Fethullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fethullah Gülen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2020 Perşembe

Siyasi Ayak Oyunları.,

 Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat


Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat

Güvenlik, Kemal İnat, Siyaset, 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi, ABD, Adalet ve Kalkınma Partisi, AK Parti, Askeri Darbe, Fethullah Gülen, FETÖ,
Recep Tayyip Erdoğan, Siyasi Ayak Oyunları, “Siyasi Ayak” Oyunları.,

Kemal İnat
19 Şubat 2020.,


FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir..

    Türk siyasetinde yeniden garip bir şekilde başlatılan “siyasi ayak” tartışmasını dış politikadan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir.
Güncel tartışmanın fitilini ateşleyen de eski bir Genelkurmay Başkanı olduğuna göre, meselenin darbe boyutu da çok önemli.
FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin Türkiye’nin bağımsız dış politika arayışlarıyla yakından ilgili olduğu açık bir gerçektir. Şimdi siyasi ayak polemiği üzerinden FETÖ’ye karşı mücadelede en ön safta yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırının da aynı şekilde Türkiye’nin dış politikadaki bağımsız çizgisinde ısrar etmeye devam etmesiyle çok yakından ilgisi var.
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını kazandığı bir seçimden sonra muhalefetin 2023 seçimlerini demokratik kurallar çerçevesinde kazanmaya yönelmek yerine, yeniden geçmişteki hataya düşüp, hangi yolla olursa olsun Tayyip Erdoğan’ı iktidardan devirmek arayışına girmesi anlaşılır gibi değil.
Tayyip Erdoğan’a FETÖ ile yeterince mücadele etmediği iddiası üzerinden muhalefet etmek, iktidar mücadelesini yeniden zayıf olduğu alana çekmek demektir. Herkes Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelesinin ne kadar kararlı olduğunun şahidi. Hatta bazı kesimler bu mücadelenin çok sert olduğunu ileri sürerek onu eleştiriyorlar.
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra FETÖ ile mücadeleyi çok sert yürüttüğü gerekçesiyle Erdoğan’ı eleştiren ve bu mücadeleyi baltalamaya yönelik siyasi adımlar atan muhalefetin şimdi FETÖ’nün siyasi ayağı polemiğinde onu itham etmesi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki “kontrollü darbe” söylemi kadar anlaşılmaz bir taktik hatası.

Muhalefetin, FETÖ’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğine yönelik bir tehdit olduğunu artık kabul edip, meseleyi sulandırmadan, hükûmetin bu tehdide karşı attığı adımları ve Türkiye’nin bağımsızlığını koruma konusundaki çabasını takdir eden bir çizgiye gelmesi hem kendisi hem de Türkiye için en doğru yol olacaktır.
FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir. 2009 yılından itibaren Türkiye’nin özellikle Orta Doğu politikasında Washington’u rahatsız edecek düzeyde bağımsız hareket etmesi, ABD’nin elindeki bütün araçlarla Türkiye’nin “kayan eksenini” yeniden yerine oturtmaya çalışmasına yol açtı.

Bu çerçevede başvurulan araçlardan biri de Fetullah Gülen örgütü oldu. Başta ordu, emniyet ve yargı olmak üzere Türkiye’deki önemli kurumlara yerleştirilen örgüt elemanları “ekseni kayan” AK Parti hükûmetini devirmek için harekete geçti.
17-25 Aralık, saldırının açıktan yürütülen ilk aşamasını oluşturdu. Bu dönemde muhalefetin, ABD merkezli bu saldırıya karşı Türkiye’nin bağımsızlığını savunmak yerine, bunu AK Parti hükûmetini devirmek için bir fırsat olarak görüp desteklemesi halk tarafından affedilmedi ve ardından 30 Mart 2014’te yapılan seçimler muhalefetin hezimetiyle sonuçlandı.

Muhalefet partilerinin Türkiye’nin güvenliğini ve bağımsızlığını hedef alan saldırılarda hükûmetin arkasında durup, doğrudan iç siyaseti ve hizmetleri ilgilendiren konulara yoğunlaşmaları başarılı olmalarının anahtarıdır.

AK Parti döneminde, dış politikanın bağımsız çizgiye çekilmesi, terör örgütleriyle mücadele ve darbelerin önlenmesi konusunda elde edilen kazanımların geriye döndürülmesine yol açacak bütün adımları halkın cezalandıracağını görememek muhalefet açısından ciddi bir basiretsizlik olacaktır.

Meşru hakkı olan iktidara gelme hedefine, halkı ikna ederek demokratik yollardan ulaşmak yerine, eskiden olduğu gibi, darbe gibi yöntemlerden medet umarak ulaşmaya tevessül etmesi ve Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen gayrimeşru aktörlerle birlikte hareket etmesi muhalefetin yapacağı en büyük hata olacaktır.
Son dönemde şahit olduğumuz “siyasi ayak” ve “darbe” tartışmaları muhalefetin geçmişteki hatalarından maalesef ders almadığını gösteriyor.

https://www.setav.org/siyasi-ayak-oyunlari/

***

11 Aralık 2019 Çarşamba

CHP Raporunda can alıcı soru. ?

CHP Raporunda can alıcı soru. ?


CHP Raporunda can alıcı soru: 2004 Kararları uygulansaydı FETÖ bu güce erişebilir miydi?

Türkiye, “FETÖ’nün siyasi ayağı kim?” tartışmasını izliyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Bir Numaralı siyasi ayak Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zattır” çıkışına Erdoğan 250 bin TL’lik tazminat davası ile yanıt verdi. CHP 16 yıllık AKP-FETÖ ilişkisini raporlaştırdı.



Aykut Küçükkaya



08 Nisan 2018 Pazar, 21:35











15 Temmuz’daki kanlı darbe girişiminin ardından en çok tartışılan konulardan birisi “FETÖ’nün siyasi ayağı”ydı… Aslına bakarsanız siyasi ayağı hepimiz biliyoruz!..
“FETÖ’nün siyasi ayağı”ydı… Aslına bakarsanız siyasi ayağı hepimiz biliyoruz!..
Bu “ Paralel yolda ” Beraber yürüyenlerin Gülen cemaatini nasıl desteklediğini, nasıl büyüttüğünü ve devletin nasıl o kirli ellere teslim edildiğinin hep birlikte tanığıyız…
Biz bu tanıklığı yaşarken iki haftadan bu yana AKP ile CHP arasında “siyasi ayak” tartışması birden alevlendi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, aynı zamanda AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı sert sözlerle hedef aldı: “FETÖ’nün bir numaralı siyasi ayağı Cumhurbaşkanlığı’nı işgal eden zattır!..”
Erdoğan bu sert sözler üzerine, Kılıçdaroğlu’na 250 bin TL’lik tazminat davası açtığını duyurdu. Yargıya taşınan bu süreçte CHP’nin elindeki en büyük veri, “iktidar partisi AKP ile Gülen cemaati arasındaki 16-17 yıllık ilişkiyi” raporlaştırması. Yasemin Öney Cankurtaran koordinatörlüğünde hazırlanan söz konusu raporlar sanki bir. “hepiniz oradaydınız” belgeseli… Evet, tam 3 rapor:
AKP İÇİN FETÖ’NÜN MİLADI. 
BİR ELMANIN İKİ YARISI: AKP İLE FETÖ.
AKP, 15 TEMMUZ’DAN SONRA DA FETÖ’DEN KOPAMADI!
Yazı dizimizde üç raporun önemli bölümlerini özetleyeceğiz. Her gün bir raporu ele alıp, en can alıcı yerlerini okurlarımızın ve Türk kamuoyunun dikkatine bir kez daha sunacağız. Unutkan bir toplum olduğumuz yadsınamaz bir gerçek!.. Birbiri ardına okuyacağınız “tarihe not düşen özlü sözler, arşivlerin tozlu raflarında unutulmaması gereken raporlar” iktidar partisini yöneten AKP’li isimlerle, kanlı darbe girişiminin, 15 Temmuz’un arkasındaki en büyük güç olan Gülen cemaati arasındaki ilişkiyi bir kez daha yüzümüze tokat gibi çarpacak…
Sahi!.. Bir kez daha soruyoruz; Kandırılan kim?
Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’de uzlaşamadığı en önemli nokta cemaatle mücadeleye başlanılması gereken tarih: CHP:2004  AKP:2013

