Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


19 Ocak 2021 Salı

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2


Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,

4. Siyasallaşma 

Bürokrasinin siyasallaşması, demokratik toplumlar için geçerli bir olgudur. Otoriter ya da totaliter rejimlerde idarenin siyasallaşması söz konusu değildir. Çünkü komünist-nasyonel sosyalist ve faşist rejimlerde parti ile devlet birdir (Merikoski, 1971: 170). Bu rejimlerde bürokrasi-siyasal güç bütünleşmesi dolaysız ve kesindir. Ancak buna karşılık çok partili rejimlerde değişik bir devlet anlayışı egemendir, yani devletin her eylemi siyasidir. Dimack’ın ifadesiyle, “idare kuvvetle arzu edilse bile, siyasetten arınmış bir hale getirilmesi mümkün değildir” 
(Güven, 1976: 54). 

Kurumsal kimliğini tamamlamış fakat siyasal sistemleri aşırı boyutlara varmış toplumlarda, hemen her şey siyasallaşmıştır. Hızla siyasallaşan kuruluşların başında da genellikle kamu kurumları gelmektedir (Oktay, 1983: 206). Bunun en önemli sebebi ise, kamu yönetiminin siyasal organın almış olduğu kararları uygulaması ve ona karşı sorumlu olmasıdır (Genç, 1998: 15). Başka bir ifadeyle, kamu yönetimi siyasal sistemin yürütmeye ilişkin kolunu oluşturmaktadır. (Eryılmaz, 1995: 30). 
Bu kurumlar giderek daha fazla oranlarda kendi alanlarından taşarak genel siyasete karışmaktadırlar. Özellikle kamu yönetiminin üst kademesinde görev yapan üst düzey yöneticiler, diğer kamu kurumlarıyla ve yasama organıyla ilişkiler kurup işlerin ussal biçimde yürütülmesinden sorumlu oldukları için yönetim ve siyaset arasında bir ayrım yapmak bu bağlamda zorlaşmaktadır (Cem, 1976: 26). 
Ülkemizde bürokrasinin siyasallaşması iş başına gelen hükümetlerin izlediği kamu personel politikalarında somutlaşmaktadır (Çulpan, 1980: 39). 

Merikoski ülkemizdeki siyasallaşmanın “siyasi atamalar ve kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri” şeklinde farklı iki boyutunun olduğunu ileri sürmektedir. Kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri ve sınırları anayasal olarak düzenlendiği için bu konuya değinilmeden siyasallaşmanın en önemli boyutu olan siyasi atamalar konusu üzerinde yoğunlaşılacaktır. Merikoski “idarenin siyasallaşması” adlı çalışmasında siyasal atamaların sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır 
(Merikoski, 1971: 170-171): 

• Parti üyesini ya da parti sempatizanını mükafatlandırmak, 
• Resmi mesai dışında parti faaliyetlerine aktif olarak katılabilecek bir kimsenin böyle bir mevkie getirilme avantajını elde etme, 
• Parti vasıtasıyla bir kadroya getirilen bir kimsenin duyması gereken şükran borcundan yararlanmak, böylece kişinin getirildiği 
mevkinin imkanlarını parti için seferber etmesini sağlayabilmek, 
• Parti çevresinde rahatsız edici kabul edilen kişilerden kurtulmak için bunlara cazip makamlar teklif etmek ve o çevreden 
uzaklaşmasını sağlamak, 
• Genç, enerjik ve iddialı kimseleri parti saflarına çekmek ve onlardan parti çalışmalarında yararlanmak. 


Bu bağlamda ülkemizdeki seçim çalışmaları dönemlerinde siyasi partilerin ülke çapında isim yapmış bürokratları kendi partilerinden milletvekili adayı olarak gösterme yarışı, buna örnek olarak vermek mümkündür. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’de idare-siyaset ilişkisinin yoğun olduğu alanlar, siyasetçilerin yandaşlarını işe sokma veya işte yükseltme ya da görev yerlerini değiştirme konularıyla, il ve ilçeye, kasabaya ve köye götürülecek yatırımlar ve plan-program dışı, mevzuat dışı isteklerdir (Peker ve Aytürk, 2000: 224). Bu da siyasilerin oy maksimizasyonunu gerçekleştirmek için çalıştıklarını (Sakal, 1998: 224) göstermektedir. Teknik bir ifadeyle siyasiler “oy ticareti” yapmaktadırlar. Oy ticareti yaklaşımına göre, hükümetler halkın 
gerçekten istediğinden daha fazla mal ve hizmeti vatandaşa sunmaktadırlar (Gökçe ve diğerleri, 2002: 211). “Oy ver hizmet al” anlayışı da bu doğrultu da değerlendirilmelidir. 

Daha önce de ifade edildiği gibi siyasa saptama, karar verme sürecinin niteliği, kamu yöneticisini üst düzeylere çıktıkça siyasal bir kişi durumuna getirmektedir. Siyasal iktidarlar bunun bilincinde oldukları için yasal yetki olarak “ilk dört dereceye yükselme” ve “istisnai memurluk” kurumlarını etkin bir şekilde kullanarak kendi plan ve programlarını gerçekleştirirken uyumlu çalışacağını düşündüğü kimseleri bu kadrolara getirmektedir. Bu yasal kurumlara ilave olarak kamu yönetimi reform tasarısında “parti bürokratlığı” yönünde bir düzenlemeye gidilmek istenmektedir. Kutlu’ya göre parti bürokratlığı ilk dört kademeyle sınırlı kalmayacak, parti bürokratları olarak atanan kişiler daha alt kademedeki 
bürokratları da kendi partidaşlarından seçeceklerdir (Kutlu, 2003). 

Her iktidar değişikliğinde valiler kararnamesi, kaymakamlar kararnamesi, emniyet mensupları kararnamesi gibi kararnameler gündeme gelmektedir. 
Bu gibi gelişmeler kamu personelini sürekli tedirgin etmekte moral ve motivasyonunun düşmesine neden olmaktadır. Kısaca, ülkemizdeki 
uygulama açısından yüksek yöneticilerin görevden alınmalarında kelimenin tam anlamıyla bir sistemsizlik görülmektedir (Meriç, 1974: 75). 

