30 Nisan 2015 Perşembe

ÇOCUK HAKLARI GÜNÜNDE ÇOCUKLARIMIZ...




ÇOCUK HAKLARI GÜNÜNDE ÇOCUKLARIMIZ...





Satır içi resim 1


Bugün 20 Kasım…

Dünya Çocuk Hakları Günü…

Demokrasinin her alanda şaha kalktığı, nurlu ufuklara doğru durmadan yol alan ülkemizde çocuklar da bu gelişimden paylarına düşeni alıyorlar tabii… Çocuk Hakları Günü nedeniyle bugün gazetelerde yer alan ilgili haberleri okuyunca ülkemiz çocuklarının ne kadar “şanslı”(!) olduğunu bir kere daha gördüm.

Örneğin İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle yayımladığı basın açıklamasında 2013’te 55 ÇOCUK İŞÇİNİN HAYATINI KAYBETTİĞİNİ duyurmuş!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de geçen hafta yanıtladığı bir soru önergesinde 2012’de yapılan teftişler sonucu işyerlerinde 5 960 ÇOCUĞUN ÇALIŞTIĞININ TESPİT EDİLDİĞİNİ belirtiyordu.

75 milyonluk ülkede, koskoca Türkiye Cumhuriyeti devleti, ne yapsın, ancak 5 960 çocuğun çalıştığını tespit edebilmiş!

İşte bu çocuklardan 55’i de iş kazalarında yaşamını kaybediyor! Bu ölümleri TESPİT ETMEMEK mümkün değil tabii… Ortada bir cenaze var en nihayetinde!

Ne var ki CHP İzmir Milletvekili Alaattin Yüksel’in hazırladığı rapora göre “6-17 yaşları arasındaki çocukların yaklaşık YÜZDE 6’sı sokak işçiliği, küçük ve orta işletmelerde de ağır ve tehlikeli işler ile tarımda ücretli olarak çalıştırılıyor.”

CHP’li Yüksel’in tespit edebildiğini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın daha tespit bile edememesi de ülkemizde çocuklara ne kadar önem verildiğinin bir başka göstergesi…

ABD’deki IOWA Üniversitesi Çocuk Koruma Program Direktörü Prof. Dr. Resmiye Oral ise Türkiye’deki çocukların EN AZ YÜZDE 20’SİNİN 18 YAŞINDAN ÖNCE CİNSEL İSTİSMARA MARUZ KALDIĞINI söylüyor. Türkiye'de tahmin edilen çocukluk çağı cinsel istismarı 3 KIZ ÇOCUĞUNDAN BİRİ, 5 ERKEK ÇOCUĞUNDAN BİRİ şeklinde…

Türkiye’de 2013 yılı Mayıs ayı verilerine göre 12-18 yaş arasındaki 2 000 ÇOCUK CEZAEVLERİNDE bulunuyor. Bunlardan 200’ü hükümlü…

Yukarıdaki şu birkaç veri, ülkemizde çocukların mahkûm olduğu tablonun sadece küçük bir parçası… Ama Başbakan, her önüne gelenin yakasına yapışıp “EN AZ 5 ÇOCUK” yapmalarını istiyor!

Birkaç yıl önce “en az 3 çocuk” diye başlayan Erdoğan, en sonunda çıtayı 5’e kadar yükseltti!

Bu durumda Erdoğan’ın öğüdüne uyup “EN AZ BEŞ” çocuk yapan bir çift, yukarıdaki verilere göre çocuklarından EN AZ BİRİNİN CİNSEL İSTİSMARA UĞRAMASIriskini de daha en baştan kabullenmek zorundadır. Hele çocuklar kız ise, bu daha büyük bir olasılık… Yetersiz beslenmeyi, eğitimsizliği, şiddete maruz kalmayı, çalışma yaşamına erken başlamayı ve iş kazalarını ise hiç saymıyorum.

Ama çocuklarınızın okul parasını ödetecek zengin bir işadamı bulursanız, o zaman başka tabii… En az beş çocuk yapmayı kafaya koyan yeni evliler, bu zengin işadamını nasıl bulacakları konusunda sevgili Başbakanlarından tavsiye alabilirler! Ne de olsa bu konuda en deneyimli olan o!

SERDAR ANT
20.11.2013


..


DERSHANELERİ KAPATMAK ÇÖZÜM MÜ?




DERSHANELERİ KAPATMAK ÇÖZÜM MÜ?


Dershaneler kapatıldığında eğitimde eşitlik sağlanacak mı?

Üniversite sınavlarına hazırlık amacıyla sadece devlet liselerine giden öğrenciler değil, Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Saint Joseph Lisesi gibi özel okulların öğrencileri de dershaneye gidiyor. Demek ki dershanelerin varlığı, devlet okulları ve özel okullardaki eğitimin kalite farkıyla ilgili değil. Türkiye’de devlet okullarına göre daha “nitelikli” eğitim verilen özel okulların öğrencileri de dershaneye gittiğine göre onların da böyle bir kuruma ihtiyacı olduğu açıktır.

