Libya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Libya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2021 Cuma

5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 2

 5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?  BÖLÜM 2



Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, Hüsnü Mübarek,Zeynel Abidin Bin Ali, Muammer Kaddafi , Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Maslak Kampüsü,


Böylesi durumlarda hedeflenen dönüşümün sağlanamamasının en temel sebebi ortaya çıkan güç boşluğu sonrasında gücün yeniden paylaşımında aktörler arası asgari uzlaşmaya gidilememesidir. Bir diğer ifadeyle aktörler ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesinden güvenlik ve dış politika konularına kadar ortak bir konsensüsün sağlanmasından ziyade bireysel güçlerini maksimize etme yolunu seçmektedirler. (Asseburg ve Wimmen,2016:6) 

Bu nedenden ötürü Suriye başta olmak üzere Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerin çok büyük bir kısmında muhalif hareketler tek bir merkezden yürütülememiş ve muhalif cepheler içerisinde de gerek etnisite, gerek mezhep gerekse de ideoloji odaklı çok sayıda fraksiyon türemiştir. Sadece Suriye özelinden hareket edecek olursak, sayıları yaklaşık 100.000’i bulan silahlı direnişçiler yaklaşık 25 alt gruba bölünmüştür.

( http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grup-ne-istiyor,242860 )

Enflasyon, işsizlik ve sosyal gelir adaletsizliği gibi nedenlerin yanında siyaset özelinde toplumsal sisteme katılım eksikliği de Arap Baharı’nın meydana gelmesindeki en önemli nedenlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. En temel haliyle otokratik rejimlerin, uygulamalarına veya kendilerine karşı muhalif hareketleri gerek kolluk kuvvetleri gerekse devletin istihbarat birimleri tarafından bastırılmasının neticesinde en temel insan haklarından birisi olan ifade özgürlüğü Arap toplumlarının birçoğunda gelişme imkanı dahi bulamamıştır. Bu bağlamda siyasetin neden olmuş olduğu toplumsal baskılar ilk fırsatta rejimleri devirmeye yönelik silahlı mücadele hareketine dönüşmüştür. 2011 yılında Libyalı hukukçu ve insan hakları aktivisti Fathi Terbil’in iktidarı hedef alan muhalif açıklamalarının neticesinde tutuklanmasının ardından ülkedeki ilk geniş kapsamlı hükümet karşıtı protestolar başlamıştır.( http://outernationalist.net/?p=1927&page=4 ) Burada üzerinde durulması gereken

önemli noktalardan birisi de siyasal katılım kültürünün eksikliğinin Arap Baharı sürecine olan etkisidir. Her ne kadar demokratik haklar bağlamında siyasi katılım, ifade özgürlüğü gibi talepler bu hareketin doğuşundaki temel etkenler olsa da siyasi katılım kültürünün Arap toplumlarındaki eksikliği yeni düzenin kurulması aşamasında da kendini göstermiştir ve eski düzende muhalif olunan değerlerin ve uygulamaların benzerleri de yeni düzende kendini göstermeye başlamıştır. Bu durum ise en azından Arap Baharı hareketinin gelişim sürecinindemokratikleşme talepleri doğrultusunda ortaya çıkan bir taban hareketi olmadığı, tam aksine tamamen iktidar ve güç paylaşımı olduğu yönündeki düşünme eğilimini arttırmaktadır. Bir başka ifadeyle son 5 yıldır Arap toplumlarında devam eden bu güç boşalmasının temel sebebi eski düzenin uygulamaları değil; uygulamaların kimler tarafından tatbik edildiği sorunsalıdır.

Son olarak ise basın sansürü ve sosyal medya yasaklarının Arap Baharı sürecinin başlamasındaki en önemli etkenlerden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Küreselleşme süreciyle beraber uluslararası sistemdeki etkileşimin önemli bir kısmının sosyal medyaya kaydığını iddia etmek mümkündür. Özellikle genç neslin kendini gerçekleştirmesinde ve dış dünyaya açılmasında sosyal medyanın oynamış olduğu rol yadsınamaz.

Aslına bakılacak olursa internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan sanal toplumun da klasik topluma benzeyen ortak yanları mevcuttur. Tıpkı klasik toplumlarda olduğu gibi sanal dünyada da bir birlikteliğe ait olma duygusu ve ortak bir hedefi gerçekleştirme eğilimi vardır.(Szajkowski, 2011) Bu bağlamda Arap ülkelerinde gelenekselleşmiş basın sansürlerinin yanında bir de Mısır’ın ve Suriye’nin devrimci hareketler öncesinde ve esnasında sosyal medyayı yasaklaması özellikle genç nüfusun Arap Baharı’na büyük oranda destek vermesine sebebiyet vermiştir. Öyle ki süreç boyunca toplu gösterilerde halkın bir araya gelebilmesi, muhalif grupların aralarındaki iletişimi ve yardımlaşmayı sağlayabilmesi çok büyük oranda sosyal medya üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Arap Baharı’nı ortaya çıkaran temel dinamikler analiz edildikten sonra ortaya çıkan temel soru şu olmalıdır: “Arap toplumlarının sosyal ve siyasal dinamikleri Arap Baharı’nın öngörmüş olduğu demokratik yeni yapılanmayı kabul etmeye müsait midir?” Bu noktada, bahsedilen uyumluluk analizi Gabriel Almond ve Sidney Verba’nın Sivil Kültür çerçevesine oturtularak sunulmaya çalışılacaktır.

3. Politik Kültür Kuramı Bağlamında Arap Baharı’nın Analizi


Uluslararası sistem toplumsal ve siyasal dönüşümler üzerinden açıklanmaya çalışıldığında ilk akla gelen kırılma noktası şüphesiz ki Fransız İhtilali’dir. İdeolojik yönü son derece baskın olan Fransız Devrimi’nin sonrasında Sanayi Devrimi yaşanmış ve bu endüstriyel dönüşümün neticesinde çok uluslu imparatorlukların sonunu hazırlayan 1. Dünya Savaşı yaşanmıştır. 

1. Dünya Savaşı sonrasının hazırlamış olduğu dünya düzeninde Avrupa’da faşizm etkisi göstermeye başlamış ve 1945 sonrası oluşan yeni dünya düzeninde batılı değerler ve komünizm ön plana çıkmıştır. Nihayetinde 1991 sonrası Doğu Bloğu’nun yıkılmasıyla beraber demokrasi ve liberal değerler en güçlü halka mantığıyla uluslararası sistemdeki üstünlüğünü ilan etmiştir. Uluslararası sistemde yaklaşık iki asırlık bir süre içerisinde meydana gelen bu yıkıcı dönüşümler toplumsal ve siyasal yapıları birtakım yeni kavramlarla açıklamayı zorunlu kılmıştır.

Bu hızlı değişim sürecinde politik kültür kavramı pek çok ülkenin yaşamış olduğu sorunların nedenleri ve çözümleri bağlamında ortaya sunulan bir kavram olmuştur. Günümüzde genellikle politik kültür kavramı toplumsal değişimi, sisteme yönelen desteği, bireylerin sistemle ilişki kurma biçimlerini anlamakta ve politikanın yapım ve uygulama aşamalarını analiz etmede son derece yararlı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.(Akt. Sitem bölükbaşı, 1997) Aslına bakılacak olursa politik kültür kavramını açıklayan en güzel örnek Şaban Sitembölükbaşı’nın aktarımıyla David Elkins’in Manipulation and Consent isimli eserinden verilmektedir:

“Kanada’da adaylar seçimi kaybettiklerinde bazı tercihlerle karşı karşıya kalırlar: Yeniden sayım istemek, sonucu kabul eden öfkeli bir konuşma yapmak, en iyi kişinin kazandığını kabul etmek, tekrar aday olmak vs. bu tercihler arasında sayılabilir. Kanada’da yenilen hiçbir aday rakip bir kimseye suikast yapmayı düşünmez. Yenilen hükümetler de orduyu ve polisi hukuk dışı yollardan iktidarı ele geçirmeye davet etmez.

Bununla birlikte bunlar düşünülebilir mantıklı ihtimallerdir ve bazı kültürlerde sık sık gerçekleşen tercihlerdir.

