29 Mart 2017 Çarşamba

BAYRAM ŞEKERİ 2

Bayram Şekerleri (2) 


Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Eylül 01, 2011


Cumhurbaşkanı Gül, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğüne Profesör Dr. Hasan Gönen’i atadı.
Cumhurbaşkanı bu atamayı Anayasamızın 104. Maddesi (b) fıkrasından aldığı yetki ile yapmaktadır.
Aynı Anayasamızın 101. Maddesi, cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiğini, seçildiği andan itibaren varsa, partisi ile ilişkisinin kesileceğini emretmektedir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir Hukuk Devleti olduğuna ve kimseye canı istediği gibi davranma yetkisi verilmediğine göre, Cumhurbaşkanı da Anayasa’ya ve yasalara uymak zorundadır…
Bu düşünceler ışığında, Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı bu atamayı beraberce inceleyelim;
Profesör Dr. Hasan Gönen,  son yerel seçimlerde Eskişehir AKP Büyükşehir Belediye Başkanı adayı oldu.  Seçimi Prof. Yılmaz Büyükerşen kazandı, Prof. Hasan Gönen kaybetti. Yani Prof. Gönen bir siyasi partiye üye olup, o partinin adayı olmuş ve günlerce hem partisinin ve kendisinin yapacağı hizmetlerini anlatmış, hem de rakiplerinin çalışmalarını eleştirmişti. O artık bir siyasetçiydi…
Cumhurbaşkanı bu gerçeği bilerek, Prof. Gönen’i rektörlüğe atadı.
“Ben yaptım oldu” mantığı  ve “ Kabile Devleti ” anlayışıyla hareket ederseniz bu atama “cuk” diye yerine oturmuş olur!…

Fakat Hukuk Devleti mantığıyla bakarsanız, görün bakın neler olur;
*Cumhurbaşkanı, “AKP ye mensup birini” Üniversite Rektörü atayarak, kendi tarafsızlık ilkesini çiğnemiştir.

*Cumhurbaşkanı, Rektör seçimlerinde birinci olamayan birini atayarak, Üniversitedeki Bilim İnsanlarının iradelerini yok saymıştır.
*Cumhurbaşkanı, bir Bilim Yuvası olan Üniversite’ye eski partisi AKP’den bir partiliyi atayarak, Üniversitenin içine siyaseti bizzat sokmuştur.
*Cumhurbaşkanı, Eskişehir halkının belediyeyi teslim etmediği kişiye, Eskişehir de ki bir üniversiteyi teslim ederek, Eskişehir halkı ile dalga geçti.
Bu olaydan çıkarılacak  “Doğru Fikir” şu olmalıdır;
-Cumhurbaşkanı Gül, Anayasamızın  101. Maddesindeki  “Tarafsızlık” ilkesini çiğneyerek, Anayasayı ihlal suçu işlemiştir. Böylelikle hem kendisinin, hem de makamının saygınlığına büyük bir darbe vurmuştur.  Sayın  Gül, tarafsız bir Cumhurbaşkanı olamamıştır…

Bayram Alayları;

Padişahların Bayram Namazlarını kılmak için camiye gidiş ve dönüşlerine “Bayram Alayları” adı verilirdi. Bu törenler çok muhteşem olurdu. Hele,altın ve gümüş süslemeleriyle donatılmış, dünyanın en güzel ve safkan atlarından oluşan alayın başında Padişahın at üstünde geçişinin seyrine doyum olmazdı. Öyle bir zenginlik, öyle bir debdebe dünyada zor görülebilecek olaylardandı.
Padişahın hemen yanında “Darüssaade Ağası” , solunda ise “Silahtar” bulunurdu. Herkesin duracağı yer ve söyleyeceği sözler belli idi.

Yoksulluk ve yokluk içindeki zavallı halk bu törenleri izler ve sanki o atın üstünde, o zenginlik içinde olan kendisi imiş gibi çılgınca alkışlardı…
2011 yılında, Başbakan Erdoğan’ın  “Bayram Alayları”  şanlı geçmişimize uygun olarak ve üstüne biraz “İleri Demokrasi” sosu ilave edilerek yapılıyor.
Atların yerini son model koruma arabaları, dev gibi cipler, motorlu polisler, özel timciler, trafik otoları, sinyal kesici Jammer otoları aldı. Padişahların  50-60 atına karşı, Başbakanın 90-100 araçtan oluşan konvoyu, bayram alayını oluşturuyor…
İsveç-Norveç-Finlandiya-İngiltere-Fransa-İtalya gibi ülkelerin Başbakanlarında, bakanlarında böyle şatafatlı konvoylar göremezsiniz. Onlar kendi halkları gibi yaşarlar. Siyaset sebebiyle yaptıkları görevin geçici olduğunu baştan hazmetmişlerdir ve bir gün seçimle biteceğine inanmışlardır. Başbakanlığa bisikleti ile giden Başbakan da gördüm, yürüyerek giden Bakanlar da gördüm. Onların kişi başına düşen gelirleri bizim en az 5 katımız…

İran-Suriye-Irak-Suudi Arabistan- Yemen- Katar gibi ülkelerin konvoyları bizimkinden çok kalabalık. Yöneticiler çok zengin, halkları çok fakir…
Bu konuda onlardan çok geride kaldık… Sadece bu konuda mı?…
Gerçekten bu konvoyları kalabalık ve şatafatlı ülkelerden geri kaldığımız bazı konular var;

*Türbanı henüz İlkokula kadar indiremedik, İran’dan geri kaldık.
*Hala başı açık gezen, çalışan, otomobil kullanan, televizyon seyreden, karma eğitimde kız-erkek karışık okuyan eğitim sistemimiz var, Afganistan’dan geri kaldık.

*Erkekler olarak rezil durumdayız, hala 4 kadın almayı serbest bırakamadık. Bu konuyu yasaya bağlayan Barzani’den geri kaldık.

*Yolsuzlukta 185 ülke içinde 78 inci olduk.  107 ülkenin gerisinde kaldık.
*Adamlar Deniz Feneri e.V davasını açtılar. Hırsızları yargılayıp, cezalarını kestiler. Biz, aradan yıllar geçmesine rağmen, hala soruşturmayı bitiremedik.  Oklar AKP’nin tepe noktalarını ve İstanbul Belediyesini  gösterince, savcıları sepetledik, yerine cici savcılar koyduk, yargı bağımsızlığında Pakistan’ın fersah, fersah gerisinde kaldık…

*Dünyada en çok gazeteciyi hapse attık, Suriye’den geri kaldık.
Bu olaylardan çıkaracağımız “Doğru Fikir” şu olmalıdır;

Demokrasi, Cumhuriyet, Lâiklik ve Hukuk Devleti ve Çağdaşlık bir yaşam biçimidir. Eğer kafanızda, beyninizde, ruhunuzda onu sindirmemişseniz ve biat kültüründen geliyorsanız, istediğiniz kadar “İleri Demokrasi” deyin, demokrat olamazsınız. Olsanız olsanız sadece komik olusunuz….

Sağlık ve başarı dileklerimle


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/09/bayram-sekerleri-2-rifat-serdaroglu.html


***

BAYRAM ŞEKERİ - 1


Bayram Şekerleri (1) 

Rifat Serdaroğlu


Bu bayram, genç arkadaşlarımıza ufacık bir nasihat ile şekerlerimizi  ikrama başlayalım;
Eğer savunduğunuz fikir doğru ise, söylemekten asla geri durmayınız. Bazı zamanlar yalnız kaldığınızı, söylediklerinizin kimsenin umurunda olmadığını hissedersiniz. İşte o an kırılma anıdır.
Ya siz de kişisel hırslar ve menfaatler uğruna, yaşananları ve ülkenizin felakete gidişini görmezden gelip düzene uyacaksınız, ya da tek kişi kalsanız bile “doğru fikrinizi” savunmaya devam edeceksiniz. Doğru fikri savunabilmek için de sorgulayıcı, araştırmacı olmak şarttır…
Asla unutulmaması gereken gerçek şudur; “Doğru fikrin önünde hiçbir duvar duramaz…”

İzin verirseniz, geçen hafta yaşadığımız birkaç olayı araştırıp, sorgulayalım ve doğru fikri bulalım…
*Deniz Feneri adlı “Yüzyılın Soygunu” davasında yaklaşık 3 senedir görevli Savcılar, görevlerinden alındılar. Bunun üzerine CHP Genel Başkanı, Başbakan Erdoğan’a şu soruları tüm Türk Kamuoyu önünde sordu;

-Vaktiyle Deniz Feneri Derneği üzerinden oluşturulan fonlarla bir ilişkiniz var mıydı, yok muydu? Bir bilginiz var mıydı, yok muydu?..
-Savcıların görevden alınmasının, davanın sanıklarından birisinin bir şeyler yapılmazsa konuşacağı tehdidiyle bir ilgisi var mı, yok mu?… 
-Kanal 7 de arama yapılacağını Kanal 7 ye bildiren köstebek kim? Bu, size çok yakın çalışan bir çalışma arkadaşınız mı? Savcıların görevden alınmasının arkasında bu gerçeklerin ortaya çıkmasından duyduğunuz telaş mı var?
-Bu yüz kızartıcı suçu işlediği ileri sürülenlerle ne tür bir kader ortaklığınız oldu ki davayı açıkça ört bas etmeye çalışıyorsunuz? Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan, neyin açığa çıkmasından korkuyorsunuz?..

Soruyu soran, Türkiye’nin Ana Muhalefet Partisinin Genel Başkanı. Sorulara muhatap olan kişi Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı. İki makam da Türkiye’nin en önemli makamları. İddialar ve suçlamalar korkunç !… CHP Genel Başkanı, Başbakan’ı  sadaka paralarından oluşan fonları kullanmakla, Adalete Anayasa’ya aykırı biçimde müdahale edip suç işlemekle, Adaleti engellemek için “Köstebek kullanmakla”, yüz kızartıcı suçları örtbas etmekle suçluyor.
Suçlamalar çok ağır, her biri kurşun gibi…

Bu sorulara muhatap olan her medeni insanın yapacağı iki şey vardır;
Önce basın toplantısıyla bu iddialara cevap verir ve kendince doğruları söyler, kamuoyunu bilgilendirir ve ikinci olarak iddia sahibini bağımsız Türk yargısına şikayet eder, ceza ve tazminat davaları açar…
Başbakan, bunların ikisini de yapmıyorsa ve hele kamuoyunu  hiçe sayıp, bilgi vermek gereğini de hissetmiyorsa, CHP Genel Başkanının iddiaları doğruluk taşıyor demektir.