Çünkü asıl sorun, ister “özel” olsun ister “devlet okulu”, milli eğitime bağlı bütün okullardaki EĞİTİM SİSTEMİYLE, YAPILAN MERKEZİ SINAVLAR ARASINDAKİ UYUMSUZLUKTUR. Milli Eğitimin Bakanlığı’nın müfredatı, öğrencileri sınavlara hazırlamak için yetersiz olduğundan, daha doğrusu böyle bir amacı içermediğinden, dershaneler bu açığı kapatıyorlar işte... O zaman yapılması gereken dershaneleri kapatmak değil, milli eğitimin kendine çeki düzen vermesi ve eksikliğini gidermesidir. Eğer bu gerçekleştirilebilirse, dershaneler zaten gereksiz kurumlar haline gelecektir.

Örneğin bir özel okulda bir sınıftaki öğrenci sayısı ortalama 15-20 arasındadır. Devlet okullarında bu sayı, en iyi koşullarda bile özel okuldakinin iki katıdır. Oysa birçok dershane, 8-10 kişilik sınıflarda öğrencilere eğitim vermektedir.

Bunun ötesinde dershanelerin esas olarak yanıt verdiği talep, öğrencilerin uygulama eksiklikleridir. Bu anlamda dershanelerin bir tür tamamlayıcı işleve sahip olduğu söylenebilir. Örneğim matematik dersini öğrenci kendi okulunda öğrenir. En azından dersin teorik kısmını öğrendiğini varsayalım! Gerçi dershanede de öğrenciye “teorik” olarak matematik anlatılır, ama öğrenci dershanede esas olarak okulda öğrendiklerinin PRATİĞİNİ yapar, bu alanda yetkinleşir. Gerek üniversite sınavları gerek SBS sınavları test sınavları olduğundan ve bir öğrencinin herhangi bir soruyu çözmesi için en fazla 40-50 saniye zamanı bulunduğundan, dershaneler bu bakımdan milli eğitime bağlı okulların sağlayamadığını öğrenciye vermektedir: hız ve pratiklik…

Dershaneler kapatıldığında ortaya çıkacak belli başlı sonuçlar muhtemelen şunlar olacaktır:

Öncelikle özel derse talep artacaktır. Bu alandaki arz-talep dengesizliği özel ders saat ücretlerini etkileyecek, sonuçta bu durum, daha varlıklı olanları avantajlı kılacaktır. Diğer bir ifadeyle dershanelerin kapatılması, eşitliği sağlamak yerine tam tersi bir sonuç doğuracaktır.

Ayrıca dershane sektörünün kayıt dışına kayması gibi bir sonucun ortaya çıkması da yüksek olasılıktır. Muhtemelen bu tür bir yasaklamayı “by-pass” eden girişimler gündeme gelecektir.

Dahası, üniversite sınavı ve benzer merkezi sınavlarda sıfır çekenlerin sayısı çok daha artacak, eğitimdeki başarı oranı da düşecektir.

Bugün eğitimin sorunu dershanelerin varlığı değildir. Dershaneler olsa da olmasa da öğrencileri iyi eğitemiyoruz. Sistem baştan aşağı hatalarla doludur. Bugün Türk eğitim sisteminin hali, sadece boynu değil, hiçbir yeri düzgün olmayan bir deveden farklı değildir ne yazık ki… Dershaneler üzerinden göz boyamaya yönelik değişiklikler yaparak hiçbir şey iyileşmeyecek, aksine daha da kötüleşecektir!

Oysa 11 yıldır iktidarda olan AKP, bu süre içinde 5 Milli Eğitim Bakanı değiştirmiştir. Şu anda görevde olan bakan, 11 yıl içinde bu makama oturan beşinci kişidir. Dahası, her gelen bakan da eğitim sisteminde bir şeyleri “değiştirmiştir” sözümona…

Dünyanın hiçbir ülkesinde mili eğitim gibi temel bir alanda bu kadar ciddiyetsizlik sergilendiği görülmemiştir.

Serdar Ant
16.11.2013

..

NE DERSİNİZ.?