5. Siyasallaşmanın Sonuçları ve Çözüm Yolları 

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu gereğince ülkemizdeki kamu personel rejimi, kamu görevlisinin tarafsızlığı ilkesini benimsemektedir. 

Bunun doğal sonucu olarak da kamu görevlilerinin siyasal faaliyette bulunması da yasaklanmıştır. Bu yüzden “hiçbir kamu görevlisinin işgal ettiği kadro siyasete ne kadar yakın olursa olsun, yasaların belirlediği hususlar dışında, siyasi iktidarı elinde tutanların inançlarına ya da politikalarına karşı olduğu gerekçesiyle mevkiinden uzaklaştırılmaması gerekir.” (Versan, 1971). Ancak ülkemizde siyasi nitelikli atama ve görevden almalar ya da yer değiştirmeler yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu yüzden de yönetim sistemimizle ilgili olarak olumsuz bir 
takım sonuçlarla karşılaşıldığı ileri sürülmektedir. Peker ve Oktay’a göre bu olumsuzlukların bazıları şöyledir: 

• Kamu hizmetlerindeki tarafsızlık ilkesinin zedelenmesi, 
• İsabetsiz yatırımlar, 
• Plansızlık, 
• İstenilen yaşam düzeyine ulaşamama, 
• Hukuk düzeninin, adalet ve hakkaniyetin yara alması, 
• Dürüst çalışmanın engellenmesi (Peker ve Aytürk, 2000: 41-44), 
• Hızlı yönetici devri, 
• Liyakat ilkesinin zedelenmesi, 
• Kısa soluklu ve temelsiz kamu siyasalarının oluşması (Oktay, 207208), 
• Parti menfaatlerinin her şeyin önüne geçmesi, 
• Kariyer ilkesinin yara alması, 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanamama. 

Bu sonuçlar bize kamu hizmetlerindeki aksamaların nedenlerini ve yöneticilerimizin de neden uzun vadeli plan ve program yapamadıklarını 
ve vizyon geliştiremediklerini göstermektedir. 

Siyasal iktidarların kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bütün üst düzey yöneticilerin Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi siyasal iktidarla birlikte değişip, bu makamların siyasallaştırılması yönündeki gibi bir yaklaşım Türkiye açısından şu aşamada uygun gözükmemektedir. Çünkü ülkemizde ne 
demokratik kültür ne de siyasal sosyalleşme tam anlamıyla yerleşmemiştir. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyetinin yaklaşık 80 yıllık tarihinde toplam 58 hükümet kurulmuş ve rekor bir sayıya ulaşılmıştır. Bu yüzden üst düzey yöneticilerin bu kadar sık olarak değişmesinin sonuçlarını bile düşünmek ürkütücüdür. 

“Günümüzde kamu yönetiminin, bürokratik etik ve demokratik etik olmak üzere iki değer yargısının etkisi altında olduğu belirtilmektedir” (Aykaç, 2002: 16). 

Çağdaş anlamda demokratik ve siyasal kültürümüz gelişirse, üst düzey yöneticilerin hükümetlerle birlikte değişmesi belki meşru görülebilir. Başka bir ifadeyle, böyle bir düzenin oluşması durumunda seçimler öngörülen zamanda yapılacak ve hükümetlerde böylece belirlenen zaman dilimleri içerisinde görevlerini yapabileceklerdir. Durum böyle olunca, kamu görevlilerinin devri de 
azalacak ve yere sağlam basarak geleceğe yönelik çalışmalar yapabileceklerdir. 
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda yönetim sistemimizin siyasallaşmasını engellemek için çözüm olarak şunlar önerilebilir: 
• Kamu görevlilerinin üst kadrolara atanması, yerlerinin değiştirilmesi ya da görevden alınması yasal gerekçelere dayandırılmalıdır. Uyumlu çalışma gibi nesnel olmayan kriterlerle bürokratik kadrolarda yapılan ya da yapılmak istenen değişiklikler, hukuk devleti ilkesiyle her zaman bağdaşmayabilir. 
• Üst düzey kadrolara atanacak kişilerin nitelikleri önceden belirlenmeli sır saklamak, güvenilir olmak ve parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler dikkate alınmamalıdır. 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanabilmek için liyakate önem verilmeli, ülkemizde kabul gören tanıdık ve eş-dost gibi anlayışlar terk edilmelidir. 
• İdeolojik, politik görüş ve değer yargıları kamu hizmetinin kalitesi ve kamu yararının önüne geçmemelidir. 
• Özellikle üst düzey yöneticilerin tıpkı zorunlu hizmet uygulamasında olduğu gibi atandıkları kadrolarda kalacakları sürenin alt sınırı belirlenmeli ve hukuka aykırı işlem ve eylemleri söz konusu olmadığı sürece asgari olarak belirlenen zaman dilimi içerisinde o kadroda görev yapmalıdır. 
• Ayrıca orta ve alt kademe memurlar için uygulamaya konulan “Kamu Personeli Seçme Sınavı” KPSS sistemi siyasallaşmayı engelleme de etkin bir araç olarak kullanılmalı, böylece ehliyetli ya da liyakatli personel istihdam etme imkanı arttırılabilir. 

Sonuç 

Siyaseti, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak mümkün değildir. Bir toplumun coğrafi yapısı, iktisadi yapısı, demografik yapısı, teknolojik gelişmişlik düzeyi, ideolojik yapısı, hukuk düzeni, sosyo-kültürel yapısı gibi faktörler, o toplumun hem siyaset anlayışına ve hem de yönetim anlayışına yön vermekte ve bunların şekillenmesinde etkin rol oynamaktadırlar. Parlamenter demokratik rejime sahip olan ülkemizde, siyaset-bürokrasi ilişkisinin boyutu, bahsedilen bu faktörlere göre şekillenmiştir. Öyle ki ülkemizde bürokrasi siyasal iktidarı kullanma potansiyeline sahip bir araç olarak görülmektedir. Uygulamada ise gerek gelişmiş ülkelerde ve gerekse ülkemizde siyasal kararların politikacılar tarafından alınması ve bunların bürokratlar tarafından uygulanması Weber’in “saf modeline” uymamaktadır. 

