Şükrü Elekdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şükrü Elekdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2021 Pazar

ABD FETHULLAH GÜLENİ İADE ETMEZ

ABD FETHULLAH GÜLENİ İADE ETMEZ




ANALİZ
20:24 11.08.2016
(Güncellendi 14:33 15.08.2016)




Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı olduğu öne sürülen Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesi talebiyle ilgili olarak, "ABD Gülen'i iade etmez. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan teşhir edilmiş olur" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
© AA / SEFA KARACAN


Erdoğan: ABD bir tercih yapacak, ya Türkiye ya da darbeci FETÖ
"Mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak" ifadesini kullanan Elekdağ, şunları söyledi: "Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu nedenle Washington, Gülen'i Türkiye'ye iade etmeyeceğinden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir."

Sözcü'den Uğur Dündar'a konuşan Şükrü Elekdağ'ın açıklamaları şöyle:
Sayın Elekdağ, kalkışma sonrasında Hükümetin üst komuta bağlantılarına ilişkin yaptığı yeni düzenlemeye, emir-komuta birliğini bozacağı, hatta TSK'yı perişan edeceği gerekçesiyle yoğun tepki gösterildi. TSK'nın güçlendirilmesine ve itibar restorasyonuna ihtiyaç duyulduğu bu sıkıntılı dönemde neden böyle bir karar alındı?

Resmi Gazete
© AA

TSK'dan ihraçlar başladı, çok sayıda medya kuruluşu kapatıldı Hükümet, tek elde yoğunlaşmanın darbelere yol açtığı görüşünden hareketle, sivilleşme havası vererek, askeri kuvveti dağıtıyor. Genelkurmay Başkanlığı, koordinatör-sembolik bir makam olarak Cumhurbaşkanlığı'na bağlanıp izole ediliyor. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, kuvvet komutanlarına resen emir verebilecekler. Bu düzenleme, Genelkurmay Başkanlığı'nın TSK üzerindeki fonksiyonunu ortadan kaldırıyor ve emir-komuta birliğini yerle bir ediyor. Emir-komuta birliği, ordunun tüm imkan ve kabiliyetlerinin eşgüdüm içinde tek hedefe yöneltilmesini sağlar. Bir orduda emir-komuta birliği olmadığı takdirde, o ordu, tüm potansiyelini hedefe odaklayamaz, komutanlık gücü zayıflar, disiplin ve koordinasyonu bozulur. MÖ 500 yılında yaşamış olan stratejinin babası Sun Tzu'dan başlayarak, Makyavel ve Karl Von Caussewitz'e kadar bütün stratejistler, eserlerinde emir-komuta birliğinin ülke savunmasındaki yaşamsal önemini vurgulamışlardır. Uzun lafın kısası, emir-komuta birliği olmayan bir ordu savaş yapamaz.

'15 TEMMUZ'UN HEDEFİ CUMHURBAŞKANIDIR'
Orgeneral Başbuğ'un, yanlış teşhisle tedavi olmaz demesinin anlamı bu sözlerinizle daha netleşiyor.

Hava Astsubay Zekeriya Kuzu
© FOTOĞRAF : DHA

Darbeci astsubayın ifadesi: Cumhurbaşkanı'nı alıp geleceksiniz
Evet. Başbuğ, “Darbeyi yapan TSK değil ordu içine sızmasına müsaade ettiğiniz tarikatçı cuntadır, bu itibarla faturayı TSK'ya çıkarmayın” diyor. Ben de bir kere daha belirteyim. 15 Temmuz kalkışmasının nedeni, asla TSK'nın teşkilat yapısı değil, “ne istediler de vermedik” mantalitesidir. Bu itibarla bu düzenlemeden vazgeçilmelidir. Yaşadığımız coğrafyada, dış odaklar ülkemizi bölmek ve parçalamak için her vasıtaya başvurmakta, iç ve dış terör tehdidi de giderek yoğunlaşmaktadır. Bu şartlarda, güçlü ve caydırıcı niteliklere sahip ordusu olmayan bir Türkiye, varlığını ve bütünlüğünü koruyamaz. Bu itibarla ordumuzun yeniden yapılandırılmasında, günlük kısa vadeli amaçlarla hareket edilmemeli, TSK'nın ve uzman görüşlerinin dikkate alındığı akılcı bir yaklaşım sergilenmelidir.
Orgeneral Başbuğ, tehlikeye işaret ederek “Bu işin arkasındaki (küresel) güçlerin asıl hedefi Türk Ordusu'dur” diyor.

İlker Başbuğ
© AA
İlker Başbuğ: 15 Temmuz bir askeri darbe değil

Ergenekon ve Balyoz davalarında hedef Ordu'ydu. 15 Temmuz darbe girişiminin ise esas hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bertaraf edilmesidir!.. Bundan hiç şüpheniz olmasın. İslam aleminde saygınlık ve liderlik arayan Erdoğan'ın dış politikasının merkezine Filistin davasını ve İsrail düşmanlığını oturtmuş olması, demokrasi ve terör konularında Batı'ya sürekli ikiyüzlülüğünü hatırlatması, 'Ey Batı…' diyerek Batı dünyasına ayar vermeye çalışması, Ortadoğu'da ABD çıkarlarıyla çatışan bir politika izlemesi ve İslamcı bir lider olması nedeniyle ona karşı önyargılı olan, güven duymayan, 'hesapsız' çıkışlarından aşırı rahatsızlık duyan odakların oluşmasına yol açmıştır. Bu odakların, Erdoğan'ın siyasi kaderine karşı fazla duyarlı olması beklenemezdi. Nitekim, 15 Temmuz gecesi 23:15'te ABD Büyükelçiliği yoluyla Washington'dan siyasi destek talebinde bulunan AKP Hükümeti'ne, ancak Erdoğan'ın hayatta olduğu ve darbecilerin kaybedecekleri anlaşıldıktan sonra cevap verilmiş, saat 02:05'te Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanlığı eşzamanlı açıklamada bulunarak 'Türkiye'de tüm tarafların seçilmiş Hükümet'i desteklemeleri gerektiği' ifade edilmiştir. Sözünü ettiğim odakların maşası olan Cemaat, 17/25 Aralık krizinde rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla Erdoğan'ı düşürmek istemişti. O zaman başarılı olsalardı, 15 Temmuz kalkışmasına ihtiyaç kalmayacaktı.

Peki, ABD ve Avrupa'daki büyük devletler TSK'nın güçlü olmasını isterler mi?
Bu devletlerin stratejisi, Türk Ordusu'nun, Anadolu coğrafyasına hapsedilmiş sıradan bir 'savunma ordusu' olarak kalması ve 'bölgesel boyutta askeri imkân ve kabiliyetlere sahip bir güce' dönüşmesinin engellenmesidir. Yani TSK'nın Anadolu coğrafyası dışındaki tehditlere karşı taarruz yetenekleri olan bir orduya dönüşmesini istemezler. TSK'nın kendisine böyle bir yetenek sağlayacak silah sistemleri sağlama girişimlerini önlerler. Türk Ordusu'nun bölgesel operasyonlar yapacak imkân ve kabiliyete erişmesi bu devletler için bir kâbustur.

Yapılan bir kamuoyu araştırması halkın %70'inin darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün arkasında ABD'nin bulunduğuna inanıyor. Bu doğru olabilir mi?


Türkiye darbe girişimi

© REUTERS / OSMAN ORSAL

'Halkın yüzde 70'i darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğunu düşünüyor'
Halkta böyle bir şeyi ancak ABD yapar yolunda bir eğilim vardı. Ancak darbe girişiminin hemen ertesi günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu'nun canlı televizyon yayınına bağlanarak 'Darbenin arkasında ABD vardır' demesi, Hükümet'in görüşü olarak algılanmış ve büyük bir olasılıkla halkın bu istikametteki eğilimini kuvvetlendirmiştir. Yine o günlerde Başbakan Yıldırım da isim vermeden ABD'yi suçladı ve “Bu olaydan sonra Gülen'in arkasında duracak ülke göremiyorum. Duracak ülke, Türkiye'ye karşı ciddi bir savaşın içindedir. Türkiye'ye dost değildir” diyerek tansiyonu yükseltti. Bu sert meydan okumayı üstüne alınan ABD Dışişleri Bakanı Kerry, “Bu türden ifadeler Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verir” diyerek Türk Hükümeti'ni uyarmak ihtiyacını duydu. Öte yandan Gülen'in bu işi bir 'üst aklın' yönlendirmesiyle yaptığını söyleyen Cumhurbaşkanı'nın dilinden düşürmediği 'üst akıl' lafı da kamuoyu tarafından 'Amerika' olarak algılanıyordu. Ancak, ABD Genelkurmay Başkanı Dunford'un Ankara'ya yaptığı ziyaretle birlikte birden yelkenler suya indi ve Hükümet açıktan ABD'yi suçlamayı bıraktı. Hatta söz konusu ziyaret hakkında Başbakanlık tarafından yapılan resmi açıklamada, “Stratejik ortağımız ve müttefikimiz ABD milletimiz ve demokrasimize yönelik bu terörist darbe girişimine karşı tutumunu açık ve kararlı biçimde sergilemiştir” denilerek ABD övüldü ve suçlamaktan vazgeçildi. Bu konuda Hükümet'in sövgüden övgüye giden bir tutumuna tanık olduk. Sonuçta, eskilerin 'hikmet-i devlet' (raison d'état) dedikleri kavram, Hükümete tam bir U dönüşü yaptırarak, makul olan çizgiye getirdi.

Peki, bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Obama'nın, görevini bırakmasına üç ay kala, başarılı olmaması ve ABD'nin arkasında bulunduğunun ortaya çıkması halinde, Türkiye'nin NATO üyeliğini dahi gözden geçirmesine yol açacak boyutta stratejik sonuçlar doğuracak hukuk dışı bir operasyona emir vermesini mümkün görmüyorum. Ancak, ABD derin devleti içinde aktif olan ve CIA ile irtibatı bulunan gurupların bu darbe girişiminde rol oynamaları mümkündür.

Gelelim en önemli soruya: Gülen'in Türkiye'ye iadesi sağlanabilecek mi?



