27 Kasım 2016 Pazar

OSMANLIDAN AKP YE ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,



OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,



Osmanlı'dan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR...
Kurdians: Thursday, 
June 19, 2008
elazizalacakaya 


Hesap Hep Aynı: Kontrolde Tutmak 





Başbakan Tayyip Erdoğan, 27 Mayıs'ta Diyarbakır'da 10 bakan ve 75 milletvekiliyle bir çıkartma yaparak GAP paketi kapsamında planını açıkladı. 
Açıklanan bu paket geçmişten günümüze ulaşan 16'ıncı paketti. 1989'dan bu yana Bölge için hazırlanan 15 paket havada kaldı. AKP hükümeti de diğer hükümetler gibi sözler vererek 5 yılda GAP'a 12 milyar dolar aktarılarak GAP'ın tamamlanacağını savunuyor. 1963 yılında startı verilen ve 45 yıldır bir türlü tamamlanamayan GAP'ın Türkiye ekonomisindeki yerini irdelemekte yarar var. Osmanlı'dan günümüze her dönem Bölge'ye ayrı bir rol ve misyon biçildiği, Bölge'yi kontrol arzusunun depreştiği görülmektedir. Osmanlı döneminde Bölge illeri tahıl ambarı rolünü oynamaktaydı. Bir de Bölge'de Süryani ve Ermeni ustalarının çabasıyla kurulan dokuma tezgahları önemli bir yer tutmaktaydı. Bölge kentleşme açısından birçok bölgeden daha iyi konumdaydı.free kurdistan azadi 19. yüzyılda Osmanlı toprakları Fransa, İngiltere ve Almanya'nın yatırım ve manevra sahasına dönüşmüştü adeta. ABD firmaları ise Bölge'ye girme çabası içerisindeydi. 

Ege ve Çukurova'nın Fransızlar tarafından ele geçirildiğini düşünen Almanlar, Mezopotamya'nın bakir topraklarında yatırım kararı aldılar. Almanlar İzmit'ten Basra'ya uzanan bir demiryolu inşasına başlanması için Osmanlı devletinden imtiyaz hakkı aldıktan sonra çalışmalarına başladı. Bağdat Demiryolu'nun İzmit, Eskişehir, Konya, Adana üzerinden  Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Diyarbakır'ın kuzeyinden geçerek Bağdat'a ulaştırılması planlandı. Almanlar diğer yandan tarımsal kapasitenin artırılması için çalışma başlattı. Almanya, Mezopotamya topraklarından Rusya'ya kadar tahıl üretebileceği hesapları içerisindeydi. 



Yine Mezopotamya pamuk tarımı ve madenler yönünden ise bakir bir alandı. 1890-1896 yılları arasında İzmit'ten Ankara ve Konya'ya uzanan demiryolu, 
20. yüzyılı belirleyen petrol yatakları nedeniyle başarıya ulaşamadı. Kerkük petrolünün Diyarbakır ve çevresindeki bölgeden daha verimli olduğu tespit edilince demiryolunu Diyarbakır'ın kuzeyinden geçirme olasılığı zayıfladı. 

1912 yılında Konya'dan Karapınar'a 290 kilometre tren yolu yapıldı. Daha sonra Toprakkale, İskenderun Demiryolu yapıldı. Bu demiryolu 453 km'lik Islahiye, 
Ruseyeyn ve 119 km'lik Bağdat-Samara hatlarıyla devam ettirildi. Birbirinden kopuk bu hatlarla Bağdat projesi sona erdi. Cumhuriyet döneminde Nusaybin-Kilis arası tamamlanarak bu bölgede demiryolu yapımına son verildi. demiryollari tren kurdistanKısacası Bağdat Demiryolu Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerin dışından Bağdat'a bağlandı. 1914'te gizli anlaşmayla Kuzey Anadolu ve Suriye Fransızlara bırakıldı. İngilizlerle yapılan anlaşma sonucu hattın Basra'ya götürülmeyerek, Basra bölgesi İngilizlere bırakıldı. 1910'lu yıllarda ABD firmaları Doğu Anadolu Bölgesi'nde demiryolu imtiyazı için girişimlerde bulundu. Almanya, Fransa ve İngiltere kendi imtiyaz bölgeleriyle çakışacağı gerekçesiyle bunu reddetti. 



1922 yılında Artur Chester, Ankara hükümetiyle masaya oturdu. Herhangi bir kur garantisi istemeden Bölge'de ve Musul-Kerkük bölgesinde 4 bin 400 km'lik demiryolu hattı döşeyecek bir proje hazırladı. Bu hat, demiryoluyla Karadeniz ve Akdeniz'e bağlanacak, iki bölgede toplam üç kıyı limanı yapılacaktı. Şirket bunun karşılığında demiryolunun her iki yanında 20'şer kilometrelik alanda maden ve petrol arama imtiyazına sahip olacaktı. 9 Nisan 1923'te anlaşma imzalandı. Bunun dışında ABD firması Standar Oil Company, Temmuz 1922'de Musul üzerinde egemenlik kurmak isteyen İngiliz ve Fransız sermayesiyle anlaştı. ABD'liler belirsizliğini koruyan Osmanlı topraklarında hem Ankara hükümetiyle hem de İngiliz ve Fransızlarla sözleşme yaparak kendilerini garantiye almanın hesabı içindeydi. Her koşulda ABD firmaları pastadan pay kapacaktı. 
seyh_said 1923 öncesinde Bölge'de yapılması planlanan demiryolları, anlaşmalara rağmen yaşama geçmedi. 1919'da Samsun'da başlayan Kurtuluş Savaşı sonrasında Lozan Anlaşması'yla Türkiye'nin sınırları belirlendi. Suriye ve Irak bölgesi bu sınırların dışında kaldı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında demiryollarında imtiyaz tamamen yabancılardaydı. 1925'te Palu-Dicle-Genç bölgesinde meydana gelen Şeyh Sait İsyanı, Fransızların egemenliğinde olan demiryollarının kullanımına izin verilmesi nedeniyle yapılan asker ve mühimmat sevkiyatı sonucu bastırılmıştı. 1930'lu yıllarda Bölge'nin demiryolu ağıyla örülmesi kararında bunun da etkisi oldu. 

Cumhuriyetin ilk yılları 





Cumhuriyet döneminde ilk sanayi sayımı 1927 yılında yapıldı. Bölge'de, cumhuriyetin ilk yıllarında dokuma önemli bir yer tutuyordu. 

Bu sayımda İstanbul ve Bursa'nın yanısıra sanayide gelişmiş iller arasında Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Erzurum kent merkezleri de bulunmaktaydı. 1927 sayımına göre, 12 Bölge ilinde 4 kişiden fazla kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 10.2'si, 4 kişiden az kişinin çalıştığı işletmelerin yüzde 9'u, genel işletmelerin ise yüzde 10.6'sı Bölge illerinde bulunmaktaydı. 

1927 yılında yapılan sayımda tıpkı bugün olduğu gibi Bölge illeri yine teşviklerde en son sırayı almıştı. Yapılan sayım, Sanayiyi Teşvik Kanunu'ndan faydalanan 
1417 firmanın 13'ünün Bölge firması olduğunu ortaya koymuştu. Düzenlenen İzmir İktisat Kongresi sonrasında 'devletçilik' ilkesiyle sanayi yatırımlarının startı verildi. 




Özel sektörün bulunmadığı Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayi tesisleri devlet eliyle yapılmaya başlandı. Bugün özelleştirilen kamu iktisadi teşebbüslerin temelleri bu dönem atılmaya başlandı. Sınırlı olmakla birlikte 1930 ve 1940'lı yıllarda Elazığ'da içki fabrikası Malatya, Elazığ ve Diyarbakır illerinde devlet fabrikaları kuruldu. 
Tarım potansiyeli yüksek olan Urfa ile hayvancılık potansiyeli yüksek olan Erzurum'da bazı girişimler yapıldı. Diyarbakır ve Elazığ'da içki fabrikası, Bitlis ile Malatya'da sigara fabrikası kuruldu. Elazığ'da Guleman Krom yatakları işletmeye açıldı. 

Ceylanpınar'da Devlet Üretme Çiftliği açıldı. Bu yatırımlar fazla istihdam yaratmadı. Fakat Bölge illerinde nüfusun önemli bir kesimi tarım ve geleneksel el sanatlarıyla geçimini sağlamaktaydı. Türkiye'nin devletçi kalkınma modelini uyguladığı 1923-1940 yılları arasında Bölge kentleri gereken yatırımı almadı. Yatırım almamasının bir gerekçesi olarak Bölge'de meydana gelen Kürt isyanları gösteriliyordu. Bir diğer etmen ise Ortadoğu coğrafyasında sınırların sürekli olarak değişkenlik göstermesiydi. 
Bu dönem sınır kentlerine yapılması planlanan birçok yatırım ise Mareşal Fevzi Çakmak'ın karşı çıkması nedeniyle hayata geçirilemedi. Çakmak, bu yatırımların 
korunamayacağı kaygısını taşımaktaydı. Bor Bölge madenleri revaçta 
1930'lu yıllarda Bölge'de demiryolu inşası başladı. Bölge'ye ilk demiryolu 1931'de girdi. Mersin'den Diyarbakır Ergani'ye Gölbaşı üzerinden ulaştırılan hattın hedefi ise, Diyarbakır'daki zengin maden yataklarının Mersin Limanı'na taşınmasıydı. 1836'da Keban'da Simli Kurşun, Ergani-Maden'de bakır işletmeleri işletilmekteydi. 