Ülkemizde Tanzimatla birlikte başlayan modernleşme sürecinde bürokrasi-siyaset işbirliğinin sağlandığı dönemler olduğu gibi iki sistemin birbirleri ile çatıştıkları dönemlerde söz konusu olmuştur. Bu dönemlerde toplumun yaşam standardı düşmüş, kalkınma ve modernleşme süreci yavaşlamıştır. 

Bu geleneğin uzantısı olarak siyasal iktidarlar, üst düzey bürokratların ya da yöneticilerin seçiminde ve atanmasında liyakat ve tecrübe gibi ölçütler yerine güvenilir olmak, sır saklamak, parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler aramışlar ve aramaya devam etmektedirler. Küreselleşen dünyada her alanda kapsamlı bir modernleşme süreci içinde bulunan ülkemizde, siyaset-bürokrasi işbirliğinin dengeli bir biçimde sağlanması şarttır. 
Ancak bu sağlanabilirse, Ulu Önder Atatürk’ün bize hedef gösterdiği “çağdaş 
medeniyetler seviyesine” ulaşabiliriz. Başka bir ifadeyle, halkın yaşam standardı nın yükseltilmesi ve modernleşmenin gerçekleşmesi için bu işbirliği şarttır. 

Bu işbirliğini ve uyumu sağlama adına siyasal iktidarın kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bu yöndeki uygulamaların ölçüsünün kaçırılması durumunda liyakatsiz ve tecrübesiz bürokratların iş başına gelmesi ülkemizin siyasal konjektürüne bağlı olarak hızlı bir kamu görevlisi devrini ortaya koyacak ve toplum adına hep kısa soluklu kamu hizmeti üretmekten öteye gidilemeyecektir. 

KAYNAKÇA : 

Aydın, Mehmet; “Farabi’nin Siyasi Düşüncesinde Saadet Kavramı”, A.Ü.İ.F.D., C. 21, 1976 
Aykaç, Burhan; “21. Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni Eğilimler”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Özel 
Sayısı, C. 4, S. 2, 2002, ss.15-23 
Baransel, Atilla; Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi, C. 1, İstanbul, 1979 
Cem, Cemil; Türk Kamu Kesiminde Üst Düzey Yöneticiler, TODAİE, Sevinç Matbaası, 1976 
Çam, Esat; Siyaset Bilimine Giriş, Genişletilmiş 5. Baskı, Der Yayınları, İstanbul, 1998 
Çevik, H. Hüseyin; Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001 
Çulpan, Refik; “Bürokratik Yönetimin Yozlaşması,”AİD, C.13, S. 2 , Haziran,1980, ss.31-45 
Emre, Cahit; Yönetim Bilimi Yazıları, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2003 
Erdoğan, Mustafa; Liberal Toplum, Liberal Siyaset, Ankara, 1993 
Ergun, Turgay; Polatoğlu, Aykut, Kamu Yönetimine Giriş, Ankara, 1992 
Eryılmaz, Bilal; Bürokrasi, İzmir, 1993 
Eryılmaz, Bilal; Kamu Yönetimi, İzmir, 1995 
Genç, Nurullah; Zirveye Götüren Yol Yönetim, 6. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1998 
Gerth, H. H. ve C. Wrights Wills; From Max Weber Essays In Sociology, Routledge and Kegan Paul Ltd., London, 1958 
Gladden, E. N.; The Esential of Public Administration, Staple Press Limited London, 1964 
Gökçe, Orhan; Mehmet Göküş; Önder Kutlu; Kamu Yönetimi Ders Notları, Konya, 2002 
Güven, H. Sami; “İdare Siyaset İlişkileri ve Personel Yönetimi Açısından Önemi”, A.İ.D., C. 9, S. 1, Mart 1976 
Kaya, Kemal; Çağdaşlaşma Yolunda Deve Dikenleri, Bilim Yayınları, Ankara, 1994 
Kışlalı, A. Taner; Siyaset Bilimi, Ankara, 1994 
Koçel, Tamer; İşletme Yöneticiliği, İstanbul, 1989 
Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ 
Kutlu, Önder; “Yönetsel Reformda Hedef”, Radikal Gazetesi, 15 Nisan 2003 
Massie, Joseph L.; İşletme Yönetimi, Çev. Şan Özalp vd., Beytaş Yayınları, Eskişehir, 1983 
Meriç, Osman; “Siyasal İktidar ve Yüksek Yöneticiler Sorunu”, A.İ.D., TODAİE, C. 7, S. 3, Eylül 1994, ss. 73-78 
Merikoski, V. “İdarenin Siyasilleşmesi, Çev: Tutum, Cahit, AİD, TODAİE, C.4, 1971 
Oktay, Cemil, Yükselen İstemler Karşısında Türk Siyasal Sistemi ve Kamu Bürokrasisi İ.Ü. Yayınları İstanbul 1983 
Peker, Ömer ve Nihat Aytürk, Etkili Yönetim Becerileri, Yargı Yayınları, Ankara, 2000 
Sakal, Mustafa; “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”, D.E.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, C. 13, S. 1, 1998, ss. 211-230 
Şaylan, Gencay; Türkiye’de Kapitalizm, Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji, Ankara, 1986 
Versan, Vakur; “Siyaset ve İdare”, Milliyet Gazetesi, 5 Mayıs 1971 

***

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,



Gülise GÖKÇE∗ 
Ali ŞAHİN∗∗ 
Erhan ÖRSELLİ∗∗∗ 
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 
∗ Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗ Öğr. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗∗ Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 


Özet 

Bu çalışmada öncelikle, kamu yönetimi sisteminin işleyişinde önemli bir yer tutan siyaset ve bürokrasi kavramları açıklanarak, bürokrasi ve siyaset arasında bir ayrımın mümkün olup olmadığı konusu ele alınmaktadır. Daha sonra, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi esnasında siyasetin bürokrasi üzerindeki etkisi ve bu etkinin kamu hizmetlerine nasıl yansıdığı ortaya konulmaya çalışılmakta ve idarenin siyasallaşma boyutuna yönelik çözümler sunulmakta ve bu bağlamda da Kamu Yönetimi Reform Tasarısında yer alan “parti bürokratlığı” konusu ele alınmaktadır. 