Önceki ihtimallerin ortaya çıkması ve sonrakilerin akla bile gelmemesi Kanada siyasi kültürünün doğasını yansıtmaktadır.” (Akt. Sitembölükbaşı, 1997)

Almond ve Verba 1963 yılında Sivil Kültür adını vermiş oldukları çalışmalarında yukarıda Kanada siyaseti özelinde tartışılan ideal siyaset kültürünü katılımcı politik kültür olarak tanımlamıştır. Yine yapılan çalışmaya göre bu katılımcı siyaset kültürünün işleyebilmesinin en önemli şartı siyaset kültürü ve siyaset kurumları arasındaki uyumdur. Buna ek olarak katılımcı politik kültürün oluşturulabilmesi için devlete önemli yükümlülükler düşmektedir. Bu bağlamda Almond ve Verba’ya göre devlet vatandaşlarını kamusal olaylara daha fazla dahil olma konusunda desteklemeli ve sosyal gruplar arasındaki farklıları tolere etmede daha hassas olmalarını sağlamalıdır.(Andrews, vd.,2011) Almond ve Verba’nın üzerinde durmuş oldukları dinamikler esasen yönetenlerle yönetilenler arasındaki ayrımın mümkün olduğunca ortadan kaldırıldığı bir siyaset kültürünü işaret etmektedir. Bu sayede kurumlar, devletin halk üzerindeki baskıyı arttırma aracı olmaktan çıkıp, tam tersine katılımcı politik kültürün işleyişini sağlayan mekanizmalar haline gelmektedir. Son tahlilde, Sivil Kültür Kuramı demokratik rejimlere dönüşümün gerçekleşmesinde sadece ortak iradenin varlığını yeterli görmeyip, bunun yanında gerek toplumsal gerek kurumsal anlamda modernize edilmiş ve olgunlaşmış moral değerlerin varlığını da elzem olarak görmektedir.

Tam bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken soru Arap Baharı’nı tecrübe eden toplumların sahip olmuş olduğu sosyo-politik ve ekonomik dinamiklerin Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı’na ne kadar uyduğudur. Şüphesiz ki daha önceki bölümde değinildiği üzere sosyal adaletsizlik, siyasi katılım eksikliği, devletin halk üzerindeki baskıları ve sansür uygulamaları Arap Baharı’nı başlatan temel sebepler arasındadır ancak sosyo-politik anlamda modernize olamamış toplumlardaki siyasi katılım arzusu kısa bir süre içerisinde iktidarı paylaşma çabasından çok, gücü tekeline alma mücadelesine dönüşmektedir. İçerisinde çok fazla dinsel ve etnik çeşitliliği barındıran Arap toplumlarında bu güç mücadelesi maalesef kolayca iç savaşa dönüşmektedir.

4. Sonuç

2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kendini uluslararası kamuoyuna demokratikleşme hareketi olarak tanıtan Arap Baharı 5. yılında bizlere önceki dönemlere nazaran çok daha kaotik ve çatışmacı bir Ortadoğu coğrafyası profili sunmaktadır. Özellikle Arap Baharı hareketinin varisleri konumundaki Mısır’da ve Suriye’de durum gün geçtikçe kötüleşmektedir ve meydana gelen mülteci krizinin etkisiyle Arap Baharı küresel bir sorun haline dönüşmüştür. Hareket demokratikleşme faydası doğrultusunda başlatılmış olsa da Arap toplumlarının demokrasi geleneği konusundaki yetersizlikleri ve tecrübesizlikleri radikalizmle birleşince ortaya çıkan yeni düzen, düzensizlikten ibaret kalmıştır.

Uluslararası aktörlerin de soruna angaje olmasıyla beraber özellikle Suriye Krizi büyük güçlerin kuvvetlerini test ettikleri bir deneme tahtasına dönüşmüştür. Arap Baharı süreciyle ilgili en karamsar tablo ise yaşanan can kayıplarının yanında çöken ulusal ekonomilerin ve işlemez hale gelen devlet kurumlarının ne şekilde yeniden inşa edileceği sorunsalıdır. Son tahlilde, kısa vadede Ortadoğu coğrafyası için iyimser tahminlerde bulunmak mümkün görünmemektedir. Hareketi Arap uyanışı olarak nitelendirmekten ziyade Arap kaosu olarak nitelendirmek mevcut durumla daha çok uyuşmaktadır.

Kaynakça

Altunışık, Meliha, Benli. (2013) “Ortadoğu’da Bölgesel Düzen ve Arap Baharı”, Ortadoğu Analiz, 5(53):73

Andews, Rhys. vd., (2011) “Promoting Civic Culture by Supporting Citizenship: What Difference Can Local Government Made?”, Public Administration, 89(2): 596

Asseburg, Muriel. ve Wimmen, Heiko.(2016) “Dynamics of Transformation: Elite Change and New Social Mobilization in the Arab World”, Mediterranean Politics, 21(1): .6

Szajkowski, Bogdan. (2011) “Social Media Tools and the Arab Revolt”, Alternative Politics, 3(3): 422

Turan, İlber. (?) “Türkiye’de Siyaset, Süreklilik ve Değişim”, İstanbul: Der, Aktaran: Sitembölükbaşı, Şaban. (1997) “Siyasal

Kültürün Kavramsallaştırılmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2(?): 250

Yousif, Tarik M., (2004) “Development Growth and Policy Reform in the Middle East and North Africa Since 1950”,

Journal of Economic Perspectives, 18(3),: 92-94 ve El-Ghonemy M.Riad (1998), Affluence and Poverty in the Middle East,

Routledge: 71-151, aktaran Winckler, Onn (2013), “The Arab Spring: SocioEconomic Aspects”, Middle East Policy, 20(4),: 68

Arap Baharı’nın Ekonomik Maliyeti 833 Milyar Dolar, http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomikmaliyeti-833-milyar-dolar-222944.html,   Erişim tarihi 23.02.2016

Suriye’de Muhalifler Bin Parça: Hangi Grup Ne İstiyor?: 

http://t24.com.tr/haber/suriyede-muhalifler-bin-parca-hangi-grupne-istiyor,242860,  Erişim tarihi 17.03.2016

http://outernationalist.net/?p=1927&page=4,  Erişim tarihi 17.03.2016


***


5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU? BÖLÜM 1

5.YILINDA ARAP BAHARI - ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?  BÖLÜM 1



Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek, Arap Baharı, Demokrasi, Sivil Kültür, Kaos, Suriye, Libya, Mısır, Tunus, Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, 



    5.YILINDA ARAP BAHARI: ARAP UYANIŞI MI YOKSA BÖLGESEL BİR KAOS MU?

Yrd. Doç. Dr. Yiğit Anıl Güzelipek

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, guzelipek@gmail.com

Yeni Ortadoğu: Toplum, Siyaset ve Ekonomi Ortadoğu asırlar boyu uluslararası siyasetin merkezinde yer almış, araştırmacı ve siyaset yapıcıların ilgi odağı olmuştur. 

Bu ilgiye rağmen, 2010 yılında başlayan ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan halk ayaklanmaları ve bu çerçevede yaşanan siyasal, ekonomik ve sosyal dönüşümler siyasetçiler ve sosyal bilimciler tarafından öngörülememiş ve mevcut varsayımları derinden sarsmıştır. 

Bir yandan demokratikleşme hareketleri ve ekonomik bir dönüşüm yaşayan bölge, diğer yandan iç çatışmaların, darbelerin ve vekalet savaşlarının merkezi haline gelmiş, ve tüm bu gelişmeler yeni yaklaşımları ve analizleri gerekli kılmıştır. 

Bu çerçevede Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Arap Baharı’yla başlayan süreçte bölgede gözlemlenen yeni toplumsal, ekonomik, iç ve dış siyasal dinamikleri akademik alanda tartışmaya açmak amacıyla ‘Yeni Ortadoğu’ başlıklı bir konferans düzenledi. Bu konferans çerçevesinde 24-25 Mart 2016 tarihlerinde Maslak Kampüsü’nde bizzat sunulan ve tam metin olarak bize iletilen bildirilerden bu kitabı oluşturduk. 

Konferansa emeği geçen herkese teşekkür eder, konferans ve Bildiri Kitabı’nın Ortadoğu çalışmalarına katkı yapmasını dilerim. 

