><p><i>- Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi,</i></p><p><i>- Avrupa’ya yönelik göçmen krizi,</i></p><p><i>- ABD ile İran arasında nükleer görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması,</i></p><p><i>- Yunanistan borç krizine AB çözümü,</i></p><p><i>- Suudi Arabistan’ın Yemen’e müdahalesi,</i></p><p><i>- Çin’in Güney Çin Denizi’nde suni adalar inşası,</i></p><p><i>- ABD’nin Trans-Pasifik Ortaklık Anlaşması’nı tamamlaması,</i></p><p><i>- Latin Amerika’da Arjantin, Venezüella ve Brezilya’da sol kalelerin düşmesi,</i></p><p><i>- Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi.</i></p><p><i>2016 yılına girerken Türkiye’de yaşanmakta olan rejim krizi ile ilgili konuları diğer yazarlarımıza bırakalım. Bu yazıda; bölücü terörle mücadelede gelinen aşama, </i><i>Suriye ve Irak’ta düştüğümüz durum, özelde Rusya ile ilişkilerin geldiği boyut ile ilgili bir analiz yapalım. Son bölümde ise 2016’ya girerken dünyanın genel </i><i>haline kısa bir bakış atalım.</i></p><p><i><b>Bölücü terörle mücadelede hangi aşamadayız?</b></i></p><p><i>22 Temmuz’dan itibaren hükümetin terörle müzakereden terörle mücadele sürecine geçişi kritik bir safhaya ulaştı. Güvenlik güçlerimizin canla-başla </i><i>mücadelesinde terör örgütüne çok önemli darbeler vurulmakla birlikte, henüz daha işin başındayız ve önümüzde uzun bir yol var. </i></p><p><i>Örgütün kırsal ve şehirlerde uzun zamandır başıboş kalmasının, güvenlik güçlerimizin yıllardır örgüt tarafından şehirleri tahkim etmesi karşısında eli kolu </i><i>bağlı bırakılmasının suçu valilere atılsa da konu siyasi iktidarın sorumluluğu ve inisiyatifinde idi. Düşünün bir şehre 10 ton patlayıcı bulunuyor; bu patlayıcı </i><i>nasıl taşındı ve devletin neden haberi olmadı? Terör örgütü ve yandaşı siyasi parti HDP’nin yıllardır Türkiye’de bir iç savaş yapmak için hazırlandığı, bunun </i><i>için de patlayıcılar ve düzenekler ile bir strateji dâhilinde birlikte çalıştıkları ve halen de birbirlerini takviye ettikleri açıkça görülmektedir. </i></p><p><i>Gelinen aşamada </i><i>kırsalda askerler karşısında barınamayan PKK, tamamen şehirlere kaçtı ve saklandığı mahallelerde şantaj altına aldığı halkı kullanarak, Suriye’de öğrendiği </i><i>kanton stratejisini uygulamaya çalışıyor. PKK’nın barikat-mayınlama-çocukların kullanılması-sniper (keskin nişancı) uygulamalarından bu stratejiye uzun </i><i>zamandır hazırlandığı ortaya çıkıyor. Arkasına gizlendiği halkın tahliye edilmemesi, sıkıştığı evlerde imha olmaması için de HDP devreye girip, halkı </i><i>yönlendirmeye çalışıyor. Özetle, mahalleye giren yolların üzerine barikat koyup, mayın döşüyor, çocukları da önlerine dizip, evlerden sniper ile güvenlik </i><i>güçlerine ateş ediyor, evlere girilince de bu tuzak devam ediyor ve önceden hazırlanmış hendekler vasıtası ile kaçmaya çalışıyorlar. </i></p><p><i>Bu arada ölü yakalanan üç sniper elemanının Alman vatandaşı çıkması dikkat çekiyor. </i></p><p><i>Askerler kısa sürede kırsalı terör örgütüne dar ettiler, insansız hava araçları çok iyi kullanılıyor. Emniyet güçlerinin mayına karşı korunma kabiliyetleri sınırlı </i><i>olduğu için askerler de şehirlerdeki mücadelede etkin yer alıyor. Örgüte üst üste önemli darbeler vuruluyor. Dikkat çeken diğer bir husus terör örgütünün </i><i>eleman yetersizliği nedeni ile niteliksiz insanları (tombalacı eroinman, işsiz vb.) kullanması. Toplumdan uzaklaşmış, ezik, insanlığa hınç dolu insanları </i><i>seçiyorlar, IŞİD örneğinde olduğu gibi bunlara para ve kadın vaat ediyorlar Bu kişiler acele toplanmış, patlayıcı eğitimi verilip şehirlere sürülmüş. </i></p><p><i>Haberleşmelerinde bunlara “arkadaş” jargonu kullanılmıyor, patlayıcı ve hendek kazma işlerinde kullanılıyorlar. Sona geldiklerinde “kendinizi patlatın” deniyor, </i><i>ölmeleri umursanmıyor. Siyasi alanda; PKK, HDP ve elebaşı Apo’dan bağımsız hareket ediyor. PKK, şehirlerde başlattıkları eylemler ile inisiyatif almak istiyor, </i><i>uyacaklarsa onlar (HDP ve Öcalan) bana uysun diyor. HDP ise ikisine de yakınlaşmakta kararsız. Apo, kendine rol bekliyor, bunun için bana ihtiyaç duyulsun </i><i>diye umuyor, böylece liderliği tekrar alacağını düşünüyor. </i></p><p><i>PKK şu anda oldukça güçsüz ve sıkışmış durumda ve tek kurtulma stratejisi halkın arkasına </i><i>saklanmak. Halk da PKK, HDP ve bölgedeki çatışmalar arasında sıkışmış durumdadır. Doğu’dan son birkaç ayda 300-400 bin kişi, Batıdaki akrabalarının </i><i>yanına göç etti. Şehirlerdeki çatışmalardan bir an önce sonuç alınması için halkın bir süreliğine de olsa tahliyesi, sıkıyönetim şart gözüküyor. </i></p><p><i>Asayiş demokrasisi örgütün ve yandaşlarının işine yarıyor. Özetle, evlerin tek tek örgüt elemanlarından temizlenmesi gerekiyor.</i></p><p><i>Şu ana kadar gelinen aşama, terör örgütünün Suriye’nin kuzeyinde başarılı olduğunu sandığı kanton stratejisini güney şehirlerimizde bir kuşak boyunca </i><i>uygulama gayreti ve güvenlik güçlerimizin devam eden, vatandaşlarımıza bir zarar vermeden, örgütü bertaraf etme gayretidir. Uzun zamandır ara verilen </i><i>ve bu yüzden örgüte önemli mevziler kazandıran terörle mücadelede henüz inisiyatif terör örgütündedir. Güvenlik güçleri öncelikle terör örgütünün inisiyatif </i><i>aldığı bu stratejiyi boşa çıkarmakta yani reaktif konumdadır. Yapılması gereken inisiyatif almak yani proaktif bir stratejiye geçmektir. Bunun için önerilerimiz </i><i>şunlardır;</i></p><p><i>- Terörle mücadelede öncelik avcı stratejisidir; örgütün lider kadrosunu hedef almaktır. Türkiye bu konuyu uzun zamandır ihmal etmiştir. Bu kapsamda </i><i>ses getiren sonuçlar alınması, örgütün çözülmesini kolaylaştıracaktır.</i></p><p><i>- Terör örgütünün yurt dışındaki yuvalarına girilmeli, üs-ikmal ve barınma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Yani örgüte yaşam alanı bırakılmamalı, dağılmaya </i><i>zorlanmalıdır. Bu kapsamda, Irak’ın kuzeyine yönelik kapsamlı bir kara harekâtına ihtiyaç vardır.</i></p><p><i>- Terörle mücadelenin üç boyutu; terörist, terör örgütü ve terörizm ile ayrı ayrı mücadeledir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silah ile de kazanılmaz. Terörizmle mücadele kapsamında psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda tedbirler halka hissettirilmelidir. Bölge vatandaşını devletine bağlı </i><i>tutmak için uzun zamandır denenen İslamlaştırma yerine Atatürkçü yaklaşım en doğru strateji olacaktır.</i></p><p><i>Yukarıda saydıklarımızdan çok daha önemli olan husus ise hükümetin terör örgütü ile bir daha asla masaya oturmayacağı sözünün arkasında olmasıdır. </i></p><p><i>Bu güvenlik güçlerimizin en önemli moral motivasyonudur. Hükümetin terör örgütü ya da uzantıları ile tekrar görüşmelere başlayabileceği ya da bu konuyu </i><i>kendisine siyasi rant meselesi haline getirebileceği şüphesi yaşanmamalıdır. </i></p><p><i>Türkiye, Suriye’de sona geldi, Irak’ta “varım” demek istiyor..</i></p><p><i>Türkiye’nin son dönemde ulusal güvenliğini etkileyen önemli uluslararası gelişmeler şunlardır;</i></p><p><i><span style="white-space: pre;"> </span>- Ukrayna ve Suriye’deki Rus varlığının artması, bunun Suriye ve Karadeniz bölgesinde olabilecek yeni yansımaları; Putin’in deniz kıyılarına yakın </i><i>5 yeni karargâh kurma kararı iyi bir haber değildir.</i></p><p><i><span style="white-space: pre;"> </span>- Irak ve Suriye’de genişleyen Kürt grupların toprak edinme heveslerine ABD’den sonra bölgede etkinlik kazanan Rusya’nın da olumlu bakması; </i></p><p><i>PYD/PKK’nın Cerablus-Azez arasındaki bölgeyi de işgali ile Kürt koridoru tamamlanabilir.</i></p><p><i>- Rus uçağının düşürülmesi sonucu Rusya ile Suriye-Irak üçgeni başta olmak üzere, yaşanabilecek krizler; Türkiye’nin Rus ambargosun aşma yönünde enerji </i><i>alanında yaptığı çalışmalar, İsrail ile yakınlaşma.</i></p><p><i>- Ortadoğu, Afganistan, Kuzey Afrika ve Afrika boynuzu, Kafkasya ve Orta Asya’da artan İslamcı kutuplaşmanın Türkiye’ye yansımaları; muhtemel göçler, </i><i>yeni saldırılar ve Arap dünyasının terörle mücadele ittifakı.</i></p><p><i>Türkiye için iki uluslararası gelişme 2011 yılından beri Ortadoğu’da oynamaya çalıştığı rollerin bir kenara itilmesine, deyim yerinde ise büyük birer şantaj </i><i>altında masadan eli boş kalkmasına neden oluyor ;</i></p><p><i>- Paris saldırıları sonrası; Ortadoğu’da IŞİD’in yok edilmesi için Türkiye’ye yönelik artan baskı, İncirlik’in açılması, Türkiye’nin Suriye üzerindeki ihtiraslarından </i><i>vazgeçmesi ve Batının emrinde olması şantajı,</i></p><p><i>- Rus uçağının düşürülmesi sonrası; Türkiye’nin Suriye’de desteklediği Sünni cephe üzerindeki tasarruflarının büyük ölçüde elinden alınması, desteklenen </i></p><p><i>70 bin kişilik Sünni savaşçının kaderinin artık Ruslar ve ABD’ye kalması.</i></p><p><i>BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya inisiyatifinde alınan son kararlar ile birlikte;</i></p><p><i>- 1 Ocak’tan itibaren başlayacak ateşkese IŞİD ve El Nusra’nın başını çektiği Sünni direnişçiler dâhil olmayacak yani Batılı güçler ve Ruslar bunları yok edecek,</i></p><p><i>- Suriye’de geçiş dönemi Esatlı olacak, yani en az 2 sene daha Esat, Suriye’nin başında olacak ve muhtemelen yeni Suriye ya da Alevi devletinin başında </i></p><p><i>Esat veya ona yakın bir isim bulunacak.</i></p><p><i>Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde gelinen aşama; </i></p><p><i>- “Esatsız Suriye” ile “Suudi Arabistan ve Katar için Sünni eksen” kurma hayallerimizin sonu,</i></p><p><i>- Yüz binlerce Suriyeli ve diğer Müslümanın iç savaşta boşu boşuna heba edilmesi, milyonlarca göçmen ve tonlarca gözyaşı,</i></p><p><i>- Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bölücü Kürt oluşumları,</i></p><p><i>- Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine geçmesi yasaklanmış bölücü terörle mücadelesi, </i></p><p><i>- Bütün bölge Amerikan ve Rus üssü, diğer tarafta IŞİD büyük bir bölgeyi işgal etmiş iken Arap Birliği’nin Irak’ın kuzeyinde birkaç yüz Türk askerine </i><i>tahammül edememesi,</i></p><p><i>- ABD ve Rusya’nın bölgede çıkarları için sağlam adımlarla ilerlerken bizim payımıza göçmenler, ambargolar ve şantaj dayatmaları düşmesi.</i></p><p><i>Batının Türkiye sınırındaki tek koridorun da kapanmasını istemesi; IŞİD ve El Nusra’ya yardım trafiğinin kesilmesi, yani S.Arabistan ve Katar’dan Türkiye’ye </i><i>gelen paranın da kesilmesi demek. Hükümet, bu iki ülkenin parası ile aynı zamanda Türkiye’deki seçmenleri dâhil 13 milyon kişiyi besliyordu. </i></p><p><i>IŞİD ve El Nusra cephesine Türkiye’den 20-25 bin Türk var; bunların 14 bini Konya’dan, 4 bini Adıyaman’dan gitmiş. Türkiye sınırlarında 2.5 milyon Suriyeli </i><i>göçmen besliyoruz. AKP döneminde Türkiye’ye 400 bin Arap yerleşmiş ve bu sürede toplam 45 bin çocuk sahibi oldular. </i></p><p><i>Gaziantep’te daha önce çalışacak İnsan bulunamadığı için sanayi bölgesi kurulamazken bugün Suriyeliler sayesinde yedincisi kuruluyor. </i></p><p><i>PKK/PYD, 2015 içinde Suriye'de kontrol altında tuttuğu alanı 2 kat artırmış. PKK/PYD terör örgütü, halen ABD ile ortak operasyon ile etkinliğini IŞİD’in </i></p><p><i>merkezi Rakka'ya doğru yaymaya çalışırken; Rusya ve Esat rejimi ile işbirliği yaparak Carablus-Azez arasındaki bölgeyi işgale hazırlanmaktadır. </i></p><p><i>Kısa bir süre önce PKK/PYD, Suriye Ordusundan ve muhtemelen Rusya'dan aldığı zırhlı araç, tank, füze ve askeri kamyon desteği ile Cerablus çevresindeki </i></p><p><i>yığınağını artırdı. Yani PYD/PKK da Suriye ve Rusya'nın desteği ile bu bölgeye girmeye hazırlanıyor . Türkiye, bu aralar Suriye’de ateşe attıklarını kurtarmaya, </i></p><p><i>Irak’ta ise “ben de varım” demeye çalışıyor. </i></p><p><i>Aslında ne yaptığını da pek bilmiyor. Kamuoyuna yönelik olarak İsrail ile barışma propagandası ile gündem </i><i>değiştiriliyor. Erdoğan, Hamas liderinin ülkeden gönderilmesi karşılığında İsrail’in Gazze’deki blokajının sona ereceğini düşünüyor . İsrail ile görüşmelerin </i><i>arkasında ne var, neler veriyoruz, sıralayalım;</i></p><p><i>- İsrail’in Gazze uygulamalarına sesimizi çıkamayacağız,</i></p><p><i>- Suriye’de radikal İslam yerine zayıf bir Esat yönetimi isteyen İsrail ile aynı politikaya dönüyoruz,</i></p><p><i>- Doğu Akdeniz’de enerji konusunda İsrail ile işbirliği, </i></p><p><i>- PYD/PKK yerine Barzani üzerinde ittifak.</i></p><p><i>ABD, Türkiye’nin Suriye’den dışlanmasından memnun, elimiz kolumuz bağlandı. Terörle mücadelemiz Türkiye sınırlarına hapsedildi. Şimdilerde Türkiye’den </i><i>üç isteği var, bu istekleri Joe Biden başkanlığındaki heyete bildirdiler;</i></p><p><i>- IŞİD ve El Nusra’ya yardımı tamamen kes yoksa koridoru kapatıyoruz,</i></p><p><i>- IŞİD’a yönelik harekâta aktif olarak katıl,</i></p><p><i>- Kürt meselesini masada çöz.</i></p><p><i><b>Suriye-Irak Cephesinde ses çıkmıyor..</b></i></p><p><i>ABD’nin Suriye ve Irak hava harekatı günlük 9.5 milyon dolara mal oluyor. Yükü hafifletmek için İngiltere ve Fransa’dan sonra Almanya da bölgeye sevk edildi. </i></p><p><i>Kasım 2016 seçimlerine az kaldığından Obama, bölge için radikal bir karar almıyor. Yeni Suriye stratejisi uzun savaşın devamı, bölgeye biraz daha özel </i><i>kuvvetler takviyesinden başka bir yenilik getirmiyor. PYD/PKK bölgesinde Hasaka’da yeni bir askeri üs kuruyorlar . ABD; Türkiye-Irak-Suriye Kürtleri arasında </i><i>nasıl bir denge kuracağının arayışı içinde; bu üç grubun bir araya gelmesi mümkün değil, gelmesi de Ortadoğu’da felakete yol açar. </i></p><p><i>Rus hava saldırılarının </i><i>%90’ı Erdoğan’ın muhalif güçlerini hedef alıyor. Ruslar, Suriye rejimini sadece hava kuvvetleri ile değil topçusu ile de etkili bir şekilde destekliyor . </i></p><p><i>Türkiye’den destek gelmeyince Esat güçleri mevzi kazanmaya başladı. Rusya’nın planı; Esat olsun ya da olmasın Suriye’de üslerini bulundurabileceği bir </i><i>rejimi ayakta tutmak. Bölgedeki çatışmalarda 6 generali ölen İran, Rusların rollerini çalmasından memnun değil. Putin’in Tahran ziyareti bunu hafifletmeye </i><i>yönelikti. Sorun Şii bir devlet, Ruslar ile birlikte nasıl kurabilir? Putin, İran ile koordine etmeden bir hükümet kurulmayacağı garantisi verdi. Bu arada İran </i><i>bölgede kuvvet kaydırmaya başladı . Suriye için Alevi-Sünni-Kürt bölgeleri olan bir yeni Lübnan’dan ülkenin beş devlete bölünmesine kadar pek çok </i><i>alternatif konuşuluyor. Sonuçta Araplar, İsrail’in varlığını tanıyacak, yeni harita ile İsrail yanlısı veya Batıya kafa tutamayacak minik minik birçok devlet </i><i>kurulmuş olacak. Türkiye’ye dönecek olursak, ABD için AKP’ni kullanım süresi hala bitmedi. Elindeki en kullanışlı kart o, ne derse yapıyor; Irak’ın kuzeyine </i><i>girmiyor, Barzani ile iyi geçiniyor, İran’dan sonra Rusya ile de ilişkileri de bozdu, Çin füze ihalesini bile iptal etti. Kürtler ise ABD tarafından IŞİD cephesinde </i><i>harcanma stratejisinin farkında ve bu işi Batının kendisinin çözmesi gibi sesler çıkarmaya çalışıyorlar. </i></p><p><i>Bu da ABD tarafında memnuniyet yaratmıyor .</i></p><p><i>ABD’nin eğittiği 30 bin Irak askerinin içinden 6 büyük tabur çıkaran IŞİD, Amerikalıların Irak’tan çekilen üç tümeninden kalan Humvee araçları ve </i><i>M1 Abrams tanklarını da edinmişti . IŞİD, kurduğu devleti 12 ayrı idari bölgeye ayırıp, güçlü bir hükümet yapısı ile sağlık hizmetlerinden fırıncılığa her hizmeti </i><i>düzenliyor, mahkemelerinde kendi yasalarını uyguluyor. Petrol gelirleri günlük 2 milyon dolara ulaşıyor. Türkiye’de gizli lojistik üsleri var. </i></p><p><i>IŞİD devleti içinde CIA, FBI, M5, MI6, Mossad, FSB gibi istihbarat örgütlerinin şubeleri var . IŞİD, strateji değiştirdi ve artık sadece yakın düşmana değil, </i><i>uzaktakilere de saldırmaya başladı. Ancak, IŞİD, gücünün sınırına ulaştı. IŞİD’in stratejik planına göre; 2016’da küresel savaşa başlıyor ve 2020’ye kadar </i><i>kesin zafere ulaşacak. Bu daha önce açıkladığımız El Kaide stratejisi ile de uyumlu gözüküyor. Tüm ülkeler IŞİD’i hedef gösteriyor ama kimsenin önceliği </i></p><p><i>IŞİD değil. Bununla beraber, mesele IŞİD’tan boşalacak bölgeyi kimin dolduracağı ile ilgili hesaplardır. Bu yüzden şimdilerde IŞİD ile ilgili haberler azaldı, </i><i>Musul’da da hareketlenme yok, çünkü ipler dışarıda. Rusya ile süren kriz nedeni ile ABD, Türkiye’nin IŞİD’a karşı hava harekatına katılımını da ertelemiş .</i></p><p><i>Irak’ın kuzeyine gelince; Musul, Haziran 2014’den beri IŞİD’in kontrolünde ve Barzani, Musul petrolüne konmak için Türkiye ile enerji pazarlığına güveniyor. </i></p><p><i>Barzani için de ekonomi yani kişisel servetini geliştirme Kürtçülüğün önünde. Suriye’den kovulan Türkiye, Irak’ta Barzani ile varım kartını oynamaya çalıştı. </i></p><p><i>1 Aralık 2015’te Erdoğan’ın Katar’a gitmesinden birkaç gün sonra, 4-5 Aralık’ta Türk askerlerinin Musul’u takviye ettiği haberleri çıktı. Bu işin arkasında Katar </i><i>gazı enerji projesi ile Bağdat yönetimine bir şantaj yapıldığı anlaşıldı . Rusya ve İran’ın kışkırttığı Bağdat yönetiminin tepkisini ve BM Güvenlik Konseyi </i><i>tehlikesini görünce askerlerimizi çektik ve büyük prestij kaybettik. Kısa vadeli de olsa Türkiye-Barzani işbirliğinin inandırıcılığı yok. ABD, Türkiye’yi </i><i>Barzani ile birlikte görmek istemiyor, kendi özel alanından çıkmasını istiyor. Barzani ise Rusya bıraktığı için ABD’nin kucağına düştü ve ona mecbur. </i></p><p><i>Arap Birliği’nden gelen Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerini tehdit olarak niteleyen açıklamalar, aslında başından beri Arap sokaklarına oynadığını </i><i>sanan Erdoğan’ın ne kadar sığ bir denizde yüzdüğünün de göstergesi oldu. Bir yandan da 34 Müslüman ülke tarafından anti-terörizm koalisyonu kurulması </i><i>düşünülüyor. </i></p><p><i>Bu koalisyona liderlik etmesi Türkiye’yi radikal İslamcıların hedefi haline getirebilir . </i></p><p><i>Diğer bir komedi ise terörizme karşı askeri bir ittifak </i><i>kurulması projesi. </i></p><p><i>Bu ittifakın da terörizmi değil, İran’ı hedeflediğine şüphe yok. Irak ile ilgili son sözümüz Türkmenler üzerine olsun. AKP iktidarı Irak </i><i>Türkmenlerini hep horladı, dışladı, yok saydı. Türkmenlere, ABD ve Barzani tarafından yapılan saldırıların medyada verilmesini bile engelledi. </i></p><p><i><br /></i></p><p><i>Bugün de ne Irak ne de Suriye Türkmenleri umurundadır. Son birkaç aydır oynadığı milliyetçi görüntü içinde Suriye politikalarına Bayırbucak Türkmenlerini </i><i>kalkan yapmaya çalıştı. Şimdi onlar Esat’ın, Irak Türkmenleri ise daha önce olduğu gibi Barzani’nin insafına bırakıldı. Son sözümüz Barzani ve Suriye </i><i>Kürtlerine olsun. Bölgede akıl oyunları oynanıyor, bunları siz göremezsiniz. Ama yardımcı olayım; bir oyunda her zaman bir kurban vardır ve stratejinin </i><i>esası her zaman kurbana istediğini sandığı şeyin bir parçasını vererek, kontrol altında tutmaktır. Sonrası? Keşke biri söyleseydi diyeceksiniz, kopya </i><i>çekmek yok. Kaddafi’ye bakın, öldüğünüzü defalarca kontrol edecekler.</i></p><p><i><br /></i></p><p><i><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/09/2016ya-girerken-turkiye-ve-dunya-bolum-2.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,</a></b></i></p><p><i><br /></i></p><p><i>***</i></p><p><br /></p><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-24287404973664224152021-03-29T18:15:00.001+03:002021-11-04T18:24:00.739+03:00ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 4<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 4</b></span></i></p><div><div style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN, Akçaabat, Orta Mahalle, Rum Kilisesi, İhtilaf Raporu, Osmanlı Arşivi,</span></i></div></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kilise İçin Aşağıdaki Adlandırmalar Teklif Edilebilir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hıristiyan dünyasında bir kilise veya manastırın genelde iki farklı ad ile anılması hususiyetinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yaygın bir gelenek olduğu anlaşılmaktadır. Yani devletin ve/veya Metropolitliğin/Patrikliğin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayıtlarında olan “resmi ad” ile ahalinin, vatandaşın ibadethanesine verdiği ad aynı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmayabiliyordu 81. Anlaşılan halk inançları dini yapıların farklı adlar ile anılmasına sebep </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olabiliyordu. Bu ikili yapılanma doğal olarak kilisenin adı konusunda farklı adlandırmalara ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">de ihtilaflı durumlara sebep olabiliyordu. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenle olsa gerek Orta Mahalle’de ki kilisenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişletilmesi amacıyla 1912’de kilisenin papazıyla, kilise vakfı mütevellisinin Akçaabat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kaymakamlığı’na yaptıkları başvuru dilekçesinde, mühürler/imzalar kısmında papaz ile </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mütevelli imzalarının üstüne kilise adı olarak sadece, “Galinos82 Mahallesi Rum Kilisesi” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ibaresini eklemiş olmaları anlamlıdır. Yani ne “Aya Taksiyarhi” ye ne de “Saint Michael” e <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">veya Arkhistratigos’a (Başkomutan’a: Başmelek Mikhail’e) atıf vardır: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJsp2-WJt22cNhxbbCz56O6KnT-SraPXWCrNwBDiPGY9ugm5jjCAnhtYlMhAuL-34n3nhJsMFoh84YNebQkITVuJBRzptBcgToEtNSQ_7umRJ47VHFcIzjd9vznARa8iILQ3cWiGXOV3bu/s778/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+1912+D%25C4%25B0LEK%25C3%2587E+R+5.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="350" data-original-width="778" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgJsp2-WJt22cNhxbbCz56O6KnT-SraPXWCrNwBDiPGY9ugm5jjCAnhtYlMhAuL-34n3nhJsMFoh84YNebQkITVuJBRzptBcgToEtNSQ_7umRJ47VHFcIzjd9vznARa8iILQ3cWiGXOV3bu/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+1912+D%25C4%25B0LEK%25C3%2587E+R+5.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\sony\Desktop\3.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">1912 tarihli dilekçenin imza, mühür kısmı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">A. Brayer ve D. Winfield’e ait eserdeki bahsi geçen dipnotta verdikleri bilgi, konuyu/ literatürü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">özetlemektedir. Yazarlar, Hamilton ve Ritter’in kiliseyi Aziz Mikhael’e; </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Papamichalopoulos’un Taxiarchai’ye; 1846’da ki kitabenin ise Archistrategos’a83 ithaf </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ettiklerini belirttikten sonra, “Bunların hepsi ithaf konusundaki değişik görüşlerdir” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">demektedir. Bu tespit kilisenin tek bir adının bulunmadığının en sağlam göstergelerinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">biridir. Neticede Orta Mahalle’deki kiliseye ad olarak şunlar önerilebilir: </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Resmi Adı 84: Aya Taksiyarhi 85 Kilisesi (Anlamı: Aziz Başmelekler Kilisesi) </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Resmi diğer Adı 86: Arhistratigos 87 Kilisesi (Başkomutan Kilisesi) </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Halk Arasında Yaygın Olan Adı: Başmelek Mikhail Kilisesi 88 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bir Başka Resmi Adlandırma: Galinos Mahallesi Rum Kilisesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"> Not I: Adlandırmada bilhassa “Saint” kelimesinin asla kullanılmaması gerekir. Zira bölgedeki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Rum Ortodoks kilise ve manastırların hiçbirinde “Saint” ile başlayan bir adlandırma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yoktur. Adını verdiğimiz 1912 tarihli olan ve Patrikane’den devlete gönderilen arşiv belgesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve bu belgeye dayalı liste bunun en iyi, en sağlam örneğidir (Bu listedeki kiliselerden bazıları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat’ta: Aya Taksiyarhi, Aya Grigor, Aya Grigori, Aya Vasilosi. Trabzon merkezde: Aya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Lefter, Aya Nikola. Pelitli-Yomra sahasında: Aya Yorgi. Argalya’da: Aya Yorgi. Ağrid’de: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Aya İstefani. Varvara’da-Arsin: Aya Nikola). Bu da gösteriyor ki 1800’lerde bölgeyi gezen ve </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Ortodoks olmayan; Katolik, Protestan ve Angilikan mezheplerinden olan Avrupalı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">araştırmacılar, seyyahlar -devrin mezhep çatışmalarının verdiği ötekileştirmeye dayalı karmaşa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile- bu kilise adındaki Ortodoksluğa ait unvanları-adlandırmaları kaldırıp, doğaldır ki kendi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mezheplerinin adlandırması olan “Saint” i tercih etmişlerdir. Osmanlı devri Trabzon </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Rumlarının ve Osmanlı devlet bürokrasi yazışma kültürünün bir hatırası olarak “Aya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Taksiyarhi” ifadesinin muhafaza edilmesi isabetli bir karar olacaktır. Zira onlar, 1912 ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1913’te devlet ile olan yazışmalarında Aya Taksiyarhi adlandırmasını kullanmışlardır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Aya Taksiyarhi adlandırması “Hagia Taxhiarchai” adlandırmasının Rumca söylenişidir. Aynı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">söyleyiş Osmanlı dönemi Müslüman ahalisi için de geçerlidir. Ayrıca “Aya Taksiyarhi” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adlandırmasında bir hata bulunmuş olsa idi bilhassa Trabzon Metropolitliği veya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İstanbul Rum Patrikhanesi buna müsaade etmezdi. Zira Osmanlı Ortodokslarının kilise vb. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">inşa talepleri İstanbul’daki Rum Patrikhanesi üzerinden devlete ulaşmaktaydı: “Rum </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Patrikliğinden vukubulan istida (talep) üzerine icra kılınan tahkikatı havi…”. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Not II: Tarihsel bağlar ve coğrafî yakınlık bağlamında Gürcistan ile Türkiye arasındaki dostluk </span></i><i><span style="font-family: verdana;">günümüzde sorunsuz yürütülmekte olup, Gürcistan sınırları içinde Osmanlı’dan kalan Türk-</span></i><i><span style="font-family: verdana;">İslâm eserlerinin varlığı da ayrı bir zenginlik teşkil etmektedir. Kültürel işbirliği ve turizm </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alanlarında gittikçe hız kazanan Gürcistan ile Trabzon ilişkileri her geçen gün gelişmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Trabzon’un birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bir kent olması hasebiyle ve Son Gürcü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kralı unvanına sahip İmaret Kralı II. Solomon ile Son Gürcü Prenseslerinden Guria Prensesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sofya’nın öyküsü de bunun en somut örneklerindendir. Bu nedenlerle Guria Kraliçesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sofya’nın hikâyesinin, mezarı üzerinden, kültür ve turizm açısından değerlendirilmesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerekmektedir. Bu önemli bir fırsattır. Ayasofya mahallesindeki cami örneğinde, Kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bahçesinde uygun yerlere bazı Hıristiyan ve İslâm mezarlarından kalan başlık veya sandukalar <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yerleştirilebilir veya -en azından- sembolik bir mermer levha ve üzerine nakşedilecek bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tanıtım yazısı ile gündem oluşturulabilir, Osmanlı-Türk hoşgörü ve dostluğu hissettirilebilir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> <br /></span></i><b><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Aksaray Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tarih Bölümü Öğretim Üyesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></b><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> EK 1 </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI7AGzi2yhtppmPIsKVv9yOX-l8sTQhCixS5kUO10EupYCO3tk9ZEqfXQq1xtz37IAOxWb5gPcwBLbvWnxw0Xvv5hgxaPsD4OgW0ZEscEpQ7qf15aaph8MvSf_QOaEDcYJVQo56ZD_I2o0/s534/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+I.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="530" data-original-width="534" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhI7AGzi2yhtppmPIsKVv9yOX-l8sTQhCixS5kUO10EupYCO3tk9ZEqfXQq1xtz37IAOxWb5gPcwBLbvWnxw0Xvv5hgxaPsD4OgW0ZEscEpQ7qf15aaph8MvSf_QOaEDcYJVQo56ZD_I2o0/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+I.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ek I: Solomon II’nin Trabzon’daki Mezarı </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Fotoğraf açıklaması yok. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İmereti kralı Solomon II mezarı ve inşaat öncesi Metropolitan, 1847 (Ressam: Jules Joseph Augustin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Laurens) Kaynak: Trabzon’dan Esintiler Grubu, Ali Işık Arşivi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.facebook.com/groups/108079095946806/permalink/2460017784086247 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Solomon’un mezarı (1893) K. E. Cacoulis’ten naklen Ali IŞIK Arşivi </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Desktop\Ali IŞIK Arşivi.jpg</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSOt-4AktnfTifAnJsLZxN5Kn8KxZ3mRe43T-wsxXjrUTgIEu-9sPfBGvWh0W3oersSWoMVpt4wl73RmyOdDN0zQorPYZFijyK1D_tGb0mQHMYTvIVCnHtGE3WOLRdmBsLMGyPu5eymltU/s705/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+II.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="705" data-original-width="695" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiSOt-4AktnfTifAnJsLZxN5Kn8KxZ3mRe43T-wsxXjrUTgIEu-9sPfBGvWh0W3oersSWoMVpt4wl73RmyOdDN0zQorPYZFijyK1D_tGb0mQHMYTvIVCnHtGE3WOLRdmBsLMGyPu5eymltU/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+II.jpg" /></a></div><br /></i><i><span style="font-family: verdana;">EK 2 </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Ek II: Prenses Sofya’nın Ünye’deki Mezarı </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\M. Ufuk Mistepe-Guriel-Sofya.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">M Ufuk Mistepe’den </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1. Ünye Rum Ortodoks Kilisesi duvarı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">2. Türbenin önündeki taşlık alan (muhtemelen Ünye Taşı). </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">3. Rahmetli Marangoz Sait DEMİRKOL evi. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">4. Ermeni Agavni OLUK evi. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">5. Türbe yanındaki ahşap binanın olduğu yer. Bu alan kazıldığında altından kat kat mezarlar çıkmıştı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">6. Rahmetli Oto Tamircisi Temel ÇINAR evi. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">7. Kiziroğlu Geçidi girişindeki günümüzde olmayan bina. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">8. Foto Ahmet Hüseyin ŞEN (oğlu Yüksel ŞEN) evi. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">9. Çakırtepe. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">10. Türbe önündeki saçaklı binanın olduğu yer. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">11. Türbenin bulunduğu yer ve Sopio'nun mezarı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">12. Sağa doğru kilisenin yer aldığı alanın başlangıcı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">13. Kilise Tepesi'nde Keşaplı Sokağa paralel kilise bahçesi duvarı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">14. Ortaokul Müsamere ve Spor Salonu'nun yer alacağı alan. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">EK II </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kaynak: Trabzon’dan Esintiler Grubu, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.facebook.com/groups/108079095946806/permalink/527557730665605 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">M:\Anılarda Akçaabat\41 kesik.jpg<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat, 1930'lar (A. Bölükbaşı Arşivi) </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">M:\Anılarda Akçaabat\27 kesik.jpg<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\5.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat 1980'ler, A. Bölükbaşı Arşivi </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">M:\Anılarda Akçaabat\109 kesik.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Fotoğraflar Akçaabat Belediyesinin Web Sayfasından alınmıştır. Bakınız <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.akcaabat.bel.tr/proje-detay.aspx?id=6 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKmIE2zsuc2atWRJzgU-fm3-4SMdmTFnvzgb0RIVMCsLK9YqBXsyhzMs2fPbXofc2reGiKB8VHyg8goc6bWdAECevnQLjdutsYa8C730_IBSXVml85lY9ofV3lDOcAlJqXKpSPliGgBZ_5/s733/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+18.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="733" data-original-width="516" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjKmIE2zsuc2atWRJzgU-fm3-4SMdmTFnvzgb0RIVMCsLK9YqBXsyhzMs2fPbXofc2reGiKB8VHyg8goc6bWdAECevnQLjdutsYa8C730_IBSXVml85lY9ofV3lDOcAlJqXKpSPliGgBZ_5/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+18.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"> EK 18 <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\kilise.jpg<br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8j2yBhG9XVT08K31NEKRxLvhONu-3Qg08ynztYkeqV1icKobnQWbpv7RrGcgdi1J1nZ_oZrJgbahZ_qhUI_-EEINnahlWJVJMm_szZtChYBE7QsMs7A9xuOH_vjsyqR0OOLhNyMsJkywt/s707/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+11.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="707" data-original-width="407" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8j2yBhG9XVT08K31NEKRxLvhONu-3Qg08ynztYkeqV1icKobnQWbpv7RrGcgdi1J1nZ_oZrJgbahZ_qhUI_-EEINnahlWJVJMm_szZtChYBE7QsMs7A9xuOH_vjsyqR0OOLhNyMsJkywt/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+11.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\kilise-2.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTKTeYZzeFbyQeVyzxpNwvRF7SbFU-OIOIbxyNyzcdtsikSJfYxi4Wrl00Rd3pYBuZ7OvPpC03vy3razdvYQ7yX6OKzl9qIikhLxVi0euzLDuI-uuji61DmpUP4bMGBjdsHBJmSQW0zLuT/s726/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+12.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="726" data-original-width="520" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTKTeYZzeFbyQeVyzxpNwvRF7SbFU-OIOIbxyNyzcdtsikSJfYxi4Wrl00Rd3pYBuZ7OvPpC03vy3razdvYQ7yX6OKzl9qIikhLxVi0euzLDuI-uuji61DmpUP4bMGBjdsHBJmSQW0zLuT/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+12.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\img-2563.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha9psB_tgjLuFIwwDzt2dcDoEg5r7Z7ZOPwh4G_Psgl7VLAJF_Ala0LHECkG0o0PYlhUgkc-18D6Xmzm0OY2oSL-t8Ypgy2-vacm6vlyNna39BC32SLMcQfCgXuwAqWK7DahQHI-Kz0R88/s728/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+13.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="728" data-original-width="526" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEha9psB_tgjLuFIwwDzt2dcDoEg5r7Z7ZOPwh4G_Psgl7VLAJF_Ala0LHECkG0o0PYlhUgkc-18D6Xmzm0OY2oSL-t8Ypgy2-vacm6vlyNna39BC32SLMcQfCgXuwAqWK7DahQHI-Kz0R88/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+13.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\img-2556.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuRUHjccQjmp8tey3ICHl6xqsRH0SPMFLVf0Eu_Y4qOoGu94bCgEeg3qwMG1ju0CjQxMJxwFR865FDeuFXOervVdYR7iYtm_EC_Hbrk_jOKz8LPN7y6B1qC47CRnrPW1ON34aGeD1UGkoE/s727/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+14.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="727" data-original-width="511" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiuRUHjccQjmp8tey3ICHl6xqsRH0SPMFLVf0Eu_Y4qOoGu94bCgEeg3qwMG1ju0CjQxMJxwFR865FDeuFXOervVdYR7iYtm_EC_Hbrk_jOKz8LPN7y6B1qC47CRnrPW1ON34aGeD1UGkoE/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+14.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\img-2533.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8IBE7_iQb7NNsNIPi_qMGA8UrddKZsuPxEHulP1aXU7mLORyAWpThufKEeaVnCHiGPqPuE0Vx1LD3K3-giZrbQf-YvLWc3u_g1OL2q01GS8OyDNVcs7nzOqNMDqfxB6R_RrwTF2y2iZd3/s705/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+15.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="705" data-original-width="522" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi8IBE7_iQb7NNsNIPi_qMGA8UrddKZsuPxEHulP1aXU7mLORyAWpThufKEeaVnCHiGPqPuE0Vx1LD3K3-giZrbQf-YvLWc3u_g1OL2q01GS8OyDNVcs7nzOqNMDqfxB6R_RrwTF2y2iZd3/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+15.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\img-2531.jpg </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz8nJDTZ5XMCBmYByM-ukt-vcykW-1UDFGRr4qsVjGytTWLsa2rZ_4Yik24Dju7xGqsmJgrKYpZFq5wse1-oD0sEpqcJ8QFRYVJL7NF1ripivbPDmXdo2A27Gyq-U_iFxQSFxzVeH5Pgdy/s723/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+19.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="723" data-original-width="499" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiz8nJDTZ5XMCBmYByM-ukt-vcykW-1UDFGRr4qsVjGytTWLsa2rZ_4Yik24Dju7xGqsmJgrKYpZFq5wse1-oD0sEpqcJ8QFRYVJL7NF1ripivbPDmXdo2A27Gyq-U_iFxQSFxzVeH5Pgdy/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+19.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"> EK 19 <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\118682377_3278912022217034_4177003864984019.jpg<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Fotoğraflar Akçaabat Belediyesinin Web Sayfasından alınmıştır. Bakınız <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.akcaabat.bel.tr/proje-detay.aspx?id=6 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggoZy38uRPti1YTscy5j8DoWS1WdHYdTbL70D-WpNwjphehZ_HPMp0cN4-0bBzSuR0k4W63NnH9aromA3i8lMX3Zu94N_kK0733-PM09W1FgCMGDutnAvXjyujXRxOwsKkm7qOCK2aoD3y/s733/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+16.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="733" data-original-width="505" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEggoZy38uRPti1YTscy5j8DoWS1WdHYdTbL70D-WpNwjphehZ_HPMp0cN4-0bBzSuR0k4W63NnH9aromA3i8lMX3Zu94N_kK0733-PM09W1FgCMGDutnAvXjyujXRxOwsKkm7qOCK2aoD3y/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+16.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\img-2529.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZC_aKhasz08Hlq_x42JnkaGPCAhzqwyoKinAoKICJp0cFbk2at_V7KVnJm4O8L6lQovo0hl-Tb8S4bN4qizCBJylGLpijqtAKP4OU9nJvEtxVj5g9UyQ1Sfpnw1HLpCbmmEGXgcIwK5WA/s744/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+17.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="744" data-original-width="511" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZC_aKhasz08Hlq_x42JnkaGPCAhzqwyoKinAoKICJp0cFbk2at_V7KVnJm4O8L6lQovo0hl-Tb8S4bN4qizCBJylGLpijqtAKP4OU9nJvEtxVj5g9UyQ1Sfpnw1HLpCbmmEGXgcIwK5WA/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+17.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\1393884_10151746646584150_2032714850_n.jpg<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\1.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Zemin Mozaikleri, Haşim Karpuz Arşivinden naklen Mert Kocaman <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Aksaray Üniversitesi İİF. İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi) </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9JgjNagGEw-P-x_Bx9VjQchcdA9fQ3n-vXAoED7WRnTrYn3UsGkld2Edohsu6ner_X-QQJV3xZskTFQ9BJnMH_KQyF_kjmS4VWezB1U7OGzNl3Qmqna-9myXd_rJ0XPxifTMpLSnFGH5P/s697/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+20.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="481" data-original-width="697" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9JgjNagGEw-P-x_Bx9VjQchcdA9fQ3n-vXAoED7WRnTrYn3UsGkld2Edohsu6ner_X-QQJV3xZskTFQ9BJnMH_KQyF_kjmS4VWezB1U7OGzNl3Qmqna-9myXd_rJ0XPxifTMpLSnFGH5P/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+EK+20.jpg" width="320" /></a></div></i><i><span style="font-family: verdana;">EK 20 </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\5ags20-müzeler gen. müd. yard. Yahya Coşkun2.jpg<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\PC\Downloads\122750630_10158121359367620_9168833597656585129_n.jpg</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>DİPNOTLAR;</b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1 Bu konunun öncü çalışması daha önce yayımlanmıştır, bk. Necmettin Aygün, “Akçaabat’ta Gayrimüslim Osmanlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Vatandaşlarının Kilise ve Mektep İnşaatları”, Dünden Bugüne Akçaabat Sempozyumu (Akçaabat 26-28 Nisan 2013), <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İstanbul 2014, s. 121-150. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">2 Aksaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">3 Gelişme, bu dönemde yoğunlaşan misyonerlik hareketlerini kontrol etmeye veya Maarif Nizamnamesi’nin gereklerini </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yerine getirmeye dönük bir girişim olmayıp, bilhassa 1858 yılında Tapu Muamelatı ve Harçları Nizamnamesi’nin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkarılması ve akabinde 1860 yılı ile birlikte tahrire dayalı emlak, arazi ve temettu vergilerinin ayrı ayrı alınmaya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlanmasıyla alakalıdır. Yapılan kadastro çalışmaları akabinde şehir ve kasabalardaki bina ve arsalar üzerinden vergi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alınmaya başlanmıştır. Bk. Coşkun Çakır, Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, İstanbul 2001, s. 50. 1886’da Emlak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Vergisi Nizamnamesi yayımlanmıştır. 1910 yılında binalar için gelire dayalı olarak “musakkafat vergisi” yani bina vergisi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adı altında vergi konmuştur. Bk. https://www.tbb.gov.tr/online/kitaplar/emlak_vergisi_uygulamasi_2019/index.html#p=44. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">4 Şura-yı Devlet. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">5 İrade Adliye ve Mezahib. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">6 BOA. DH. İD. 162.2/26. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">7 BOA. MV, 231/231. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">8 Günümüzdeki TBMM’nin karşılığı olan Meclis-i Vâlâ’nın bir alt komisyonu gibi faaliyet gösteren komisyonun adı. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1868’de kurulan Şûrâ-yı Devlet’in görevleri arasında, “kanun ve nizamnâme tasarılarını hazırlamak, mülkî işleri incelemek, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">mahkeme veya meclislerin verdiği kararların temyizinde adliye ve idare memurları arasında çıkan ihtilâfları çözmek, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">hükümetle kişiler arasındaki davalara bakmak, kanun metinlerini yorumlamak, devlet memurlarının durumlarını inceleyip <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerektiğinde onları yargılamak, 1864 Vilâyet Nizamnâmesi’ ne göre her vilâyette senede bir defa toplanıp vilâyetin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sorunlarını görüşecek olan Umumi Meclisler’ in düzenlediği mazbataları meclis üyeleriyle müzakere ederek karara <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlamak” yer almaktaydı. Bu işlemler Sadâret tarafından meclise havale edilir ve meclis görüştüğü konuların mazbatasını <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">tekrar Sadârete sunardı. “Meclisin hazırladığı tasarılar hükümetin ve padişahın onayından sonra kanunlaşırdı. Şûrâ-yı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Devlet’in kurulmasındaki asıl amaç yargı, yasama ve yürütmenin birbirinden ayrılmasıdır”. Bk. Ali Akyıldız, “Şura-yı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Devlet”, DİA, Cilt 39, İstanbul 2010, s. 236-239. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">9 Yorgos. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">10 Yunanca metni okumama yardımcı olan Av. Zafer Duran’a teşekkür ediyorum. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">11 BOA, ŞD, 1870/7-2. Tarih 28 Haziran (?) 1328 (11 Temmuz 1912). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">12 Orta Mahalle’deki kilise hakkında Akçaabat Kaymakamlığı’ndan devlete gönderilen izahatı gösteren belge BOA, ŞD <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1870/7-10’da kayıtlıdır. Kayıt tarihi 27 Kanun-i Evvel 1328 (9 Ocak 1913). Bu belgede kilise adı açık şekilde “Akcaabad <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kazasına tabi Galinos Mahallesinde ‘Aya Taksiyarhi’ nam kelisaya dair izahat” ibaresiyle belirtilmiştir. Kaymakam <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">başkanlığındaki Kaza Meclisi azalarının imzaları/mühürleri mevcuttur. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">13 Sadaret’ i günümüzdeki Başbakanlık mevkiine oturtmak mümkündür. Sadr-ı Aʽzam’ın başkanlığındaki Sadaret, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı’da Padişahtan sonra gelen en yetkili organdı. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">14 Mahallede 1850’de 79 farklı araziden öşür vergisi tahsil edilmiştir. Bunların neredeyse %50’si Gayrimüslimler veya dini <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">vakıflar tarafından tasarruf edilmektedir. Meryemana Manastırının bahçeleri ile Matoş’ un (?) bahçeleri bu mahallede yer <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">almaktadır. Aynı mahallenin doğusunda yer alan Dürbinar mahallesinde ise Galyan (Maçka’da) keşişinin bahçesi ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sümela Manastırının büyük bir çiftliği yer almaktadır. Bkz. Topal, Akçaabat-Vakfıkebir, s. 19, 21. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">15 Biri batı cephede, diğeri doğu cephededir. Bk. https://www.akcaabat.bel.tr/turizm-rehberi-detay.aspx?id=7. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">16 Açıklama tarafımızdan yapılmıştır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">17 Günümüzde kilise çevresinde kalan bahçe kısmı ile kuzey doğuya bakan otomobil yolu -ilkokul hariç- vatandaşlara ait <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">evlerin bulunduğu sahanın bütünü o vakitlerdeki mezarlık sahası olmalıdır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">18 İlgili dosyada sadece bir adet resim yer almaktadır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">19 II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra İrade-i Seniyye, vekiller heyetinin almış olduğu kararların Padişah tarafından <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">onaylanmasıyla oluşmaya başlamıştır. Bu nedenle bahsi geçen ilgili talepler “İrade” olarak çıkarken Sadrazam, Adliye ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mezahib Nazırı (Bakanı) ile Maliye ve Evkaf (Vakıflar) nazırlarının imzalarının üst kısmında devrin Padişahı Mehmed <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Reşad’ ın imzası/mührü mevcuttur. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">20 Yazışmaların yer aldığı dosya için bakınız BOA. İrade Adliye ve Mezahib (İ. AZN), Dosya Nr. 113. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">21 İlgili kayıtlar yine 5 Ağustos 1913 tarihli olup BOA’de yer alan 6 Numaralı Kilise Defteri’nin 141, 142 ve 143. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sayfalarında yer almaktadır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">22 Selina Ballance, “The Byzantine Churches of Trabzon”, Anatolian Studies, Vol. 10, 1960, p. 165. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">23 Apsis kısmı hariç. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">24 Enver Uzun, Rus İşgal Komutanı S. P. Mintlov’ un Trabzon Günlüğü, Trabzon 2008, s. 35. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">25 BOA, ŞD, 1870/7-2, 1912 tarihli dilekçe. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">26 W. J. Hamilton, Researchers in Asia Minor, London 1842, p. 246-47. Bu eser “Küçük Asya” Adı ile Midas Yayınları <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasından çıkmıştır, bakınız s. 191. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">27 Burada T. Rice kısmında bu bilgi açıkça verilmektedir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">28 Kilisenin Manuel II tarafından, Manuel’in Türkmen Bayram Bey’i mağlup ettiği 1332 yılında, bu savaşın anısına inşa <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">edildiğine inanılmaktadır. Bk. The Post-Byzantine Monuments of the Pontos, A. Bryer, D. Winfield, S. Ballance, J. Isaac <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(eds.), 2002, pp. 258-260. Bu durumda kilisenin 1835’e göre 503, günümüze göre ise 688 sene önce inşa edildiği ortaya <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkmaktadır ki doğruya yakın olan bu hesaplama olmalıdır. Konu ile ilgili ve 1912-23 yıllarına tarihli olan Osmanlı arşiv <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayıtlarında bu kilise hakkında, “tahminen 500 sene önce inşa olunan” ifadesinin yer alması, Osmanlı devlet kayıtlarının <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">çok daha tutarlı olduklarını kanıtlamaktadır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">29 Salina Ballance, p. 165. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">30 The Post-Byzantine Monuments of the Pontos, A. Bryer, D. Winfield, S. Ballance, J. Isaac (eds.), 2002, pp. 258-260. Bu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">çalışma bahsi geçen yazarların 1957-1971 yılları arasında Orta ve Doğu Karadeniz’ de yapmış oldukları araştırmalar <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonucunda elde ettikleri bilgileri Archeion Pontou dergisinde 1966-73 yılları arasında “Trabzon’ da ve Trabzon Vilayetinde <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">XIX. Yüzyıl Eserleri: Mimarî ve Tarihsel Notlar” başlığı altında yayımlamış oldukları muhtelif makalellerin 2002’de bir <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">araya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Winfield 1957-62 yılları; Bryer 1959-71 yılları arasında; Ballance ise 1958’de <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bölgede araştırmalarda bulunmuştur. Bu araştırmalar Akçaabat’ tan ziyade Trabzon merkez, Maçka ve Gümüşhane <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">havalilerinde yoğunlaşmışlardır. Bahsi geçen araştırmacılar, Talbot Rice’in, “Notice of some Religious Buildings in the <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">City and Vilayet of Trebizond, vol. (1929-30)” isimli çalışmasından yoğunlukla istifade etmişlerdir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">31 Bryer-Winfield, Byzantine Monuments, s. 163. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">32 Heath W. Lowry, Trabzon Şehrinin İslamlaşma ve Türkleşmesi 1461-1583, Boğaziçi Yayınları İstanbul 2005. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">33 I. Akçaabat Sempozyumunda konu ile ilgili makaleme bakılabilir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">34 1881’de Gümülcine’de doğmuştur. 18 Mayıs 1913’te Trabzon Metropolitliğine atanır. Hrisanthos, Trabzon Metropoliti <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">adıyla kendisine bağlı Zonguldak, Sinop, Samsun, Trabzon, Gümüşhane, Çorum, Yozgat, Tokat ve Sivas illerini içine alan <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bölgelerdeki papazların lideri olarak görev yapar. Birinci Dünya Savaşı ve Rus işgali döneminde buralarda aktif olarak <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">faaliyet gösterir. Mondros Mütarekesi’nin akabinde 27 Mart 1919’da Paris Barış Görüşmelerine katılan Patrikhane heyeti <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">içerisinde yer alır. Heyet Anadolu’daki Rumların sıkıntılarını anlatan ve bölgedeki (abartılı) Rum nüfusunu gösteren bir <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">raporu ve İstanbul’un Yunanistan’la birleşmesini içeren bir muhtırayı komisyona sunar. Hrisanthos, tüm bu yıllarda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağımsız bir Pontus devletinin kurulması için çok yoğun çaba sarf eder. Konjonktüre göre kimi zaman Ermenilerle, kimi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">zaman da (sona doğru) Türklerle ittifaklar önerir. Avrupa’da bir nevi mekik diplomasisi yürütür, Yunanistan ve Patrikhane </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile yakın ilişki içerisindedir. Hrisanthos, bölücü faaliyetleri nedeni ile Türk Hükümeti tarafından gıyaben idama mahkûm </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edildiğinden dolayı çıktığı bir Avrupa seyahatinden geri dönmesi mümkün olmamıştır. Bk. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">http://doczz.biz.tr/doc/97920/g%C3%B6ster-a%C3%A7. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">35 Bu bilgileri Av. Zafer Duran Bey’den, Zafer Bey de arkadaşı Panagiotis Poultidis’ten temin etmiştir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">36 https://cvetynvrsk.ru/tr/kury/arhangel-varahiil-v-chem-pomogaet-sobor-arhistratiga-mihaila-i.html. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">37 Kitabenin orijinalinin fotoğrafını tarafıma gönderen Trabzon Müzesi Müdürlüğü’ne teşekkürlerimi arz ederim. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">38 Kelimeyi “esaslı bir onarım veya temelden onarım” anlamında da kabul etmek mümkündür. Bu durumda kilisenin 1846’da <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">büyük bir onarım geçirdiği söylenebilir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">39 Metnin Türkçeye aktarılmasında destek aldığım Prof. Dr. Murat Arslan, Öğr. Gör. Hayri Şener, Av. Zafer Duran, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Panagiotis Poultidis ve Gizem Samira’ya teşekkür ederim. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">40 https://craftstationshop.ru/tr/opyt/angely-arhangely-i-drugie-sily-nebesnye-molitva-angelam-sily.html. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">41 Bu bilgi KTÜ Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Coşkun Erüz’den temin edilmiştir. Coşkun Bey, bu bilgileri Karadeniz tarihi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve kültürü ile ilgisi olan araştırmacı Panagiotis Poultidis’ ten temin etmiştir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">42 Panagiotis’ in, Coşkun Bey’e gönderdiği 06.06.2020 tarihli e-postadaki yazım hatalarına dokunulmamıştır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">43 Talbot Rice, Notice of some Religious Buildings in the City and Vilayet of Trebizond”, Byzantion, Tome V, 1929-30, pp. 47-81. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">44 Doğu’dakinden kasıt Visera’daki kilisedir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">45 Selina Ballance, “The Byzantine Churches of Trabzon”, Anatolian Studies, Vol. 10, 1960, p.165. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">46 Bakınız Bizans’ın Öteki İmparatorluğu: Trabzon, ANAMED Yayınları, İstanbul 2016, s. 258. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">47 Yani “Arkhistrategos”, (n. Aygün). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">48 The Post-Byzantine Monuments of the Pontos, A. Bryer, D. Winfield, S. Ballance, J. Isaac (eds.), 2002, pp. 258-260. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">49 Archangel: Başmelek. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">50 Kelimenin izahatı için Metropolid Hrisantos kısmına bakılabilir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">51 Enver Uzun, Rus İşgal Komutanı S. P. Mintlov’un Trabzon Günlüğü, Trabzon 2008, s. 35. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">52 F. İ. Uspenski, Trabzon Tarihi (Kuruluşundan Fethine Kadar) Çev: Enver Uzun, Trabzon 2003. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">53 Anna Georgiyevna, Nauçniye Ekspeditsii v Trapezund (1916, 1917 gg.) pod Pukovodsvom Akademika F. İ. Uspenskovo, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Moskovski Gosudarstvennıy Universitet imeni M. B. Lomonosova, Moskva 2020. (Анна Георгиевна Научные экспедиции <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">в Трапезунд (1916, 1917 гг.) под руководством академика Ф.И. Успенского, московский государственный <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">университет имени м.в. ломоносова исторический факультет, москва-2020). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">54 Bu kiliseye ait olan fotoğraf sehven sayfa 219’da ve yanlış fotoğraf dipnotu ile verilmiştir. Onun yerine sayfa 277 ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">278’de Gramba’daki kilise ilgili fotoğraf iki kez gösterilmiş, birinin altına “Uspenski Akçaabat Köyü’ndeki Bir Kilisenin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yanında” notu düşülürken, diğer aynı görüntüye sahip fotoğrafın altına ise sehven “Akçaabat Köyü’nde Arhangel Mihail <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisesi” notu düşülmüştür. Bk. Georgiyevna, Nauçniye Ekspeditsii v Trapezund (1916, 1917 gg.) pod Pukovodsvom <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akademika F. İ. Uspenskovo, c. 277-278. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">55 Bu kilise hakkında bk. Aygün, “Akçaabat’ta Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Kilise ve Mektep İnşaatları”, s. 132. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">56 Bk. Georgiyevna, Nauçniye Ekspeditsii v Trapezund (1916, 1917 gg.) pod Pukovodsvom Akademika F. İ. Uspenskovo, c. 330-331. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">57 Akçaabat Vakfıkebir Nüfus Kütüğü (1835-1845), (Haz: A. Mesut Birinci, M. Çakıcı, Z. Topal), İstanbul Vakfıkebir Kültür <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve Yardımlaşma Derneği Yayınları, İstanbul 2012. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">58 Aygün, “Akçaabat’ta Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Kilise ve Mektep İnşaatları”, s. 121-150. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">59 https://cvetynvrsk.ru/tr/kury/arhangel-varahiil-v-chem-pomogaet-sobor-arhistratiga-mihaila-i.html. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">60 Işıl Özalan, Bizans Sanatında Melek Tasvirleri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2010, bk. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">file:///C:/Users/cml_a/Downloads/Bizans_Sanatinda_Melek_Tasvirleri_Isil.pdf, s. 80. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">61 https://zagames.ru/tr/sobor-arhistratiga-mihaila-i-vseh-nebesnyh-sil-besplotnyh-sobor-arhistratiga/. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">62 https://incil.info/kitap/1.+Selanikliler/4. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">63 https://bnr.bg/tr/post/101189312?page_1_3=14510. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">64 Byzantinische Epigramme auf Stein nebst Addenda zu den Bänden 1 und 2, (Erstellt von Andreas Rhoby), Österreichische <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akademie der Wissenschaften, Wien 2014, 234. Çeviri için mesai arkadaşım Öğr. Görevlisi H. Hayri Şener’e teşekkür <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ediyorum. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">65 Bitirme tezi (n. Aygün). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">66 Başkomutan’ ın (n. Aygün). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">67 “Arkhistrategos” tan kast edilen Başmelek Mikhail’ dir. Bk. https://kulturenvanteri.com/yer/michael-archestrategos-<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisesi/. (Açıklama tarafıma aittir: n. Aygün). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">68 Bu kitabe şüphesiz 600-700 yıl önce kilise inşa edilirken konan kitabe değil, 1846’da ki tamirat anısına giriş kapısının <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">üstüne konulan “tamirat kitabesidir” (açıklama tarafıma aittir: n. Aygün). Osmanlı camilerinden biliriz ki, camiyi en son <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">tamir veya yıkıp yeniden yapan şahsın ismi camiye verilir, yıllar veya birkaç yüz yıl önce aynı camiyi ilk yapanın adı, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">maalesef- unutulur gider. Osmanlı örnekleri için bk. Trabzon Hurufat Defterleri Vakıflar ve Görevlileri (1691-1835), Haz: <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">N. Aygün, T. Açık, E. Şimşek, Serander Yayınları, Ankara 2019. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">69 Tek bir arşiv belgesinden istifade edilmesi durumunda İlkgül Hanım’ın tespitinde haklılık payı ortaya çıkabilirdi. Ancak <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">örneklerini verdiğimiz üzere pek çok arşiv kaydında ve bilhassa da Patrikhane’nin devlete gönderdiği bölgedeki Rum <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kiliselerini gösteren belgede yine “Aya Taksiyarhi” kaydını yani “Aziz/Kutsal Başmelekler Kilisesi” anlamına gelen <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ifadeyi görmekteyiz. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">70 Verdiği kıymetli bilgiler için İlkgül Hanım’a minnettarım. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">71 Sadık Müfit Bilge, Osmanlı Çağında Kafkasya 1454-1829, İstanbul 2012, s. 327. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">72 Ayrıca bk. https://en.wikipedia.org/wiki/Solomon_II_of_Imereti. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">73 Nebi Gümüş, “Son Gürcü Kralı II. Solomon’un Ruslara Karşı Mücadelesi ve Osmanlı Devleti İle İlişkileri”, Selçuk <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 22, 2006, s. 113. Kültür Bakanlığı ile Trabzon Belediyesi’nin yapmış olduğu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yazışmalar neticesinde 19.10.1990 yılında Trabzon Belediyesi Meclis kararına istinaden son Gürcü Kralı David II. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Salomon’un anıt mezarı Gürcistan’a nakledilmiş ve mezarın alındığı noktaya anıtın minyatürünün yapılmasına oy birliğiyle <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">karar verilmiştir. Bk. https://www.karadenizgazete.com.tr/karadeniz/solomon-icin-ant-mezar-bekliyorlar/164390 ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.kuzeyekspres.com.tr/175-yil-sonra-trabzondan-ulkesine-donen-son-gurcu-krali-19269yy.htm. Yazılı belgelerle <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kanıtlanmaya muhtaç rivayetlere göre, “İmereti beyi Solomon’un taraftarlarından bir kısmı Trabzon’da kalmış ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ibadetlerini Rumların kiliselerinde yapmışlardır. Muhtemelen Rumlarla yaptıkları evlilikler ile büyük ölçüde asimile <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">oldular. Trabzon’da kalan son Ortodoks Gürcülerin de Mübadele ile Türkiye’den ayrıldığı rivayet ediliyor”. Bk. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://www.facebook.com/photo?fbid=2393300184051019&set=gm.2460017784086247. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">74 Fotoğrafta türbenin hemen arkasında taş duvar bulunması, mezarın kilisenin güney taraflarında bulunduğuna işarettir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">75 Aygün, “Akçaabat’ta Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Kilise ve Mektep İnşaatları”, s. 132-133. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">76 Panagiotis, Coşkun Bey’e gönderdiği 06.06.2020 tarihli e-postada mektebin açılışını 1909 olarak vermektedir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">77 https://tr.wikipedia.org/wiki/Guria_Prensli%C4%9Fi. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">78 Bununla beraber, Dimitri Ermakov’un bir fotoğrafında Sofya’nın mezarının Ünye’ de olduğu notu yer alır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">https://tr.wikipedia.org/wiki/Sopio_Gurieli. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">79 Bu nakil işinin, “Gürcülerin hâmisi” konumunda bulunan Çürüksulu Ali Paşa ile kardeşi Osman Paşa’nın faaliyetlerinden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağımsız olduğu düşünülemez. Ali Paşa 1829-30 senesinde Çürüksu (Kobuleti)’da doğdu. Gürcistan’ın Müslüman <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">hanedânlarından Tavdgritzeler’dendir. 1877/1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde mirliva rütbesi ile görev aldı ve Batum ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">havalisinden oluşturulan yerli kuvvetlere (asakir-i muavene) komutanlık yaparak, Batum-Çürüksu bölgesinde Rus <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilerlemesini durdurdu. Savaş sonrasında Kars, Ardahan ve Doğu Bayezit ile birlikte Batum’un da Ruslara bırakılması ile <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ali Paşa ve ailesi göç ederek Trabzon vilayetine yerleşti (1879). Bu süreçte Batum-Çürüksu, Gönye, Acara vb. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">yerleşimlerden 200-300 bin kadar Müslüman Gürcü’nün, Lazlarla birlikte bir milyonu bulan Müslüman ahalinin Güney <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Karadeniz limanlarına göç etmesi söz konusudur. Ali Paşa özellikle Ordu ve civarında (Ordu, Fatsa, Ünye, Perşembe) <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gürcü muhacirlerinin, bilhassa da Çürüksulu olanların yerleştirilmesinde büyük hizmetleri bulundu ve bu hizmetlerinden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">dolayı da Padişah II. Abdülhamid tarafından ödüllendirildi. 1884 senesinde İstanbul’a gelerek padişah yaverliği rütbesini <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">aldı. Trabzon’da (Akçaabat’ta) ikamet eden kardeşi Osman Paşa ile Trabzon Eyaleti’nin idaresinde giderek öne çıkmaya ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kurduğu otorite vali Sırrı Paşa’yı rahatsız etmeye başladı. Bu yıllarda Ordu ile Ünye arasında kalan sahada asayiş merkezli <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmak üzere çoğu silahlı olan muhacirler ile yerliler arasında sıkıntılar zuhur etmişti. Sıkıntılar, Sırrı Paşa’nın görevden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">alınmasına kadar vardı. Ali Paşa 1893’ten sonra İstanbul’a göç etti. 1904-5’te İstanbul’dan sürüldü. 1908’de geri döndü ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1911’de İstanbul’da vefat etti. Kabri Fatih Camii haziresindedir. Bk. Oktay Özel, “Çürüksulu Ali Paşa ve Ailesi Üzerine <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Biyografik Notlar”, Kebikeç, Sayı 16, Ankara 2003, s. 95-114. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">80 Kilise avlusundaki mezar türbesiyle birlikte fotoğraflanmıştır. Fotoğraf, bahsi geçen Ermakov’a aittir. Ufuk Mistepe, şu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">anda mevcut bulunmayan türbe ve kilisenin yeri ile çevre mıntıkanın lokalizasyonunu yapmıştır. Bk. Ek II. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">81 Bu bilgiyi bana aktaran Av. Zafer Duran Bey’e ve onun da bu konuda faydalandığı arkadaşı Panadiotis’e teşekkürler. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">82 Καληνος (Kalinos) = İyi. Γαληνος (Galinos) = Huzurlu. Χαλινος (Halinos) = Dizgin. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">83 Yani “Arkhistrategos”, (n. Aygün). Meleklerin generali yani en yüksek makamdaki melek anlamına gelir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">84 Hem Osmanlı devlet kayıtları hem de Trabzon Metropolitlik ve İstanbul Rum Patrikliği resmi kayıtlarına göre. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">85 Taxiarchai’den. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">86 1846 tarihli kitabeye isnattır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">87 Orijinal yazımı “Arhistrategoi”. Başkomutanın, Başkomutana ait, yani Başmelek Mikhail’e ait. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">88 İng: Hagia Michael Church. </span></i></div><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-86711425146065876562021-03-29T18:00:00.002+03:002021-11-04T18:24:13.412+03:00ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 3<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 3</b></span></i></p><div><div style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN, Akçaabat, Orta Mahalle, Rum Kilisesi, İhtilaf Raporu, Osmanlı Arşivi,</span></i></div></div><div><br /></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Katolik Kilisesi inancına göre şarap-ekmek ayinlerinde ve günah çıkarma esnasında söylenen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yakarışlarda Tanrı ve Bakire Meryem’den sonra Mikhail’in anılması (Michael) ona verilen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">önemi göstermektedir. Kiliselerdeki ikonalarda melek olarak çoğunlukla Mikhail’in </span></i><i><span style="font-family: verdana;">resmedilmesi, onun diğer meleklere nazaran “Başmelek” olarak görülmesi inancıyla ilgilidir, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">-İlmi araştırmalarda, literatürde Aya Taksiyarhi (Hagia Taxiarchai) “Kutsal/Aziz <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Başmelekler” anlamına gelmektedir, bazı araştırmalar bu ifadenin anlam olarak sadece </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Archangel” yani “Başmelek” ile bir tutmaktadır64: “Dass sich die Stiftung auf die Kirche </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hagioi Taxiarchai, d.h. auf die Kirche der Erzengel bezieht, wird durch die Verse 4 und 6 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">klar zum Ausdruck gebracht. In der zweiten Hälfte des Epigramms werden die Besucher der </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kirche direkt angesprochen: Sie werden vom Stifter…”. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">BİLGİ-II </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bilgi-I ile de irtibatı olan ve verilen tüm bilgilere önemli derecede açıklama sağlayacak daha </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başka tespitler mevcuttur. Trabzon Akçaabat’taki Başmelek Mikhail Kilisesi (2015) adında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir araştırma eseri bulunan Bozok Universitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Dr. Öğretim Üyesi İlkgül Kaya Zenbilci Hanımefendi’nin konu hakkındaki görüşleri şu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">şekildedir: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">“Hocam merhaba, konuya ilişkin haber verdiğiniz için teşekkür ediyorum, o yapı annemin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çocukluğunun bahçesinde geçtiği yer... O nedenle öğrenciyken tez konusu olarak seçmiştim...65. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Aslında kilisenin kitabesi var, ben lisans tezimi yazarken (2002 yılında) kitabe Ayasofya’nın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bahçesinde yere (…), o zaman Ayasofya müzeydi. Velhasıl 1846 tarihli Grekçe kitabede </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“arkhistrategos’un66 temiz kanına atfedilmiş .... bu kilise”67 şeklinde geçen ibare yapının bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">unvanı taşıyan başmelek Mikhail’e adandığını açıkça gösteriyor. Yapı bu tarihte onarım </span></i><i><span style="font-family: verdana;">geçirmiş68. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kitabenin yeri giriş kapısının üstündeydi, ben o dönemde gittiğimde kapının üstündeki kısımda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">boşluk vardı, yani belli ki oradan bir parça çıkarılmıştı. Sonra nereden duydum hatırlamıyorum, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">orada bir kitabe olduğunu, o kitabenin de Ayasofya’da tutulduğunu söylediler... O nedenle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayasofya’ya kitabeyi resimlemeye gittim.... Kitabenin çevirisini Yunan asıllı bir hoca yapmıştı. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Dönemin arşiv kaynaklarında Grekçe isimlerin (örneğin Georgios’u: Yorgi, Yorgo, Yorgos, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gorgos, Horgos, Gorgor vs. gibi yazıldığı düşünüldüğünde) ne kadar doğru yazıldığı tartışılır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yani aslında Hagioi Taksiarkhi deyince çoğul bir isim ama Hagios Taksiarkhos olunca tekil bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">isim ortaya çıkıyor ve şayet arşiv belgelerinde Aya Taksiarkhi dendiyse bile bu yapının her iki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">meleğe de adandığını göstermez, çünkü arşiv belgelerinde yabancı isimlerin Osmanlıca yazılma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve okunması konusu sorunlu 69. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bir diğer sorun da şu ki bazen Bizans yapıları ilk inşa edilirken Meryem ya da İsa gibi bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kutsal kişiye, bir meleğe, bir azize adansa da sonradan sembolik olarak ikinci bir adanma </span></i><i><span style="font-family: verdana;">durumu da söz konusu olabiliyor. Yani ilk başta Meryem’e adanan bir yapı sonradan İsa’ya da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adanabiliyor. Yani belki sonradan ikinci meleğe de adandı, adı çoğul olarak değiştirildi. Ama </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bunu bu yapı için bilmemiz şimdilik mümkün görünmüyor. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Belki bu durumda yapı için Başmelek Kilisesi denilse sanki daha iyi olur kanımca. Zaten Saint </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Michael de İngilizce, (…), yani illa ki yabancı bir isim kullanacaklarsa Hagios Taksiarkhos ya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">da Aya Taksiarkhos daha mı iyi olur sanki bilemedim. Bana kalsa kitabeye istinaden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Arkhistrategos Kilisesi derdim, çünkü kitabe orijinal bir tarihi bir kanıt ve elimde kitabenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğrafı var. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Son olarak Bizans toplumu için iki önemli başmelek var ve genellikle kiliseler ya başmeleklere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">birlikte adanır ya da Mikhail’e adanır. Çünkü Mikhail’in Gabriel’e göre biraz daha üstünlüğü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">var, sembolik olarak ordu komutanı gibi adlandırılması, sanat eserlerinde daha sık görmemiz </span></i><i><span style="font-family: verdana;">de bunu kanıtlıyor. Aynı zamanda kilisenin bir zafer yapısı olarak inşa ettirildiği </span></i><i><span style="font-family: verdana;">düşünüldüğünde orduların sembolik komutanı Mikhail’e kilisenin adanması (zaferi Mikhail’in </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yardımıyla kazanmış olma inancıyla bağlantılı olarak) mantığa daha uygun düşüyor.” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(14.09.2020)70. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">BİLGİ-III </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Yavuz Sultan Selim’in Trabzon’da şehzade olarak bulunmasından beri peyder pey Osmanlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">idaresine giren Gürcistan coğrafyasının Tiflis tarafları 1800’de Ruslar tarafından işgal edilmişti. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sahil kesimleri ise henüz Osmanlı’nın elindeydi. 1806’da başlayan Osmanlı-Rus Savaşı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sürecinde Kafkaslarda Rus işgaline karşı direnişler başlamıştı. Ancak Ruslar 1809’da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gürcistan’ın en önemli kalelerinden olan Faş Kalesini, 1810’da ise Sohum Kalesini işgal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etmişlerdi. Bu işgale karşı son bir direniş Gürcistan coğrafyasında yer alan krallıklardan İmaret </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Batı Gürcistan) Kralı II. Solomon ve bir kısım soylular tarafından gerçekleştirilmişti. Rusya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">idaresi yerine Osmanlı idaresinde kalmaya karar veren ve Osmanlı devlet adamlarıyla <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">haberleşerek Ruslara karşı hareket eden II. Solomon bu mücadelesinde başarısız oldu ve İmaret </span></i><i><span style="font-family: verdana;">20 Şubat 1810’da Rus işgaline girdi. Böylece Gürcistan bütünüyle Rus işgaline girmiş oldu. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Aynı süreçte Ruslar karadan Ahıska’ya, denizden de Akçaabat’a saldırmışlar, ancak her iki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">teşebbüs de başarısız olmuştu71. II. Solomon Tiflis’te hapsedildi. Tebdil-i kıyafet kaçmayı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başararak ilkin, Mayıs 1810’da 400 kişilik adamlarıyla beraber Osmanlı idaresindeki Ahıska’ya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sığınmıştır. Bir süre burada kalan II. Solomon daha sonra Trabzon’a gelerek mücadelesini </span></i><i><span style="font-family: verdana;">buradan yürütmüştür. Bu sırada Trabzon Ruslar önünden kaçan Gürcü ve diğer Kafkas </span></i><i><span style="font-family: verdana;">halklarının sığınma yeri olmuştu. </span></i></div><div><br /></div><div><i><span style="font-family: verdana;"></span></i><i><span style="font-family: verdana;">II. Solomon ülkesini işgalden kurtarmak için mücadele ederken Ruslar, Rus düşmanı olduğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerekçesiyle cezalandırmak için kralın kendilerine teslimini istemişlerdir. Osmanlı Devleti ise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kralı teslim etmemiştir. Trabzon valisi, konuyla ilgili Rus talebi kendisine ulaştığında iki devlet </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında sınırın Kuban olduğunu ve dolayısıyla İmereti’nin Osmanlı toprakları içinde yer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">aldığını beyanla bu isteği reddetmiş ve durumu Babıali’ye bildirmiştir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Gürcistan’da dağlara </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sığınan Gürcüler Ruslara karşı mücadele etmekte, ancak Osmanlı’dan yeterli desteği </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alamamaktaydılar. Devletin, Trabzon’da bulunan 400 kişiye gerekli maddi desteği verememesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gibi nedenlerden dolayı adamlarından bazıları Gürcistan’a gitmiş, 1815’te Solomon’un yanında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sadece 25 kişi kalmıştır. Anlaşılan Osmanlı Devleti, Rusya ile ilişkilerini bozmamak adına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1813’te imzalanan Bükreş Antlaşması’na uymak maksadıyla Solomon ve adamlarına yeterli </span></i><i><span style="font-family: verdana;">desteği verememiştir. Son ana kadar krallığını elde etmek hususunda ümidini yitirmeyen ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı’ya itaat üzere 5 yıl kadar Trabzon’da kalan Kral II. Solomon, 42 veya 43 yaşlarında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iken 19 Şubat 1815’te Trabzon’da vefat etmiştir 72. Mezarı Trabzon’da Kemerkaya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahallesi’nde, sahilden Meydan Parkı’na çıkarken Gazipaşa Caddesi’nin batısında; Öğretmen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Okulu’nun doğusunda kalan ve 1945’te yıktırıldığından günümüzde mevcut olmayan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Metropolitlik (St. George: Aziz Gregorios Katedrali) Kilisesi’nin avlusunda/bahçesinde (mezar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin güneydoğu tarafındadır) idi. Mezar taşında şöyle yazdığı kaydedilmektedir: “Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mezarda son İmereti kralı Solomon yatıyor yıl 1815”. II. Solomon’un vefatının Gürcistan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarihi açısından ayrı bir önemi vardır. Zira normalde Gürcü krallıklarından sadece biri <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmakla beraber, günümüzde “Son Gürcü Kralı” olarak kabul edilmektedir ve ölümüyle </span></i><i><span style="font-family: verdana;">birlikte Gürcistan’da hüküm süren Bagratiler hanedanı da son bulmuştur73. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Elbette burada II. Solomon’un veya daha genel bir bakışla Gürcistan’ın Akçaabat ile veya Orta </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahalle’de ki Rum Kilisesi ile ne gibi bir bağlantısı bulunduğu akla gelebilir. Bu hususta bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kez daha Coşkun Erüz Bey’e teşekkür etmek isterim. Konu ile ilgili olmak babında Coşkun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bey ile olan görüşmemde şimdiye kadar literatürde; hiçbir kaynakta geçmeyen bazı önemli </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bilgilere ulaşmak mümkün olmuştur. Coşkun Bey’in ifadelerine göre, online ortamda faaliyet </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gösteren Gürcü-Türk Grubu adındaki bir grupta yer alan bilgiler arasında: </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“1810 Rus işgalinde İmareti Kralı Solomon ve Guria Kraliçesi Sofya Osmanlı’ya sığınmışlar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve Trabzon’da yaşayıp ölmüşlerdir. Solomon’un mezarı Metropolitlik bahçesinde, Sofia’nın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mezarı ise Akçaabat’ta idi.”, bilgisi mevcuttur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu veriden yola çıkan Coşkun Bey, “Başka bir gün Gürcü kaynaklarda Trabzon’la ilgili </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğrafları tararken, tesadüfen bir türbe ve papazlar fotoğrafı ve altında “Guria Kraliçesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sofia’nın Akçaabat Rum Kilisesi bahçesindeki Türbesi” yazdığını görüyor. Sonrasında bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arakadaşına, “sizin kaynaklarda böyle bir şey var mı” diye soruyor. O da, “evet bir kraliçe yâda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">prensesin mezarı Orta Mahalle Kilisesi’nde imiş, Rum kaynaklarında varmış” diyor. Şüphesiz </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bu bilgiler daha farklı kaynaklardan doğrulanmaya muhtaçtır, ancak bahsi geçen fotoğrafın <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">künyesi açıktır ve bu bağlamda, Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphanesi’nde, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Droeba_Suratebiani_Damateba_1909_N16-4.jpg” adındaki dosyada bir adet fotoğraf </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunmaktadır. Fotoğrafın açıklamasında, “Guria Kraliçesi Sophia Türbesi” ile “Türbe, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı İmparatorluğu’nda Trabzon yakınlarındaki Platana köyündedir” yazılıdır 74. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Fotoğraf 1909 tarihlidir. Bu fotoğraf, muhtemelen Akçaabat’ın diğer bir mahallesi olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Pulathane Mahallesi’nin Gramba semtinde 1813’lerde inşa edilmiş olan Aya Gorigor </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisesi’nin yanında, inşaatı tamamlanarak 1905’te ruhsatı verilen Rum erkek mektebi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">binasının75 1909’daki açılışı76 maksadıyla düzenlenen tören günü hatırasına alınmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Guria Prensliği, Gürcistan’ın güney batı bölgesi olan Guria’da hüküm süren tarihi bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">prensliktir/krallıktır. 1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşına kadar Osmanlı yönetiminde kaldı. Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">savaş esnasında, 1810 yılında özerk prenslik statüsünde kalmak üzere Rusya yönetimine girdi. <br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">1829’da Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilene kadar özerk statüde hüküm sürmüştür. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mamia V. Gurieli’nin 1826 yılında ölmesiyle reşit olmayan oğlu David Gurieli, Prenses Sofya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Sopio) Gurieli’nin naipliği ile tahta geçti. Kocasının ölümünden sonra (1826) Sofya, Ruslar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarafından Guria‘yı yönetmekle görevli konseyin başına getirildi. Sofya, Çarlık hükûmetinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Guria’nın özerk statüde varlığının sürdürülmesi konusunda endişeli olması sebebiyle 1828-</span></i><i><span style="font-family: verdana;">1829 Osmanlı-Rus Savaşı‘nda Osmanlı’yı destekledi. Rus ordusu Guria’ya girdi ve 1828 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonlarında Guria prensliğini topraklarına kattı. Prenses Sofya (Sopio Gurieli) çocuklarıyla <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">birlikte Osmanlı ülkesine sürgüne gitti77. Anlaşılan Sofya, Guria Prensesi olarak 1826-1828 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yılları arasında Gürcistan’da Osmanlı desteği ile Ruslara karşı mücadele etmiştir. Ancak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başarısız olunca Osmanlı’ya sığınmış, 7 Eylül 1829’da Trabzon’da vefat etmekle beraber, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat’a defnedilmiştir78. Bu yönü ile Sofya, İmareti Kralı II. Solomon ile aynı kaderi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">paylaşmıştır. Yani Sofya, II. Solomon’dan 18 yıl sonra başarısız olunca Osmanlı’ya, Trabzon’a </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sığınmış, Akçaabat’a defnedilmiştir. Mezarı ve Türbesinin varlığı bahsi geçen fotoğraf ile </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sabittir. Sofya’nın mezarının, daha sonraki yıllarda, muhtemeldir ki çoğu akrabalarından </span></i><i><span style="font-family: verdana;">müteşekkil olan taraftarları tarafından Ünye’ye nakledildiği79 ve burada Ünye Rum Ortodoks <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisesi’nin (Kutsal Ana’ya adanmış kilise: Virgin Mary) avlusuna defnedilmiştir 80. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Ordu ve çevresine muhacir iskânı 1890’lara kadar devam etmiş görünmektedir. Bu bağlamda Prenses Sofya’ya ait mezarın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat’tan Ünye’ye nakil işinin veya daha genel itibarla Trabzon ve Akçaabat gibi Doğu Karadeniz yerleşimlerinde <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunan Gürcü muhacirlerin ki, 1879’da Çürüksulu göçmenlerden bir kısmı ile (Ali Paşa’nın kardeşi olan) Osman Paşa’nın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">da ailesiyle birlikte kara yolu ile Trabzon’a, oradan da Yaylacık’a (Akçaabat’a) gelerek yerleştirilmeleri söz konusu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olduğundan, Ünye’de toplanmalarının 1890’dan evvel gerçekleşmiş olması ihtimal dâhilinde görünmemektedir. Zira </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yaylacık’ta yerleşmiş bulunan Osman Paşa’nın eşi Nokta Hanım’ın 1889 senesinde devlete bir arzuhal sunarak, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">muhacirlere tahsis edilen arazinin kendilerine yetmediğinden arttırılmasını, yerli ahalinin kendilerine müdahalelilerinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">engellenmesini ve arazilerinin tapularının kendilerine verilmesini talep etmesi vâkidir. Bk. Ülkü Köksal, “XIX. Yüzyılın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İkinci Yarısında Akçaabat’ta Muhacir İskânları Sırasında Yaşanan Yerleşim Yeri Problemleri, Yaylacık Merası Örneği”, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Dünden Bugüne Akçaabat Sempozyumu, Akçaabat 26-28 Nisan 2013, İstanbul 2014, s. 115-120. Yani, kardeş Osman Paşa </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile birlikte Çürüksulu bir kısım göçmen 1889’da hâlen Akçaabat’tadır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Gürcü göçmenler baskın şekilde Ordu ve çevresine yerleştirilirken, bunlar neden Akçaabat’a yerleştirilmiştir. Bunda kardeş </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osman Paşa’nın Trabzon’da kalarak vilâyet idaresinde söz sahibi olmayı hedeflemiş olması -başarılı da olmuştur- <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">düşünülebilir. Peki, 1829’dan beri Akçaabat’ta gömülü bulunan Gürcü Sofya ile yine Sofya’nın Akçaabat’ta yaşamakta </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olduğunu tahmin edebileceğimiz bir miktar adamlarının/taraftarlarının mevcudiyeti de etkili olamaz mı? Bilemiyoruz. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ancak, Yaylacık’ta oturan ve belki de arazileri kendilerine yetmediği için bir müddet sonra Akçaabat’tan ayrılmak zorunda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kalan Çürüksulu Gürcü muhacirler ile birlikte veya bir müddet sonrasında Sofya’nın taraftarlarının da onlarla beraber <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ünye’ye gitmeleri söz konusu olmuş olmalıdır. Ünye’ye yerleşen Sofya’nın taraftarları daha sonra gelip Sofya’nın mezarını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alıp götürmüş olabilirlerdi. Bu sürecin özgürlük, eşitlik ortamına karşılık gelen II. Meşrutiyet’in ilanı (1908) akabinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçekleşmesi akla uygundur. Bu doğrultuda, Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphanesi’nde 1909 senesine tarihli olarak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayda giren Sofya’nın Akçaabat’taki türbesine ait fotoğrafa dikkatle bakıldığında, türbe içerisinde görünür şekilde bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mezar, lahit bulunmamakta; aksine Ünye ile ilgili olan fotoğrafta ise türbede mezar, lahit açıkça görülmektedir. Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">durumda Akçaabat’taki fotoğrafın, Sofya’nın mezarının Ünye’ye 1909’da taşınması anısına mı çekildiği/alındığı akla <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">gelmektedir. Bilemiyoruz… Her durumda Sofya’nın türbesine ait Akçaabat’taki fotoğrafın, Çürüksulu Ali Paşa’nın göçmen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gürcüleri Ordu sahasına devletin emriyle iskân etmeye başladığı 1879’dan evvele tarihli olamayacağının yanında 1890’dan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sonraki bir sürece tarihli olması gerektiğini düşündürmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYMvnAQFZ1h90I7C5OnbQejp5AUwRvDPSAdFdg45eq9x-6L4wjhCC7oElrG9NZc8E3XfHwb2pxtTZVULTeThHk1UCSsFPFPb42NL8Ry2us7CzNaQrHR7Y_NoUBosGnq9rXNfv-9-YtijM7/s736/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+G%25C3%259CRC%25C4%25B0STAN+ULUSAL+PARLEMENTO+K%25C3%259CT%25C3%259CPHANES%25C4%25B0+R+4.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="606" data-original-width="736" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiYMvnAQFZ1h90I7C5OnbQejp5AUwRvDPSAdFdg45eq9x-6L4wjhCC7oElrG9NZc8E3XfHwb2pxtTZVULTeThHk1UCSsFPFPb42NL8Ry2us7CzNaQrHR7Y_NoUBosGnq9rXNfv-9-YtijM7/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki+G%25C3%259CRC%25C4%25B0STAN+ULUSAL+PARLEMENTO+K%25C3%259CT%25C3%259CPHANES%25C4%25B0+R+4.jpg" width="320" /></a></div><br /></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\sony\Desktop\1.png<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Coşkun Erüz Arşivi </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\sony\Desktop\2.png<br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gürcistan Ulusal Parlamento Kütüphane Arşivi’ndeki Guria Kraliçesine ait mezarın görünümü </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Neticede, vatanını Ruslardan kurtarmak için 1810’da Osmanlı Devleti’ne sığınan, 1815’e </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kadar Trabzon’da mücadelesini veren, vefat ettiği 1815’te Trabzon’a defnedilen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı/Türk dostu İmaret Kralı II. Solomon gibi, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yine vatanını kurtarmak amacıyla Ruslara karşı mücadele veren ancak başarısız olunca <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1828’de Osmanlı Devleti’ne sığınan, bir yıl kadar Trabzon’da yaşadıktan sonra 1829’da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vefat edince mezarı Akçaabat’a, Orta Mahalle’deki Rum Kilisesi’nin haziresine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">defnedilen kadim Gürcü krallıklarından Guri Prensesi Sofya… </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sadece bu iki vakʽa Trabzon’un, Akçaabat’ın Kafkaslar ve Anadolu coğrafyası için tarihte ne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">denli öneme sahip olduğunu göstermek için kâfidir. Bu yaşanmışlıkların hatırda tutulması, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görsellerle somutlaştırılması bağlamında, Prenses Sofya kültünün kültür ve turizme </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kazandırılması gerekmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/03/orta-mahalledeki-kiliseye-dair-bilgiler_14.html">4. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..</a></b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div><br /></div></div></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-81244475447831294612021-03-29T17:47:00.005+03:002021-11-04T18:24:12.054+03:00ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 2<p style="text-align: center;"><i><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><b>ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 2</b></span></i></p><div style="text-align: center;"><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN, Akçaabat, Orta Mahalle, Rum Kilisesi, İhtilaf Raporu, Osmanlı Arşivi,</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKMRWSGZMZANlHbu6n1lshSPJ80MNtzejSSLyeWPLGHr5Itn77GO-dUCXCam7t4Dm9dDa80dtOGUPwyDRQTmGE4-FfqgaWvcmx26CCCKLsvz2x7RMeJWTNYsKDonM_KnONxxPLHjKFq0ta/s581/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+CO%25C5%259EKUN+ER%25C3%259CZ+AR%25C5%259E%25C4%25B0V%25C4%25B0+R+4.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="581" data-original-width="439" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiKMRWSGZMZANlHbu6n1lshSPJ80MNtzejSSLyeWPLGHr5Itn77GO-dUCXCam7t4Dm9dDa80dtOGUPwyDRQTmGE4-FfqgaWvcmx26CCCKLsvz2x7RMeJWTNYsKDonM_KnONxxPLHjKFq0ta/s320/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+CO%25C5%259EKUN+ER%25C3%259CZ+AR%25C5%259E%25C4%25B0V%25C4%25B0+R+4.jpg" /></a></div><br /><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><b><i><span style="font-family: verdana;">MİCHAİL VE CEBRAİL TAXİARHON KİLİSESİ.”42 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></b><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kısacası kilise meleklere adanmıştır, bir meleğe değil. Bu durumda Metropol Hrisantos’un </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Trabzon Kiliseleri adındaki kitabında kilisenin adını neden “Archistrategoi” yani </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Başkomutanlar” şekliyle; çoğul yapıda verdiği de böylece açıkça ve isabetli olacak şekilde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ortaya çıkmış oluyor. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bölgedeki kiliseler üzerine gerçekleştirilen bilimsel çalışmalar 1929’dan sonra hız <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kazanmıştır. Daha ziyade Arkeolog ve Sanat Tarihçisi menşeli olan bu araştırmacılar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">literatüre önemli katkı sağlamışlardır. Bununla beraber kilisenin adlandırması açısından </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bakıldığında Hamilton’dan etkilenilmiştir. Hamilton’un verdiği “Saint Michael” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adlandırması bu araştırmalarda tekrar eder durur. Bu bağlamda: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Bunlardan ilki T. Talbot Rice’dir43. Rice, makalesinde konumuzla ilgili olmak <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">cihetinden sayfa 66’dan başlayarak bilgi vermektedir. Ancak kilisenin adını <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">vermemektedir. “Akçaabat’ta iki kilise vardır biri batıda biri doğudadır”44 gibi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">genellemeler ile izahat yaparak konuya girer. Bilhassa Hamilton’dan alıntılar yapmıştır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Katkısı ise, “Kilisenin kuzeyinde bulunan bir kapı üzerindeki 20 Mayıs 1846 tarihli <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kitabeye göre, çevrede oturan Rumlardan toplanan yardımlar ile kilise 1846’da restore </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edilmiş ve genişletilmiştir, sadece genişletme yapılmayıp mozaikler de eklenmiştir” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ifadeleri ile başlayan kısımlarda öne çıkmaktadır. Galinos Mahallesi’ndeki kilise ile </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Visera Köyü’ndeki kiliselerin 1929’a ait fotoğraflarını makalesinde göstermesi ise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">önemlidir. Konu ile bağlantılı dikkate değer başka bir bilgi yoktur. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Diğer bir araştırmacı Salina Ballance’dir45. Makalesi 1960’ta yayımlanan Ballance, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hamilton ile Talbot Rice’den alıntılar yapar ve muhtemel bunlardan etkilenerek kilisenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adını “Saint Michael” olarak verir. Kilise ile ilgili çizdiği krokiler ayrıntılıdır ve bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çizimler özellikli, kaliteli çizimlerdir. Kilisenin iç bezemelerinin tasviri konusunda en </span></i><i><span style="font-family: verdana;">iyi gözlemler Ballance’ye aittir. Sanat tarihi ve mimari hususiyetler bakımından Kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile ilgili hazırlanacak olan tanıtım broşürü vb. kataloglarda bu makaleden yararlanılması </span></i><i><span style="font-family: verdana;">isabet olur. Kilisenin bölgede benzer olduğu diğer kiliselerle olan adlarını belirtir. Ayrıca </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yapının mimarisinde Ermeni ve Gürcü etkisinin bulunduğundan da bahsetmektedir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kiliseye 19. Yüzyılda eklenen kısmın (yani 1846 inşaatının) kilisenin Ortaçağ’daki <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kısmından kolayca fark edilebileceğini belirtmektedir. Kilisenin bir de fotoğrafına yer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">verir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Antony Brayer ve David Winfield’in başını çektiği bir grup araştırmacı tarafından <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">1950’li yılların sonlarında Trabzon ve çevre sahada pek çok geziler yapılmış, bu ikili </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ayrıca Beşirli’de ki Ayasofya Kilisesi’nin restorasyonunda görev almışlardır. Çektikleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğraflar ile yaptıkları çizimler 1959-60 yılı için çok önemlidir. İkili restore </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görevindeyken 60 ihtilalini yaşamalarına rağmen, çalışmalarına devam etmişlerdir 46. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">İkilinin muhtelif yerde yayımlanmış çalışmaları The Byzantine Monuments and <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Topography of the Pontos (1985)’te iki cilt olarak yayımlanmış ve bu yayın Türk Tarih </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kurumu tarafından Karadeniz’in Orta Çağ Dönemi Eserleri ve Topoğrafyası adı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">altında Türkçe’ye aktarılarak 2020’de yayımlanmıştır. Bu eserin 1. Cildi, sayfa 285’ten </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlayarak Yoroz ve Akçaabat üzerinedir. İkilinin Hamilton, Talbot Rice ve Ballance </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etkisinde kalmış oldukları görülmektedir ve kilise için verdikleri ad “Saint Michael” in </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Türkçe çevirisi olan Aziz Mikhael’dir. Kilise hakkında ayrıca Cilt II’de s. 838’de bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğrafa yer verilmiştir. A. Brayer ve D. Winfield’in Cilt I, Sayfa 304’teki 38 nolu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dipnotta: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kiliseyi Hamilton ve Ritter’in Aziz Mikhael’e; Papamichalopoulos (1901)’un Taxiarchai’ye; </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1846’daki kitabenin ise Archistrategos’a47 ithaf ettiklerini belirttikten sonra, “Bunların hepsi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ithaf konusundaki değişik görüşlerdir” ifadesi ve tespiti, kilisenin tek bir adının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunmadığının en güzel, en sağlam göstergesidir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Yine Anthony Brayer ve arkadaşları tarafından daha önce yayımlanmış muhtelif <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">makalelerin toplamı olarak görülebilecek The Post-Monuments of the Pontos (2002)48 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adını taşıyan, İngilizce dilinde yayımlanan kitabın I. Bölüm, 258. sayfasında konumuz </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olan kilise hakkındaki bilgiler, “Church of the Archangel49 (Saint Michael ?)” başlığı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile verilmiştir. Yani “Başmelek Kilisesi (Saint Michael ?)”. Yazarları tarafından </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilise adına bırakılan soru işareti kilisenin adı/adları üzerinde zaten bazı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tereddütlerin bulunduğu gerçeğine kapı aralamaktadır ve Başmelek ile Saint </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Michael’i yan yana getirmenin yazar üzerinde bıraktığı ve belki de bu konuda kaynak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gösterememenin verdiği tereddüt açıkça sezilmektedir. Bununla beraber, yayımladıkları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kitapta ana kapının üstünde bulunan kilise kitabesinin tam metnine yer vermişlerdir ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bu kitabede Arhistratigos (Başkomutan) kelimesinin çekime uğramış hali olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Arhistratigu50 (Başkomutanın) kelimesi açıkça geçmektedir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Bunların yanında Antony Brayer ve David Winfield’in bahsi geçen 2 ciltlik kitabının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1. Cildinde, sayfa 286’daki İskefiye kısmında, 19. yüzyılda İskefiye’de “Kutsal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Taxiarchai” adında bir manastır olduğundan bahsedilmekte, ancak kendileri burada </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(1950’nin sonlarında) bu manastırdan bir eser görmediklerini belirtmektedirler. “Kutsal </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Taxiarchai”, Osmanlıca belgelerde sıklıkla bahsi geçen “Aya Taksiyarhi” yani </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Kutsal/Aziz Başmelekler” ile aynı anlamdadır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Trabzon’un işgalinde yer alan Rus komutanı S. P. Mintslov kilise hakkında bilgi veren </span></i><i><span style="font-family: verdana;">diğer bir görgü şahididir, diğer bir kaynaktır. O, 24 Haziran’da Akçaabat’a varmıştır: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Bu sokakların birinde kadim bir Bizans kilisesi var idi. Onun mozaik döşemesinin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">kalıntıları hala mevcuttur. Kilisenin arka kısmı yakın bir zamanda inşa edilmişti. Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kısımda kadimlikten bir iz yoktu.”51 Eserde Akçaabat hakkında, bilhassa tütüncülük ile </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilgili pek çok bilgiye yer verilmiş olmakla beraber, bu bilgiler arasında kilisenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adından bahis yoktur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Arkeolog Uspenski, yine aynı dönemde kiliseyi gören bir diğer önemli şahsiyettir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Trabzon’un Rus işgaline girmesinin hemen akabinde Trabzon’da bulunan tarihi eserlerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayda geçirilmesi ve korunması amacıyla oluşturulmuş komisyonun başına getirilmiş </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olan Uspenski 1916 ve 1917 yılı yaz aylarında Trabzon’da bulunmuştur. İlkinde üç, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ikisinde yedi kişiden müteşekkil olan ve içlerinde ressamından (N. Kluge) mimarına </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Baglanof) kadar pek çok uzmanın yer aldığı bu grup Trabzon, Maçka ve Akçaabat’ta </span></i><i><span style="font-family: verdana;">araştırma ve incelemelerde bulunmuştur. İlk araştırma faaliyeti 13 Mayıs 1916’da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başlıyor ve Eylül 1916’da sona eriyor. İkincisi ise 17 Mayıs 1917’de başlıyor ve Eylül </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1917’de sona eriyor. Uspenski’nin bu süreçteki tespit ve gözlemleri, çevirisi E. Uzun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tarafından yapılan “Trabzon Tarihi” adındaki eserde genel hatlarıyla mevcuttur. Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eserde Akçaabat’taki araştırma ve incelemelerden bahis yoktur52. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat ile ilgili olan bilgilere 2020 yılında Moskova’da tamamlanan Rusça doktora </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tezinde rast gelmekteyiz53. Anna Georgiyevna tarafından hazırlanan Tezin Türkçe adı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Bilim Adamı F. İ. Uspenski İdaresinde Trabzon’da 1916-1917 Yıllarında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gerçekleştirilen Bilimsel Araştırmalar” adını taşımaktadır. Bu tezin 277. ve 278. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sayfalarında Orta Mahalle ve Gramba Mahallesi’nde bulunan kilise ve şapeller ile ilgili </span></i><i><span style="font-family: verdana;">7 fotoğraf bulunmaktadır. Ayrımına varabildiğimiz kadarıyla fotoğraflardan biri - </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görüntüsü bozuk da olsa- Gramba’dan Akçaabat’ın umumi manzarası, diğer ikisi Orta </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahalle’de bir küçük kilise ile bir şapel, ikisi yine Orta Mahalle’deki “Başmelek Mikail” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisesi54, diğer ikisi de, fotoğrafın altında adı verilmemekle beraber, Gramba’daki Rum </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisesi (Aya Grigor: Aziz Grigorios) ile ilgilidir 55. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Uspenski 1916 yılı yazındaki ilk araştırma keşif gezisinde Akçaabat’a uğramıştır. 13 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ağustos’ta Orta Mahalle ve Gramba Mahallesi’ndeki kiliseleri gezmiş, notlar almış, bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eserleri fotoğraflamıştır. İlkin Orta Mahalledeki kiliseyi gezmiştir. Kilisenin adını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Arhangel Mihail”, yani Başmelek Mikail olarak belirtmiştir. Bina ile ilgili kısa bilgiler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vermiştir: “Sekiz pencere ve dört yarım kemerden oluşan tambur biçiminde kubbe </span></i><i><span style="font-family: verdana;">duvarlara oturmuştur, ölçüleri çok küçüktür. Zemin iyi korunmuştur ve bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">madalyonların kompozisyonu biçimindedir. Geometrik süslemeli büyük bir dairenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ortasında küçük madalyonlarla çevrilidir. Ayrıca burayı yapay mermerden bir rampa <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">izlemektedir. Zemin kırmızı mermerdir. Yerdeki mozaikler olasıdır ki bu küçük kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">için yapılmamıştır ve bir başka kiliseden getirilmişlerdir. İkonalar yenidir ve sıradan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">işçiliğe sahiptirler. Eski simge yoktur. Uspenski’nin Orta Mahalle’deki Rum Kilisesinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">anlattıkları bunlardan ibarettir ve buradan Gramba Mahallesi’ne geçer ve oradaki kiliseyi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">de birkaç cümle ile betimler. Her iki kilise için söylediği şu sonuç cümlesi önemlidir: <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">“Genel olarak bana Platana’daki kiliseler hakkında çok şey söylediler, fakat büyük bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dağa (:Orta Mahalle ve Gramba sırtlarına) iki kere tırmanmak gerçekten çok büyük emek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ister ve buna değmez” ve devamında, “aslında Platana özetle iki obje ile kaydedilebilir, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">1-Mozaik Zemin (:Orta Mahalle kilisesindeki) <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">2-Deus (Deisis) Sahnesi (Gramba Aziz Gregory Kilisesi’ndeki). <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Fakat geziler için tavsiye edilemez”.56 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Uspenski’nin Trabzon’daki faaliyetlerini gösteren bu doktora tezinde bizim en çok <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">ilgimizi çeken ve şimdiye kadar kaydına hiçbir yerde rast gelmediğimiz Orta <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahalledeki Rum Kilisesinin Kuzeybatı tarafından alınmış olan fotoğrafıdır. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğraf, kilisenin ana giriş kapısı ve çevresinin fiziki/mimari görünümünü ortaya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">koyduğu gibi Gürcü (Guri) Prensesi Sofya’nın türbesini ve kiliseye göre konumunu, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilise haziresinde bulunan ve Haydar Gedikoğlu’nun sadece değindiği Rum mezarlığını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">açık şekilde göstermekte, ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda bu tezin ve tezdeki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">fotoğrafın varlığından beni haberdar eden Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sürmene </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Deniz Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Coşkun Erüz’e ne kadar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">teşekkür etsek azdır. Ayrıca Uspenski’nin Trabzon’da yaptığı araştırmaların sonuçlarını </span></i><i><span style="font-family: verdana;">peyder pey mektupla Rusya’ya bildirdiğinden dolayı olsa gerek, Uspenski’nin kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">avlusunda bulunan Gürcü Sofya’nın mezarı ve türbesinden bahsetmemesi bir ölçüde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olağan görülmelidir. Veya o anki kilise papazı ve sair görevliler Rusya adına burada </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunmakta olan Uspenski’ye bu konuda bilgi vererek olası yaşanacak bir sıkıntıdan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kendilerini muhafaza etmek gailesinde de olmuş olabilirler. Bilemiyoruz… </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Üstte: “Uspenski Akçaabat Köyü’ndeki Bir Kilisenin Yanında” bilgisiyle verilen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Gramba’daki Aya Gorigor Kilisesi (1916). </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Yanda: Uspenski'nin Raporlarında “Arhangel Mihail Kilisesi” yani Başmelek Mikhail Kilisesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">diye geçen Orta Mahalle’deki kilise (1916). A. Georgiyevna’dan naklen C. Erüz Arşivi. </span></i></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJSQ2f67IU6q-5-_OxwfYY7iGSYa_kwZL7yPnj3Gg-KscqgnF2HouZ3RSvJPEnpHui143ScAJDdQQSbhC5VwkWTPO82WQVVpssF7df0AgqZVcojjMpk3ueLw0J49vHPKLTL8iWV9yaz-U2/s859/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+K%25C4%25B0L%25C4%25B0SE+R+2.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="493" data-original-width="859" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiJSQ2f67IU6q-5-_OxwfYY7iGSYa_kwZL7yPnj3Gg-KscqgnF2HouZ3RSvJPEnpHui143ScAJDdQQSbhC5VwkWTPO82WQVVpssF7df0AgqZVcojjMpk3ueLw0J49vHPKLTL8iWV9yaz-U2/s320/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+K%25C4%25B0L%25C4%25B0SE+R+2.jpg" width="320" /></a></div><br /><div><br /></div><div><i><span style="font-family: verdana;">- Muzaffer Lermioğlu’nun Akçaabat Tarihi adındaki eserde eski kiliselerden <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bahsedilmekle birlikte, Orta Mahalle’de ki bu kiliseden bahis yoktur. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Haydar Gedikoğlu tarafından hazırlanan ve 1996’da yayımlanan Akçaabat adındaki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eserde kaynak verilmeden kilise adı olarak, aynı anlamlara gelen “Saint Michael Kilisesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile Hagios Michael Kilisesi” verilmiştir. Gedikoğlu ayrıca kilisenin özgün adının </span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Archangel” yani Başmelek olduğunu da belirtir. Gedikoğlu’nun ilgili konuda kaynak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olarak Hamilton ile Anthony Brayer-David Winfield’in yukarıda bahsi geçen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">eserlerinden yararlandığı açıktır. Yazarın kilise ve çevresindeki eserler ile mezarların </span></i><i><span style="font-family: verdana;">varlığı hakkında verdiği bilgiler ise sözlü kaynaklara dayanmakla beraber çok mühimdir. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">- Günümüzde Mudanya’da, Kumyaka Köyünde, Taxiarchoi (Başmelekler) Kilisesi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">adında kilise harabeleri mevcuttur. Yine Gemlik’te Kurşunlu Başmelekler Kilisesi ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kütahya’da Başmelekler Kilisesi adlarını taşıyan kiliseler mevcuttur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Ara Netice: Avrupalı seyyahlar ile yerli ve yabancı bilim insanları veya araştırmacıların kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hakkında verdikleri bilgiler, daha ziyade Hamilton’a ve Kilisenin kuzeydeki kapısı üzerinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunan kitabedeki bilgilere dayanmaktadır. Onlar, kilise hakkında vermiş oldukları bilgilerde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı devlet kayıtları ile Rum Patrikhanesi veya Trabzon Metropolitliği arşivlerine ait belge </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve bilgilerden istifade etmemiş görünmektedirler. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>Osmanlı Arşiv Kayıtları </b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Bilindiği üzere Akçaabat’ın 1830’lara ait Müslüman sakinleri ile ilgili nüfus defterleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yayımlanmıştır 57. Kilisenin 1846’da ki tamiratıyla yaşıt olan bu defterlerde kilise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hakkında bilgi yoktur. Osmanlı arşivinde mevcut bulunan ancak yayımlanmamış olan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat ile ilgili bir Gayrimüslim nüfus defterinde ise, 1840’ lar da Galinos </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahallesi’nde bir Kilise Vakfı’nın varlığı kayıtlıdır. Bununla beraber burada da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin adından bahis yoktur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">- Akçaabat’ta 2013’te gerçekleştirilen ilk geniş katılımlı sempozyumda, tarafımca sunulan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve Akçaabat’taki kiliselerin İnşaatlarını gösteren makalede58 verilen arşiv belgesinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görüldüğü üzere kilisenin adı devlet kayıtlarında Aya Taksiyarhi Kilisesi formuyla </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayıtlıdır. Buradaki “Taksiyarhi” lafzı, “Taxiarchai” kelimesinin Osmanlıca <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">telaffuzudur/söylenişidir. İlgili belge 1913 tarihli olup belgedeki ilgili kısım aşağıdaki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gibidir: </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MdDPXUcO1FdrBYTB2LgaYg4m-bYwWaogAOskHObm50Hxan4BjL79yW3mp_RFcinVvnVVCJXG66hN28pGekQz_e-gHc25FoHoSqv_RiJSvIJI8hQM1o8jtK03rxRR9nQqSBlIt4WWsxvE/s495/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+TAKS%25C4%25B0YARH%25C4%25B0+R+3.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="191" data-original-width="495" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj3MdDPXUcO1FdrBYTB2LgaYg4m-bYwWaogAOskHObm50Hxan4BjL79yW3mp_RFcinVvnVVCJXG66hN28pGekQz_e-gHc25FoHoSqv_RiJSvIJI8hQM1o8jtK03rxRR9nQqSBlIt4WWsxvE/s320/Akcaabatta_Orta_Mahalledeki_Rum_Kilisesi+TAKS%25C4%25B0YARH%25C4%25B0+R+3.jpg" width="320" /></a></div><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">L:\lg\AKADEMİK MAKALELER\AKÇAABAT sempozyum\İ. AZN AKÇAABAT KAZASI POLATHANE KASABASI merkez-frankulli-kalyera\LostFile_JPG_7728160 - <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kopya.JPG</span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><b>Aya Taksiyarhi nâmındaki </b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Bu raporun giriş kısmında belirtilen diğer arşiv belgelerinde -ki bunlara İstanbul’daki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Rum Patrikhanesi ile Trabzon Metropolitliğinden gelen-giden arşiv belgeleri de dâhildir- </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin adı “Aya Taksiyarhi” olarak kayıtlıdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- 1912’de Trabzon Metropolitliği’nden İstanbul’a; Rum Patrikhanesi’ne gönderilen arşiv </span></i><i><span style="font-family: verdana;">belgesinde, Trabzon Metropolitliği’nin idaresinde bulunan ve ruhsatlı veya ruhsatsız </span></i><i><span style="font-family: verdana;">faaliyet gösteren (ibadete açık) bölgedeki tüm Rum Ortodoks Kiliselerinin adları yer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">almaktadır. Arşivlerimizde eşi pek bulunmayan bu müstesna resmi kayıtta, Orta </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahalle’de ki kilise 30. sırada, “Trabzon Vilayeti dâhilinde Akcaabad Kazasına muzaf </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(bağlı) Polathanede Galinos Mahallesinde Aya Taksiyarhi Kelisası” adı ile kayıtlıdır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Orta Mahalle’deki kilise hakkında Akçaabat Kazası Kaymakamlığı’ndan devlete <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">gönderilen bir izahatı gösteren belge BOA, ŞD 1870/7-10’da kayıtlıdır. Kayıt tarihi <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">27 Kanun-i Evvel 1328 (9 Ocak 1913) olan bu belgede kilise adı açık şekilde, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Akcaabad Kazasına tâbi Galinos Mahallesinde ‘Aya Taksiyarhi’nâm kelisaya dâir <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">izahât” ifadesiyle geçmektedir. Belgede Kaza Meclisi azalarının imzaları da mevcuttur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Ara Netice: Hem Osmanlı devlet (arşiv) kayıtlarında ve hem de Metropolitlik veya Rum </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Patrikliğinden gelen-giden kayıtlara göre kilisenin resmi adı “Aya Taksiyarhi Kilisesi”dir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Manası: Aziz/Kutsal Başmelekler Kilisesi. Bu yazılar dönemin Trabzon Metropoliti bilgisi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dâhilinde devlete gönderildiğine göre, Aya Taksiyarhi adı resmi bir ad olarak sadece Osmanlı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bürokrasisini değil, kilisenin bürokratik yazışmalarını da temsil etmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">BİLĞİ -I </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Hıristiyan inancına göre yedi veya sekiz farklı başmelek mevcuttur: Michael, Gabriel, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Raphael, Uriel, Selafiel, Jehudiel, Barahiel ve Jeremiel59. Hal böyle olmakla beraber bunlar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">içerisinden bazıları -muhtemel halkın daha fazla sevgisine mazhar olmalarından dolayı- öne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkarılmıştır. Bu bağlamda diğer meleklerden biraz daha farklı gösterilen tek melek Mikhail’dir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Şeytan’ı yendiği kabul edildiğinden onu birçok tasvirlerinde savaşçı giysiler içinde zırhlı ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">silahlı olarak görmek mümkündür 60, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Başmelek Mikail, en saygı duyulan İncil karakterlerinden biri olan ana Başmelek’tir 61, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Bir başka görüşe göre “Başmelekler” den kasıt sadece Mikhail (Michael) ve Cebrail </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Gabriel)’dir. Bu iki melek “Başmelekler” olarak bilinirler. “Başmelek Mikâil” ve “Başmelek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Cebrail” tanrı tarafından yaratıldığına inanılan meleklerdendir. Bunlar içerisinde Mikhail, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hıristiyan ordularının “başkomutanı” olarak bilinir. 8 Kasım günü Mikâil’i anma günüdür. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bu nedenle Mikhail, Cebrail’e oranla bir miktar daha sevilen sayılan bir melek olarak itibar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görür, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Bazı kutsal emirlerde Başmelek’ten kastın Mikhail olduğu yönündedir: (Başmelek Mikhail, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mesih İsa’nın ikinci gelişinde de orduların başkomutanı olarak O’nunla birlikte olacaktır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Nitekim Aziz Pavlos’un Selaniklilere yazdığı birinci mektupta, “Rab`bin kendisi, bir emir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çağrısıyla, başmeleğin seslenmesiyle, Tanrı` nın borazanıyla gökten inecek…” diye </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yazmaktadır (I. Sel. 4:16)62, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Başmelek Mikhail: “Kim Tanrı gibidir”- bu ismin İbranice’den böyle bir çevirisi. Hem Eski </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ahit’te hem de Yeni Ahit’te bu kutsal melek hakkında çok şey yazıldı. O bir “prens”, “Rab’bin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ordusunun lideri”, şeytana ve onun hilelerine karşı ana savaşçı olarak kabul edilir. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Şeytan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">liderliğindeki düşmüş meleklerin ayaklanmasından sonra, onlarla ilk savaşan baş melek Mikail </span></i><i><span style="font-family: verdana;">oldu ve o zamandan beri kıdemli bir savaşçı olan “baş melek” unvanını aldı, </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">-Bulgaristan Ortodoks Kilisesi, 8 Kasım’da “ruhların koruyucusu ve kötülüğe karşı savaşan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ordunun sembolik komutanı” olarak kabul edilen “Başmelek Mikhail’i” anmaktadır. Halk </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında bugün daha çok Başmelek Mikhail Günü (Arhangelovden) olarak biliniyor 63. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Arhangel=Başmelek + Den=Slavca’da “gün” manasında). Tanrı’nın tahtının önünde daima </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yedi melek durur, onların arasında ‘başmelek’olarak adlandırılan melek, Mikhail’dir. Yedi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">meleğin en güçlüsü olarak kabul edilen Başmelek Mikhail, ikonlarda elinde mızrağıyla şeytanı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ayaklarının altına almış şekilde betimlenir. İnanışa göre dünyanın paylaşımında Mikhail’e </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ölülere eşlik etme görevi verilmiştir. İnançlı Bulgarlar, ölümden sonra insanın ruhunun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tanrı’nın yanına gittiğini bilmenin kişiyi daha rahatlattığı inancına dayanarak, 8 Kasım gününü </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kutluyor, </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/03/orta-mahalledeki-kiliseye-dair-bilgiler_2.html">3. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..</a></b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div><br /></div></div></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-6759889757999393272021-03-29T17:36:00.004+03:002021-11-04T18:23:55.215+03:00ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 1 <div><div style="text-align: center;"><b><span style="color: #990000;"><i><span style="font-family: georgia; font-size: large;">ORTA MAHALLEDEKİ KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 1 </span></i></span></b></div><i><div style="text-align: center;"><span style="font-family: verdana;"><br /></span></div><span style="font-family: verdana;"><br /><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN, Akçaabat, Orta Mahalle, Rum Kilisesi, İhtilaf Raporu, Osmanlı Arşivi,</span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Konu: Akçaabat ta Orta Mahalle deki Rum Kilisesinin Adı Hakkındaki İhtilafa Dair Rapor </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">İlgi: Kültür Müdürlüğü’nden konu ile ilgili gelen sözlü talebe istinaden 18.09.2020 tarihinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat Belediyesi Başkanlığı’na mektup suretiyle sunulan cevabî yazının yeniden tanzimi <br /></span></i><i><span style="color: #990000; font-family: verdana;"><b>Tarih: 30.12.2020 </b></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">ORTA MAHALLEDEKİ ( GALİNOS MAHALLESİNDEKİ ) KİLİSEYE DAİR BİLGİLER VE İNŞAAT FAALİYETLERİ 1 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Prof. Dr. Necmettin AYGÜN 2 </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"> Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanları ile akabindeki modernleşme faaliyetleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlamında kilise ve mekteplerin kayıt altına alınmasına başlanmıştır. Yeni inşa edilecek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olanlar ile mevcutlar üzerinde yapılacak tamiratlar da dâhil her türden inşaat faaliyetlerinde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">padişahın/devletin izni gerekmekteydi 3. Kısacası kilise ve mektep inşaatları devletin iznine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bağlanmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bu doğrultuda, aşağıda adları verilen arşiv dosyalarında yer alan kayıtlar, Akçaabat’ın muhtelif </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mahallelerinde, muhtelif tarihlerde inşa edilmiş olan kiliselere padişah izninin alınarak böylece </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bunlara resmî hüviyet (ruhsat) kazandırılmak istenmesinin yanında, tamiratlarına dönük </span></i><i><span style="font-family: verdana;">talepleri de içermektedir. Bahsi geçen arşiv kayıtlarının başlangıç tarihleri 1912, bitiş tarihleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ise 1913’tür. Konu ile ilgili olarak mahallinden devlet merkezi İstanbul’a gönderilen talepleri </span></i><i><span style="font-family: verdana;">içeren belgeler Osmanlı Arşivi’nde ŞD. Fonu’nda4, İ. AZN Fonu’nda 5, DH. İD Fonu’nda 6, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">MV Fonu’nda7 ve 6 Numaralı Kilise Defteri’nde mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında zengin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir arşiv malzemesinin varlığından söz edilebilir. Galinos Mahallesi’ndeki Rum Kilisesi de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dâhil olmak üzere Akçaabat’taki 6 kilise ile bir mektebe ruhsat verilmesi ile ilgili yazışmalar </span></i><i><span style="font-family: verdana;">arasında burada Galinos Mahallesi’ndeki kilise ile ilgili olanlar üzerinde durulacaktır. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Diğerlerine ise I. Akçaabat Sempozyumu’nda sunulan makalede yer verilmişti. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Osmanlı Arşivi’nde Şura-yı Devlet Fonu’nda8 (BOA, ŞD, 1870/7) yer alan, konusu <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat’taki 6 adet kilise ve bir adet mektebin ruhsata bağlanması veya inşaat/tamirat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">izinleriyle alakalı 22 farklı belgeden oluşan arşiv kayıtları önemli olup, bunlar içerisinden bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">belge diğerlerine nazaran öncü görevi görmektedir. Bu belge, Akçaabat’ta Galinos </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahallesi’nde bulunan kilisenin papazı ile kilise (vakfı) mütevellisinin (Gergios 9 D. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Haralampidis) 10 Akçaabat Kazası Kaymakamlığı’na yaptıkları 1912 tarihli başvuruyu konu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">etmektedir. Başvurunun konusu Kilise Papazı ve Kilise Mütevellisinin ifadeleri ile şu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">şekildeydi (özet): </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">“Akcaabadın Galinos Mahallesinde tahminen yedi sekiz yüz sene evvel inşa edilen bir aded </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin berat-ı âlisi (padişah izni/ruhsatı) vardır, temin edilmiştir. Ancak kilise hâlihazırda </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mahalledeki Hıristiyan cemaatin nüfusuyla orantısız olacak şekilde kalmıştır ve esasında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilise (zamanında) çok küçük inşa edilmiş olduğundan cemaati kaldırmamaktadır. Dolayısıyla </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve kilise sandığında da yeterli para mevcut bulunduğundan masrafları kilise sandığından </span></i><i><span style="font-family: verdana;">karşılanmak üzere genişliği ve yüksekliği 12 metre, uzunluğu da 17 metre nispetinde olmak <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">üzere genişletilerek inşası kararlaştırılmıştır. Kilisenin belirtilen çapta inşasına müsaade </span></i><i><span style="font-family: verdana;">buyurulması istirham olunur. Bu hususda emr u irade…”11. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Akabinde Akçaabat Kazası Kaymakamlığı, Trabzon Vilayeti, Trabzon Metropolitliği, </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">İstanbul’daki Millet-i Rum Patrikhanesi, Sadrazamlık makamı ve Şura-yı Devlet gibi birimlerin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hazırladığı yazılara, makamlarca izahat istenmesine bağlı olarak, resmi muamelât </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçekleştirilmiştir. Neticede ilgili izinler alınmış, izinsiz olan kiliselere de izinleri (ruhsatları) </span></i><i><span style="font-family: verdana;">verilmiş veya tamirat isteyenlere de tamirat izinleri verilmiştir. Bu işlemlere istinaden Akçaabat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kaymakamlığı’ndan İstanbul’a giden 5 adet yazıya göre, bahsi geçen kiliselere ruhsat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">verilmesinde bir sakınca olmadığı belirtilmiştir12. Yine bu yazışmalardan birinde İstanbul’daki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Rum Patrikhanesi, “bazısının emr-i alileri (izinleri/ruhsatları) zayi (kayıp), bazısı emr-i aliye <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">rabt olunmamış (ruhsatsız) olan kiliseler” ibaresiyle yani ruhsatı bulunsun veya bulunmasın </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Trabzon’da (1912’de) faal olan Rum kiliselerinin adlarını listeleyerek devlete sunmuştur. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Anlaşılan devlet, 1912 yılı içerisinde bölgede var olan Rum Ortodoks kilise ve mekteplerinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hangilerinin ruhsatlı, hangilerinin ise ruhsatsız olduğunun tespitinin yanında kilise ile mektep </span></i><i><span style="font-family: verdana;">inşa ve tamiratlarına neden gerek duyulduğunun izahatını görmeye çaba harcamıştır ve bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">nedenle de inşaat veya tamirat işlerine ruhsat verilmesi 1913 yılına sarkmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bu doğrultuda ilgili inşaatlar hakkında Trabzon’dan ve Rum Patrikliği’nden devlete ulaşan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">talepler ile bu taleplerin incelenmesi/tahkiki için Trabzon Vilâyetiyle yapılan yazışmalar ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">neticeleri, Osmanlı Gayrimüslimlerinin işlerine bakan devlet organı olan “Adliye ve Mezâhib </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Nezâreti” tarafından görüşülmek üzere 13 Mayıs 1913 tarihli tezkireyle Şûrâ-yı Devlet’e havale </span></i><i><span style="font-family: verdana;">edilmiştir. Şûrâ-yı Devlet’in Mülkiye ve Maârif Dâiresi’nde görüşülerek yasalara uygun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunan ve onay alınmak üzere Sadârete13 gönderilmesine karar verilen inşaatların Galinos </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mahallesi’ndeki kilise ile ilgili olan bilgiler şu şekildedir: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">1913 tarihli belgelere göre Galinos Mahallesi’nde (Orta Mahallede) 165 hanede toplam 838 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Rum nüfus ikamet etmekteydi. Galinos Mahallesi’nde 14 vakıf arazi üzerinde bulunan uzun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kısmı 15 metre, genişliği 6.10 metre ve yüksekliği 10 metre ebadında; iki kapı 15 ve yedi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">pencereden oluşan; tahminen 500 sene önce inşa olunan ve Aya Taksiyarhi (:Taxiarchai)16 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">adındaki kilisenin ibadet ihtiyacına yeterli gelmemesinden dolayı, “el-yevm ihtiyâca gayr-ı kâfî </span></i><i><span style="font-family: verdana;">görülmesine mebnî” ileride masrafları kilise sandığından karşılanmak üzere uzun kısmı 17 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">metre, genişliği ve yüksekliği ise 12’şer metre cesâmetinde olmak üzere tevsiʽan </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">(genişletilerek) inşasına müsaade edilmesi istenmekteydi. Ayrıca bu kiliseden başka etrafı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">duvarla çevrili olan içerisinde bir de mezarlık bulunan 44 metre uzunluğu ve 23 metre </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişliğindeki mahalde uzun ve geniş kısmı 2.5 metre, yüksekliği de 8 metre olan bir çan kulesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mevcut olduğundan, mevcut çan kulesinin de ruhsata bağlanması diğer bir talepti. Anlaşılan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1012 metrekarelik alanı tutan mezarlık sahası içerisinde bir de çan kulesi mevcuttu 17. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Divan-ı Hümayun tarafından yapılan araştırmalarda bahsi geçen binaların tesis ve inşaatları </span></i><i><span style="font-family: verdana;">hakkında (daha evvel) Padişah onayı/izni çıkmış olduğuna, “emr-i âlî ısdâr kılındığına” dair </span></i><i><span style="font-family: verdana;">herhangi bir kayıt ve bilgiye rast gelinmediği belirtilirken, bahsi geçen mâbed ve diğer binaların </span></i><i><span style="font-family: verdana;">varlıklarının tasdik edilmesinde sakınca bulunmadığı ifade edilmiştir. Neticede mevzuata aykırı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmamak üzere (mevzuata uymak şartıyla) adı geçen binaların her biri için ayrı ayrı olmak üzere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Padişah müsaadesinin, “müsâ’ade-i seniyyenin” alınması/çıkarılması hususu Şûrâ-yı Devlet’in </span></i><i><span style="font-family: verdana;">26 Temmuz 1913 tarihli toplantısı ile müzakere edilmiş/kararlaştırılmış ve durum beş adet </span></i><i><span style="font-family: verdana;">resim (plan) ile18 birlikte Sadâret’e havale edilmiştir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Sadâret’e havale edilen mazbata Meclis-i Vükelâ ve Ma’rûzât Kalemi tarafından özetlenerek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">İrâde-i Seniyyesi hazırlandıktan sonra Sadrazam ile Vekiller Heyeti tarafından imzalanmış ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Padişahın onayı alınmak üzere imzaya sunulmuştur. Bahsi geçen altı adet kiliseden beşi ile bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mektebin mevcudiyetlerinin ruhsata bağlanması, “ruhsat-ı resmiyyeye rabtı”; Aya Taksiyarhi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisesinin ise genişletilerek yeniden inşa edilmesine izin verilmesi ile ilgili olan Şûrâ-yı <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Devlet’in almış olduğu karar özet hâlinde İrâde-i Seniyye’de aynen yer almaktadır. İlgili İrâde-</span></i><i><span style="font-family: verdana;">i Seniyye 19 5 Ağustos 1913 tarihlidir 20. Çıkan İrâde-i Seniyye’de yer alan inşaat izinlerinin her </span></i><i><span style="font-family: verdana;">biri için ayrı ayrı Emr-i Âlî (Padişah hükmü/Padişah onayı) hazırlanarak durum Trabzon Valisi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Sami Bey ve Trabzon Merkez Nâibi Mevlâna Ömer’e hitaben Trabzon’a bildirilmiştir 21. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Aya Taksiyarhi Kilisesi hakkında 1913’te genişletme izni çıkmış olmasına rağmen bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişletmenin çıkan izindeki ebatlara göre gerçekleştirilmediği anlaşılmaktadır. Zira ilgili </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilise alanında yaptığımız incelemelerde şu anki kilise ölçülerinin, bilhassa genişlik açısından, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişletme öncesindeki boyutlarda olduğu görülmüştür. Meselâ, kilisenin genişliğinin 6.10 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">metreden 12 metreye çıkarılması talep edilmiş ve bu izin de verilmiş iken, günümüzdeki </span></i><i><span style="font-family: verdana;">genişlik ölçüleri izin alınmadan önceki ölçü olan (yan duvarların kalınlıklarıyla birlikte) 6 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">metreye karşılık gelmektedir. Yani kilisede “genişlemesine” olacak şekilde bir tamirat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yapılmamıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Bu istikamette olmak üzere 1958 yılı yazında Trabzon’da üç ay kalarak araştırmalarda bulunan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ve bu araştırmanın neticelerini 1960’da yayımlayan Mimar Ballance tarafından bu kilisede </span></i><i><span style="font-family: verdana;">gerçekleştirilen incelemeler neticesinde çizimi verilen planlardaki ölçüler, bir genişletme </span></i><i><span style="font-family: verdana;">faaliyetine işaret etmemektedir22. Bununla beraber, Ballance’nin verdiği çizimde, yani </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1958’de, kilisenin uzunluğu 17 metredir23. Anlaşılacağı gibi 2 metrelik bir ilave söz </span></i><i><span style="font-family: verdana;">konusudur. Bu bağlamda kilisenin arka kısmında yani uzunlamasına olacak şekilde bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">inşaat çalışması gerçekleştirildiği ortaya çıkmaktadır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Nitekim Rus İşgal Komutanı S. P. Mintslov’un gözlemleri bu açıdan önemlidir. Mintslov, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">24 Haziran 1916’da Akçaabat’a gelerek, kilisenin bulunduğu mahalleyi ziyaret etmiştir. Onun </span></i><i><span style="font-family: verdana;">burası hakkındaki kısa gözlemi şu şekildedir: “Bu sokakların birinde kadim bir Bizans kilisesi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">var idi. Onun mozaik döşemesinin kalıntıları hala mevcuttur. Kilisenin arka kısmı yakın bir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">zamanda inşa edilmişti. Bu kısımda kadimlikten bir iz yoktu.”24. Anlaşılan, inşaat/tamirat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">izninin Balkan Savaşları’nın sonrasında ve I. Dünya Savaşı arifesinde çıkmış olması ve hemen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">akabinde de savaşın başlaması inşaat faaliyetlerinin aksamasına, sadece uzunlamasına olacak <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">şekilde kilisenin arka kısmında kısmî bir tamiratın gerçekleşmesine yol açmıştır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Kilisenin Adı Üzerine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Galinos Mahallesi’ndeki bu kilisenin tahminen beş yüz yıl önce, kilisenin papazı ve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mütevellisine göre ise tahminen yedi sekiz yüz sene evvel25 inşa edildiği mahallinden İstanbul’a </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ulaşan yukarıdaki ilgili Osmanlı Arşiv Belgelerinde belirtildiğine göre, bu kilise ve çevresi </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kasabadaki en eski yerleşim yerlerindendi. Araştırmacılar da bu yönde kanaat </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sergilemektedirler. Kilisenin Ortaçağ’dan kalma olduğu kabul edilmektedir. Talbot Rice, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin 13 ya da 14. yüzyılda inşa edildiğini düşünmektedir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kilisenin adı hakkındaki ilk bilgileri Anadolu’yu 1800’lerden itibaren muhtelif görevler </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ile dolaşan Avrupalı seyyahlarda bulmaktayız: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">- 1817’de bölgeyi gezen ve bölge hakkında çok önemli bilgiler veren din adamı Ermeni </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Bıjışkyan’ın eserinde bu kilise hakkında bilgi yoktur. “Burada yıkık kiliselerden başka </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir şey görmedik” ifadesi, onun sadece sahilden geçtiği, kasabayı layıkıyla gezmediğine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yorumlanabilir. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Bunlardan, konumuz açısından en önemlisi 1835’te bu kiliseyi ziyaret eden Jeolog </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hamilton’dur (DT. 1805, Ö.T. 1865). Hamilton, kilise hakkında bilgi veren ilk yabancı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olmasıyla önem taşımaktadır. O, bu kilisenin “Saint Michael’e” atfedildiğini </span></i><i><span style="font-family: verdana;">belirtmektedir: “St. Michael’e adanmış ve papazın belirttiğine göre 800 yıldan fazla </span></i><i><span style="font-family: verdana;">zaman önce inşa edilmiş eski Yunan kilisesini ziyarete gittim. Tarzı kesinlikle eski Bizans </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dönemlerine ait. İçerde, altarın önündeki perdede meraklı birkaç resim ve arkasında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">aynı malzemeden yapılmış kısa bir duvarın üzerine dayanan ve kaba bir eşiği destekleyen </span></i><i><span style="font-family: verdana;">dört adet küçük mermer sütun mevcut. Dışarıda, zarif bir pervaz veya kenarlıktan birkaç </span></i><i><span style="font-family: verdana;">sırayla dekore edilmiş birkaç sahte pencere ve nişler yoğun Bizans havası veriyor”26. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Hamilton’un kilise içerisinde, zemindeki mozaik döşemeden bahsetmemesi, günümüze ulaşan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mozaik kalıntılarının 1846’daki tamirattan kalma olduğunu düşündürmektedir27. Yine </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hamilton, kilisede mevcut olan herhangi bir kitabeden, yazıttan bahsetmemekte; verdiği diğer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bilgilerde kilise papazını referans göstermektedir. Hamilton, belki de eski Yunanca </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bilmediğinden papaz üzerinden konuşmaktadır. Bilemiyoruz… Ancak kilisede bir kitabenin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olması gerekirdi. İleride bahsedilecek olan ve 1846’daki tamirat esnasında ana kapının üstüne </span></i><i><span style="font-family: verdana;">tamirat kitabesi yerleştirilirken eskisi yerinden çıkarılmış olmalıdır ve bu nedenle de 1846’dan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">öncesine ait eski kitabe günümüze kadar ulaşamamıştır. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Buraya kadar verilen bilgilere göre ve bilhassa da kilise papazının 1835’te verdiği bilgi dikkate </span></i><i><span style="font-family: verdana;">alındığında, kilisenin günümüze göre yaklaşık 985 yıllık bir bina olduğu ortaya çıkmakta ise de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">688 yıllık olması kuvvetle muhtemeldir 28. </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">1835’te kilisenin iç duvarlarında görülen boyama </span></i><i><span style="font-family: verdana;">resimler 1950’lerin sonunda ise görülmemektedir 29. Yine 1950’lerin sonunda kilise zemininde </span></i><i><span style="font-family: verdana;">pişmiş topraktan taş üzerine yeşil, beyaz ve siyah doğal taşlardan oluşan süslemeler <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bulunmaktaydı. Zemindeki bu süslemelerin kilisenin orijinal zemininin tam bir kopyası olduğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kabul edilmektedir 30. Bu süslemelerin pek azı günümüze ulaşabilmiştir. Zira günümüze ulaşan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">mozaik süslemeler ağırlıklı olarak kiremit kırmızısı rengindedir. Bu arada, kilisenin 1877’de </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yağmalanmış olabileceği ifade edilmektedir31. Eğer tespit gerçek ise bu durumun ortaya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">çıkmasında Ruslar ile devam etmekte olan ve Türk milleti açısından yıkıcı sonuçlar doğuran 93 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Harbi (1877/78) etkili olmalıdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hamilton’un bu kilisenin adını, kilisenin papazından öğrenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Ancak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ortodoks olan papazın söylediği kilise adının, “aziz, kutsal” anlamına gelen “Aya” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Agia/Hagios) kısmının Hamilton’un değişime uğratarak “saint” imlasıyla kayda aldırttığı da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">düşünülebilir. Bu arada Hıristiyan inancında ve bilhassa da bölgedeki Rum Ortodoks </span></i><i><span style="font-family: verdana;">inancına göre melekler (Mikail, Cebrail vb.) “Aya” unvanı ile anılmamaktaydı. Bu unvan, <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">hürmet gösterilen diğer dinî şahsiyetlere verilmekteydi. Bölgedeki Ortodoks Rumlar aziz, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kutsal manasında Aya, Ayu, Ayo kelimelerini sıklıkla kullanmışlardır. Mesela Osmanlı Tahrir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Defterleri’ne yansıyan bazı Trabzon mahallelerinin adları şu şekildedir: 1523 yılı için Ayu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Marina Mahallesi, Ayu Gregor Mahallesi, Ayu Ovyan Mahallesi, Aya Sofya Mahallesi ve diğer </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir yerde Ayi Sofya Mahallesi. 1583 yılı için Ayu Todor Mahallesi, Ayu Kiryaki Mahallesi, </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Ayu Vasil Mahallesi, Ayu Ovyan Mahallesi, Ayu Yori Mahallesi32. Yani “Aya” ile aynı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">anlama gelen “Saint” kullanılmamaktadır. Dolayısıyla, Anadolu’yu 1800’lerden itibaren </span></i><i><span style="font-family: verdana;">karış karış gezen ve çoğu Katolik olan seyyahlar, “Saint Michael” örneğinde bölgedeki Rumca <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">adlandırmaları Katolik mezhebi sürümü ile kayda alma gayretinde oldukları söylenebilir. Zira </span></i><i><span style="font-family: verdana;">19. yüzyıl hem dünyada hem de Anadolu’da Hıristiyanlar arasında mezhep çatışmalarının zirve </span></i><i><span style="font-family: verdana;">yaptığı bir döneme karşılıktır 33. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">- Mayıs 1913’ten itibaren ve Millî Mücadele döneminde Trabzon’daki Rum cemaatinin </span></i><i><span style="font-family: verdana;">metropoliti Hrisantos’tur34. Trabzon’un son metropoliti unvanına sahip Hrisantos </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Flippidis’in, 1923 mübadelesi ile Trabzon’dan ayrılması akabinde meskûn olduğu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Atina’da yayınladığı Trabzon Kiliseleri (1934) adındaki Yunanca kitaptaki bilgilere </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göre Hrisantos, Galinos Mahallesi’ndeki kiliseyi, “Archistrategon Bizans Kilisesi” </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(Başkomutanların Bizans Kilisesi) adıyla adlandırmıştır. Hrisantos’a göre kiliseye ait </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bazı parçalar, kilisenin avlusunun bir köşesinde günümüze kadar (1934) korunmuştur. </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Hrisantos’un verdiği diğer bilgiler Hamilton ve T. Rice’den alıntıdır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Burada “Başkomutanlar”, (Archistrategoi) ifadesi dikkat çekmekte ve çoğul yapıdaki bu </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kelime, Osmanlı arşiv kayıtlarında bu kilise için kayıtlı olan yine çoğul yapıdaki “Aya </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Taksiyarhi” yani “Aziz Başmelekler” adını, kelimesini hatırlatmakta dır. Kilise isimlerinden </span></i><i><span style="font-family: verdana;">olan bu adlandırmalardaki çoğul ek “Bütün Başmelekler’e” ithaf olabileceği gibi, bir görüşe </span></i><i><span style="font-family: verdana;">göre, “Archistratigos, Mikhail ve Cebrail isimli iki büyük meleğin bir vücutta buluşmuş </span></i><i><span style="font-family: verdana;">halidir. Bu melek iki başlıdır”35 bilgisine de ithaf olabilir. Hal böyle olmakla beraber </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Archistrategon kelimesinin Mikhail’e işaret ettiğine dair literatürde bilgi vardır: “Archistratigo </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Michael” 36. Yani Başkomutan, Başstratejist Mikhail. Bu bağlamda 1846 tarihli tamir </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kitabesine göz atmak gerekir. Galinos Mahallesi’ndeki kilisenin ana kapısı üzerinde yer alan </span></i><i><span style="font-family: verdana;">1846 tarihli tamir kitabesi 37 ve bu kitabenin genel bir çeviri şu şekildedir: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEineBd0ZwVD-Mi9DFIE1d7qQR_QaK7um6xuGcr5lC6J6VOoiU2aCGlP6QRsEl6dO4MrayuN19tc87ivdYPVvm5Tb91vRNFcU-IR6CjReIh8aLVLdylhcq1pzkb5n9zew-sGd1gysfteMAw4/s534/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+I.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="530" data-original-width="534" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEineBd0ZwVD-Mi9DFIE1d7qQR_QaK7um6xuGcr5lC6J6VOoiU2aCGlP6QRsEl6dO4MrayuN19tc87ivdYPVvm5Tb91vRNFcU-IR6CjReIh8aLVLdylhcq1pzkb5n9zew-sGd1gysfteMAw4/s320/Akcaabatta+Orta+Mahalledeki++EK+I.jpg" width="320" /></a></div></i><i><span style="font-family: verdana;">C:\Users\sony\Desktop\4.jpg </span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kilisenin 1846 tarihli tamir kitabesinin genel görünümü </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Sana inanan bütün cemaatimiz (yalvarıyoruz) Ey Tanrı bu kiliseyi koru (sağlam tut). Senin mübarek </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kanın sayesinde bu cemaatin dindar, sadık kulları/kişileri tarafından (katkılarıyla) yeniden yapılan 38 </span></i><i><span style="font-family: verdana;">(onarılan) Başkomutanın bu kutsal/aziz kilisesini koru. 1846 Mayısın 20’si”39. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">Kitabede, “Başkomutanın bu kutsal kilisesi” ifadesi vardır. “Arhistrategu” yani <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">“Başkomutanın”, “Başstratejistin” anlamına gelen tekil vurgu söz konusudur. Tekil olarak </span></i><i><span style="font-family: verdana;">başkomutan kelimesinin karşılığı: Archistrategos’tur. Bu durumda kitabeye göre 1846’da </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilisenin, Arkhistratigos Kilisesi olarak adlandırıldığı söylenebilir. Bu sonuç, yani tekil </span></i><i><span style="font-family: verdana;">vurgu şüphesiz Mikhail’e işarettir. Zira Hıristiyan teolojisine göre Başmelek Mikail: “Kim </span></i><i><span style="font-family: verdana;">Tanrı gibidir” (…). O bir “prens”, “Rab’bin ordusunun lideri”, şeytana ve onun hilelerine karşı </span></i><i><span style="font-family: verdana;">ana savaşçı olarak kabul edilir 40. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Karadeniz kültürü hakkında araştırmalarda bulunan Dimosthenis İkonomidis (1858-</span></i><i><span style="font-family: verdana;">1938)’in Pontus Helenizm Ansiklopedisi, Cilt 7, Sayfa 278’de verdiği bilgilere göre </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kilise “Taxiarhon Kilisesi” adını taşımaktadır41. Bu adın, Osmanlı arşiv kayıtlarında </span></i><i><span style="font-family: verdana;">geçen “Aya Taksiyarhi” adı ile bağlantılı olduğu açıktır. </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">- Yukarıdaki bilgiden bizleri haberdar eden Poultidis Panagiotis’in verdiği malumat ise </span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir hayli önemli olup, bu araştırma yazımızda sıklıkla bahsini ettiğimiz Osmanlı Arşiv </span></i><i><span style="font-family: verdana;">kayıtlarını da destekler mahiyettedir. Panagiotis’e göre, “Hiç bir kaynaklara <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Akçaabat’a St Mıchel adına adanmış bir kilise olduğunu rastlatmadım, zaten St. <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mıchel Katolık bir aziz. Taxiarhon kilisesi iki baş meleğin adına yanı Cebrail ve <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">Mihail adanmış bir kilisedir. Ortodoks aleminde askerden alınmış rütbeler azizlere <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">vermeye alışmıştır. Taxiarhis yanı on bin azizlerin komutanıdır. Taxiarxon başka <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">bir rütbesi var “Ayestratigos” yani Aziz ceneral. Böylece Mihail ve Cebrail on bin <br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;">meleğin komutanı vardır. Son olarak kanaatim da bu kilise şöyle adlandırabilir: </span></i><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i><i><span style="font-family: verdana;"></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><b><a href="https://politik-acilar.blogspot.com/2021/03/orta-mahalledeki-kiliseye-dair-bilgiler_29.html">2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..</a></b></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;"><br /></span></i></div><div><i><span style="font-family: verdana;">***</span></i></div><div><br /></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-18043322779824823452021-03-25T19:19:00.000+03:002021-11-04T18:23:58.711+03:00KÜRT AÇILIMININ GİZLİ KODLARI<div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><i><span style="color: red; font-family: georgia; font-size: large;"><b>KÜRT AÇILIMININ GİZLİ KODLARI</b></span></i></div><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><b><span style="color: #cc0000;">28 Ekim 2009 </span></b><br /></i><i><b>Yazar Mehmet DENİZ </b><br /></i><i><br /></i><i><br /></i><i> Hakkâri Kazan Vadisinde öldürülen teröristlerin cenaze töreninde DTP milletvekilleri TSK’yı suçlayan konuşmalar yapıyor, PKK’lılar her tarafa saldırıp çevreye dehşet saçıyordu.</i><i><br /></i><i>DTP'li Selahattin Demirtaş bir direniş'ten bahsediyordu. Hem de “tarihi direnişmiş. Bütün dünya görecekmiş.!” Yani açıkça devleti tehdit ediyordu.