Osmanlılar döneminde 3 bin aile maden üretimi için bu bölgeye getirilmişti. Osmanlı'nın son dönemlerinde ağırlaşan vergiler nedeniyle maden üretimi ise durmuştu. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte bu madenlerin yeniden işletilmesi planlandı. 1930'larda devlet yeniden madenlere yöneldi. Bölge'nin en önemli sanayi yatırımı, Almanlarla ortak kurulan Ergani Bakır A.Ş'dir. 1924'te 3 milyon sermayeyle kuruldu. 1931 yılında demiryolu yapımı başladı, 1935 yılında tamamlandı ve maden sevkiyatı 1939'da başladı. 1951'e gelindiğinde yılda 150 bin ton ham cevher, 14 bin ton da blister bakır üreten bir tesis haline geldi. Ergani uzun yıllar Artvin Murgul Bakır işletmesiyle birlikte Türkiye'nin ihtiyacını karşıladı. 

Yine Elazığ Guleman Krom yatakları 1915'te kuruldu. 1930'lardan itibaren yeniden çıkarılmaya başlanan krom madenleri demiryoluyla bölgeden taşınmaya başlandı. 
1936'da 23 bin ton olan krom üretimi 1940'ta 92 bin tona ulaştı. Üretilen krom madeni Almanya, Fransa ve İngiltere'ye satıldı. 1943'te Almanya'dan alınan 100 milyon Alman Markı değerindeki silahların ücreti, bu madenden elde edilen kromla ödendi. 

Bölge'de tarımsal üretim 

1935 nüfus sayımına göre, Bölge nüfusu 2 milyon 435 bin iken Türkiye nüfusu 16 milyon 158 bin idi. Bölge nüfusu Türkiye nüfusunun yüzde 15'ine tekabül etmektedir. 
1945 nüfus sayımına göre, kentlerde yaşayanların oranı Türkiye genelinde yüzde 18 iken, Bölge'de yüzde 9.5 civarındaydı. 
1934 verilerine göre, buğday üretiminin yüzde 17'si, Arpa üretiminin ise yüzde 13.3'ü Bölge'den sağlanmaktadır. 1950'li yıllarda Bölge'de tarım önemli tarim dönüşümlere uğramamasına karşın ticarileşmeye başladı. Fakat Batı'yla entegrasyon, ulaşım sorunu nedeniyle sağlanamıyordu. Türkiye'deki ekili alanlar içerisinde Bölge'nin payı yüzde 14.42 idi. Bölge'de ekili alanın yüzde 91'inde yapılan tahıl üretimi, Türkiye tahıl üretiminin ise yüzde 14.9'unu oluşturmaktaydı. Bu dönem, Urfa, Kars, Diyarbakır, Malatya ve Mardin Bölge'deki tarımsal üretimde ilk sırayı almaktaydılar. Fakat verim Türkiye ortalamasının altındaydı. Bu dönem tıpkı sanayide olduğu gibi tarım sektöründe de kredi kullananların oranı yüzde 2 civarındaydı. Bu dönem Adana'da tarımsal krediler için 1019 başvuru yapılırken, Bölge illerinin toplamında ise başvuru sayısı 4 idi. Demir yollarının Erzurum-Kars'a kadar gitmesi Erzurum-Kars bölgesinde hayvancılığın gelişmesine ciddi katkı sundu. 1947 istatistiklerine göre, Türkiye'deki 52 milyon hayvan varlığının yüzde 24'ü bölgeye aitti. Bu dönem Bölge arazilerinin yüzde 67'si çayır ve mera olmakla birlikte Türkiye'de 100 hektar çayır ve meraya düşen hayvan sayısı 134 iken, bu sayı Bölge illeri için 125 idi. 1950'li yıllara girerken sanayi Bölge illerinde gelişmeyen bir sektördü. Devletin gıda, dokuma dallarında kurduğu işletmelerin yanısıra akır ve krom maden işletmeleri Bölge'nin önemli sanayi yatırımlarıydı. 
1941 yılında modern tesis sayısı Türkiye genelinde 1052, bu firmaların yüzde 30'u istanbuldaydı. Bölge'deki firma sayısı ise 35 idi. 1950'li yıllara doğru Bölge'deki dokuma tezgahları da ortadan kalkmaya başladı. Tekstil fabrikalarının kurulmasıyla birlikte dokuma tezgahları bu rekabete dayanamadı. Bölge'de yeni sanayi tesisleri kurulamadığı için de dokumacılık sektörü de tarihe karıştı. 
Çok partili dönem Demokrat Parti 1950 Çok partili döneme girişle birlikte CHP 1950'de iktidardan ayrılmak zorunda kaldı. Demokrat Parti (DP) dönemi başladı. Türkiye 1948-1954 yılları arasında dağıtılan 13 milyar dolar Marshal Yardımı' ndan 354 bin dolar pay aldı. Alınan yardımlar tarımın makinalaşması, madencilik, enerji ulaşımı gibi altyapı yatırımlarında kullanıldı. Liberal dış ticaret politikasının izlendiği 1948-1953 yılları arasında tarımda ortalama büyüme hızı yüzde 13 civarında gerçekleşti. 



Bu dönem tarımın Milli Gelir'deki payı yüzde 43'ten yüzde 45'e yükseldi. 1953-1960 yılları arasında ise sanayi yatırımları ağırlık kazandı. Bu 12 yılda Bölge'de 
yapılan devlet yatırımları ağırlıklı olarak tarıma kaydı. Yine bu dönem Batı sanayisinin ihtiyacı olan petrol, maden ve hidroelektrik enerjisine ağırlık verildi. 
Ulaşım ağının geliştirilmesi ve haberleşme olanaklarının artması Bölge'deki hammaddenin Batı'ya doğru pazarlanması sürecini de hızlandırdı. 

1950 yılı öncesinde ise Bölge'de tek bir hidroelektrik santrali vardı. O da Malatya Derme Hidrolektrik Santrali'ydi. 

Bölge'de 1950-1960 arasında 4 adet hidroelektrik santrali kuruldu. 1958 yılında Elazığ Hazar Hidroelektrik Santrali batıdaki Tunçbilek Santrali'yla birleştirildi. 
Böylece Bölge'den batıya yönelik olarak enerji aktarımı da başlatılmış oldu. 1990'lı yıllara kadar Bölge'nin kırsal kesiminin yüzde 40'ına yakını elektrik enerjisinden mahrum iken, Bölge'de üretilen enerji nakil hatlarıyla sanayi bölgelerine taşınıyordu. 1970'te Keban ve daha sonraki süreçlerde Bölge'deki Karakaya, Atatürk, Birecik, Barajlarının tamamlanmasıyla birlikte Bölge, Türkiye'nin hidroelektrik üretiminde önemli bir paya sahip olacaktı. 

Tahıl üretimi 

1950'de Türkiye'de tahıl üretiminin yüzde 14.9'u Bölge illerinde üretilirken, tarımda yaşanan gelişmelere paralel olarak 1960-1962 döneminde bu oran yüzde 15.79'a kadar yükseldi. Bu dönem Türkiye'de ekili alanlar 8.4 milyon hektardan 14 milyon hektara ulaştı. Bölge'de ekili alanlar yüzde 127 artış gösterdi. 

Bu dönem Bölge'nin Türkiye genelinde ekili alanların içindeki payı yüzde 12'den 15.8'e yükseldi. 

Petrol faktörü 




Batman petrol kurdistan 1950'li yıllarda Bölge'de başlayan petrol arama çalışmaları Diyarbakır ve Siirt bölgesinde yoğunlaştı. 1961 ve 1962 yıllarında Siirt ve Batman'da bulunan zengin petrol yatakları Bölge'nin önemini artırdı. Daha sonra ise buna Adıyaman ve Diyarbakır petrol sahaları eklendi. Hidroelektrik enerjisiyle birlikte petrolde Türkiye ekonomisinin can damarıydı. Batman Rafinerisi 1955 yılında faaliyete geçti. 15 Bölge ilinin ihtiyacını karşılayacak şekilde planlanan rafineri zamanla üretimini artırdı. Petrolle birlikte İluh (Batman) ilçesi de büyümeye başladı. Batman kent merkezinde bugün 300 bin civarında bir nüfus bulunmaktadır. 

1972'ye gelindiğinde rafineri yılda 1.1 milyon ton hampetrol işleyecek kapasitedeydi. 1950-1960 döneminde devlet tarafından 40 sanayi tesisi yapıldı. 
İstanbul'da 1, Ankara'da ise 3 adet tesis yapılırken, geriye kalan 36 tesis il ve ilçeler arasında pay edildi. Ağırlık olarak bu dönem çimento ve şeker fabrikaları kuruldu. Hatta bazı yerlerde hammadde olmamasına rağmen siyasal nedenlerle fabrikalar kuruldu. 
Bu dönem Malatya, Erzincan, Erzurum ve Elazığ'da şeker fabrikaları kuruldu. Erzurum'da yem ve et balık bombinası, Diyarbakır'da yün yapağı fabrikası kuruldu. 

Bu yatırımlar 1954 seçimlerinde CHP'den DP'ye kayışı da beraberinde getirdi. Bu dönem tarımsal üretimde birçok bölgede pancar ekim alanları oluşturulmaya başlandı. 

1954 seçimlerinde DP'ye destek veren Bölge illeri, sanayileşme anlamında umduğunu bulamadığı için 1957'te yeniden CHP'ye yöneldi. 1950'de Bölge'de 
CHP 36 milletvekili çıkarırken, DP 44, 1954 seçimlerinde DP 60 milletvekili, 1957 seçimlerinde ise CHP 60 milletvekili çıkarırken, DP ise 29 milletvekili çıkarabildi. 
Bu düşüşün temelinde yatan neden ise Bölge illerinin ekonomideki pastadan yeterli payı alamamasıydı. Çünkü bu dönem Bölge'de yapılan fabrikalar siyasal 
kaygılarla yapıldığı için istihdam artışı sağlamamıştı. 


YARIN: Kentleşme profili, Yap-boz dönemi, Erbakan'ın hayal fabrikaları, Toprak dağılımında adaletsizlik, Bölgesel uçurumun derinleşmesi, 


****

 OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI, 2


Hazırlayan: 
Aydın Bolkan

1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu. 