Fethullah Gülen
© FOTOĞRAF : TWİTTER

'Gülen'in iadesi kolay değil, cemaatçiler karda yürüyüp izini belli etmeyen insanlar'
ABD Gülen'i iade etmez!.. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan teşhir edilmiş olur. Ulusal Güvenlik Direktörü James Clapper'in “Gülencilerin darbedeki rolü konusunda ikna edici veriye sahip değiliz” ifadesi, daha şimdiden ABD istihbarat camiasının bu sorunu yokuşa sürme niyetine işaret ediyor. Clapper, ABD'deki, CIA da dahil, 16 istihbarat kuruluşundan oluşan “Ulusal İstihbarat Konseyi”nin başkanıdır. Bu mevkideki bir yetkilinin 15 Temmuz darbesi sorumluları hakkında çok açık bilgisi olması gerekir. Buna rağmen Gülen'i koruyucu bir açıklama yapması endişe vericidir. Önemli bir nokta da; Türkiye ile Amerika arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının 3. Maddesinin, siyasi nitelikte suçluların iade edilmeyeceğini öngörüyor olmasıdır. Ancak devlet veya hükümet başkanına işlenmiş veya işlenmesine teşebbüs edilmiş bir suç, siyasi nitelikte bir suç sayılmıyor. New York Bölge Mahkemesi'nin, İngiltere'de terör suçundan hapse mahkum edilip ABD'ye kaçan bir mahkumu siyasi suçlu sayarak İngiltere'ye iade edilmemesini öngören bir kararı var: John Doherty Dosyası… Bu da, mahkeme safhasında Gülen'in suçunun hangi nitelikte olduğunun (siyasi mi, terör mü?) uzun tartışmalara yol açacağını gösteriyor. Ayrıca mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak. Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. 

Bu nedenle Washington, Gülen', Türkiye'ye iade etmeyeceğinden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir.
Başta AKP, 
Siyasi partiler ve liderleri Türkiye'nin yaşadığı bu kanlı darbe girişiminden hangi dersleri çıkarmalı?

Türkiye'de darbe girişimi
© AP PHOTO / PETROS KARADJİAS

Japon Uzman: Darbe girişimi iki nedenden dolayı başarısız oldu
Yaşadıklarımız şu üç önemli gerçeği zihinlerimize nakşetti: 

Birincisi, laiklik ilkesi siyasi amaçlar için çiğnenmeseydi, Türkiye bu felaketi yaşamazdı. 

İkincisi; dinle siyaseti birbirine karıştırmayan laik sistemin hakim olduğu bir ortamda bu felaket gerçekleşmezdi. 

Üçüncüsü; demokrasiye darbe din silahıyla yapıldı. Bu üç gerçekten çıkaracağımız sonuçlar şunlar: 
1) Atatürk'ün öngördüğü gibi, ülke yönetimi din veya ideolojiye değil, akıl ve bilime dayanmalıdır. 
2) Laiklik, herhangi bir cemaatin, tarikatın devlete hakim olmasını ve dini siyasi bir güç olarak kullanmasını önler. 
3) Laikliğin ayrıştırıcı değil, birleştirici fonksiyonu vardır. Halkımızın barış, huzur, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını ve demokratik rejimin istikrarını sağlar. 

Türkiye 15 Temmuz felaketinden bu dersleri çıkarırsa, uğradığı kayıpları daha kısa bir sürede telafi eder, ekonomik ve demokratik gelişmesini pekiştirir, daha itibarlı, daha saygın bir ülke olur. Bu söylediklerimizin gerçekliğini anlamak için başımızı şöyle bir kaldırıp çevremize bakmak kafidir. Laiklik ilkesine sırtını dönen Arap ve Müslüman ülkelerde gördüğümüz şaşmaz senaryo, şeriat yanlısı İslamcı kesimin din devleti düzeninde kendi değerlerini toplumun geri kalan kısmına dayattığı, bunun sonucunda özgürlükler ve insan haklarıyla bilim ve sanatın yok olduğu, çatışmalarla ülkenin kan gölüne döndüğü ve halkın sefalet ve cehalet içinde yaşadığıdır. Merhum büyük bilim adamı Halil İnalcık'ın söylediği gibi, “Türkiye için gerek Batı, gerek İslam dünyası karşısında bir tek yükseliş yolu vardır. Atatürk devrimini gerçek ruhuyla benimsemek ve şaşmaz bir şekilde izlemek.”

https://tr.sputniknews.com/analiz/201608111024341740-abd-fethullah-gulen-emekli-buyukelci-sukru-elekdag/

***


26 Ağustos 2018 Pazar

1 Mart Tezkeresindeki Hataya Suriye'de Düşmemeliyiz,



1 Mart Tezkeresindeki Hataya Suriye'de Düşmemeliyiz,



1 Mart Tezkeresindeki Hataya Suriye'de Düşmemeliyiz,


"1 Mart Tezkeresindeki hataya Suriye'de düşmemeliyiz, Türkiye Irak'ta olsaydı, durum böyle olmazdı "



07 Şubat 2016 07:06


Erdoğan: 1 Mart'ta Birileri Gizli kulis attılar, Gazeteci olarak araştırın, bulun.,

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Suriye’de bir fiili durum oluşturulur mu?" sorusuna, 1 Mart tezkeresini örnek vererek, “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durum böyle olmazdı” sözleriyle yanıtladı. 

Hürriyet'ten Vahap Munyar'ın haberine göre, Erdoğan, Şili, Peru, Ekvador ve Senegal’i kapsayan ziyaretlerinden dönerken dün uçakta özetle şunları söyledi:

Avrupa Dertli değil.,

Güney Amerika seyahatinde Suriye konusunda verdiğiniz mesajlar nasıl karşılandı? O ülkelerin liderleri ikili görüşmelerde ne mesajlar verdi?

Kimse, ‘Doğru değil’ demiyor. Tam tersine, hepsi ‘Haklısın’ diyor. Ama önemli olan hak vermek değil, hakkı teslim etmek, gereğini yerine getirmektir. Orada insanlar acımasızca öldürülüyor. 400 bin insan katledildi, tarih katledildi, ölenler Müslüman, yok olan İslam tarihi. Bu kadar acımasızca yapılıyor, bunu kenara koymak mümkün değil. İran’ın tutumunu anlamakta zorlanıyorum. Bir şey söylediğimiz zaman da güceniyorlar. Burayı niçin mezhep savaşına kurban ediyoruz. Yaşanan acılardan dolayı bizler dertliyiz, bunlar dertli değil. Avrupa dertli değil, işi ucundan tutuyorlar.

Terörde Batı Silahları.

Bizdeki PKK terör örgütünün hücrelerinden çıkanlar arasında Rus silahı var mı? Var. ABD silahları var mı? Var. Batı’nınkiler var mı? Var. Nereden geliyor bu silahlar?

‘Yapmayın, bunlara (PYD) göndereceğiniz silahların bir kısmı DAEŞ’e gidecek’ dedik. En modern silahlar şu anda DAEŞ’in elinde. PYD’nin, DAEŞ’in elindeki silahların bazılarını biz almakta zorlanıyoruz. Dost dediklerimiz gereğini yapmıyor.

Suriye'de Böyle gitmez

Suriye’de bir fiili durum oluşturulur mu? Olursa, Türkiye ne yapabilir?

Dar kapsamlı bir güvenlik toplantısı yapıp, hassas konularımızı orada değerlendireceğiz. Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu araştırır bulursunuz. 1 Mart tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durum böyle olmazdı. 1 Mart tezkeresi ilk anda geçseydi, Türkiye masada olacaktı. O zaman Bush (ABD Başkanı), benimle yaptığı görüşmelerde bir ricada bulundu. Ama maalesef biz kendi arkadaşlarımızın yanlışıyla baş başa kaldık. Sonra göreve geldim, Başbakan oldum, tekrar ricada bulundu ve tezkere geçti ama o zaman da Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimiz bizim oraya girmemizi istemedi. Biz de, “İstenmediğimiz yere girmeyiz” dedik. Ufku görmek çok önemli. Şimdi Suriye’de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider. Bir yerden sonra böyle gitmez. Hassasiyetlerimizi Türkiye olarak korumak zorundayız. Bu hava sahası, sadece Türkiye’nin hava sahası değildir. Aynı zamanda NATO hava sahasıdır. Onlar da gerekli adımları atmak durumundadır. Yaşananlar aynı zamanda herkes için bir test niteliği taşıyor.

Tüm ihtimallere hazırız,

Türkiye ani bir hareketle karşı karşıya kalabilir mi?

Bu tür şeyler konuşulmaz, gerektiğinde gereken neyse yapılır. Şu anda biz bütün güvenlik güçlerimizle, her şeyimizle tüm ihtimallere karşı hazır durumdayız. Kimsenin endişesi olmasın.

Suriye konusunda yeni bir tezkere gündeme gelir mi?

Ülkemize yönelik tehditlere karşı Silahlı Kuvvetlerimiz her türlü yetkiye zaten sahip durumda. Ulusal güvenliğimiz açısından bir sıkıntı yok.

Suriye’de hedeflenen çözüme tarih vermek mümkün mü?

Bu işlerin tarihi olmaz. Nitekim Suriye krizinde de çok farklı şeyler düşünülüyordu ama olay halihazırda 5 yılı aşmış vaziyette.

Sık sık gelmesi bir bakıma güzel

Almanya Başbakanı Merkel, sanki biraz da panikle yine Türkiye’ye geliyor.

Şansölye Merkel’le son zamanlarda görüşmeler sıklaştı. Bu güzel bir bakıma. Sayın Davutoğlu’nun Almanya seyahati, Merkel’in İstanbul’a gelmesi, Davutoğlu ve şahsımla yaptığı görüşmeler, ardından Londra görüşmesi ve şurada bir hafta oldu olmadı hemen buraya geliyor olması... Pazartesi kendisiyle Ankara’da görüşeceğim. Sayın Başbakan da görüşecek. Ana başlık büyük ihtimalle mülteciler sorunu. Yapılan donörler toplantısında verilmiş 10 milyar Euro’luk sözden bahsediyorlar. Daha önce Türkiye’deki Suriyeliler için kullanılmak üzere 3 milyar Euro sözü var... Daha bunlardan en ufak bir şey Türkiye’ye yansımış değil. Bütün bunları görüşme şansımız olacak.

Suriye'de Sınırın mı var, Soydaşların mı var?

Halep’e doğru saldırılar artıyor. 70 bin kişinin daha kapımıza dayandığından söz ediliyor. Bu arada Rusya kaynakları da Türkiye’nin büyük bir askeri operasyon hazırlığında olduğu yönünde haberler yayıyor. Türkiye’nin yol haritası nedir?