Giriş 

Tüm Demokratik ülkelerde toplumsal sistem, siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel ve bürokratik sistemlerden oluşan bir üst sistemdir. Her sistemin birbiriyle bir ilişkisi söz konusu olduğu gibi, her sistem birbirlerini etkileme gücüne de sahiptirler. Ancak iki sistem vardır ki bunların birbirleri ile iç içe geçtiği öne sürülmektedir: Bürokrasi ve siyaset. Başka bir ifadeyle, üst sistem içerisinde güç, otorite ve iktidar ilişkisine bağlı olarak oluşan siyasal sistem ile bürokrasi arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Kamu yönetimi de bu iki sistemin oluşturduğu sistemden oluşan bir üst sistemdir. Bürokrasi ve siyasetin birbirleriyle ilişkisi etkinlik sağlama çabası içinde, ancak birbirini dışlayan değil, tamlayan biçimde ortaya çıkmaktadır. 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel kabul gören, siyaset “karar alır” bürokrasi “uygular” düşüncesi, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra geçerliğini yitirmeye yüz tutmuştur. Günümüz toplum yapısında bürokrasi ile siyaset arasında kesin bir çizgi çizmenin imkanı yoktur. 

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iki sistemin birbirine daha yakın olduğu gözlenmektedir. Türkiye’de bazen siyaset bürokrasiyi bazen de bürokrasi siyaseti etkilemektedir. Başka bir ifadeyle, bürokrasi siyasallaşmakta siyaset de bürokratik olmaktadır. Tanzimatla birlikte başlayan devletin yeniden yapılandırılması sürecinde 1923-1950 dönemi hariç devlet seçkinleri (bürokrasi) ile siyasi seçkinler arasında sürekli bir güç mücadelesi olmuştur. Ancak 1970’lerden sonra bürokratlar güçlerini siyasilere karşı kaybetmeye ve politikacılara daha yakın olmaya 
başlamışlardır (Çevik, 2001: 72). Özellikle kamu yönetiminde yukarı kademelere doğru çıkıldıkça siyasetle bürokrasi arasında kesin bir ayrım yapmak zorlaşmakta dır. Bunun doğal sonucu olarak da ülkemizde sık sık yetki kargaşası yaşanmakta ve kamu hizmetlerinin kalitesi düşebilmektedir. 

1. Bürokrasi Kavramı 

Günümüz devlet ve toplum sisteminin son derece önemli bir halkasını oluşturan bürokrasi “içinde daima bir idarecinin bulunduğu bir durumu niteleyen ve genellikle özel bir kesimden ziyade kamu kesimi ile ilgili bir kavram” olarak algılanmaktadır (Gladden, 1964: 63). Ancak, modern toplumlarda sadece kamu yönetiminde değil, özel kesimde de büyük ölçekli bürokratik nitelikler gösteren örgütlerin ortaya çıktığı gerçeğini göz önüne aldığımızda; kamu kesimindeki örgütler gibi özel kesimdeki bu örgütlerin de birer “bürokrasi” (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 46) olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, belli bir büyüklüğü aşan ve yüz yüze temasın ortadan kaybolduğu her örgüt, bürokrasi özelliklerini kazanır. Dolayısıyla bürokrasi sedece devlet ve kamu hizmetlerinde söz konusu değildir (Baransel, 1979: 165); resmi ve özel tüm büyük çaplı organizasyonları kapsar. 
Halk arasında “burası devlet dairesi”, “kanunlar böyle emrediyor”, 
“ben devlet memuruyum”, “bugün git yarın gel” şeklinde olumsuz bir anlayışı ifade eden bürokrasi, kimilerine göre verimsizlik, kuralcılık, kırtasiyecilik ve sorumluluk almaktan kaçmanın genel adı olarak tanımlanmaktadır. 

Bürokrasi kavramını ilk defa sistemli bir şekilde inceleyen Weber’e göre, bürokrasinin kötü bir anlamı yoktur (Massie, 1983: 72). Gerçekte bürokrasi, halk arasında kullanıldığı gibi işlerin geciktirilmesi, yokuşa sürülmesi ve bu gün git yarın gel anlamının aksine ideal bir organizasyon yapısını ifade etmektedir (Koçel, 1989: 72). 
Çünkü bürokrasi bir insan sistemi olmaktan çok kanun ve kurallar sistemidir. Kişiselliğe yer yoktur. 

Mantık her şeyin üstündedir. 

Weber’e göre ideal tip bürokrasi, iş bölümü, uzmanlaşma ve hiyerarşik yapıya bağlı olarak; dakiklik, devamlılık, disiplin, güvenilirlik, hız, keskinlik, sağduyu, dosyalama bilgisi, dayanışma, tam itaat ve anlaşmazlıkların giderilmesi bakımından diğer örgütlere nazaran daha üstündür (Gerth ve Mills, 1958: 214). 

Siyasetin ve kamu politikalarının oluşmasına yardım eden ve bunları uygulayan bürokrasinin görevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Kaya, 1994: 10-11): 

• Toplumsal değişmeyi gerçekleştirme, 
• Yasama meclisini etkileme ve politika önerme, 
• Yasa tasarıları hakkında görüş bildirme, 
• Gerektiğinde bakanlar kurulu toplantılarına katılma, 
• Bütçe ve yasa tasarıları hazırlama, 
• Yasaları yorumlama ve uygulama, 
• Devletin güvenlik işlerini gerçekleştirme. 

Bu fonksiyonlar, özellikle siyasetle iç içe olan üst düzey bürokratlar tarafından gerçekleştirilir. Bürokrasi, toplumsal sistemin düzenli ve ahenkli olarak devam etmesi için rutin işlerin sistemli ve aralıksız olarak işlemesinden birinci derecede sorumludur. Bu bağlamda siyasilerin aldığı kararları tarafsızlık esasına dayalı olarak yürütürler (Gökçe ve diğerleri, 2002: 87). 

Profesyonel ve uzman olmaları dolayısıyla daha çok teknik işlerle uğraşırlar. Başka bir ifadeyle, siyasetin temel tercihlerle uğraştığı bir sistemde bürokratlar teknik ve uzman olmalarından dolayı temel tercihlerin nasıl uygulanacağına yönelik “gündelik politikalar” belirlerler. 