Yap-Boz Dönemi 




1950-1960 arasında kentleşme yüzde 55.6, Bölge'de bu oran yüzde 49.2 idi. Kentleşmenin Türkiye ortalamasının altında olmasının temel nedeni ise kırdan kente gelecek olan nüfusu Bölge kentlerinin kaldıramamasıydı. Bu nedenle Bölge'den Batı'ya ekonomik göç dalgası da bu dönemle birlikte başladı. Bölge'de yaşanan gelir dağılımındaki adaletsizlik sadece 1990'lı yıllarda değil, 1960'lı yıllarda kurulan hükümetlerin programlarında da yeraldı. 

1963-1965 döneminde 2. İnönü hükümeti programında şunlara dikkat çekiliyordu: 'Kalkınma Planı'nda yer alan sosyal politikamız gelir dağılımındaki ve bölgelerarası kalkınmadaki aşırı ve adaletsiz farkların giderilmesine dayanır. Bu amaçla milli gelirin hızla artırılması ve artan milli gelirin vergi politikası, kamu harcamaları, yatırımların teşviki suretiyle dar gelirli vatandaşlarımıza, azgelişmiş bölgelerimizde ve Doğu bölgelerimize öncelikle yöneltilmesine, böylelikle bölgeler arasındaki dengesizliğin giderilmesine çalışacağız.' 1965 yılında kurulan Demirel hükümetinin programında ise, 'Yurdun birçok bölgelerinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayat ve yaşayış şartları bakımından büyük farklar mevcuttur. Fakir bölgelerde yaşayan halkımızın daha müreffeh hale getirilmesi, iş imkanlarına kavuşturulması, bu bölgelerde yapılacak altyapı tesisleri ve sanayi yatırımlarının hızlandırılmasıyla mümkün olacaktır' denildi. 

Demirel hükümetinin 1969-1970 programında, 'Bölge'de gıda ve istihlak maddeleri sanayi geliştirilecektir. Esasen satın alma gücü çok sınırlı olan bölge halkının istihlak ettiği bazı mamüllerin uzak mesafelerden taşınması önlenecek, böylelikle hem yeni iş imkanları açılmış hem de istihlak malları makul fiyatlarla da bölgeden sağlanmış olacaktır' şeklinde yer aldı. 

Programda böyle ifade edilmekle birlikte, sanayi yatırımları et-balık kombinaları, çimento ve yem fabrikaları ile sınırlı kaldı. 1960'lı yıllarda Bölge'de elle tutulur 
devlet sanayi yatırımları bunlardı. Özel sektör ise yabancı sermaye ortaklığıyla yatırım yaparken kuruluş yeri olarak Doğu'yu hiç düşünmedi. Çünkü özel sektör azami kar hedefi nedeniyle yatırımlarını İstanbul, İzmir, Adana, Bursa gibi kentlere yapmayı tercih ediyordu. 

İllerin Ekonomik yapısı 

1960'ların ortasında Bölge Türkiye Milli Geliri'nde yüzde 10.39'luk bir paya sahipti. Fakat buna karşın Bölge'nin bazı illerinin gelişmişlik düzeyi batı illerinden daha iyi olduğu verilerden görülmektedir. 1965 yılında Bölge illerinin kalkınma indeksine göre bazı illerin sıralaması: Antep 20, Diyarbakır 43, Malatya 36, 
Siirt 45, Mardin 47, Erzincan 49, Van 52, Adıyaman 51, Urfa 21, Erzurum 22, Elazığ 30, Kars 18, Muş 63, Bitlis 64, Dersim 65, Bingöl 66, Hakkari 67. 
1965 sayımlarına göre Çorum 28, Denizli 29, Muğla 39, Çankırı 53, Afyon 24 sırada yer almaktaydı. Bu tablolar incelendiğinde birçok Bölge ilinin batı 
illerinden ekonomik olarak daha iyi oldukları görülmektedir. 1960'lı yıllarda batı ile doğu arasında başlayan dengesizlik 1970'li yıllarda uçuruma dönüşmeye başladı. 

Planlı Dönem 

1960 sonrası Türkiye'de planlı ekonominin uygulandığı dönem oldu. Bu planın amacı Türkiye genelinde fırsat eşitliğinin yaratılması olarak belirlendi. 
Birinci plan bu esas sorumluluğun devlette olduğunu öngörüyordu. Bu dönemde geri kalmış yöreler için gelir vergisinden indirim uygulanması önerilmişti. 
Ama bu plan Doğu Marmara'yı sanayi, Çukurova'yı tarıma dayalı sanayi, Antalya bölgesini tarım ve turizm bölgesi olarak belirledi. 

1963-1967 döneminde uygulanan birinci beş yıllık kalkınma döneminde, büyüme hızı yüzde 10 civarında gerçekleşti. 

İkinci beş yıllık Kalkınma Planı'nda bölgesel kalkınmanın sağlanması için her bölgede pilot iller seçilmesi, bu illerin cazibe merkezi olarak dizaynının öngörülmesi ve diğer illerin gelişmesinin bu iller üzerinden sağlanacağı tesbiti yapıldı. 1968 yılında uygulanmaya başlanan Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) uygulamasına Bölge'nin tüm ileri alınmasına karşın Bölge'nin aldığı teşvik payı yüzde 5.8 oldu. Bu dönem KÖY'lere toplam 5.918 teşvik belgesi verilirken, Bölge illerinin aldığı teşvik belgesi sayısı ise 342'de kaldı. En fazla teşvik belgesini sırayla Malatya 54, Erzurum 49, Elazığ 42, Mardin 40, Muş 40, Diyarbakır 30 alırken, Adıyaman, Ağrı, Bitlis gibi iller 4'er, Hakkari ise hiç teşvik belgesi almadı. 

Üçüncü beş yıllık plan 1973-1977 yılları arasında uygulamaya konuldu. 

Bu dönem, önceki dönem belirlenen 'Geri kalmış bölgeler' tesbitinden vazgeçilerek, Bölge kavramı yerine yöre kavramı ortaya atıldı. Geri kalmış bölgeler adlandırılırken, 'Yurdun bazı yöreleri ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan geri kalmış durumdadır. 

Bu yöreleri kesin coğrafi sınırlarla belirlemek olanak dışıdır' tesbiti yapılmıştır. Bu amaçla Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi de kuruldu. 

Dördüncü beş yıllık plan 1979-1983 yıllarında uygulandı. Bu plan bölgeler arası gelişmişlik sorunu yerine yerleşme sorununu öne çıkarmıştır. 
Sanayinin, hizmetlerin ve altyapının ülke sathına dengeli yayılması hedefi konuldu. 

Beşinci Beş Yıllık Plan'da (1985-1989) ise 1973 yılında terk edilen Bölge planlamasına geri dönüş yapılarak, bu planda KÖY anlayışının sürdürülmesi ve bölgesel farklılıkların bu yöntemle çözüleceği tesbiti yapıldı. Bu plan çerçevesinde aralarında Bölge'den Malatya, Antep, Elazığ, Diyarbakır ve Erzurum'un olduğu 16 il tesbit edildi. Tıpkı AKP hükümetinin bugün uygulamak istediği cazibe merkezleri gibi. Fakat Altıncı Plan döneminde cazibe merkezlerinden vazgeçilerek, yeniden 

Kalkınmada Öncelikli Yöreler'e (KÖY) geçiş yapıldı. 1996-2000 yıllarında uygulanan 7 plan döneminde ise, Bölge öncelikli olmak üzere geri kalmış bölgelerin geliştirilmesi hedeflenmiştir. 

Gelir dağılımında Makas büyüdü 

1970'li yıllarda Marmara bölgesi bir sanayi bölgesine dönüştü. Bölge illerinde ise hala tarıma dayalı bir ekonomi hakimdi. Batıda sanayi yatırımlarının yoğunlaştığı bir dönem olurken, Bölge yine tarım bölgesi olarak kaldı. Bölge illerinde tarımın milli gelire oranı bazı illerde yüzde 60'a kadar çıkıyordu. 1978 yılında tarımın GSYİH içindeki payı Adıyaman'da yüzde 61.2, Muş'ta yüzde 65, Ağrı'da yüzde 59.5, Kars'ta yüzde 59.5, Urfa'da yüzde 54.8'i buluyordu. 
Planlı dönemde kamu yatırımları Birinci plan döneminde cari fiyatlarla kamu yatırımlarına 36.6 milyar dolar pay ayrılırken, Bölge yüzde 11.8 pay aldı. Aynı dönemde Marmara Bölgesi'nin kamu yatırımlarından aldığı pay ise yüzde 11.7 idi. İkinci plan döneminde 1968-1972 yıllarında 70.5 milyarlık kamu yatırımlarından Bölge 11.92 pay aldı. 

Marmara yüzde 12. Tek başına İstanbul'un payı yüzde 8.3 oldu. 3 planda kamu yatırımları yüzde 7.11'e, 4 plan döneminde ise 7.20'ye kadar geriledi. 
Tıpkı bugün olduğu gibi planlı dönemde de Bölge'ye ayrılan kamu kaynakları ağırlıklı olarak enerji ve madenciliğe ayrıldı. 
Bu 4 plan incelendiğinde ise sanayi yatırımlarına Bölge'de 3 ve 4 plan döneminde yüzde 20'inin üzerinde pay ayrıldığı görülmektedir. 
1973-1977 yılları Türkiye'de yüksek büyümenin hızının sürdürüldüğü yıllardı. Bu dönemde sanayi yüzde 9'luk büyümeyle lokomotif bir sektördü. 
Petrol krizinin patlak verdiği 1974 koşullarında gerçekleşen bu büyüme krize de davetiye çıkardı. Büyüme 1978 yılında kesildi. Birçok ürün piyasalarda bulunmaz oldu. ( BATILILARIN 1974 KIBRIS HAREKATI  SONRASI EKONOMİK AMBARGO UYGULAMASI SONUCUDUR )
Tüp, yağ, şeker kuyrukları başladı. Ekonomi 1979 yılında tıkandı. Ve Ocak 1980 tarihinde IMF ile yapılan anlaşmayı 12 Eylül askeri darbesi izledi. 
Banker vurgunlarının, hızla kamu kaynaklarının kapitalizmin girdabına sürüklendiği, emeğin örgütlülüğünün yasaklandığı, sendikacıların işkenceden geçirildiği bir dönem yaşandı. 