NE DERSİNİZ?
Serdar Ant
22.9.2013   




Pazar sabahı Aydınlık gazetesini aldım elime… Önce şöyle bir göz atıyorum, ne var, ne yok diye… Genelde bildiğimiz türden haberler…  Sayfaları hızla çevirdim, ilgimi çeken bir şey varsa önce onu okuyacağım. Gazetenin arka sayfasında tam bir sayfa reklam var. Hani “iyi para kazanmışlardır bu reklamdan”  diyeceğim, ama sözkonusu olan Ulusal Kanal’ın reklamı olunca, bu yargıya varmak pek kolay olmuyor. Zira Aydınlık ceketin bir cebiyse, Ulusal Kanal diğer cebi… 20 sayfalık gazetenin her sayfasında Ulusal Kanal reklamı olsa ne yazar ki? Aydınlık’a beş kuruşluk katkısı olmaz. Bir cepten çıkan para, diğer cebe girer, o kadar…
Hem zaten Aydınlık, reklam gelirlerinden esas parayı devletten kazanıyor. Türlü çeşit resmi ilan, her gün sayfa sayfa yayınlanıyor gazetede… Erdoğan ve AKP iktidarı, kendisi aleyhine yazı yazan yazarların kovulmasını sağlayacak kadar çeşitli medya organları üzerinde bir baskı kurmuşken, iktidara “muhalefette”(!) en ön safta yer alan Aydınlık’ta, böyle her gün sayfa sayfa resmi ilan yayınlanmasının hiçbir garip yanı yok tabii… Parasıyla değil mi canım? Devlet de parayı veriyor, düdüğü çalıyor işte!
Ne yalan söylemeli, Aydınlık gazetesi de, devletten akan bu resmi ilan gelirlerinin karşılığını veriyor zaten. AKP içinde alttan alta süren Erdoğan-Gül mücadelesinde, Cumhurbaşkanı Gül aleyhine yapılan sözde “haberler”, herhalde en çok Erdoğan’ın işine yarıyordur. Mesela Aydınlık sayfalarından servis edilen, Gül-Gülen ikilisi ile Kılıçdaroğlu’nun iktidarın yenilenmesi (restorasyonu) için anlaştığı türünden senaryolar, AKP içindeki parti içi iktidar mücadelesinde Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı türden bir “silah” işlevine sahip olmuyor mu? Bir düşünsenize… “Büyük Usta’ya karşı Kılıçdaroğlu ile el altından işbirliği yapan Gül…”   Ne ihanet!
Bunun dışında Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın Erdoğan’a yönelik keskin muhalif söyleminin zerre kadar önemi yok. Bu türden muhalif saldırıların AKP saflarında kimseyi zerre kadar ikna etmeyeceğini herkes gibi Erdoğan da gayet iyi biliyor. Ama sanki Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi eleştirirmiş gibi görünse de aslında el altından Gül-Gülen takımını hedef alan şu yukarıdaki senaryo, Erdoğan’ın parti içi rakiplerine karşı kullanabileceği iyi bir koz oluyor. “Ustaya karşı ana muhalefetle işbirliğine yönelmiş hainler” edebiyatı, Erdoğan’ın parti içi iktidar mücadelesinde, kendi saflarını sağlamlaştırmasına yarayacak bir psikolojik savaş senaryosu olarak piyasaya sürülüyor. Böylece, Aydınlık’a akan devletin resmi ilanlarının karşılığı da ödenmiş oluyor. Kısacası parayı veren düdüğü çalıyor!
Neyse, konumuz Erdoğan’ın Aydınlık’ı nasıl öttürdüğü değil. Geçerken kısa bir anımsatma yapayım dedim, o kadar. Ben asıl şu Ulusal Kanal reklamından bahsetmek istiyorum.  
Reklamda Ulusal Kanal’da önümüzdeki dönemde yayınlanacak kimi programlar ile yayıncıları tanıtılıyordu. Sabahattin Önkibar, Can Ataklı, Nurzen Amuran, Nihat Genç, Eren Erdem, Teoman Alili gibi isimler, zaten çoğu Ulusal Kanal izleyicisinin yabancısı değil… İşte bu reklama şöyle bir göz gezdirirken, Pazar günleri saat 16:15’te yayınlanacak “Ne Dersiniz?” isimli bir programın duyurusunu da gördüm. Programı yapan ve sunan kişi de Birsen Temir…
Peki, kimdir bu Birsen Temir?
Açıkçası ben de birkaç ay öncesine kadar bu kişiyi tanımıyordum. Ankaralı olmadığım için siyasal kulisleri izleme imkânına da sahip değilim. Dahası, siyasetle ilgim de sıradan bir vatandaşın ilgisi düzeyinde sayılır. Öyle içeriden bilgiye (inside information) sahip olmamı sağlayacak haber kaynaklarım da yok. Ama Suay Karaman sağolsun, beni Birsen Temir konusunda geçtiğimiz yıl bilgilendirmişti! İşte bu ismi de oradan anımsıyorum.
Suay Karaman, böyle şeyleri kendi yazmaz, yazamaz! El altında bu tür bilgileri sağa sola yayar, sonra da köşeye çekilip seyreder. Bu bakımdan çok akıllıdır! Bir zamanlar da İşçi Partisi hakkındaki yazılarımı İşçi Partililere gönderdiğini söylemişti bana… Oysa benim kendisinden böyle bir talebim yoktu. İşçi Partililerin de“aman Suay, Serdar’ın yazılarını bizimle de paylaş. Yazdıklarıyla bizi irşat ediyor!” dediğini sanmıyorum. Ama durum bu olmasına rağmen, benim yazılar o kesime Suay Karaman tarafından servis ediliyormuş! Ben de onun yalancısıyım. Kendisine teşekkür ederim bu hizmeti için… Tabii şu Birsen Temir hakkındaki bilgileri herhangi bir yazısında kullanmadığı halde, benimle paylaşmak “yüce gönüllülüğünü” gösterdiği için de ayrıca Suay Karaman’a teşekkür ediyorum! İnsanın Suya Karaman böyle bir “haber kaynağı” olsun, herhangi bir çok satışlı gazetenin Ankara temsilciliği garanti vallahi…
Şimdi gelelim Ulusal Kanal’da program yapacak olan Birsen Temir’e… “Haber kaynağım” Suay Karaman, bu konuda bana gönderdiği e-postada aynen şöyle diyor:
“Ulusal Kanal'da Alpaslan Işıklı ve Yıldırım Koç'un programları kaldırılırken, bu bayana program yaptırılıyor. Bu işte bir tuhaflık yok mu?”
Bilmem, sizce var mı bir tuhaflık?
Sonra da şöyle bir kronoloji vermiş Birsen Temir ile ilgili olarak:
“BİRSEN TEMİR (Tarih Öğretmeni):
2007 yılında Mehmet Ağar'ın DP'siden milletvekili adayı.
2009 yılında Murat Karayalçın'a destek çalışma grubunda… (Ben burada tanıdım bu mümtaz şahsiyeti)
2010 yılında ALEVİ KADINLAR BİRLİĞİ Başkanı.
2010 yılında EŞİTLİK VE DEMOKRASİ PARTİSİ kurucusu. (Etnik ve mezhepsel bir parti)
2011 yılında CHP Milletvekili aday adayı.
2011 yılında CHP Çankaya İlçe Delegesi.
2012 yılında CHP Ankara Kadın Kolları Başkanlığına aday oldu, ama kazanamadı.
2012 yılında ADD Genel Merkez Denetleme Kurulu üyesi.
2012 Eylül ayında ULUSAL KANAL'da program yapmaya başladı.
2012 Ekim ayında Cem Vakfı Ankara Şubesi Kadın Kolları Başkanı oldu.”