Düzenleme Kurulu adına, 

Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat 

Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı 

FMV Işık Üniversitesi 

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 

ISBN 978-605-66181-1-6 (e-Kitap) 

FMV Işık Üniversitesi Yayınları 

FMV Işık Araştırma ve Danışmanlık Tic. A.Ş. 


Adres: FMV Işık Üniversitesi, Maslak Kampüsü, Büyükdere Cad. No: 2/220 

Maslak/Sarıyer/İSTANBUL Telefon: +90 (216) 528 70 50 Sertifika No: 33007 

ÖZET

Ortadoğu’da 17 Aralık 2010 tarihinde başlayan ve domino etkisi gösteren sosyo-politik hareketin 5. yılına girilmiş olmasına rağmen halen Arap Baharı’nın amacına ulaşmış başarılı bir hareket mi olduğu yoksa Ortadoğu’yu tümden kaosa sürükleyecek tarihsel bir hata mı olduğu üzerinde mutabık olunamayan bir tartışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tartışmanın en önemli sebeplerinden birisi hareketin, gerçekleşmiş olduğu her ülkede aynı sonucu doğurmamış olmasıdır. Bir başka ifadeyle sayısı oldukça az olmak beraber bazı ülkelerde bu süreç demokratik reform mücadelesinin ilk adımını oluşturmuş, Suriye, Libya ve Mısır örneklerinden hareketle bazı ülkelerde de uzun yıllar devam etmesi beklenen bir kaosa dönüşmüştür. Bu çalışma Arap Baharı’nın amaçları ve sonuçları arasındaki uyumu tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada yöntem olarak Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı kullanılmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre Ortadoğu toplumları siyaset kültürü bağlamında Arap Baharı’nın beklenen en önemli çıktısı olan demokrasiye uygun değildir. Arap

Baharı’nın gerçekleşmiş olduğu farklı ülkelerin birçoğunda değiştirilmesi planlanan düzenden çok daha kaotik bir yapıya sebebiyet vermesi bu durumu kanıtlar niteliktedir. Son tahlilde Ortadoğu coğrafyasını ilerleyen dönemlerde 2010 öncesine nazaran çok daha kaotik bir konjonktür beklemektedir.

1. Giriş

Hiç şüphesiz ki 2010 yılında Tunuslu Muhammed Buazizi’nin toplumsal bir bunalımın kişisel bir bunalıma dönüşmesi sonucu kendini ateşe vererek başlatmış olduğu Arap Baharı pek çok insanın tahmin dahi edemeyeceği bir yapıya bürünmüştür. İşsizlik ve kötü yaşam şartları temelli bu hareket aslına bakılacak olursa Arap toplumlarının geleneksel diktatöryal yönetim yapısına karşı başlatmış oldukları bir isyan hareketi niteliğini taşımaktadır.

Öte yandan, Arap Baharı hareketinin bu kadar öngörülemez bir yapıya sahip olması iki farklı dinamikten kaynaklanmaktadır. Tunus orijinli bu hareketin, bunalım dönemlerinde vatandaşın hükümete karşı yapmış olduğu münferit protestolardan birisi olmasının ötesinde domino etkisi şeklinde son derece geniş coğrafyalara yayılan bir halk hareketi olması her şeyden önce Arap toplumlarının benzer konulardaki geçmiş tecrübelerine ters bir durumdur. Bir başka ifadeyle modern dönemde Arap toplumlarının demokratikleşme faydası doğrultusunda yönetime karşı isyanvari bir harekete girişmiş oldukları kayda değer bir örnek yoktur.

İkinci olarak ise başta Tunus Eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali, Libya Eski Lideri Muammer Kaddafi ve Mısır Eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek olmak üzere güçleri ve halk üzerindeki sahip oldukları kontrol ve etkiyle ün salmış diktatörlerin muhalif bir hareket sonucunda devrilecekleri de pek çok kişi tarafından beklenmedik bir olay olarak nitelendirilmiştir. Pek çok askeri darbe veya halk hareketinde olduğu gibi yönetim sınıfının iktidardan indirilmesiyle beraber yeni yönetici sınıfın ne şekilde oluşturulacağı sorusu farklı ülkeler özelinde Arap toplumunun ortak politik kaygısına dönüşmüştür. Genellikle geçici hükümet konseyleri şeklinde üretilen geçici çözümlerin neticesinde Arap Baharı’nı tecrübe eden hemen hemen bütün ülkelerde halen devam eden bu süreç bütün bu ülkeleri eskisinden çok daha kaotik bir yapıya dönüştürmüştür.

Bu nedenle, oldukça fazla bilinmezliğin bir arada yaşandığı kanlı bir süreç olan Arap Baharı, başlangıcından kısa bir süre sonra hem içsel hem de dışsal dinamikler tarafından sorgulanmaya başlanmıştır.

Arap Baharı’nın sorgulanması süreci en basit ifadeyle “Başlatılan bu hareket elde edilen sonuçlara tercih edilebilir mi?” sorusuna bağlı olarak işlemektedir. Bu bağlamda Arap Strateji Formu sadece 2010-2014 yılları arasında yaşanan gelişmelerin ekonomik maliyetinin 833.7 milyar Dolar, iç ve dış göç nedeniyle meydana gelen mülteci krizinin dış ülkelere maliyetinin 48,7 milyar Dolar; daha da önemlisi meydana gelen çatışmalar ve terör eylemleri nedeniyle hayatını kaybeden ve yaralanan insan sayısının da 1.34 milyon olduğu bilgisini vermiştir.

( http://www.trthaber.com/haber/dunya/arap-baharinin-ekonomik-maliyeti-833-milyar-dolar-222944.html )

Yukarıda verilen bu bilgiler ışığında siyasette ve toplumsal yaşamda demokratikleşme ve insan haklarına daha saygılı rejimler arzusuyla başlayan bu süreç ulaşılan mevcut durumda hedeflenen gelişmelerden hiçbirisini sağlayamamıştır. Tam aksine altyapı, üstyapı, insan gücü, siyasi gelenekler ve ekonomik yapılarının da çökmesi sebebiyle hedeflenen gelişmelerin sağlanması çok uzun bir süre boyunca da mümkün görünmemektedir.

Çalışmanın bu bölümünde öncelikle Arap Baharı’nı ortaya çıkaran dinamikler tartışılacak daha sonra ise Almond ve Verba’nın Politik Kültür Kuramı, Arap Baharı’na uyarlanacaktır.

2. Arap Baharı’nı Meydana Getiren Sosyo ekonomik ve Dışsal Dinamikler

1950’li yıllardan itibaren askeri darbelerle yönetime gelen Arap liderler idare etmiş oldukları halklarla aşağıdaki hususlarda adeta yazısız bir anlaşma yapmıştır.

1) Sosyal hizmetler, sağlık ve eğitim hizmetlerinin sağlanabilmesi için güçlü bir bürokrasi geleneğininkurulması;

2) Başta İsrail’le yaşanan sorunlar kaynaklı, genişletilmiş bir güvenlik paradigmasının ve güçlü bir askeriyapının oluşturulması;

3) Devlet sektörüne ait çok sayıda fabrika ve firmanın kurulması;

4) Temel gıdaların ve enerjinin devlet tarafından sübvanse edilmesi (Wincker, 2013)

Görüldüğü üzere Soğuk Savaş’ın başlamasıyla beraber uluslararası sistemde kendini gösteren ideolojik kamplaşmalar kendini Ortadoğu’da da göstermiş ve Mısır, Libya ve Suriye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke sosyalist ideolojiyi ve uygulamalarını benimsemiştir. Yukarıda özetlenen dört maddenin ikincisi hariç hepsi halk ile yönetici sınıf arasındaki bağları güçlendirerek rejimlerin meşruiyetini arttırırken, genişletilmiş güvenlik paradigması zamanla toplumsal özgürlükleri bastırarak sadece itaat eden halk kitleleri oluşmasını sağlamıştır. Bir başka ifadeyle Arap toplumları yaşamsal ihtiyaçları devlet tarafından karşılanarak tebaalaştırılmıştır. Tüm komünist geçmişe sahip ülkelerde olduğu gibi Arap Baharı’nı tecrübe eden ülkelerde de her ne kadar halkın, asgari yaşamsal ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasından ötürü tatmin olması beklense de sistemin yapısı gereği gelişime ve değişime kapalı olması nedeniyle başta Libya, Mısır ve Suriye örnekleri olmak üzere ekonomik sistem yıllar içerisinde kendini yenileyememiş ve liberal kapitalist dalgaya karşı koyamamıştır.