Benzeri bir olay, demokratik  ve özgür basının olduğu bir ülkede meydana gelse idi, basın olayın içyüzünü ortaya çıkarıncaya kadar işin üstüne gider ve kamuoyunu bilgilendirme görevini yerine getirirdi…

Türkiye’de böylesine önemli bir olayı, Almanya’da “Yüzyılın Soygunu” denen bir olayı, basınımızın çok büyük bir kısmı hiç olmamış gibi görmezden geldi. Başbakan’a Somali-Suriye-Libya-Ramazan ile ilgili seveceği soruları soran cemaat-tarikat-liberal ve cici basınımızın aklına, Savcılardan birinin
“Limon satarım daha iyi” cümlesini niçin kullandığını  sormadı, soramadı !….
Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” şudur;*Başbakan Erdoğan, kendisi açıklama yapıp kamuoyunu tatmin etmediği sürece, “Yüzyılın Soygunu” denen bu sadaka dolandırıcılığı ve Adalete baskı yapıp, Savcıların görevlerini değiştirilmesi olayları ile doğrudan ilgilidir. Akrabalarının ve 20 yıllık arkadaşlarının “Hükümlü ve Tutuklu” olarak bu davadan dolayı hapiste olmaları bu tezi güçlendirmektedir…
*Türkiye’de basın asla ve asla özgür ve bağımsız değildir. Birkaç tanesi müstesna bunların haberleri “kurma ve yanlıdır” , bunlar basın organı değil, patronlarının işlerini takip ile görevli ticari kuruluşlardır…

İkinci Olaya Gelince;

Başbakan Erdoğan Kasımpaşa’da eş-dost-akraba ziyaretleri yapıyor. Bu arada bir vatandaş yanına yanaşıyor ve; “Sayın Başbakanım, Oğlum Hakkari’de askerdi, tezkeresini aldı ama yol güvenliği olmadığı için 25 gündür gelemiyor. Lütfen bize yardım et” diye yalvarıyor…
Başbakan, Hakkari Valisini arıyor ve terhis olan askerin derhal babasının yanına gönderilmesini emrediyor. Ertesi gün tüm basında; “Başbakan, askeri babasına kavuşturdu” , “Başbakan emretti, Komutanlar hemen askerleri bıraktılar” tipinde yalakalık örneği manşetler atılıyor !…

O Asker babası, vatandaşlık bilincine ulaşmış bir T.C Vatandaşı olsaydı, soruyu şöyle sorar ve talebini oy vererek seçtiği kişiye iletirdi;
*Sayın Başbakan, 10 yıldır ülkeyi tek başınıza yönetiyorsunuz. 10 yılın sonunda evlatlarımız terhis olmalarına rağmen, devletimizin yolları güvenli olmadığı için evlerine gelemiyorlar. Bunda bir yanlışlık yok mu? Hakkari ve Güneydoğu “Kurtarılmış Bölge” oldu da bizim mi haberimiz olmadı? Çocuklarımız güven içinde ne zaman evlerine gelecek. Sizin oğlunuz askerlik yapmadı, bizi anlamanız için ne yapmamız gerekli, lütfen bize söyler misiniz?
Basının büyük bir kısmı besleme basın yerine, gerçek basın olsaydı şu soruları sorması ve millete olduğu gibi yansıtması  gerekmez miydi;*Devlet, Türkiye içinde yollarının güvenliğini sağlayamıyor mu?
*Askerler, yollar güvenli olmadığı için helikopter ile naklediliyor, peki sivil vatandaşlar nasıl seyahat edecek?
*Sayın Başbakan, Türk Milleti bayramda şehit cenazeleri kaldırıyor, siz “Suriye bizim iç meselemizdir” diyorsunuz. Yollarımızın güvenliği “İç meselemiz” değil midir.?…

Bu olaydan çıkacak “Doğru Fikir” ise şudur;

Başbakan ve AKP, terörle mücadelede başarısız olmuştur. Bundan böyle de akacak kanın her damlasından Hükümet ve bizzat Başbakan Erdoğan sorumludur. Ülkemiz bu anlayışla yönetilmeye devam ettiği sürece başımız dertte demektir. Vatanını seven herkesin, demokratik kurallar içinde ve yasaların bizlere verdiği olanaklar çerçevesinde bu cemaat-tarikat zihniyetiyle mücadele etmesi şarttır.
Basın maalesef, yalakalık mertebesinde bir derece daha yükselmiştir…

Sağlık ve başarı dileklerimle 

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/bayram-sekerleri-1-rifat-serdaroglu.html

***

Bayramlık Hediye


Bayramlık Hediye  

Rifat Serdaroğlu
Salı, Ağustos 30, 2011


Güzel geleneklerimizden biridir, insanlarımızın bayramlarda ve özel günlerde birbirlerine hediyeler vermesi. İmkânları olanlar hem bayramların kutsallığını,  hatırlamanın ve hatırlanmanın güzelliğini, hem de karşılıklı sevgi-saygının birlik ve beraberliğimizin temeli olduğu gerçeğini hediyeler vererek pekiştirirler…
Başbakan Erdoğan’da, Azınlık Cemaat Vakıflarına kendi deyimiyle “Bayram Hediyesi” verdi. Azınlık Vakıfları temsilcileri de Başbakan Erdoğan ve eşine çeşitli hediyeler verdiler…
Başbakan Erdoğan Kanun Hükmünde Kararname ile 5737 sayılı Vakıflar Kanununa geçici bir madde ekleyerek, Azınlık Cemaat Vakıflarının 1936 yılında beyan ettikleri mallarını bu vakıflara geri verdi…
Bizim anlayışımıza göre demokrasilerde temel hak ve özgürlükler asla hediye olarak verilmez, ulufe olarak dağıtılamaz. Bu haklar, insan olmanın gereğidir ve insanın ayrılmaz parçasıdır.
Bu ülkede yaşayan ve vatandaşımız olan azınlıkların da elbette ki tüm hakları verilmelidir.
Bu konuda tüm dünyada aranan iki şart vardır; Sadakat ve Karşılıklılık İlkesi…
Yakın tarihimizde özellikle Ermenilerin ve Rumların Türk milletine yaptıkları ihanetleri unutmuş değiliz. İnşallah tekerrür etmez.
Başbakan Erdoğan;  Atatürk’ün, İnönü’nün, Bayar’ın, Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın vermediğini verdi. Tıpkı 12 Eylül Darbesinden 25 gün sonra Kenan Evren’in Amerikalı General Rogers’ın sözüne güvenerek Yunanistan’ın NATO’ ya dönmesine onay verdiği gibi… Bu izni bir söze güvenerek, bir “Aferin” uğruna vermekle Türkiye,  Avrupa Birliğine girme pazarlığındaki en büyük kozunu kaybetmişti…
Türkiye’de aklı başında kaç kişi Sayın Erdoğan’ın;  Atatürk-İnönü- Bayar-Menderes-Demirel-Özal’dan daha deneyimli ve daha ileri görüşlü olduğunu söyleyebilir ki!…
Devlet yönetiminde karşılıklı ilişkilerde mutlaka gözetilmesi gereken olgu “Ülkenin Yararı” ilkesidir. Ben bu işi yaptığım zaman ülkem ne fayda elde edecektir? Devlet adamının kendisine sorması gereken soru bu olmalıdır.
Başbakan Erdoğan’a sorulması gerekenler şunlardır;
*Böylesine çok önemli ve tüm Cumhuriyet tarihini ilgilendiren bu konuyu niçin TBMM de tüm partilerin katılacağı bir tartışma sonucu oluşacak “Ortak Akıl” ile yapmadınız?…
Yangından mal kaçırır gibi, başka konudaki bir kanunun arkasına geçici bir madde ekleyerek bu konuyu oldu bittiye getirmek için size yapılan Uluslararası baskıları lütfen açıklar mısınız?…

*AKP’nin bu jestine karşılık;

-Ermenistan’ın Türkiye topraklarında hak iddia etmesi ortadan kalktı mı?…
-Ermenistan Anayasasından Ağrı Dağının ve Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a ait olduğu iddiası çıkarıldı mı?
-Ermenistan, Soykırım iddialarından ve her sene anma törenlerinde Türk Bayrağını çiğnemekten vaz mı geçti?..
-Ermenistan, Kandil Dağında ki 1500 adet PKK tetikçisi katilini geri mi çekti?…
-Yunanistan, Türk Kökenli Müslüman Yunan Vatandaşlarına kendi Müftülerini seçme hakkı mı verdi?
-Yunanistan, bir türlü onarmadığı ve bizim de onarmamıza izin vermediği camilerimizi, onarmaya mı karar verdi?
-Yunanistan, kapalı olan Türk Okullarının açılmasına mı karar verdi?
-Yunanistan, kapattığı Türk Derneklerinin açılmasına izin mi verdi?
-Rumlar, Rum-Pontus İmparatorluğu iddialarından vaz mı geçtiler?
-Türkiye’de ki Azınlık Vakıflarının dini temsilcileri, Türkiye’nin Avrupa Birliğine alınması için herhangi bir çalışma mı yaptılar?
-Türkiye’de ki Azınlık Vakıflarının dini temsilcileri, Avrupa Ülkelerinden PKK’ya verdikleri desteği kesmelerini mi istediler?
-Bu Bayram Hediyesi öncesi, Azınlık Cemaat Vakıf Temsilcileri, AHİM de açtıkları davaları geri çektiler mi?
Bunların hiçbiri olmadı ve olmayacak. Aksine, daha fazla hak elde etmek için Başbakan Erdoğan’a baskılar devam edecek. Sırada Heybeliada Ruhban Okulunun açılması ve diğerleri var. Onların sırası da Kurban Bayramında gelir.
Türkiye de bol bol bayram, Başbakan Erdoğan’da bu gani gönüllülük, Türkiye’de bu kadar mal olduktan sonra her bayram bir hediye paketi niçin verilmesin ki? Dağıt gitsin kardeşim, babanın malı mı!…
Halk dilinde, elinde avucundakini hesapsızca dağıtıp sonra çaresiz kalanlar için güzel bir deyiş vardır;
Ver elindekini ellere, vur k.ç.nı yerlere… 

Sağlık ve başarı dileklerimle mutlu bayramlar 

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/bayramlk-hediye-rifat-serdaroglu.html

***

Ben kim miyim? Ben Milli İradeyim!!


Ben kim miyim? Ben Milli İradeyim!!  