En sonunda da Suay Karaman şu yorumu yapmış:
“Bakalım, bu hızlı ve zikzaklı yükseliş nereye varacak?”
Vallahi konunun “uzmanı” Suay Karaman olduğuna göre, sorduğu soruyu neden yanıtlamaktan kaçınmış orasını pek anlayamadım. Ama mevcut manzara şu ki, Birsen Temir’in Mehmet Ağar’ın Demokrat Partisi’nde başlayan ve birçok kapı dolaştıktan sonra Ulusal Kanal’a uzanan yolculuğu devam ediyor. Herhalde Birsen Hanım da Evliya Çelebi gibi rüyasında hazreti, peygamberi görüp “şefaat ya Resûlullah” diyecek yerde heyecandan “seyahat ya Resûlullah” demiş olacak ki, hâlâ dolaşmaya devam ediyor!
Eh bugünlerde Ulusal Kanal da Mevlevi tekkesine döndü. Yakında Rasim Ozan Kütahyalı ve muhterem eşi Nagehan hanımefendi de Ulusal Kanal’da programa başlarlarsa hiç şaşmam doğrusu… Malum televizyonculukta Nagehan Alçı’ya ablalık eden Nazlı Ilıcak ile geçen sene Ulusal Kanal’da söyleşi yapılmıştı. Rasim Ozan Kütahyalı da Ulusal Kanal’ın yeni haber sunucusu ve Aydınlık’ın yeni yazarı Ümit Zileli’nin Beyaz TV’den eski program arkadaşı olduğuna göre… Neden olmasın?
Kütahyalı ve Alçı, eğer günün birinde iktidarla “papaz” olurlarsa, Ulusal Kanal’da yerleri hazır…
Serdar Ant
22.9.2013   


AYDINLIK’IN İKİ “ARTİSTİ”…




AYDINLIK’IN İKİ “ARTİSTİ”…



Serdar Ant
23.9.2013

Dün akşam televizyonda kanallar arasında geziniyor, “ne var, ne yok” diye bakıyorum. Ulusal Kanal’da bir reklama rastladım. Yeni yayın döneminde, Ulusal Kanal’da akşam 19:00’daki haberleri artık ÜMİT ZİLELİ sunacakmış! Herhalde Zileli’ye Aydınlık’taki köşe yazarlığı yetmedi. Cumhuriyet’ten ayrılıp Aydınlık’a geçerken, bir de bunu şart koştu:
“Ulusal Kanal’da haberleri de sunarsam gelirim!”
Böylece medya dünyası Ali Kırca, Uğur Dündar, Reha Muhtar’dan sonra yeni bir “anchorman” daha kazandı:

ÜMİT ZİLELİ…   

Ama bu “anchorman” diğerlerinden biraz farklı. Çünkü o bir “DEVRİMCİ”!
Ulusal Kanal’daki reklam da Ümit Zileli’nin fiyakalı laflarıyla bitiyordu:
“UNUTMAYIN, HALK DEVRİMİ BU KANALDAN İZLEYECEK!”
“Artist!” dedim kendi kendime ve gülerek kanal değiştirdim. Madem film seyredeceğiz, bari kaliteli olanını izleyelim, değil mi?
Ama ne gezer… Televizyonda reklamdan bol ne var? Bir başka kanalda da Finansbank reklamı… Ama burada ilgi çekici olan reklam değil, reklamın yıldızı…