Bu yolla ekonomik açıdan halk yanlısı görünen rejimler ilerleyen süreçlerde korku imparatorluğuna dönüşerek içsel meşruiyetlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. Bu rejimlerin dışsal meşruiyetlerini ortadan kaldıran olay ise 11 Eylül 2001 saldırıları olmuştur. 

Bu tarihten sonra ABD’nin Ortadoğu politikası salt jeostratejik çıkarların ötesinde ideolojik kaygılarla şekillenmeye başlamıştır. Ortadoğu’daki otokratik rejimlerin liberal rejimlere dönüştürülmesini hedefleyen proje kısa ve orta vadede bölge ülkelerinin de en büyük korkusu olan İslamcıları iktidara taşıma riskini beraberinde getirmiştir. (Altunışık, 2013) Bu durumun sebep olması mümkün en büyük risk ise Arap Baharı’nın bir demokratikleşme hareketi olamayıp sadece otokratik iktidarları teokratik iktidarla dönüştüren siyasal bir hareket olma tehlikesidir.

2. BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***


17 Ocak 2021 Pazar

Tunus seçim sonuçlarının yansımaları ve Türkiye

 Tunus seçim sonuçlarının yansımaları ve Türkiye
 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
DÜNYA
01.11.2014 09:35:25

Tunus seçim sonuçları, yansımaları , Türkiye, Feyzi Çelik, ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ,  KÜRDİSTAN, DÜNYA,Kuzey Afrika, Libya,  Cezayir,


Tunus,  Kuzey Afrika'da Libya ile Cezayir arasına sıkışmış küçük bir devlet. Aslında Tunus, Cezayir'in bir parçası. 20.Yüzyılda, Cezayir Fransa'ya karşı bağımsızlığını kazanırken, Tunus'un Fransa ile ilişkileri Cezayir'e göre daha iyiydi. Tunus, laik iktidarlar/diktatörler yönünden Batı ile hiçbir sorun yaşamıyordu. Ta ki Arap Baharının start aldığı 2010 yılına kadar. 

Tunus'ta ayaklanmanın en önemli sonucu cumhurbaşkanı Zeynel Bin Ali'nin Suudi Arabistan'a kaçmış olmasıdır. Bin Ali, ülkeyi terk ettikten sonra yapılan seçimleri Müslüman Kardeşlerden oluşan lideri Gannuşi olan Nahda Partisi kazanmasına rağmen siyasi istikrar sağlanamadı. Bazı muhaliflere suikast yapılması ayaklamanın seyrini değiştirerek Müslüman Kardeşler karşıtı bir doğrultuya girdi. Mısır'da askeri darbe ile Mursi'ye yapılanın bir benzeri Gannuşi'ye karşı seçimler yoluyla yapıldı. Yapılan seçimlerde Nahda yenilirken, çoğunluğu sağlamasa da laik bir parti seçimleri kazandı. Böylece Arap Baharının başladığı yerde yeniden eskiye dönülmüş oldu. Suudi Arabistan'a kaçmak zorunda kalan Bin Ali'nin halefleri yeniden iktidara gelme şansını yakaladı. Kimisi bundan hareketle Türkiye'de de AKP'ye karşı güçlü laik bir siyasi yönelimin çıkacağını söylüyor ise de bu gerçekçi değildir. Bu olsaydı 2014'te yapılan iki seçimde ortaya çıkacaktı. Kaldı ki, Tunus'ta yaşananların "laik bahar" olup olmadığı da belirsizdir. Toplumsal olarak Batıcı yaşamı tercih edenlerin yoğun yaşadığı Tunus'ta, Batı'nın ekonomik desteği böyle bir sonucun alınmasına neden olabilir. Batı'nın en büyük korkusu, Kuzey Afrika'da başlayan İsyanın Cezayir ve Fas gibi ülkelere sıçramasıdır. Henüz Arap Baharı diye bir durum ortada yokken, seçimlerle başa gelen İslami Partiye karşı yapılan silahlı bastırma hareketinin yapıldığı ülke de Cezayir'dir. Cezayir'in Orta Afrika'nın Akdeniz'e geçiş noktası olduğu düşünülürse Batı'nın Cezayir'e özel önem vermesinin ne anlama geldiğini kavrayabiliyoruz. 

Tunus'ta bunlar olurken, Libya'da siyasi kargaşa devam ediyor. Ülkede büyük bir iç savaş yaşanmaktadır. Kaddafi'nin öldürülmesi ile birlikte, özel ve yabancı güçlerden oluşan Libya Ordusunun dağılmasından sonra güvenliği sağlayacak merkezi bir savunma gücünden yoksunluk, alanı radikal islamcılara ve aşiretlere bırakmış durumdadır. Petrol bakımından zengin olan Libya'da bulunan her bir yabancı güç kendisine bağlı grupları silahlandırmakta tereddüt etmemektedir. Mısır'da darbe ile, Tunus'ta seçimlerle yapılanın benzerinin Libya'da olması mümkün değildir. Libya'nın bu durumda oluşu yanıbaşında bulunan Tunus'u da rahat bırakmayacaktır. Libya'da siyasal istikrarsızlığın sağlanması, radikal islami grupların etkinliğinin azalmasına bağlıdır. Bu da Libya'da Afganistan benzeri, BM ve NATO'yu merkeze alan bir yapının kurulması ile mümkün olabilir. ABD ve Batı şu anda tüm dikkatini Irak ve Suriye'ye vermiş durumdadır. Irak'ın Sünni Bölgesinde etkinlik kuran IŞİD'in Suriye'de de etkili olmaya başlaması, daha önceden temel tehlike olan Esad'ı temel tehlike olarak görmekten vazgeçmiştir. Buna en çok karşı çıkan da Türkiye'dir. Türkiye, Esad'ı temel tehlike olarak görürken, Batı ile çelişkiler yaşamaktadır. Ancak Türkiye'nin NATO anlaşmasının tarafı oluşu, bu konuda daha ileri gitmesine engeldir. Bu nedenle, diğer ülkelerde Müslüman Kardeşlerin başına gelenlerin AKP'nin başına geleceğini söylemek doğru değildir. AKP-Batı/Küresel Kapitalizme göbekten bağlılık derecesi Arap Baharı yaşanan ülkelerle benzersiz bir durumdadır. Batı'nın Türkiye eleştirisi, Türkiye'nin bölgesel rol oynamasına yöneliktir. Ortadoğu'nun reel politiğinde bölgesel güç olunamayacağını, yaşanan gelişmeleri Türkiye acı bir şekilde öğrenmiştir. Bu acıyı kendi içinde yaşayabileceğinin örnekleri ortada iken Türkiye Batı ile ilişkilerini fabrika ayarlarına geri döndürmek durumundadır. Bunun çokça işaretleri vardır. AKP, kendi islami anlayışını uygulamaya devam ederken, Türkiye'de laik baharı bekleyenler daha fazla hüsrana uğrayacaktır. Batı'nın işine gelen de bu olacaktır. 

