4 Mayıs 2015 Pazartesi

Seçimlerden Sonra Kürdistan Kurulacak...




Seçimlerden Sonra Kürdistan Kurulacak...



Ali ERALP
alieralp37@gmail.com


Tarih: 14-03-2015 16:52
Seçimler Yaklaşıyor…

ABD’si, AB’si, ağası, beyi, şeyhi, şıhı, imamı, bölücüsü kolları sıvadı…

Para kesesinin ağzını açtı... Başbakanlık, bakanlık, Cumhurbaşkanlığı kaynakları, holdingler, havuz sermayesi, havuz medyası oluk gibi para akıtıyor.

Bütün bu imkânların yanında, tabii bir de seçim zamanı, kediler (!) boy gösterecek, ellerinden geleni ardına koymayacaklar… UCUBE SEÇSİS’li bir seçim ortamı da işin cabası…

 Egemen güçlerin hedefi, yeniden iktidarı almak… Bir dönem daha talana, sömürüye devam etmek…

Herkes AKP’den milletvekili olmak istiyor. Herkes AKP’ye koşuyor… Çıkarını, geleceğini, kişisel kurtuluşunu orada görüyor… Parlamentoya 550 milletvekili seçilecek ama sadece AKP’ye altı bin küsur müracaat yapılmış…

Hile hurda, oyun içinde oyun, üçkâğıtçılık aldı başını gidiyor…

AKP’nin esas hedefi rejim değişikliği… Cumhuriyetin ve Atatürk’ün köküne kibrit suyu dökmek… 1923 AYDINLANMA DEVRİMİNDEN arta kalan kırıntıları da silip süpürmek, laik düzene son vermek…

Ve Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına gömmek…

Hedef 2023...

Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümünde, mollalar, Federe İslam Cumhuriyetini ilan etmek istiyorlar… Son durak orası…

Çankaya Köşkü bu nedenle boşaltıldı… Amaç, Cumhuriyeti anımsatan ne varsa ortadan kaldırmak…

Cumhurbaşkanı RTE, “İlle de 400 milletvekili isterim… İlle de 400 Milletvekili isterim” diye boşuna çırpınmıyor…

400 milletvekiline ulaşınca anayasayı değiştirecek, “Başkanlık Sistemini” oluşturacak, sonra da padişahlığını ilan edip, tek güç, tek yetki ve tek söz sahibi olacak…

Hani bir zamanlar bir ulusal bayram kutlamasında demişti ya bir küçük öğrenciye: “Artık Başbakan sensin… Yetki senin. Asarsın, kesersin. Her şey sende…”

Tüm yetkileri kendisinde toplayarak, asıp kesmek istiyor…

Ama burada asıl amaç başka… Asıl amaç, Anayasanın ilk üç maddesini değiştirmek… Yani kaldırılması teklif dahi edilemeyecek maddeleri rafa kaldırmak... Ne diyor o maddelerde?

Madde 1: Türkiye devleti bir cumhuriyettir.

Madde 2: Türkiye cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Madde 3: Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "istiklal marşıdır. Başkenti Ankara’dır.

Bu maddeler, Anayasadan çıkarılmadan ne APO serbest bırakılabilir, ne de Kürdistan kurulabilir…

Onun için seçimlerden sonra yapacakları ilk iş Anayasanın bu ilk üç maddesini kaldırmak olacaktır. AKP bu işi tek başına yapamazsa, yanına HDP’yi de alacak, bu tasarıyı birlikte hayata geçirecektir…

Bebek katili APO ve Kandil de bu “Yeni bir Anayasa yapma” isteğini daha önce defalarca ilan etmişti zaten… Şimdi bu plan yürürlüğe konmaya çalışılmaktadır… Seçimlerden sonra AKP – PKK bu alanda tek vücut olacak, ABD – AKP – PKK arasında düzenlenen bu tertibi yürürlüğe koyacaktır. BOP planına uygun bir yöntemle ülkeyi eyaletlere bölecek, parçalayacaklardır…

HDP hareketini bir “Özgürlük Hareketi”, HDP başkanını da bir “Demokrasi Kahramanı” gibi görenlere buradan sesleniyoruz ve uyarıyoruz…

Yanılıyorsunuz… Yanlış yapıyorsunuz… Yanlış yoldasınız…

Bir zamanlar “EVET AMA YETMEZ”cileri de uyarmıştık ve demiştik ki: “Gelin bu sevdadan vaz geçin… Sonra pişman olacaksınız… Pişmanlık duyacağınız işlere girmeyiniz…”

Çoğu pişman şimdi…

Bu HDP sevdalılarını da iş işten geçmeden uyarıyoruz ve diyoruz ki: “Gelin bu sevdadan vaz geçin… Sonra pişman olacaksınız… Pişmanlık duyacağınız işlere girmeyiniz…”

Sonra ne vatanımız kalır, ne bayrağımız ne Türkçemiz, ne de Türkiye’miz…

Önümüzdeki seçimler çok önemli. Türkiye, bu seçimlerle yol ayrımına gelip dayandı… Bu kez AKP kazanırsa, sadece muhalefet kaybetmeyecek, sadece partiler kaybetmeyecek, tüm Türk milleti, tüm Türkiye kaybedecek… Çünkü seçimlerden sonra Bebek katili Apo’nun serbest bırakılması, Kürdistan’ın ilan edilmesi var gündemde…

Böyle bir ihanet gidişine “DUR” diyebilmek için yurtsever partilere büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Özellikle Ana Muhalefet Partisi CHP’ye…

Yapılan anketler göstermektedir ki Y-CHP’nin izlediği politikalar nedeniyle oylar HDP’ye kaymaya başlamıştır… Bu oran yüzde 4’lere ulaşmıştır…

Ülkemizin geleceği üzerine çok ince hesaplar yapılmaktadır bugün… Kurnazca oyunlar oynanmaktadır. Kürdistan’ın ilanı bir olupbittiye getirilmek istenmektedir…

Oyu yüzde 6 – 6,5’larda seyreden HDP, hiçbir güvencesi yokken ve durup dururken, bir “Parti olarak” seçimlere girme kararını niçin almıştır? Çünkü ona yüzde 10 barajını aşma sözü verilmiştir. Çünkü tüm hazırlıklar seçim sonrası yeni bir anayasanın oluşturulması, APO’nun serbest bırakılması ve Kürdistan’ın kurulması planı üzerine yapılmaktadır.

Ama HDP barajı aşsa da aşmasa da muhalefet iktidar karşısında bir varlık göstermezse AKP ve PKK kazanacaktır…

Hiç vaktimiz kalmamıştır.

CHP derhal ve hiç vakit kaybetmeden yurtsever partilerle GÜÇBİRLİĞİ yoluna gitmek için görüşmelere başlamalıdır…

İllerde göstereceği adayları Atatürk düşmanlarından değil, PKK ve Gülen sempatizanlarından değil, Atatürkçülerden seçmeli, seçimlere alnı açık, başı dik adaylarla girmelidir…

Gün kısa vadeli, küçük hesaplar, çıkarlar peşinde koşma günü değildir.