TUNA KİREMİTÇİ…

“Antiemperyalist”, “solcu”, “emekten yana”, “ilerici” ve “Kemalist” Aydınlık gazetesinin yazarı Tuna Kiremitçi, Finansbank reklamında… İzleyin:

Peki, “antiemperyalist”, “solcu”, “ulusalcı” ve “Kemalist” Aydınlık’ın reklam yıldızı yazarı Tuna Kiremitçi’nin reklamında oynadığı Finansbank kimin?
Ortaklardan biri yunan Nation Bank of Greece… 2012 yılı itibari ile Finansbank hisselerinin yaklaşık 94%’lük payı Yunan bankaları sahipliğindedir. Finansbank’ın 5% hissesinin sahibi ise Dünya Bankası Grubu bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Finans Kurumu "International Finance Corporation" (IFC).
Yine basında yer alan kimi haberlerde iddia edildiğine göre Finansbank’ın büyük ortağı olan bu Yunan bankasının tanıtım kitaplarında Ege ve Marmara bölgesinin bir kısmı Yunan toprağı olarak gösteriliyor!
Ama siz bu tür şeylere kafanızı hiç takmayın ve “edebiyatı bilene bırakıp TC kimlik numaramızı 5030’a kısa mesajla gönderin”!
Sonra ne mi olacak?
“Devrim” değil tabii ki!
Vakti geldiyse nakdi cebinde… Günde 2 TL’den başlayan taksitlerle kredi…
Pazarlayan da Aydınlık’ın diğer “artisti” Tuna Kiremitçi…
Biri reklam filmlerinde “devrim” pazarlamasıyla artistlik yapar, diğeri Finansbank gibi Yunanistan kökenli tefeci sermaye kuruluşlarının reklamlarında…
Sonra hiç utanıp sıkılmadan “solcu” ve “antiemperyalist” geçinen Aydınlık’taki köşelerinde atıp tutarlar… Bu ülkenin kimi yurtseverleri de bu “artistleri” koyun gibi izler.
Bilmem ki kime kızmalı?
Bu çapsız “artistlere” mi, yoksa onları el üstünde tutan “koyunlara” mı?


Serdar Ant
23.9.2013



..

“ADNAN HOCA TAYYİP’E PEK YAKIŞIYOR!”




“ADNAN HOCA TAYYİP’E PEK YAKIŞIYOR!”

Bunu söyleyen ben değilim. Aydınlık gazetesi yazarı SABAHATTİN ÖNKİBAR!

17 Ocak 2014 tarihli Aydınlık gazetesinde Sabahattin Önkibar aynen şöyle demiş:

“Adam televizyonda bağırıyor. Çaldılarsa çaldılar diyor. Ne uzatıyorsunuz diye de ilave ediyor. Susmuyor. Bir o kadar da üstüne ben vereyim diyor.

Bunu söyleyen kim mi?

Tayyip aşığı bir hocaefendi…

Şişme memeli kedicikleri ile ünlü Adnan Oktar!

Evet, Hayrettin Karaman’dan sonra kutu kutu hırsızlama dolarları aklama işine Adnan Hoca el atıyor.

İyi de mübarekler İslam’da böyle şeylere cevaz var mı? Yoksa benim inandığım Kuran’da İslam’dan başka bir Müslümanlık mı var?

Ama hakkını yemeyelim:

Adnan Oktar Tayyip’e pek yakışıyor!

Tersi olsa şaşardım” (Aydınlık, 17.1.2014)

***

Oysa aynı Sabahattin Önkibar, 5 Ağustos 2011 tarihli bir videoda bakın Adnan Oktar’ı nasıl övüyordu?


Daha birkaç yıl önce Adnan Oktar’ı Türk-İslam birliği için yaptığı sözde “çalışmalar” için yere göğe sığdıramayan Sabahattin Önkibar değil miydi?

***

Şimdi bu ikiyüzlülüğü anımsatmak, Adnan Oktar’ın bugünkü tavrını onaylıyoruz anlamına gelmez. Adnan Oktar denilen adamın ne mal olduğunu biliyoruz! Sabahattin Önkibar’ın bugün bile “hocaefendi” diye hitap ettiği bu adamın kendi televizyon kanalındaki şovunu birkaç dakika izlemek bile, ne tür biri olduğunu anlamak için yeter!

Peki, Adnan Oktar’ın ne tür biri olduğunu biliyoruz da Sabahattin Önkibar’ın nasıl biri olduğunu biliyor muyuz gerçekten?

Sabahattin Önkibar, geçmişte Adnan Oktar’a neden bu kadar muhabbet besliyordu? Neden bu derece övüyordu? Sabahattin Önkibar, o zamanlar Adnan Oktar’ın nasıl bir adam olduğunu göremiyor muydu?

Yoksa çıkarları öyle davranmasını mı gerektiriyordu?

Sabahattin Önkibar, dün Adnan Oktar ve benzeri tarikat şeyhleri kendisine bir şeyler sunduğu için onların şakşakçılığını yapıyordu! Bugün, Aydınlık ve onun arkasındaki güçler bir şeyler vaat ettiği için bu sefer de onların şakşakçılığını yapıyor!