***

12 Aralık 2020 Cumartesi

Libya'daki vekalet savaşında Türkiye

 

Libya'daki vekalet savaşında Türkiye



Libya’da Trablus’u almaya çalışan Hafter yanlısı güçlerle karşı karşıya gelen Türkiye, siyasi belirsizliğin hakim olduğu ve fiilen ikiye bölünmüş olan ülkede nüfuzunu artırmaya çalışıyor. Peki ama neden?
Petrol zengini Libya, Arap Baharı'nın başladığı ve ardından Muammer Kaddafi'nin linç edilerek öldürüldüğü 2011 yılından bu yana giderek derinleşen bir iç savaşın içinde. Ülkede çok sayıda silahlı grup faaliyet gösterse de uluslararası alanda destek bulan ve etkinliğini artıran iki güç var: Bunlardan biri Birleşmiş Milletler, Türkiye ve Katar'ın yanı sıra bazı Batı ülkelerinin tanıdığı Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti. Diğeri de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır, Fransa tarafından desteklenen ve ülkenin doğusunu kontrolü altına bulunduran Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi. İşte Türkiye'yi düşman ilan eden ve kendini Libya Ulusal Ordusu olarak tanımlayan silahlı birliklerin komutanı General Halife Hafter de Temsilciler Meclisi'nin yanında.
Hafter ve destekçilerinin Türkiye'ye karşı suçlamalarda bulunmasının nedeni ise Türkiye'nin Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne siyasi desteğin yanı sıra silah satışı yaparak askeri destek de vermesi. Ulusal Mutabakat Hükümeti‘ne bağlı güçlerin Türk malı silahları kullanarak önemli bir şehri geri alması Hafter‘in Türkiye'ye açık cephe almasına yol açtı ve Libya'daki altı Türk'ün tutuklanmasıyla da gerginlik tırmandı. Türkiye'nin tutuklamaların devam etmesi halinde Hafter yanlısı güçlerin açık hedef haline geleceğini açıklamasının ardından tutuklanan Türklerin serbest bırakıldığını ifade eden Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nden (ORSAM) Oytun Orhan, Libya'daki iç savaşın aslında Türkiye'nin de dahil olduğu bir vekalet savaşı olduğuna dikkat çekiyor.
📷
General Halife Hafter
"Libya fiili olarak bölündü"
Ortamın giderek kızıştığı uyarısında bulunan Orhan, "Esasında Suudi Arabistan, BAE ve Fransa ittifakının askeri anlamda yaşadığı bir başarısızlığın bir tezahürü olarak da görebiliriz, Türkiye'ye dönük artan bu eleştirileri. Tabii Libya'daki bu çatışmaların bir sonucu olacak. O da şu: (Gelişmeler) Bir askeri güç dengesine ulaşıldığını gösteriyor. Bu Türkiye‘nin kendi pozisyonunu koruması açısından önemli, olumlu. Ama bir yandan da bu Libya'nın fiili olarak bölündüğü anlamına geliyor" değerlendirmesinde bulunuyor.
Orhan'ın askeri güç dengesinden kastı ise Libya'nın fiili olarak ikiye bölünmesine neden olan güçler arasındaki iktidar paylaşımı. Tarafların askeri güç açısından benzer konumda olduklarına işaret eden Orhan, Libya'nın siyasi geleceği ile ilgili olarak da "Bir taraf diğer tarafa üstünlük kuramadığı için artık bir birleşmenin olmayacağını söylemek mümkün" öngörüsünde bulunuyor.
Dolayısıyla Libya büyük bir siyasi belirsizlik içinde. BM ile birlikte bazı Batı ülkeleri Trablus'daki hükümeti muhatap alsa da Doğu'daki grubun da uluslararası güçler tarafından askeri, lojistik ve mali açıdan desteklenmesi denklemi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Açık bir pozisyon almasa da ABD'nin de Hafter'e destek verdiği tahmin ediliyor. Rusya'nın durumu ise muğlak. Libya'nın demografik yapısını da iktidar denklemine dahil etmek gerekiyor. Hafter yanlıları Libya'nın doğusu ile birlikte geniş bir alana sahip, ancak nüfus yoğunluğunun bulunduğu Trablus ve çevresi Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin kontrolünde.
"Hafter yasa dışı milis bir lider"
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nın dış politika uzmanı Emrah Kekilli ise Hafter'i yasa dışı bir milis lider olarak tanımlıyor ve Libya'daki çatışma ve çözümsüzlüğün nedeni olarak Hafter'i gösteriyor. Kekilli'nin Hafter güçlerinin Türkiye'ye tepkisini "Hafter son aylardaki yenilgilerini izah edebilmek için bir dış düşman arayışındadır, Türkiye'yi tehdit ederek kendi tabanını konsolide etme gayretindedir" şeklinde açıklıyor.
Hafter'in bir Kaddafi olmaya aday olduğuna, ancak gücü ve imkanlarının bunun için yeterli gelmediğine işaret eden Kekilli, "Libya'da siyasi çözüm sağlanabilirse, Hafter zayıflayarak sahneden çekilecektir" diyor. Kekilli ayrıca "Türkiye krize müdahale etmemiştir, uluslararası hukuk çerçevesinde meşru aktörlerle muhataptır" yorumunu yapıyor.
Türkiye'nin Libya'daki çıkarları
Peki Türkiye'nin Libya'daki çıkarları neler? En önemli unsurlardan biri ticari. Kaddafi öncesinde Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki yatırımları açısından Libya'nın açık ara öne çıkan bir ülke olduğunu belirten Ortadoğu uzmanı Oytun Orhan, "Kaddafi döneminde Libya'da çok sayıda Türk firması faaliyet gösteriyordu. Yaşanan iç savaş ise Türkiye'nin ekonomik anlamda burada ciddi bir kayıp yaşamasına neden oldu. Tabii işin bir diğer boyutu da Doğu Akdeniz'deki güç mücadelesi konusu" diyor.
📷
Ortadoğu uzmanı Oytun Orhan
Türkiye geçen aylarda Doğu Akdeniz'de petrol ve doğal gaz arama amaçlı sondaj çalışmalarına başlamıştı. Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin faaliyetlerini yasa dışı bularak tepki göstermesinin ardından Doğu Akdeniz, uluslararası politikada bir çatışma alanı olarak ortaya çıkmaya başladı. Libya'nın bu çatışma alanında jeopolitik önemi nedeniyle kritik bir konumda olduğuna işaret eden Orhan, "Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki güç mücadelesinde, enerji oyununda kendi yanındaki müttefiklere ihtiyacı var. Libya'yı da bir müttefik olarak koruma çabası içinde" değerlendirmesini yapıyor.
Müslüman Kardeşler ve Türkiye
Öte yandan Türkiye'nin Libya'daki rolünün Mısır merkezli Müslüman Kardeşlerle bağlantılı olduğunu savunanlar da var. Türkiye'nin Libya'da Müslüman Kardeşlerle bağlantılı grupları desteklediği ve dolayısıyla radikal İslamcı gruplara destek verdiği iddia ediliyor.
ORSAM'dan Oytun Orhan bu değerlendirmelere mesafeli. Orhan, "Türkiye‘nin Trablus hükümetini desteklediği biliniyor. Trablus güçlerine silah satışı söz konusu. Meşru bir silah satışı bu. Ancak bu desteği Müslüman Kardeşlerle sınırlandırmamak lazım. BM nezdinde de meşru bir hükümet olan Trablus hükümetinin yanında yer aldığını ve Suudi Arabistan ve Emirliklerin desteklediği güçlere karşı bir pozisyon aldığını söylemek daha doğru olur" diyor.
Libya'da bundan sonra ne olacak?
Sekiz yıldır süren bir iç savaş, silahlı milisler, yüzlerce can kaybı ve evini, yurdunu terk etmek zorunda kalan binlerce mülteci. Peki Libya'yı nasıl bir gelecek bekliyor? Almanya'nın Giessen kentindeki Justus-Liesig Üniversitesi'nden Andreas Dittman, Deutsche Welle'den Nermin İsmail'in bu sorusuna şu yanıtı veriyor: "Hafter'in ülkede ilerlemesini memnuniyetle karşılayan çok sayıda Libyalı var. Sükuneti sağlaması ve ekonomik büyümeyi sağlaması umuluyor. Kimse daha fazla çatışma istemiyor. Ancak öte yandan Kaddafi'nin bir tekrarı olacağı gerekçesiyle Trablus çevresinde Hafter'in iktidara gelmesini istemeyenler de var. Onlar askeri bir diktatöre karşı demokrasi istiyor."
Hülya Schenk
© Deutsche Welle Türkçe


15 Kasım 2020 Pazar

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1

Libya, Suriye, Irak ve PKK.. BÖLÜM 1 



Prof.Dr. Sait Yılmaz 
25 Mayıs 2020 


Giriş 


Uluslararası ilişkilerde tesadüf yoktur. Krizler genellikle iyi düşünülmüş ve dikkatli 
hazırlık isteyen bir mühendislik işidir. Ama işler genellikle planlandığı gibi gitmez. 

Bir kriz yönetim uzmanı olarak aklımızda hep şu vardır; ciddi bir krizi asla boşa harcamamalı, daha önce yapamadığın şeyler için bir fırsat olarak görmelisin. Afganistan, Irak ve Suriye‟de olduğu gibi köprünün altından çok sular aktı, ittifaklar değişti, yeni fırsatlar ortaya çıktı ve şimdi yeni oyunlar tezgâhlanıyor. 