Gün cumhuriyeti, laikliği, demokrasiyi, özgürlükleri, vatanı kurtarma günüdür…


http://www.kemalistler.org/yazarlar/ali-eralp/secimlerden-sonra-kurdistan-kurulacak/886/

..

Deli misiniz, Divane misiniz,




Deli misiniz, Divane misiniz,


Rifat SERDAROĞLU
iletisim1@kemalistler.org
Tarih: 23-07-2014 15:49


Yıllardır söyleye  söyleye dilimde tüy bitti. 
Ömrümü yediniz, yine de anlamadınız!
Artık Eski Türkiye yok, Yeni AKP Türkiye’si var. 
Sokun artık bunu kafanız yahu…

Eyy Cumhuriyetin Savcıları;
Sizin neyinize AKP’ li Bakanların hırsızlıklarını yolsuzluklarını incelemeye kalkmak. Siz hiç ders almaz mısınız ? Deniz Feneri e.V davasının, yani
“Yüzyılın En Büyük Yardım Soygununun” soruşturmasını yapan Savcıların başına neler geldiğini, SAVCI iken nasıl SANIK ya?ıldıklarını unuttunuz mu?

Eyy Devletin Polisleri;
Sizin neyinize Cumhuriyet Savcılarının emrine uyup da, Şehzade Bilal Oğlan ile asil babacığının telefon konuşmalarını dinleyip, sıfırlama operasyonunu ortaya çıkarmak!
Bunu yaparsanız, bir zaman emrinizde olan polisler, kelepçeyi takarlar götürürler merkeze, rezil ederler herkese.

Geçti o günler yahu!
Erdoğan sadece Başbakan değil ki, o aynı zamanda hemi Sultan hemi de Halife!
O, bu toprakların üstünde-altında ne varsa hepsinin sahibi. Biz kulların da efendisidir!
Tabii ki Şehzade Bilal Oğlan, trink para 75 Milyon Lira verip GEMİ alacak!
O almaya?ak da siz mi alacaksınız, bizler mi alacağız. Sizin- bizim babalarımız Sultan mı?
Nereden bulup aldınız demek yok, niçin iki tane almadınız diyeceksiniz.
Türkiye tamamen onların mülküdür ister satarlar, ister tutarlar.
Tövbeler olsun, ona haşa Allah bile hesap soramaz artık!

Yapmanız gerekenleri son kez yazıyorum, iyice okuyup ezberleyin.
?amam mı kuzularım?
-Her Cuma namazından sonra erkek Savcı ve polisler, Şehzade Bilal Oğlanın namazını kıldığı Caminin önünde tek sıra olacaksınız. Kelleler öne bakacak.
Sakın ola ki Şehzademiz Efendimizin mübarek yüzüne bakmayacaksınız. Şehzade görünür görünmez, “Çok Yaşa Şehzademiz, bizler senin g….ün kıllarıyız” “Emir almaya geldik, Ya Şehzade” diye uyumlu olarak ve yüksek sesle bağıracaksınız.
Şehzade Bilal Oğlan, hanginizin omuzuna dokunursa, yine kelle önde eğilip, etek öpeceksiniz.
Şehzade, kazara ile yellenirse “Ohhh, rahat ola, misk kokulu Şehzademiz Efendimiz” diyeceksiniz… Sakın şaşırmayın iyi mi?

-Yükselmek isteyen Hanım Savcı ve Hanım Polis kardeşlerimiz ise, Prenses Sümüğümüye’ nin yanından bir an bile ayrılmamalıdırlar. Prenses tiyatroya mı gidecek, en az 1500 Polis eşliğinde gitmelidir. Prenses sit alanındaki kaçak villalarında havuza mı girecek, hemen çevrede vaziyet alacaksınız. Ola ki erkek sinekler prensesimizi rahatsız ederler, derhal engelleyeceksiniz!

Öyle; Bakanlar malı kökten götürmüşler, her biri arsalar-binlerce dönüm arazi kapatmışlar, 700 bin liraya saat, 2 milyon liraya at almışlar, çocukları bile Avro milyoneri olmuş, şunları bir araştıralım, “bunlar galiba hırsız yahu” demek yok. Bırakınız soysunlar, bırakınız ütsünler. Siz milletten iyi mi bileceksiniz yahu?

Millet kendi hırsızını bulmuş, kanının emildiğinin farkında bile değil. Esrar çekmiş gibi uyuşukluk içinde, uyuyup duruyor. Size mi kaldı milleti uyandırmak?

Yok, MİT’ in Tırlarıyla IŞİD denen caniler alayına ağır silahlar taşınmış da,
Sonra IŞİD, Türk Konsolosluğunu basmış Türk Bayrağını çiğnemiş de,
İsrail’in Gazze’ li çocukları bombalayıp parçaladığı uçakların yakıtını Türkiye veriyormuş da, Türk köylü - çiftçisi aç gezerken, 2 milyon Suriyeli’ ye çalışma izni verilecekmiş de, Sizlere ne bunlardan yahu!

Bunların hesabının sorulacağı yer sandık değil mi?
Seçsis sağ olsun. Sultan ne sonuç isterse, Seçsis onu çıkarırmış, size ne yahu!
Yeni Türkiye’ nin, İleri Demokrasi’ si bu, hala anlamadınız mı, taş kafalılar?

Not: Sayın Hüseyin Hakkı Kahveci, “Yüzyılın Hilesi, Sandıktaki Hülle” adlı kitabını yayınladı. Okumanızı tavsiye ederim. Görün bakın AK SEÇİM nasıl oluyormuş…

Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Temmuz 2014

http://www.kemalistler.org/yazarlar/rifat-serdaroglu/deli-misiniz-divane-misiniz/1/

..

Haydi Vizyon Var Vizyon,



Haydi Vizyon Var Vizyon,


Rifat SERDAROĞLU
iletisim1@kemalistler.org
Tarih: 24-07-2014 07:29

AKP kadar, cafcaflı belgeler - kitapçıklar bastırtıp sebil gibi dağıtan başka bir parti yoktur.
AKP yetkilileri bunları yaparlar yapmasına ama ufacık bir kusurları vardır!
Büyük paralar harcayarak bastırtıp dağıttıkları yayınları kendileri hiç okumazlar!
Tıpkı, sadece gösteriş olsun diye evine veya işyerine kütüphane yaptırıp, yüzlerce ciltli kitaplarla dolduran ama tek sayfasını bile okumayan görgüsüz cahiller gibi.
Laf olsun, çalışıyor görünelim, Patron (Erdoğan) bizi önemli bir iş yapıyormuşuz gibi görsün, iktidar nimetleri bizim çanağımıza da aksın, diye düşünürler!

Size bir örnek vereyim;

Cumhurbaşkanı Adayı Erdoğan, “Cumhurbaşkanlığı Vizyon Belgesini” Badem uzmanlara 84 sayfa olarak hazırlattı. Bu belgeye fiyakalı bir isim de taktılar; “Yeni Türkiye Yolunda!”
(Bademler, “Yol” kelimesini çok severler. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” , “ Yola devam edeceğiz” , “Yolumuzu bulalım” , “Yolumuzu kesemezler” gibi.
Sizce bu “YOL” takıntısı nereden geliyor?)