Her devrin adamı olmayı “meziyet” haline getirmiş kimselerin inandırıcılığı olmadığı gibi, bu tür insanların ipiyle kuyuya da inilmez.

SERDAR ANT
17.1.2014

.

8 HAZİRAN 2015’TE İFLAS ETMİŞ ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN ÇÖZÜM, ATATÜRKÇÜ EKONOMİDEDİR




8 HAZİRAN 2015’TE İFLAS ETMİŞ ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN ÇÖZÜM, ATATÜRKÇÜ EKONOMİDEDİR,




Milleti idarede prensibimiz milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakiki ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1925)
            Boğazına kadar borca batmış, işsizliği, tavana vurmuş, üretimini sıfırlayarak borçla tüketmeyi hedef almış AKP’nin israf ekonomisi bugün iflas etmiş ve duvara toslamıştır.  Tam 13 yıldır ülkeyi gerçek muhalefetsiz yöneten beceriksiz kadrolar, dünyadaki tüm olumlu koşullara rağmen ekonomi gemisini yüzdürmeyi başaramamıştır.
           Ülkenin 95 yıllık kazanımlarını babalar gibi satıp mirasyedi gibi 1500 odalı saraylara ve lüks ulaşım araçlarına yatıran AK Parti yönetimi, üretimden uzaklaştırdığı milleti sadaka alır hale getirmiş ve elin ithal samanına muhtaç etmiştir. 7 Haziran seçimleri sonunda gelecek hükümetin öncelikli sorunu sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi düzeni oluşturmak olacaktır.
AKP’nin yeni dönem sihirli bir ekonomik çözüm projesi yoktur. Eğer halktan tekrar iktidara devam oyları alırsa ekonomik çöküntünün giderek daha da kötüleşeceği açıktır.
İktidar alternatifi olarak kendisini gören CHP ise; emperyalizmin sömürgelerdeki borçlarını tahsille görevli memuru Kemal Derviş’i getirip ekonomiyi ona teslim edeceğini peşinen duyurmuştur. Derviş’in geçmişte ne yaptığı görülmüştür. İktidarı altın tepsi içinde AK Partiye teslim eden Derviş’in ekonomi sahasında tek hedefi; kendisini bu göreve gönderen küresel güçlerin ülkedeki alacaklarının tahsilatını yaparak borçların eksizsiz ve tam zamanında ödenmesini sağlamaktır.
Kemal Derviş’in Türk halkının refahının geliştirilmesi ve sosyal sorunlarının çözümü gibi bir hedefi olamaz. Batan ekonomiyi düzetmek için değil, ülkenin borçlarını tahsile gelen bir kişinin Kılıçdaroğlu’nun fakir halk kesimlerine verdiği refah paketi sözlerini yerine getirmesini beklemek boş hayallerin peşine takılmaktır.
Ülkemiz hızla bir ekonomik çıkmaza sürüklenmedir. Muhtemel ekonomik krizle mücadele etmenin reçetelerini ise sistemi bu hale getiren küresel kapitalizm ile doğruluğu iflas etmiş Sosyalizm de aramak mümkün değildir.
O halde ne yapılacaktır? Nasıl bir sistem ve uygulama Türkiyeyi içinde düşürüldüğü mirasyedi tüketim ekonomisinden kurtarıp üretim ekonomisine taşıyacaktır.? Dünyada böyle bir sistem var mıdır? Varsa, kimler nerede, ne zaman ve nasıl uygulamışlar ve hangi  başarıyı elde etmişlerdir?
Bu sorunun cevabı evettir. Böyle bir sistem vardır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 arasında başarıyla uygulanmıştır. Kurtuluş Savaşından tam bağımsızlığını kazanan ama ekonomik alanda tüm verilerini sıfırlamış bir ülkeden, 15 yıl gibi kısa sürede kendi milli uçağını, tankını ve topunu imal edebilen ağır sanayiini kurmuş, Osmanlının borçlarını ödemiş, enflasyon sözcüğünü tanımayan başı dik bir ülke yaratılmıştır.
Bütün bunlar sihirli bir değnekle değil, ne yaptığını bilen, milletini ve milletinin kabiliyetlerini iyi tanıyan bir liderin planlı, proğramlı ve sistemli çalışmaları ile meydana gelmiştir. Bu çalışmalar ve sonuçları arşivimizde aynen durmaktadır. Dün bunları başaranların çocukları olarak bizler geçmişten aldığımız tecrübelerin ışığında aynisini yapabilecek potansiyele sahip bulunmaktayız. Bugün tek eksiğimiz bizi yönetip yönlendirecek siyasi iradeden yoksun olmamızdır.
Türk milleti 8 Haziran’da VATAN PARTİSİ kadrolarını iktidara taşıdıkları takdirde Atatürk’ün Ekonomik Mucizesinin yeniden yaratılması mümkün olabilecektir.
Ekonomik işbirliği teşkilatı olarak kurulan ve dünya egemenliğinde ABD’nin rakibi 27 devletli AB bugün  ekonomik çöküş içerisindedir. Kapitalizmin beşiği Avrupada Yunanistan ile başlayan iflaslar devam etmektedir.