Halep’in bir bölümünde şu anda rejim orayı kesmiş durumda, koridorun güneyinden kuzeye geçiş şu an itibarı ile mümkün değil. Türkiye tehdit altındadır. Bunlar kapımıza dayanmışsa, başka çareleri de yoksa, gerekirse bu kardeşlerimizi yine almak zorundayız, alacağız.

Rusya’nın “TSK hazırlık içerisindedir” iddiasına gelince. Aslında Rusya’ya sormak lazım: Senin ne işin var Suriye’de? Şu anda adeta işgalcisin. Sen devlet terörü estiren bir kişiyle beraber hareket ediyorsun. 400 bin kişinin katiliyle beraber hareket ediyor, sivilleri öldürmeye devam ediyorsun. Türk askeri asla o tür eylemler içinde olmamıştır. Biz, kendimizi savunma noktasında her an hazırlıklı olmak mecburiyetindeyiz. Kaldı ki orada bizim soydaşlarımız da var. Ey Rusya, senin burada sınırın mı var, soydaşların mı var? Neymiş, Esed çağırmış. BM Güvenlik konseyinin 2254 sayılı kanunu bir an evvel işletmesini bekliyoruz. O adımın atılması lazım, silahların susması lazım, göçmenlerin korunması adımlarını atması lazım. BM Güvenlik Konseyi ağır hareket ediyor.

Örfi giysem kıyamet kopar

Şili, Peru ve Ekvador başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Danışmanlarınız bu ülkelerdeki başkanlık sistemi ile ilgili bir çalışma yaptı mı? Türkiye’de süreç nasıl işleyecek? 

Parlamentoda yapılacak çalışma, Türkiye’de bu konuyu düşünen bütün kesimler için işaret fişeği olacaktır. Latin Amerika ülkelerinde yönetim biçimleri farklı yerlerden etkilenerek şekillendi. Kimisi sosyalist yönetimlerden, bir kısmı da kapitalist yönetimlerden, ABD’den bazı şeyler kaptı. İdari bakımdan hukuku çok iyi olan yönetimler var. Ama aralarında farklılıklar da var. Ekvador, Şili, Peru birbirinden farklı. İspanya’dan tamamen kopabilmişler mi, hayır. Ortak dil İspanyolca. Örf ve âdetlerde kopmamışlar. Kendi gelenek göreneklerine çok önem veriyorlar. Ekvador’da bizi kendi gelenekleri, görenekleri ile karşıladılar. Sayın Başkan giydiği gömlekle bir mesaj veriyor. Aynı kişi kravat da takıyor. Ceketinin altındaki gömlek örfi gömlekti. Bizde böyle şeyler olsa, yazılı ve görsel medya günlerce kıyamet koparır kravatı niye yoktu diye. Beştepe’de yaşadıklarımız çok açık net ortada.Türkiye’ye dönecek olursak, ben 6 aylık süreci çok önemsiyorum. 6 aylık süreç içinde dört partinin üçer temsilcisi acaba neler söyleyecekler. Onlar o çalışmayı yaparken biz boş mu duracağız, elbet boş durmayacağız. Beştepe toplantıları ile sivil toplum örgütleri ile yanımdaki mesai arkadaşlarımdan oluşturduğum 20’ye aşkın ekibimle temaslar sürdürülecek.

Senin Ortağın ben miyim...

PYD’nin yanlış yönlendirmesiyle ABD uçaklarının sivilleri vurduğu haberleri var. Batı’nın PYD’ye bakışında farklılık oluşur mu?

PYD bir terör örgütüdür. YPG bir terör örgütüdür. PKK ne ise PYD odur. Bunu bütün uluslararası örgütlere taşıyacağız. Taşımadığımız her an bizim için kayıptır. Terör örgütü olarak ilan edilmesi için adımlar atılmazsa geç kalırız. Bakın, Biden (ABD Başkan Yardımcısı) yanında bir yardımcısı ile geldi. Daha önce Sayın Obama’nın yanında da adı geçen bir ulusal güvenlik temsilcisi. Tam Cenevre’deki görüşmeler sırasında kalkıyor, Kobani’ye gidiyor. Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz nasıl güveneceğiz? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?

ABD yumuşuyor.

Suriye’de oluşturulmasını önerdiğiniz ‘güvenli bölge’ konusunda bir gelişme var mı?

Benim bu düşüncemi G-20 ülkelerinin tamamına yakını biliyor. Terörden arındırılmış güvenli bölge, bunun yanında uçuşa yasak bölge düşüncelerimi hepsine aktardım, hepsi olumlu sözler söyledi ama dönüş henüz olmadı. Burada terörden arındırılmış bölge konusunda, kilometresine varıncaya kadar ABD ile mutabıkız. ‘Bu bile azdır’ dedim Sayın Obama’ya; biz bunu büyütebiliriz. İnşaat sektöründe başarılıyız. Donörlerin katkılarıyla, Suriye sınırları içinde güvenli bölgede bir şehir kurabiliriz.

ABD üzerine düşeni yerine getiriyor mu?

Yerine getirdikleri var, getirmedikleri var. Güvenli bölge konusunda ABD baştan itibaren pek inanmamıştı, sonra inanmaya başladı. Uçuşa yasak bölgeye karşı çıktılar ama onda da şu anda bir yumuşama var.

Başbakan görüşmesin, bakanlar görüşsün Mısır’la ilişkilerde bir gelişme var mı?

O konu ile ilgili benim tavrım net. Mursi ve arkadaşları başta olmak üzere idamlarla ilgili kararlar gözden geçirip kaldırılmadıktan sonra, ben Sisi (Mısır Cumhurbaşkanı) ile görüşmem. Bakanlarımız muhataplarıyla görüşebilir. Ama Başbakanımızın görüşmesini doğru bulmam. Türkiye ile Mısır halkı, aynı kültür, aynı değer yargılarına inanan iki ülke. Tabii ki biz bu noktada kopamamalıyız.

Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşler’le ilişkilerinde yumuşama işaretleri var. Bu, Mısır’ın da bakışını yumuşatabilir mi?

Temenni ederim ki yumuşatır.

Muhatabımız olmaz.

Başbakan Davutoğlu, Mardin’de 10 maddelik planı açıklarken ‘seferberlik’ten söz etti. Ayrıca, ‘Masa İmralı’da değil, Ankara’da’ dedi. Leyla Zana’nın sizinle görüşme talebi olmuştu. ‘Muhatap’ konusu bundan sonra nasıl gelişir?

Ben ‘Çözüm süreci buzdolabındadır’ dedim. İmralı hiçbir zaman hükümetin muhatabı olamaz, kesinlikle olmamalıdır da. İmralı ile devletin çeşitli kurumları, başta Milli İstihbarat Teşkilatı olmak üzere görüşebilir. Hükümet de ona göre adımlar atar. Mesela milletvekillerine müsaade ediyorduk, gidiyorlardı. Ama daha sonra dedim ki arkadaşlara, kesinlikle milletvekillerinin de gitmemesi lazım. Müsaade edildi de ne netice aldık? Bunların şov yapmasına fırsat vermenin bir anlamı var mı? Leyla Hanım konusuna gelince. Önce git yemin et. Yemin ettikten sonra, herhangi bir pazarlık kaydı olmaksızın benden bir randevu istersen, kabul ederim. 


ETİKETLER;
tayyip erdoğan, ırak, suriye, türkiye, abd, savaş, iç savaş, soruları yanıtladı, muhatap, haber,


http://t24.com.tr/haber/1-mart-tezkeresindeki-hataya-suriyede-dusmemeliyiz-turkiye-irakta-olsaydi-durum-boyle-olmazdi,327161

***

ABD nin IRAK İŞGAL PLANININ PARÇASI.. TÜRKİYE OLMADI.,

1 Mart 2003 TEZKERESİNİN TBMM GEÇMEMESİ  İntikamı DENİZ Baykal mı.,  TBMM  KONUŞMASI..,

https://www.youtube.com/watch?v=EkX8SgEhelE


DENİZ BAYKAL ÖNDERLİĞİNDE REDDEDİLEN 1 MART TEZKERESİ'NİN  15 Cİ YILDÖNÜMÜ 

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ,

https://www.youtube.com/watch?v=vmqdjKUv_cQ


------

Muhsin Yazıcıoğlu - Tezkere Konuşması.,


https://www.youtube.com/watch?v=v1xQHzWEj_Q



-----

TBMM LİSİNDEKİ 1 MART TEZKERESİ KONUŞMA VİDEOLARI ;

TBMM LİSİNDEKİ 1 MART TEZKERESİ KONUŞMA VİDEOLARI ;

TBMM LİSİNDEKİ 1 MART TEZKERESİ KONUŞMA VİDEOLARI ;

CHP DENİZ BAYKAL ÖNDERLİĞİNDE REDDEDİLEN 1 MART TEZKERESİ'NİN YILDÖNÜMÜ 

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ

https://www.youtube.com/watch?v=vmqdjKUv_cQ

Neler Oluyor CHP Genel Başkanı Deniz Baykal 
14 05 2003

https://www.youtube.com/watch?v=g1_h7KZ_az0

CHP'nin IRAK'ın İşgaline Karşı duruşu 1 Mart TBMM Konuşması

https://www.youtube.com/watch?v=EkX8SgEhelE

Mehmet Şandır 1 Mart Tezkeresi üzerine önemli açıklamalarda bulundu

https://www.youtube.com/watch?v=aperVG63Tzs

MHP,

Muhsin Yazıcıoğlu 1 MART Tezkere Konuşması.

https://www.youtube.com/watch?v=v1xQHzWEj_Q&t=4s


SÜHEYL BATUM;

"1 Mart tezkeresi Geçmeyince ABD buna çok kızdı. 2007'den beri bu İntikamı yaşıyoruz."