'MİLAT'TA 9 YILLIK SAPMA

Tarih: 28 Kasım 2013...
Taraf gazetesinin manşetinde “Gülen’i bitirme kararı 2004’te MGK’da alındı” haberi!
İşte Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasındaki en büyük fikir ayrılığı “AKP için FETÖ’nün miladı”yla başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan her ne kadar milat olarak 17-25 Aralık’ı işaret etse de CHP “milat” için 17-25 Aralık’tan neredeyse tam 9 yıl öncesini gösteriyor.
CHP’nin Tezleri...
Milatla ilgili tartışma CHP’nin birinci raporunda aynen şöyle yer alacaktı: Kasım 2002’den bu yana iktidarda bulunan AKP hükümetleri için, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tehdidine resmi olarak ne zaman vâkıf olduklarıyla ilgili siyasi ve hukuki açıdan bir “milat” belirlemek gerekirse 24 Haziran 2004 ve 25 Ağustos 2004 tarihli MGK toplantıları ile 481 Sayılı MGK Kararı’nı başlangıç almak doğru olacaktır. 24 Haziran 2004 tarihli MGK toplantısında “Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen” konusu gündeme alınmış ve hem MİT Müsteşarlığı, hem Genelkurmay Başkanlığı tarafından Gülen Grubu’nun yapılanması, yurtiçi ve yurtdışı faaliyetlerine ilişkin tehdit konusunda kapsamlı sunumlar yapılmıştır. Gülen Grubu’nun faaliyetlerinin izlenmesi ve tasfiye edilmesine ilişkin kararlar alınmış ve tüm kurul üyeleri tarafından imzalanıp 25 Ağustos 2004 tarihli MGK toplantısında “481 Sayılı MGK Kararı” olarak kayda geçmiştir. 481 Sayılı MGK Kararı’nda yer alan önemli bir husus, ‘Dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül imzasıyla 16 Nisan 2003’te, ‘yurtdışındaki Gülen okullarına ve Milli Görüş’e yardım edilmesi için’ Büyükelçiliklere gönderilen 3846 ve 3847 sayılı genelgelerin” geri çekilmesinin istenmesidir. Ancak bu genelgeler (20 Mayıs 2014’e kadar) geri çekilmediği gibi, 2008 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın AKP’nin “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” gerekçesiyle kapatılması istemiyle hazırladığı iddianamede söz konusu fiiller arasında sayılmıştır. 25 Ağustos 2004 tarihli MGK Kararı’nın 28 Kasım 2013’te Taraf Gazetesi’nde yer almasının ardından AKP’li yetkililer “MGK gündemine dönemin Cumhurbaşkanı Sezer tarafından getirildiğini, hükümetin dahli olmadığını ancak kararı yok hükmünde saydıklarını ve uygulamadıklarını” yandaş medya ise “Hükümet’in kararın içini boşaltıp uygulamadığını, MGK kararlarının tavsiye niteliğinde olması nedeniyle hukuken de uygulamak zorunda olmadığını” açıklama çabasına girmiştir. Bu noktada Erbakan’a 28 Şubat kararlarını imzaladığı için eleştiri yöneltenlerin 481 sayılı MGK kararına karşı idiyseler neden direnmediklerini ve uygulamayı düşünmedikleri bir karara neden imza attıklarını sormak gerekir. 2004 MGK Kararı’na imza atan 5 askeri yetkiliye karşın AKP Hükümeti’nin 7 sivil üyesi bulunmaktayken, karşı çıkmaları halinde bu kararın çıkmayacağı aşikârdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY’nin “miladı” olarak 17-25 Aralık 2013’ü açıklamıştır. 17-25 Aralık bir milat olacaksa, ancak “AKP-FETÖ suç ortaklığının bozulmasının miladı” olabilir. Bu çerçevede, 481 Sayılı MGK Kararı, AKP Hükümeti’nin “yok sayarak uygulamadıklarını” itiraflarıyla ve 14 yıllık iktidarlarında FETÖ’nün devlet içinde stratejik örgütlenmesine bilinçli olarak “izin ve onay veren” icraatlarıyla, 15 Temmuz 2016 darbe girişimine giden sürecin önünü açmaktan “siyasi ve hukuki açıdan sorumlu” olduklarını ortaya koyan bir belgedir. Nitekim dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün TBMM Darbe Komisyonu’na yaptığı “FETÖ’ye karşı hükümeti 2004 yılında MGK kararıyla uyardık. Ancak pek fazla bir şey yapılmadığını gördük” açıklaması, bunun teyidi niteliğindedir. Bu hususlar, aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın 17-25 Aralık 2013 Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmalarını “milat” göstermelerinin ve “FETÖ tarafından kandırıldık” beyanlarının neden doğru olmadığını da ortaya koymaktadır...
Raporda can alıcı soru...
Raporda milat tartışmasına devletin resmi belgeleriyle nokta koymaya çalışan CHP, “Soruyoruz” diyerek şu sorusunun yanıtını isteyecekti: “2004 MGK Kararı, Bakanlar Kurulu kararı haline dönüştürülüp kararlı bir şekilde uygulansaydı; FETÖ, 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirecek güce erişebilir miydİ?

RAPORDAN...Erdoğan'dan Gülen yorumu: Aynı menzile giden farklı bir yol...

“Üzerinde durulması gereken önemli bir husus da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3 Ağustos 2016’da Din Şûrası’nda yaptığı konuşmada FETÖ/ PDY için “aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapı” tanımlamasını kullanarak “hedef birliği” içinde olduklarını itiraf etmesidir. Daha 15 Haziran 2012’de katıldığı Türkçe Olimpiyatlarında “Bitsin artık bu hasret” diyerek Gülen’e “ Türkiye’ye dön ” çağrısı yapan, 17 Aralık 2013’ten bir gün sonra dahi Gülen ile uzlaşma arayışında bulunan Erdoğan, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından FETÖ/PDY’nin “miladı” olarak 17-25 Aralık 2013’ü açıklamıştır.” 
“Başbakan Binali Yıldırım ise 23 Ekim 2016’da yaptığı açıklamada ‘Eski bir Genelkurmay başkanı (Hilmi Özkök) çıkıp diyor ki ‘Biz 2004’te uyardık.’ Ne uyardınız kardeşim, karara bakıyoruz ‘Nur cemaati ve hizmet hareketi izlenmelidir’ diyor. Ne zamandan beri cemaatler terör örgütü oldu. Bizim için kırmızı çizgi, terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralık’tır. Hiç kimse eline silah almadıkça, insanları öldürmedikçe terör örgütü muamelesi göremez. Bu örgüt devletle bilek güreşine 17 Aralık’ta başlamıştır’ ifadelerini kullanmıştır. Başbakan Yıldırım’ın bu beyanlarındaki çelişkilere açıklık getirecek olursak; 2004 MGK Kararı’nda, doğrudan ‘Fetullah Gülen Grubu’ ismi geçmektedir ancak Başbakan Yıldırım bunu gizlemeye çalışmaktadır. Dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’ün, ‘2004’te Hükümeti uyardık’ açıklamasına karşı çıkmaktadır. Belgeler ise Başbakan’ı yalanlamaktadır. Başbakan, “Bu örgüt devletle bilek güreşine 17 Aralık’ta başlamıştır” demek suretiyle, bir yapının terör örgütü olup olmadığına, devlet aleyhine çalışıp çalışmadığına devletin güvenlik raporlarına bakarak değil, AKP ile olan ilişki durumuna bakarak karar vermektedir. ‘Hiç kimse eline silah almadıkça, insanları öldürmedikçe terör örgütü muamelesi göremez. Terör faaliyetinin başladığı gün 17 Aralık’tır’ ifadesi ise maalesef trajikomiktir. Ne 17 Aralık ne de 25 Aralık, silahlı bir eylem değildi, kimsenin elinde bir silah yoktu. Peki ne vardı? Ayakkabı kutularından çıkan dolarlar, çikolata kutularında giden rüşvetler, 700 bin liralık kol saati, evdeki para kasaları, para sayma makineleri, bir türlü sıfırlanamayan milyonlarca dolar ve euro vardı…” 
“Erdoğan’ın 17-25 Aralık’tan sonra ‘Bunlar devlet içinde devlet olmuşlar’ ve ‘ne istediniz de vermedik’ sözleri, her ne kadar suçlama ve sitem içerse de, aynı zamanda o tarihe dek verdikleri desteğin itirafı niteliğindedir.”