“Yeni Türkiye Yolunda” adlı belgenin 56. Sayfasında aynen şu ifade kullanılmış;
“Bütçe disiplininden asla taviz vermedik. İç borcumuz azaldı, bütçe açıkları minimize edildi.”
Türk Milletini aptal olarak görüyorlar ya, nasılsa kendileri gibi kimse okumaz sanıyorlar ya!

İç borcumuz azalmış ha;
2002 yılı sonunda iç borç stokumuz; 155,2 Milyar lira idi.
2014 yılı ilk çeyrek yılında iç borç stokumuz; 436,9 Milyar lira oldu.
Nasıl azalma bu?

Erdoğan’ın Yeni Vizyonundan bir örnek daha verelim;

“AKP İktidarında bütçe disiplinine riayet edildi ve bütçe açığı verilmedi!”
Öyle mi? Gelin devletin rakamlarına beraberce bakalım;

2003-2013 yılları arasında, YILLIK BÜTÇE AÇIĞI; 28,9 MİLYAR LİRA oldu.
2014 yılına kadarki TOPLAM BÜTÇE AÇIĞI; 274 MİLYAR LİRAYI buldu.
Bu açık, Cumhuriyetin yaptığı tüm eserlerin iki-üç yıllık kiraları karşılığı satıldığı 52 MİLYAR LİRALIK özelleştirme gelirine rağmen gerçekleşti.

Bu açık maalesef giderek çoğalmaktadır.

2014 yılının ilk 6 aylık döneminde BÜTÇE AÇIĞI, 2013 yılının aynı dönemine kıyasla YÜZDE 210 arttı! Bu mu bütçe disiplini?

Esasında AKP’ nin tüm bu raporları yayınlayıp, hem masraf yapmasına hem de kendi raporları ile kendilerini yalancı çıkarmalarına hiç gerek yok.
Çare belli. Çare Rize - İyidere’nin AKP’li Belediye Başkanı Ahmet Mete’de!
Ahmet Mete, şu açıklamayı yapıyor tüm memlekete;
“20 gün yoğun bakımda yattım. Aşağıdaki dünyaya gittim, tekrar geri geldim. Aşağıda baba ve dedelerinizi gördüm, onlardan size selam getirdim. Baba ve dedeleriniz çok çalışmanızı istedi.

10 Ağustos’ta Başbakan Erdoğan’a oy vermenizi istedi…”

İşte Vizyon bu! İçişleri Bakanlığı bu beyanından dolayı adamı görevden almadığına göre, demek ki adam kafayı kırmamış.
Adam öteki tarafa gidiyor, orada görüşmeler yapıyor, dönmeye karar veriyor ve
oradan aldığı emirleri, iftar sofrasında tüm Türk Milletine tebliğ ediyor!
İki dünya arasında hızlı tren gibi mübarek! Sıkıysa uyma…
Bu arada, öteki tarafa gittiğini iddia edenler, hep yukarı doğru, yani gökyüzüne çıktıklarını söylerler. Bizim Başkan, hem yerin dibine yolculuk ediyor, hem de Tayyip’e oy verilmesini isteyen baba-dedelerini de yerin yedi kat dibinde buluyor! Allah mı söyletiyor dersiniz ?

İşte böyle değerli okurlar;

Bundan böyle Vizyon Mizyon beklemeyin! Neyi merak ediyorsanız, girin yoğun bakıma, ister aşağı ister yukarı doğru gidin, sorun oradakilere, ne istiyorlarsa yapıverin gari… Ücretsiz Vizyon diye ben buna derim.

Sizler hele 10 Ağustos’ta Ekmel Beyi seçerseniz, Tayyip Bey doğal olarak yoğun bakıma gidecektir. Ondan sonra seyreyleyin siz aşağıdan gelen haberleri…

Not; Sayın İyidere Belediye Başkanı;

Mademki her b.ku piliysun, ha baa de bakayim. Tayyip’un uşağının vakfına kim koydu o yüz milyon Amerika dolarini? Haçan Tayyi?’in uşağı 75 Milyon D?lar’a yeni bir gemi almış. Bu değirmenin suyu nerden celir? Niçin susaysın?
Desene uşağum…

Sağlık ve başarı dileklerimle 
24 Temmuz 2014

http://www.kemalistler.org/yazarlar/rifat-serdaroglu/haydi-vizyon-var-vizyon/2/

..

DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI,




DP’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI

30 NISAN 2012 PAZARTESI

D(y)P'ye uyarı ve armağan!..

DEMOKRAT PARTİ’NİN SORUNLARI VE TARİHİ SORUMLULUKLARI
Mustafa Nevruz SINACI



          









  7 Ocak 1946’da kurulan, 14 Mayıs 1950 “Beyaz İhtilâl ve Milli Demokrasi Bayramı” ile muktedir olarak; Necip Türk Milleti tarafından “bütün engel, hile ve hain tuzaklara rağmen” devlet idaresine millet iradesini taşıdığı için; 27 Mayıs 1960 günü kanlı, kalleş ve hain bir tertiple arkadan vurularak, hiddetle ve şeametle iktidarı gasp ve irtikap edilen, tarihi ve kadim Demokrat Parti; 52 yıldır zımnen iktidar, hükümet ve hikmetin gerçek hak sahibidir.
            Bu tarihi, hakiki ve fiili duruma rağmen; günümüzde adeta bir şov, örtülü şaibe simsarlığı ve furyaya dönüşmüş “sözde darbe, cunta ve sultaların sorgulanıp, yargılanması” sürecinde henüz 27 Mayıs gündeme bile gelmemiştir. Oysa 27 Mayıs, darbelerin anası, yarım asırdır artarak sürüp gelen anarşi, terör-tedhiş, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgunun ağa babasıdır. Bu hıyanet, hain suç ve şeamet sorgulanmadan, yargılanmadan ve maşeri vicdan müsterih kılınmadan; Vaki ve kain bilumum sorgulama ve yargılamalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur.    
            Ancak, bu süreci başlatmakla sorumlu, mağdur ve müdahil D(y)P suskun, pasif, korkak; Adeta onursuz ve sorumsuz bir haldedir. Halbuki, şu an için terkip ettiği DP+AP+DYP+ANAP = Demokrat Parti sentezinde mutlak mes’uliyet vardır. Zira bahusus dört “gelenek” partisini toplam hükümet dönemi 30 yılı mücavir olup; Bunun farkında, fevkinde ve idrakinde olmayan öz’de değil, sözde DP’liler mutlaka cahil, gafil, aptal ve yahut siyaset simsarı, misyon taciridir.             
BİLMEYENLER İÇİN BİLDİREYİM:
Yeniden açıldıktan sonra, pek çok badire, dahili-harici müdahale, darp, vesayet, cunta ve sulta kıskacına rağmen ruhlanan, istikamet tutturan tarihi, hakiki ve kadim DP’nin 19. sıra sayılı (pazara düşürülmeden önceki) son 10.uncu olağanüstü Büyük Kongresi 08 Mayıs 2005 tarihinde, Ankara,  Balgat Ziyabey Caddesindeki Genel Merkez salonunda ifa ve icra edildi. Pazarlamacı ve peşkeşçi ‘siyaset simsarı-misyon taciri’ sözde başkan Yaşar Aydın ve Ömer Yıldırım; alıcı ANAP adına simsar Erkan Mumcu ile şeriki Mehmet Ağar!..
            Yani, Demokrat Parti’nin DYP tarafından gasp ve ANAP tarafından ikinci kez, (hukuk ve ahlâka) aykırı pazarlanmasını müteakip aldığı (bize göre D(y)P olduğu) ad ile vaki ilk olağanüstü kongre: 11., sonraki dönem ilk olağan kongre ise: 10. olmak zorundadır. Çünkü son olağan DP kongresinin sıra sayısı 9’dur. 25 Kasım 2001’de yapılmış olup; Truva atlarının dahliyle İ. Melih Gökçek’e kapıların açıldığı meş’um kongrenin divan başkanı ise arkadaş Musa Çomoğlu’dur.
            Lâkin bakın şu samimiyetsizliğe ki; Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar şürekası ile başlayan süreçte silsile-i meratibe asla uyulmamış; Orijinal Tüzük ve Program çöpe atılmış, 46 ruh, dava ve misyonunun ilzamı olan “başparmağı açık ‘Yeter!.. Söz Milletindir..anlamına gelen’ Sağ El” amblem olmaktan çıkartılmıştır. Vakıa, tarihi ve kadim Demokrat Parti şimdi işgal, intihal, gasp ve tasallut altındadır. Hakiki, samimi mensupları cebren ve hile ile kapı dışarı edilmiştir. Partinin manevi şahsiyeti, değer ve potansiyeli sömürülmekte, tarihi dava istismar edilmektedir.   
   