1991’de SSCB’nin ve Varşova paktının dağılması ile çöken Komünizmden 20 yıl sonra şimdi Kapitalizmin çöktüğüne şahit olunmaktadır. Dünya ekonomisinde bugün Çin, Hindistan, Brezilya gibi yeni aktörler etkili olmaya başlamıştır. Güçlü ekonomilerin siyasi açıdan da dünyayı yönettiği prensibinden hareket edersek dünyanın siyasi güç dengesinin kapitalist ABD ve AB blokuna karşı yeniden şekillendiğini söyleyebiliriz.
Yıllarca ABD ve AB güdümünde, IMF ve Dünya Bankası kontrolünde kapitalist sistemle yönetilen Türkiye ekonomisinin krizden etkilenmemesi mümkün değildir. Hatta dünyaya yön veren devletlerin ekonomileri çökerken göbeği bu ekonomilere bağlı bizim gibi ülkelerin krizden zararının çok daha büyük olacağı kesindir.
Bu durumda çareyi tekrar ABD, AB, IMF ve Dünya Bankasının zorla dikte ettirdiği sanal politikalarda aramak yanlıştır. Çünkü çare; bizdedir, Türk milletindedir. Çareyi dışarıda değil, Türk milletinin Ata’sının özgün düşünce ve uygulamalarında aramak lazımdır. Çare; Serv’i dayatanlarda değil, Serv’i kırıp, Lozan’ı yaratan milli kadrolardadır.
Atatürk; fikir ve düşünceleriyle 20’nci asırda Türk milleti başta olmak üzere tüm insanlığa ışık saçmış ve insanları iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. Gazi; tutarlı, dengeli ve uygulanabilir fikir yapısı ile ekonomi alanında da insanlığa ışık tutmuştur.
Bilim adamları Atatürk’ün her yönünü incelemiştir. Fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı ekonomik görüş ve uygulamaları daima  görmezden gelinmiştir. Gazi’nin başlattığı çok ciddi ekonomik hamleler ne yazık ki kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamış ve ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler özellikle tercih edilmiştir.
Hâlbuki Atatürk; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan Türk milli ağır sanayisini kurmuş ve plânlı kalkınma dönemini başlatmıştır. O’nun yönlendirmesi ile enflasyonsuz, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye yaratılmıştır. Osmanlı’nın Düyun-ı Umumiyeden kalan borçlarını da ödeyerek çağına göre önemli bir kalkınma başarısı sağlanmıştır. Atatürk’ün öngörüsü ve direktifleriyle dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında, tamamen Türk milletinin ihtiyaçlarına, istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.
1775’lerden başlayarak Kapitalizm ve Sosyalizm gibi temel ekonomik doktrinler üzerinde bilim adamları binlerce cilt eser vermiştir. Bugün bu gibi sistemler ve başarılı uygulamaları mevcutken sadece 15 yıllık kısa bir uygulaması olan Atatürkçü Ekonomi ‘den ve bu sistemlere üstünlüğünden bahsetmek mümkün olabilir mi?
Konunun cevabı ilk bakışta olumsuzdur. Meseleye Atatürk’ün iktidar olduğu 15 yıl içinden değil de, O’nun içinden yetiştiği Türk milletinin binlerce yıllık geleneksel ekonomik faaliyetleri açısından bakarsak orada “nesiller boyu birbirine aktarılarak ve daima kendini yenileyerek sistemleşen ekonomik kültürümüzün Atatürk’ün şahsında en başarılı örneklerini verdiğini”söyleyebiliriz.
Tarihi ticaret yollarını kontrol eden bölgelerde siyasi egemenlik sahibi olan atalarımız; bu coğrafi konumlarının gerekli kıldığı şartları iyi değerlendirmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini çevrelerine kabul ettirmişlerdir. Tarihteki Türk devletlerinin ortak bir vasfı da; halkının refah ve mutluluğunu çağının şartları içinde en üst düzeyde gerçekleştirerek çok zengin bir ekonomik kültür yapısı oluşturmalarıdır.
Atalarından aldığı ekonomik kültür mirasını çok iyi kullanan Atatürk’ün ekonomik düşüncesinde fikir ve icraat arasında eşsiz bir uyum vardır. Sıfır denilecek bir seviyeden ve savaş şartları içinden on yılda ağır sanayi hamlesini gerçekleştirerek kendi tankını, topunu ve uçağını çağın gereklerine uygun olarak bizzat Türk insanının yapabileceği bir düzeye ulaşılması onun dehasının eseridir.
Dünya ülkeleri 1929 ekonomik krizi ile büyük sıkıntılar içinde bunalırken, bu durumdan etkilenmeyen ve krizi lehine çeviren, buhranı takip eden devrede plânlı ve programlı kalkınmanın dünyadaki en güzel örneklerinden birinin yaratılması yine onun üstün dehası ve önderlik kabiliyetinin bir neticesidir.