Rifat Serdaroğlu
Pazartesi, Ağustos 29, 2011


Oturun oturduğunuz yerde, adamın kafasını bozmayın ulan. İkide bir demokrasiymiş, insan haklarıymış, hukuk devletiymiş,  yettiniz be.
Size kırk defa söyledik, hala anlamadınız mı? Artık devir değişti. Kafanıza dank etsin yahu…
Bundan böyle ben ne dersem o olur?
Ben kim miyim? Ben Milli İradeyim yahu, bu milletin her iki kişisinden biri bana oy verdi!.. Bana oy verirken benim ne olduğumu bilmiyorlar mıydı?
Bal gibi biliyorlardı… Eee o zaman ne bu tafra, tatava?
Yok, Deniz Feneri Davasının Savcılarını değiştirmişim  yok, davanın sümen altı edilmesini emretmişim yok Almanya Büyükelçisini sıkıştırmışım, Futbol Federasyonunu ben seçmişim  falan, filan…
Bir kere ben milli iradeyim, böyle işlerle ben uğraşmam. Söylerim adamlarıma onlar  hallederler.
Bakın, Bursaspor yöneticilerinden, benim adamımın kardeşini tutukladılar. Bu terbiyesizlik nasıl olur yahu!..  Bu hareket,  milli iradenin tutuklanması ve siyasi iradenin üstünde vesayet anlamına gelir!… Hemen adamım Sado’ya söyledim,
o da Bursa’ya adamı olan bir Yargıtaycı üye gönderdi.
Yargıtaycı da, hakimlere ülkenin patronunun kim olduğunu hatırlattı, hop adamlar tahliye oldu…
Bu işler böyle birader, yersen. Ne demiştim unuttunuz mu?
Bitaraf olan bertaraf olur, demedik mi?  Daha açık nasıl anlatayım ki !…
Gelelim şu top olayına;
Gazi Mustafa Kemal dahil, gelmiş geçmiş devlet adamları içinde futboldan benim kadar iyi anlayan, futbol oynamış biri var mı? Elinizi cüzdanınıza pardon vicdanınıza koyun öyle söyleyin. Tamam mı?
O zaman federasyon başkanını da ben seçerim, kim düşecek kim kalkacak ben karar veririm…
Şu Aziz’e bakar mısınız, adam daha “R”  harfini doğru düzgün söyleyemiyor, bana rağmen ihaleye girecekmiş de, Fenerbahçe’nin imparatoruymuş da, herkese posta atıyormuş da…
Gördük işte, bir fiske yedi Savcıdan, kendini delikte buldu…
Manisa’dan Bursa’ya salladığım  ağlayan kaşar abim ne diyordu; “Bir mahallede iki muhtar olmaz.”
Kim kafasını az bir şey kaldırır, “Milli İrade” tepesine biner. Öyle, “Bağımsız”, “Özgür”, “Özerk” federasyon istemem ben kardeşim. Ben alemin kralı olacağım, ama  Kasımpaşa’nın ligden düşmesi engellenmeyecek. Var mı böyle bir şey yahu? Ben Kasımpaşa’da kahvedeki cankuşlarımın yüzüne nasıl bakarım? Beni makaraya almazlar mı?…
Ne yaptım ben; Hocaefendinin adamını Başkan yaptım, yanına da Hanımın akrabası var ya ismini unuttum, hani o parlak çocuk, Belediyenin başına da ben koymuştum, esas patron odur. Hem Hocaefendiyi de memnun etmiş olduk, hem de benden habersiz orada artık sinek uçamaz!…
Deniz Feneri olayına gelince;
Herkes şunu çok iyi anlamalı. Ben kendi adamlarıma sonuna kadar sahip çıkarım. Efendim adam yanlışlık yapmış, şeytana uymuş. Kim uymuyor ki?, Kim yanlış yapmıyor ki?

Size iki örnek vereyim, bana hak verecesiniz;
Adam, benim taa Belediye Başkanlığımdan beri çantalarımı taşıyan, yanımdan ayrılmayan, Kanal 7 de davamız için çalışan, RTÜK’ü tamamen bizim hakimiyetimize veren bir kişi. Kuruluşunda benim de payım bulunan bir dernekte üç-beş yol buldu diye terk mi edeyim, yalnız mı bırakayım, hapislerde çürümesine göz mü yumayım? Sonra ya bildiklerini anlatmaya başlarsa ne olacak?
Diğerine  gelince, kendisini gençlik yıllarımdan beri tanırım. Ne günlerimiz geçti, anlatsam film olur.
Sonra adamcağız, benim oğlanın bacanağının babası. Al sen benim yakınımı, at içeri.
Ne oluyor kardeşim, kimsin sen, kendini ne zannediyorsun sen? Senin ne haddine Milli İradeye karşı savaş açmak. Sen bunu yaparsan, anında yerinden uçarsın…
Üstelik ben daha İl başkanıyken, Almanya’da şehir  şehir, cami cami  dolaşıp dernek için para toplanmasına yardım ediyordum. Elbette ki toplanan bu paralarda benim de tasarruf hakkım var. Hem kime ne yahu, veren razı, alan razı. Savcıya ne bu işlerden, Alman meslektaşlarına özendi bizimkiler. Sanki burası doçland, ya sabır…
İşte böyle, bundan böyle herkes, hepiniz milli iradeye saygılı olacaksınız. Olmayan Silivri’ye baksın. Orada 20 bin kişilik yeni bir cezaevi yaptırıyorum, tamam mı, tamam mı dedim ulan!…
Bu konuşmalar maalesef, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi bahçesinde, kendini  “milli irade” sanan bir zavallı ile, onu tedavi etmekle görevli doktoru arasında geçmiştir. Günümüz olayları ile bir ilgisi yoktur.
Bu konuşmaların geçtiği ülkede tüm bunlar olurken, vatan evlatları onar, onar şehit düşmeye devam ediyorlardı, Ülke içinden kaçırılan askerlerden bir aydır haber alınamıyordu.
Son 10 günde %18-20 devalüasyon olmuş, insanlar daha da fakirleşmiş, Kazdağı denen dünya harikasında yabancılara 16 ruhsat daha verilmiş, azınlık cemaat vakıflarının malları konu TBMM den kaçırılarak, Kanun Hükmünde Kararname ile halledilmişti. Toplumun büyük bir kısmı ise, boğazına kadar borç içinde tatil yörelerinde “eller havaya” yapıp “lay lay lom” eğleniyorlardı…
Doktorun koluna girip, içeri götürmeye çalıştığı “milli irade” ; “Bırak beni, bırak yahu, bak bıçak kemiğe dayandı, karışmam sonra” diye bağırıyordu…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/ben-kim-miyim-ben-milli-iradeyim-rifat.html

***

Türk Olmak Büyük Suçtur

Türk Olmak Büyük Suçtur 


Rifat Serdaroğlu
Cuma, Ağustos 26, 2011


Can Kerkük, Canan Kerkük / Her Söze Kanan Kerkük,
Kalındı Bizden Uzak / Mum gibi yanan Kerkük…
Yıktılar Kalamızı / Sürdüler Balamızı,
Daha Can Boğazdayken / Çektiler Salamızı…
Ah Kerkük Yüzü Ak Kerkük / Her Zaman Yüzü Ak Kerkük,
Ölseydim Düşmeseydim / Men Senden Ayrı Kerkük…
*ABD’nin 2003 Yılında Irak’ı işgalinden bu yana Barzani eşkıyasının Peşmergeleri, ABD korumasında sistemli olarak Irak Türklerini sindirmek, göçe zorlamak, mallarını gasp etmek, adam kaçırarak fidye istemek gibi insanlık dışı işkenceler uygulamaktadırlar.
*Türkmenler işsiz bırakılmakta ve kamuda çalıştırılmamaktadırlar.
*Kerkük’teki bütün devlet daireleri, silah zoru ile Kürt Gruplarının denetimindedir.
*Kerkük, dünya petrol rezervinin % 7,5 una sahiptir.
*ABD işgalinden sonra Irak’ın tümünde ölenlerin sayısı 1 Milyon kişiden fazladır.
*4 Milyon Irak’lı ülkelerinden göç edip gitmiştir.
*Irak bugün dünyanın en tehlikeli  ülkesidir. Elinde silah olanın dediği olur. Devlet otoritesi yoktur.
*Irak Türkleri-Türkmenler silahsız ve savunmasız olarak, Barzani eşkıyasının insafına bırakılmıştır…
*Barzani’nin elini öpmek için önünde dört ayak duran PKK’nın Siyasi kanadı olan BDP Milletvekilleri, bu insanlık suçu karşısında tek laf söylemezler, çünkü onlara göre de Türk olmak büyük suçtur…
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan, Gazze ve Filistin için “One Minute” şovuyla dünyanın gözü önünde İsrail Cumhurbaşkanına bağırdı. Gazze de yaşanan insanlık dramını dünyaya duyurmak için, Marmara gemisinin oraya gitmesine izin verdi ve 9 vatandaşımızın ölmesine sebep oldu.
Suriye bizim iç meselemizdir dedi. Libya’nın Kaddafi’nin elinden kurtulması ve Nato kuvvetlerinin Libya’yı bombalaması için bekçilik yaptı. Libya’lı muhaliflere, bavullar içinde para gönderdi.
Mısır ve Tunus için canı pahasına uğraştı. Rum-Pontus İmparatorluğu özlemiyle yananlara, Türkiye’nin bölünmüş haritaları üzerinde  basılı olan tişörtlerle ayin yapılmasına izin verdi. Ortodoks dünyasının gönlünü hoş etmek için, yasaları çiğneyerek, Türk Vatandaşı olmayan din adamlarının atanmasına izin verdi. Sözde soykırım anıtının önünde yere Türk Bayrağını serip, onu paspas yapan Ermenistan ile, Azerbaycan’ı incitme pahasına anlaşmalar imzaladı.
Tüm bunları yapan Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan bir tek ne yapmadı biliyor musunuz?
Ellerinde hala şehit Türk Askerlerinin kanı bulunan Barzani’yeBana bak, benim bir tek soydaşımın canı yanarsa, evini başına geçiririm ” demedi!…
Ya ne yaptı; Önce sırayla Bakanlarını gönderdi. Resmi ve özel ticaret anlaşmaları imzaladı. Öyle ya para her şey demekti. Zavallı Türkmenlerde ise para yoktu. En sonunda da Barzani ile karşılıklı oturup saz çaldırıp, türkü söyledi…
Telafer’de Kerkük’te şehit edilen yavruların, anaların dedelerin çığlıkları, vıcık vıcık yağ, ilkellik ve menfaat kokan o şarkılı-türkülü gecede hiç duyulmadı !…
İşte benim Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan ve AKP karşıtı yazılar yazmamın sebeplerinden biri de budur.  Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan; “Ben Türk’üm ve  Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü söyleyene kadar, gücüm yettiği, aklım erdiği ölçüde yazmaya devam edeceğim.
Sevgili Kerküklü kardeşlerim;
Bu Türk düşmanları kalelerimizi yıkabilirler, çocuklarımızı sürebilirler,canımız çıkmadan salamızı da verebilirler.
Fakat asırlardır vatan bellediğimiz bu Türk Topraklarında ki gerçeği asla değiştiremezler;
Bu topraklar çok şeyi örter ama ihaneti asla örtmez ve hesap sorar…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/turk-olmak-buyuk-ssuctur-rifat.html