2. Siyasetin Tanımı ve Gerekliliği 

Siyaset bilimi, siyasal otorite ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlemesinde rol oynayan davranışların bilimi olarak tanımlanabilir. Böyle bir tanım, bir yandan siyaset biliminin günümüzde ilgilendiği konuların bütününü kapsarken, öte yandan da oldukça belirgin bir sınır getirmektedir (Kışlalı, 1994: 16). 

Genel anlamda siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıdır (Peker ve Aytürk, 2000: 41). Kamu yönetiminde siyaset, değerler, politikalar, kararlar, araçlar, yöntemler, yasalar yürütme ve sorumluluk gibi konularla ilgilenen memurun evreni olarak görülmektedir. Yani kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde izlenen yol ya da yöntemdir (Güven, 1976: 52). 

Siyaseti farklı bir şekilde tanımlayan düşünürlerden birisi de Farabidir. Farabi’ye göre siyaset hem genel hem de özel anlamı olan bir kavramdır. Genel anlamda siyaset, siyasal toplumun yönetimi ile ilgili konuların bilgisidir. Siyasetin özel anlamı ise bir bütün olarak toplumu “hakiki” mutluluğa götürecek tarzda düzenlenmesinde kendini gösterir. Bu anlamda siyaset, erdemli siyasal toplumda uygulanan en yüksek sanat olarak, “saadet”in elde edilme yollarını gösterir (Aydın, 1976: 305). 

Siyasetle ilgili çok sayıda tanım söz konusudur. Ancak bu tanımların tümünün bu çalışmada ele alınması mümkün değildir. Genel olarak literatürdeki tanımlar irdelendiğinde siyaseti tanımlamak için iktidar, otorite, güç ve devlet gibi kavramlara başvurulduğu görülmektedir. Bu doğrultuda da siyaseti “toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru zora dayanarak düzenleyen eylemler bütünü” (Çam, 1998: 23-24) olarak tanımlayabiliriz. 

Çağdaş siyasal toplum, ister bir veri olarak alınsın, isterse sözleşmeyle kurulsun, başkalarıyla bir arada yaşama olgusunun söz konusu olduğu her yerde siyasetin varlığı kaçınılmaz görünmektedir. 

Siyaset ampirik bir olgu olarak var olduğuna göre, gerçeklik düzeyinde hiç kimsenin kendini bu olgunun etkilerinden bağışık tutma imkanı yoktur. 
Siyaset kendini bireye zorlayan bir olgudur; kişinin ondan kaçma şansı yoktur. Çünkü siyaset, topluluk halinde yaşamanın ortak gündemi, dolayısıyla bireylerin kaderleri ile doğrudan doğruya ilgili bulunan önemli ölçüde belirleyici etkinlik olarak kendini göstermektedir (Erdoğan, 1993: 3). 

Bugün 21. yüzyıl şartlarında global toplum düzeyinde siyaset yapma yetkisine sahip olanlar aldıkları kararlar ile ilk bakışta kendilerini hiç ilgilendirmeyen en uzaktaki vatandaşı bile etkilemektedirler. Siyaset, sadece ampirik bir zorunluluk değil, aynı zamanda amaçlı bir etkinliktir. 

Bu yönüyle siyaset, insanın kendini gerçekleştirmesiyle ilgili bir etkinliktir ve benzer amaçlı etkinliklerle aynı düzlem içinde yer alır. 

Başka bir ifadeyle, insani bir etkinlik olarak siyaset uğraşısı; amaçsız ve anlamsız, kendi kendinin amacı olan bir iş değildir. Siyaset bir takım pozitif amaçlara yönelik olarak yapılır (Erdoğan, 1993: 4). Siyasal iktidar, toplumdaki düzenin, hakların, müşterek menfaatlerin kısaca toplum hayatının şartıdır. Hans Kelsen de bu gerçeğe vurgu yapmış ve “toplumun daha da ileri giderek devlet varlığının gerekliliği halinde insanlar arası ilişkilerin zorunlu bir düzenlemesi için iktidarın mevcut olması gerekir” demiştir (Gökçe ve diğerleri, 2002: 77). 

Çoğulcu demokrasi ilkesi gereği, siyasetçi halkın oylarıyla seçilmiş olmaktan ve halkın siyasal tercihlerini temsil etmekten dolayı belirgin bir güce ve üstünlüğe sahiptir. Siyasetçi bu gücü kullanarak bürokrasi, kamu yönetimi üzerinde de sınırsız bir yetkiye sahip oluğunu, yönetim aygıtının kendi içindeki şu ya da bu ölçüde ussal işleyişine müdahale edebilme yetkisine sahip olduğunu düşüne bilmektedir (Emre, 2003: 186). 
Türkiye’de şu anda tartışılmakta olan “kamu yönetimi reform tasarısında” da “parti bürokratlığı” gibi yeni bir düzenlemeye gidilmek istenmesi bu bağlamda düşünülebilir. “Parti bürokratlığı” ile müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür ve genel müdür yardımcılarının bakanla gelip gidecekleri öngörülmektedir. Kutlu’ya göre bu düzenlemenin amacı söz konusu görevlilerin en temel güvencelerinden olan “yargı teminatını” elinden almak ve Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan “idarenin her türlü eylemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünün bay-pas edilmesinden başka bir şey değildir (Kutlu; 2003). 

Çoğulcu temsili demokrasi ilkesi gereği, halkı temsil eden siyasilerin bürokratlara “genel yön verme”, “genel politikalar belirleme” yönlerinin olması doğal görülmektedir. Başka bir ifadeyle, siyasetçiler halktan aldıkları gücü yine halkın siyasal tercihlerini yansıtan genel kamu politikalarını belirlemede kullanırlar. Dolayısıyla, gündelik politikaların belirlenmesi bürokratlara bırakılır. Çünkü bürokrasinin görevi, siyasetçiler tarafından belirlenen genel politikaları etkin ve etkili bir şekilde yerine getirmektir. 