Erbakan'ın Hayali Fabrikaları 

Üçüncü plan döneminde Bölge'deki yatırımlardan sanayinin yüzde 25'lere varan paylar almasının altında yatan neden Bölge illerinde ciddi oy alan MSP'den kaynaklanmakta dır. MSP'nin etkin siyasi gücüyle Bölge'de başlatılan ağır sanayi hamlesi çimento, şeker fabrikaları ile Temsan yatırımları oluşturuyor du. 
1976-1981 tarihleri arasında Bölge'de 20 fabrikanın temeli atıldı. Van Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 81.8, Kars Ayakkabı Üretim Tesisleri yüzde 86.7, 
Erzincan Tercan Ayakkabı Üretim Fabrikası yüzde 90.3 oranında tamamlanırken, diğer yatırımların tamamlanma oranı ise yüzde 0.3 ile yüzde 38 arasında değişti. 
Politik hesaplara dayanan bu tesisler, 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanmasıyla birlikte yeniden revize edildi. Erbakan döneminde temeli atılan Temsan 
kapsamındaki Diyarbakır Jeneratör Fabrikası, Erçiş Şeker Fabrikası ve Elazığ'daki Ferrokrom Tesisleri, 1980 yılından sonra tamamlanabildi. Diğer yatırımlar ise 
rantabl olmadığı için tamamlanamadı. 

Kaynaklar Enerji Yatırımlarına 

1950'lerden 1970 yılına kadar geçen 20 yıllık süreçte Bölge'nin en önemli yatırımı Keban oldu. Barajın yapımıyla birlikte verimli topraklar sular altında kaldı. 
Ovalık alanlarda toplam 94 dağ ve yamaçlardaki 118 köy olmak üzere 212 köy sular altında kaldı. Sular altında kalan bölgede yaşayan 30 bin kişiden 23'ü bini 
Elazığ dışındaki kentlere göçetti. 
Keban Barajı faaliyete geçtikten sonra 380 KW'lık enerji nakil hatlarıyla Sarıyar Santrali'ne bağlandı. Burada yaratılan katmadeğerin büyük kısmı batıya aktarıldı. 
Bölge hala tarımda elektrik ve su sıkıntısı çekerken, batıda her geçen gün biraz daha büyüyen sanayinin enerji ihtiyacının karşılanmasında Keban önemli bir yer tuttu. 
Birçok bölgede enerji santralleri kurulmaya başlandı. Enerjinin dışında batıda bulunan sanayi tesisleri için maden üretimine ağırlık verildi. Elazığ'da bulunan 
bakır ve krom madenleri genişletilirken, Bölge'de iç pazara dönük olarak kömür üretimine başlandı. Cizre ve Şırnak'ta asfaltit, Erzurum Aşkale'de linyit üretimi, 
Hekimhan'da ise maden cevheri üretimi başlatıldı. 
Siirt, Diyarbakır ve Adıyaman'da 1960'lı yıllarda başlayan petrol arama ve tarama faaliyetleri artırıldı. Shell ve Mobil gibi birçok firma Bölge'de arama ve 
üretim çalışmalarını 1970'li yıllarda sürdürdü. 

Planlı dönemde tarım 

1962 yılında tarımın GSYİH'daki payı yüzde 38 iken 1979 yılında bu pay yüzde 23'e düştü. Batıda sanayi önplana çıkarken, tarım ise 1970'li yıllarda 
Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahipti. Bölge illeri için yaşamsal bir öneme sahip olan tarıma yapılan yatırımlar ise Bölge'ye yapılan yatırımların ancak 
yüzde 10'uydu. Yeni ekim alanlarının artmasıyla Bölge'nin ekim alanları Türkiye toplamı içindeki payı arttı. 1950 yılında yüzde 12.4 olan ekili alanlar 1980 yılı 
başlarında yüzde 20'ye çıktı. Bu artışa rağmen tahıl üretiminde artış sağlanmadı. 1960 yılında toplam tahıl üretiminin yüzde 17.1'i Bölge'de üretilirken, 
1980 yıllarda ekili alanların oranı yüzde 40 artmasına karşılık yüzde 14.6'ya geriledi. 1980'ne gelindiğinde Bölge'de yaşayanların yüzde 35.9 kentlerde, yüzde 64'ü ise kırsalda yaşamaktaydı. Bu oran Türkiye'de ise yüzde 44.3 yüzde 55.7 idi. 

Toprak Dağılımında Adaletsizlik 

1977 yılında DPT tarafından yapılan araştırmada, bölgede ağalara ait yada ailelere ait köy sayısı olarak 360 tesbit edildi. 1970 yılında Türkiye'de 2.500-5 
bin dekarlık işletmeler yüzde 44'ü Urfa'da bulunmaktaydı. Diyarbakır, Urfa'da araziler ise birkaç büyük ailenin elinde toplanmaktaydı.( BÖLGEDE HAKİM AŞİRET REİSLERİ ) Milli Gelir açısından bölge ele alındığında ise 1965 yılında yüzde 10.39 olan Milli Gelir 1975'de 9.56'ya, 1979 yılında ise yüzde 8.17'ye 2000'li yıllarda ise yüzde 7'lere kadar geriledi. 

Bölgesel uçurumun derinleştiği yıllar 

1980'li yıllarda ekonominin nimetlerinden Özal'ın memleketi olan Malatya ciddi anlamda yararlandı. Yine bu dönem GAP yatırımları nedeniyle Urfa ve 
Diyarbakır'da önemli yatırımlar oldu. 1986 yılına gelindiğinde GAP kapsamında yapılan yatırımlar nedeniyle Diyarbakıar 34. sıradan 28. sıraya, Urfa 47. sıradan 
33. sıraya yükselirken, Malatya 41. sıradan 1986 yılında 23. sıraya kadar yükseldi. ANAP'ın tek başına iktidarda olduğu 1984-1989 yılları arasında Bölge'de kamu yatırımları üç kentte yoğunlaştı. Urfa yüzde 35 pay alırken, Diyarbakır yüzde 18 pay aldı. Malatya ise yüzde 5.4 pay alan üçüncü kent konumundaydı. 

Bölge'deki yatırımlar 1970'li yıllara göre yüzde 7.2'den 13'lere yükseldi. Fakat bu yükseliş göreceli bir yükselişti. Batının enerji ihtiyaçları için Bölge'ye ayrılan 
kaynaklar artırılmış ve bu kaynaklar GAP kapsamında barajların yapımında kullanılarak batının enerji ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştı. 

1988 yılında Bölge'de devletin yatırımları toplamı 8 trilyon 436 milyar olarak gözükmekteydi. Bu proje stoğunun yüzde 70.7'si ise enerji dalındaydı. 
Atatürk Barajı, Urfa Hidroelektirk Santralı, Derik ve Dumluca santrallerinı içeren projenin tek başına bedeli 3.5 trilyondu. 

Yine Karakaya Barajı ve santrali 1.8 trilyonluk bir yatırımdı. Bölge'de enerjiden sonra yatırımlar 21 ilde tarım sektöründe yoğunlaştı. Enerji ve sulama yatırımları ANAP döneminde Bölge'de yüzde 92.4'ü oluşturuyor, geriye kalan yüzde 7.6'lık yatırım stoğu ise sağlık, eğitim, sanayi gibi alanları kapsıyordu. Sanayi yatırımları ise yüzde 3 civarında gerçekleşti. ANAP iktidarı döneminde 1984-1989 yılları arasında Bölge illeri teşvikli yatırımlardan yüzde 5.9 pay aldı. Bölge'nin 17 iline verilen 790 teşvik belgesi Türkiye toplamında yüzde 7.2'lik paya sahipti. Teşvik belgeleriyle 46 bin kişiye istihdam sağlanması hedeflenmişti. Fakat o dönem teşvik alan yatırımların büyük bir kısmı bitirilemedi. Tarım reformu cumhuriyetin başından beri gündemde olmasına rağmen gerçekleştirilemezken, hayvancılıkla geçinen halka yayla yasakları nedeniyle büyük darbe vuruldu. 

Bölge illeri Uçurumun eşiğinde 

1965, 1996 ve 2003 yılı verileri incelendiğinde Bölge illerinin nasıl yoksullaştığı ve ekonomik açıdan nasıl gerilediği çok açık bir şekilde görülecektir. 

Bu tablo, yoruma gerek bırakmıyor. 1996 ile 2003 yılları arasında Bölge'de basamak atlayan iki il bulunmaktadır. Biri Antep, diğeri ise Dersim. Antep son dönemde sanayi yatırımlarının Bölge'de yoğunlaştığı bir il olarak biliniyor. Fakat Dersim'in 8 basamak birden atlaması ayrı bir inceleme konusu.


*****

  OSMANLIDAN AKP YE  ÇÖZÜM GETİRMEYEN KÜRT YAKLAŞIMLARI,  ,3

Başbakan Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah sağlayamadı. Bölge harcamaların büyük bir kısmı da 'asker-polis hacamaları' oluşturuyor 

GAP'a bağlanan umutlar 

1960'lı yıllarda dünyanın bazı bölgelerinde uygulanan bölgesel kalkınma modellerinden esinlenilerek Güney Doğu Anadolu Projesi etütleri yapılmaya başlandı. 