2004’teki kararda Erdoğan’ın da imzası vardı

Karar şu uyarıları içeriyordu:
25 Ağustos 2004 MGK toplantısında “481 Sayılı MGK Kararı” olarak kayda geçen “tavsiye” niteliğindeki kararı, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Başbakanı Erdoğan’ın yanı sıra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu imzaladı. Kararda dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, kuvvet komutanları Özden Örnek, Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’un da imzaları bulunuyor. 481 sayılı MGK kararında yer alan bazı önemli hususlar şunlardı:

  • Gülen grubunun yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri, Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı ve ilgili diğer kurumlar aracılığı ile yakından takip edilmeli. 
  • Devletin yurtdışında görevli memurları aracılığı ile Gülen grubu yakından takip edilmeli, gerekiyorsa Dışişleri Bakanlığı tarafından ilave tedbirler geliştirilmeli. 
  • Gülen grubuna ait özel okulların faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Bu gruba ait okullardaki şüpheli ve yasadışı faaliyetler, periyodik olarak Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu’na (BUTKK) rapor edilmeli. 
  • Gülen grubunun ‘öğrenci evleri’ kapsamında sempatizan ve yandaş edinme gayretleri, İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir. Yasal olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet ederek yandaş toplama sistemi olan ‘öğrenci evleri’ uygulamalarına engel olunmalı. 
  • Yapılan bağışlar ile usulsüz para hareketleri ve kara para uygulamalarının Maliye Bakanlığı- MASAK (Mali Suçlar Araştırma Kurulu) aracılığı ile takip edilmesi sağlanmalı. 
  • Abdullah Gül’ün, Dışişleri Bakanı sıfatıyla 16 Nisan 2003’te ‘Gülen okullarına ve Milli Görüş’e yardım edilmesi için” büyük elçiliklere gönderdiği 3846 ve 3847 sayılı genelgeler geri çekilmeli.
***



14 Ekim 2019 Pazartesi

AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi., İslamiyete Zararları.,



AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi.,
İslamiyete  Zararları.,





BU YAZI 21 ARALIK 2013 TARİHİNDE ENGİN ÖZPINAR TARAFINDAN YAZILMIŞTIR.

AK Parti Gülen Hareketi Çekişmesi

Türkiye’de, Yolsuzluk Operasyonuyla tırmanan siyasi gerilim dışarıda da büyük yankı uyandırdı.

AK Parti-Gülen Hareketi (Cemaat) arasındaki iktidar mücadelesi” algısı Avrupa basınındaki ortak kanı…

İngiliz basınındaki yorumlarda hükümetle cemaat çatışmasına dikkat çekiliyor ve yetkililerin Gülen Hareketi’ni “ Devlet içinde Devlet” olarak gördükleri belirtiliyor.

Guardian, gözaltı dalgasının Başbakan Erdoğan’ın üzerindeki baskıyı artırdığını ve yerel seçimlere aylar kala hükümette şok etkisi yarattığını yazıyor.

Financial Times, Başbakan Erdoğan’ın operasyonla ilgili olarak “içeride ve dışarıdaki karanlık odaklar tarafından kurulmuş bir tuzak” değerlendirmesine vurgu yapıyor.

Times, Türkiye’den bir yazarın, Cengiz Çandar’ın görüşünü aktarıyor:

“Yargı, yanına bazı Emniyet güçlerini de katarak iktidarın kalbini hedef aldı. Bunun geçmişte bir emsali yok.”

Almanya’dan Frankfurter Allgemeine Zeitung da yaklaşan yerel seçimi anımsatarak şöyle diyor:

“Türkiye’nin en güçlü iki Müslüman reformist [Grubu] arasındaki kırılmanın önümüzdeki yıl mart ayında yapılacak yerel seçimlere etkisinin ne olacağı tartışmalı hale geldi. (…) Ancak kırılma kısa vadede Erdoğan’ın gücünü tehlikeye atamaz.”

Berlin merkezli Tageszeitung yorumuysa oldukça ilginç:

“Gülen cemaati AKP’nin yükselişini 10 yıldan fazla bir süredir güçlü bir şekilde destekliyordu. Laiklerin cezaevlerine gönderilmesinde birlikte savaşmışlardı. Ancak şimdi İslamcı devrim, kendi çocuklarını yiyor.”

Bu arada Batı medyasında ortak bir kuşkuya, “siyasi istikrarsızlık” olasılığına dikkat çekildiğini belirtmekte yarar var.

Örneğin diyorlar ki, “Ekonomisi düşünüldüğünde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu en son şey politik risklerin artmasıdır.”

Yabancı bakışıyla Türkiye’de gidişat böyle, kuşkular ve uyarılar bu şekilde…

İsrail’den Uçuşlar başlıyor…

İsrail havayolu şirketleri 5 yıllık aradan sonra 2014 yazında Türkiye’ye yeniden uçmaya hazırlanıyorlar.

İsrail Ulaştırma Bakanı İsrael Katz, Türkiye ile imzalanan anlaşmanın ardından uçuşların başlayacağını açıkladı.

Bakan Katz, anlaşmayı İsrail havayolu şirketleri açısından önemli bir mesaj olarak değerlendirdi.

İki ülke arasındaki ilişkilerin iyi olduğu yıllarda binlerce İsrailli Türkiye’ye seyahat ediyordu. (Kaynak: DW)

AİHM kararı, Perinçek ve Hollande,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Ermeni soykırımı” inkârının cezalandırılmasına yönelik çabalara “Doğu Perinçek” kararıyla ağır bir darbe indirdi.

Bilindiği gibi, İşçi Partisi lideri Perinçek soykırımı reddeden bir konuşması nedeniyle İsviçre’de mahkûm edilmişti. Perinçek de bunun üzerine AİHM’de İsviçre aleyhinde dava açmıştı.
5 yıl sonra sonuçlanan davada AİHM Ermeni soykırımını inkârın ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna karar verdi. Tersine, ifade özgürlüğünü asıl ihlal eden İsviçre’ydi.

İsviçre’nin üç ay içinde AİHM kararına itiraz hakkı var.
Karar kesinleştiğindeyse benzer davalarda emsal oluşturma niteliği kazanmış olacak.
Öte yandan Fransa Cumhurbaşkanı Françoise Hollande, Sarkozy döneminde reddedilen inkâr yasasını yeniden canlandırma çabasında…
Fransa’da Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasını amaçlayan yasa Anayasa Konseyi tarafından Fransız Anayasası’na aykırı bulunmuştu.

Şimdi bunun üzerine bir de AİHM kararı eklenmiş oluyor.

Ne var ki, Hollande’ın, 2014 Mayıs’ında Erivan’a yapacağı ziyaretten önce yasayı çıkarmak istediği bildiriliyor.


http://politikakademi.org/2013/12/yabanci-bakisi-ak-parti-gulen-hareketi-cekismesi/

***



AK Parti Cemaat Çekişmesi.,

Z. Abidin KIYMAZ
E-posta: zakolay@hotmail.com
18 Aralık 2013 Çarşamba 12:38




AK Parti Cemaat Çekişmesi.,

Önümüzdeki bir buçuk yıl boyunca cemaat-hizmet-Fethullah Gülen hareketi gibi değişik isimlerle anılan ve anlamaya çalıştığımız olguyu tartışarak geçireceğiz. Cemaat AK Parti ile yollarını ayırdıktan sonra kimlerle yoluna devam edecek, İstanbul'dan Mustafa Sarıgül'ü destekleyecek mi,  İdris Bal ve Hakan Şükür'ün istifalarını başkaları izleyecek mi, bir parti ile anlaşacaklar mı?

Perşembe akşamı cemaate ait BUGÜN Kanalında yayınlanan "Büyük Takip" programının takip konusu "Hizmet Hareketi" idi. Cemaat mi hareket mi bir çeşit parti mi başka bir şey mi diye yaşadığımız kafa karışıklığı Büyük Takip programı ile yerini anlaşılır bir tanıma bıraktı. Cemaate mensup ne kadar kurum, kuruluş, yayın organı var ise o programda ortak bir ses etrafında buluşmuşlardı.

Cemaat AK Parti ile yaşadığı çatışmayı hukuk ve destek vermiş olmak referansları üzerinden meşrulaştırıp gücü ve pozisyonunu korumaya, AK Partiyi bu güç ile caydırma mücadelesi veriyor. Dahası mevcudiyetinin ne kadar oya tekabül ettiğini de test etmek istiyor. Arzuladığı gibi bir netice elde ederse cemaat başka bir strateji izleyecek.

AK Parti için askerle ve vesayet sistemi ile olan mücadelesinden daha zorlu bir etap başladı. AK Parti bu sefer müzmin muhalifleri ile değil bir iç hesaplaşma ile mücadele veriyor. Cemaat'in bıraktığı boşluğu diğer cemaat ve tarikatların saflarını sıklaştırarak aşmaya çalışıyor.