DİKKAT ETMEK, SAMİMİ VE SADIK OLMAK GEREK!..











            
Demokrat Parti; 1923 kurucu Cumhuriyet, Türk İnkılâbı ve Atatürk İlkeleri’nin en hakiki siyasi mabedi; TBMM’nin mana ve misyonu anlamına gelen ve varlık nedeni: “millet iradesinin, devlet idaresinde ‘kayıtsız – şartsız’ hâkimiyet” ideali; Kadim DP’nin vücut bulma sebebidir. DP bizatihi gelenek, siyasette faziletin gerçek yolu, adı, ayinesi, izi ve çizgisidir. Bunu idrakten azade olanlar asla Demokrat Partili olamazlar… 
          DAHASI VAR!..
            Demokrat Parti, Atatürk’ün 1936 -1937 programını hayat vermiştir. Başarıları Atatürk’ün zamanı ile eştir. Her iki dönem de Türkiye, tüm dünyayı şaşırtan muazzam başarılara imza atmış, sürekli ilerlemiş; Demokrasi, eşitlik-adalet ve hukukta çağdaş medeniyet düzeyini aşmış; Sanayi-ticaret, bilim-teknoloji, endüstri ve milli kalkınmada çok büyük merhaleler kat etmiştir.
Atatürk ve Menderes zamanları, Türkiye’nin Asr-ı Saadet dönemleridir.  
Türkiye, O’nların zamanında dünya devletleri arasında ileri ve üstün yerlerdedir.
            Oysa Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 ve 27 Mayıs kalkışmasının vuku bulduğu 1960’dan sonra; Türk Milleti ve Cumhuriyetin birikimleri kısa sürede, onursuzca, hovardaca ve sorumsuzca peşkeş çekilmiş;. Adalet, hukuk ve ahlâka aykırı olarak hunharca harcanmış; çok kısa bir sürede ülkemiz ile dönem itibarıyla kısmen refahı yakalamış halkımız, tekrar fakirlik, yokluk, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve pahalılığın pençesine atılmıştır.   


   
           










SEBEBİ VAR!...
            Bunun başta gelen sebebi: Demokrat Parti’nin yokluğu ve Demokrat Partililerin namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu, demokrat vatandaşlardan mürekkep olması nedeniyle (1946 -50) tam bir azim, irade, fazilet ve kararlılıkla yürüttükleri; Milli değer ve devletin ilkelerine sahip çıkma anlamı taşıyan fazilet mücadelesidir. Birinci Cumhuriyet dönemi nasıl ak ve berrak ise Demokrat Parti dönemi de, aynı şekilde billur gibi parlak, şeffaf ve temizdir.
Kaldı ki; Tarihi ve kadim Demokrat Parti, demokrasi uğruna şehit vermiş; Millete halel gelmesin, vatandaş helâk olmasın, memleket tarumar edilmesin diye kerhen rıza gösterdiği isyan ve mel’un isyancılar tarafından organize çadır tiyatrolarında bile hesap vermekten kaçınmamıştır. Her ne kadar bu rezilliğe duçar oldu iseler de; 1960 sonrası kamu meclisince aklanmış ve iade-i itibara mazhar olmuşlardır. O’nların mâşeri vicdandaki müstesna yerleri, aziz hatıraları, eser ve hizmetleri ise, ebediyen hürmetle, şükran ve muhabbetle anılacak kadar eşsizdir.
Başta Aziz Atatürk olmak üzere, hepsinin mübarek ve muazzez ruhları şâd olsun…   

      
            BU NEDENLE!..








  









          Eğer memlekette hırsızlık, yolsuzluk, terör-tedhiş, işsizlik ve pahalılık varsa; Hükümetler ülkeyi bir vergi/sömürü cehennemi ve suçlu cenneti haline getirebilmişlerse: Orada, 1923 – 1938 dönemi kadim Halk Partili ve hakiki Demokrat Partili (namuslu, dürüst, demokrat, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaş) yok veya kalmamış, kökleri kurutulmuş ve bitirilmiş demektir. Özellikle ve bihassa; Her kim olursa olsun, “gelenek” çizgisinde yer alan Demokrat Parti’de görev almışsa ve “Demokrat Parti” çizgisinden bir siyasi-hukuki teşekkül varsa!..

Mezkür, müesses ve  munzam Demokrat Parti:  