***

Kullanılacak Malzeme


Kullanılacak Malzeme 

Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Ağustos 25, 2011

10 senelik AKP İktidarı sürecinde, resmi ve sivil kurumlarımızın hemen hemen tamamında çok ciddi kalite düşüşleri yaşandı.
AKP İktidarından önce;  Vatandaşın can ve mal güvenliğinden sorumlu olan Emniyet Güçlerinin, kendi insanlarına tuzak kurup, sahte delil üretip onları hapse attırması diye bir olay hatırlıyor musunuz? Düşünülemezdi bile…
Peki, aldığı emirle iktidar karşıtlarını sıkıştırıp, usulsüz vergi ve denetim cezaları ile insanların ve kurumların tepesine binen  devlet kuruluşları, var mıydı?
AKP öncesi TÜRK-İŞ ve DİSK ile, bugünkü TÜRK-İŞ ve DİSK arasındaki kalite farkını görüyor musunuz?
Nerede o,  hem işçisini hakkını arayan hem de toplumsal olaylara duyarlı cesur yürek sendikacılar?
Bir de şimdikilere bakın. Adamlar sanki sendikacı değil, AKP’nin emir eri gibiler.
Bu tüm kurumlarımızda böyle değil mi? TÜSİAD’a bakar mısınız? Hükümetlere karşı tam sayfa gazete ilanı verecek kadar cesur yöneticiler gitmiş, AKP korkusuna kendi içlerinden aday çıkarmaya çekinen ve kadınları aday yapıp onların arkasına sığınacak hale gelmiş bir TÜSİAD , vah ki ne vah!…
Esas  ve en büyük çöküntüyü maalesef “BASIN” sektöründe yaşadık. Basının bir bölümü zaten “Biat” kültüründen geldikleri ve cemaat-tarikatlar tarafından beslendikleri için tamamen AKP’ye rampa ettiler ve bunlar AKP Basın bülteni gibi çalışmaya başladılar. Bu onların tercihidir. Bu gazeteler, ne Türk Aydınları ne de Uluslararası Basın kuruluşları tarafından ciddiye alınmaz. Bunlardan kaynak gösterilmez, alıntı yapılmaz, köşe yazıları tercüme edilip okunmaz bile…
Ya diğerlerine ne demeli ?  AKP, şu köşe yazarını at diyor, yılların deneyimli yazarı anında atılıyor. Şu kişi sizde yazsın deniyor, bir bakıyorsunuz eski danışmanlar “Kontrol Memuru” gibi köşeleri kapmışlar.
Türk Basınının “Amiral Gemisi” diye adlandırılan “Hürriyet” gazetesinin Çarşamba günkü 1 inci sayfası, basının durumunu o kadar güzel anlatıyor ki, başka söze gerek bırakmıyor…
Gazetenin yarısını kaplayan bir manşet; “Komutandan Acı İtiraf” ve hem birinci sayfa hem de 18 inci sayfanın tamamını kapsayan bir yazı…
Yazıyı dikkatle okudum. Komutanın dediklerini bir kenara bırakalım. Onlar, eski Komutan’ın görev ve şeffaflık anlayışını ortaya koyar ve sadece onu bağlar. Elbette ki haber değeri vardır. Yalnız iktidarın yalakası olamayan bir basın organının soracağı bazı sorular vardır;

1) Yasa dışı olarak dinlenen ve ses kayıtları internet ortamına düşen kişi, gerçekten Işık Koşaner midir?
2)Yasa dışı bu dinleme, Koşaner Paşa Genelkurmay Başkanı iken mi yapılmıştır?
3)Eğer böyleyse Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkanını dinleyebilecek aletler kimlerde vardır?
4) Bu kalitede ki dinleme düzeni sadece Emniyet Genel Müdürlüğünde olduğuna göre, Emniyetin hangi birimi bu kanunsuz dinlemeyi yapmıştır?
5)Bu birim, kamuoyunda yıllardır konuşulan ve bir cemaatin elinde olan birim midir?
6)Başbakan Erdoğan’ın, bir arkadaşıyla çocuklarına para vermesini istediği ses bandı internet ortamına düştüğünde, devlet  görevlileri bandı yayınlayan gazetecileri hemen bulmuşlardı. Başbakan’ın çocuklarına bu hassasiyeti gösteren devlet görevlileri, Genelkurmay Başkanının kanunsuz olarak dinlenmesi konusunda aynı hassasiyeti gösterecekler midir?…
Yasa dışı elde edilen bilgilerin haber yapılıp yapılmaması, basın ahlakını ilgilendiren bir konudur, tabii ki kaldıysa. Yasa dışı bu dinlemeyi haber yapan gazeteler, aynı kişinin yani Genel Kurmay Başkanının istifası sebebiyle söylediği çok önemli sözleri aynı büyüklükte verme cesaretini gösteremediler. Çünkü veda mesajında Koşaner Paşa, AKP Hükümetini suçluyor ve tutuklamaların hukuka uymadığını ve TSK’nın “Suç Örgütü” gibi gösterilmek istendiğini söylüyordu. Böylesine ciddi ve ülkemizin rejimini doğrudan ilgilendiren iddiaların basın tarafında görmezden gelinmesi ve üzerine ısrarla gidilmemesi, AKP İktidarının basın üzerindeki hakimiyetinin açık bir göstergesidir.
Basın artık, AKP İktidarı için sadece “Kullanılacak Malzemedir.”  İstediğini istediği gibi ve istediği kadar kullanır. Bıkıncaya kadar kullanır. Bunu kendileri istediler. Haksızlıklar ve kanunsuzluklar karşısında direnmek ve basın özgürlüğünü savunmak becerisini gösteremediler ve teslim oldular.
Basının aldandığı konu şudur;  AKP İktidardan gidince işlerinin tekrar eskisi gibi olacağını zannediyorlar. Halbuki  bundan böyle her gelen iktidar, AKP’ye varda bize yok mu, diyecek ve aynen AKP gibi basını kullanmaya devam edecektir.
Allah kimseyi düşürmesin, düşte gör. Türk Basını, birkaç tane onuruyla direnen gazete, televizyon ve özellikle internet gazeteciliği dışında “Kullanılacak Malzeme” levhasını kendi eliyle, kendi boynuna kendi astı, ancak kendi çıkarabilir…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/kullanlacak-malzeme-rifat-serdaroglu.html