Atatürk’ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde tespit edilir. Kongrede belirlenen hedeflere ulaşılmaya çalışılır. Fakat arzu edilen sonuçlar tam olarak alınamaz. Osmanlı’nın borçları ödenir ama arzulanan ekonomik gelişme sadece tarım kesiminde görülür. İzmir Kongresindeki Çalışma Komisyonlarının ekonomik tespitleri ve çözüm önerilerinden günümüz ekonomi yöneticilerinin alacakları pek çok dersler vardır.
Atatürk’ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları 1930-1940 arasında ortaya çıkar ve en üst düzeye ulaşır. İlk döneme göre ağırlığın bugün hepsi elden çıkarılan İktisadi Devlet Teşekküllerinde olduğu tamamen kendine özel bir ekonomik rejimin uygulandığı görülmektedir. Bu dönemde; Devletin Öncülüğü, Devletin Yatırımcılığı, Devletin İşletmeciliği, Devletin tespit ettiği hedeflere ekonominin yönlendirilmesi gibi hususlar ağırlık kazanır. Faaliyetlerin temelinde yine fertlerin topyekûn kalkınması ve refah seviyesinin adaletli olarak dağıtılması yatar.
Türk toplumunun ekonomik bünyesi ve şartlarının göz önünde tutulduğu Atatürk’ün ekonomik görüşleri, klasik ekonomik sistemlerine benzemez. Batı toplumunun ürünü olan Kapitalizm ve Sosyalizm batı insanının gerçeklerine, ihtiyaç ve kültür yapısına uygun yapılandırılmıştır. Nasıl ki montaj sanayi tek başına ülkenin kalkınmasına imkan vermiyorsa, montaj doktrin ve sistemlerin kalkınma modeli olarak kullanılması da yeterli olmayacaktır. Bugün Türk ekonomisinin düzlüğe çıkabilmesi için;
– Yeterli sermayemiz, her alanda yetişmiş insan gücümüz, yeterli okullarımız ve öğretmenlerimiz mevcuttur.
– Edirne’de oturan vatandaşımız bir gün içinde karayolu ile ülkenin en uzak ve en ücra noktasına ulaşabilmekte ve malını gönderebilmektedir.
– Fabrika yapan fabrikalarımız, fabrikalarımızda üretilen hammaddeyi sağlayan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz vardır.
– İnsanımızın kültür ve sosyal refah seviyesi giderek gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaşmaktadır.
Bütün bu olumlu göstergelere ve yandaş basının devamlı alkışlamasına rağmen günümüz Türkiye’sinin ekonomik bağımsızlık seviyesinin Atatürk döneminin çok altında olduğu gerçeği değişmemektedir. Bizim gibi önemli bir coğrafyada bulunan ve gelişmek için yeterli potansiyele sahip bir ülke için mutlaka milli atılımlar yapılması gerekmektedir..
Çünkü; İnsanımız kabiliyetlidir, ekonomik faaliyetlere diğer insanlara göre çok daha fazla yatkındır, müteşebbistir, daha iyisini başaracak güce ve tecrübeye sahiptir. O halde daha iyisini yapmak varken ve önünde Atatürk gibi bir önderin çok başarılı uygulama örnekleri dururken daha iyisini ve fazlasını istemek bizim de hakkımızdır. Türk insanı tamamen dışa bağımlı ekonomik sistemi asla hak etmemektedir.
Başarısızlığı kanıtlanmış ve iflas etmiş mevcut ekonomik görüşlerden çok daha tutarlı ve tamamen Türk insanının kabiliyetlerine göre hazırlanmış ATATÜRKÇÜ EKONOMİ SİSTEMİ’ nin uygulanması ile bugünkünden çok daha ileri bir refah seviyesine ulaşmamız mümkündür. Çünkü artık Atatürk zamanında olduğu gibi bir ön hazırlık devresine ihtiyaç yoktur. Atatürk’e inanmış kadroların bilinçli ve planlı çalışmalarıyla günümüzde çok kısa bir sürede başarılı neticeler alınabilecektir.
Sonuç olarak; acilen tedbir alınmadığı takdirde küresel sermayenin dümen suyunda sürüklenen ekonomimiz  kısa süre içinde dibe vuracaktır. Küresel krizin yıkımından klasik liberal ekonomi modelleri ile çıkmamız asla mümkün değildir. Çare milli çözümde ve Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarındadır.(1)
Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeli ve tamamen milli olan Atatürkçü Ekonomi sistemini derhal uygulamalıyız. Çünkü Atatürk’ün ekonomik görüşleri Türk ekonomisine şok tedaviyi öngörmektedir. Yeter ki kendimize inanalım ve karar verelim.
8 Haziran 2015’ten itibaren Atatürke ve Atatürkçü Düşünce’ye inanmış VATAN PARTİSİ yöneticilerinin Türk milletinin huzuru, güveni, refah ve mutluluğu için küresel mimarların yolunu değil, Atatürk’ün gösterdiği yolu seçeceklerine inanıyorum..
—————————————————————
(1) Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamaları için Dr. Tahir Tamer Kumkale’nin Pegasus Yayınlarından çıkan “ ATATÜRK’ÜN EKONOMİ MUCİZESİ” kitabına bakınız.(http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=120619)