https://www.youtube.com/watch?v=pijAnJlDRWQ

14 Kasım 2017 Salı

AKP İktidarının Komşularla İlişkileri ‘Sıfır Sorun’ Balonu Söndü

AKP İktidarının Komşularla İlişkileri 
‘Sıfır Sorun’ Balonu Söndü



‘Sıfır Sorun’ Balonu Söndü,


Şükrü Elekdağ, 




Cumhuriyet Gazetesi 

01 Aralık 2010
Davutoğlu’nun AKP iktidarının Türkiye’yi bölgesel bir güç ve dünya çapında oyun kurucu devlet haline getirdiği ve Ortadoğu’yu yönlendirip biçimlendirdiği yolundaki endazesiz açıklamalarına artık kimse itibar etmeyecektir.
Lizbon’daki NATO zirvesinde, nükleer güç olma yolunda ilerleyen, kısa ve orta menzilli balistik tüzelere sahip bulunan ve uzun menzilli füze üretimi için çalışan İran’ın, dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit kaynağı olduğu hususunda mutabakata varılmıştır. Üye ülkeler ve Türkiye, ittifak sorumluluklarının icabı olarak, İran’ı söz konusu niyetlerinden vazgeçirmek için caydırıcı yöntemlere başvurma ve İran’dan bir saldırı vukuunda askeri yetenekleriyle mukabele etme hususunda taahhüt altına girmişlerdir. Zirvede, Türkiye’nin de onayı ile NATO topraklarında kurulması kabul edilen füze kalkanı sistemi de ana tehdit algılaması uyarınca İran’a odaklanacaktır.
AKP iktidarı, Lizbon’da bu yolda alınacak bil” karara katılmasının, İran’la geliştirmek için çaba sarf ettiği siyasi ve ekonomik ilişkilere ağır bir darbe vuracağını düşünerek, NATO ve üye ülkeler nezdinde yoğun girişimlerde bulunmak suretiyle İran’ın bir tehdit odağı olarak saptanmasını önlemeye çalışmıştır. “Ancak Sayın Davutoğlu bu çabasında başarılı olamayınca, bu sefer, gerçekleri Türk kamuoyundan gizlemek amacıyla bir makyaj operasyonuna başvurmuş ve İran’ın isminin göze batacak şekilde kamuya açık belgelerde bir tehdit odağı olarak gösterilmemesi için çalışmıştır.” istanbul Milletvekili NATO üyelerinin büyük bölümü, Fransa hariç, bu makyaj operasyonuna karşı çıkmamıştır. Böylece AKP iktidarının yoğun PR çabası ve Türk basınının büyük çoğunluğunun da desteğiyle, “sanki Türkiye’nin gayretiyle iran’ın bir tehdit odağı olmadığının NATO’ya kabul ettirildiği izlenimi yaratılmıştır”. Buna gerekçe olarak da, yeni Stratejik Konsept belgesinde İran’ın adının zikredilmediği iddia edilmiştir. Oysa, bundan önceki belgelerde de tehdit odağı ismen belirtilmemişti. Zirveden sonra basın organları “Türkiye NATO’da istediğini aldı” şeklinde manşetler atarak AKP iktidarının bu sahte zaferini kutlamışlar ve Türk kamuoyunu büyük ölçüde kandırmışlardır.
Neyse ki, Türkiye’nin NATO nezdindeki eski Büyükelçisi ve NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’ne temel teşkil eden Akil Adamlar Raporu’nun hazırlayıcıları arasında bulunan Ümit Pamir’in bu hususta Cumhuriyet’e yaptığı bir açıklama (21.11.2010) sahtekârlığı tüm açıklığıyla ortaya çıkardı.
Pamir, NATO’nun kilit maddesi olan 5. maddenin uygulanışı bağlamında tehdit odağı olarak İran’ın isminin belgede yer aldığını söylemiştir. Zirve toplantısında, bu konuda basının sorularını cevaplayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy de, İran’ın isminin “kamuya açıklanan belgelerde” belirtilmemiş olmasına rağmen, “biz kediye kedi deriz” diyerek İran’ın NATO açısından gerçek tehdit kaynağını oluşturduğunu vurgulamıştır.

ABD tarafından dizayn edilen, fakat NATO çatısı altında uygulamaya konulacak olan füze kalkanı projesine ilişkin belgeler de, sistemin İran’a karşı oluşturulduğunu vurguluyor. Nitekim projeyle ilgili detayların yer aldığı ve Başkan Obama tarafından 17 Eylül 2009 tarihinde onaylanan “Aşamalı Uygulanabilir Yaklaşım” adlı belge, tasarlanan füze savunma sisteminin Rusya’ya karşı değil, İran’dan kaynaklanan balistik füze tehdidine karşı olduğunun altını çiziyor.
Sıfır sorun balonunun sönüşü
Buraya kadar belirttiklerimiz, AKP iktidarının ilan ettiği dış politika vizyonu ile NATO çerçevesinde kabul ettiği kararlar arasında, uyumsuzluktan da öteye, tam bir çelişki bulunduğunu ortaya koyuyor. Şöyle ki
1) Türkiye, NATO’nun Lizbon zirvesinde İran’ı dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit odağı olarak belirleyen karara katılmış ve İran’a karşı izlenecek kuşatma ve baskı politikasını kabul etmiştir. Bu gerçek ışığında, AKP iktidarının “İran’la hiçbir sorunum yok” demesi mümkün müdür? Bu durumda iktidarın, hâlâ komşularla “sıfır sorun” politikasını uyguladığını iddia etmesi ciddiyetsizlikten de öteye gülünç olmayacak mıdır?
2) AKP hükümeti BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım uygulanması kararına “hayır” oyu vermişken ve Başbakan Erdoğan “alayıvala” ile “İran’ın nükleer silah üretmek gibi bir niyeti yoktur, ben buna kefil olurum” demişken, Türkiye’nin, İran’ı nükleer silah üretmekle suçlayan ve İran’ı bu girişimden caydıracak önlemleri öngören bir NATO kararına katılması, ciddi bir çelişki oluşturmuyor mu? Bu durum, AKP iktidarının dış politika atılımlarının hesapsız ve öngörüsü/ olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymuyor mu?
3) Türkiye’nin NATO ülkeleri topraklarında kurulmasına onay verdiği füze kalkanı sistemi, otomatik olarak İsrail’i de İran balistik füzelerinden koruyacak bir şemsiye oluşturacaktır. Çünkü İran’ın attığı füzenin radarlar tarafından saptanmasını izleyen saniyeler içinde daha dikey konumda ilerlerken kalkanın füzelerinin otomatik olarak ateşlenmesini sağlayan ve “komuta ve kontrolü” tamamen NATO askeri makamlarının yetkisine devredilmiş entegre bir sistemin devreye girmesi gereklidir. Böyle olunca, düğmeye basarak, “Şu füzeler İsrail’e yönelik, onları durdurmayalım” demek mümkün değildir. Bu durumda, “Türkiye, sistemin kurulmasını kabul etmiş olmakla, Müslüman ülkelere karşı tutum ve eylemlerini şiddetle eleştirdiği İsrail’in savunmasına katkıda bulunan bir konumda olacaktır. Başbakan Erdoğan bu davranışı, önderliğine soyunmak istediği İslam âlemine nasıl izah edecektir?”
4) Füze kalkanı sisteminin NATO topraklarında konuşlandırılması İran tarafından hasmane bir hareket olarak değerlendirecektir. Dahası, iran’ın bu projeyi, kendisine karşı gerçekleştirilmesi tasarlanan bir saldırıya karşı misillemede bulunma imkânlarının elinden alınmasını öngören bir askeri operasyon hazırlığı olarak algılayacaktır.
“Yani Tahran projeyi, İran’a karşı ABD ve/veya İsrail tarafından planlanan saldırının ön hazırlığı ve Türkiye’yi de saldırganların suç ortağı olarak görecektir.”

Belirttiğimiz bu hususlar, AKP iktidarının bugüne kadar izlediği dış politikanın, gerçekçilikten uzak, hayalperest ve öngörüden yoksun ve ulusal çıkarları gözetemeyen niteliğini ortaya koymuştur. Kısacası, AKP iktidarının “komşularla sıfır balonu” sönmüştür.
Muttaki’nin ifadeleri
Bu noktada altı çizilmesi gereken husus, İran’ın bugünkü yalnızlığı içinde Türkiye’yi kaybetmek istemeyeceğidir. Bu nedenle, Tahran bir süre, Davutoğlu’nun havayı yumuşatıcı izahatına inanmış görünecek ve tepki göstermeyecektir.
Nitekim ben bu yaklaşımı, 12 Kasım’da TBMM Dışişleri Komisyonu heyetinin bir üyesi olarak Tahran’da ziyaret ettiğimiz Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki’nin açıklamalarında sezdim.

Görüşmede füze kalkanı projesini açarak bu konudaki görüşlerini sordum. Soruma dolaylı bir yanıt veren Sayın Muttaki şunları söyledi: “Türkiye dış politika alanında, bölge istikrar ve güvenliğine ciddi yatırımlarda bulundu, bu itibarla yanlış bir karar vererek bu yatırımlarını heba etmeyeceğinden eminim.”
Ne var ki, ABD Kongresi’nde bu konuda yapılacak tartışmalarda kalkan sisteminin tamamen İran’a karşı kurulduğunun açıklanması veya Başkan Obama’nın bu yolda beyanlarda bulunmasından sonra, İran’ın bu “tepki vermeyen” tutumunu sürdürmesinin zorlaşacağıdır. İlişkilerde kırılma noktasını ise füze kalkanı sisteminin radar unsurlarının Türkiye’de konuşlandırılması oluşturacaktır. Bu konuda Başbakan Erdoğan’ın Washington’un baskısına dayanabileceğini talimin etmiyorum.

Sonuç olarak, Lizbon Zirvesi’nde AKP iktidarı gönülsüzce de olsa yeni ortak tehdit değerlendirmesini ve füze kalkanı sistemini onaylayarak, Türkiye’nin Batı sistemi içindeki yerini korumuştur. Ancak bu kararıyla, öngörüden ve gerçekçilikten yoksun, hayalperest dış politikasının iflas ettiği tescil edilmiş ve “sıfır sorun” balonu sönmüştür.