***

Akan Kanın Sorumlusu Kim?…


Akan Kanın Sorumlusu Kim?… 


Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Ağustos 18, 2011


İnanın böyle durumlarda yazmak artık çok zor geliyor. Neyi, nasıl ve niçin yazacaksınız ki?…
12 tane ana kuzusu, 12 tane fidan, 12 tane yiğit hangi ülkenin ürettiği belli olan “Mayın’ı”,   yeri, inleri belli olan aşağılık hainlerin patlatmaları sonucu hayatlarını kaybettiler ve şehit oldular.
Şehitlerimizin biri Binbaşı, 10’u Asker, 1’i Korucu. 7 Askerimiz de yaralı…
Keşke bu yavrularımız  kaybettiğimiz, yaralanan  son çocuklarımız olsa…
Bu politikalarla maalesef son olmayacak.
AKP Hükümeti bu Kürtçü-Bölücü Terör olayı ile mücadeleyi “Cemaat Kafası” ile düşünüp, “ABD-İsrail” gözlüğü ile görmeye devam ettiği sürece daha çok şehit  ve yaralı vereceğiz…
Yeri doldurulmayacak bu kayıplarımızın acısını yaşarken, hemen aynı gün  “Cemaat Yetiştirmesi” propaganda uzmanları televizyonlara doluştular. Bunlar her bir şeyi bilirler ya. Başladılar konuşmaya;
AKP Hükümeti yine “Barış Dilini” kullanmaya devam etmeliymiş, bu güne kadar savaşla ne halledilmiş ki, bugün halledilsinmiş, siyasi çözümden geri dönülmesinmiş vs….
Gerçekleri;  Görmeyen gözlere, anlamayan kafalara bir kez daha, ama bu sefer maddeler halinde yazalım. Türkiye’yi “Vatan” bellemeyen alçakların anlamasını da beklemeyin…
*PKK ve Kürtçü-Bölücü hareket yaklaşık 300 yıldır devam eden, dış destekli bir ayrılıkçı harekettir.
*Türklerle beraber yaşamaktansa, ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın kucaklarında oturmayı tercih eden alçaklar  bunu, Türkiye’nin bölünmesini sağlayacak “Sevr Anlaşması” nın 64. Maddesinde açıkça göstermişlerdir.
*Cumhuriyet Döneminde de, defalarca devlete karşı silahlı kalkışmalarda bulunmuşlar, fakat her seferinde isyanlar bastırılmıştır.
*Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun bu Bölücü-Kürtçülerle ilgisi yoktur. Bu insanlarımız, AKP’nin yanlış politikası sayesinde yalnız bırakılmışlar ve terör örgütünün insafına terk edilmişlerdir.
*PKK Terör örgütü  etnik kökene, yaşa, cinsiyete bakmadan herkesi öldürmektedir.
*PKK Terör örgütü Avrupa’nın en örgütlü ve  en büyük “Uyuşturucu” kaçakçısıdır.
*PKK Terör örgütü Avrupa’nın en örgütlü ve en büyük “İnsan” kaçakçılığı yapan çetesidir.
*PKK Terör örgütü Avrupa’nın en örgütlü ve en büyük “Organ” kaçakçısıdır.
*PKK Terör örgütü, para karşılığı insan öldüren “Tetikçi” bir çetedir.
*PKK Terör örgütü, kandırıp dağa çıkardığı Kürt çocuklarının ölümüne sebep olurken, örgüt yöneticileri, Milyarlarca Dolar servetleriyle lüks içinde yaşamaktadırlar.
PKK Terör örgütünü ve siyasi uzantıları olan BDP- DTK-KCK gibi kuruluşları, Kürt vatandaşlarımızın tümünün haklarını savunan ve demokratik hak talep eden kuruluşlardan saymak, bire bir vatana ihanetle eşdeğerdir.
AKP’nin en büyük yanlışı buradadır. Dünyanın hiçbir yerinde, eline silah alıp insan öldüren bir çete ile asla müzakere edilmez. Önce o silah ya bıraktırılır, ya da bırakmamakta direnenlerin kafasında kırılır. Devlet olmanın gereği budur. Niçin Devlet var? Vatandaşını eşkıyaya karşı koruyamayan devlet olur mu?
Başbakan Erdoğan,  Kürtçü Genel Başkan Yardımcıları, Kürtçü Danışmanları, Türk tarihi boyunca Türk Devletine düşmanlıkta işbirliği yapmış “Şeriat Özlemcileri- Bölücüler-Cemaat ve Tarikatlar” ve bunların maşaları olan yazar çizer takımı beraberce  adı “Açılım” denen bir ucubeyi uygulamaya koydular. Önce; Habur rezaletini beraberce yaşadık. Bu ülkenin çocuklarını öldüren teröristleri “Seyyar Mahkemelerde” karşılayıp, serbest bıraktılar.
Terörle mücadelede uzmanlaşmış Asker’i devre dışı bırakmak için çeşitli yasal ve idari düzenlemeler yapıldı. Terörle mücadele eden kahramanlar, terör örgütünün profesyonel militanları “İtirafçı” yapılarak, bunların ifadelerine dayanılarak  hapse atıldı. Terör örgütünün çatışmalarda ölen militanlarını gömdüğü çukurlar, bu hainlerin işbirliği ile “Faili Meçhul Cinayetler” sayıldı ve bunların günahı da Asker’in üzerine yazıldı.
Arap Ülkeleri ile vizeler kaldırıldı. Bu ülkelerde yaşayan ne kadar ipsiz-sapsız,  profesyonel katil varsa hepsi Türkiye’ye elini kolunu sallayarak girdiler. Vizesiz girişlerden en çok PKK Terör örgütü yararlandı ve silahlı- bombalı militanlarını Türkiye’nin her yerine dağıttı. Emniyet İstihbaratının büyük gücü kendi subaylarımızın ve kendi insanlarımızın dinlenmesi işine yöneltilmişti. Milli İstihbarat uzmanlarının büyük kısmı ise İmralı- Kandil- Erbil- Barzani-Talabani arasında “Açılım” için mekik dokuyorlardı. Türkiye’nin “Kişiyi Takip” şekliyle yaptığı yıllara dayalı istihbaratı çöktü. Türkiye’nin yolları ölüm tuzağı olan “Mayınlarla” döşendi.  Doğu ve Güneydoğu’nun bir çok yerinde yol kontrolleri PKK Terör örgütünün eline geçti. PKK istediği kişiden haraç alıp, dilediğini öldürecek,  istediği kişiyi dağa kaldıracak kadar pervasızlaştı…
Tüm bunlar 10 yıldır bu ülkeyi “Tek Başına” yöneten AKP İktidarında oldu. Bu yazdıklarımın birini yanlış veya abartılı bulan bir Allahın kulunu arıyorum ben…
Şimdi AKP Hükümeti, Ramazan Bayramından sonra “Süper Vali” uygulamasıyla PKK Terör örgütünün işini bitirecekmiş !…
Devlet yönetiminde yapılan yanlışın hesabı, yanlış yapandan yasaların emrettiği şekilde sorulur.
İktidara geldiği zaman sıfıra yakın bir terör devralan AKP’den, terörde ki yanlış politikalarının hesabı sorulmayacak mı?  Bu vatan evlatları, trafik kazalarında mı can verdiler?
Bu akan kanların sorumlusu kim, kimler?
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler kimin yakasına yapışacağız?
10 senedir mayına dayanıklı Askeri Araç yapamayanların mı?
Ellerinde Türk Askerinin kanı bulunan Barzani ile ticari ortaklık yapanların mı?
Kendi Milli Ordusuna, kendi askerine düşman olan siyasetçilerin mi?
Böyle acı dolu bir günde dahi, tüm televizyonlarda, utanmadan “Bi daha,
bi daha” diyen AKP şarkısını çalanların mı?
Kimin yakasına yapışacağız? Kimin, kimlerin?
Not: NTV 16.00 haberlerinde, Hasdal Askeri Cezaevinde yer kalmadığı söylendi. Önerim şudur; Cezaevlerinde PKK’ya yardım ve yataklıktan yatanları ve terör örgütü militanlarını yine “Seyyar Mahkeme” kurup serbest bıraksınlar, yerine ne kadar subay varsa onları koysunlar… Olur mu Fenomen Usta !..

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/akan-kann-sorumlusu-kim-rifat.html



***

Kömürü Kim Dağıtacak ?…



Kömürü Kim Dağıtacak ?… 

Rifat Serdaroğlu
Çarşamba, Ağustos 17, 2011


Teröre karşı  “Süper Vali” geliyor. Başbakan Erdoğan, Ramazan Bayramından sonra başlatacağı “Terörle Mücadele” için, Valilere süper yetki verilmesini isteyeceğini açıkladı. Konuyu  Perşembe günü yapılacak MGK (Milli Güvenlik Kurulu) toplantısında gündeme getirecek olan Başbakan Erdoğan;  “Bıçak kemiğe dayandı  demiştim. İşte tedbirler de geliyor” dedi!…
Bildiğiniz gibi  7 Temmuz 1997 tarihinde, İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığında adı Emasya(Emniyet Asayiş Yardımlaşma Antlaşması) olan bir anlaşma imzalanmıştı. Buna göre şehirlerde olabilecek ani  terör olaylarında Askeri Güçler anında müdahale edebiliyorlardı. AKP Hükümeti bu protokolü
4 Şubat 2010 da kaldırdı. Gerekçe olarak ta, 5442 Sayılı Kanunun 11/C maddesini göstermişti. Yani bu protokole göre Asker, Vali’nin yetkilerini kullanıyordu!..    Gerçek neden ise bambaşka idi.
Asker özellikle Jandarma,  görev bölgesindeki çete ve Belediyelerdeki yolsuzluk olaylarına, yasa dışı tarikat- Cemaatler yapılanmalarına,  kaçak olarak verilen ve çocuklarımızı zehirleyen, “Kur-an Kursu” adı altında ki her türlü sömürüye müdahale ediyordu.  Bizim Askerimizin çalışma şeklini bilenler beni daha iyi anlayacaklardır. Asker bir operasyona gideceği zaman veya olası her türlü duruma karşı planlar yapar ve ona göre hareket etmek için gerekli hazırlıkları ve eğitimi defalarca yapar. Cemaatin polisleri bu planları AKP Hükümetini devirmek, cami bombalamak, kendi uçağını düşürmek için olduğunu iddia ettiler ve cezaevleri  Türk Subaylarının “Şark Hizmeti” gibi yeni görev alanı oldu!…
AKP Hükümetinin bu tutumu, terörle mücadelede “Boşluk” yarattı. Asker, kendilerine yapılan saldırıya bile Vali’den izin almadan müdahale edemez hale getirildi. Şehitler her gün üçer dörder gelmeye başlayınca, AKP her zamanki acemiliği ve aceleciğiyle çare aramaya başladı.
Çare, sonunda Başbakan Erdoğan tarafından bulundu;  “Süper Vali”…
Burnunun ucundaki Kaymakam’ın, sağlık memurunun, öğretmenin teröristler tarafından kaçırılmasını önleyemeyen Valiler, hepimizi terörist saldırılardan koruyacaklar!…
Valilerimiz Devletin Valisi olsalar, elbette ki bu zor işin de üstesinden gelirler. Yalnız 10 Yıllık AKP İktidarında, Devletin Valisi olmak yerine, koltuğunu korumak için “AKP İl Başkanı” gibi davranan öyle zavallı Valiler gördük ki, ülkenin en önemli işi olan terörle mücadeleyi de yüzlerine, gözlerine bulaştıracaklar diye korkuyoruz…
Valilerimizin,  aklımızda kalan bazı gaflarını yazarsak ne dediğimiz daha iyi anlaşılır ;
*Sel riski varsa, üst kattaki komşunuzda kalın…
*Silaha mı güveniyorsun, silahla mı erkeklik, yiğitlik yapacaksın. Yiğitsen, erkeksen git adamı döv.
*Bayramınız kutlu olsun Sevgili Tekirdağlılar… (Konya 23 Nisan Törenleri)
*Tüm pisuarları kaldırttım. Ayakta işemek günahtır.
*İlimizde kızlarımızın etek boyları, ilgili genelgeye göre belirlenecektir.
*Sayın Bakanım bunlar Anayasa değişiklik referandumunda “Hayır” dediler. (Tunceli)
*Siz devletten hesap mı soruyorsunuz? Kimsenin devletten hesap sormaya hakkı yoktur!…
Tabii ki Valilerimizin tamamı böyle değil, fakat çoğu maalesef böyle.
Bu neden böyle oldu, ne oldu bu ülkenin her biri bilgi dolu, saygın, beyefendi, çalışkan, Cumhuriyete bağlı Valilerine diye düşünürken, bir arkadaşımın gönderdiği not bana gerçeği gösterdi. O not Başbakan ve bazı Bakanların döktükleri “İncilerle” ilgili idi.  O zaman Valilerin durumunu daha iyi anladım. Boşuna dememişler, “Amirini söyle bana, nasıl bir memur olduğunu söyleyeyim sana”!…
*Şişli ile Şemdinli aynı imkanlara sahip…  17 9 2007 RTE
*Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar…22 4 2008 RTE
*Her Üniversite mezunu iş bulacak diye bir kaide yok…30 9 2009 RTE
*Köşe yazarları az yazarsa ülke huzur bulur 1 12 2009  RTE
*Başbakan sensin, ister asar ister kesersin… 23 4 2010  RTE
*Kadere imanın yoksa seninle tartışacak değilim…21 5 2010  RTE
*Alkol içmeyin, üzüm yiyin…19 7 2010  RTE
*Lenin’i ölü olarak görmek çok güzel…12 7 2006  B. Arınç
*Türkiye’de işsizlik olduğuna inanmıyorum…13 12 2007  Z. Çağlayan
*AK Parti iktidara geldi, ineklerin sütü arttı… 13 12 201 AKP MV.
*Başbakan’a dokunmak ibadettir… AKP MV.
*Madenciler güzel öldüler…27 5 2010  Ö. Dinçer
*Bizde olsa o madencileri 3 günde çıkarırdık.. 13 10 2010 Ö. Dinçer
Bu incileri döktüren pırıltı dolu zekaların seçip atadıkları Valiler, “Süper Vali” olduktan sonra terörün her çeşidini bitireceklerdir. Yalnız boşlukta kalan bir görev var, malum önümüz kış;
“Kömürü Kim Dağıtacak!”