</i><i><br /></i><i>AKP, bütün kurmaylarıyla bir açılım peşindeyken, DTP’liler, ateşle oynuyordu. Ve bu nasıl bir partidir ki her kafadan bir ses çıkıyordu. Çünkü bu fevri değil de kaynağı ve dayanağı olan bir lâftı ve plânlı ve programlı bir hareketi haber veriyor, düpedüz iç savaş çağrıları yapılıyordu. Hele bu laf, karizması olan, ciddi ve ağırbaşlı politikacı sanılan bir PKK’lıdan geliyorsa, üzerinde durup epey düşünmek gerekiyordu. Demirtaş, 10 DTP'linin tutuklanması üzerine bunları söylüyordu. Diyor ki: “Sizin katillerinizden korkmadığımızı bütün dünyaya göstereceğiz. Ne biçim lâf bu? TSK katil sayılıyordu. Bu memleket sahipsiz değil...</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bazılarında jeton da yeni yeni düşüyor: Biz dağdakileri indireceğiz derken, bağdakileri hiç hesaba katmadık. Dertleri üzüm yemek değil ki. Asıl felâket orada”[1] diye yakınıyordu.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>DTP’nin PKK’lı Milletvekili Emine Ayna, Kuzey Irak’taki bir yayına verdiği demeçte:</i><i><br /></i><i>“Demokratik açılım, başarısızlıkla sonuçlanır ve iktidar geri adım atarsa, bütün Türkiye savaş alanına dönüşecek, alt üst olacaktır. Sadece Kürt şehirleri değil, Türk şehirleri de kana bulanacaktır” şeklindeki tehditleri, hem DTP’lilerin kirli kanaat ve küstahlıklarını, hem de AKP’nin nasıl bir “Rus ruleti” oynadıklarını gösteriyordu. Çünkü Siyonist Yahudilerin güdümündeki NOBEL Barış Ödülü, “AKP’ye Kürt ve Ermeni açılımını dayatıp başarmasının” peşin rüşveti olarak Obama’ya veriliyordu!? Böylece şeytanın şebekesi artık çuvallamaktan da öte açıkça saçmalıyordu.</i><i><br /></i><i><b><span style="color: red;">Bu arada Kuzey Iraklı Kürtler Fransa'dan silah istiyordu</span></b></i><i><br /></i><i>Fransız Le Figaro gazetesi, Kuzey Irak'taki Kürt yetkililerin Bağdat'tan bağımsız bir şekilde Fransa ile askerî işbirliği talebinde bulunduklarını yazıyordu. Le Figaro'nun Ortadoğu uzmanı muhabiri Goerges Malbrunot'nun gazetenin internet sitesindeki blogunda kaleme aldığı makalede Kürt yetkililerin son aylarda bu yöndeki girişimlerini artırarak Paris'e yaklaşmaya çalıştığı belirtiliyordu. Paris ise Bağdat'taki merkezi hükümetle ilişkilerini bozmamak için Kürtlerin bu talebine şimdilik mesafeli duruyor. Makalede, Fransız bir diplomatın Le Figaro'ya yaptığı şu açıklamalara yer veriliyor: "Bizden askerî mühimmat ve adamlarının Fransa'da eğitilmesini istediler. Bunu Bağdat'taki merkezi hükümet aracılığıyla yapmalarını tavsiye ederek bütün taleplerini geri çeviriyoruz. (Fransa Dışişleri Bakanı) Bernard Kouchner'in Kürtlere yakınlığı ve Kürdistan'ın gelişimi için gösterdiği büyük ilgiden dolayı, bu talepler bizi zor durumda bırakıyor." Bir dönem Bağdat muhabirliği yapan ve 2004'te dört ay tutuklu kalan Fransız gazeteci, Paris'in Kuzey Irak yönetimi ile istihbarat paylaşımı yaptığı, "Kürt gerçeğini tanıdığını" fakat silahlanma ve petrol konusunda kesinlikle Bağdat'ı "kızdıracak" hiçbir girişimde bulunmak istemediğine dikkat çekiyordu. Bunun nedeni ise Fransa'nın Bağdat ile aylardır sürdürdüğü dev petrol ihalelerine ilişkin müzakereler. Fransa, 2007 yılında Erbil'e bir konsolosluk açılıyordu.[2] Bu haberi veren Zaman Gazetesinin hala Kürt Açılımını savunması ise, Fetullahçıların gaflet değil hıyanet içinde olduklarını gösteriyordu.</i><i><br /></i><i><b>M. Ali Şahin</b>: “Milletvekillerinin Meclis'ten götürülmesini TBMM'nin saygınlığı açısından doğru bulmam” diyordu: </i><i><br /></i><i> Ankara, yeniden DTP'li milletvekillerinin yargılanması konusuna kilitleniyordu. DTP'li milletvekillerinin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandıkları dava ile ilgili geçtiğimiz aylarda bir kriz yaşanmış ve vekillerin ifade vermek için Meclis'ten polis zoruyla götürülüp götürülemeyecekleri tartışılıyordu. Mayıs ayındaki kriz, dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın formülüyle erteleniyordu. DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, Eşbaşkan Emine Ayna ve Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş'ın da aralarında bulunduğu 5 vekilin çeşitli mahkemelerde yargılanması devam ediyordu. Bazıları 29 Eylül'deki duruşmaya katılmıyor, TC’ye meydan okuyordu. Bu nedenle konu yeniden gündemde. TBMM Başkanı M. Ali Şahin, önce "Milletvekillerinin Meclis'ten götürülmesi gibi bir şey söz konusu olabilir mi?" sorusu üzerine, "Onu, Meclis'in saygınlığı açısından doğru bulmam" diyor, ama zoru görünce her AKP’li gibi çark ediyordu.</i><i><br /></i><i><b><span style="color: red;">Ermeni açılımında gurur kırıcı durum yaşanıyordu</span></b></i><i><br /></i><i>Tam böyle bir süreçte Amerika’dan talimat alıp dönen <b>Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Ermeni açılımı</b> konusundaki plan ve programlarını anlatıyordu. Bakan bu açılımın Türkiye ve bölgeye getireceği yararları sıralıyor, Türkiye’nin güçlü ve etkili ülke olması adına bu adımların atılması gerektiğini belirtiyordu. Bizim canımızı sıkan konu başka. Türkiye ile Ermenistan arasında yürütülecek görüşmelerde arabulucu olarak İsviçre görev yapacak deniyordu. İşte can sıkıcı ve hatta gurur kırıcı konu buydu. Çünkü İsviçre hatırlayacaksınız çıkardığı bir yasa ile “Ermeni soykırımı yoktur” diyenlere hapis cezası getiriyordu. Yani “batının saygın ülkesi” bir iddiaya karşı çıkmayı bile suç sayacak kadar Türkiye’ye düşmanlık yapıyordu.</i><i><br /></i><i>Ve bu ülke şimdi Türkiye ile Ermenistan arasında arabulucuydu! Arabulucuya bakın ki daha baştan Türklerin Ermeni soykırımı yaptığına inanıyor ve bunun için son derece sert bir tavır da alıyordu.</i><i><br /></i><i><b>Apo sürece katılmaya hazırlanıyordu</b></i><i><br /></i><i>Hükümetin henüz içeriğini bilmediğimiz ama malum çevrelerden destek aldığı “akan kanı durdurmaya”(!) yönelik Kürt açılımı için bunca çaba harcanırken DTP milletvekillerinin kimi söz ve davranışları oldukça dikkat çekiyordu.</i><i><br /></i><i>Kendilerine en fazla destek verenlerin bile “üslubunuzu biraz yumuşatın” uyarılarına kulak asmayan DTP milletvekilleri Kürt açılımı için yapılacak görüşmelerde Apo’nun muhatap alınmasını sağlamaya çalışıyordu.</i><i><br /></i><i>Kabaca sanki şu söyleniyor: “Siz katil, terörist falan diyorsunuz ama Apo’dan iyisini de bulamazsınız. Hem onunla konuşmazsanız bölgeyi elinizde tutamazsınız. İyisi mi işi uzatmayın ve görüşmeleri Apo ile yapın” mesajı veriliyordu.</i><i><br /></i><i>Açıkçası Selahattin Demirtaş’ın “nasıl bir tarihi direnişe geçeceğimizi görürsünüz” sözlerini başka türlü tercüme etmeye gerek yoktu.[3]</i><i><br /></i><i><b>Apo gerçekten barış mı istiyordu?</b></i><i><br /></i><i>Hatırlanacağı gibi Abdullah Öcalan 1992'de de bir ateşkes ilanıyla ayaklanma başlatmaya kalkışıyor, bugün AKP'nin açılımıyla paralel" bir biçimde "yol haritaları" açıklayarak "siyasal ayaklanmanın" düğmesine basıyordu. 16 yıl sonra Abdullah Öcalan'ın ve ABD'nin aynı oyunu yeniden sahneye koyduğu görülüyordu.</i><i><br /></i><i>PKK lideri Abdullah Öcalan'ın "tek yanlı ateşkes" ilan ettiğini 18 Mart 1993 tarihli gazetelerde herkes okuyordu.</i><i><br /></i><i>Bu teklifin gündeme gelmesinde rol oynayan esas faktörlerin anlaşılması için dört ana olgunun kavranması gerekir. Bunlardan birincisi bir örgütte lider durumda olan kişinin düşünsel yapısının belirlenmesidir. Bunun da en güvenilir yolu liderin yazılı ve sözlü beyanlarından yararlanmaktır. Apo'nun düşünsel yapısının belirleyici nitelikleri kendi sözlerinde aynen şöyle aktarılıyordu:</i><i><br /></i><i>Lider örgütün kaderini kendisiyle birlikte görendir.<br /></i><i><b>Marksist-Leninist ve Darwinist birisiyimdir.</b><br /></i><i>Yalnız PKK değil, bütün Kürt halkının ezici çoğunluğu beni dinlemektedir<br /></i><i>Bir Kürt milliyetçisi değilim.<br /></i><i>Tanrıyı aşmış, şimdi bilimsel felsefeye ulaşmış bir kişiyimdir.<br /></i><i>1979'da yurtdışına çıkışımın anlamını peygamberin Mekke'de sıkışmış durumuna benzetirim. Bir gün geçirirse imha edilecekti.<br /></i><i>Kendimi İsa'nın barışçılığına ve Hıristiyan dünyasına daha yakın hissetmekteyim.<br /></i><i>Bir kısmına maske giydirilmiş olsa bile gene de bu sözler, hayatında bir kez bile eline silah almamış, hiçbir büyük eylemin başında bulunmamış, deyim yerindeyse bir "bürokrat anarşist" niteliğini taşıyan Abdullah Öcalan'ın "narsist" eğilim sergilemesi yanında "diktacı tutuma" sahip bir “eşkıya başı” olduğu anlaşılıyordu.</i><i><br /></i><i>APO diktatör gibi davranıyor, ama demokrasiden dem vuruyordu!</i><i><br /></i><i>PKK’nın ana nitelikleri, yine Apo’nun beyanlarında şöyle sıralanıyordu:</i><i><br /></i><i>Örgüt lideri, strateji ve taktikleri saptamalı, bütün emirleri vermeli ve günlük yönetimi elden bırakmamalıdır.<br /></i><i>Örgütlenme kararı ile birlikte örgütün sadece Kürtlerden oluşacak bir Kürt milliyetçiliği örgütü değil, Türkleri de içine alan bir hareket olması sağlanmalıdır.<br /></i><i>Örgüt Marksist-Leninist öğelerle mücadeleye hazırlanmalıdır.<br /></i><i>Güçlü olabilmek için güçlü bir örgütlenme, güçlü bir liderlik, çok iyi silahlanmış askerlerimiz olmalıdır.<br /></i><i>Partinin örgütlenmesi, merkez komiteye bağlanmalıdır.<br /></i><i>Bu beyanlar da göstermektedir ki Apo, örgütü karşı konulmaz bir merkezi otorite ile bir diktatör gibi yönetmek sevdasındadır. PKK demokratik yapıdan tamamen uzaktır.</i><i><br /></i><i>Bu saptamalar bizi, Apo'nun İsrail, ABD ve Celal Talabani dışında desteklenmediği ve dış politik arenada yalnızlığa itildiği sonucuna taşımaktadır.</i><i><br /></i><i>İşte bu olumsuz şartlar ve başarısızlıklar onu eski düşmanları yeni dostları Celal Talabani, Mesut Barzani ve Kemal Burkay’ı arkasına alarak dünya kamuoyunun karşısına bir “barış havarisi” olarak çıkarmıştır. Apo bu konuda ABD’nin ve AB’nin de desteğini arkasına alacağından emin olarak son kozlarını oynamaktadır” diyen Erol Bilbilig haklıydı.</i><i><br /></i><i><b>‘Dostlarımız’ zaten bilmiyor muydu?</b></i><i><br /></i><i>'Kürt Açılımı' olarak başlayıp önce 'Demokratik Açılım' sonra da 'Milli Birlik Projesi' adını alan açılım bir türlü açılamıyordu. Ama Başbakan Erdoğan ABD’ye yaptığı resmi ziyaret vesilesiyle projeyi 'dostlarımız' ile ele alabileceğini söylüyordu.</i><i><br /></i><i>Yani Ankara'da milli irade kavramı ile sıklıkla sözü edilen Meclis'in haberi olmadan proje Amerikalılara anlatılıyordu. Daha doğrusu talimat alınıyordu. Oysa AKP’nin “tarihi fırsat” lafları ile kamuoyuna satmakta çok zorlandığı projenin aslında 2003 yılında Amerika'nın Irak'ı işgali ile başlayan sürecin bir parçası olduğu anlaşılıyordu. Dolayısıyla biz mi 'Dostlarımızı' bilgilendiriyoruz yoksa 'Dostlarımız' bize talimat mı gönderiyor sorusunun cevabı henüz yanıtsız bulunuyordu. Irak'ın Sünni ve Şii Araplar arasında kapsamlı bir çatışma çıkarılarak, karşılıklı kitlesel kıyımlar sonucu Araplar arasında iki parçaya bölünmesi isteniyordu. Bu sebeple her yönüyle tahrik kokan pek çok eylemin yapıldığı ve bunların sonucunda bazı bölgelerde kısmi çatışmalar yaşandığını konuyu az veya çok takip edenler hatırlıyordu.</i><i><br /></i><i>Ancak Allah'tan bu eylemler ve çatışmalar örneklerini daha önce Yugoslavya'da gördüğümüz türden kapsamlı çatışmalara ve kitlesel kıyımlara dönüşmüyordu. Yıllar içerisinde Amerika'nın niyetleri belirginleştikçe de, Araplar arasındaki birliktelik önem kazanıyordu. Son birkaç yıl içinde yaşananlar Arapların tümüyle birleştiklerini ve Amerika'nın ülkelerinden çekilmesini istediklerini ortaya koymuştu. Eğer Araplar birbirlerini doğrayarak Irak'ın ikiye bölünmesinin önünü açmış olsalardı, kuzeydeki <b>Barzani</b> ve <b>Talabani</b> ikilisinin işi kolaylaşacaktı. Onlar da Arap olmadıklarını söyleyecekler, her iki Arap topluluğunun da şeriat istediğini öne sürecekler ve kendilerinin bu topluluklarla bir arada kalamayacaklarını ifade ederek devletleşme yönündeki çabalarını bağımsızlığa taşıyacaklardı. Ancak olmadı. Şimdilerde gerek Sünni gerekse Şii Araplar Irak'ta öldürülen her Arap insanının, tecavüze uğrayan her kadının sorumlusu olarak bu ikiliyi görüyorlardı. Batılı gazetelerin sürekli olarak Irak'ta bir Arap-Kürt çatışmasından bahsetmekte olmaları boşuna mıydı?</i><i><br /></i><i>Obama'nın takvimine göre çekilme 2010 yılının ortalarında tamamlanacaktı. ABD şimdilerde çekilmeyi öne aldı. Amerikan kuvvetlerinin büyük bir kısmı 2010 yılı başlarında Irak'tan çekilmiş olacak. Ne hikmettir ki, bizim 'açılım' fikri de yılbaşına kadar mühleti vardı.</i><i><br /></i><i>Mesele açık: Kuzeydeki bu kukla veya korsan devleti koruma ve kollama altına almak lazımdı. Böyle bir devlet Türkiye, İran, Suriye ve diğer Arap devletlerinin muhalefetine rağmen ayakta kalamazdı.</i><i><br /></i><i>O halde Türkiye'yi bu devlete koruyucu yapmak lazımdı. Ama bu arada bu kukla devletin adeta bir habis ur gibi Türkiye içerisinde genişlemesinin önünü açacak şekilde ülkemizin anayasal yapısının değiştirilmesi şarttı. Türkiye milli devlet yapısından çıkacak, bir tür federasyona dönüşecek ve kukla devlet ile bir konfederasyon yapacaktı. Irkçı Kürtçülerin bahsettiği Iğdır'dan Sivas'a ve oradan da Mersin'e uzanacak hattı kukla devletin genişlemesi için uygulama sahasına çevirmek mümkün olacaktı. On yıl sonra da o kukla devlet epeyce semirtmiş ve gürbüzleşmiş bir şekilde Türkiye'den ayrılacaktı. Bu projeyi sizce bizim hükümet hazırlayıp Amerika'daki 'Dostlarımıza' mı anlatmıştı, yoksa oradan en son ayrıntıları ve talimatları mı almıştı?</i><i><br /></i><i><b>Pazarlama haberleri yapılıyordu</b></i><i><br /></i><i>21 Ağustos 2009 BCC World televizyonunun ana haber bültenlerinde rastladığım bir haber oldukça dikkat çekiyordu. Çünkü BBC World televizyonunun standartlarına göre oldukça uzun denilebilecek olan bu haber tamamen 'alakasız' (out of context) bir şekilde sunuluyordu. Zorlama olduğu açıktı. Dış güçlerin Türkiye'yi içine sürüklemek istedikleri girdabın boyutlarına ve içeriğine dair ipuçları veriyordu.</i><i><br /></i><i>Bağdat'ta son zamanlarda yaşanan şiddet eylemlerinden yarım cümle ile bahsettikten sonra 'ama ülkenin her tarafı öyle değil' denilerek 'Irak Kürdistanı' olarak başlanan (Iraqi Kurdistan), sonra 'Kürdistan' diye ısrarla ifade edilen bölgenin istikrar ve demokrasi içinde kalkınmakta olduğundan dem vuruluyordu. Bölgeden olduğu intibaı veren bir muhabir 'ülkenin' başkentinden bildiriyor ve nasıl bir hoşgörü merkezi olduğunu ballandırarak anlatıyordu.</i><i><br /></i><i>Hıristiyanlarla Müslümanlar uyum ve barış içerisinde yaşıyorlarmış. Özellikle Hıristiyanlara gösterilen tolerans bu bölgede rastlanılmayan cinstenmiş. Mesela Hıristiyanlar içki satan dükkânların sahipleriymiş ama Müslümanlar da gayet rahat bir şekilde gelip içkilerini alarak tüketiyorlarmış. Böyle bir durum İslam dünyasında pek görülmeyen bir şeymiş. Vurgulanmak istenen birinci nokta buydu.</i><i><br /></i><i>Ayrıca bölge hızlı bir kalkınma hamlesi içindeymiş. Buna dair gösterilen resimler yollardaki arabalar idi. Mesela kayda değer fabrika vs. görülmüyordu ama BBC her halükarda bölgenin hızla kalkınmakta olduğuna karar vermişti.</i><i><br /></i><i>Diğer husus ise özgürlükler ve demokrasi idi. Konuşturulan birkaç kişi ısrarla bu konunun altını çizdiler. Özgür ve demokratik bir ülkede ve istikrar içinde yaşamakta olmanın hazzını anlattılar.</i><i><br /></i><i>Bu iddiaların hiç birisinin doğru olmadığını söylemeye bile gerek yok. Eğer nüfusunun büyük bir kısmının Müslüman olduğu bir ülkede içki satılması büyük bir medeniyet göstergesi anlamına geliyorsa, o zaman Türkiye listenin başında olmalıydı. Üstelik buradaki dükkânların sahipleri de Müslüman’dı. Psikolojik harekât derken medeniyet ölçütlerinin nasıl çarpıtıldığı sırıtmaktaydı. Eğer bu bir ölçüt ise o zaman <b>Saddam Hüseyin</b>'i niye devirmiştiniz diye sormak lazımdı zira Saddam zamanında içki tüketimi daha rahattı.</i><i><br /></i><i>Irak'ın diğer bölgeleriyle kuzeyinin bu kadar farklılaştığını anlatmaya çalışan bu haberin Irak'ı ikiye bölme projesiyle ilgisi olduğu açıktı. Amerikan askerlerinin çekilmesini beklerken birilerinin Bağdat'ta yeniden bombalarla harekete geçmesi de ilginç değil mi? ABD Genelkurmay Başkanı Mullen'ın, “bu eylemlerin yeni bir mezhep savaşı dalgası olabileceğine” dair açıklamaları da enteresandı. Bu arada kuzey bölgesinin reklâmı, Türkiye'ye yapılacak eklemleme işlemiyle tam örtüşüyordu. Ve bütün bunlar ortadayken hâlâ Türkiye'deki açılımın yerli ve milli bir proje olduğuna inanmamız bekleniyordu. [4]</i><i><br /></i><i><b>Demokratikleşme bahanesiyle ülkemiz dağıtılıyordu!</b></i><i><br /></i><i>Biz inisiyatifin İçişleri Bakanlığı’nda olacağını sanıyorduk. Anlaşılan bizzat yapmak yerine taşeronlara havale etmişler.</i><i><br /></i><i>O yüzden “Kürt Açılımı” denen girişimin, “görüş dinleme” işini Polis Akademisi’ne bağlı Uluslararası Terörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi ile (UTSAM) Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) üstlenmiş.</i><i><br /></i><i>Toplantının ilk oturumunda anlaşılan "usul/metot" meselesi konuşulmuş. İkincisinde "Demokratikleşme paketinde neler olmalı?" sorusuna yanıt arayışı varmış.</i><i><br /></i><i>Kimin ne dediğini -en azından bu satırların yazıldığı sırada- bilmiyoruz ama toplantıyı düzenleyenlerin hemen hemen hep aynı havayı çalan "ver kurtul"cuları dinlemek istediğini anlıyoruz. Doğrusu Demokratik Toplum Partisi (DTP) ileri gelenleriyle Abdullah Öcalan’ın avukatlarını da çağırsalardı, öyle fazla vakit kaybetmeden "demokratik çözüm"ü bulur ortaya koyarlardı.</i><i><br /></i><i>Tamam, "demokratikleşelim" ama bunu yapmak için DTP’nin istediği gibi söze "Türkiye’de iki ayrı halkın" var olduğunu kabul ederek mi başlayalım?</i><i><br /></i><i>DTP’nin, -bir büyük iftiradan çekinmeksizin- bugünün Türkiye’sinde, "askeri, idari ve yargısal devlet örgütlenmesinin tamamında Türk etnisitesini esas alan bir anlayışın hakim kılındığı" iddialarını mı yutalım?</i><i><br /></i><i>DTP hem "ülke bütünlüğünü" (ulus ve devlet bütünlüğünden söz etmeksizin) koruyan öneriler getirdiğini söylüyor, hem de buna kanıt olsun diye "Bayrak" ve "Resmi Dil"in Türkçe olmasını, (Türk ulusu yerine) Türkiye ulusu kavramının kullanılmasını, ayrıca Türkiye’yi 20-25 bölgeye ayırıp, her bölgenin kendi renkleri ve sembolleri ile yönetilmesini" öneriyor.</i><i><br /></i><i>Bu önerinin Türkiye’nin bütünlüğünü korumayı gerçekten istediğine mi inanalım?</i><i><br /></i><i>Eğer ona inanırsak, "eğitim, sağlık, kültür, sosyal hizmetler, tarım, denizcilik, sanayi, imar, çevre, turizm, telekomünikasyon, sosyal güvenlik, kadın, gençlik, spor gibi hizmetleri bölge yönetimine" bırakan, Ankara’ya da "Sen sadece dışişleri, maliye, savunma konularına bak" diyen, "emniyet ve adalet konularında da işbirliği yapmaya" lütfen razı olan öneriyi mi alkışlayalım?</i><i><br /></i><i>DTP’liler "Bu yapı federalizmi ya da etnisiteye dayalı özerkliği ifade etmez" diyorlar.</i><i><br /></i><i>(Kendilerini akıllı, başkalarını aptal sanıp sanmadıklarını sormayıp devam edelim.)</i><i><br /></i><i>"Türkçe resmi dil olmakla beraber, diğer dillerin bölgelerin çıkarılacak demografik yapısı da dikkate alınarak, kamusal alanda da eğitim dili olarak kullanılabilmesi anayasal güvence altına alınmalı" diyorlar.</i><i><br /></i><i>Ayrıca insanların "Kendi kimliği ile siyaset yapma hakkı" tanınsın, yani siz "Kürtlerin, ben Lazların, öteki Çerkezlerin, dördüncüsü Gürcülerin, beşincisi Abazaların temsilcisi olsun" diyorlar.</i><i><br /></i><i>Ne dersiniz? Geriye ne kaldı diye sormayalım mı?” diye sızlanan Oktay Ekşi bile akıllanmıştı!..</i><i><br /></i><i><b>Kürt açılımı ve anayasal sınırlar</b></i><i><br /></i><i>Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri Sn. Bülent Serim çok önemli saptama ve uyarılarda bulunmaktadır:</i><i><br /></i><i>DTP’lilerin: "Bana Barzani modeli bir federasyon deseler kabul etmem; Kürtler demokratik bir ulus olarak varlık kazanacak; Kendi sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini kendisi yapacak; hatta kendi öz savunması, ihtilafları çözecek bir savunma gücü olacak" biçimindeki söylem ve istemler, "Kürt ulusu" deyişine anayasada yer verilmesi ya da "Türk/Türklük" sözcüklerinin Anayasa'dan çıkarılması, Kürtçe eğitim yapılması, meclise, belediyelere, savunma gücüne sahip bir "Kürt özerk bölgesi" oluşturulması anlamına gelmektedir. Bu istemler federasyondan daha ileri içerik taşımakta; daha açık anlatımıyla Türkiye'ye "ortak olmayı" kapsamaktadır. Tüm bunların üniter devlet yapısı içinde gerçekleştirilemeyeceği bilindiği için de, Anayasa'nın "tekçi zihniyet "ten arındırılması önerilmektedir.</i><i><br /></i><i>Bu istemler, Anayasa’ya da yansımış olan Atatürk milliyetçiliğine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temel ilkelerine ne derece uygun düşmektedir ya da istemlerin karşılanabilmesi için Anayasa'da değişiklik yapılabilir mi, bunun irdelenmesi gerekmektedir.</i><i><br /></i><i><b>Anayasa'nın bağlayıcılığı ve devletin görevi</b></i><i><br /></i><i>Anayasa'nın başlangıcında, bu Anayasa'nın yüce "Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü" belirlediği, hiçbir etkinliğin "Türk ulusal çıkarları, Türk varlığı, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği" esası karşısında koruma göremeyeceği belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan bir devlet olduğu vurgulanmış; 3. maddesinde de, "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir." denilmiştir. Anayasa koyucu bununla da kalmamış, 5. maddede, Devlet'e, Türk ulusunun bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak temel amaç ve görevini vermiştir.</i><i><br /></i><i>Anayasa'nın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilmiştir. Anayasa'nın bağlayıcılığı ve 5. madde ile Devlet'e verilen görev nedeniyle, yasama ve yürütme organlarının "açılım" sırasında anayasal sınırları çok iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.</i><i><br /></i><i>Üstelik Anayasa'nın 4. maddesinde, 2. maddedeki Cumhuriyet'in nitelikleri ile 3. madde hükümlerinin değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceği kuralının da bağlayıcılığı düşünülürse, yasama ve yürütme organlarının, "açılım" konusundaki hareket alanlarının oldukça dar olduğu anlaşılacaktır. Bu alanın çerçevesini belirlemek için anayasal kurallara bakmak yeterlidir.</i><i><br /></i><i><b>Üniter devlet yapısı nedir</b></i><i><br /></i><i>Anayasa'nın başlangıcı ile 3. maddesindeki kurallar, Anayasa'da, "Kurucu İrade"ye uygun olarak üniter devlet yapısının kabul edildiğini göstermektedir. Bu durumda, "üniter devlet yapısı nedir?" sorusunun yanıtlanması ve bu yapının değiştirilip değiştirilemeyeceğinin incelenmesi gerekir.</i><i><br /></i><i>Anayasa'nın başlangıcı ile 3. maddesinde öngörülen üniter devlet, ülke ve ulus bütünlüğünü içermekte ve "tek devlet, tek ülke ve tek ulus" anlamına gelmektedir. Bunu milli siyaset alanında sağlayacak olan, adı konulmuş tek ulus ve ulusal birliğin temel etkeni olan tek dildir. Ulusal birliğin sağlanması ve tek dilin toplumda birleştirici olabilmesi için de, "devlet diliyle" yani tek dilde eğitim zorunludur. Yakın tarih, eğitimde dil çeşitliliğinin ulus ve ülke bütünlüğüne verdiği zararın örnekleriyle doludur.</i><i><br /></i><i>Bunun içindir ki, başlangıçta ve 3. maddede yer verilen temel ilkeleri tamamlayacak biçimde, Anayasa'nın 66. maddesinde, "Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür" denilerek, "Türk Devleti" yurttaşlarının ulusal kimliğinin adının "Türk Ulusu" olduğu vurgulanmıştır. Maddeden de anlaşılacağı gibi, "Türk Ulusu" kavramı, kökeni ne olursa olsun tüm yurttaşları kapsayan bir üst kimlik olarak öngörülmüştür. Siyasal açıdan üst kimlik, farklı" etnik gruplara mensup kişilerin yurttaşlık bilinciyle benimsedikleri "ulusal kimlik"tir ki, Anayasa'da öngörülen de budur.</i><i><br /></i><i>Anayasa'nın 3. maddesinde ise, Devlet dilinin (resmi dilin) "Türkçe" olduğu belirtilmiş; buna uygun olarak ve bunu tamamlayacak biçimde, 42. maddede de, Türkçe'den başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk yurttaşlarına "ana dilleri" olarak okutulamayacağı açık ve net biçimde kurala bağlanmıştır. Bunun hiçbir istisnası yoktur. 42. maddedeki istisna "yabancı dil" ile ilgilidir. Maddeye göre, eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk yurttaşlarına yabancı dil öğretilmesi ya da yabancı dille eğitim öğretim yapılması olanaklıdır ve bu konu yasayla düzenlenmelidir. Bu aşamada şu değerlendirmeyi yapmak gerekir ki; ulusal kimlik, ulusal dil ve eğitim dili ile ilgili değişiklikler, üniter devlet yapısını doğrudan etkileyecek düzenlemeler olacaktır.</i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i> [1] Rauf Tamer / Posta</i><i><br /></i><i>[2] 15 Eylül 2009 / zaman</i><i><br /></i><i>[3] Can Ataklı / Vatan</i><i><br /></i><i>[4] Hasan Ünal / Milli Gazete</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i><b><a href="https://www.millicozum.com/mc/kasim-2009/kurt-aciliminin-gizli-kodlari">https://www.millicozum.com/mc/kasim-2009/kurt-aciliminin-gizli-kodlari</a></b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>***</i></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3538158626664464997.post-68862290055908116992021-03-25T14:44:00.004+03:002021-11-04T18:24:09.513+03:00BU BERAT BEY, BU KADAR BAŞARILIYDI DA; NİYE GÖREVDEN ALDINIZ? <div style="text-align: left;"><div style="text-align: center;"><b><span style="color: #990000; font-family: georgia; font-size: large;"><i>BU BERAT BEY, BU KADAR BAŞARILIYDI DA; NİYE GÖREVDEN ALDINIZ? </i></span></b></div><i><div style="text-align: center;"><br /></div></i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Özel Yazılar - <br /></i><i><b>Milli Çözüm Dergisi </b></i><i><br /></i><i>Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, 2021 Şubat’ında AKP İzmir 7. Olağan İl Kongresi'ne </i><i>katılmış, Hakkâri ve Nevşehir il kongrelerine canlı bağlantının yapıldığı kongrede şunları </i><i>aktarmıştı: </i><i><br /></i><i>“Son zamanlarda CHP ve şürekâsı, Hazine ve Maliye eski Bakanımız Berat Albayrak'ı ve </i><i>onun nezdinde tüm ailemle birlikte şahsımı hedef alan bir kampanya başlatmıştır. <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Buharlaşan bir para ya da istismar söz konusu olmamıştır. Piyasa ve hukuk kurallarıyla </i><i>döviz işlemleri yapılmıştır. Vicdan ve iz’an sahibi herkes teslim edecektir ki bu </i><i>mücadelenin ekonomik boyutunun en ön safında Berat Bey yer almıştır. Önce enerjide, </i><i>ardından ekonomide ifa ettiği görevlerdeki en büyük talihsizliği, 'damat' sıfatının, bu </i><i>alanlardaki birikimi, gayreti ve başarısının önüne geçirilmiş olmasıdır. Karadeniz'deki </i><i>doğalgaz rezervinin keşfini yapan sismik araştırma ve derin sondaj gemilerimizin </i><i>alınmasına başlanmasından, madencilik alanındaki açılımlara kadar ülkemizin pek çok </i><i>yeni kazanımının altında Berat Bey'in imzası vardır. Bunu başardığı için kuduruyorlar, </i><i>çıldırıyorlar. Türkiye ekonomisini daha da güçlü kılmak için pek çok alanda tarihi öneme </i><i>sahip uygulamalar da Berat Bey'in Hazine ve Maliye Bakanlığı dönemine rastlamakta dır!” </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i><b>Şimdi sormak lazımdı: </b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Yahu, bulunmaz Hint kumaşı gibi sunulan şanslı damat Berat Albayrak, bu kadar yararlı, </i><i>hayırlı ve başarılı bir Hazine Bakanıydı da, ne diye istifaya zorladınız?