Siyaseten öğretici bir süreçten geçiyoruz. Zira Türk siyaseti bugüne kadar Fethullah Gülen hareketi benzeri bir oluşumla muhatap olmadı ve daha da ötesi İslam tarihi boyunca bu tip bir yapılanmanın olduğu vaki değil. Okul, mektep, medrese diye başlayan sonra finans kurumları, spor takımlarını sahiplenmeye kadar uzanan, başbakanı yargıya teslim etmek gibi bir kudrete erişen ikinci bir örnek bulunmuyor.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin takipçiliğinden, "siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" diyen âlim ve Allah dostu Zat'ın hassasiyetini bir kenara alarak " Nurculuk " iddiası ile cemaatin geldiği bu nokta tek kelime ile hazindir.

Cemaatin çerçevesi bu denli hırpalandığında, ilgili ilgisiz her şey bu cemaat oluşumuna konmak istendiğinde Saidi Nursi Hazretlerinin neden siyaset ile şeytanı aynı kefeye koyduğu daha iyi anlaşılıyor.

Cemaat bazı siyasilere yönelik seks kasetlerini elinde bulundurmakla itham ediliyor bugün. Bir sohbetinde "üst düzey bir devlet görevlisinin bir otelde bir kadınla beraber olacağı bilgisi geldi, zaman kaybetmeden o zatı arayıp uyardım" diyen Fethullah Gülen var.

Mektep, medrese diye başlayan, "kendim için bir şey istemiyorum" diye devam eden bir cemaat olmak iddiasının geldiği noktaya bakın. Ne kadar üzüntü verici, değerlerin dejenere edilmesi bakımından ne kadar ağır bir vebal.

AK Parti-cemaat kavgası siyasete nasıl yansır, AK Parti, cemaat desteği olmaksızın oy oranlarında bir düşüş olur mu, cemaat bir başka parti ile yoluna devam eder mi sorularının benim için bir anlamı yok neticesinin nasıl çıkacağı ile de ilgili değilim. Tarih bize bir kez daha o şaşmaz hakikati öğretmiş bulunuyor. Amacınızı gerçekleştirmek için kullanacağınız vasıtalar da meşru olmak zorunda.

https://www.marasgundem.com.tr/makale/ak-parti-cemaat-cekismesi-12990

***



Gülen ve Erdoğan’ın İslami Çekişmesi ve Sonuçları.,




Aralık 3, 2018
Alon Ben Meir ve Arbana Xharra

Beş yıl öncesine kadar, Fethullah Gülen ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan birbirlerine destek veren müttefiklerdi. Her ikisi de İslam’ı, doktrinlerinin temeli olarak kullanmaktadır ve bu da onları 1923’te yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrimci laik devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ten ideolojik olarak farklı kılmaktadır.

Bununla birlikte, tarihsel olarak, Erdoğan ve Gülen’in İslami yönelimleri birbiriyle çelişmektedir. Gülen’den ilham alan Hizmet hareketi, İslam’ın diğer dinlerle diyaloğa açık olan Tasavvuf versiyonunu kabul ederek uygulamakta ve eğitim yoluyla aşağıdan yukarıya değişime inanmaktadır. Oysaki Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) otoriteyi gasp ederek ve halkı devlet güçleriyle değişmeye zorlayarak gerçekleştirebileceklerine inandıkları yukarıdan aşağıya değişime destek vermekte ve çoğunlukla ilk olarak Sünni Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği siyasal İslam’ı benimsemektedir.

Erdoğan AK Parti’yi 2001 yılında kurdu. 

Parti bir sonraki yılın seçimlerinde nisbi çoğunluğu kazandı ve Erdoğan Başbakan oldu. Erdoğan’ın, Türkiye’yi ekonomik kalkınma ve sosyo-politik reformlarla bir İslami demokrasi modeli haline getirme taahhüdü, ona, Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Türk halkı nezdinde büyük bir destek kazandırdı. Sonraki yedi yıl boyunca, Erdoğan, ilk olarak, Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan yoksul ve daha az eğitimli insanların yoğun olduğu seçim bölgelerinin acil ihtiyaçlarını karşılamak için kapsayıcı ekonomik kalkınmaya odaklandı.

Bir yandan ekonomik gelişme devam ederken, diğer yandan Erdoğan, ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasını ve Türkiye Kürtlerinin de dâhil olduğu azınlık haklarının tanınmasını içeren sosyal ve demokratik reformlara başladı. Bu hassas alanlara hitap etme yeteneği, onun iktidarını sağlamlaştırmasına ve İslami gündemini yaymak için bir sonraki aşamaya geçmesine imkân tanıdı.

İlk zamanlarda gerçekleştirilen bu atılım ve reformlar, AK Parti’nin ülkedeki yolsuzluğu dizginleyeceği ve daha önceki Türk hükümetlerinin reddettiği demokratik reformları gerçekleştireceği beklentisi oluşturarak, Hizmet hareketi ile birlikte Türk halkı arasında AK Parti yönetimine karşı yüksek bir güven ve itimat tesis ettirdi.

Erdoğan için, kendisi de belirttiği gibi, “ Demokrasi bir tren gibidir; Hedefinize ulaştıktan sonra İnersiniz.” 

   Erdoğan’ın kendi gündemini saklayan en iyi kılıfı, Türkiye’nin AB üye ülkesi haline geleceği yönünde bir beklenti olmasa da, AB ile devam eden üyelik müzakereleriydi. 

    Erdoğan İslami gündemiyle uyuşmayacağını bildiği için bu müzakerelerde iyi niyetli değildi.

Diğer taraftan, Hizmet hareketinin resmi bir yapısı, görünür bir örgütü ve resmi üyeliği yoktur. Ancak dünyanın en büyük Müslüman yapılanmasına dönüşmüş tür. Hizmet, kendini kamu yararı için kalkınma projelerini ve eğitimi teşvik etmeye adamıştır. Gülen’in destekçileri, onun mesajlarından esinlenerek gevşek bir ittifak içinde birlikte çalıştıklarını savunmaktadır.

1999 yılından beri kendi rızası ile sürgün hayatı yaşayan Gülen, etkileyici bir iş imparatorluğu kurdu. Deutsche Welle, “Türkiye ve yurt dışındaki medya kuruluşları ağı giderek güçlendi; okulları gelecek nesli eğitip yetiştiriyordu… bankaları, Batı ülkeleri ile bazıları İslami prensiplerle yönetilen Ortadoğu ülkeleri arasında fonların hareketini ve transferini kolaylaştırdı.” diye yazdı.

Erdoğan’ın Gülen’in finans yapısı üzerinde baskı kurmasına rağmen, yüz binlerce takipçinin yanı sıra Türkiye’de ve dışarıda binlerce şirket, Hizmet’in finansmanına katkıda bulunmaya devam ediyor. Fethullah Gülen, o dönemlerde hala Türkiye’nin laik elitlerinin sıkı kontrolünde olan ve askeriye tarafından desteklenen, Türk hükümetini çökertmeye yönelik soruşturma altında olduğu 1999 yılında Türkiye’den ayrıldı.

2000 yılında, çeşitli devlet dairelerine sempatizan memurlarını yerleştirerek hükümeti devirmeyi planlamak suçundan gıyabında suçlu bulundu. Gülen bu iddiaları şiddetle reddetmektedir. Aynı iddianame bugünün Erdoğan döneminde de Gülen’in peşini bırakmamaktadır.

1999’dan önce Gülen, Anayasal olarak Laik bir Türkiye içinde faaliyet gösterdi ve takipçileri, son 40 yıldır Türkiye’nin kurumlarında yer buldular. 

   Savunucuları, onun insani yönüne vurgu yaparak ve kendi ideolojisini Türkiye’de ve 140’ı aşkın ülkede başarılı bir okullar ağı aracılığıyla teşvik etmesine atıfta bulunarak, Gülen’i “ılımlı İslam’ın gurusu” olarak adlandırmaktadır. Gülen, gençleri fen bilimleri ve yabancı dillerle eğitirken, Erdoğan, çoğunlukla fakir ve daha az eğitimli olan insanlara dayalı temelini yansıtan bir bakış açısıyla eğitim konusunda çok hevesli değildir.