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/komuru-kim-dagtacak-rifat-serdaroglu.html


***

Ramazan Şehitleri


Ramazan Şehitleri 


Rifat Serdaroğlu
Salı, Ağustos 16, 2011


Ramazan Pidesini, Ramazan Tatlısını duymuştuk ama “Ramazan Şehitleri” benzetmesini ilk kez duyuyoruz.
Davos Fatihi,  Kasımpaşa’nın kabadayı delikanlısı  Eşbaşkan Erdoğan; “Kardeşlerim, şu mübarek Ramazan ayında maalesef yavrularımız şehit ediliyor ve yavrularımızı şehit eden bu bölücü terör örgütüne karşı, bizler şu anda bu mübarek ay vesilesiyle sabırla devam ediyoruz. 
Ama unutmayın bizim medeniyetimizin geçmişinde, o cehalet döneminde bile kimse kimseye kurşun atmaz (İslam dininin, Hz. Peygamber tarafından açıklandığı ve bundan hemen önceki zamandaki Arabistan’a ve genel olarak bu döneme Cahiliye Devri, denir. O devirde yani 1400-1500 yıl evvel kurşun atacak bir silahın  varlığını söylemek, en büyük cahilliktir) kan dökmezdi. İşte bu bölücü terör örgütü ve onların siyasi uzantıları bakınız neler yapıyorlar.
(Askerlerimizin katilleri bunlardır, diyor) Daha dün 3 tane yavrumuzu şehit ettiler. Bakınız, unutmayın artık yine açık söylüyorum, bıçak kemiğe dayanmıştır diyorum ve bunun faturası ağır olacaktır, diyorum…” 
Son bir ay boyunca 30 çocuğumuz, PKK terör örgütü tarafından şehit edildi. Türk Silahlı Kuvvetlerinin rütbeli askerleri, bu ülkenin sınırları içinde yani kendi vatan toprağımızda, yolları kesilerek kaçırıldılar. Haftalar geçti, çocuklarımız hala eşkıyanın elinde. Türkiye’nin askeri-polisi sokak ortasında enselerine sıkılan kahpece kurşunlarla infaz ediliyorlar.
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan ne diyor? “Ramazan geçsin, ben size gösteririm !.”
Ramazan’dan sonra Bayram var, Ramazan Bayramından sonra, Kurban Bayramı gelecek, iki bayram arası operasyon olmaz, sonra  kış gelecek, kışın operasyon yapılmaz, hele bir bahar gelsin  bakarız  o zaman !…
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan, teröristler tarafından şehit edilen vatan evlatlarının intikamını almak için ne bekliyor dersiniz? Niçin devletin görevini yapmasını kutsal dinimizi çarpıtarak, yalan yanlış bilgilerle engellemeye” çalışıyor?  Ramazan ayında Türk çocuklarının kalleşçe öldürülmesi, şehit edilmesi “serbesttir” diye bir kural mı var? Türk Devleti, Ramazan ayı boyunca çapulcuların alay konusu mu olmalı?
Defalarca söyledik;  “Büyük Devlet, haklı olduğu davasında yer ve zaman beklemeden intikamını alan devlettir.” Aksi takdirde, enseye tokat(!) benzetmesinde olduğu gibi alay konusu olursunuz, sizi ve devletinizi kimse ciddiye almaz…
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan’ın,  PKK terör örgütünün çılgınca meydan okuması karşısında,  gözlerine “far”  tutulmuş tavşan gibi donup kalmasının iki sebebi olabilir;
*Eşbaşkan’lık koltuğunun diğerinde oturan ABD Başkanı, operasyon için izin vermiyor olabilir,
*Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan’ın “Açılım Akıl Hocaları” Hasan Cemal-Cengiz Çandar- M.Ali Birand ağabeylerinin “ Aman Sayın Başbakanımız, sakın operasyon yapmayın, Barzani  çok kırılır, açılım yarım kalır, açılmamış ve yarım kalmış açılım çok tehlikelidir, bakın Kemal Burkay’da geldi, operasyon yaparsanız, diğerleri nasıl gelsin” şeklindeki tavsiyelerini dinlemiş olabilir.
Eşbaşkan-Başbakan Erdoğan, asker yolu beklemenin ne olduğunu bilemez ki !.. Bir oğlu rapor aldı, askerlik yapmadı. Diğeri 26 gün, Vali bekçiliğinde göstermelik bir askerlik yaptı. Ne bilecek civanım delikanlı şehit acısını, ne bilecek geceleri yastıkların diken, uykuların haram olduğunu asla bilemez..
Fakat, Ramazan ayında 81 il’de iftar yemekleri verdirip, Somali için para toplamasını iyi bilir.  Sanki, Somali’dekiler Müslüman, Türkiye’de şehit  olanlar Müslüman değil. Gazze’de iki kişi ölse, günlerce konuşan, oraya gitmeye kalkan Başbakan Erdoğan, konu Türk Çocukları olunca dut yemiş bülbül gibi sessiz… Somali için para toplayan AKP’nin, aziz şehitlerimiz ve şehit çocukları için kampanya düzenlediğini duydunuz mu, gördünüz mü?
Suriye’de  Esad, Arapları öldürmeye kalkınca neredeyse savaş ilan edecek kadar hiddetlenen Erdoğan, Türk çocukları kalleşçe şehit edilirken niçin Ramazan ayının geçmesini bekliyor?…
Bir insanda bu kadar fazla  “Arap Hayranlığı”  nasıl olabilir?  Eş durumundan olabilir mi?…
Türk çocuklarının kanlarının hesabını sormayı Ramazan sonrasına,  bilinmeyen tarihe erteleyen Eşbaşkan Başbakan Erdoğan,Rum-Pontus İmparatorluğunun
15 Ağustos’ta, Türk Hakanı Fatih Sultan Mehmet tarafından tarihten silinmesini unutmayan Rumlara, Trabzon-Sümela’da ayin yapmaları için yine izin verdi. İzin elbette ki verilebilir.  Gelsinler, efendi gibi ayinlerini yapsınlar, gitsinler.Fakat Türk vatanında, üzerinde Yunanca “Ben Pontus’luyum” yazan ve Karadeniz Bölgemizi kapsayan ve üzerinde  “Rum-Pontus İmparatorluğu” yazan harita çizilmiş  tişörtlerle dolaşmak ne demek oluyor?
Civanım delikanlıya ben bir tişört yaptırayım; Üzerinde,  Osmanlı İmparatorluğunun tüm Balkanlara sahip olduğu harita ve “Ben Osmanlı Türk’üyüm” yazdırayım, masraflar da benden. Giysin o tişörtü, Yunanistan’a gitsin. Görün bakın başına neler gelir?
Bir insanda bu kadar fazla “Rum Hayranlığı” nasıl olabilir? Potamya’dan, aileden olabilir mi?… 
Eylül ayından itibaren PKK, şiddeti arttıracağını devamlı olarak söylüyor. Suriye kaynamaya devam ediyor. Türkiye’nin bu “Ateşten Top” gibi bölgede, bağımsız olarak yaşayabilmesi için, morali yüksek, Milletine ve İktidarına güvenen bir Ordu’ya ihtiyacı vardır.
Hapisteki General sayısı 50 yi geçen, Harp Akademileri Komutanlığındaki görevli her yedi komutandan birinin  zindana tıkalı olduğu, kaynağı belli olmayan ihbarlarla hapse atılan, dijital tuzaklarla özgürlükleri ellerinden alınan, terörle ve teröristle mücadele ettiği için sahtekar itirafçıların yalanlarıyla hapse atılan kahramanları olan bir ordu’nun morali nasıl olur?…
Üstelik içinden çıktığı milletinin bu durumu, trene bakar gibi tepkisizce seyretmesi bu morali daha da aşağılara çekmez mi?…

Bir zihniyette bu kadar fazla “Asker Düşmanlığı” nasıl olabilir?
El Kaidenin 2. Adamı Gülbettin Hikmetyar’a ve İBDA-C  nin  hapisteki önderi Salih Mirzabeyoğlu’ na  soralım mı?… 
Türkiye’yi ve Türkleri seven bir Başbakan’ın yapması gerekeni bir kez daha söyleyelim;

“PKK terör örgütü  bu andan itibaren Türkiye içinde resmi-sivil bir insanımızı öldürürse, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm gücüyle hedefi, bu katilleri barındıran besleyen  silahlandıran Barzani adlı eşkıya olacaktır. Türkiye Uluslararası antlaşmalardan doğan hakkını kararlılıkla kullanacak, hem Barzani’nin kuvvetleri ve hem de Kandildeki yılan yuvası yok edilecektir. Gerek Türkiye içinde, gerekse dışarıda Barzani’nin yanında Türkiye’ye karşı savaşacak olanlar, Barzani’nin yanında şimdiden yer alabilirler…”
Bunu söyleyebilmek ve yapabilmek  için, şehitlerimizin acısını yüreğinizde hissetmeniz gerekir.
Ne dersiniz, söyleyebilir mi?  Hele bir Somali’ye gitsin, gelsin görürüz, söyleyebiliyor mu, söyleyemiyor mu?…
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/ramazan-sehitleri-rifat-serdaroglu.html