DSİ tarafından başlatılan etütler doğrultusunda 1977 yılında proje ana taslaklarıyla birlikte ortaya çıktı. GAP'tan önce hizmete açılan Keban Barajı ise GAP'ın ilk ayağı olarak tanımlandı. GAP, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik 13 proje demetinin toplamı olarak planlanmış ve bu kapsamda 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralinin inşası öngörülmüş bir entegre proje olarak öngörüldü. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Antep, Kilis, Mardin, Siirt, Urfa ve Şırnak illeri projenin kapsama alanı olarak belirlendi. Fakat enerji yatırımlarının bir kısmı Malatya ve Elazığ'ı da doğallığında bünyesine kattı. 

Bölge'nin topyekün sosyo-ekonomik kalkınmasını hedefleyen projenin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırması amaçlanarak, 2005 yılına kadar tamamlanması hedeflendi. Projenin maliyeti ise 32 milyar dolar olarak öngörüldü. 

1977 yılında uygulamaya başlanan proje, yaşanan ekonomik kriz nedeniyle yürütülemedi. 12 Eylül Darbesi sonrasında iktidara gelen ANAP, projenin yeniden aktif hale getirilmesinin startını verdi. Bu yıllar Bölge'de silahlı Kürt muhalefetinin de ortaya çıktığı yıllardı. GAP'ın hızlandırılması amacıyla Kanun Hükmünde Kararname çıkarılarak GAP İdaresi kuruldu. GAP İdaresi'ne ömür olarak 15 yıl biçilirken, bu süre zarfında tüm projelerin yaşama geçirilmesi için de GAP Master Planı yapıldı. 

Ve GAP yeniden revize edildi. Bu kararname kapsamında kurulan GAP İdaresi'nin merkezi Ankara, Bölge Müdürlüğü ise Urfa'da kuruldu. (2004 yılında Kalkınma 
Ajansları Yasası geçerken AKP hükümeti, önce GAP İdaresi'nin kaldırılmasını savundu. Fakat daha sonra eklenen bir maddeyle GAP İdaresi'nin Kalkınma Ajansları bünyesinde faaliyet yürütmesi yasayla yeniden düzenlendi.) 
ANAP iktidarı döneminde Bölge ekonomisinin geliştirilmesi için münferit projeler ve sektörel yaklaşım yerine entegre, çok sektörlü bir bölgesel kalkınma yaklaşımı benimsendi. Bu yeni projeksiyonla birlikte bölgesel ölçekte su ve toprak kaynaklarının gelistirilmesi ile başlatılacak bir kalkınma modelinin sektörel tercihlerle birlikte ele alınıp planlanması da GAP Master Planı'nda yerini buldu. Bölge'nin sosyal ve kültürel dokusunun dönüşümü bu plan kapsamına alınmıştı. 2005 yılına kadar gerçekleşmesi planlanan bu Master Plan; ülkenin ve Bölge'nin kaynaklarını, ihtiyaçlarını, beşeri, mali ve teknik sınırlarını irdeleyerek, alternatif senaryolarla gelişmenin nasıl sağlanacağına ilişkin de bir çerçeveye oturtuldu. 

Turgut Özal'ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel'in Çankaya Köşkü'ne çıkması ve Tansu Çiller'in Başbakan olmasıyla birlikte GAP için yeni bir eylem planı hazırlandı. 1993-1997 yılları arası için hazırlanan bu eylem planına GAP Hareket Planı adı da verildi. GAP Hareket Planı kapsamında GAP Sosyal Eylem Planı da hazırlanarak uygulamaya sokuldu. YİBO ve daha sonraki yıllarda açılan PİYO'larla sürdürülen eylem planıyla, Bölge'deki asimilasyon sürecinin hızlanması hedeflendi. 

Koruculuk sistemi getirilip, yayla yasakları da devreye sokulunca Bölge ekonomisinin kan kaybı dayanılmaz boyutlara ulaştı. 

GAP'a ilişkin veriler 

GAP, Türkiye yüzölçümünün yüzde 9.7'sini, ülke nüfusunun da 9.77'sini kapsarken, Belçika'dan 2.4 kat, Hollanda'dan 2.2, İsviçre'den ise 1.8 kat daha büyük. 

GAP ile sulamaya açılması hedeflenen arazi 1.8 milyon hektar. Bu miktar Türkiye'de ekonomik olarak sulanabilecek arazilerin yüzde 20'sini oluşturmaktadır. 

Fırat ve Dicle nehirleri Türkiye'nin su potansiyelinin yüzde 28'ini oluşturmaktadır. GAP kapsamında hazırlanan 13 büyük projenin 7'si Fırat, 6'sı ise Dicle Nehri üzerinde planlandı. Projeler tamamlandığında 22 baraj ile 19 hidroelektrik santrali inşa edilmiş olacak. Proje sonunda 2.426 MW kurul güç ile yılda 27 milyar kilowatt saat enerji üretilecek ve 1.8 milyon hektar arazi sulamaya açılacaktı. 

Kendini finanse eden Enerji projeleri 

GAP'a 1997 yılı sabit fiyatlarıyla 12.6 milyar dolar harcama yapıldı. Gerçekleşme oranı yüzde 40.6. Atatürk ve Karakaya barajlarının Eylül 1997 tarihleri itibariyle 
ürettiği enerjinin yaklaşık maliyeti 8 milyar dolara eşdeğerdir. Yine Keban Barajı düşünüldüğünde Türkiye'nin GAP'a yatırmış olduğu 12.6 milyar doların geri 
dönüşümünü sağladığı görülmektedi. 1997 yılı Eylül ayı itibariyle Türkiye hidroelektrik enerjisi üretiminde Karakaya ve Atatürk Barajı'nın payı yüzde 51. 
Ekim 1997 itibariyle Bölge'de sulamaya açılan alan 1 milyon 540 bin 800 dönümdür. GAP sulama projelerinin sulama alanından yüzde 9'u tamamlanırken, yüzde 11'lik kısmı ise inşaat halindedir. Faaliyete geçen sulama yatırımlarıyla 1996 yılında Türkiye'de üretilen pamuğun üçte biri GAP bölgesinden elde edildi. 

GAP'a 1997 yılına kadar aktarılan 12.6 milyar doların 2.5 milyar doları dış kaynak, diğer kısmı ise yatırım bütçesinden karşılandı. 

2001 yılında GAP 

2001 yılı verilerine göre toplam 17.2 milyar dolar harcandı. Bölge'de hidroelektrik enerji potansiyelinin yüzde 70.3'ü işletmeye açıldı. 2001 yılı verilerine göre Türkiye'de kullanılan hidroelektrik enerjisinin yüzde 45.5'i Bölge'den sağlanmaktadır. 2000 yılı itibariyle 348 bin 381 hektar arazi sulamaya açıldı. 
Bunun yüzde 79.67'si kamu, yüzde 20.47'si ise halk tarafından yapıldı. DSİ tarafından sulamaya açılan alan, hedeflenen sulanabilir arazinin yüzde 13'ünü teşkil etmektedir. 

GAP'ın Enerjideki payı yüzde 51 

Devlet Bakanı Nazım Ekren 2007 ve 2008 yıllarında Bölge illerinde çeşitli toplantılar düzenledi. Düzenlenen bu toplantılarda GAP'ın yeniden revize edilmesi gündeme geldi. 2007 yılı verilerine göre GAP'a toplam 25.6 milyar kaynak aktarıldı. Karakaya, Atatürk, Batman ve Kral Kızı Dicle, Birecik, 
Karkamış barajlarında 2007 yılı sonuna kadar 292.5 milyon KWH enerji üretildi. Bunun toplam getirisi 17.6 milyar doları bulmaktadır. 2007 yılı sonu itibariyle 
GAP'ın Türkiye enerji üretimindeki payı yüzde 51. 2007 yılında yapılan revizyonla GAP'ın 41 milyar 271 milyon YTL ile tamamlanacağı öngörüsü yapıldı. Bu çerçevede GAP'ın toplam finans ihtiyacı 16 milyar YTL. Fiziki gerçekleşme oranı yüzde 74. Tarımda ihtiyaç duyulan 12 milyar 491. 3 milyon YTL iken, 2007 yılı sonu itibariyle 3 milyar 382 YTL harcandı. 

Tarımda nakdi gerçekleşme oranı yüzde 27. 2008 yılı verileriyle 272 bin 972 hektar arazi sulamaya açıldı. 99 bin hektarlık arazide ise inşaat çalışmaları devam ediyor. 

Sulama projelerinde fiziki gerçekleşme yüzde 15 iken, yüzde 5'lik bölümde ise çalışmalar devam etmektedir. 

Yıllardır GAP'a aktarılan kaynaklar, ağırlıklı olarak enerji yatırımlarında kullanıldı. Bu nedenle GAP projesi, Bölge'nin kalkınmasından öte Türkiye'nin enerji deposu 
olarak algılanarak planlandı. GAP Bölgesi, hidroelektrik enerjisinin yüzde 51'ini, Türkiye petrol üretiminin yüzde 75'ini sağlamasına rağmen kamu yatırımların dan ve milli gelirden en az payı alan bölgedir. Bölge'de 2006 yılında üretilen elektriğin yüzde 75'i Marmara ve gelişmiş illerde sanayide kullanıldı. İstanbul yüzde 18, İzmir yüzde 9.5, Kocaeli yüzde 6, Bursa yüzde 5.4, Ankara yüzde 5.1 pay almıştır. 

AKP, Sınırlar, Orman yakmalar 

1997 yılı, 2001 ve 2007 yılı verileri incelendiğinde AKP hükümeti döneminde GAP'a önem verilmediği açıkça görülmektedir. 

Yıllardan beri sınır kapılarını açmak yerine kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle çok sayıda kişi yük hayvanlarıyla öldürülüyor. Yük hayvanları mazot dökülerek vahşice yakılıyor. Ormanlık araziler yakılarak Bölge ikliminin dengesi bozuluyor, erozyona davetiye çıkarılıyor. 