Her savaşın arkasında pek çok devlet gözükse de önemli olan oyun kurucuyu bilmek ve izlemektir. Akıllıca olan oyunu kazanacak olanın yanında yer almak, çok çaba harcamadan pastadan pay kapmaktır. Buna “göreceli kazanç” denir ama 
Ortadoğu‟da ilişkiler öyle sıfır toplamlı ki kendi bacağınızdan asılmak zorundasınız. 
Şu anda Yemen, Suriye ve Libya‟da çöl kumu içinde pek çok masum insan iç savaşta öldürülürken, bu ülkelerin halkları satılmış savaşçılar, ajanlar ve hainlerin insafına kalmış durumda. Bu insanlara; Allah için savaş, demokrasi, diktatörden kurtulma, özgürlük, egemenlik, kendi kaderini tayin hakkı yalanı söyleniyor. 

Bir ülkeden diğerine taşınan aynı tip savaşçılar, yerel işbirlikçiler ve arkasındaki devletler, bu ülkelerin topraklarını savaş alanına çevirmiş durumda. Paralı askerler, hackerlar, suikastçılar, intihar bombacıları güç peşindeki liderlerin istihbarat örgütleri ile iç içe. On yıllardır bu izleri takip ediyoruz. Yeni bir ülkede 
daha iç savaş ve aynı oyun başladığında kimse şaşırmayacak. Bu makalede Libya, Suriye ve Irak‟ta planlanan yeni oyunlara ve bekleyen tehlikelere odaklanırken, PKK terör örgütünün durumunu da sorgulayacağız. 

Libya’da bildiklerinizi unutun.. 

Suriye‟de Türkiye‟nin Rusya‟dan uzaklaşması İdlib‟teki çatışmalar öncesi başlamıştı. 

İşin içinde geçen yıl Berlin‟de Libya için yaşanan anlaşmalıklar vardı. Türkiye‟yi Rusya‟nın elinden almak isteyen ABD bunu bir şekilde başardı. Ankara‟nın Esat takıntısını bilen ABD, Suriye ve Libya‟da ortak bir anlayış içinde gibi gözüküyor hatta işin içinde bilmediğimiz bazı gizli pazarlıklar da olabilir. Çünkü bazı şeyler hiçte mantıklı gelmiyor. ABD, Suriye ve Irak‟taki Kürtleri birleştirme kılıfı içinde PKK‟yı bohçalamak oyunu peşinde ve sanki Türkiye de buna razı olmuş gibi. Bunun detaylarına Suriye ile ilgili bölümde değineceğiz. 

Libya‟daki Serrac hükümetinin arkasında sadece Türkiye ve Katar var. Hafter‟in 
arkasında ise Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün gibi ülkeler. Fransızlar Total şirketi ile Hafter ‟in en güçlü destekçisi. Rusların Wagner özel askeri şirketi Hafter‟in yanında. 

ABD Suriye özel temsilcisi James Jeffrey, “Rusya’nın işini Suriye ve Libya’da güçleştirmeye çalışıyoruz” dedi. Bu aslında Türkiye ile aynı yolda olduklarını göstermek için bir mesaj. 
Nitekim ABD, Libya‟da da taraf değiştirdi. Son aylarda ABD, Libya‟da Hafter‟i 
desteklemekten vazgeçmiş rolü oynamaya başladı. ABD, gerçekte resmi olarak artık Serrac hükümetini destekliyor gözükse de Hafter‟i ile de arka planda işleri devam ediyor. Nasıl devam etmesin? Hafter, eski CIA ajanı ve ABD vatandaşı. Libya‟daki BM Temsilcisi de ABD vatandaşı. 

ABD ve diğer ülkeler Hafter‟e büyük yatırım yaptı ve herkes onun işgal ettiği 
bölgelerdeki petrolün peşinde. Hafter‟in askeri olarak işleri bir ay öncesine kadar iyi gidiyordu. Önce Ruslar, Hafter‟e desteği kesti. BM ambargosu neticesi parasız kalan Hafter zor duruma düşünce askeri olarak durum kilitlendi. Üstelik Hafter, kanser hastası ve ömrü çok uzun değil. Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri (Fransa hariç) ve Rusya, Hafter ve Serrac‟ın yerine Libya‟nın başına ülkeyi bir arada tutacak yeni bir aday aramaya başladılar. 

Ruslar bir ay süren bir saha çalışması ile yeni adayı buldu; Hafter tarafındaki Libya Temsilciler Meclisi (HOR) başkanı Akile Salih. Bu arada şunu not düşelim; her ne kadar Ankara, şimdiye kadar Serrac yönetimini BM‟nin tanıdığı tek hükümet olarak lanse etse de, BM; Serrac hükümetini yürütme, HOR‟u ise yasama organı olarak tanıyor. Salih‟e gelince; aslında Hafter‟in arkasındaki adamdı. Şimdi yeni bir formülle ortaya çıktı ve dedi ki; “Biz yanlış yaptık, yeni bir yapıda taraflar birleşmeli.” Salih‟e göre; Libya Başkanlık Konseyi ve ortak hükümetin başındaki kişiler aynı taraftan olmamalı ve iki organda da taraflardan üyeler bulunmalı. Bunlar teşkil edildikten sonra Anayasa yapılmalı. 
Salih‟i ortaya çıkaran güçler bu düşünceleri hemen desteklediler. Sadece Hafter karşı çıktı. Ancak, Rusya desteği çekince ve Serrac hükümeti de Türkiye‟nin desteği ile daha güçlü saldırınca sahada denge değişmeye başlamıştı. Hafter, 29 Nisan‟da ateşkes ilan etti. Hafter‟in yenilmesini istemeyen Rus tarafı resmen doğrulamasa da 8 adet (MİG 29 ve SU-24) savaş uçağı takviye gönderdi. Libya‟daki bu denklem içinde; 

- Ruslar; Akile Salih ve Hafter tarafında. 
- ABD; Türkiye‟nin yanında gözükmek için Serrac ve Salih yanında ama Hafter ile de arasını bozmadı. 
- Fransa hariç Avrupa Birliği (daha çok Almanya ve İtalya) ise Akile Salih‟in yanında. 

Gelinen aşamada Libya‟da bayram sonrası gelişmeler bekleniyor. 

Türkiye‟nin anlamadığı şey şu; Hafter yenilse bile Libya ikiye bölünecek ve petrolün bulunduğu bölgeler karşı tarafta kalacak. Trablus‟ta kalacak Serrac, parasız uzun süre dayanamaz ve Türkiye‟nin yaptığı anlaşma için karşı taraftaki Parlamento‟nun onayı lazım. 

Özetle, artık Türkiye – diğer ülkeler gibi, her iki taraf için de oynamalı ve bir an önce yeni oyuncu Akile Salih‟e de destek vermeli. 
Libya ile ilgili diğer önemli bir husus petrol oyununa dâhil olmamız. 

Kıbrıs‟ın çevresi için aldığımız, atıl kalmış sondaj gemilerinden bazılarını buraya kiralayarak, belirli bir yüzde için anlaşabiliriz. Bu arada şunları not edelim; sondaj gemimiz var ama çalışanlar yabancı ve sismik analizler yurt dışında yapılıyor. Diğer yandan, petrol ya da doğal gazı bulsak bile çıkarma kabiliyetimiz yok. Doğu Akdeniz‟de bunu yapmak pahalı ve çıkardığın enerjinin fiyatı piyasada rekabet edemez. 

Suriye’de yeni oyunlar.. 

Suriye ile ilgili son dönemde Rusya‟nın Esat‟tan memnun olmadığı ve değiştireceği haberleri ortaya çıktı. Bu daha çok Türkiye‟de belli bir medya tarafında propaganda malzemesi olarak kullanılıyor ama haberin doğru tarafı uzun zamandır tarafların anlaşamadıkları konular var. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz; 
(1) Ruslar, Kürtleri yanına çekmek için onlara kültürel özerklik verme konusunda Esat‟ı ikna edemiyor. 
(2) Ruslar, Suriye‟nin güneyinde Lübnan sınırında bulunan iki çatışmasızlık bölgesindeki muhalifleri barıştırmak istemişti ama Esat onlara da terörist muamelesi yaptı. 
(3) Ruslar, Esat‟ın eski Suriye topraklarının bütünlüğünü sağlamak için yeterli gayreti göstermediğini hatta Suriye‟nin batısında elinde tuttuğu topraklarla ve kendi tebaası ile yaşamayı seçtiğini düşünüyor. 