3. Bürokrasi Siyaset İlişkisi 

Yönetim bilimlerinde genel kabul gören sistem yaklaşımına göre, toplumsal sistem karşılıklı bağımlılığı ve etkileşimi olan, sürekli değişen alt sistemlerden oluşmaktadır. Bir alt sistemde görülen değişmeler, öteki alt sistemleri etkilemekte dolayısıyla sistemin tümü etkilenmektedir. Alt sistemlerde gözlenen değişmelerin kimileri ötekilerden daha hızlıdır. Hızlı gelişme ve hızlı toplumsal değişme, yönetimi etkilemekte, karşılığında yönetimdeki değişmeler sistemin öteki parçalarını etkilemektedir. Karşı görüşler olmasına rağmen, toplumdaki değişmelerin genellikle siyasal sistem yoluyla yönetim sistemine geçtiği kabul edilmektedir (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 239). Bilindiği gibi toplumsal sistem içinde bürokratik sistemin çevresini siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler oluşturmaktadır. Bu sistemler içinde bürokratik sistemi en fazla etkileme gücü olan şüphesiz siyasal sistemdir (Şaylan, 1986: 32). 

Bu bağlamda Weber de idare-siyaset ikiliğinin varlığını onamış ve politikacı ile bürokratın rolleri arasında kesin bir çizgi çizmek istemiştir. 

İdare-siyaset ikiliğini benimseyen yazarlar, genellikle şu görüşlere sahiptirler. “Siyaset, ülke yönetiminde temel tercihlerle uğraşır. Büyük sorunlara bulunacak çözüm yollarını saptar. İdare ise, niteliği itibariyle tekniktir. Gayri siyasi planda çalışır” (Güven, 1976: 51). 

İdare-siyaset ayrılığını benimseyen görüşler 2. Dünya Savaşı’ndan sonra terk edilmeye başlandı. İdare-siyaset ayrılığını bir bakıma gündeme getiren Weber’in ideal tip bürokrasisiydi. Ancak yeryüzünde mevcut bürokrasilerin hiç biri “ideal tipe” uymamakta ve bürokratlar iki yönden siyasal sürece katılmaktadırlar. Birinci olarak bürokratın siyasal bir eğilimi vardır. İkinci olarak da bürokratik yapı içinde mücadele ve yarışma belirli örgütsel düzeyin üstünde siyasal bir nitelik almaktadır. Bu ikinci tip siyasi süreç özellikle yüksek pozisyonlara terfi ve azil işlemlerinde kendini göstermektedir. Sonuç olarak, bürokratları apolitik sayma olanaksız görülmektedir (Şaylan, 1986: 35). Öyle ki, Türk kamu bürokrasisi siyasi belirsizlik dönemlerinde adeta durgunlaşmıştır. Eski başkanlardan Bülent Ecevit de sık sık bu olguya işaret ederek bürokratların resmi evrakları imzalamaktan çekindiklerini dile getirmiştir. Belki de bunun altında yatan temel neden aşırı derecede politize olmuş bir bürokrasinin var olmasıdır. 

11 Aralık 2020 Cuma

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi

 Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi : 
Ali Fuat Yılmazer - Fatma Sibel Yüksek/Açık İstihbarat
Kategori, Siyaset,

01. 03. 2017

Hırslı ve davasına bağlı bir adamdı, cemaat ve parti büyüklerine güveni tamdı. 
Genç bir polis olarak başladığı meslek kariyerinde devletin ve memuriyetin değil paralel iradelerin emirlerini uygulayarak adım adım ilerledi.
Sakin yükselişten, büyüklerinin övgülerinden memnundu ama kendisini daha kısa sürede, daha yüksek makamlara lâyık görüyordu. Bunun, büyük bir "devlet operasyonunda" önemli bir pozisyon yakalayarak gerçekleşebileceğini biliyordu.
Beklediği fırsat "Ergenekon" adı altında zuhur etti. "Eski devletin" kalıntılarına hukuksal bir dava görünümü altında son verilecekti. Kirli, çok kirli adamlar lazımdı. Rüşvetçi savcılar, işkenceci polisler, kariyer için her şeyi yapabilecek hakimler, kalemini ve vicdanını satmaya hazır gazeteciler..

Bu önemli operasyonu Reis'in "bizzat yöneteceği" söylendi. Talimatlar direkt ondan gelecekti. Sıraya giren hakimler, savcılar, polisler, gazeteciler oldu ancak Ali Fuat Müdür hiç telaş etmedi, kendi şansından emindi çünkü. Böyle önemli bir görevde Reis'e sadece cemaat referansta bulunabileceğini biliyordu. Sessizce bekledi. Büyükleri Reis'e çıkıp, "Efendim elimizde çok yetenekli, bize çok bağlı bir polis var, adı Ali Fuat Yılmazer. Delil toplama ve tutuklatma işini siz ona bırakın" dediler.

Bu referanstan sonra İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne getirildi. 
Zaten sıradan bir polis memuruydu, gerçek istihbarat ile bir işi yoktu. Onun görevi istihbaratın yerine geçecek sahte bilgi, belge ve iddiaları toplayıp savcıları yönlendirmekti. Savcılara da "Ali Fuat'tan gelen malzemeleri sorgusuz sualsiz dosyaya koyacaksınız" talimatı çoktan verilmişti.

Savcıların kendisinden emir beklediğini gören küçük memur Ali Fuat coştukça coştu. Hele de kendisine "Çalışmalarından Reis bire bir haberdar, senden çok memnun" denildiğinde; baskın yaptırdığı evlerde bulduğu düğün davetiyelerini bile basına ve savcılara "örgüt delili" diye dikte etmeye başladı.
Reis'e kendisi hakkında gerçekten çok iyi referanslar gidiyordu. Reis kendisini takdir ettikçe, onun da Reis'e olan saygı ve bağlılığı artıyordu. Artık her şeyi yapmaya hazırdı, her şeyi!

Bir gün, Reis'le tanışma vaktinin geldiği, artık ona doğrudan bilgi vereceği söylendi. O gece uyuyamadı. Artık gözünde İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı canlanıyordu. Sabah erken elinde bir dosya ile Atatürk Havalimanı'nın VİP salonuna dikildi. Bazı gazeteciler de bu önemli buluşmayı görüntülesinler diye önceden haberdar edildi. Reis geldi, bu küçük memura büyük bir ilgi gösterdi, ihsanlarda bulundu,VİP salonuna alıp baş başa görüştü..

Havaalalanı buluşmaları rutine dönüştü. Ali Fuat artık Başbakan'ı bizzat bilgilendiriyor, hatta kimlerin tutuklanmasının "isabetli olacağı" konusunda tavsiyede bile bulunabiliyordu.