Erdoğan hiçbir zaman Gülen’e güvenmemişti, ancak başlangıçta Gülen sempatizanlarının desteğini kazanmak için onunla işbirliği yapmaya karar verdi. Fakat arkasını sağlamlaştırıp, istediği diktatöryal güçleri anayasa değişiklikleri yoluyla kademeli olarak elde ettikten sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun unsurlarını diriltmek ve uzun süredir peşinde koştuğu “Hilafet” rüyasını gerçekleştirmek için, aralarında en başta Gülen’in olduğu rakiplerini ortadan kaldıracak bir konuma ulaştı.

Erdoğan’ın niyeti, başta Afrika ve Orta Asya olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere, kendi ülkelerindeki Gülen’le ilişkili okulları kapatma yönünde baskıda bulunmaktır. ABD merkezli Zaman Amerika muhabirlerinden Sıtkı Özcan, “Erdoğan’ın kendi ifadelerine ve son yıllarda ortaya atılan belgelere baktığımızda, Erdoğan’ın Gülen’i hiç bir zaman sevmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz…” diyor.

Türkiye’den araştırmacı gazeteci Aydoğan Vatandaş, Gülen hareketinin önderliğinin Erdoğan’ın asıl hırslarını görememesinin temel sebebinin, onların ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasının ve yargının etkisinin sınırlandırılmasının Türk demokrasisi üzerinde önemli menfi etki oluşturmayacağı hatta demokrasiyi güçlendireceği inancından kaynaklandığını söyledi. “Bu kurumları zayıflatmanın demokrasinin ortaya çıkmasına yol açacağına inanmak yanlıştı.” Ona göre Erdoğan, toplumu yeniden şekillendirmek için gücünü pekiştirdi ve bu da Gülen hareketinin Türk toplumundan tamamen silinmesine yol açtı.

Temmuz 2016’daki başarısız askeri darbeden bu yana, yargıçlar, öğretmenler, polis memurları ve gazeteciler de dâhil olmak üzere yaklaşık 445.000 kişi hakkında Gülen hareketine yönelik düzmece suçlamalarla yasal dava açıldı. Diğer ülkelerden 100’den fazla Gülen hareketi mensubu kaçırıldı ya da Türkiye’ye iade ettirildi.

Gülen hareketinin Kosova’daki temsilcisi Nazmi Ulus, hareketinin okullarının (Mehmet Akif Kolejleri) eğitim-öğretimi sürdürmesine ve ülkedeki faaliyetlerin devam ettirilmesine rağmen, özellikle Mart ayında Erdoğan’ın Kosova’da yaşayan altı Türk’ü kaçırttırmasından sonra artık kendilerini güvende hissetmediklerini söyledi. “Kosova halkı söz konusu olduğunda, evet güvende olduğumuzu söyleyebiliriz, ama yine de Erdoğan’ın benlik davası… ve aynı zamanda [Erdoğan’ın Şantaj] kabiliyeti… bölgede faaliyet göstermesi göz önüne alındığında, evet güvendeyiz demek imkansız. ”.

Erdoğan, Türkiye’deki Hizmet hareketini neredeyse yok edebilmesine rağmen, yüzbinlerce Hizmet mensubu hâlâ tam anlamıyla ancak sessiz bir şekilde özel ve devlet kurumlarında yerleşmiş durumda. ABD’nin de dahil olduğu Erdoğan’ın elinin pek uzanamadığı bir çok ülkede Hizmet mensupları varlıklarını sürdürüyorlar.

Erdoğan ile Gülen arasındaki rekabet, Hizmet’i bitirme çabalarına rağmen, Erdoğan’ın kaybeden taraf olacağını işaret ediyor. Türk nüfusun çoğunluğu, tasfiye ve ağır insan hakları ihlallerinden büyük ölçüde acı çekti; Bunlara ilaveten ekonomide ortaya çıkan endişe verici bozulma ile birlikte, Erdoğan giderek popülaritesini kaybediyor.

Ancak tarihin hayırla yad etmeyeceği Erdoğan’dan farklı olarak, Fethullah Gülen seçilmediği bir konuma sahiptir ve yaşadığı süre boyunca takipçileri tarafından derinden saygı görmeye devam edecektir. Gülen’in sosyal yönelimli İslami felsefesi ve insani yardım hizmetleri, Erdoğan’ın siyaset sahnesini terk etmesinden sonra iyice azalacak siyasi İslam ideolojisinden kesinlikle daha uzun soluklu olacaktır.

 http://alonben-meir.com/writing/gulen-ve-erdoganin-islami-cekismesi-ve-sonuclari/?lang=tr

***




Erdoğan Ve AB Balkanlar’da Çarpışma Rotasındalar.,






Ağustos 3, 2018

Alon Ben-Meir ve Arbana Xharra 

Avrupa Birliği’nde tehlikeli İslami gündemini yayması yasaklanan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi de Balkanlar’da artan nüfuzunu Batı ülkelerine karşı kullanmak istiyor. Erdoğan’ın Balkanlara yönelik agresif yönelimi, iddialı politikalar peşinde koştuğu ve İslamcı milliyetçiliğini cami ve dini kurumlar ağı aracılığıyla stratejik olarak yaymaya çalıştığı bölge olan Güneydoğu Avrupa’daki Erdoğan muhalifleri arasında kaygıları artırdı.

AB ülkeleri, Erdoğan’ın İslami planından kaynaklanan tehlikeyi fark etmeye başladılar. Bunun bir sonucu olarak, Avusturya, Hollanda ve Almanya, Erdoğan’ın, ülkelerinde seçim kampanyaları düzenlemesini yasakladılar. Ayrıca, iki ay önce, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz yedi caminin kapatılmasını emretti ve Türkiye’nin finanse ettiği imamları sınır dışı ettirdi. Ülkedeki onlarca diğer Türk imam sıkı gözetim ve denetim altına alındı. New York Times gazetesi Kurz’un , “Paralel toplumlar, siyasallaşmış İslam ya da radikal eğilimlerin ülkemizde yeri yoktur” dediğini aktardı.

Avusturya’nın camileri kapatmasına oldukça sert tepki veren Erdoğan, kararı İslamofobik olarak niteleyerek, misilleme yapılacağı sözünü verdi. Erdoğan, Bosna’da bir miting düzenleyerek Batı ülkelerine meydan okuma konusundaki eğilimini iyice belli etti. 12.000’den fazla destekçiden oluşan bir kalabalığın önünde yaptığı konuşmada: “ Demokrasinin beşiği olduğunu iddia eden anlı şanlı Avrupa ülkelerinin sınıfta kaldığı bir dönemde, Bosna Hersek bizlere burada bir araya gelme imkânı sağlayarak, sözde değil özde demokrat olduğunu göstermiştir ” dedi.

Balkanlarda Erdoğan’ın sadık yandaşlarına sağladığı genişlik ve rahatlığın yıllardır keyfini süren birçok yozlaşmış politikacı, imam, STK temsilcisi ve akademisyen, Erdoğan adına kampanya yapma konusunda kararlı bir şekilde birleşmiş durumdalar. Bu yolla Erdoğan, özellikle bölgenin Müslüman nüfusu içinde kalpleri ve zihinleri kazanmayı başardı.

Arnavutluk parlamentosundaki en büyük ikinci grup olan Demokrat Parti temsilcisi Grida Duma bize, “ Arnavutluk Başbakanı Rama’nın Erdoğan’ın gönlünü hoş tutarak AB’ye karşı meydan okuması tehlikeli… ve ciddi sonuçlar doğuracak… Rama ile Erdoğan arasındaki yakınlık Arnavutluk’un jeostratejik çıkarlarına hizmet etmiyor. ” dedi.

Balkan ülkelerinden gazeteciler ve sivil toplum temsilcileri, özellikle Erdoğan’a daha önce benzeri görülmemiş bir güç veren Türk anayasasındaki değişiklik ve sonrasında Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin ardından, bir sonraki aşamada neler olacağı konusunda derinden endişe duyuyorlar.

Arnavutluk’tan bir gazeteci ve yayıncı olan Andi Bushati, Duma’nın gözlemlerini doğrulayarak, “Bu yakınlık kendini, yalnızca Rama’ın Erdoğan’ın ‘Kosova Türkiye’dir ve Türkiye Kosova’dır’ şeklindeki ifadesini alkışlaması gibi sembolik hareketlerle değil, aynı zamanda örneğin, Erdoğan’ın, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesini kınamasını desteklemek gibi siyasi eylemlerle de kendini göstermektedir” dedi.

Sırp, Makedon, Kosovalı, Arnavut ve Bosnalı liderler Erdoğan’ın yeniden seçilmesini memnuniyetle karşılayıp, dayanışmalarının bir göstergesi olarak onun için düzenlenen yemin törenine katılarak bu otoriter lidere hayranlıklarını ifade ettiler.