İşletmelerin Dağılımı Dengesiz 

Bölge'de tarıma dayalı işletmelerin yüzde 57.1'i Antep, yüzde 19.8 Urfa, yüzde 9.1 Diyarbakır, yüzde 6.8'i Adıyaman, yüzde 2.6 Mardin, yüzde 2.3 Batman, yüzde 1.3 Kilis, yüzde 0.6 Siirt, yüzde 0.4 Şırnak. İstihdamda en büyük payı Antep yüzde 73.2 ile alırken, Urfa yüzde 8.2, Diyarbakır yüzde 6.8, Adıyaman yüzde 6.2 pay alırken, geriye kalan 5 ilin payı ise toplam yüzde 5.7. Sanayi işletmelerinin yüzde 65'i 1991 yılından sonra kurulmuş. Yüzde 71.2'si bu tarihten sonra üretime başlamış. 

GAP ve Yoksulluk 

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın açtığı son ekonomik paket ile birlikte 19 yılda açılan paket sayısı 16'yı buldu. Açılan paketler ise bugüne kadar Bölge halkına ekonomik bir refah ise sağlayamadı. İktisatçı Mustafa Sönmez'in 2008 yılında hazırladığı 'Doğu-Güneydoğu'da Yoksullaşma ve Çözüm: Barış' raporuna göre, 2006 bütçesinden Bölge illerine yapılan harcamaların yüzde 18'ini 'kamu düzeni ve güvenlik', yüzde 11'ini 'savunma' olmak üzere toplam yüzde 29'unu 'asker-polis harcaması' oluştururken, bu oranın Türkiye ortalamasında yüzde 13 düzeyinde olduğu kaydedildi. 

Raporda yer alan verilere göre merkezi bütçeden bu bölgeler ekonomik işler ve hizmetler için yüzde 11 pay alırken, genel kamu hizmetlerine de yüzde 11 pay ayrıldı. 

Bölge'ye yapılan harcamalarda eğitim hizmetleri yüzde 30, sağlık ise yüzde 17 pay aldı. Türkiye genelinde 2006 yılı bütçe harcamaları payına bakıldığında ise 
savunmanın yüzde 7, güvenlik hizmetlerinin ise yüzde 6 pay aldığı, dolayısıyla Bölge illerinde yüzde 29'u bulan bu harcamaların Türkiye ortalamasından 16 puan daha yüksek olduğu belirlendi. Rapora göre, 'asker-polis harcamaları' diye adlandırılan savunma ve güvenlik harcamaları bazı illerde daha da yüksektir. Bu oran Dersim'de yüzde 64 seviyesine çıkıyor. Diyarbakır'a 2006'da yapılan bütçe harcamalarında asker-polis harcamalarının payı yüzde 30'u bulurken, Hakkari'de bu oran yüzde 43. 

Yerel Yönetimlerde Ayrımcılık 

Bölge'ye yapılan kamu yatırımlarının 2006 sonu itibariyle toplamı, Türkiye toplam kamu yatırımlarının yüzde 15.2'sine ulaşıyor. Yatırımdaki payın yüksek görünmesi ise GAP yatırımlarından kaynaklanıyor. Bölge illeri yerel yönetim harcamalarından aldıkları paylar itibariyle de 81 il sıralamasının en alt kısımlarında yer aldı. 
Kişi başına yerel yönetim harcamasının Türkiye genelinde 429 YTL olduğu 2006'da, Bölge illerinden sadece Dersim bu ortalamanın üstünde kalırken, geri kalan 20 ilin kişi başına yerel yönetim harcaması 250 YTL'nin altında gerçekleşti. Mustafa Sönmez'in raporuna göre, 21 ilin toplam teşvikli yatırımları, aynı dönemde Bursa'nın tek başına aldığı yatırım tutarının altında kaldı. Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in verdiği soru önergesine verilen yanıtlar Bölge ekonomisinin içler açısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bölge'nin en büyük göç kenti olan Diyarbakır'ın 10 yılda aldığı teşvik belgesi 361. Şırnak 105, Bingöl 56, Batman 48, Siirt 43, Muş 37, Bitlis 30 ve Dersim ise 18 teşvik belgesi alabildi. 

Hakkari Trilyona ulaşamadı 

1995-2005 arası 10 yıllık dönemde verilen Küçük ve Orta Boy İşletme (KOBİ) yatırım teşvik kredisinde de Bölge'nin payı gerilerde kaldı. Türkiye genelinde 1995-2005 yılları arasında toplam 473 milyon 876 bin 797 YTL'lik (473.8 trilyon) özel sektör yatırımı yapıldı. Bunun 261 milyon 772 bin 302 YTL'sini (261. 7 trilyon) yatırım ve işletme kredisi oluşturuyor. Yapılan yatırımlarla Türkiye genelinde sağlanan yeni istihdam oranı ise 50 bin 210. İller bazında değerlendirildiğinde Bölge'nin verilen yatırım ve işletme kredisi içindeki payı yüzde 13.2'de kaldı. Yatırım ve işletme kredilerinde en büyük pay İstanbul (19,4 trilyon), Ankara (18.8 trilyon), Antep (12,8 trilyon), İzmir (9,1 trilyon) ve Bursa'nın (8,4 trilyon). Buna karşın Diyarbakır 7.4, Urfa 4.8, Van 3.7, Adıyaman 2.6, Karslı yatırımcılar da 1.8 trilyonluk yatırım ve işletme kredisi alabildi. Hakkari'nin 10 yılda alabildiği yatırım ve işletme kredisi 310.2 milyar. Erdoğan'a Başbakanlık yolunu açan Siirt'in payı ise 1.5 trilyon. Şırnak, Dersim, Bingöl, Bitlis, Ağrı'nın payı ise yüzde 0.1'lerde. 

Bölge Paket Çöplüğüne dönüştü 

1985 sonrasından günümüze Bölge'ye yönelik olarak onlarca ekonomik paket açıldı. Açılan bu paketler toplandığında bugünkü rakamlarla milyarlarca doları ihtiva etmesine karşın, Bölge'de ekonomik anlamda ciddi bir atılım gerçekleşmedi. Son 15 yılda Konya, Kayseri, Bursa, Çorum, Samsun gibi kentlerde ciddi ekonomik yatırımlar gerçekleşirken, Diyarbakır, Mardin, Van, Erzurum, Ağrı gibi Bölge kentleri ise duraklama dönemine girdi. 15 yıllık çatışmalı dönemde köylerin boşaltılması nedeniyle üretimden koparılan köylüler, kentlerin varoşlarına eklemlenen gecekondular ve bunların oluşturduğu ekonomik yük kentleri ciddi anlamda sarstı. 

Açılan Paketlerin bazıları şöyle:

Nisan 1993- Devlet Bakanı Ekrem Ceyhun, Güneydoğu'ya 234 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. 191 trilyonu kamu, 93 trilyonu ise özel sektör yatırımı.
Mayıs 1993- Başbakan Süleyman Demirel, Hakkari ve Şırnak için 15 günde 2,7 trilyon ödeme yapılacağını 'müjde'ledi.Ağustos 1993- Başbakan Tansu Çiller, Van, Bitlis, Siirt ve Muş'a 5,5 trilyonluk yatırım yapılacağını kaydetti.
Devlet Bakanı Ali Şevki Erek, 1994 yılı içinde Bölge'ye 16 trilyon dolayında yatırım yapacağını söyledi.Temmuz 1994- Bölge için 403,5 milyar lira acil gönderilmesi istendi. Eylül 1994- Acil Destek Programı ve köy kentler kurulması için Bölge'ye 7 ile 4,5 trilyon lira yatırım yapılacak vaat edildi.

Eylül 1994- Devlet Planlama Teşkilatı, Güneydoğu'daki 7 ilde 127 projenin desteklenmesi amacıyla 1,2 trilyon ödeme yapılacağını bildirdi.

Temmuz 1995- Başbakan Tansu Çiller ve Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, Bölge'ye 25 trilyonluk yatırım yapılacağını söyledi. Bölge'ye 4 bin yeni konut yapılacak.
Mart 1997- Başbakan Necmettin Erbakan, 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu Kalkındırma Hamlesi Projesi' çerçevesinde Milli Güvenlik Kurulu'na sunduğu raporda, 293 kamu yatırımına 119 trilyon lira kaynak aktarılmasını planlandı. Refahyol Hükümeti'nin Başbakanı Necmettin Erbakan, danışmanı Aziz Akgül'e hazırlattığı 'Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkınma Programı'nı açıklıyordu. Bölge'nin temel sorununun ekonomik değil, siyasal olduğunun altı çizilen bu rapor ve bu rapor doğrultusunda oluşturulan paketin temel dayanağı BASK ve Kuzey İrlanda modeli sosyal ve ekonomik kalkınma reddedilmiş, ABD'nin Tennese Valley Authority, Brezilya'nın Kuzey bölümlerini kalkındırmayı hedefleyen Sudene Project ve İngilizlerin İskoçya Kalkınma Programı 'Scottish Enterprise' projeleri örnek alınmış.

119 trilyon liralık yatırım ve destek amaçlı kaynak sağlanan pakette, aslan payını yüzde 32.8'le enerji yatırımları alıyor.

2000 yılında Başbakan Bülent Ecevit Bölge için 107 maddelik bir ekonomik paket açıkladı. Ekonomik paket 107 maddelik eylem planından oluşuyordu. 

Bunların 47 tanesi ekonomik kalkınma, 30 tanesi idarenin yeniden yapılanması, 17 tanesi eğitim, 13 tanesi de sağlık sahalarında alınması gereken önlemleri kapsıyor. 