Tarihi, kadim Demokrat Parti’nin bütün değer, esas ve ilkelerini yaşatmanın yanı sıra:  
            1. Her kademe ve her derece teşkilâtında bir “izleme komitesi” ve genel merkezde “gölge kabine” kurmak, icraatı saniyen takip etmek; Zuhuru halinde bütün haksızlık, yalan-talan, görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, kanunsuzluk, ihmal ve suiistimalleri Cumhuriyet Savcılıkları, Yargı ve halka taşımak;, Özenle takip etmek, sonuçlandırmak, milletin ve devletin namusunu, mülkünü, tapusunu, Cumhuriyetin eser, birikim ve hizmetlerini korumak, kollamak;...  
            2. Sadece yaşayan “malûl ve maznun” prostatlı insan müsveddelerini değil; Bütün sebep- sonuç ilişkisi içinde yol açtığı felâketler, maddi-manevi zararlar dâhil olmak üzere 27 Mayıs’ın tüm ayrıntılarıyla sorgulanması, Kamu Vicdanı, Yüce Türk Mahkemeleri, Hak ve Adalet önünde yargılanmasını sağlamak; Cebren ve hile ile gasp ve irtikap edilmiş iktidarını geri almak;..
            3. Velev ki, Türk Milleti’nin maruz, duçar ve muhatap kaldığı işsizlik, yolsuzluk, haksız ve hukuksuz muamelât; Hakkaniyet ve adalet sınırlarını aşan vergi; Haddini, hududunu tecavüz eden “hayati mal ve hizmet” fiyatları; Devlet, siyaset ve matbuat ricalinin haksız gasp, irtikap ve istimalini;, Milli ve milletlerarası siyasette (varsa) vaki onursuzluk, sorumsuzluk, milli değerleme ve mütekabiliyete aykırılıkların tespiti, teyakkuzla takibi ve millet lehine tertibi;
            4. Demokrat Parti için ‘TBMM içi’ veya ‘TBMM dışı’ diye bir mefhum tanımamak;. Her ahval ve şeraitte sadece millet için var olmak, bizatihi millet olmak;, Varlığında asla ve kesinlikle sulta-cunta, emanet-vesayet gibi insanlık dışı, alçakça, haince, şerefsizce oluşum, iddia, ilzam ve despotluk-diktatörlük, şeflik, liderlik gibi hafifmeşrepliklere asla müsaade etmemek; Vicdanı hür, irfanı hür, özgür bilim ve adalet şiarından asla taviz vermemek;
            5. Ve nihayet, (6 Mayıs 2012 tarihli Kongrede) meşum Truva atı’nı ebediyen defederek; “Yeter!.. Söz Milletindir.” anlamına gelen “başparmağı açık sağ el” i baştan beri olması gereken yere yükselterek, büyük Türk Milleti’ne “Baba Ocağına dön” ve aslına rücu et daveti çıkarmak.
            6. Nihayet; Yeter Söz Milletindir!...Diyerek, “tek ve yegâne muhalefet partisi” sıfatını üstlenip, siyasette fazilet mücadelesine başlamak; Derhal bir gölge kabine kurup “Türk Milleti Adına” hükümetin bütün icraat ve faaliyetlerini takip etmek” zorunda ve durumundadır.
            7. Aksi takdirde malum ve mahut D(y)P sıfatını haiz marjinal at, insanlık dışı eşgüdüm ve tamah ile malul, aciz ve mukallit, şahsiyetsiz siyasi mevta durumuna düşecektir..
            "Evet, YETER!... SÖZ MİLLETİNDİR.." Biline!.   

http://mns06.blogspot.com.tr/2012/07/dpnin-sorunlari-ve-tarihi.html?showComment=1430729783683#c5924609129788232759

..

YAKIN TARİHİMİZİN BİLİNMEYENLERİ!... Celal Bayar Anlatıyor,





YAKIN TARİHİMİZİN BİLİNMEYENLERİ!... 