Küçük memur Ali Fuat'ın bu önlenmeyen (önlenemeyen değil) yükselişi, kısa sürede etkilerini havalimanı sınırları dışında da göstermeye başladı. Artık amirlerine kafa tutuyor, Emniyet müdürünü, valiyi, savcıyı azarlıyor, mesleki hiyerarşiyi hatırlatacak olanları Başbakan ile olan şahsi bağlarını öne sürerek susturuyordu. Kendi ekibini kurdu, atamalar, görevlendirmeler yaptı. İstanbul Emniyeti bir şube müdürünün emrine verilmişti, bir dediği iki edilmiyordu.
Binlerce sahte delil üretti, yüzlerce hayat kararttı. İftiralar altında ölenler, ağır hastalıklara yakalananlar, ailesi dağılanlar, ocağı sönenler oldu. Küçük memur Ali Fuat, bu insanlık suçlarını yükselişinin ayak sesleri olarak gördü. Kazandığı ikramiyeleri çocuklarının kursağından gönül rahatlığıyla geçirdi.

Gel zaman git zaman devran döndü, eski çamlar bardak oldu. Kendisini Reis'e refere edenlere bundan sonra hain muamelesi yapılmasına karar verildi. Dört yıl boyunca karşılıklı yenilen kilolarca hurmanın faturası Ali Fuat'ın hesabına yazıldı.
İnanamadı; olamazdı, birileri Reis'e mutlaka yanlış bilgi veriyor, kendisini onun gözünden düşürmeye çalışıyordu. Telaşla Reis'e ulaşmaya çalıştı ama kendisine en alt düzeyde bir muhatap dahi bulamadı. Telefonlarına çıkılmadı, randevu taleplerine cevap verilmedi.

Reis bunu neden yapıyordu?

Kendisi bir görev adamıydı. Reis istesin, bugün "hain" ilan edilen eski ağabeyleri için de delil üretir, onların da tutuklanmasını sağlardı oysa..

Feryatları duyulmadı. Bir sabah, bir zamanlar kendisine koridorda selam duran genç polisler eve gelip ters kelepçe ile derdest ettiler Ali Fuat Müdürü. Vaktiyle azarladığı savcılardan biri tutuklama talep etti, gönderdiği sahte delillerle asker, gazeteci, politikacı tutuklamış hakimlerden biri de tutuklayıverdi. Hem de terör örgütü mensubu olmaktan!

Tam üç yıldır bir zamanlar kimlerin gönderileceğinin listesini yaptığı cezaevinde olup bitenleri düşünüyor. Başına bunların neden geldiğini anlamaya çalışıyor. Geleni giden, arayanı, sahip çıkanı yok. Avukat bulmakta bile zorlanıyor. Daha kaç yıl bu şekilde yatacağı, suçlamaların altından nasıl kalkacağı belli değil.
Bitmedi. Sadece kendisini bu soğuk betona gömmekle kalmadılar. Emekli maaşına, mal varlığına, parasına puluna da el koyup geride bıraktığı ailesini açlığa mahkum ettiler.

O da yetmedi, son bir hamleyle can evinden vurdular ve binbir zorlukla okullarını bitirip babalarına destek olmaya çalışan iki kızını da tutukladılar.
Şimdi hücresinde düşünürken biliyor ki bu kadarını kendisine hayatlarını kararttığı Ergenekon ve Balyoz sanıkları bile yapmazdı. Suçun şahsiliği ilkesine sadık kalırlar, hiç değilse çoluk çocuğuna ilişmezler di.
Kızların tutuklanmasına en kadim dostları bile sessiz kaldı. Sıradan bir gazete haberi olarak geçiştirildi. Yine biz Ergenekon sanıklarının vicdanı rahat durmadı, tepki gösterdik, sosyal medyada itiraz sesleri yükselttik, "Bu kadarı fazla, çocukların ne suçu var" dedik..
Netice..
Makam,mevki ve para için vicdanını satan, sadece kendi hayatını değil, çoluk çocuğunun hayatını da cehenneme atar.
Evet, ilahi adalet zalimleri birbirine kırdırarak da olsa, kendi düzenini mutlaka hakim kılar.
Önünde veya sonunda..
NOT: Bu ibret hikayesinin İdris Naim Şahin; Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala, Bülent Arınç, Ekrem Dumanlı vs. versiyonları da mevcuttur.

29 Ekim 2020 Perşembe

Siyasi Ayak Oyunları.,

 Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat


Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat

Güvenlik, Kemal İnat, Siyaset, 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi, ABD, Adalet ve Kalkınma Partisi, AK Parti, Askeri Darbe, Fethullah Gülen, FETÖ,
Recep Tayyip Erdoğan, Siyasi Ayak Oyunları, “Siyasi Ayak” Oyunları.,

Kemal İnat
19 Şubat 2020.,


FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir..

    Türk siyasetinde yeniden garip bir şekilde başlatılan “siyasi ayak” tartışmasını dış politikadan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir.
Güncel tartışmanın fitilini ateşleyen de eski bir Genelkurmay Başkanı olduğuna göre, meselenin darbe boyutu da çok önemli.
FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin Türkiye’nin bağımsız dış politika arayışlarıyla yakından ilgili olduğu açık bir gerçektir. Şimdi siyasi ayak polemiği üzerinden FETÖ’ye karşı mücadelede en ön safta yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırının da aynı şekilde Türkiye’nin dış politikadaki bağımsız çizgisinde ısrar etmeye devam etmesiyle çok yakından ilgisi var.
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını kazandığı bir seçimden sonra muhalefetin 2023 seçimlerini demokratik kurallar çerçevesinde kazanmaya yönelmek yerine, yeniden geçmişteki hataya düşüp, hangi yolla olursa olsun Tayyip Erdoğan’ı iktidardan devirmek arayışına girmesi anlaşılır gibi değil.
Tayyip Erdoğan’a FETÖ ile yeterince mücadele etmediği iddiası üzerinden muhalefet etmek, iktidar mücadelesini yeniden zayıf olduğu alana çekmek demektir. Herkes Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelesinin ne kadar kararlı olduğunun şahidi. Hatta bazı kesimler bu mücadelenin çok sert olduğunu ileri sürerek onu eleştiriyorlar.
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra FETÖ ile mücadeleyi çok sert yürüttüğü gerekçesiyle Erdoğan’ı eleştiren ve bu mücadeleyi baltalamaya yönelik siyasi adımlar atan muhalefetin şimdi FETÖ’nün siyasi ayağı polemiğinde onu itham etmesi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki “kontrollü darbe” söylemi kadar anlaşılmaz bir taktik hatası.