BİTTİ 

Yararlanılan Kaynaklar: 

Doğu Anadolu'nun Hikayesi Mustafa Sönmez 
Geleceğin Projesi: GAP Ekodialog.com 
GAP İllerinde Sosyal ve Ekonomik Dönüşüm: ( Ege Akademik Bakış ) 
Türk Rüyası: GAP Raporu Ankara Ticaret Odası 
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nda Sosyal ve Ekonomik Öncelikler Raporu TESEV 
Güneydoğu Anadolu Projesi: Prof. Dr. Bahri Karlı Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi 
Kentlerin Sosyal ve ekonomik göstergeleri K. Göçer-H. Çıracı 
Türkiye Kalkınma Bankası-Türkiye ekonomisinde bölgesel dengesizlikler B. Ali Eşiyok. 
'Doğu ve Güneydoğu'nun Yoksullaşması ve Çözüm: Barış' Mustafa Sönmez 
GAP Kalkınma İdaresi GAP Uygulama Programı 

Hazırlayan: Aydın Bolkan 


Osmanlıdan AKP'ye... Çözüm Getirmeyen YAKLAŞIMLAR...

http://kurdians.blogspot.com.tr/2008/06/osmanl-akp-zm-getirmeyen-yaklaimlar.html



***

GİZLİ BELGELİ ADALET YAHUT SAVUNMASIZ YARGI



    GİZLİ BELGELİ ADALET YAHUT SAVUNMASIZ YARGI  

Av. Ahmet İYİMAYA (*) 
('') Ankara Barosu Avukatlarından 



I -GİRİŞ 

Hukuk ve hak, insanlık tarihiyle yaşıt kavramlardır. işkence ve toplu zulüm dahi, kendine göre « Adalet » kavramına sığınmıştır. Adalet, Devletin insana ikram 
ettiği « Lütuf » değildir. 

Adalet ölçmesinin, hukukun evrimi içinde oluşmuş, yerleşmiş, genel kabıli görmüş, sürekli gelişim içinde olan formülleri vardır. Yargı erki dediğimiz yetki/görev alanının normatif çatışı ve işlevi, adaletin ölçme tekniğine aykırı bir görünüm içine girince ,«hukuk», artık «hukuk olmaktan» çıkar. Hukukta biçimin, özkadar önemli olduğu, bazan da özü kurduğu rahatlıkla söylene· bilir. 

Bu yazımızda, idari yargı alanında yeralan «tarafların veya vekillerinin idareye ait gizli belgeleri İNCELEME Y ASAGI» ele ahnacaktır. 
Yasağın içeriği, hukuka aykınlığı ve uygulamaya yansıma biçimi üzerinde durulacaktır. Hukukun yine formal yapıda bir hukuk kuralı ile yokedilmesi demek olan yasağın arındmiması ve pratik hukuktaki çareleri objesinde çaba gösterilecek tir. Aslında yasağın hukuk tekniği içinde değediği bir yana, bu denli «Savunmaya duvar örülmesi», hukukçunun «onuru» sorunuyla da yakından 
bağlantılıdır. Kuralın doğrusu, etik olarak özümsenmesi ve çağdaş değerlikler içinde «Oturtulması» olanağını bulmak mümkün değildir. 

II-YASAGI DÜZENLEYEN YASA METNİ : 

Yasak, 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20.ci maddesinde düzenlenmiştir. 
Kural, aynen şöyledir : « ... 3. istenen bilgi ve belgeler, devletin güvenliğine veya yüksek menfaatlerine veya devletin güvenliği ve yüksek menfaatleriyle birlikte yabancı devletlere de ilişkin ise, Başbakan veya ilgili bakan, gerekçesini bildirmek suretiyle, sözkonusu bilgi ve belgeleri vermeyebilir... 
4. Getirilen veya idarece gönderilen GİZLİ BELGE VE DOSYALAR, TARAF VEYA VEKİLLERİNE İNCELETTİRİLEMEZ ». (İYUK. Md. 20/3-4) 

Kuralın «idarenin belge ibrazından kaçınma»ya ilişkin bölümü, 22.4.1962 t, 44 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 40. cı maddesiyle; « ibraz olunan belgelerin taraf veya vekillerim e İNCELENMEMESİ » ne ilişkin bölümü, 18.6.1973 t, 1740 sayılı yasanın ll.ci maddesiyle pozitif hukukumuza girmiştir. 521 sayılı Danıştay Kanununu değiştiren son yasadaki <<İnceleme yasağında, ayrıca reddedilen yargıcın red üzerine verdiği cevap» da kapsam içine alınmıştır. (521 Sayılı DK. 82/4) 
521 Sayılı yürürlükten kaldırılan DK. daki kural, 4.7.1972 t, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 52/3-4 hükmünde aynı biçimde düzenleme görmüştür.) 

III -KURALIN ANLAMI (NORMUN YORUMU) 

I -Genel Olarak : 

Kuralın yasama tekniğine uygun biçimde ve yanında getirdiği sorunları çözücü genelliktc düzenlediği söylenemez. << Kanunlar veciz olmalıdır » (1) : 

a) İdarenin,  << devletin güvenliği ve yüce menfaatleri ile yabancı devletle ilgili belge ve bilgileri, gerekçe göstererek, ibraz dan kaçınması »  kuralının hukuka aykırılığı söylenemeyecektir. Kural, devletin bizatihi varlığının korunması ile ilgilidir. Ne varki sözü geçen « güvenlik, yüksek menfaatler... v.s. » kavramları, geniş kapsamlı olarak yorumlanabilen ve tehlikeli uygulamaları yanında 
getirebilecek yapıdadır. Sorun, hukuka uygun ve saygılı bir yürütmeyle ilgilidir. « Savaş ph'mları » elbette gönderilemeyecektir. Ama bir kamu görevlisinin «disiplin dosyası», yüksek çıkarla da ilgili sayılamayacaktır. Kural, eksik düzenlenmiştir. Özellikle, « dava konusu işlem », ibrazdan kaçınılan « belge ve bilgiye dayalı ise >>, o belge ve bilginin « aleyhe delil olma fonksiyonunun olamayacağı», kuralda yer almalıydı 

(2). Yargı, belgeyi/bilgiyi görüp incelemeden işlemin hukuka uygunluğu denetimini yapamaz. Bu gibi durumlarda işlemin, yasadan doğan ibraz edilmerne nedenine dayalı olarak iptali çözümü yeğlenebilir. 

b) Yasanın 20/4 hükmü, başarılı biçimde kaleme alınmamıştır. Gizlilik alanı (nelerin gizli olduğu objesi) ve gizliliği belirleyecek özne, açıkça düzenlenmemiştir. Örneğin yasanın hazırlık çalışmalarında belli olan 20/3. hükmü ile normatif bağlantı, metinde yeralmamış, yollama kuralı gözden kaçırılmıştır. 

2 - Gizlilik Kavramı : «Giz», Çağatay Lehçe-kökenli olup « keçe » pnlamına gelmektedir. Gizli, « Üzeri keçe ile kaplanan, örtülü, saklı » anlamındadır (3). Gizliliğin fiziksel düzleminden çıkan, başkasına sunulan « obje >> nin gizliliği kalmaz. (Örneğin idare, belgeyi yargıya sunmakla yargıya açık belge, gizlilik niteliğini yitirmiş olur). (4) «Yargıca açık olanın taraf veya vekiline gizli olması», 
gizliliğin doğasına aykırıdır. Sorunumuz özelinde bu yazımızda aşağıda daha da ayrıntıya inilecektir. Ancak söyleyelimki idarenin «gizli damgası vurması», bir belgeyi «gizli>> niteliğine büründürmez. Hukukta «kişilik hakları» (5), «Devletin güvenliği ve yüksek menfaatleri>> (6) ve « Meslek görevleri >> (7) ile ilgili «gizlilik/sır» alanı vardır. Ama idarenin «gizli damgası vurarak gizlilik alanı ihdas etme yetkisi ve tasarruf alanı>> asla yoktur. 
Bu gibi serbest alanlar, yürütmenin savunmadan/hukuktan. kaçma ve bu olumsuzluğu hukuka büründürme çabalarının görünümleridir. (8) 


3 - «Belge inceleme yasağı» kuralının yorumu : Kural, ne teori ve ne uygulama bazında, ayrıntılı biçimde yorumlanmamıştır.. 
Konuya ilişkin tarama ve gözlemlerimiz, «gizli belge» belirlemesinin idareye ait bir hak olduğu ve yargının bu kuralı, ayırımsız uygulaması biçimindedir. Bize göre, kuralın bu içerikte yoru,mu, açık bir hukuksal yanılgı'dır. Bu görüş ve görüşümüz, biraz açılmalıdır: 

a) Kuralın görüşümüze göre anlamı, (yorumu) : Yasanın uygulamaya aktarılacak anlamını ararken, işe «metinden» başlamalı, « Yasama malzemeleri dediğimiz : gerekçe, komisyon görüşü, parlamentodaki görüşmeler >> den yararlanılmalı, «yasanın genel amacına, problemin yapısına ve hukukun çağdaş eğilimlerine uygun objektif değerliğe ulaşmak, temel alınmalıdır.» (9) 

aa) Yasama malzemeleri, yasanın 20/4 hükmünde sözü edilen «gizli belge ve dosyalar'ın, aynı maddenin 20/3 hükmünde sözü edilen belgeler olduğunu «DURAKSAMAYA YER BIRAKMAYACAK AÇIKLIKTA» ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten komisyon başkanı, parlamentoda aynen şu malzemeleri vermektedir :. 

«BAŞKAN-Maddenin üçüncü fıkrasında, « gizli şeyleri vermeyebilir» dedik; dördüncü fıkrada da, « eğer verirse, o takdirde, vekillerine veya taraflara incelettirilmez diyoruz. Hiç de vermeyebilir. Verirse, « gizlidir, bunlar » diyecek tabii... 
« Bu gizlidir, DEVLET SIRRIDIR, tarafiara vermeyin» diye ikaz etmesi lazım ». (10) 

Yasanın anlamı ve gizlilikle ilgili sorunlar demeti çözülürken, yukarda belirtilen komisyon. başkanının görüşü (yasama malzemesi) gözardı edilemeyecek, 
o görüşü aşar biçimde, hukukun çağdaş eğilimlerinin gerisinde kalan bir uygulamaya gidilemeyecektir.


bb) Buna göre : 

-İdareden getirtilen gizli belge/gizli dosya, yasanın 20/3 hükmünde belirtilen « devle.t güvenliği, yüksek menfaat, yabancı devlet » alanları ile ilgili belge ve dosyalardır. 