Celal Bayar Anlatıyor



Mustafa Nevruz SINACI



















Yakın tarihimiz bilinmeyenlerle dolu. Oysa geçmişi dosdoğru bilmeden geleceğe doğru emin adımlarla yürümek mümkün değildir.
Bu nedenle ve dönem itibarıyla lüzumuna binaen, bazı bilinmeyenleri, ülkemizin ilk sivil Cumhurbaşkanı merhum Celâl Bayar’ın bizzat anlatımından aktarmak istiyorum:
Maksadım, gerçek bir Atatürk sevdalısı olan Celal Bayar'ın anlattıklarını nakledip, kısa ve özlü notlarla günümüzle ilişkilendirmek..
Hanedan için çırpınış ve İnönü'nün devletçiliği:
Bayar, Cumhuriyet kurulduktan sonra yurtdışında yaşamak zorunda kalan Osmanlı Hanedanı mensuplarının bu hallerine çok üzülür ve bir avuç Hanedan mensubunun Türkiye Cumhuriyeti için bir tehlike olmayacağını savunur.
Bayar aynı zamanda farklı bir zaviyeden de olaya bakmaktadır.
"Bu insanlar yurda sokulmadıkça yabancı memleketlerde olayı dışarıdan değerlendirenler, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bir avuç insandan korktuğu sonucuna varabilirler..."
Bu durumu başvekil iken Atatürk'e açarak Hanedan'ın affının sırası geldiğini belirtir.
Atatürk samimi bir sesle: "Yap bunu çocuk, devrinin şerefi olur!" der.
Tabi Bayar bunu devrinin şerefi için değil yurdun bir davasının çözümlenmesi arzu ve samimi niyetiyle istemektedir.
O devirde herkes Atatürk gibi çok yönlü düşünemediği için teklif meclise geldiğinde bir kıyamet koptu ve bazı başyazar milletvekilleri aleyhinde yazmakla Bayar'ı tehdit ettiler.
Bayar bu tehditlere kulak asmadığını ve tehditlere pabuç bırakmadığını elbet ama ufak bir taviz vererek hanedandan yalnız kadınların yurda girmelerini, erkeklerin yurt dışında kalmalarının uygun olacağı görüşünü kabul etmek zorunda kaldığını anlatıyor. (Şu devirde bile adalet, hakkaniyet ve medeniyet abidesi Osmanlı padişahlarına hain deme cüretini gösterenlere ne demeli?)
İsmet Paşa ile Rusya Seyahati:
İsmet Paşa'nın Rusya ziyaretine sosyalist Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile birlikte gittiğini ve Tevfik Rüştü'nün bu gezi boyunca Sosyalizmi İsmet Paşa'ya sevdirmeye çalıştığını; Rusya'da Stalin'le de görüşen İsmet Paşa'nın belki Marksizm'i değil ama ekonomik güçlerin devlet elinde toplanmasını çok beğendiğini, çünkü, "Ekonomik güçler, ne kadar hükümetin elinde olursa, milleti idare etmek o kadar kolaylaşır” prensibini uygulamaya koyduğunu ve devletçi kanunları" meclise getirip kanunlaştırmasını anlatıyor.
Bayar, ardından ekliyor: “Ben İktisat Vekili olarak işe başladığımda bu katı ve koyu devletçi kanunları elimden geldiğince yumuşatarak uyguladım ve Halk ile Devleti ortak bir ekonomiye götürdüm. Atatürk de bu uygulamalarımı beğenmiş ve bana arka çıkmıştır. (Şimdi Atatürk’ün Devletçilik ilkesinin nasıl uygulanması gerektiğini anlayabiliyor muyuz?)
İnönü’nün beceriksizlikleri
Enver Paşa, Balkan Harbi'nden sonra orduda büyük bir tasfiye hareketine girişir.
Bu tasfiye esnasında Celal Bayar, Binbaşı İsmet Bey'in de ordu dışı edilmek üzere olduğunu Binbaşı Kazım (Orbay)'dan öğrenir.
Bayar, Binbaşı İsmet'in makul bir insan olduğunu düşündüğü için Kazım Orbay ile Enver Paşa'ya gidip tasfiye edileceklerin kâğıdının imzalanacağı gün ricacı olarak "Binbaşı İsmet'in memlekete hizmet edebileceğini!" anlatırlar ve Enver Paşa, değer verdiği bu iki insanın şefaatiyle Binbaşı İsmet tasfiyeden kurtulur. İsmet Paşa olarak Cumhurbaşkanlığı'na kadar yükselir. (Acaba C. Bayar, İnönü’nün yapacaklarını bilseydi bu kadar çabalar mıydı?)
Sırrı Belli Meselesi:
Atatürk yeni seçimlerde bir ara iktisat vekilliği yapmış, güzel konuşan, konuşmalarına fikir koymasını da bilen, yetenekli ve hırslı olan Sırrı Belli'yi listesine eklemiştir.
Başbakan İsmet Paşa ile CHP Genel Sekreteri Recep Peker bunu duyunca Atatürk'e bu adamı listeden çıkarması için baskı yaparlar.
Atatürk neden milletvekili olmasını istemediklerini sorduğunda "çok konuşuyor!" cevabını alır.Bu duruma çok şaşıran Atatürk, Celal Bayar'a şöyle yakınacaktır: "Çok konuşuyorsa, saçma sapan konuşmuyor elbette... Aklı başında sözler ediyor. Ne istiyor benim Başvekilim, Genel Sekreterim? Mecliste sessizlik mi? İki en önemli noktada bulunan bu arkadaşlarım, Belli'nin konuşmalarına cevap mı veremiyorlar ki, listeden çıkarmam için beni sıkıştırıyorlar? Ama sen söyle Celal Bey, bu bana yapılır mı?" Buna rağmen Atatürk Başvekili ve Genel Sekreterini kırmamak için Belli'yi adaylar arasından çıkarır. (Aklı başında sözler edenlere cevap veremeyeceğini anlayanlar bugün de partilerin kapatılıp bu kişilere siyaset yasağı konması için Anayasa Mahkemeleri'nin kapılarında sabahlamıyorlar mı?)
Altıntaş Muharebesi, Atatürk ve İsmet:
Altıntaş Muharebesi'nin kaybedildiği günlerde Atatürk olayı Celal Bayar'a hem anlatıyor hem de İsmet'in taklidini yapıyordu: "Sabaha kadar arkadaşlarla cephe haberlerini değerlendirdikten sonra: “Bu iş bitti, İsmet muharebeyi kaybetti” dedim ve cepheye hareket ettim. Benim cepheye geldiğimi duyunca İsmet Paşa büyük telaşa kapılmış, benim kendisini kurşuna dizdirmek için gelmekte olduğumu sanmış!..
Karargâha girdiğim zaman, hakikaten acınacak halde idi.
İki gün, iki gece uyumamış, dinlenmemişti. Üstelik kendisini yenik sayıyor ve akıbetini düşünüyordu. Gerçekten de büyük bir hata yapmış, düşmanla müsavi kuvvetlerle dövüştüğü halde, kıtalarını zamanında savaşa sokamamıştı!
Bu yüzden de ordu perişandı. Askerler çözülmüşlerdi. "Daha sonra Atatürk, İsmet'in moralini düzeltmek için ona savaşı kazandığını ve onu tebrik ettiğini söyleyip şaşkın şaşkın bakan bu zavallıcığı istirahate gönderip öteki komutanları toplamış ve durum değerlendirmesinden sonra orduyu bu mevzilerden çekip bozgunun önüne geçmiştir. (Atatürk bu beceriksiz adamı bile moralsiz bırakmıyor ve beceremediği işi kendisi tamamlıyor. Ayrıca bu olayın duyulmasını istememiş ve İsmet'in adının lekelenmesini civanmerdliğine yedirememiştir)
Turhal Şeker Fabrikası'nın kuruluşu:
"Memleketin şekere ihtiyacı vardı. Turhal Şeker Fabrikası'nı yapıyorduk.
Fakat gazetelere kadar yansıyan bir muhalefetle karşılaşmıştım. En büyük muhalefet Bakanlar Kurulu ve Başbakan İsmet İnönü'den geliyordu. Atatürk yapılmasını arkalıyor, İnönü nedense girişimi engellemeye çalışıyordu."
Bu olay bir Bakanlar Kurulu'nda gündeme gelir ve zamanın Maliye Bakanı ile Gümrükler Bakanı ittifakla "Türkiye'de yapılacak fabrikanın şeker maliyeti, bizim dışarıdan ithal edeceğimiz şekerden daha yüksek olacak.
Bu durumda, makinelerin siparişi için hem dışarıya döviz vereceğiz, hem dışarıdan gelen şekerden aldığımız gümrük resminden zarar edeceğiz; hem daha pahalı şeker yapmak için, ucuz şeker almak gafletine düşeceğiz!
Bundan vazgeçmek lazımdır" derler. İnönü açıktan bir şey söylememekle birlikte genel davranışı ile destekler görünerek Bayar'ın bu teşebbüsten vazgeçmesini bekler. Oysa Bayar fabrikanın makinelerini çoktan sipariş etmiş, binasını yapmış, hatta çevredeki müstahsille pancar mukaveleleri imzalamıştır.
Bunca işlem yapıldıktan sonra Bayar'dan dönmesini beklemektedirler.
İnönü'nün Bayar'ın yüzüne bakarak cevap beklediğini görünce elindeki kalemi masaya fırlatıp:"Bu seviyede bir konuşmanın tartışmasına girmekte mazurum" der.
Büyük bir sessizlik olur. Birkaç gün sonra İsmet, Bayar'ın bakanlığına gelerek yapılan işler hakkında bilgi alırken Bayar, şeker fabrikasına da temas eder.
Bunun üzerine İsmet, Bayar'a yumuşak bir ses tonuyla :"Bu işten vazgeçemez misin?" der. Bayar kestirip atar: "Böyle bir sorumluluğun altına giremem, emrederseniz, ayrılayım!"
Bunun üzerine muhtemelen Atatürk'ün tepkisinden çekinen İsmet’in telaşla mukabele eder: "Yok, yok! Ben sadece düşünceni öğrenmek istedim."
İşte Turhal Şeker Fabrikası böyle kurulmuştur.
Şimdi bir Atatürk'ümüz yok ki millete yapılan hizmetlere arka çıksın.
Unutmayalım sosyal devletin görevlerinden birisi de muhtaç durumdaki vatandaşının asgari ihtiyaçlarını (barınma, beslenme vs.) karşılamaktır. Halkımız biraz bilinçlenip devlet idaresinde vaki uygulamada yapılan suiistimalleri mutlaka önlemeli ve engellemelidir.
Atatürk’ün Rahatsızlığı, Seçimler ve İsmet Paşa’sız Bir Meclis:
Atatürk'ün rahatsızlığı giderek artıyor, sonsuzluğa da o denli yaklaştırıyordur.
Celal Bayar sürekli O'nu ziyarete gidip durumu hakkında bilgi almaktadır. Bu günlerden birisini Bayar'dan dinleyelim:
"Atatürk'ü ziyarete gitmiştim. Nisbeten iyi görünüyordu. Odada şu an hatırlayamadığım başkaları da vardı. Nasıl oldu bilemiyorum, birden söz seçimlere atladı.
Atatürk:"Seçimler için ne düşünüyorsun Celal Bey?" dedi.
Seçimler gerçekten yaklaşmaktaydı fakat Atatürk'ün bu hastalığı sırasında seçimlerle kendisini yormak istemiyordum:
- Daha biraz vaktimiz var-dedim-fakat siz ne emrederseniz, o olur.
- Yapabilir misin?
- Muktedirim!
Atatürk biraz durdu, düşündü, sonra:
- Dursun, ilerde düşünürüz... dedi."
Bilinmeyen Atatürk kitabının yazarı İsmet Bozdağ'ın bu konuyla ilgili bulduğu ipuçlarını burada nakletmek istiyorum.
"Celal Bayar gibi hafızası sağlam bir devlet adamı, Atatürk'ün yanında, seçim gibi son derece önemli bir konu konuşulurken odada kimlerin olduğunu unutacak soydan biri değildi.
Demek kimlerin bulunduğunu söylemek istemiyor.
Niçin söylemek istemesin?
Eğer söylenmesinde sakınca olmayan kişiler olmasaydı, saklamazdı. Söylenmesi sakıncalı kişiler kimler olabilir? Atatürk'ün yatak odasına bilen bu kişiler kim olabilir?