26 Ağustos 2016 Cuma

Türkiye’nin Terörle Mücadelesi ve ABD’nin tutumu




Türkiye’nin Terörle Mücadelesi ve ABD’nin tutumu


















ŞÜKRÜ ELEKDAĞ
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ
Cumhuriyet Gazetesi 23 Aralık 2010
ABD’nin Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının bir nedeni Obama yönetiminin ABD’nin baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP Hükümeti’nin destek verdiği yolundaki algılamasıdır. Türkiye ile ABD arasında karşılıklı çıkarların ayarına acilen ihtiyaç vardır. Halen, Öcalan, Barzani, PKK ve PEJAK, Amerika’nın piyonlarıdır
Terörle mücadelede Türkiye’nin ne durumda olduğuna göz attığımız zaman çok karanlık ve endişe verici bir tabloyla karşılaşıyoruz. Hükümet yaklaşan genel seçimler öncesinde PKK’nın terör eylemlerini durdurmak suretiyle siyasi getirim sağlamak için terör örgütüyle bir müzakere ve pazarlık süreci başlatmıştır. Bu süreçte, “Öcalan-Kandil ekseni”, “Demokratik Çözüm” adını verdiği şu şartları Hükümet’e dayatmıştır: Anayasada vatandaşlık tanımı değiştirilmeli, Kürt kimliği Anayasa’da güvence altına alınmalı, Kürtçe eğitim ve öğretime geçilmeli, Güneydoğu’ya özerklik verilmeli ve Öcalan’ı da kapsayan bir genel af çıkarılmalıdır.
Öcalan: “Korkunç bir iç savaş başlatırım !..”
Önerilerine şu ana kadar yanıt alamayan Öcalan 16 Aralık’ta avukatları vasıtasıyla bir açıklama yaparak “Demokratik Çözüm” şartları kabul edilmediği takdirde korkunç bir iç savaş başlatacağı tehdidinde bulundu. Açıklamanın çarpıcı bölümleri şöyle:
“Çok önemli bir 6 aya giriyoruz. Bu 6 ay iyi değerlendirilirse, çözüme kapı aralanabilir. Aksi takdirde kimsenin hesaplamayacağı kadar korkunç bir savaş gelişebilir.
Olumlu gelişmeler olmazsa Haziran’ı beklemem Mart’ta da aradan çekilirim. Önümüzdeki 6 ay Demokratik çözüm için son şanstır. Aksi takdirde çatışmalar başlar, korkunç bir savaş gelişebilir.
Ünlü bir tarihçi ‘Böyle dönemlerde ya ölürsün ya öldürürsün, gerisi yoktur’ diyor. Çözüm gelişmezse bizi böyle bir dönem bekliyor. Kimin öldürüleceği de belli olmaz, herkes tehlike altındadır. Bu ülkenin cumhurbaşkanı bile ağzında köpüklerle öldü. Çözümsüzlük uzarsa Türkiye’yi de böyle büyük tehlikeler bekliyor, onun için bu örneği veriyorum.”
Terörist başının hedef listesinin başına Cumhurbaşkanı’nı koyarak savurduğu bu dehşetengiz tehdidi, Hükümet’in terörle mücadelede gösterdiği zafiyetten aldığı cüret ve cesaretle yaptığı besbelli. Genelkurmayın sert mesajına yol açan BDP’nin “iki dilli yaşam” a geçileceği yolundaki meydan okumasının nedeninin kaynağında da yine Hükümet’in edilgenliğinin yattığı tartışma götürmez.
Türkiye bu Noktaya nasıl geldi?
Türkiye bu akla durgunluk veren noktaya AKP iktidarının şu dört hatasında ısrar etmesi sonucu gelmiştir:
(1) “Kürt açılımı” veya “demokratik açılım” denilen girişimin sakat temeller üzerine bina edilmesi.
(2) Terörle mücadelede aşırı zafiyete düşülmesi.
(3) Siyasi getirim hesabıyla PKK ile mütareke yapılması ve müzakereye oturulması.
(4) PKK’nın elindeki silahı bırakmamakta ısrar etmesine rağmen, devletin örgütle müzakereye oturmayı kabul etmesinin “Öcalan-Kandil ekseni” tarafından Hükümet’in teslim bayrağını çekmesi olarak yorumlanması.

Çizdiğim bu tablo, PKK’nın kuzey Irak’taki dağ kadrosu tasfiye edilmeden, Türkiye’nin ne PKK, ne de Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulamayacağını ortaya koyuyor. Bugünün koşullarında, Türklerle Kürtlerin eşit hukuku paylaşan vatandaşlar olarak huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşamalarını sağlayacak, demokratik-sosyo-ekonomik nitelikte sivil önlemlerin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için PKK’nın kuzey Irak’taki vurucu gücünün muhakkak tasfiye edilmesi gerekiyor.
Washington PKK’yı neden canlı tutuyor?
İşte bu noktada, diplomasinin de devreye girmesi zorunlu oluyor. Burada bir gerçeği de tüm açıklığıyla dile getirelim. PKK’nın hayatta kalmasını ve vurucu gücünü muhafaza etmesini sağlayan ABD’dir.
Amerika’nın, Irak’ı işgal ettikten sonraki dönemde, Türkiye’ye karşı ikiyüzlü bir siyaset uyguladığı artık tamamen açığa çıkmıştır. ABD bir yandan, PKK ile mücadelede yanımızda olduğu izlenimini yaptığı açıklamalar ve sağladığı bazı jest niteliğindeki desteklerle yaratmaya çalışmıştır. Ama öte yandan da PKK’nın tasfiyesi için gerekli boyutta desteği Türkiye’ye hiçbir zaman vermemiş, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuzey Irak bölgesine etkin ve sonuç alacak nitelikte kara operasyonları yapmasını önlemiştir. Bu bağlamda ABD, himayesine aldığı Barzani’nin de PKK’yı barındırmasına, korumasına ve lojistik ihtiyaçlarının karşılamasında yardımcı olmasına yeşil ışık yakmıştır. Washington’un NATO müttefiki Türkiye’ye karşı böylesine hasmane bir tutum içine girmesinin üç nedeni vardır.

Birinci nedeni, tarihte ilk defa olarak Ortadoğu bölgesindeki tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri ABD’nin denetim ve kontrolü altına girmiştir. Bu şekilde Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Bugünün koşullarında Barzani de, Öcalan da, PKK da, PEJAK da, ABD’nin piyonları konumundadırlar… Washington, PKK’dan ABD’nin Ortadoğu stratejisinde bir manipülasyon aracı olarak yararlanıyor. PKK’nın uzantısı olan PEJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor. PKK içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. Bu nedenlerle, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor.
İkinci neden, Obama yönetiminin, Irak’ın parçalanması durumunda kuzeyde kurulacak bağımsız Kürt devletine yerleşerek, burayı bir askeri üsse dönüştürme ve Ortadoğu stratejisinin önemli bir dayanak noktası yapmayı öngören bir planı bulunmasıdır. Washington bu nedenle de, Barzani’ye kol kanat geriyor ve kaprislerine boyun eğiyor.
ABD’nin Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının üçüncü nedeni ise, Obama yönetiminin ABD’nin baş düşmanı olarak gördüğü İran’a, AKP iktidarının destek verdiğine inanmasıdır. Ankara’nın İran’a yönelik politikası, Washington tarafından, İran’ın siyasi ve ekonomik baskı ve yaptırımlara karşı direncini artırdığı ve nükleer silah üretmesine yardımcı olduğu şeklinde algılanıyor ve ciddi tepkilere yol açıyor. Ankara’nın dikkatle değerlendirmesi gereken husus, başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası ile tüm Arap aleminin üzerinde ittifak ettikleri görüştür. Bu da, İran’ın nükleer silah yapmak hususunda kararlı olduğu ve Ortadoğu’nun bir cehenneme dönmemesi için İran’ın bu ihtirasının mutlaka önlenmesinin zorunlu olduğudur.
ABD ile çıkar ayarı
AKP iktidarı bu görüşte olmayabilir. Ancak, izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Şurası bilinen bir gerçek ki, Türk Hükümeti’nin İran politikası Obama yönetiminin tüylerini diken diken ediyor ve bu rahatsızlık nedeniyle, “Türkler ABD’nin baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine duyarlı olalım?” şeklinde bir tepkiye yol açıyor. Bu tepkinin fiiliyata intikali de, Washington tarafından, PKK örgütünün kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden şartların yaratılmasına ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlanması şeklinde oluyor.
ABD’nin dostlukla bağdaşmayan bu davranışı, dış politikamızın enine boyuna bir sorgulanmaya tabi tutulmasını gerektirmiyor mu? Bu söylediklerimiz, Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını göstermiyor mu?
Bu toplantıda, Türk Hükümeti, ABD’li muhataplarına, Washington’un kuzey Irak’a yönelik politikasının PKK’ya destek sağlanmasına yol açarak Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarına zarar verdiğini ve bu politikanın uygulanmasında ısrar edilmesi halinde, Türk kamuoyunun tepkisi nedeniyle, Türkiye ile Amerika arasındaki askeri ve siyasi işbirliğinin ve kurumsal ittifak ilişkilerinin tehlikeye düşeceğini en çarpıcı ifadelerle ortaya koymalıdır. Bu ortak değerlendirmenin amacı tabiatıyla, Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle, ilişkilerin, müttefik ilişkilerine ve işbirliğine yaraşır şekilde karşılıklı çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır. Bu şekilde Ankara ile Washington arasındaki havanın düzeltilmesini sağlayacak girişimlerin bir an evvel gerçekleştirilmesinde büyük yarar vardır.

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Emekli Büyükelçi ŞÜKRÜ ELEKDAĞ.., ABD Gülen'i İade etmez. 2





Emekli Büyükelçi  ŞÜKRÜ ELEKDAĞ..,  
ABD Gülen'i İade etmez. 2



ABD Genelkurmay Başkanı'ndan Fethullah Gülen mesajı

'DUNFORD, YILDIRIM'LA GÖRÜŞMESİNDE GÜLEN HAKKINDAKİ TALEPLERİ DİNLEDİ'

Dunford’ın Yıldırım’la yaptığı görüşme sırasında Ankara’nın Washington’dan iadesini istediği Fethullah Gülen hakkındaki talepleri dinlediği belirtilen açıklamada, ABD Genelkurmay Başkanı’nın “Onlara, Türklerin bakış açısının liderliğime iletileceğinden emin olduğumu anlattım” ifadelerine de yer verildi.

Açıklama şu ifadelerle devam etti: “Başkan, sadece iki ülke arasındaki askeri ilişkileri değil aynı zamanda daha kapsamlı ilişkileri de teşvik etti. ‘IŞİD’le mücadele konusunda bazı farklılıklarımız var’ diyen Dunford, ‘Bu konular üzerinde çalışmaya istekli olunduğunun ifade edilmesi ve bakış açılarının paylaşılmasının bölgenin istikrar anlamına geldiğine inanıyorum’ ifadelerini kullandı.”

ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, mevkidaşı Hulusi Akar'la birlikte darbecilerin bombalı saldırısına uğrayan TBMM'yi ziyaret etti.

Akar'dan ABD'li mevkidaşı Dunford'a: Kanıt benim

AKAR, WASHİNGTON'A İADE-İ ZİYARETE GİDECEK

Akar’ın bu ay içinde Washington’a gideceğinin belirtildiği açıklamada, iki genelkurmay başkanının IŞİD’le mücadele ve üsler başta olmak üzere konuşacak çok fazla konusu olduğu ancak bu başlıkların Ankara’da ele alınmadığı kaydedildi.

'ORAYA UZUN BİR İSTEK LİSTESİYLE GİTMEM ARKADAŞLIK İÇİN UYGUN DEĞİLDİ'

Açıklama Dunford’ın şu sözleri ile sonlandırıldı: “Arkadaşımdan yaşadığı travmatik tecrübe konusunda biraz sabırlı olmasını istedim. 
Oraya uzun bir istek listesiyle gitmem bir arkadaşlık için uygun değildi, bu eylemsel bir ilişki. Ben sadece arkadaşımın yeniden sesini duyduğum için memnunum.”



  http://tr.sputniknews.com/abd/20160802/1024190950/abd-turkiye-ankara-incirlik-dunford.html   >


15 Temmuz darbe girişiminin ardından ABD'den ilk üst düzey ziyaret dün ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford'un Ankara ziyaretiyle gerçekleşti. Başbakan Binali Yıldırım, TBMM Başkanı İsmail Kahraman ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'la görüşen Dunford'un darbe girişimini en güçlü şekilde kınadığı açıklandı.

‘ABD, TÜRKİYE'NİN ‘KABARMIŞ OLAN AYRANINI' SAKİNLEŞTİRMEK İÇİN ÜST DÜZEYDE BİR ŞAHSİYET GÖNDERDİ'

Türk-Amerikan ilişkileri alanında çalışmaları bulunan Onulduran, Dunford'un ziyaretini değerlendirirken, "Öncelikle Türkiye'nin tabiri caizse ‘kabarmış olan ayranını' sakinleştirmek için çok üst düzeyde, Genelkurmay Başkanı düzeyinde bir şahsiyeti göndermiş olmaları iyi bir şey" dedi.

‘ ABD'NİN DARBE GİRİŞİMİNİ DESTEKLEDİĞİNDEN EMİN DEĞİLİM '


ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford, mevkidaşı Hulusi Akar'la birlikte darbecilerin bombalı saldırısına uğrayan TBMM'yi ziyaret etti.

Akar'dan ABD'li mevkidaşı Dunford'a: Kanıt benim Onulduran, darbe girişiminin ardından sıkça dillendirilen ‘darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğu' yorumlarıyla ilgili olarak ise  "Ben şahsen bundan çok emin değilim; çünkü ABD'nin bunu yapması için bir sebep yok. Türkiye zaten ABD safında, dış politika ve  savunma politikası açısından onun bir nevi takipçisi konumunda olan bir NATO müttefikidir. ABD bir darbe yapıp daha iyi kimi getirecek? 

Dolayısıyla ben şahsen buna ihtimal vermiyorum" diye konuştu.

Darbe girişiminin arkasında ABD'nin değilse bile ABD'nin istihbarat teşkilatı CIA içinde bir grubun olduğu yorumlarına da katılmayan Onulduran, "Velev ki CIA içinde veya Amerikan askeri istihbaratı içinde ayrı bir grup olsun, bu grup darbeyi desteklemekle ne kazanacak? 

Şu anda nesi yok ki onu elde edecek? Buna ben inanmıyorum, inanmam için bir sebep yok. Türk askeri şahsiyetleri, genelkurmay başkanından astsubayına kadar zaten Amerikan talimnameleriyle büyüyen, onlardan silah alan, onların manevralarına katılan bir ordu. 

Bunun bir kısmını halka karşı kışkırtmanın kendileri açısından bir getirisi yok" dedi.


ABD Genelkurmay Başkanı'ndan Fethullah Gülen mesajı

‘ ABD'NİN DARBE GİRİŞİMİNDEN HABERDAR OLDUĞUNA ŞAŞMAM '

ABD'nin darbe girişiminden haberdar olma ihtimalinin ise yüksek olduğunu vurgulayan Onulduran, "Buna inanırım, olabilir. Bizde bile bir istihbarat kargaşası oldu. Önce MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a suikast yapılacağı izlenimi doğmuş, güya onun için gecikmişler Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a haber vermekte. Fakat ABD'nin haberdar olduğuna şaşmam. ABD'nin Türkiye'deki havayı koklayıp bir şey öğrenmiş olmaları mümkündür. Ama teşvik edip bu işi başlatmış olmalarına ihtimal vermiyorum" dedi.

‘ ABD'NİN DARBE GİRİŞİMİNDEN HABERDAR OLDUĞU ORTAYA ÇIKARSA İLİŞKİLER SARSILIR '

Onulduran, ABD'nin Türkiye'deki darbe girişiminden haberdar olduğunun ortaya çıkması durumunda ilişkilerin ciddi sarsıntıya uğrayacağına dikkat çekerek şöyle konuştu:

"Bu, şu aşamada bir varsayım. Eğer ABD'nin bundan haberdar olduğu ortaya çıkarsa o zaman Türk-Amerikan ilişkileri ciddi bir sarsıntıya uğrar, hiç şüphesiz. En azından bu iktidarla ABD arasında buz gibi bir hava eser. Ama şu anda orada değiliz. Şu anda nihayet çok üst düzey resmi ağızdan, Genelkurmay Başkanı'nın ağzından resmi olarak yapılan yalanlamaya inanmak durumundayız. Hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde beyanatta bulundu. Ama ileride ne çıkar, bilemiyoruz. Mesela hâlâ John F. Kennedy'yi kimi öldürdüğü büyük bir açıklıkla ortaya çıkmış değil. 50 sene öncesinden bahsediyoruz. O itibarla çok sıcak bir gelişmenin içindeyiz. Bugün yaptığımız değerlendirmelerin hata payı çok yüksek olur. Araya biraz zaman girerse o zaman arşivlerin, hatıratların yayınlanması vesilesiyle bu olay açıklık kazanır. Ama şu an elimizdeki verilerle içeride belli bir grubun kendi ideolojileri uğrunda çok talihsiz bir girişimde bulundukları ve 
bunda başarısız olduklarına inanmak durumundayız."

Türkiye, darbe girişimini Fethullah Gülen cemaatine mensup subayların gerçekleştirdiğini belirterek ABD yönetimine Pensilvanya'da yaşayan Gülen'i Türkiye'ye iade etmesi çağrılarında bulunuyor. Son olarak Dunford'un ziyaretinde de Gülen'in iade edilmesi talebini gündeme geldiği, bunun üzerine Dunford'un, ABD'de hukuk sistemi içinde talepler ve kanıtlar dikkate alınarak değerlendirme yapılacağını söylediği, Dunford'un bu sözleri üzerine Genelkurmay Başkanı Akar'ın "Daha ne kanıtı, kanıt benim" diyerek karşılık verdiği basına 
yansıdı.

Başbakan Yıldırım, ABD Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford'u kabul etti.

Başbakan Yıldırım, ABD Genelkurmay Başkanı Dunford'u kabul etti "Fethullah Gülen'in iadesini pek kolay görmüyorum" diyen Onulduran, şöyle konuştu: "Fethullah Gülen'in bu işlerin arkasında olduğunu biz içimizde hissediyoruz. Bazı kanıtlar da görüyoruz. Ama mahkemede adam çıkar ‘bunların hepsi yakıştırmadır' derse ne olacak? 
Ne zaman ki bir bant kaydı çıkarılır, veya kendisi tarafından yazılı bir emir ortaya çıkarılır, o zaman Amerikan mahkemesi bunu sağlam kanıt olarak değerlendirir. Ama onlar (Fethullah Gülen cemaati mensupları) karda yürüyüp izini belli etmeyen insanlar. 
Dolayısıyla bu tip kanıtların olmadığı bir yerde bir iadenin mümkün olacağını tahmin etmiyorum."

'AKAR'IN İFADESİ İADE İÇİN YETERLİ OLMAZ'

Genelkurmay Başkanı Akar'ın darbe girişimiyle ilgili tanık olarak verdiği ifadesinde darbe girişiminde bulunan subaylardan Hakan Evrim'in "Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile görüştürürüz" dediği ortaya çıkmıştı.

Akar'ın bu ifadesinin de Gülen'in iadesi için yeterli olmayacağını kaydeden Onulduran, " Dedim, dedi ' şeklinde kanıt olmaz. 

Bizim Genelkurmay Başkanı telefonu eline alıp ‘Hocaefendi ne yapıyorsun, nelere teşebbüs ediyorsun?' demiş mi, hayır. Bir şiddetin varlığı muhakkak, ölümlerin varlığı muhakkak. Adamın boynuna kemer geçirmişler, başına tabanca dayamışlar,  bunlar da doğru. 
Ama bunlar içeride olmuş olaylar, bunların Fethullah Gülen'e yapıştırılması zor, onu söylemek istiyorum" diye konuştu.

   http://tr.sputniknews.com/analiz/20160802/1024195689/gulen-cemaat-iade.html   >


****


' Gülen'in iadesi kolay değil, Cemaatçiler karda yürüyüp izini belli etmeyen insanlar '

ABD Gülen'i iade etmez!.. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan teşhir edilmiş olur. Ulusal Güvenlik Direktörü James Clapper'in “ Gülencilerin darbedeki rolü konusunda ikna edici veriye sahip değiliz” ifadesi, daha şimdiden ABD istihbarat camiasının bu sorunu yokuşa sürme niyetine işaret ediyor. Clapper, ABD'deki, CIA da dahil, 16 istihbarat kuruluşundan oluşan “ Ulusal İstihbarat Konseyi”nin başkanıdır. Bu mevkideki bir yetkilinin 15 Temmuz darbesi sorumluları hakkında çok açık bilgisi olması gerekir. Buna rağmen Gülen'i koruyucu bir açıklama yapması endişe vericidir. Önemli bir nokta da; Türkiye ile Amerika arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının 3. maddesinin, siyasi nitelikte suçluların iade edilmeyeceğini öngörüyor olmasıdır. Ancak devlet veya hükümet başkanına işlenmiş veya işlenmesine teşebbüs edilmiş bir suç, siyasi nitelikte bir suç sayılmıyor. 
New York Bölge Mahkemesi'nin, İngiltere'de terör suçundan hapse mahkum edilip ABD'ye kaçan bir mahkumu siyasi suçlu sayarak İngiltere'ye iade edilmemesini öngören bir kararı var: John Doherty Dosyası… Bu da, mahkeme safhasında Gülen'in suçunun hangi nitelikte olduğunun (siyasi mi, terör mü?) uzun tartışmalara yol açacağını gösteriyor. Ayrıca mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak. Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu nedenle Washington, Gülen', Türkiye'ye iade etmeyeceği nden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir.

http://tr.sputniknews.com/analiz/20160811/1024341740/abd-fethullah-gulen-emekli-buyukelci-sukru-elekdag.html

****

Başta AKP, siyasi partiler ve liderleri Türkiye'nin yaşadığı bu kanlı darbe girişiminden hangi dersleri çıkarmalı?