Ruslar, Suriye‟deki rejimin yolsuzluklarından da memnun değil. Suriye ekonomisinin %60-70‟ini bazı Sünni ve Alevi aileler kontrol diyor. Rus mali yardımları da boşa gidiyor. 
Yolsuzlukla uzman Ruslar, Esat‟ın yolsuzluklara karşı müsamahakâr olduğunu düşünüyorlar. 
Türkiye ise şu sıralar ABD ile birlikte Rusya‟ya karşı pozisyonunu güçlendirmeye 
çalışıyor. Gelinen aşamada Türkiye ile Rusya arasında 5 Mart‟ta yapılan sözleşmeye göre, Türkiye‟ye İdlib‟teki cihatçıları tasfiye için altı ay süre tanınmıştı. Türkiye İdlib‟te cihatçılar ile ilgili henüz bir şey yapmış değil. Cihatçıların bir kısmının Libya‟ya gönderilmesi Rusları kızdırdı. Araplar ve İran‟dan destek alan Esat, İdlib bölgesine saldırmak ve cihatçıları kendisi temizlemek istiyor. Ruslar şimdilik izin vermedi ama durumdan çok rahatsız olsalar da 
Türkiye‟nin sözünde durmasını bekliyorlar. 

ABD‟ye gelince, şu anda Suriye‟de üç şey yapmak istiyor; 

(1) Türkiye‟nin derdinin rejimi dolayısıyla Esat‟ı değiştirmek olduğunu bildiği için 
buna oynuyorlar; Ruslara karşı Suriye ve Libya‟da sözde yanımızda duruyorlar. 
(2) İkinci oyun el koydukları Deyrizor‟da topladıkları muhalif ve Irak‟a kaçıp geri 
dönen Kürtleri ve Fırat‟ın doğusundaki YPG/PKK unsurlarını bir arada Cenevre‟de muhalif grupların içinde masaya oturtmak istiyorlar. Böylece Kürtleri Ruslar ve Esat‟ın elinden alacağını hesaplıyorlar. 
(3) ABD, bir yandan, Irak‟ın kuzeyindeki Barzani ile Suriye‟deki YPG/PKK arasında bir ilişki kurma peşinde. ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Suriye ve Irak‟taki Barzani etkisindeki Kürt grupları, Suriye Kürt Ulusal Konseyi ENKS altında topluyor. 
Neler olduğunu anlamamız için Fırat‟ın doğusundaki gelişmeler ile ilgili biraz geriye gitmemiz gerekiyor. 

ABD’nin yeni Kürt planı.. 

2015 yılında Kürtler, ABD‟nin kucağına düşene kadar önce Rusya ve Türkiye ile 
pazarlık yaptılar. Ruslar, Kürtlere kültürel özerlik ve Esat ordusu içinde ayrı bir kolordu benzeri birlik olma sözü verdiler. Ancak, Esat kabul etmedi. Esat, Suriye‟deki Kürtlerin Irak‟ın kuzeyindeki gibi bir yapıda olmasını tehlikeli görüyor ve Irak‟taki yapı ile birleşebileceğini hesaplıyordu. 

Türkiye ise 2015 yılında Salih Müslim‟i Çırağan Sarayı‟nda kırmızı halılar ile 
karşıladığı dönemde Suriye‟de Türkiye yanlısı Kürtler olduğu varsayımından hareket ediyordu. Türkiye‟ye göre buradaki Kürtler zaten Şeyh Sait İsyanından kaçıp gelenlerdi ve Salih Müslim‟de İTÜ mezunu idi. Suriye‟deki Süleyman Şah Türbesi‟nin taşınmasını bizzat PYD Başkanı olarak Salih Müslim idare etmişti. Ankara‟dan PYD‟ye verilen söz, Özgür Suriye Ordusu‟na katılmaları ve Esat‟ın devrilmesine yardımcı olmaları karşılığı onların tıpkı Irak‟ın kuzeyinde olduğu gibi refah ve müreffeh bir hayat sürmelerinin sağlanacak olması idi. 

Ancak, Kandil buna razı olmadı. 

Rusların ve Türkiye‟nin kontrolünden çıkan Kürtler, o sırada sahada kendisi için vekil güç arayan ABD‟nin eline düştü. Hikâyenin bundan sonra daha da ilginç. ABD, YPG‟yi kurunca, der ki; “Türkiye sizin PKK olduğunuzu düşünüyor isminizi değiştirin”. Bunun üzerine, 12 Kürt Partisi ve Araplardan Suriye Demokratik Güçleri denen yapıyı icat ederler. 

Şimdi ABD, Fırat‟ın doğusundaki Kürtleri; sözde Türkiye‟ye yakın olanlar, 
YPG/PKK‟dan kalanlar ve Irak‟tan dönenler ile birlikte paketleyip, Türkiye‟nin tanıyacağı bir yapılanmaya sokmak istiyor. Barzani‟nin grupları da Suriye tarafına katılınca sözde Ankara‟nın tavrı yumuşayacak. Barzani de sözde bunlara ağabeylik yapacak. Ancak, göz olanı akıl olacağı görür; muhtemelen ABD, Suriye‟nin kuzeyi ile Irak‟ın kuzeyinin entegre olması için yeni bir oyun tezgahlıyor. Hem Kürtler birleşecek hem de Ankara‟ya bak gördünüz mü PKK değil denecek. Ancak, Barzani ve PKK tarafı birbirine sempatik gelse de pratikte biri diğerinin işleri karıştırdığını düşünüyor. Neler olacak göreceğiz. 

Muhtemelen Türk istihbaratı da bu işin içinde ya da onların bilgisi dâhilinde. Bunların hiçbiri Türkiye için hayırlı şeyler değil. Ama devlete kim nasıl bilgi veriyor, yönlendiriyor ise ABD bunda başarı sağlıyor. Asıl tehlike Suriye ve Irak arasındaki Kürt kuşağının Türkmen bölgesini yutması ve Türkiye‟nin güneyini kapatması. Buna Türkmenler ilgili bölümde değineceğiz. 

Ruslar ise Kürtleri ABD‟nin elinden almak için Fırat‟ın doğusunda devriye gezdiği 
yerlerde onları paralı asker yani kendi YPG/PKK‟sı yapmaya çalışıyor. Ancak, Kürtler daha iyi maddi destek ve daha somut planları olduğu için ABD tarafını seçiyor. 
Özetle, Ruslar Türkiye‟yi Kürtlerle korkutmaya, Amerikalılar ise barıştırmaya (!) çalışıyor. 
PKK terör örgütü ne durumda? 
PKK‟ya gelecek olursak; genel olarak pek mutlu sayılmazlar. Hem Suriye hem Irak‟ta 
2017 sonrası önemli terörist ve alan kaybı yaşadılar. Hâlihazırda; 
- Türkiye içinde insansız hava araçları teknolojisi nedeni ile hareket edemiyor, 
- Irak‟ın kuzeyindeki Türk askeri varlığı örgütü güneye inmeye zorluyor, 
- Suriye‟de bir yıl öncesini çok arıyor; ana üsleri Afrin‟i kaybettikten sonra Fırat‟ın doğusundaki unsurları da bölündü. Suriye‟de sadece alan kaybetmedi, 12 bin civarında terörist kaybetti. Türkiye, Barış Pınarı Harekâtı‟nda kendisine gösterilen boş alana girmek yerine doğrudan YPG/PKK‟yı hedef alsa idi belki de bitirmiştik, tarihi bir fırsat kaçtı. 

Şu anda YPG/PKK, parasını ödeyen ABD‟nin korumasına sığınarak Suriye‟nin 
yeniden yapılanmasında kendine iyi bir pozisyon bulmayı umuyor. 
Suriye Demokratik Güçleri denilen ucube içinde YPG/PKK ve Araplar anlaşamıyor. 
YPG/PKK, diğerlerini domine etmeye çalışıyor. ABD‟nin zoru ile bir aradalar. 
Irak tarafına gelecek olursak; PKK, 2017‟den sonra Irak‟ın içinde de geriledi, yeraltına indi. Ancak, Talabani Partisi içinden bir kadın milletvekilini Irak Parlamentosu‟na soktu. 