Bu arada, Kosova’nın Erdoğan’ın İslami gündemine boyun eğmesi giderek daha da belirgin hale geliyor. Birkaç hafta önce yüzlerce Kosovalı, Türkiye’nin Kosova’daki Büyükelçisi Kıvılcım Kılıç’ın önderliğinde “Türk demokrasisi ”ne destek amacıyla yürüdü.

Kosovalı tecrübeli bir gazeteci olan Bekim Kupina, Kosovalı liderlerinin Erdoğan’ın, ülkelerini Avrupa’ ya bir sıçrama tahtası olarak kullanmalarına izin vermemesi gerektiğini ifade ederek, “ Kosova’nın Türkiye’nin inşa ettiği dini kurumlara değil okullara, ana okullarına ve iş imkanlarına ihtiyacı var.” dedi.

AB, Balkanlar’daki nüfuzunu artırmaya çalışırken, Rusya ve Türkiye de bölgeyle olan bağlarını güçlendirmek için çok çaba sarf ediyor. AB’nin güneyindeki arka bahçesine olan ilgisinin artması, Moskova’nın Balkanlar’da yükselen etkisinden duyulan korkudan da kaynaklanmaktadır.

Belgrad’daki Avrupa-Atlantik Çalışmaları Merkezi başkanı Jelena Miliç, Erdoğan ve Sırp cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç’in gittikçe artan güçlü bağlar geliştirdiğini doğruladı. Miliç, “Sırbistan’ın hükümet kontrolündeki medyası Erdoğan’ın sicilini eleştirmedi. Erdoğan ve Vuciç, Bosnak Müslüman nüfuslu Sırbistan eyaleti Sancak’ı ziyaret ettiler, ancak Erdoğan bu ziyarette, yalnızca ekonomik ilişkileri ve yatırım fırsatlarını vurgulama konusunda çok dikkatli davrandı” diye konuştu. Miliç’e göre, Türkiye’nin bölgedeki etkisi endişe verici bir hızla büyümekte.

Ürdün, Hırvatistan, Irak, Suriye ve Lübnan’da büyükelçi olarak görev yapan, eski Bosnalı diplomat Zlatko Dizdarević, Türkiye’yi, Bosna’daki iç bölünmeleri derinleştirerek daha da güçleştiren bir “tehdit” olarak tarif ediyor.

Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı konseyinin Boşnak üyesi Bakir İzetbegović yeniden seçilmesinin gecesinde, Erdoğan’ı zaferinden dolayı kutlayarak, “Siz sadece Türkiye’nin cumhurbaşkanı değil, hepimizin başkanısınız” dedi. Bosnalı gazeteci Sead Numanoviç, bu türden açıklamaların Saraybosna’da son zamanlarda bir AKP ofisi açmış olan Erdoğan’ı, Bosna’daki müdahalelerini yoğunlaştırma konusunda daha da teşvik ettiğini ifade etti.

Numanovic,Erdoğan, Saraybosna, Novi Pazar ve Belgrad’ı birbirine bağlayan bir otoyol ve hızlı yol inşa etme sözü verdi. Bu iki projenin tek başına maliyeti 3 milyar avronun üzerinde” dedi. Numanoviç, Turkiye’de yapılan son seçimlerin sonuçlarının Balkanlar’daki siyasi etkisini artırmak için kendi gücünü ve itibarını kullanan Erdoğan’ı cesaretlendirdiğine inanıyor.

Erdoğan, mali imkânlar ve yatırımlar yoluyla bu amacını gerçekleştirmeye çalışıyor. Onu bu hedefinden alıkoyabilecek çok az şey var, çünkü Erdoğan, fazla riske girmeden AB ile tartışmaya girebileceğine inanıyor.

Grida Duma, “ Ana projeler Türk şirketlerine verilirken, son zamanlarda Arnavutluk’a yatırım yapan bir Amerikan şirketi yok ” dedi. Arnavutluk Başbakanı Rama ile Erdoğan arasındaki yakınlık konusunda hiçbir kuşku yok. Dostluk ilişkilerinin yanı sıra, birbirlerini seçimlerde de destekliyorlar.

Erdoğan, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamlı günlerindeki kadar güçlü ve etkili bir ülke olacağını ifade ederek, ilkelerden yoksun pozisyonunu Batılı güçlere açıkça beyan etmiş oldu. Erdoğan’ın, Osmanlı dönemine ait unsurları yeniden yapılandırma isteği, aktif ikili ilişkiler geliştirmek istediği her ülkede ürpertici bir etki yaratmalı.

Özellikle Sırbistan ve Makedonya’nın üyelik için aday olarak kabul edildiği ve Balkanlar’daki ülkelerin çoğunun Avrupa Birliği’ne giriş müzakereleri sürecinde olduğu göz önüne alındığında, Erdoğan’ın, bölge ülkeleri ile dostane ilişkiler geliştirme siyaseti arkasında sinsi niyetleri olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin AB üyesi olma kapısı her bakımdan kapandığı bir dönemde, Balkanlar, özellikle İslami gündemini AB ülkelerinde yaymaktan alıkonan Erdoğan için AB’ye karşı kullanabileceği bir koz kartı niteliğindedir.

Batı Balkan ülkeleri AB ile uzun süreli ilişkiler arayışında olduklarından, AB, bu ülkelerde bir taraftan sosyal, politik ve ekonomik reformları teşvik etmeye devam ederken, diğer taraftan maddi destek sağlayarak ve büyük projelere yatırım yaparak Balkan ülkeleriyle ilişkilerini daha da güçlendirmelidir.

Bununla birlikte, Brexit, göç ve şiddet yanlısı aşırılıklar gibi mevzularla meşgul olmalarına rağmen, AB’nin Batı Balkan ülkelerinin entegrasyonuna yönelik istikrarlı bir ilerleme kaydetmesi gerekiyor. AB, Avrupa komisyonuna göre katılıma hazır olan Makedonya ve Arnavutluk ile katılım müzakerelerini başlatmakla, diğer Balkan ülkelerine muhtemel üyeliklerinin ciddiye alındığı konusunda açık bir mesaj gönderecektir.

Bu, Balkan liderlerine AB üyeliği yolunun açık olduğu konusunda ciddi bir mesaj verecektir. Bu hedefi gerçekleştirebilmeleri için, Balkan liderleri, AB’nin kurucu ilkelerine ihanet eden ve bölge ülkelerini İslamcı milliyetçi yörüngesine çekmeye çalışan Erdoğan’a karşı çıkmak zorunda kalacaklardır.


http://alonben-meir.com/writing/erdogan-ve-ab-balkanlarda-carpisma-rotasindalar/?lang=tr


*******





Diyanet: Erdoğan’ın Balkanlardaki İslami Aracı.,




Ekim 22, 2018

Alon Ben-Meir ve Arbana Xharra

Bugünlerde Kosova’nın başkenti Priştine’nin merkezinde bulunan bir inşaat alanına, dört minareli Osmanlı tarzı bir cami ve Türkiye bayrağı fotoğrafı içeren bir pano dikildi. Nüfusu 2 milyondan az olan Kosova 2008 yılında Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmişti. Ülke 800’den fazla cami barındırmakta. Kosova İslam Toplumu’nun inşa ettirmekte olduğu ve Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı (Diyanet) tarafından finanse edilen “Merkez Camii”nin proje maliyetinin 35-40 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.

Diyanet ayrıca, komşu ülkelerdeki onlarca başka cami ile birlikte, Arnavutluk’un Tiran kentinde, George W. Bush Caddesi üzerindeki 10.000 metrekarelik bir arazi üzerinde Balkanlar’ın en büyük camisi olan benzer bir caminin inşaatını da finanse etti. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkesinin Balkanlar’daki İslami nüfuzunu artırmak amacıyla iki devlet örgütü; Diyanet ve Türk Kalkınma Ajansı’nı (TİKA), bir araç olarak sahaya sürdü.

Diyanet, görevi “inanç, ibadet ve İslam ahlakı ile ilgili çalışmaları yürütmek, halkı dinleri hakkında aydınlatmak ve kutsal ibadet yerlerini yönetmek” olan resmi devlet kurumudur. Bu kurum ayrıca Türk diasporasının dini işlerinden de sorumludur. Sadece Almanya’da, kurum tarafından eğitilen imamların görevlendirildiği 970 cami Diyanet tarafından yönetilmektedir.