Muhalefetin, FETÖ’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğine yönelik bir tehdit olduğunu artık kabul edip, meseleyi sulandırmadan, hükûmetin bu tehdide karşı attığı adımları ve Türkiye’nin bağımsızlığını koruma konusundaki çabasını takdir eden bir çizgiye gelmesi hem kendisi hem de Türkiye için en doğru yol olacaktır.
FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir. 2009 yılından itibaren Türkiye’nin özellikle Orta Doğu politikasında Washington’u rahatsız edecek düzeyde bağımsız hareket etmesi, ABD’nin elindeki bütün araçlarla Türkiye’nin “kayan eksenini” yeniden yerine oturtmaya çalışmasına yol açtı.

Bu çerçevede başvurulan araçlardan biri de Fetullah Gülen örgütü oldu. Başta ordu, emniyet ve yargı olmak üzere Türkiye’deki önemli kurumlara yerleştirilen örgüt elemanları “ekseni kayan” AK Parti hükûmetini devirmek için harekete geçti.
17-25 Aralık, saldırının açıktan yürütülen ilk aşamasını oluşturdu. Bu dönemde muhalefetin, ABD merkezli bu saldırıya karşı Türkiye’nin bağımsızlığını savunmak yerine, bunu AK Parti hükûmetini devirmek için bir fırsat olarak görüp desteklemesi halk tarafından affedilmedi ve ardından 30 Mart 2014’te yapılan seçimler muhalefetin hezimetiyle sonuçlandı.

Muhalefet partilerinin Türkiye’nin güvenliğini ve bağımsızlığını hedef alan saldırılarda hükûmetin arkasında durup, doğrudan iç siyaseti ve hizmetleri ilgilendiren konulara yoğunlaşmaları başarılı olmalarının anahtarıdır.

AK Parti döneminde, dış politikanın bağımsız çizgiye çekilmesi, terör örgütleriyle mücadele ve darbelerin önlenmesi konusunda elde edilen kazanımların geriye döndürülmesine yol açacak bütün adımları halkın cezalandıracağını görememek muhalefet açısından ciddi bir basiretsizlik olacaktır.

Meşru hakkı olan iktidara gelme hedefine, halkı ikna ederek demokratik yollardan ulaşmak yerine, eskiden olduğu gibi, darbe gibi yöntemlerden medet umarak ulaşmaya tevessül etmesi ve Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen gayrimeşru aktörlerle birlikte hareket etmesi muhalefetin yapacağı en büyük hata olacaktır.
Son dönemde şahit olduğumuz “siyasi ayak” ve “darbe” tartışmaları muhalefetin geçmişteki hatalarından maalesef ders almadığını gösteriyor.

https://www.setav.org/siyasi-ayak-oyunlari/

***

22 Mart 2017 Çarşamba

Sansür, Siyaset ve Şehitler

Sansür, Siyaset ve Şehitler


Özcan PEHLİVANOĞLU

ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 

04 Haziran 2010


Haftada bir yazdığım için konular birikiyor. Keşke zaman bulabilsem de her gün yazsam. Ama mümkün olmuyor...

Son yazımda "CHP örgütü demek, Türk Milleti demek değildir" başlığında gelişmeleri değerlendirmiştim. Ne yazık ki bu yazı kendini Atatürkçü ve sosyal demokrat olarak niteleyen bazı yayıncılar tarafından sansürlendi. Kimileride başlığı değiştirerek yayınladı. Oysa ki RTE, AKP ve cemaat ile tarikatlar için ne ağır yazılar yazdım hiçbiri sansürlenmedi. Bu nasıl bir demokratlık?

Ben CHP üzerine bir analiz yaptım. Bunu yapma ve düşüncemi özgürce ifade etme imkanım yok mu?

Siz nasıl Atatürkçüsünüz veya sosyal demokratsınız? Anlatın bir bilelim.

İpliğinizi biri pazara çıkarıyor diye mi sansür uyguladınız? Yoksa korktunuz mu?

Sadece Kemal Kılıçdaroğlu'nu bir umut görerek CHP'nin ipine sarılan arkadaşlara soruyorum. Sayın Kılıçdaroğlu; Dersim ve kürt meselesi hakkında bir fikirlerini açıklasında hep beraber öğrenelim.

Samimi olun arkadaşlar! Atatürkçülük ve sosyal demokratlık maskesi altına sığınarak bu ülkede yaptıklarınızdan dolayı siyasal İslamcı bir iktidarın başımıza musallat olduğunu itiraf edin.

Şimdi de aynı oyunu oynamak için dış destekli Doğan Medyasının Türkiye'nin kurtarıcısı olarak ilan ettiği Kılıçdaroğlu'nun etekleri altına gizleniyorsunuz. Ve biri bunları söylüyor diye hemen sansür uyguluyorsunuz. Biraz samimi olun...

Tatlı su Atatürkçüleri ve slogancı aslan sosyal demokratlar; yazılarımı cetvel koyarak dikkatle okuyun. Okuduktan sonra hala itirazlarınız varsa şöyle bir kendinizi sorgulayın. Ola ki doğruları görür ya da aslınıza rücu edersiniz.

Şehitler, şehitler, şehitler... kalbimizi dağlayan acılar ve buna dur diyemeyen bir halk. Doğruların ateş olduğu bir zamanda aman bu ateş beni yakmasın diyen dilsiz şeytanların kol gezdiği bir toprak parçası olmuş benim vatanım.

Alın ulan başınıza çalın...

Dersim'inizi,  bölücübaşınızı, patrikhane'nizi, Tayyib'inizi, Kılıçdaroğlu'nuzu, hocaefendinizi ve bilcümle putunuzu.

Yeter ki biraz adam olun adam!

04 Haziran 2010

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1639

***