Talabani ve Barzani, Bağdat‟tan ortak para almak için işbirliği yapıyor ve bu maksatla merkezi yönetim ile görüşmelerde PKK‟nın öne çıkmasını istemiyorlar. 
PKK‟nın hala Kandil‟de 1000 kadar elemanı var, çoğu eleman yer değiştirmek 
zorunda kaldı. İran sınırına yakın yerlerde gizleniyorlar. Ayrıca Suriye sınırındaki Sincar bölgesinde de kendilerine bir bölge kurdular. Kendilerini gizlemek için sürekli isim değiştiriyorlar ve asıl desteği İran‟dan alıyorlar. İran‟ın vekil gücü Haşdi Şabi gibi örgütlerle işbirliği yaptıkları biliniyor. PKK şu anda Irak ve Suriye‟de alan kontrolüne çalışıyor. 

Türkiye‟nin operasyonları PKK‟nın manevra alanlarını daralttı ancak bu operasyonlar geçici olduğundan geri geliyorlar. Türkiye, Irak‟ın kuzeyine yerleşmeli, Suriye ve Irak arasında sürekli bir tampon bölge kurmalı. 
Irak’ta ABD hareketliliği.. 

Ocak ayında Irak hükümeti, ABD kuvvetlerini resmen ülkeden kovarken, kalmalarının herhangi bir yasaya ya da anlaşmaya dayanmadığını açıklamıştı. Trump ise Irak‟ı ABD‟deki petrol gelirlerinden gelen paralarına el koymakla tehdit etti. 
ABD, Irak‟ta çevre ülkelere komplolar düzenleyeceği üsler olmadan ayrılmak 
istemiyor. Bu yüzden, Irak‟ın kuzeyindeki Kürt Yönetimi Bölgesi‟nde (KYB) İran‟a yakın bir yerde Harir askeri üssünü kuruyor. ABD‟nin Irak rejimine verdiği mesaj, siz (Bağdat yönetimi) istemeseniz de biz kalacak yer buluruz. Bu aslında, ABD‟nin neden Irak‟ı parça parça ettiğinin ve hala etmek istediğinin de bir açıklaması. Kuzeye çekilmesi aynı zamanda güneyi istediği zaman bombalama imkânını daha da umursamaz hale getirecek. Kuzeye Suriye‟den istediği kadar terörist taşıyabilecek. Ancak, buraya gelmesi işleri çözmüyor, merkezi hükümet ile de arası iyi olmalı ki, ikmal ve irtibat devam edebilsin. 

ABD ve BAE, Barzani‟nin en büyük destekçisi ve sürekli silah gönderiyorlar. Yakın 
bir zaman önce Erbil‟e dört kargo uçağı silah getirdiler 1

Bu silahlar, sözde Türkiye‟den çok güneydeki merkezi rejime karşı savunma amaçlı veriliyor. Suriye‟nin kuzeyindeki Kürt bölgesini de destekleyen ABD‟nin bu iki bölgeyi birleştirme planı için de bir hazırlık olarak görülmelidir. 

ABD, şu an Suriye‟nin Deyrizor‟daki petrolünü çalıyor ve Barzani bölgesindeki petrol kuyularına yani Musul ve Kerkük‟ün üzerine de oturacaklar. Bu planda, İsrail‟in de önemli rolü var. Iraklılar ABD‟ye “Joker” lakabı takmışlar çünkü Irak ile ilgili her uğursuzluğun arkasından onlar çıkıyor. ABD‟nin gündeminde şimdi KYB bölgesinin bağımsızlığı var ve Barzani yönetimi de Irak Parlamentosuna her konuda kafa tutmaya başladı. Irak‟ı bölme planlarına aşağıda yer vereceğiz. 
Amerikalılar hala IŞİD‟in büyük tehlike olduğu ve kendileri olmazsa Ortadoğu‟da 
yeniden canlanacakları korkusuna oynuyor. Öte yandan ABD, son aylarda binlerce IŞİD teröristini Suriye‟den Irak‟a taşıdı ve yeni komplolar için hazırlıyorlar. 



Harita 1: ABD’ye Göre IŞİD’in Hala Aktif Olduğu Yerler (Mayıs 2020) 
Thomas Abi-Hanna, Rumblings of Islamic State Resurgence in Iraq, Stratfor, (May 19, 2020). 


Ekim 2019‟da El Bağdadi öldürülmüş olmasına rağmen hala 20 bin IŞİD teröristinin olduğu iddia ediliyor. Mart 2020‟de ABD, sözde IŞİD‟a karşı yeni bir konumlanma ile Musul, Kerkük, Anbar ve Nineveh bölgelerine asker kaydırdı 2. 
Irak‟tan Mart 2020 içinde Çekya, Fransa, Hollanda ve İspanya COVİD-19 neden ile geçici olarak kuvvetlerini çekerken, Almanya ve İngiltere ise kuvvet azalttı. 
Irak’ta işler iyi gitmiyor.. Irak‟ta para çoktan bitti. Irak‟ın gelirlerinin %90‟ı petrol ve doğal gazdan geliyor. COVİD-19 ortaya çıkmadan önce 2020 yılında 42 milyar dolar bütçe açığı olan Irak, petrol fiyatlarının 30 doların altına düşmesi ile çok daha zor durumda kaldı. Irak‟ın petrol satışı varil başına 52 dolar olduğunda bütçe denklik sağlıyordu 3

Kuzeydeki Kürt özerk bölgesi de Bağdat‟ın payını göndermeyince başka bir sorun 
kaynağı daha ortaya çıktı. Kendi başına petrol satıp, üzerine konmaya çalışan kuzeydeki Barzani ile araları değil, çünkü güneye ödemesi gereken payı ödemiyorlar. Barzani tayfası, Türkiye‟nin himmeti ile yaşıyor; aldığı yardımlar, izin verilen petrol taşıması ve ticaret. Şu anda Irak içinde ABD ve İran‟ın çekişmesi var. Buna İsrail istihbaratı da katılmış durumda yani ajan savaşları had safhada. Irak‟ta önceki istihbarat direktörü başbakan Mustafa el-Kadimi‟nin başbakanlığa getirilmesi; İran ve ABD arasında bir anlaşmanın sonucu olarak görülüyor. Irak‟ta sıkışan ABD, İran‟a maksimum baskıya devam edecek ama gizli (!) anlaşmaya göre, İran‟ın Lüksemburg‟daki 1.6 milyar dolarını serbest bırakacak 4
Hâlbuki Kadimi, Ocak ayında Kasım Süleymani‟ye yapılan drone saldırısında ABD ile işbirliği yapmakla suçlanmıştı. 

 Mustafa el-Kadimi (gerçek ismi Abd-el Latif), iyi bilinen bir CIA ajanı; Ahmet Çelebi döneminden beri Amerikalılara çalışıyor ve söylentilere göre, 2003 yılında Bush yönetimine Saddam‟ın kitle imha silahları olduğu yalanını anlatan kişi. Son on yıldır Irak yönetimi içinde İran etkisini azaltmak için CIA ve Suudi İstihbaratı ile işbirliği yapıyordu. Birlikte eski başbakan ve İran‟ın desteklediği Abadi‟ye karşı 2018‟de bir darbe yapmak istediler ama başarılı olamadılar. Kadimi‟nin başbakanlığına ilk tebrik Suudi Arabistan‟dan geldi. 

Bazı yorumcular ise ABD ve İran arasında genel bir yumuşama ihtimalinden 
bahsediyor. ABD‟nin Suudi Arabistan‟dan Patriot füzelerini çekmesini buna delil olarak gösteriyorlar. Obama dönemindeki yumuşama, Umman‟ın aracılığıyla İran‟daki bir Amerikalı mahkûmun serbest bırakılması ile başlamıştı. ABD‟nin Salman‟a Katar‟a üç yıldır süren ambargoyu kaldırması için baskı yaptığı, Kuveyt‟in de Katar‟la ilişki kurmak için bir bakan gönderdiği iddia ediliyor. 

  Bunun anlamı, ABD hala İran‟a maksimum baskı dese de ABD‟nin Yemen‟de Suudilere artık destek verecek halinin kalmaması. İran gibi ABD ve Suudiler de parasız. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***