Söylendiği takdirde orada bulunduklarından ötürü, konuyu aydınlatacaklarından, bir takım yorumlara yol açacaklarından ötürü adları saklanmış bulunsun!
Konu seçimle ilgili olduğuna göre demek en azından milletvekili, bakan, Atatürk'ün yatağı başında bulunduklarına göre yakın çevresinden olmaları gerekli... Peki bu özelliklere kimler haizdi?.. Salih Bozok, Kılıç Ali, Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras...
Bu Atatürkçü grubun yeni bir seçim yapılarak İsmet İnönü'nün meclis dışı edilmesi hazırlıkları içerisinde oldukları İsmet Paşa grubu tarafından öne sürüldüğüne göre; Bayar'ın bulunduğu o toplantıda bu grup fikirlerini Atatürk'e açmışlar, "İsmet Paşa'sız bir Meclis" fikrini kabul ettirmişler, Atatürk de bunun üzerine orada hazır bulunan Bayar'a sözü edilen bu seçimi sormuştur. Nitekim Bayar'ın cevabı anlamlıdır.
"Daha vaktimiz var ama siz ne derseniz o olur."
Anlaşılan Atatürk'ün "diyeceğinin olacağına" fazla güveni yoktur; sorar:"Yapabilir misin?" Bu ikinci sorudan da seçimin normal bir seçim olmadığı iyice anlaşılıyor.
"İsmet Paşa taraftarlarına rağmen, bu adamlarla beraber, İsmet Paşa ve yakın adamlarını dışlayarak bir seçim yapabilir misin?" sorusunun sorulduğu meydana çıkıyor.
Bayar buna "muktedirim" diye cevap veriyor ama Atatürk o kanıda değildir:"Dursun, ilerde düşünürüz." diyor, demek üzerinde bolca düşünülmesi gereken bir seçimdir bu.
Ayrıca İsmet Bozdağ, Falih Rıfkı Atay'ın ÇANKAYA adlı kitabında bahsi geçen Atatürk'ün Vasiyeti ile ilgili bir meseleye de parmak basıyor.
Atatürk açıklanmayan vasiyetinde İsmet Paşa'nın biraz önceki Atatürk'ü canları kadar seven bu gruba kindarlık ile zarar verebileceğini düşündüğünden İsmet Paşa'nın -eski bir arkadaşı olmasına rağmen- ülke dışına çıkarılmasını vasiyet etme ihtimali büyüktür.
Bu ihtimali güçlendiren bir başka delil "Atatürk'ün Vasiyetnamesi'nde İsmet Paşa'nın çocuklarına aylık bağlamasıdır.
Eğer İsmet Paşa, kendisinin yerine Cumhurbaşkanı olacaksa, çocuklarına aylık bağlamanın anlamı yoktur.
Elbette Paşa, kendi çocuklarının eğitilmesi için gerekli paraya her zaman sahip olacaktır. Fakat tasarlandığı gibi, bir seçimle Meclis dışında bırakılacak olursa, kendisine dışarıda bir vazife verilse bile, paşanın gitmek istememesi ihtimali vardır.
Bu takdirde elbette sıkıntıya düşecektir.
Bu durumda hiç değilse çocukları bundan zarar görmemelidirler.
Şimdi vardığımız yerden olaylara bakınca Atatürk'ün İsmet Paşa'nın çocukları için aylık tahsis etmesi garabeti aydınlanmış olur."
Atatürk’ün Ölümü ve Milli Şef Dönemi:
Atatürk ölmüş ve Milli Şef dönemi resmen başlamıştır.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İnönü'yü tebrik etmeye giden Bayar'a kabineyi kurması için görev verilmiştir.
Bu görevi aldıktan sonra İsmet'in yanından ayrılan Bayar, yolda Kazım Özalp ile karşılaşır. Özalp,O'nu İnönü'ye karşı uyarmak için:"Kâle Atatürk yok."(Artık Atatürk yok, ona göre adımlarını dikkatli at.) der.
Karşılıklı bakışıp susarlar. Birkaç gün sonra yeni kabinenin programını İnönü'ye gösterirken çözümlenmesi gereken bir nokta ortaya çıkar.
Uygun bir formül bulamayınca Bayar: "Atatürk'ün bu konuda bir formülü vardı." der.
İnönü telaşla iki elini havaya kaldırarak şöyle haykırır: "Onu bırak, sonra kendileri bir fikir bulamıyorlar da Atatürk'ün fikirlerini kullanıyorlar, derler."
(Şimdi söyleyin Allah aşkına, Atatürk'ün fikirlerinden bu kadar korkan bir adam nasıl oldu da Cumhurbaşkanlığı makamına kadar geldi?)
Jön Türkler ve Bizim Çakma Vatanperverler
Celal Bayar'ın da bir dönem aktif rol aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önemli kişilerinden olan Ferit Tek, Abdülhamit aleyhine bazı hareketlere girdiği ve yakalandığı için Fizan'a sürülmüş; Bir süre orda kaldıktan sonra bölge komutanı Recep Paşa'nın göz yummasından yararlanarak Fransa'ya kaçmış ve Paris'te Siyan Politik tahsili yapmıştır.
Buradaki profesör ona derslerinde başarılı olduğu için sürekli yardım ediyor, yakından ilgileniyor ve çeşitli kitaplar salık veriyormuş. Hakkında bildiği tek şey ise "Osmanlı" olduğu imiş ama ne dinini ne de milliyetini bilmiyormuş ve sormamıştır.
Bir gün: "Ne yapıyorsunuz Fransa'da?" diye sorunca, Ferit Tek de Jön Türkler'den olduğunu memleketindeki istibdat idaresini yıkmak için çalıştığını, ülkesine hürriyet ve parlamenter rejim götürmek istediğini heyecanla anlatmış.
Sözleri bittiğinde: "Sen kendini vatansever olarak mı görüyorsun?" deyince "Elbette!" diye cevap vermiş. Bu söz üzerine üzüntülü bir yüzle: "Sen vatansever değil, vatan hainisin!" demiş. Kendisini savunmaya geçen Tek'i dikkatle dinledikten sonra anlatmaya başlamış: " Fransa da bu dönemlerden geçti.
Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Siz ülkeniz için özgürlük ve parlamenter rejim isterken kendinizi düşünüyorsunuz, ülkenizi değil! Sizin ülkeniz, birçok milletten ve dinlerden kurulu bir imparatorluk. Nitekim bu yekpare bir imparatorluktur. Eğer özgürlükçü parlamenter rejimi memleketinizde uygularsanız, başka dinden, başka milletlerden olan milletvekilleri, Türklerden çok daha fazla olur ve bundan Türkler değil öteki milletler yararlanır. (Buraya dikkat ediniz!) Çünkü Parlamenter rejim sizi en sonunda Anadolu'nun bir parçası içine kapatır, bütün öteki milletler sizden ayrılırlar. Eğer hedefiniz bu ise çalışmanız doğrudur. Yok, Osmanlı'nın canlı ve güçlü olmasını istiyorsanız, kendi aleyhinize çalışıyorsunuz, o zaman da size vatan haini dediğim için kızmamanız lazım."
Ferit Tek, Profesörün bu laflarından oldukça gocunmuş, ancak 1908 devrimi başarıya ulaşınca ve imparatorluğun yaprak dökümü başlayınca, onun ne kadar haklı olduğunu çok iyi görmüştür. Ama çok geçtir.
Bunun üzerine şu sözü söyler: "Biz 'Genç Türkler' değil, 'Toy Türkler'mişiz."
Bu söylediklerimden parlamenter rejim karşıtı olduğum anlaşılmasın. Elbette şartlar olgunlaştığında parlamenter rejim gelecekti ve şu günün şartlarında daha iyi bir yönetim şekli yoktur. Ben bu örnek ile bugün Türkiye için çalıştığını düşünerek bu ülkeye zarar veren ve farkında olmadan bazı "çakma vatanperver" akımlara kapılan kardeşlerimizi uyarmak istedim.
Profesörün şu sözüne kulak vermek gerekir.
"Vatanseverlikle, vatan hainliği bazen birbirine karışır. İyi niyetli olmak, vatansever olmak için yeterli değildir, hareketiyle vatanına yarar sağlamak lazımdır.
Gerçek Vatanperver Yassıa'da Yolcuları
İşte bu vatan için canını dişine takıp çalışan kadrodan bir kısmı, bu çalışmalarından dolayı ödüllendirilmeye Yassıada'ya hücum botlarla götürülmektedir. Tek eksik Adnan Menderes'tir. O'nun şehadet şerbetini içtiğinden habersizdirler. Nereye gittiklerinden de...
Ancak niçin götürüldüklerini bilmektedirler. Asılacaklardır.
Celal Bayar içinden "insan bir kere ölür" demektedir ancak insanın bir kere doğduğunu da bilmektedir. Ancak Milli Mücadele yıllarında defalarca ölümden dönmüş biri olduğundan pek zararlı görmemektedir kendini.
Madem Demokrat Parti iktidarının mesulleri olarak ölecekleri, hiç değilse Demokrat Parti'nin insan yapısının ne ölçüde vatansever olduğunu göstermenin de onların vazifesi olduğunu düşünüyordu.
Onun için sessizliği bozup Dışişleri Bakanı F. Rüştü Zorlu'ya yüksek sesle sorar:
-Ortak Pazara girme teşebbüsümüz, hangi noktada kalmıştı Rüştü Bey?
Yiğit arkadaş Zorlu hiçbir duraksama yapmadan sanki bakanlar kurulunda izahat veriyormuş gibi, ciddi ve sakin bir sesle konuşmaya başlar. Hücum bot mürettebatı taş kesilir, şaşkın gözlerle onları seyretmeye başlarlar.
Düşünün Allah aşkına, Onlar nereye götürülüyorlar, ne konuşuyorlar...
Bu ciddi konuşma Yassıada'ya kadar sürer. Moralleri çökenler de toparlanırlar. Adaya ayak bastıklarında, kaderini şerefle bağrına basmaya hazır bir kafile haline gelirler.
Önce önden kelepçelenmiş elleri arkalarından kelepçelenir. Sonra da teker teker hücrelere tıkılırlar. Ellerin arkadan kelepçelenmesi bağlı kalmanın en güç pozisyonlarından biridir Yaşı ilerlemişler, şişmanlar ve kolları kısa olanlar için bu zulüm daha da meşakkatlidir.
Elleri arkalarından kelepçelenmiş bu güzel insanların her biri, ot yatakların üzerine koyun gibi yıkılmış ve sırası geldikçe tutulup götürülmeyi beklemektedirler.
Kendi içlerinde bir muhasebeye dalarlar. Evet, suçsuzdurlar. Suçsuz yere idam edilmek. Buna şükrederler. Ya millete ihanet etmiş olsalardı. O zaman bu vicdan azabı öldürürdü onları. Vicdanen müsterih, asılacakları anı beklerken -kelepçe, bileklerini kan içerisinde bıraktığı için acıya dayanamayan Emin Kalafat'ın yalvarışı duyulur : "Ne olur, önce beni asın!" Sonrasında hücrelerden gelen bir besmele sesi ürpertir onları.
Agah Erozan, yanık bir sesle Kur'an tilavetine başlar. Bu yanık Kur'an sesi, cehennemî dehşeti yaşayan hücreleri doldurur. Sanki bu ses, hücum botları da, Yassıada Cehennemi'ni de, İmralı Adası'nın çileli hayatını da bastırır, ezer ve hâkim olur.
Hücrelerinden alınıp götürülen F.Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılarak şahâdet makamına yürümüşlerdir. Herkesin gözleri kapıda, içeri girecek görevlileri beklerken, bir duraksama olur. Sonra herkesin hücresine hemen hemen aynı anda giren görevliler bilekleri kesen kelepçelerin azabına son verir ve onları bir salonda toplarlar.