Türkiye'de Darbe Girişimi

© AP PHOTO/ PETROS KARADJİAS

Japon Uzman: Darbe girişimi İki Nedenden dolayı başarısız oldu..

   <   Japonya Ortadoğu Ülkeleri Enstitüsü'nden Türkiye uzmanı Mau Kaneko, 15 Temmuz'daki darbe girişiminin başarısız sonuçlanmasının altında iki neden bulunduğunu ifade etti.

Sputnik'in sorularını yanıtlayan Kaneko, ilk nedenin, darbe girişimine Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tüm birimlerinin katılmaması olduğunu belirtti.

İkinci nedenin ise Türk halkının iktidarın şiddet yoluyla devrilmesini kabullenmemesi olduğunu ifade eden Japon uzman, şu ifadeleri kullandı: "Türkiye'deki son darbenin üzerinden yaklaşık 40 yıl geçti ve ülkedeki durum çok değişti. Bugünkü tabloyu analiz ettiğimizde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısıyla sokağa çıkanlar arasında 'Erdoğan'dan nefret ediyoruz ancak iktidarın şiddet yoluyla devrilmesine de kesinlikle karşı çıkıyoruz' düşüncesinde olan çok sayıda insan bulunduğunu görürüz."

'WASHINGTON-ANKARA GERİLİMİ, IŞİD'LE MÜCADELEYİ ETKİLER'

Türkiye ve ABD arasında Fettullah Gülen'in iadesiyle ilgili gerginliğe de değinen Kaneko, sorunun sürüncemede kalması durumunda, bunun IŞİD ile mücadele çalışmalarına nüfuz edebileceğini savundu. Kaneko, Donald Trump'ın başkan olması halinde ise, Washington'un Ankara'ya yönelik politikasının sertleşeceği ve Türkiye-ABD ilişkilerinin kötüye gideceği öngörüsünde bulundu.

'TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİN GÜÇLENECEĞİ AŞİKAR'

Öte yandan Japon uzman, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin güçleneceğinin aşikar olduğunu vurguladı.

Batı ile yaşanan sorunlar ışığında Erdoğan'ın Rusya ile dostane ilişkiler geliştirmesinin en önemli hamle olduğuna dikkat çeken Kaneko, Rus turist sayısındaki düşüşün Türkiye'yi ciddi biçimde etkilediğinin altını çizdi. 

http://tr.sputniknews.com/analiz/20160802/1024195139/japon-uzman-darbe-girisimi.html

>

   Yaşadıklarımız şu üç önemli gerçeği zihinlerimize nakşetti: Birincisi, laiklik ilkesi siyasi amaçlar için çiğnenmeseydi, Türkiye bu felaketi yaşamazdı. İkincisi; dinle siyaseti birbirine karıştırmayan laik sistemin hakim olduğu bir ortamda bu felaket gerçekleşmezdi. Üçüncüsü; Demokrasiye darbe din silahıyla yapıldı. 

Bu üç gerçekten çıkaracağımız sonuçlar şunlar: 

1) Atatürk'ün öngördüğü gibi, ülke yönetimi din veya ideolojiye değil, akıl ve bilime dayanmalıdır. 

2) Laiklik, herhangi bir cemaatin, tarikatın devlete hakim olmasını ve dini siyasi bir güç olarak kullanmasını önler. 

3) Laikliğin ayrıştırıcı değil, birleştirici fonksiyonu vardır. 


Halkımızın barış, huzur, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını ve demokratik rejimin istikrarını sağlar. Türkiye 15 Temmuz felaketinden bu dersleri çıkarırsa, uğradığı kayıpları daha kısa bir sürede telafi eder, ekonomik ve demokratik gelişmesini pekiştirir, daha itibarlı, daha saygın bir ülke olur. 

Bu söylediklerimizin gerçekliğini anlamak için başımızı şöyle bir kaldırıp çevremize bakmak kafidir. Laiklik ilkesine sırtını dönen Arap ve Müslüman ülkelerde gördüğümüz şaşmaz senaryo, şeriat yanlısı İslamcı kesimin din devleti düzeninde kendi değerlerini toplumun geri kalan kısmına dayattığı, bunun 
sonucunda özgürlükler ve insan haklarıyla bilim ve sanatın yok olduğu, çatışmalarla ülkenin kan gölüne döndüğü ve halkın sefalet ve cehalet içinde yaşadığıdır. Merhum büyük bilim adamı Halil İnalcık'ın söylediği gibi, “Türkiye için gerek Batı, gerek İslam dünyası karşısında bir tek yükseliş yolu vardır. Atatürk devrimini gerçek ruhuyla benimsemek ve şaşmaz bir şekilde izlemek.”

http://tr.sputniknews.com/analiz/20160811/1024341740/abd-fethullah-gulen-emekli-buyukelci-sukru-elekdag.html

..

Emekli Büyükelçi ŞÜKRÜ ELEKDAĞ.., ABD Gülen'i İade etmez. 1



Emekli Büyükelçi ŞÜKRÜ ELEKDAĞ..,  ABD Gülen'i İade etmez.

.













Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, 15 Temmuz darbe girişiminin planlayıcısı olduğu öne sürülen Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesi talebiyle ilgili olarak, " ABD Gülen'i iade etmez. Zira CIA'nın Gülenciler ile dünya çapındaki istihbarat işbirliği ortaya çıkar. Ayrıca çok sayıda ajan Teşhir edilmiş olur " dedi.

SEFA KARACAN

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
Erdoğan: ABD bir tercih yapacak, ya Türkiye ya da darbeci FETÖ

"Mahkeme, darbe talimatının müritleri tarafından değil de, bizzat Gülen tarafından verildiği hususunda kesin delil talebinde bulunacak" 
ifadesini kullanan Elekdağ, şunları söyledi: "Bu bakımdan önümüzde 3-4 sene sürecek bir mahkeme süreci görünüyor. 
Bu uzun sürecin Türk-Amerikan ilişkilerini kopma noktasına getirmesi tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. 
Bu nedenle Washington, Gülen'i Türkiye'ye iade etmeyeceğinden emin olduğu bir ülkeye sığınmasını kolaylaştırma yoluna gidebilir." Sözcü'den Uğur Dündar'a konuşan Şükrü Elekdağ'ın açıklamaları şöyle:

Sayın Elekdağ, kalkışma sonrasında Hükümetin üst komuta bağlantılarına ilişkin yaptığı yeni düzenlemeye, emir-komuta birliğini bozacağı, hatta TSK'yı perişan edeceği gerekçesiyle yoğun tepki gösterildi. TSK'nın güçlendirilmesine ve itibar restorasyonuna ihtiyaç duyulduğu bu sıkıntılı dönemde neden böyle bir karar alındı?

Resmi Gazete

TSK'dan ihraçlar başladı, çok sayıda medya kuruluşu kapatıldıHükümet, tek elde yoğunlaşmanın darbelere yol açtığı görüşünden hareketle, sivilleşme havası vererek, askeri kuvveti dağıtıyor. 
Genelkurmay Başkanlığı, koordinatör-sembolik bir makam olarak Cumhurbaşkanlığı'na bağlanıp izole ediliyor. 
Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri, Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanıyor. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, kuvvet komutanlarına resen emir verebilecekler. Bu düzenleme, Genelkurmay Başkanlığı'nın TSK üzerindeki fonksiyonunu ortadan kaldırıyor ve emir-komuta birliğini yerle bir ediyor. Emir-komuta birliği, ordunun tüm imkan ve kabiliyetlerinin eşgüdüm içinde tek hedefe yöneltilmesini sağlar. 
Bir orduda emir-komuta birliği olmadığı takdirde, o ordu, tüm potansiyelini hedefe odaklayamaz, komutanlık gücü zayıflar, disiplin ve koordinasyonu bozulur. MÖ 500 yılında yaşamış olan stratejinin babası Sun Tzu'dan başlayarak, Makyavel ve Karl Von Caussewitz'e kadar bütün stratejistler, eserlerinde emir-komuta birliğinin ülke savunmasındaki yaşamsal önemini vurgulamışlardır. Uzun lafın kısası, emir-komuta birliği olmayan bir ordu savaş yapamaz.

'15 TEMMUZ'UN HEDEFİ CUMHURBAŞKANIDIR'

Orgeneral Başbuğ'un, yanlış teşhisle tedavi olmaz demesinin anlamı bu sözlerinizle daha netleşiyor.

Hava Astsubay Zekeriya Kuzu

Darbeci astsubayın ifadesi: Cumhurbaşkanı'nı alıp geleceksiniz Evet. Başbuğ, “Darbeyi yapan TSK değil ordu içine sızmasına müsaade ettiğiniz tarikatçı cuntadır, bu itibarla faturayı TSK'ya çıkarmayın” diyor. 
Ben de bir kere daha belirteyim. 15 Temmuz kalkışmasının nedeni, asla TSK'nın teşkilat yapısı değil, “ne istediler de vermedik” mantalitesidir. 
Bu itibarla bu düzenlemeden vazgeçilmelidir. Yaşadığımız coğrafyada, dış odaklar ülkemizi bölmek ve parçalamak için her vasıtaya başvurmakta, iç ve dış terör tehdidi de giderek yoğunlaşmaktadır. Bu şartlarda, güçlü ve caydırıcı niteliklere sahip ordusu olmayan bir Türkiye, varlığını ve bütünlüğünü koruyamaz. Bu itibarla ordumuzun yeniden yapılandırılmasında, günlük kısa vadeli amaçlarla hareket edilmemeli, TSK'nın ve uzman görüşlerinin dikkate alındığı akılcı bir yaklaşım sergilenmelidir.
Orgeneral Başbuğ, tehlikeye işaret ederek “Bu işin arkasındaki (küresel) güçlerin asıl hedefi Türk Ordusu'dur” diyor.