***

Milletin Partisi/ Birliğin Adresi!…

Milletin Partisi/ Birliğin Adresi!… 

Rifat Serdaroğlu
Pazartesi, Ağustos 15, 2011


AKP, 10. Kuruluş yılı sebebiyle tüm gazetelere tam sayfa ilanlar verdi. İlan metnine daha sonra değineceğiz ama, toplumun her kesiminden Afrika’daki açlık ve çocuk ölümleri için para isteyen AKP, keşke bu milyonlarca lirayı, yardım için kullansaydı, hiç olmazsa bir işe yarardı…
İlana gelince;
Başlık ilginç, Milletin Partisi-Birliğin Adresi… İlan metninin özeti ise şu;
“10 yıl geçti. Durmadan, dinlenmeden aynı hedefler için çalıştık: İleri Demokrasi, büyük ekonomi, güçlü toplum, lider ülke… Şimdi Türkiye daha demokratik. Şimdi milletimiz daha zengin…”
O Pazar, ayini yönetmek sırası  genç ve acemi Papazda idi. İlk kez toplum karşısına çıkacağı için heyecandan tir, tir titriyordu.
Yaşlı Papaz; “Evladım, git biraz şarap iç, heyecanın yatışsın” diye nasihat etmiş.
Daha sonra genç papaz ayine çıkmış çıkmasına da, kilisede herkes birbirine girmiş, yuhalamalar, kavga gırla gidiyor.
Genç Papaz, kendini içeri yaşlı papazın yanına zor atmış ve; “ Ya ben ne yaptım da salon böyle karıştı”  diye sormuş.
Yaşlı Papaz sakin bir şekilde; “ Gördüğüm kadarıyla üç hatan vardı. Birincisi ayin yapacağın yere merdivenden inecektin, sen trabzandan kaydın, ikincisi haç işareti yapacakken sen nah! İşareti yaptın.
Hele üçüncüsü en fenası, Hz İsa’ya Meryem’in çocuğu diyeceğine, onun bunun çocuğu dedin. Bundan başka da hatan yoktu evladım”  demiş….  
Fıkradaki gibi, AKP ‘nin ilanının neresini düzeltelim ki?
İleri Demokrasi:
AKP’nin ileri demokrasisinde, insanlar ne ile suçlandıklarını bilmeden, öğrenemeden yıllarca cezaevlerinde tutuklu olarak kalıyorlar. İnsanlar, cemaat polislerinin düzenledikleri sahte dijital tuzaklarla hapse atılıyorlar. Cemaatin Polisleri, gazeteleri bombalatmak için adam tutup, ellerine bomba veriyorlar. Polise teslim edilen telefonlara, sonradan terör örgütü üyelerinin telefon numaraları yükleniyor.
Seçilmiş Milletvekilleri, hapisten çıkamıyorlar. Basılmamış kitaplar için baskınlar düzenleniyor, yasaklanıyor,  iktidar aleyhine yazan gazeteciler tutuklanıyor. Telefon dinlemeleri, insanların özel hayatlarına müdahale artık, günlük olaylardan sayılmaktadır. Ülkemizin bir bölümünde, devlete isyanla eşdeğer olan “Demokratik Özerklik” ilan ediliyor.
Terör örgütü, AKP’nin “İleri Demokrasi’sinde” yol kontrolü yapar, asker sivil Türk Vatandaşlarını kaçırır, hakimiyet ilan eder hale geldi.
AKP’nin ileri demokrasisinde, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak, Anayasanın 42. Maddesinin yasaklamasına rağmen “Anadilde Eğitimi” savunabiliyor. Bir ülkenin bölünmesine yol açmak isterseniz önce dil birliğini bozacaksınız. Bir Cumhuriyet Başsavcısının ısrarla bunu savunarak, Anayasayı ihlal suçu işlemesi ve AKP Hükümetinin bunu görmezden gelmesi,
“İleri Demokrasi” (!) anlayışından kaynaklanmaktadır.
Türkiye, basın ve düşünce özgürlüğü sıralamasında 178 ülke arasında 138. Sıradadır. Son dört yıldır, AKP İleri Demokrasisinde, Türkiye  geri geri gitmektedir…
AKP İleri Demokrasi’sine en son örnek ise, AKP de parti içi demokrasisidir. Tayyip Erdoğan’dan başka kimse konuşamaz. O ne derse emir kabul edilir ve tartışmadan yerine getirilir. Milletvekili sıralaması için bir tek il’de bile önseçim yapılmaz. Tüm listeleri Tayyip Bey yapar. Demokrasi tarihinde yeni bir sayfa açan AKP’nin bu tutumuna, “Tek Adam Faşizminde İleri Demokrasi” denir…
Büyük Ekonomi;
İyi bir demagog sanız, reklam harcamaları için de bolca paranız varsa sosyal olayları bir müddet için çarpıtabilir, insanları kandırabilirsiniz. Fakat  ekonomide sürekli olarak yalan söyleyip, insanları kandıramazsınız, çünkü rakamlar yalan söylemez.  İstatistik rakamlarını, hesaplama şekillerini değiştirerek  yayınlamak, insanların ekonomik durumunu iyileştirmez.
Türk Milleti, AKP’nin bilerek uyguladığı Borçlanma- İthalat Ekonomisi- Sıcak Para sarmalı sayesinde yediği kazığı yakında çok iyi anlayacaktır.
Yatsı yaklaşmakta ve yalancıların mumunun fitili bitmektedir.
Güçlü Toplum-Lider Ülke;
AKP’nin uyguladığı ayrımcılığı körükleyen açılım politikaları sebebiyle, Türkiye’nin çok yerinde toplu olaylar olmaktadır. İnsanlar komşularını seçmekte, iş vermede etnik köken tercihi kullanmaktadırlar.
Bu şekilde, neredeyse bir “İç Savaş” eşiğine gelmiş toplumlar için “Güçlü Toplum” diyenler bu ülkenin dostu değillerdir.
Komşularımızla sıfır problem ve lider ülke sloganıyla yola çıkan AKP, şimdi çıktığı yolda tek başına kaldı. Suriye de, Mısır da,  Libya da,  İsrail de,  Azerbaycan da, İran da, Avrupa Birliğinde  eski itibarımızın yerinde  yeller estiğini görmek için diplomat olmaya gerek yoktur. Dış basını günlük olarak takip etmek yeterli olacaktır.
Türkiye, üç ay evvel karşılıklı olarak vizeleri kaldırdığı Suriye’ye,  Dışişleri Bakanı aracılığıyla Amerika’nın mesajı götüren “postacı ülke” konumuna düşürülmüştür. Lider ülke olmak bu mudur?..
AKP için yolun sonu gelmiştir. AKP, Türkiye’yi gerek siyasal, gerek güvenlik, gerekse de ekonomik olarak içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Ülkeye verecek bir şeyi kalmayan AKP, sürekli olarak ileri tarihleri işaret etmektedir. “ Hedef 2023, Türkiye Hazır” gibi boş sloganlarla milleti uyutmaya çalışmaktadır. Şimdi de “ Türkiye, 2020 Olimpiyatlarına ” kampanyası bizzat Başbakan olarak başlatılmıştır. Sanki daha önce olmadı, sanki ay’a gidecek uzay mekiği yaptık…
Şimdi Türkiye daha zengin;
AKP’nin dediğinin doğruluğu veya yanlışlığının takdirini sizlere bırakıyorum. Eğer on sene öncesine göre daha zenginseniz, mal varlığınız arttıysa, refah durumunuz on sene önceye göre daha iyiyse, gençlerimiz ve arayanlar iş bulabiliyorsa, borcunuz artmayıp aksine azaldıysa, AKP’nin dediği doğrudur. Bunlar doğru değilse, o zaman adama sormazlar mı? Niye oy veriyorsunuz diye!.
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/milletin-partisi-birligin-adresi-rifat.html


***

Al Bir Koca Kaya, Nereni Dayarsan Daya


Al Bir Koca Kaya, Nereni Dayarsan Daya 


Rifat Serdaroğlu
Pazar, Ağustos 14, 2011


Ekonomi Bakanı “Kaya Zafer ” dönme, yani sonradan olma AKP’li olduğu için, Başbakan’a yaranmak uğruna,  ekonomistleri gülme krizine sokacak beyanatlarını ardı ardına vermeye devam ediyor. Dünya ekonomisi ve en ciddi ülkelerin ekonomileri bile yaprak gibi titrerken, bizim ekonomimiz için
“Kaya gibi” benzetmesini yaptı!..
Kaya Zafer’in “Kayasına” bakalım mı?….
*Türkiye’nin Döviz açığı yılın ilk altı ayında, geçen yıla göre %122,9 oranında artarak 45,8 Milyar Dolara çıktı. Kaya Zafer, yıllık Cari Açığın 70 Milyar Dolar olacağını söylüyor. Ekonomistler ise 6 ayda, yaklaşık 46 Milyar Dolar olan döviz açığının, yıl sonunda 90 Milyar Doları geçeceğini söylüyorlar.
Anlaşılan Kaya Zafer’in kayasında büyükçe bir delik açılacak…
*AKP Yönetiminde, yeni bir uygulamaya daha şahit oluyoruz. Devleti ilgilendiren toplantıların bazıları AKP Genel Merkezinde yapılır hale geldi. Devletin bürokratları, ellerinde dosyaları-çantaları Bakanlarının ardından parti merkezine gidiyorlar. Tam bir “Parti Devleti” görüntüsü. Eski Sovyet Rusya’daki görüntülerin aynısı.
Ekonomiyi değerlendirme toplantısı da AKP Genel Merkezinde yapıldı. Başbakan 10 maddelik eylem planı açıkladı. Eylem Planının her maddesi tam bir zeka eseri idi!…
*Mali Disiplin sürdürülecek,
*Yatırım Ortamı iyileştirilecek,
*İstihdam Arttırıcı Politikalar sürdürülecek,
*Enerjide Dışa Bağımlılık azaltılacak, gibi…
Acaba dünyanın hangi ülkesinde; Mali Disipline uymayacağız, işsizliği çoğaltacağız veya enerjide dışa bağımlılığımızı arttıracağız diyen bir Başbakan olur?.. Elbette olmaz, bunu söyleyecek adamın delirmesi lazım..
Ama bu eylem planını açıklayan Başbakan, kendisinin 10 yıldır üstelik “Tek Başına” iktidarda olduğunu unuttuğumuzu sanıyor.
Her yıl bu eylem planının bir maddesini çözseydiniz, şimdi ekonomimiz gerçekten “Kaya” gibi olurdu.
Millet Başbakan’dan laf değil icraat bekliyor. Ne yapacaksanız yapın, elinizden tutan ceketinizden çeken mi var?
*Başbakan ve Bakanları, yıllardır Türkiye’de “Yatırım Ortamı” olmadığını bilmiyorlar mı?
*2002 yılında, Özel Tasarruflar toplamının, Gayri Safi Yurt İçi Hasılaya oranı%25.30 idi.
*2011 yılında, bu oran  %13.50 ye düştü…
*Bu rakamların Türkçesi şudur; Türkiye tasarruf yapamıyor. Kaynak açığını borçlanarak, varlıklarını, Cumhuriyetin eserlerini yok pahasına satarak kapatmaya çalışıyor. Yani üreten değil, tüketen bir ülke olduk.Bunlar AKP’nin bilerek ve isteyerek uyguladığı ekonomik politikalar sayesinde oldu. AKP, ülkeyi bilerek borçlandırdı, bilerek ve isteyerek uluslararası tefecilere Türkiye’nin kaynaklarını aktardı;
Biz konuşmayalım, Devletin rakamları konuşsun;
*80 yılda yapılan borç tutarı: 242,7 Milyar Lira/ 8 Yılda AKP’nin yaptığı borç: 253,2 Milyar Lira
*80 yılda ödenen faiz: 135 Milyar Lira/ 8 yılda AKP’nin ödediği faiz: 408 Milyar Lira…
Başbakan, uygulanan ekonomik politikaların bu sonucunu bilmeyebilir. Ülke ekonomisini yönetmek, futbol oynamak gibi olsa, Başbakan her şeyi sular, seller gibi bilirdi ama, bu iş başka..
İngiliz vatandaşı Maliye Bakanımız Mr. Shimsek (Şimşek okunur), pazarcılar esnafından Bakan Ali Babacan, “ Rifat Hisarcıklıoğlu-Melih Gökçek- Sinan Aygün ” ekibinin dördüncüsü Kaya Zafer, bir araya gelsinler ve işin gerçeğini “Reislerine” anlatsınlar.
Öte yandan Başbakan Erdoğan, önündeki camdan; “Türkiye dış şoklara karşı,  oldukça dinamik bir yapıya kavuşmuştur”  diye okuyor. İyi güzel de, neden üç gün evveline kadar düşen borsalar içinde en fazla düşen bizim İMKB borsamız oldu? Niçin kurlarda  %17 lik bir artış oldu?
Boksör ringe çıkmış, rakibi dev gibi bir adam.  1.Raund,  bizimki feci dayak yemiş. Arada antrenörü “Aferin çok iyi dövüşüyorsun, devam et” diye gaz vermiş. İkinci Raund, bizimkinde  kaş-göz patlamış. Arada Antrenörü yine “Aferin çok iyi dövüşüyorsun, rakibini perişan ettin” deyince, dayak yiyen boksör; “İyi de hocam, madem ki iyi dövüşüyorum, söylesene beni kim perişan etti?..”
Başbakan;  “ Dış şoklara dayanıklıyız, bu defa teğet bile geçmeyecek”,
Ali Babacan; “Her şey kontrol altında”
Mr. Shimsek; “Ekonomimizin iyi gittiğini, Sayın Barzani’ye bile Kürtçe anlattım iyiyiz, iyiyiz”,
Kaya Zafer; “Kaya gibiyiz, kaya, kaya, kaya, kaya, kaya, ulan kayıyoruz galiba…”
Vatandaş; “Yahu madem bu kadar iyiyiz, neden cepte para yok, borç boğaza kadar, birisi bizle dalga geçiyor ama bir yakalarsam soracam ona o kayayı, taşı ben….” 
Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/al-bir-koca-kaya-nereni-dayarsan-daya.html