</i><i><br /></i><i>Yetmez, ne diye Çamlıca’daki villasında bir nevi ev hapsine mecbur bırakıp, toplumla ve </i><i>medyayla irtibatını kopardınız? </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Siz böylesine başarılı bir Bakanı görevinden aldırmakla, millete, devlete ve ülkeye ne </i><i>büyük fenalık yaptığınızın farkında mısınız? </i><i><br /></i><i>Yoksa, Berat Bey, devlete ve millete yararlı olduğu halde, kendi şahsi hesaplarını, sizin </i><i>saltanat planlarınızdan öne çıkardığı için mi, yani kızdığınız ve kıskandığınız için mi </i><i>istifaya mecbur bırakmıştınız? </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Veya; TV5’te H. <b>Basri Akdemir’</b>in Ekonomi ve Ötesi programında, yandan yandaş <b>İbrahim </b></i><i><b>Kahveci</b>’nin ağzından kaçırdığı gibi: “Berat Bey’in yeniden Bakan olarak dönmesini, İsrail </i><i>isteyip dayattığı için mi?” bu geri adımlar atılmaktaydı ve Berat Albayrak tekrar parlatılmaya başlanmıştı? </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Yandaşlığı yalakalık boyutunu aşan <b>Mahmut Övür,</b> Sabah gazetesinde: </i><i><br /></i><i>“Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP, eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'la </i><i>uğraşmaktaydı. Aslında bu bilinçli bir tercihti ve öncekiler gibi ‘milli ve yerli duruşa’ </i><i>saldırıydı. Başkan Erdoğan'ın deyimiyle ‘çıldırmalarının’ ve unutmamalarının nedeni de </i><i>Albayrak'ın, hem Enerji alanında hem de IMF'ye teslim etmediği Maliye alanında izlediği </i><i>siyasetti. Bu siyasetin küresel düzeyde kimleri rahatsız ettiğine bakın, CHP'yi bugün </i><i>yönetenlerin kimlere hizmet ettiği anlaşılırdı.” diyerek bu koroya katılmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Üstelik Berat Bey, Sn. Erdoğan’ı her fırsatta övüp göklere çıkarmaktaydı! </i><i><br /></i><i>Hatırlayınız, Berat Albayrak’ın kayınbabası, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı <br /></i><i>Erdoğan ile ilgili sözlerini abartılı görenler ve dost çevresinde, “Amma da atmış” diyenler </i><i>aldanmaktaydı.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Sn. Berat Bey: “Cumhurbaşkanımız aya dört şeritli yol yapacağız dese inanacak bir </i><i>seçmen kitlemiz var” mealinde bir şeyler söylemişti de bazıları inanmamıştı. </i><i><br /></i><i>Meğer Berat Albayrak yerden göğe haklıymış. İktidar partisinin gerçekten böyle bir seçmen kitlesi olduğu yapılan sokak röportajlarında ortaya çıkmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Sokaktaki AKP’li vatandaşlara iktidar partisi tarafından yapılan herhangi bir icraat sanki muhalefet partisi tarafından yapılmış gibi aktarılıp </i><i>“Doğru mu bu?” diye sorulunca: Vatandaşlar, “Hiç doğru olur mu?” </i><i>diye lafa girip muhalefete verip veriştirmeye başlıyorlardı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Tam bu esnada söz konusu icraatın AKP tarafından sergilendiği hatırlatılınca: Muhalefet yaptı diye veryansın eden vatandaşlar bu sefer yüz seksen </i><i>derece dönüp, “O yaptıysa doğrudur!” diye konuşmaya başlıyorlardı.”[1] Yani Berat Bey’in buyurdukları gibi “Erdoğan, Ay’a giden dört şeritli yol yapacağını” </i><i>söylese bile, onun sözlerine inanıyorlardı!? </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>ASO Başkanı <b>Nurettin Özdebir,</b> hükümetin yıllardır istihdamsız ve kalkınmasız bir büyüme politikası yürüttüğünü ve bu balon büyümenin </i><i>sanayi yatırımlarıyla değil dış borçlanmayla elde edildiğini dile getirerek, 5.7 milyon genç işsizin ileride çok daha büyük sorunlara işaret ettiğini </i><i>vurgulamıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı <b>Nurettin Özdebir,</b> ASO’nun şubat ayı meclis <br /></i><i>toplantısında ekonomi çarkının istihdam sağlayacak şekilde kurgulanması gerektiğini </i><i>hatırlatmıştı. Hükümetin yüksek büyüme dönemleri de dahil olmak üzere istihdam </i><i>yaratabilecek bir politika izleyemediğini söyleyen Özdebir, Türkiye'nin yıllardır </i><i>istihdamsız ve kalkınmasız büyüme sorunuyla karşı karşıya kaldığını açıklamıştı. <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Büyümenin sanayi yatırımlarıyla değil dış borçlanmayla elde edildiği eleştiri <br /></i><i>sini de dile getiren Özdebir, eğitim ve iş hayatında olmayan 5.7 milyon gencin ileride </i><i>daha büyük istihdam sorunlarına işaret ettiğinden yakınmıştı.</i><i><br /></i><i>“Büyümenin İstihdama katkısını göremiyoruz” </i><i><br /></i><i>“Yüzde 12.9'a ulaşan işsizlik, yüzde 4.9'luk küresel ortalamaya kıyasla dramatik ölçüde </i><i>yüksektir.” diyen Özdebir; “Ne yazık ki büyümenin istihdama katkısını göremiyoruz. <br /></i><i>Büyümenin istihdam yaratmaması, istihdamsız büyüme sorununa işaret etmektedir. <br /></i><i>Böyle bir ekonomide gelirin dağılımı da bozulmakta ve genel yaşam kalitesinde <br /></i><i>bozulmalar ortaya çıkmakta, ‘kalkınmasız büyüme' olmaktadır. Büyümenin kaynakları </i><i>reel sektörden ziyade dış borçlanmaya, finans sektörüne ve hizmetlere dayanmaktadır.” diye uyarmıştı. </i><i><br /></i><i> Bu acı gerçeklere rağmen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Ekonomi Politikaları Üyesi Yiğit Bulut açıklamasında; “reel olarak büyüyen” </i><i>tek ekonominin Türkiye ekonomisi olduğunu söylemekten utanmamıştı! Ve “Türkiye 140 milyar dolar rezerv sattı” diyenlerin rezervin ne </i><i>olduğunu bilmediklerini savunmuşlardı. </i><i><br /></i><i> Bütün dünyada rezervin her zaman brüt olanına bakıldığını dile getiren Yiğit Bulut, Türkiye’nin hiçbir zaman satılabilir rezervi olmadığını </i><i>hatırlatmıştı! <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bazı çevrelerin manipülasyon yapmaya çalıştığını ileri süren <b>Yiğit Bulut</b>: </i><i><br /></i><i>“Ülkelerin ekonomik göstergelerine baktığınız zaman Türkiye’nin büyümesine baktığınız zaman 2018-2020 arasındaki dönemde pandemi </i><i>riski ile kıyasladığınızda pandemik riske göre reel olarak büyüyen tek ekonomi Türkiye...” iddiasında bulunmuşlardı. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Oysa Aynı Tarihlerde; Erbakan’ın Şeker Fabrikasında Üretimi Durdurmuşlardı! </i><i><br /></i><i>Temeli 1976 yılında atılan ve bölgede Erbakan’ın fabrikası olarak bilinen ve Türkiye’nin en değerli şeker fabrikaları arasında gösterilen </i><i>Ilgın Şeker Fabrikası’nda; yıllardır hiçbir yenileme yatırımı yapılmadığı için eski teknoloji ile çalışan ve fabrikanın en önemli unsuru olan kireç </i><i>ocakları artık çalışamayacak hale geldiği için, üretim tamamen durduruldu. Çürümeye başlayan 150 bin ton pancar ise TIR’larla başka fabrikalara </i><i>taşınmaya başlanmıştı.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Kamunun elinde kalan şeker fabrikaları arasında en verimli ve kârlı şeker fabrikalarının </i><i>başında gelen, temeli 1976 yılında Millî Görüş Lideri merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan </i><i>tarafından atılan Ilgın Şeker Fabrikası’nda üretim yatırımsızlıktan dolayı zorunlu olarak </i><i>durdurulmuş bulunmaktaydı. Fabrika sahasında bulunan ve işlenemeyen 150 bin ton </i><i>pancar yaklaşık 15 milyon lira nakliye parası ödenerek Eskişehir ve Ankara Şeker </i><i>Fabrikalarına taşınmaya başlanmıştı. Taşınan pancarlarda ise ciddi polar kaybıyaşanırken, yatırımsızlığın <br /></i><i>bedeli TÜRKŞEKER’e ağır olacaktı. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><b><i>Sadece Taşıma Maliyeti 15 Milyon Lirayı Bulacaktı. </i></b></div><div style="text-align: left;"><b><i><br /></i></b><i>TÜRKŞEKER’in yatırımsızlıktan dolayı üretimi duran Ilgın Şeker Fabrikası’ndaki 150 bin </i><i>ton şeker pancarını başka fabrikalara taşımasının maliyeti 15 milyon lirayı bulacağı </i><i>konuşulmaktaydı. İşlenmesi geciktiğinden dolayı taşınan pancarlarda ciddi bir polar </i><i>kaybı yaşanacağı için elde edilecek şeker miktarı da düşmüş olacaktı. Şekerde </i><i>yaşanacak kayıpla birlikte zararın ikiye üçe katlanması kaçınılmazdı. İşte buna hâlâ </i><i>utanıp sıkılmadan “Reel Büyüme” diyenlerin, ya aklı noksandı, ya vicdanı kararmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Sn. Erdoğan tam bir Makyavelist Politikacıydı! </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>“Machiavelli’nin devlet yöneticilerine yazdığı “Prens/Hükümdar” kitabında, kilisenin </i><i>başarısız politikaları ve Prens ile halk irtibatı ve devlet yönetiminde ordunun/askerin </i><i>gücü ve rolü konusunda Haçlı Batı’nın ve istismarcı iktidarların yönetim tarzını ortaya </i><i>koyan önemli bilgiler sunulmaktaydı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Siyasete ve siyasetçilere negatif imajların yüklendiği, siyasetin kirli yüzünü, yolsuzluk, </i><i>haksızlık, halkı kandırmak, ikiyüzlülük ve algı yönetimi gibi konularda her devirde her </i><i>siyasetçinin elinden düşüremeyeceği türden bir eser kaleme alan Machiavelli, </i><i>“Prens/Hükümdar”ın yani yöneticinin ulusal çıkarları korumak için gerekirse kötülük ve </i><i>zulüm yapmasının caiz olduğunu savunmaktaydı. Machiavelli, sadece ulusal çıkarlar için </i><i>değil, kendi iktidarını koruyabilmek için de hükümdar ve hükümetlerin sürekli mücadele </i><i>içinde olmasını ve rakiplerine tuzak kurmasını mubah saymaktaydı. </i><i><br /></i><i>Machiavelli’ye göre, devleti yöneten kişi, savaş sanatına hâkim olmak zorundaydı. Güçlü ve yöneticinin emrindeki bir askeri yapı her zaman lazımdı. <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Akıllı bir hükümdar, savaşa hazırlık ve güçlü bir ordu kurmayı sadece savaş zamanlarında değil, barış zamanında da </i><i>sürekli gündeminde tutmalıydı... </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Machiavelli’nin siyaset felsefesine göre hükümdar, özellikle siyasi tarihi iyi okumalı ve tarihteki büyük önderlerin halkı avutup uyutan tavırlarını ve </i><i>politik tuzaklarını iyi kavramalıydı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Machiavelli, hükümdarların, kaba ve ahlâksız görünmemek için dindar görünmeye çalışmalarını </i><i>hatırlatmaktaydı. Çünkü din, en kolay istismarı yapılan ve toplumu avutan bir yapıydı. </i><i>Machiavelli’ye göre devleti yöneten hükümdar/devlet başkanı, pis işleri ve kötülükleri </i><i>başkalarının sırtına yıkmalı, iyi işleri kendine mâl etmeye çalışmalıdır. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Hükümdar/devlet başkanı, güçlü ve kudretli kişilerle arayı iyi tutmalıdır, ancak zayıfların </i><i>kalbini kazanmayı da başarmalıdır. Hükümdar/devlet başkanı, itaatkâr kişileri yardımcıatamalıdır. </i><i>Öyle ki yardımcıları kendisinden daha çok lideri düşünüyorsa o yardımcılar </i><i>yararlıdır. Hükümdar da yardımcılarının çıkarlarını ve rahatını gözetmelidir ki, kendine </i><i>bende (köle) edebilsin ve ihanetinden emin olsun. </i><i>Machiavelli’ye göre; hükümdar, etrafındaki danışmanların kendisine bir konuda fikir beyan etmesinin önünü açmalı, ancak kendisine akıl verir gibi <br /></i><i>hareket etmelerine engel olmalıdır. Danışmanları sabırla dinlemeli ancak sorgulayıcı bir üslup takınmalıdır ki danışmanlar güzel şeylerin </i><i>kendilerinden çıktığı fikrine kapılmasınlardı.”[2] </i><i><br /></i><i>Machiavelli’ye göre dürüstlük; sadece lafta kalmalıdır, politikanın tek kuralı iktidarın </i><i>çıkarları olmalıdır. Politikada başarıya ancak ahlâk ve vicdan dışına çıkınca ulaşılır. <br /></i><i>Çünkü namussuzlar arasında yüzde yüz namuslu kalmak isteyen er geç mahvolacaktır; </i><i>tarihî eylem içinde iyi kalplilik felakete götürür insanı; zulüm, yufka yüreklilikten daha az </i><i>zalim sayılır. Politikanın kaderi görünüşte kahraman, gerçekte sahtekâr olmaktır. İnsanlar </i><i>gönüllerinden çok, gözleriyle hüküm verirler. Kimse ne olduğumuzu anlamaz, nasıl </i><i>göründüğümüze bakacaktır!.. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>İşte Sn. Erdoğan bu Makyavelist ve menfaatçi politikalar yüzünden, 1974 Kıbrıs <br /></i><i>Harekâtımızdaki Türkiye gayretlisi ve Filistinli mazlumların hamisi <b>Kaddafi’</b>yi devirmek ve </i><i>Libya petrollerini Batı’ya peşkeş çekmek üzere Haçlıların planladığı Libya saldırısına </i><i>ortak olmaktan sakınmamıştı. </i><i><br /></i><i>Hatırlayınız; İslamiyet’in doğuşunu anlatan ünlü Çağrı filminin yapım masraflarını da Libya lideri Kaddafi sağlamıştı. </i><i>Filmin yönetmeni de Suriye asıllı Mustafa Akad’dı. </i><i>Bu destansı filmin çekilmesini sağlayan iki kişinin de hayatı trajik sonlanmıştı. Kaddafi’nin nasıl linç edildiği hepimizin malumuydu. <br /></i><i>Akad ise, 2005’te oturduğu kahveye düzenlenen bombalı saldırıda kızıyla birlikte katlonulmuşlardı. Bunun gibi Suriye’ye saldırılmasına ve </i><i>5 milyon insanın Türkiye’ye yığılmasına göz yumması da, Erdoğan’ın diğer bir Makyavelist yaklaşımıydı. </i><i><br /></i><i>“<b>Reel olarak büyüdükleri</b>” yalanıyla Türkiye’yi avutup uyutan Erdoğan iktidarı, 2020 Eylül-Ekim döneminde tam 11 milyar ceza toplamışlardı. <br /></i><i>2020 sonuna kadar planladıkları ceza miktarı ise 12 milyardı. Bir demecinde “Hâlâ fikri iktidar olamadıklarını…” itiraf eden Sn. Erdoğan’a </i><i>hatırlatmak lazımdı: Siz hiçbir zaman fiilen de iktidar ve muktedir olamadınız! </i><i><br /></i><i>Eşcinselliği ve Lezbiyenliği meşrulaştıran İstanbul Sözleşmesi’ne PAPA sahip çıkmış, Sn. Erdoğan ise İmzalamıştı! </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>İnsanlığı ifsada sürükleyen cinsi sapkınlık akımına, Katoliklerin dini lideri Papa Francesco tarafından ilk kez bu derece meşru bir hüviyete sarılmış ve <br /></i><i>destek açıklaması yapılmıştı. Katolik kilisenin zirvesindeki isim olan Papa Francesco, yasal hakları olduğunu iddia ettiği cinsi sapkınlar için medeni <br /></i><i>birliktelik ve hukuki koruma talebinde bulunmuşlardı. Papa’nın son ifadeleri, görev süresince cinsi sapkınlara yönelik en net destek açıklaması olarak <br /></i><i>yorumlanmıştı. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i><b>Papa’nın Kirli Sicili Kabarıktı! </b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Papa Francesco, geçmiş yıllarda birçok kez sapkın oluşumlara destek girişimlerinden sakınmamıştı. Aslen Arjantinli olan Papa Francesco, <br /></i><i>başkent Buenos Aires’teki başpiskoposluk görevi sırasında ‘eşcinsel evlilik’ yasasına karşı çıkmasına rağmen </i><i>sapkın çiftlere yasal koruma sağlanmasını savunmaya başlamıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Papa’nın Cinsi sapkınlara destek ifadelerinden öne çıkan sözleri şunlardı: </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>• “Eşcinsel insanların bir aile içinde olmaya hakkı vardır. Onlar da Tanrı’nın çocuklarıdır </i><i>ve bir aileye sahip olma hakları vardır. Hiç kimse bu yüzden dışlanmamalı ve </i><i>suçlanmamalıdır. Olması gereken şey, bir medeni birliktelik yasasıdır, bu şekilde yasal </i><i>olarak korunurlar. Ben bunu savunuyorum.” (20 Ekim 2020) <br /></i><i>• “Evlilik erkek ile kadın arasında yapılır. Medeni birlikteliğin ise duruma göre <br /></i><i>değerlendirilmesi lazımdır.” (2014, Corriere della Sera röportajı) <br /></i><i>• “Eşcinsel olup olmaman mühim değil. Tanrı seni böyle yaratmış ve seni olduğun gibi </i><i>seviyor. (Hâşâ-Allah’a iftira atıyor!) Benim için de bunun bir önemi yok. Papa seni böyle </i><i>seviyor. Olduğun gibi olmaktan mutlu olmalısın.” (Ekim 2018) <br /></i><i>• “Bir kişi eşcinselse ve Tanrı’yı arıyorsa, iyi niyetliyse, ben kimim ki onu yargılayayım?” (Mart 2013) <br /></i><i>• “Tanrı (eşcinsel) çocuklarınızı oldukları gibi seviyor.” (Eylül 2020) <br /></i><i>• 2 ay önce basına yansıyan bir haberde ise Papa Francesco’nun ülkesi Arjantin’de bir </i><i>rahibenin trans kadınlara yardım amacıyla apartman kompleksi kurma projesine destek verdiği açıklanmıştı.</i><i><br /></i><i><b>İşte PAPA’nın bu ahlâk dışı tavrını; Sn. Erdoğan iktidarı, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayarak onaylamıştı!? </b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><b><span style="color: red;"><i>Halbuki İslamiyet Eşcinselliği Şiddetle Yasaklamıştır! </i><i><br /></i></span></b><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, insanın kadın ve erkek olarak yalnızca 2 cinsiyet olarak yaratıldığını, başka bir cinsin fıtratta yeri olmadığını </i><i>buyurmaktadır. Papa’nın savunduğu “Tanrı sizi böyle yarattı” ifadesi tamamen popülist bir söylem olup insanın yaratılışındaki gerçekleri kesinlikle </i><i>yansıtmamaktadır. Yüce Allah, kutsal kitabında insanlara aynı cinsler arasındaki aykırı münasebetlere meyletmemeleri konusunu şiddetle hatırlatıyor </i><i>ve bu tür sapkınlara ‘Lut kavmi’ akıbetiyle uyarıda bulunuyor. </i><i><br /></i><i>Sn. Erdoğan’ın bir konuştuklarına bakın, sonra da dönüp yaptıklarına bakın!.. </i><i><br /></i><i>Hatırlayacaksınız; Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep T. Erdoğan şu cümleleri kullanmışlardı; </i><i><br /></i><i>* “Samimi bir muhasebeyle, geçtiğimiz 18 yılda her alanda, tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı ama eğitim ve öğretimde, </i><i>kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi hâlâ sağlayamadığımızı düşünüyorum.” </i><i><br /></i><i>* “Önümüzdeki dönemde önceliğimiz aileden başlayarak çocuklarımızı çağa göre yetiştirmek şarttır. Bu değişimde sıradan müfredat tadilatından </i><i>ziyade topyekûn eğitim-öğretim reformu lazımdır.” (İstanbul Sözleşmesi’ni bunun için mi imzaladınız?) </i><i><br /></i><i>* “Her okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken eğitim kısmı ihmal edilmiştir. Özellikle medyanın etkisiyle geleneksel eğitim-öğretimin </i><i>gücü azalırken yerine daha iyisi konulamamıştır.” </i><i><br /></i><i>* “Evlatlarımızın zihinleri Batı’nın popüler kültür ve sapkın hezeyanlarıyla doldurulmuştur.” (Sn. Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi bunların en sapkınıdır!..) </i><i><br /></i><i>MEDİPOL Muamması ve Devlet Kayırması! </i><i>Her nedense, özellikle sağlık sektöründe hangi konuya el atılsa altından mutlaka bir şekliile MEDİPOL HASTANESİ’nin yahut </i><i>MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’nin çıkması kafa karıştırıcıydı. Ama sadece sağlık sektörü ile de sınırlı olmadığı ve MEDİPOL </i><i>İMPARATORLUĞU’nun çok daha geniş bir alana yayıldığı anlaşılmaktaydı. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i><b>Hatırlayınız; </b></i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Tarih 8 Temmuz 2004, AKP iktidarının henüz 2. yılıydı. İstanbul’da sessiz sedasız bir açılış yapılmış ve 1994 yılından beri faaliyetini </i><i>HAYRUNNİSA HASTANESİ ismi ile sürdüren hastanenin ismi NİSA HASTANESİ olarak değişikliğe uğramıştı. </i><i><br /></i><i>Gerek tıbbi cihazlarının teknolojisi, gerekse hastanenin fiziksel görünümü baştan aşağıya yenilenirken o gün bu çok da önemsenmeyen </i><i>açılışa İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Erman Tuncer, Sağlık Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Zeki Şengil katılmışlardı. Konuklara </i><i>hastaneyi gezdiren isimler ise yenilenen adı ile “NİSA HASTANESİ” olan hastanenin Hastane Medikal Grup Başkanı Fahrettin Koca ve <br /></i><i>Başhekim Dr. Bahri Teker olacaktı. Bu hastaneyi kontrol eden şirketin adı ise HAKSAĞ SAĞLIK HİZMETLERİ ANONİM ŞİRKETİ </i><i>olmaktaydı. “Erbakan Avrupa’da toplanan cihat paralarıyla şahsi saltanat sürüyor!..” iftirasını atan, ama aslında o paraları Avustralya’ya </i><i>kaçırıp büyük bir çiftlik ve malikâne satın alan, sonra da bir trafik kazasıyla ahirete uğurlanan Mahmut Esat Coşan bu şirketin Yönetim Kurulu Başkanıydı. </i><i>Cemaatin başına Mahmut Esat Coşan’ın ölümü sonrasında geçen oğlu M. Nureddin Coşan daha sonra Yönetim Kurulu Üyeliği’ni devralmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>İşte kendisi de bu ekibe bağlı olan Fahrettin Koca da bu NİSA HASTANESİ ile yıldızını hızla parlatmaya başlamıştı… </i><i><br /></i><i>Bundan 1 sene sonra takvim yaprakları 28.07.2005’i gösterirken bir şirket sessiz sedasız İstanbul Ticaret Odası’na kaydını yaptırmıştı. <br /></i><i>Bu şirketin adı METROPOLİTAN SAĞLIK VE EĞİTİM HİZMETLERİ İNŞAAT SANAYİ ANONİM ŞİRKETİ olmaktaydı. </i><i>Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı ise Fahrettin Koca’ydı. </i><i><br /></i><i> Tarih yaprakları 2007’yi gösterdiğinde Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu MEDİPOL HASTANESİ İstanbul Kadıköy’de faaliyet yapmaktaydı </i><i>ve yine Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu MEDİZ ZİNE isimli bir şirketin kontrolü altındaydı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Derken; 21.08.2007 tarihinde alınan REKABET KURUMU KARARI ile MEDİZ ZİNE isimli şirket ile NİSA HASTANESİ’nin de sahibi olan </i><i>HAKSAĞ SAĞLIK HİZMETLERİ A.Ş. Fahrettin Koca’nın sahibi olduğu METROPOLİTAN SAĞLIK VE EĞİTİM HİZMETLERİ İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET A.Ş. </i><i>tarafından devralınmıştı. Böylece “MEDİPOL İMPARATORLUĞU”nun da temelleri atılmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Fahrettin Koca, aynı Tekke’ye bağlı olduğu Recep T. Erdoğan ile de yakın ilişkiler sağlamış ve artık “Ailenin Doktoru” olarak anılmaya başlanmıştı. MEDİPOL <br /></i><i>HASTANESİ’nin yanına NİSA HASTANESİ’ni de eklemiş, hızla “HASTANELER ZİNCİRİ” olma yolunda yeni hastaneler açmaktaydı.</i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>İşte tam bu “Jet hızı ile yükseliş” döneminde Fahrettin Koca 2009 yılında kısa adı TESA olan Türkiye Eğitim, Sağlık ve Araştırma Vakfı’nı kurmuşlardı. <br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Vakıf kurulur kurulmaz ilkicraat olarak İstanbul Medipol Üniversitesi’ni açmışlardı. Ve artık Fahrettin Koca bir de üniversite sahibi konumundaydı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>2009 yılında kurulan İstanbul Medipol Üniversitesi’ne elbette “Bina” ve “Kampüs alanı” lazımdı. O sırada TEKEL’in son derece kıymetli olan Unkapanı’ndaki </i><i>binası 2009’da 49 yıllığına, hemen 1 sene sonra ise 2010 yılında Beykoz Kavacık’ta bulunan yaklaşık 220 bin metrekarelik arazinin imar planları </i><i>değiştirilerek tahsisi yapılmıştı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Bu arada, Fahrettin Koca bir de Türkiye Eğitim, Sağlık, Bilim ve Araştırma Vakfı’nı kurar… İşte bu TEBA Vakfıda 2018 yılında Ankara Medipol Üniversitesi’ni </i><i>kuracak ve Fahrettin Koca’nın Ankara’daki bu üniversitesine de Ankara Tren Garı kampüsü içerisinde yer alan TCDD Misafirhanesi ve TCDD Müzesi 30 </i><i>yıllığına tahsis alınacaktı. </i><i><br /></i><i>Ayrıca yeni kampüs alanı olarak Atatürk Orman Çiftliği arazisi içerisindeki 555 bin metrekarelik alan da yine Bakan Koca’nın Ankara Medipol </i><i>Üniversitesi’ne kiralanmıştı. Ayrıca bu üniversiteler, “ÜNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİ PLATFORMU” üzerinden proje bedeli olarak kaynak almaya </i><i>ve devlet imkânlarından faydalanmaya başlamışlardı. </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>2014 yılında kurulan ilk TEKNOLOJİ TRANSFER OFİSİ ile birlikte sadece son 5 yılda 21 proje için 8 milyon TL kaynağın MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’ne </i><i>aktarıldığı konuşulmaktaydı.</i><i><br /></i><i>Ayrıca, Üniversite Sanayi İşbirliği Ofisi projeleri için MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ’ne devletten tam 20 milyon TL gönderildiği tartışılmaktaydı. </i><i><br /></i><i>ASELSAN 5G TEKNOLOJİSİ’nin askeri alanda kullanımı noktasında çok ciddi öneme sahip bir proje üzerinde çalışmaktaydı… </i><i><br /></i><i>Bu projenin adı “Yeni Nesil Taktik Haberleşme Sistemleri için Çok Taşıyıcılı Fiziksel Seviye Çözümleri Projesi” olmaktaydı. </i><i><br /></i><i>Proje 5G’de Nesnelerin İnterneti için potansiyel teknolojilerden birisi olacak hali ile çok büyük maddi değer de taşıyacaktı. İşte ASELSAN’ın </i><i>bu projedeki ortağı da yine MEDİPOLÜNİVERSİTESİ olması enteresandı!? </i><i><br /></i><i><br /></i></div><div style="text-align: left;"><i>Prof. Dr. Sebahattin Aydın MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ Mütevelli Heyeti Üyesi ve MEDİPOLÜNİVERSİTESİ Rektörü iken Sağlık Bakan Yardımcısı atanmıştı. <br /></i><i>Sayın Bakan Fahrettin Koca, “Benim MEDİPOL GRUBU ile alakam kalmadı” diyordu, ama şirketin yönetimindede Üniversitenin Mütevelli Heyetinde <br /></i><i>de kardeşi Özer Koca bulunmaktaydı. </i></div><div style="text-align: left;"><i><br /></i><i>Şimdi soruyoruz: Memlekette herkes bir an önce korona tedavisinde kullanılacak bir ilaç için gözü yollarda beklerken, tek bir şirketin ruhsat alabilmesi <br /></i><i>için o şirketten aylarca önce ilacı üretmeye hazır olup, Sağlık Bakanlığı’na ruhsat başvurusu yapan 3 farklı şirketin başvurularının bekletilmesi ne amaçlıydı? </i><i><br /></i><i>Üstelik kendisinin ruhsat alması için milletin “Acil can derdinin” bile hiçe sayılarak diğer 3 firmanın ruhsatları verilmeyen firma ATABAY isimli bir firmaydı. <br /></i><i>Bu ATABAY isimlişirketin; ilacı ve aşıyı MEDİPOL ÜNİVERSİTESİ ile ortak üretmeyi planladığı, işte o nedenle de diğer 3 firma bu ATABAY isimli firma <br /></i><i>ruhsat alacak noktaya gelmeden ruhsat alamadığı iddiaları hâlâ yanıtını aramaktaydı.[3] </i><i><br /></i><i><br /></i><i>[1] 03.03.2021 / zekiceyhan@milligazete.com.tr <br /></i><i>[2] siyamiakyel@milligazete.com.tr <br /></i><i>[3] Bak: Celal Eren Çelik </i><i><br /></i><i><br /></i><a href="https://www.millicozum.com/mc/duyurular/bu-berat-bey-bu-kadar-basariliydi-da-niye-gorevden-aldiniz"><b><i>https://www.millicozum.com/mc/duyurular/bu-berat-bey-bu-kadar-basariliydi-da-niye-gorevden-aldiniz</i><i><br /></i></b></a><i><br /></i><i>***</i></div><div class="blogger-post-footer">Politikacılar dünyanın her yerinde aynıdır, Nehir olmayan bir yere köprü yapacaklarına söz verirler." Nikita Khrushchev</div>DUAATEPE _ POLATLIhttp://www.blogger.com/profile/10457815484117476419noreply@blogger.com0