Asılmayacaklardır. Ölüm cezaları, sözde müebbede çevrilmiştir.

Celal Bayar'ın tasviri ile Sanki bütün olay-arkasında ahiret olan- bir buzlu camın üstünde yaşanmıştır. Sonra taş gelip camı kırmış, onlar için yaşamak yeniden başlamıştır.
Bu duygular içindeyken Bayar'ın yanına Ada Komutanı yanaşır. Yüzünde yılışık bir ifade ve şımarık bir tebessüm, daha doğrusu sırıtma! Eliyle omzunu tutarak:
-Eee, kefeni yırttın yine, hadi geçmiş olsun!
Hayatında hiç öfkelenmediği kadar öfkelenir. Omzunu silkeleyerek elinin ağırlığından kurtulurken:
“Bakın Kumandan Bey, ben ölümden korkmam ama laubalilikten nefret ederim!”
Hayretten açılmış gözleriyle, çizgileri gevşemiş yüzü görülecek şeydir doğrusu.
Görüldüğü üzere sevgili dostlar, millet için çalışanlar hiçbir zaman unutulmamıştır ve unutulmayacaktır. Ancak milletin değil de kendisinin menfaatini düşünenler değil banknotlara, yeryüzüne bile kendi fotoğraflarını bastırsalar unutulmaya ya da tahkirle anılmaya mahkûm olacaklardır.


.