Erdoğan’ın Parasıyla inşa edilen camilerin.,  İslami gündemi desteklemek amacıyla siyasi hedefler için kullanıldığını fark eden ilk ülke Avusturya olmuştur. Haziran 2018’de Şansölye Sebastian Kurz, Diyanet’in inşa ettiği yedi caminin kapatılmasını emretti ve Türkiye ile bağlantıları olan 60 imamı ve ailelerini “siyasi İslam’a karşı savaş”ın bir parçası olarak Sınır dışı ettirdi.

Şubat 2016’da, Alman yasa uygulayıcısı, Diyanete bağlı din adamlarının Gülen’in takipçilerine karşı casusluğa karıştığını ortaya koydu. İki yıl önce, bağımsız bir Türk gazetesi olan Cumhuriyet, Almanya ve Balkanlar dâhil olmak üzere Avrupa’daki 38 ülkede Diyanet’in özellikle Gülen sempatizanlarının faaliyetleri hakkında istihbarat toplamada çok aktif olduğunu bildirmişti. 1990’lardan beri Diyanet örgütü hakkında casusluk suçlamaları bulunmaktadır, ancak bu yeni bulgular örgütün daha önce düşünülenden çok daha kapsamlı operasyonlar içinde bulunduğuna işaret etmektedir.

Bu arada Diyanet, Türkiye dışında 100’den fazla cami inşa ederek, dini programını, Osmanlı tarihi ile bağlantısı zayıf olan ülkelere de genişletti. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Balkan ülkeleri ile son derece güçlü ilişkilere sahip olduklarını ve bu işbirliğinin gelecekte özellikle din eğitimi, hizmetler ve yayınlarla ilgili olarak devam edeceğini vurguladı. Türkiye’nin Balkanlar’a gösterdiği önemi ve ilgiyi vurgulayan Erbaş, “Balkanlar’ın bizim için özel bir yeri var. Tarihsel bağlarımız geçmişte olduğu gibi devam edecek.” dedi.

Balkan ülkelerinin çoğu işsizlik, yabancı yatırım eksikliği ve yaygın yoksulluktan mustarip olmasına rağmen, işsizlik oranının %30 olduğu Kosova’da, Erdoğan’ın yatırımları, ironik olarak, cami ve dini eğitim kurumlarına odaklanıyor.

Kosova’nın eski İsveç Büyükelçisi ve Kosova Politika Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (KIPRED) Genel Müdürü Lulzim Peci, Erdoğan’ın siyasi İslam planına karşı Kosova’daki en kritik muhalif seslerden biri. Kosova’da inşa edilen camilerin Erdoğan’ın İslamcı vizyonunu yayma amaçlı siyasi kurumlar olduğunu kabul eden Peçi, “Kosova ve Arnavutluk’ta, cami inşa etmek için on milyonlarca dolarlık yatırım yapmak, Türkiye’nin üstünlüğünün ve nüfuzunun sadece dini değil, aynı zamanda politik olarak da sembolü anlamına geliyor” diyor.

Erdoğan’ın Osmanlı sembolizmine yönelik muazzam yatırımları, Kosova’daki nüfusun zihniyetini etkilemek ve mevcut ve müstakbel nesiller üzerinde Türk-İslam yanlısı duyguları arttırmak için bilinçli olarak tasarlanmıştır. Diyanet’in desteklediği İslami ideoloji, Türkiye’de bile geniş çaplı infiale ve tepkiye neden olmaktadır. Örneğin, Diyanet, kızların 9 yaşında hamile kalabileceklerini ve dolayısı ile bu yaşta evlenebileceklerini, erkelerin ise 12 yaşında evlenebileceğini görüşünü açıkladı. Bu nedenle, Diyanetin faaliyetleri üzerindeki kaygılar, cami inşaatları ile sınırlı değil, aynı zamanda bu kurumun radikal İslam’a dayanan kültürel ve toplumsal etkisi ile de ilgilidir.

Türkiye’deki başarısız darbe girişiminden bir gün sonra, Arnavut ve Boşnaklar kalabalık gruplar halinde Makedonya, Bosna, Arnavutluk ve Kosova’da Erdoğan ve hükümetine destek gösterileri yaptılar. Tarihçi ve Güneydoğu Avrupa meseleleri uzmanı olan Kemal Ahmeti, “Bu, Erdoğan’ın Balkanlar’da ve diasporada istediği zaman kullandığı potansiyeli ve mekanizmaları açıkça ortaya koydu” diyor.

Ahmeti, “Arnavut camilerinin mevcut durumu, İsviçreli İslamcı Saida Keller-Messahli’nin Islamic Centrifuge in Switzerland adlı kitabında ileri sürdüğü ‘Arnavut camilerinin aslında Arnavut Müslümanların Erdoğan lehine radikalleşmesi için bu türden İslami gündemlere hizmet eden radikal merkezler olduğu’ tezini, ne yazık ki, teyit ediyor” diyor.

Din işlerinde uzmanlaşmış bir Kosovalı gazeteci olan Visar Duriki, Türkiye’nin finanse ettiği cami inşaatı projeleri vasıtasıyla Erdoğan, bu bölge üzerinde kontrol sahibi olduğu yönünde net bir siyasi mesaj gönderiyor dedi. Duriki “Kosova, Erdoğan tarafından finanse edilen daha fazla dini binaya kesinlikle ihtiyaç duymayan, bir ülke” diyor.

Camiler gittikçe artan bir yoğunlukla Siyasi İslam ideolojilerini yaymak için kullanılıyor ve bu da camilerde gerçek ibadet için çok sınırlı bir alan bırakıyor. Makedonyalı deneyimli bir araştırmacı gazeteci olan Xhelal Neziri, “Artık soru bu kuruluşların gerekli olup olmadığı değil, çünkü hedef mümkün olduğu kadar çok kurum inşa ederek bunlar vasıtasıyla Ortadoğu ülkelerinin ve Erdoğan Türkiye’sinin bölgedeki siyasi nüfuzunu güçlendirmek” diyor.

Türkiye, nüfusun çoğunluğu Hıristiyan olan Sırbistan, Makedonya ve Hırvatistan gibi Balkan ülkelerinde büyük kalkınma projelerine yatırım yapıyorken, Arnavutluk’taki Türk yatırımları ağırlıklı olarak İslami dini kurumlar oluşturmaya yöneliyor. Neziri, “Bu bölgede, özellikle Arnavutlar arasında, en güçlü ve sürdürülebilir etkinin, dinin araçsallaştırılmasıyla tam olarak oluşturulduğu görülmüştür” diyor.

Erdoğan’ın Balkanlar’daki emellerini az da olsa takip eden herhangi bir kimse bile, Türk liderin kendine özgü İslami gündemini, camiler inşa ederek ve buralara onun doktrinine bağlı imamlar atayarak Balkan halklarının ruhuna yerleştirmeye kararlı olduğu sonucuna kaçınılmaz olarak varacaktır. Bu, Erdoğan’ın, bölgede Osmanlı İmparatorluğu’nun unsurlarını kendi önderliğinde yeniden kurma vizyonunun bir parçasıdır.

Erdoğan’ın bizzat kendisi ve diğer birçok Türk yetkili, modern Türkiye’nin yüzüncü yılı olan 2023 yılına kadar, ülkenin bir zamanlar Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu genişlikte nüfuz ve etkiye sahip olacağı hayallerini açıkça dile getirdiler. Erdoğan, Diyanet’i bu hedefi için ana araçlarından biri olarak kullanıyor.

Bu durum, Balkan devletleri İslam’ı kendi uzun vadeli tehlikeli planına araç olarak kullanan Erdoğan’ın onları Allah adına istismar etmesini ve önlemedikleri sürece, bölge ülkelerinin kesinlikle en büyük kâbusuna dönüşecektir.


http://alonben-meir.com/writing/diyanet-erdoganin-balkanlardaki-islami-araci/?lang=tr

***

21 Mayıs 2019 Salı

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?


Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

WASHINGTON — 
21 Mayıs 2017
Mehmet Toroğlu.,


    Washington Türk-Amerikan ilişkileri açısından hareketli bir haftayı geride bıraktı. 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la Amerika Başkanı Donald Trump ilk kez Beyaz Saray'da bir araya geldi.
Erdoğan'ın masaya getirdiği ana konular Amerika'nın YPG'ye silah yardımı kararı ve Fethullah Gülen'in iade süreciydi. Ama Amerikan medyasında en çok Türkiye Büyük elçiliği önündeki kavga görüntüleri haber oldu.
Peki Erdoğan Washington'dan istediklerini alarak mı döndü? Kritik buluşmadan ne sonuçlar çıktı? Türk-Amerikan ilişkilerini bundan sonra nasıl bir seyir bekliyor? Bu soruları Washington'da Türkiye uzmanı Soner Çağaptay'a sorduk.