***

DOĞRUSUNU BİLELİM (1)


DOĞRUSUNU BİLELİM (1) 


Rifat Serdaroğlu
Perşembe, Ağustos 11, 2011


Köy Enstitüleri üzerine, yaklaşık üç yıl önce bir araştırma yazısı yayınlamıştım. Gerek bazı  genç arkadaşlarımdan gelen talepler, gerekse yapımcılığını sinema sanatçısı Erkan Can’ın, yönetmenliğini Ali Adnan Özgür’ün yaptığı,  “Toprağın Çocukları”  adlı sinema filminin vizyona girecek olması sebebiyle, sizlere kronolojik bazı bilgiler vermek istedim…
Ben, “toplumda ayrı bir sınıf yaratılması” endişemi saklı tutarak, Köy Enstitülerini her zaman destekledim. Bugün dahi, benzeri eğitim kurumlarının olması gerektiğine inanırım. Türk Siyaseti en büyük hatasını, bu okulları kapatıp, köyün bilge insanı olarak, öğretmenin yerine, köy imamını oturtmasıyla yapmıştır.
Yalnız bu sütunlarda bir olayı, fırsat buldukça vurgulamaya çalışırım;
Geçmişi değerlendirirken, o günün şartlarını çok iyi bilmek gerekir. Geçmişi bu günkü pencereden bakarak değerlendirmeye kalkarsak, yanlışa gitmemiz kaçınılmaz olur.
1940  sonrası yıllar, İkinci Dünya Savaşı ve yokluk yılları. Bir tarafta, yetişmiş tüm insanlarını çeşitli cephelerde yitirmiş, birikimi, sermayesi, iş adamı olmayan aç bir millet.. Diğer tarafta, kalkınmayı başlatacak Amerikan yardımı ve  Truman Doktrinin dayattığı “Yardım Şartları” ve ülkesini kalkındırma çabası içindeki siyasetçiler…
Rahmetli İsmet İnönü’yü ve Rahmetli Adnan Menderes’i değerlendirirken bu konuları unutmamak gerektiğini hatırlatmak isterim…
Bakalım Köy Enstitüleri nasıl kurulmuş ve nasıl kapatılmış;
*1936 yılında Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı görevi sırasında, Köy Halkına pratik bilgi vermek amacı ile “Köy Eğitmeni Projesine” başlanır. Bu, Köy Enstitülerinin temelidir.
*17 Nisan 1940 ta Köy Enstitüleri Kanunu, TBMM de büyük tartışmalarla kabul edilir.
*1943 yılında yapılan “İkinci Milli Eğitim Şurasında”  Köy Enstitüleri aleyhine yaygın bir kulis faaliyeti yapılmış ve Köy Enstitüleri bir “iptidailiğe dönüş” olarak kabul edilmiştir.(Bkz Şura Kayıtları)
*1946 yılında, Köy Enstitülerinin iki mimarı olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındılar.  Milli Eğitim Bakanlığına, Köy Enstitülerine karşı olarak bilinen Reşat Şemsettin Sirer getirildi.
*1947 yılında çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlar ile öğretmene toprak verilmesi güçleştirilmiş, dağıtılmış kitaplar, aletler, hayvanlar ve malzemenin geri alınmasına karar verilmiştir. Öğretmen yeni Türk Köyünün yapıcısı değil, sadece okumayı yazmayı öğreten tutucu bir memur haline getirilmiştir.
*1947 ve 1948 yıllarında çıkarılan 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile köylü, okul yapma yükümlülüğünden çıkarılmıştır.
*1947- 1948 ders yılında, Köy Enstitülerinin beyin kadrosunu üreten “ Yüksek Köy Enstitüleri ” kapatılmıştır.
*29 Nisan 1947 de çıkarılan yönetmelikle, öğrencilerin okul yönetimlerine etkin olarak katılmaları engellenmiştir.
*09 Mayıs 1947 tarihli genelge ile, “Kız ve Erkek Öğrencilerin Beraber Eğitim görmeleri” yasaklanmıştır.
*20 Mayıs 1947 tarihli genelge ile, Dünya Klasiklerinden  yapılmış tüm çeviriler toplanmış ve yakılmıştır.
*1948 Eğitim yılında, öğretim programı değiştirilmiş, iş eğitimi ilkeleri kaldırılarak, enstitüler klasik okullara dönüştürülmüştür.
*Şüphesiz ki tüm bunların yapılmasında ki  en büyük rol, büyük toprak sahiplerinin baskıları olmuştur.
Bütün bunlar yapılırken, Köy Enstitüleri gerçek işlevinden uzaklaştırılıp, klasik birer okula dönüştürülürken,  iktidarda  tek başına CHP vardı.
1954 yılına geldiğimizde iktidarda tek başına DP vardı ve Köy Enstitüleri, Öğretmen okullarına dönüştürülerek  kapatıldı…
Türk Eğitim ve Siyasi tarihinde çok önemli roller üstlenebilecek bu okullar keşke kapatılmasaydı.
Köy Enstitülerini geliştirmeyip kapatan Türk Siyaseti, üstüne üstlük  her on yılda bir darbelerle   pırasa biçilir gibi biçilince, darbe ile Türk Siyasetine el koyanlar, Sağ ve sol görüşlü siyasetçilerle “İmam Hatip Okulu” açma yarışına girince de ülkemiz bu günlere geldi ve hepimize müjdeler olsun, nur topu gibi bir AKP’miz oldu!…
Sadece bu kadar mı? Daha nelerimiz oldu bir bilseniz..
Ülkemizin tepe noktalarına, gençliğini İBDA-C  lideri Salih Mirzabeyoğlu’nun eteklerinde geçirenler oturdu. Yine aynı yerlere, El Kaide terör örgütünün ikinci adamının dizinin dibinde uslu çocuklar gibi çökenler, kendilerine “Şeyhülislam” dedirten kaçıkları “Başdanışman” olarak tutanlar, Kürtçü-Bölücü-İslamcı dergilerde iş tutanlar  yazı yazanlar, Türkiye’yi sırtından bıçaklayanlar geldi ve bir güzel yerleştiler.
Müslüman’ız  dediler, Kerkük ve Irak’taki katliamlara seyirci kaldılar. Suriye de Esad’a “Ramazan’da adam öldürülür mü” ayıp oluyor, dediler, Libya’da Ramazan Ayı boyunca Müslümanların üzerine bomba yağdıran Nato güçlerinin başını beklediler….
İçinde bulunduğumuz durumun diğer bir acı tarafı ise, tüm bunların Türk Milletinin başına gelmesine, kenarından köşesinden sebep olup ta bu gün hayatta bulunanların tamamı köşelerine çekildiler, korkularından ağızlarını açamaz duruma geldiler. İçlerinden bir tanesi olsun mertçe çıkıp; “Başınıza gelen olayların sorumlularından biri de benim. Türk Milleti olarak sizler beni  en üst makamlara getirdiniz. Elimden geldiği kadar ben de hizmet ettim. Hatalarımdan ve yanlışlarımdan dolayı özür diliyorum. Bu dertlerden kurtulmanın yolu şudur, ben de üzerime düşeni yapmaya hazırım.” 
deme yürekliliğini gösteremedi.
Ne yapabiliriz ki, tercihleri susmak, sinmek ve korkarak ölmekten yana imiş…
Yazımızı, çok güvendiğim gençlere birkaç cümle söyleyerek bitirelim.
Hayatta ya tozu dumana katarak, doğruları söyleyerek, insanlarını severek, hizmet ederek, cesurca yaşarsınız, ya da başkalarının kaldırdığı tozu dumanı  yutarak, korkarak yaşarsınız.
Atatürk, Kurtuluş Savaşına karar verdiğinde birinci yolu seçmiş ve dünyanın tüm emperyalist ülkelerini toz-duman altında bırakmıştı. İnanıyorum ki sizler de onun gibi yapacaksınız…
Dünya yeniden şekilleniyor. Bu coğrafyada yaşayabilmek için “Üniter Yapımızı” ve Ulus Devlet Yapımızı” mutlaka korumak zorundayız. Bakmayın siz, numaralı Cumhuriyetçilere, şeriat özlemcilerine.
Müşterek değerlerimizin sayısını  arttırarak, herkesi kucaklayarak, bilmediğimiz konuları, doğru kaynaklardan araştırıp öğrenerek Demokrasimize, Lâik, Sosyal, Hukuk Devletimize, Cumhuriyetimize, vatanımızın bölünmezliğine, dilimize, gerçek ve aydınlık dinimize, Bayrağımıza, kimsenin etnik kökenine-inancına bakmadan tüm insanımıza sahip çıkarak sayımızı milyonlara ulaştırmalıyız.
İşimizin zor olduğunu biliyorum, ama inanın ki Atatürk’ün işi bizden çok daha zordu. O başardı, biz de mutlaka başarmalıyız…

Sağlık ve başarı dileklerimle

Rifat Serdaroğlu


https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/08/dogrusunu-bilelim-1-rifat-serdaroglu.html


***