İlker Başbuğ


İlker Başbuğ: 15 Temmuz bir Askeri darbe değil,

Ergenekon ve Balyoz davalarında hedef Ordu'ydu. 15 Temmuz darbe girişiminin ise esas hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bertaraf edilmesidir!.. Bundan hiç şüpheniz olmasın. İslam aleminde saygınlık ve liderlik arayan Erdoğan'ın dış politikasının merkezine Filistin davasını ve İsrail düşmanlığını oturtmuş olması, demokrasi ve terör konularında Batı'ya sürekli ikiyüzlülüğünü hatırlatması, 'Ey Batı…' diyerek Batı dünyasına ayar vermeye çalışması, Ortadoğu'da ABD çıkarlarıyla çatışan bir politika izlemesi ve İslamcı bir lider olması nedeniyle ona karşı önyargılı olan, güven duymayan, 'hesapsız' çıkışlarından aşırı rahatsızlık duyan odakların oluşmasına yol açmıştır. 

Bu odakların, Erdoğan'ın siyasi kaderine karşı fazla duyarlı olması beklenemezdi. Nitekim, 15 Temmuz gecesi 23:15'te ABD Büyükelçiliği yoluyla Washington'dan siyasi destek talebinde bulunan AKP Hükümeti'ne, ancak Erdoğan'ın hayatta olduğu ve darbecilerin kaybedecekleri anlaşıldıktan sonra cevap verilmiş, saat 02:05'te Beyaz Saray ve ABD Dışişleri Bakanlığı eşzamanlı açıklamada bulunarak 'Türkiye'de tüm tarafların seçilmiş Hükümet'i desteklemeleri gerektiği' ifade edilmiştir. Sözünü ettiğim odakların maşası olan Cemaat, 17/25 Aralık krizinde 
rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla Erdoğan'ı düşürmek istemişti. O zaman başarılı olsalardı, 15 Temmuz kalkışmasına ihtiyaç kalmayacaktı.

Peki, ABD ve Avrupa'daki büyük devletler TSK'nın güçlü olmasını isterler mi?

Bu devletlerin stratejisi, Türk Ordusu'nun, Anadolu coğrafyasına hapsedilmiş sıradan bir 'savunma ordusu' olarak kalması ve 'bölgesel boyutta askeri imkân ve kabiliyetlere sahip bir güce' dönüşmesinin engellenmesidir. Yani TSK'nın Anadolu coğrafyası dışındaki tehditlere karşı taarruz yetenekleri olan bir orduya dönüşmesini istemezler. TSK'nın kendisine böyle bir yetenek sağlayacak silah sistemleri sağlama girişimlerini önlerler. Türk Ordusu'nun bölgesel operasyonlar yapacak imkân ve kabiliyete erişmesi bu devletler için bir kâbustur.

Yapılan bir kamuoyu araştırması halkın %70'inin darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün arkasında ABD'nin bulunduğuna inanıyor. 

Bu doğru olabilir mi?

Türkiye Darbe girişimi

REUTERS/ OSMAN ORSAL

'Halkın yüzde 70'i darbe girişiminin arkasında ABD'nin olduğunu düşünüyor'
Halkta böyle bir şeyi ancak ABD yapar yolunda bir eğilim vardı. Ancak darbe girişiminin hemen ertesi günü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu'nun canlı televizyon yayınına bağlanarak 'Darbenin arkasında ABD vardır' demesi, Hükümet'in görüşü olarak algılanmış ve büyük bir olasılıkla halkın bu istikametteki eğilimini kuvvetlendirmiştir. Yine o günlerde Başbakan Yıldırım da isim vermeden ABD'yi suçladı ve “Bu olaydan sonra Gülen'in arkasında duracak ülke göremiyorum. Duracak ülke, Türkiye'ye karşı ciddi bir savaşın için 
dedir. Türkiye'ye dost değildir” diyerek tansiyonu yükseltti. Bu sert meydan okumayı üstüne alınanABD Dışişleri Bakanı Kerry, “Bu türden ifadeler Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verir” diyerek Türk Hükümeti'ni uyarmak ihtiyacını duydu. Öte yandan Gülen'in bu işi bir 'üst aklın' yönlendirmesiyle yaptığını söyleyen Cumhurbaşkanı'nın dilinden düşürmediği 'üst akıl' lafı da kamuoyu tarafından 'Amerika' olarak algılanıyordu. Ancak, ABD Genelkurmay Başkanı Dunford'un Ankara'ya yaptığı ziyaretle birlikte birden yelkenler suya indi ve Hükümet açıktan ABD'yi suçlamayı bıraktı. Hatta söz konusu ziyaret hakkında Başbakanlık tarafından yapılan resmi açıklamada, “Stratejik ortağımız 
ve müttefikimiz ABD milletimiz ve demokrasimize yönelik bu terörist darbe girişimine karşı tutumunu açık ve kararlı biçimde sergilemiştir” denilerek ABD övüldü ve suçlamaktan vazgeçildi. Bu konuda Hükümet'in sövgüden övgüye giden bir tutumuna tanık olduk. 

Sonuçta, eskilerin 'hikmet-i devlet' (raison d'état) dedikleri kavram, Hükümete tam bir U dönüşü yaptırarak, makul olan çizgiye getirdi.

Peki, bu konuda sizin görüşünüz nedir?

Obama'nın, görevini bırakmasına üç ay kala, başarılı olmaması ve ABD'nin arkasında bulunduğunun ortaya çıkması halinde, Türkiye'nin NATO üyeliğini dahi gözden geçirmesine yol açacak boyutta stratejik sonuçlar doğuracak hukuk dışı bir operasyona emir vermesini mümkün görmüyorum. Ancak, ABD derin devleti içinde aktif olan ve CIA ile irtibatı bulunan gurupların bu darbe girişiminde 
rol oynamaları mümkündür.


Gelelim en önemli soruya: Gülen'in Türkiye'ye iadesi sağlanabilecek mi?


Hüseyin Hayatsever

<Türk-Amerikan ilişkileri alanında çalışmaları bulunan Prof. Dr. Ersin Onulduran,  ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford'un Ankara ziyaretinde de gündeme gelen Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iadesiyle ilgili "Gülen'in iadesini pek kolay görmüyorum" dedi.

Sputnik'e konuşan Onul Duran, " Fethullah Gülen'in bu işlerin arkasında olduğunu biz içimizde hissediyoruz. Bazı kanıtlar da görüyoruz. 
Ama mahkemede adam çıkar ‘bunların hepsi yakıştırmadır' derse ne olacak? Ne zaman ki bir bant kaydı çıkarılır veya kendisi tarafından yazılı bir emir ortaya çıkarılır, o zaman Amerikan mahkemesi bunu sağlam kanıt olarak değerlendirir. 
Ama onlar (Fethullah Gülen cemaati mensupları) karda yürüyüp izini belli etmeyen insanlar. 

Dolayısıyla bu tip kanıtların olmadığı bir yerde bir iadenin mümkün olacağını tahmin etmiyorum" dedi.

Onulduran, darbe girişiminin arkasında ABD'nin bulunduğunu düşünmediğini ancak ABD'nin darbe girişiminden haberdar olmasının ihtimal dâhilinde olduğunu ifade ederek "Bu, şu aşamada bir varsayım. Eğer ABD'nin bundan haberdar olduğu ortaya çıkarsa o zaman Türk-Amerikan ilişkileri ciddi bir sarsıntıya uğrar" diye konuştu.


****


ABD Genelkurmay Başkanı Dunford TBMM'de,
AA/ TBMM / HAYDAR AKTAŞ
Pentagon, Dunford'ın Ankara ziyaretinin detaylarını yazdı

<  13:51 02.08.2016

ABD Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’ın Türkiye ziyaretine ilişkin bir açıklama yayınladı. Genelkurmay Başkanı Akar ile Dunford arasındaki arkadaşlığa dikkat çekilen açıklamada, Türk yetkililerin görüşmelerde iki ülke arasındaki işbirliğine vurgu yaptığı belirtildi.

Dunford’ın 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’yi ziyaret eden ilk yabancı yetkili olduğuna dikkat çekilen açıklamada, “Dunford ‘General (Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı ) çok uzun zamandır tanıyorum’ dedi. General arkadaşının iyi olduğunun emin olmak istediğini söyledi” ifadelerine yer verildi.


ABD Deniz Piyade Komutanı Joseph Dunford LAUREN VİCTORİA BURKE

ABD Genelkurmay Başkanı Dunford, Türkiye'de

'ABD'NİN İNCİRLİK VE DİYARBAKIR ÜSLERİNE ERİŞİMİNE İZİN VERİLMEYE DEVAM EDECEK'

Açıklamada Dunford-Akar görüşmesiyle ilgili şu ifadeler kullanıldı: “ Dunford, Akar’ın ziyaretten memnun olduğunu söylediğini ve Türkiye’nin NATO ve IŞİD’le mücadele başta olmak üzere ABD ile işbirliğini sürdürmek istediğini doğruladığını aktardı. Başkan, Türkiye’nin İncirlik ve Diyarbakır’daki Türk üslerine erişim sağlamaya devam edeceği konusunda Akar tarafından kendisine garanti 
verildiğini söyledi.”

ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’in eşlik ettiği Dunford’ın Başbakan Binali Yıldırım’la gerçekleştirdiği görüşme hakkında ise açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Dunford, tüm görüşmelerde, Türkiye ile ABD’nin işbirliği yapmasını gerektiren bölgedeki sorunları 
dinlediğini söyledi. Dunford, ‘Günün teması, başından sonuna dek, ABD-Türkiye ilişkilerinin öneminin yeniden tasdik edilmesiydi’ diye de ekledi. Dunford, tüm görüşmelerdeki tonun ‘suçlayıcı’ değil, olumlu olduğunu da aktardı.”

Joseph Dunford

GARY CAMERON