"Erdoğan ve Trump anlaşmak istiyordu"

Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay, Washington’daki en deneyimli Türkiye uzmanlarından biri. Çağaptay, YPG’ye silah yardımının yarattığı kriz görünümüne rağmen hem Erdoğan hem de Trump’ın aslında ziyaretten önce birbirleriyle anlaşmak isteğinde olduğunu ve bunu da başardıklarını söyledi.

“Bunun alt yapısı da hazırlanmıştı. Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinden önce Washington'a gelen üçlü heyet, Kalın, Akar ve Fidan ekibine Amerikalılar zaten YPG'ye silah verileceği haberini vererek Cumhurbaşkanı'nı utandıracak bir durumdan, yani o buradayken bu haberin ona teslim edilmesi gibi onu utandıracak bir durumdan kurtarmışlardı. Dolayısıyla alt yapısı hazırdı, Türkiye kötü haberi biliyordu buna hazırlıklı olarak geldiler ve belki Cumhurbaşkanı zaten buraya gelerek almak istediğinin yarısını almıştı zaten çünkü Türkiye'de çok çekişmeli geçen bir referandum yarışından sonra, ki sonuçların adil olup olmadığı tartışması hala var, buna rağmen Washington'a bir davet almış olması referandumu kazandığı yönünde uluslararası camiadan teyit almış olduğu hissi de verdiği için kendisine, zaten Washington'a gelmiş olması bence almak istediklerinin yarısından fazlasını aldığı anlamına geliyordu.”
"YPG ve PKK konusunda bir anlaşma var"

Görüşmenin en sıcak konusu Amerika’nın YPG’ye silah yardımı kararıydı. Çağaptay, Amerika’yla Türkiye arasında YPG ve PKK konusunda aslında bir anlaşma bulunduğu görüşünde.

“Şunu diyor Ankara'ya, Suriye'de ben Rakka'yı almak için YPG ile taktiksel olarak çalışacağım stratejik müttefiğim değil onlar benim, karşılığında da Irak'ta sana PKK konusunda yardımcı olacağım. PKK'nın büyük bir üssü var Kandil'de, bu İran-Irak sınırında ama yeni oluşturmaya çalıştığı bir üs var Irak-Suriye sınırında, Sincar Dağı’nda. Ankara bir oldu bitti olmasını istemiyor, PKK'nın yeni bir üs oluşturmasını istemiyor ve mutlaka bu bölgede PKK varlığına karşı ciddi olarak tedbir alacak. Bu konuda Ankara şanslı çünkü Irak Kürtleri KDP Barzani dahil olmak üzere Ankara'nın tavrını destekliyorlar. KDP orayı kendi bölgesi olarak görüyor ve PKK'yı kendi bölgesinde istemiyor. İşte Amerika'nın nasıl yardımı olabilir Türkiye'ye Sincar konusunda. Böyle bir Türkiye-KDP harekatı olduğu zaman ona hava desteği, istihbarat desteği verebilir. Irak hükümeti böyle bir harekate karşı çıkacaktır kendi güvenliği ihlal edildiği için. Türkiye, Irak hükümetini ikna etmek için Amerika'nın desteğine ihtiyaç duyabilir. Ve ayrıca genel olarak PKK varlığına karşı Türkiye'ye istihbarat desteği artacak gibi görünüyor. 2007'de başlatılan bir mekanizma vardı orada paylaşılan istihbaratın niteliği artırılacak gibi görünüyor. En son olarak Avrupa'da PKK'nın kullandığı özellikle yasadışı finans mekanizmalarının da çökertilmesi için Amerika Avrupa ülkeleri üzerindeki etkisini kullanarak Türkiye'ye yardımcı olacak.”

"Trump'la Erdoğan arasında kimya oluşmadı demek mümkün değil"
Erdoğan da Trump da Beyaz Saray’daki basın toplantısında Türk-Amerikan ilişkileriyle ilgili olumlu mesajlar verdi. Görüşmeden yansıyan görüntülerde de iki liderin birbirlerine sıcak tavırları dikkati çekti. Bu durum Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin işareti mi? Çağaptay, iki liderin de ziyaret öncesi birbirlerini çok fazla eleştirmediğine dikkati çekiyor.

“Örneğin Amerika'ya Trump'ın ilk iktidara geldiğinde yürürlüğe koymaya çalıştığı seyahat yasağı politikası konusunda, ki Müslüman ülkelere uygulanan yasaktı bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan pek çok konuda başka liderleri çok rahat ve keskin dille eleştirmesine rağmen hiçbir şey söylemedi. Bu da herhalde gelmeden önce o ziyaretin altyapısını oluşturmak istediği anlamına geliyordu. Yine Amerika YPG'ye silah vereceğini açıkladığında kendisi değil de Başbakan Yıldırım Amerika'yı eleştirdi. Dolayısıyla sanki Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump'la iyi ilişki kurmak istiyordu. Onun için alt yapısını hazırlamıştı gibi geliyor. Ziyaret sonrası Türk basınına baktığımızda da onu görüyoruz, çok eleştirel değil daha alttan alan bir tavır var. Demek ki belki Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemden ziyade, acaba Trump'la Erdoğan arasında kimya oluştu mu? Oluşmadı demek mümkün değil en azından. Ziyaret kötü geçmedi. Tabi oluşup oluşmadığını esas olarak önümüzdeki günlerde göreceğiz.”

"ABD Gülen konusunda henüz ikna olmadı"

Çağaptay, Amerika’nın 15 Temmuz darbe girişimini Türk hükümetinin iddia ettiği gibi Fethullah Gülen’in idare ettiği konusunda henüz ikna olmadığı görüşünü de dile getirdi.

“Benim duyduğum kadarıyla Ankara şu ana kadar Washington'a Fethullah Gülen'in şahsen darbeyi idare ettiğine dair bir kanıt sunmadı. İşte bu kanıtın olmadığı durumda, her ne kadar Gülen hareketinin başındaki kişi olsa bile, Amerikan mahkemeleri o bire bir kanıtı görmedikleri takdirde iade konusunda olumlu karar vermeyecekler. Şunu söyleyebiliriz; ‘Eğer Amerikan hükümeti bu iade davasını mahkemeye sevk ederse, zaten mahkemeye sevk edilmesi konusunda, mahkemeden iyi karar çıkacağı konusunda bir imajı vardır diyebiliriz. 
Yani o aşamaya gelmediğimiz için demek ki Amerikan hükümeti ikna olmuş değil diyebiliriz şu anda.”

"Kavga Ziyaretin kazanımlarını gölgeledi"

Ziyaretten en çok akılda kalacak anlardan biri de, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği Konutu önünde Erdoğan’ın korumalarıyla protestocu grup arasında çıkan kavgaydı. Çağaptay, bu olayın ziyaretin başarısını gölgelediğine dikkati çekiyor.

“Kapalı kapılar arkasında ziparet ne kadar iyi geçmiş olsa bile bu görüntüler Türkiye'nin burada yaratmaya çalıştığı bütün sükseyi, başarıyı çöpe attı diyebiliriz ne yazık ki. Çünkü hiç bir ülkede kabul edilemeyecek bir durum bu. Birincisi, bir ülke kendi vatandaşlarına karşı yapılan bu tavrı iyi karşılamaz. İkincisi; Amerikan vatandaşlarına Amerikan topraklarında yabancı bir ülkenin güvenlik görevlilerinin dövmesi, dayak atıyor olması Amerikan hükümeti tarafından kabul edilecek bir tavır olmadığı gibi özellikle Kongre'de Türkiye aleyhinde bir tavır oluşturdu. İşte bu çok sıkıntı yaratacak önümüzdeki günlerde bu tür optik olarak görüntüler. Dolayısıyla bunun olmaması çok iyi olurdu diyebiliriz çünkü ziyaretten elde edilen kazanımların bir kısmı, özellikle kamuoyu açısından elde edilen kazanımların büyük kısmı heba olmuş oldu diyebiliriz.”

Erdoğan’ın Washington temasları sadece bir gün sürdü ama hala konuşulmaya devam ediyor. İki ülke de ilişkilerde yeni bir sayfa açmak arzusunda, bunda ne kadar başarılı olacaklar bunu zaman gösterecek.

https://www.amerikaninsesi.com/a/beyaz-saraydaki-trump-erdogan-zirvesinden-ne-cikti/3863966.html

***