-Yukardaki alanların dışında kalan «belge ve dosyalar» a idare, « gizli damgası vuramaz ». 

-Yukardaki alanın dışında kaldığı, davanın yapısından açıkça belli durumlarda, üzerinde « gizli damgası » vurulu olsa da, yargı, belgeleri/dosyalan inceletmek zorundadır. Aksi halde, yasama malzemesinden belli yasanın anlamı, açıkça çarpıltılmış olur. 

-Esasen yasanın yazımından da anlaşılabilen 20/3 hükmü ile 20/4 arasındaki bağlantı ve bütünlüğün, metinde açıkça yollama yapılarak pek işlenmemesi, yasama tekniği hatası'dır. Ne varki bu hata, yasama malzemesinden ortaya çıkan anlamın uygulamaya aktarılması ödevini önlemez. Hukukcu, doğru anlamı bulurken yasama malzemelerine bakmak zahmetinden kaçınamaz. 

b) Kuralın uygulamada yerleşik .anlamı (yorumu) : Uygulamada kuralın bu denli analitik yorumu yapılmadığı için, yasanın ilk bakışta çağrıştırdığı anlam yeğlenmek te, davalı veya ilgili idarenin « gizlidir >> damgasını vurduğu belge ve dosya, « tabulaşmak » tadır. 
İdari yargıda söz gelimi bir oda emın (1 1) cezalandırılması ile ilgili « disiplin dosyası » na « GİZLİ KAŞESİ» vurulmuş ise, onu incelemeniz, asla mümkün değildir. Hatta öğretide dahi hazırlık malzemesine inilmediği için, kuralın görünür anlamı ile bağlı kalınmış, « gizlilik gerekçesinin aranması, gizliliğin realiteyle uygunluğu... vb. güvenceler» önerilmiştir (12). Böyle bir anlamlandırma, yasanın sistematiğine de aykırıdır. Yasama « Devlet güvenliği vb. haller için » « Gerekçe gösterme » zorunluğunu öngörmesine karşın (20/3), idarenin 
gizli belgelerinde böyle gerekçenin aranmaması düşünülemez. Belliki yasama organı, 20/3'le ilgili belgelerden söz ettiği için böyle bir koşulu öngörmemiştir. Daha ötesi, ibraz halinde, 20/3'te öngörülen belgeler incelenebilecek, ama « idarenin herhangi önemli olmayan ve fakat gizli dediği belge » incelenemeyecek tir.  

Bu tür bir anlamlandırmanın sistematik bakımdan getirdiği çelişki, doğru anlam bulunarak giderilebilir. Bu da kuşkusuz, yasama malzemesini de dışlamayan birinci görüştür. Yargının gerçeği bulma yönündeki temel değerlik (norm) ile giziilik normunun çatışması halinde ki bu durumda, çatışma vardır-, çözümün her iki değerliğin dengelenmesi ve yargı fonksiyonuna ağırlık tanınması yönündeki düşünce de aynı çözümü getirir (13). Geniş ve denetimsiz gizlilik alanı, yargının işlevine ağır bir darbeden başka bir anlam taşımaz. Üstelik 
bu darbe, yargının yanlış yorumundan kaynaklanırsa, hukuksal karmaşaya düşülmüş, demektir. 

IV -KURALIN ÜST HUKUK ( ANAYASA ) NORMUNA AYKIRILIGI: 

« Gizli belgeyi, taraf ve vekilierine inceletmem » kuralı, Anayasanın çatısma, özüne ve sözüne tamamen aykırıdır. Bu aykırılık, ilgili kurallar ayıracında çok kısa şekilde belirtilecektir : 

1 -Hak/arama özgürlüğü yönünden (Any. Md. 36) : Hak/ arama özgürlüğü, temel haklardandır. «İddia ve savunma hakkı>> nın özünde, dosyayı tümüyle inceleme, belgelerin biçim ve içeriklerini irdeleme, doğruyu öğrenme... olanaklarının sağlanması vardır. « Saklı belge >> hipotezinde hak-arama/özgürlüğünün tanındığım dan söz edilemez (14). 

2 -Temel Hakların sınırlanması yönünden : Temel haklar (bu arada hak/arama öz güdülüğü), Anayasanın l3.cü maddesinde sayılan hallerde, « Anayasanın özüne ve sözüne uygun olarak >> Sınırlanabilir. Sınırlamanın « Demokratik toplum düzeni >> ne aykırı olmaması gerekir (Any. Md. 13/1, 2). 

Doktrin, bu noktada, << Sınırlamanın Ölçülülüğü >> kriteri üzerinde durmakta ,Anayasa Mahkememiz de aynı ölçütü uygulamaya aktarmış bulunmaktadır (l5). Ölçülülük ilkesi, yasaklanan aracın, yasaklanan amacı gerçekleştirmesi için gerekli ve yeterli olmasını, araç-amaç arasındaki ilişkinin oransız bulunmamasını anlatır. Esasen ölçü, eşitlik ilkesi ile keyfiliğin olamazlığı kuralının birbaşka 
görünümüdür. Belgenin davalı idareye ait olması (dava dışındaki başka idari birime ait olmaması) halinde idarenin ve vekilinin bildiği, yargıcın inceleyebildiği belge, yalnızca << Davacı veya vekiline yasaklı» olmaktadır. Görüldüğü gibi burada ne tam-anlamda « Gizlilik >> sağlanmakta ve ne de << yargılama süjeleri yönünden eşitlib oluşmuş olmaktadır. Kuralın, ölçülülük ilkesi karşısında 
tutunur yanı yoktur. Davacı veya vekilinden gizlenen ve fakat karara dayanak olan belge realitesi, perde arkası belli olmayan «sihirli karar>> tamamlamasıyla özdeştir. Çağdaş hukuk, sihirden ve gizden kaynaklanan hukuk değildir. Demokratik toplum düzeni, açıldığı gerekli kılar. İki tarafa açık, bir tarafa saklı. .. gibi çelişki/ Çifte standart, -..,..çıplak mantığın kuruluğunda uygunluk gösterse de hukukun temel esprisine aykırıdır. 

3 -Hukuk Devleti yönünden : Üzerinde yeterince durulmuş bir konunun tekrarını yapacak değilim. Ancak belirtelimki << Yasaların, hukukun temel kurallarına ve Anayasa'ya uygunluğu», « Temel hakların güvenceye alınması'>, « Yargı bağımsızlığı >>; « Hukuk Devleti >> kuralının içlemini oluşturan öğelerdendir. (Any. Md. 2) 16 Yargı, hükme temel alacak belgeyi tarafıara göstermiyor, onların bu konuda << Düşüncelerini alamıyor ise >>, << Eli-kolu bağlanmış 
ise », yargının bağımsızlığından sözetmek, hayli zordur (Any. Md. 138/1). Mahkemeye «açık olanın, tarafa kapalı olması>>, yasayla sağlanan bir 
durum ise, bu yasanın· « Hukuk Devleti » kurumu durdukça - aşındıracağını söylemek, abartma olmayacaktır. 

4 -Yasama tasarrufu ve tekniği yönünden : Yasama organı, yasama tasarrufu nda, özellikle bu tasarrufta kullandığı takdir yetkisinde, Anayasanın özüne ve sözüne uymak zorundadır (Any. Md. 89, ll 1ı, 2). Yasanın, yerleşik temel hukuk birikimine, kamu yararına aykırı olmaması... aranır (17) : 

-Gizliliği belirleme yetkisi, bir yoruma ve yerleşik uygulamaya göre, idarenin tekelindedir. Aynı yorum ve uygulamada, hangi belgelerin gizli olduğu (konuda sınırlama) belli değildir. Giderek idareye, « Her belgeye gizli kaşesi vurmak » keyfiliği tanınmıştır. « Gizli damgası vurma özgürlüğih, bu yorum ve uygulama içinde, « Savunmayı yok etme » özgürlüğüne dönüşmüştür. Bu tür sınırlama, 
yasama tasarrufu Anayasa Kuralına aykırıdır (Any. Md. 89). 

-Her konunun «gizlilik çemberine» sokulması, yasanıa tasarrufunda aranan « Kamu yararına uygunluk >> ölçütüne de terstir. 
<< Tarafa gizli >> belge postulatı, kamuyu değil, belgeyi düzenleyen ve hukuka aykırı olduğu baştan söylenen belgenin ait bulunduğu kamu ajanlarının yararını korumaktadır. << Kişisel yarar », << Kamu yararı>> yalancı elbisesine büründürülmüş olarak karşımızdadır. Örneğin bir disiplin davasma gizli damgası vurulmasının ki uygulama bu yöndedir-açıklanır yanı nerededir? Burada, disiplin soruşturmasını yürüten, yanlı/yansız ceza normunu uygulayan idare görevlisi korunmuş olmuyor mu? Bu dosyanın açıklığı, ülke güvenliği ve yüce çıkarları mı zedeleyecektir? Yoksa .« Ceza kararına katılan ajanların durumlarını mı? » Kuralın « alt-analizde >> hukuka dayanır yanı yoktur. 

V --KURALIN HUKUK BÜTÜNÜNDE YARATTIGI PRATİK ÇELİŞKİLER : 

1 -Diğer yargı kolları yönünden : <<Gizli belgeyi inceleme yasağı», yalnızca idari yargıda geçerlidir. Öbür yargı organlarında, bu yasak uygulanamaz (İYUK. Md. l, 20). Söz gelimi, <<gizli belge>> nin hukuk yargısına herhangi bir nedenle celbi halinde, par exampl. : kişisel kusura dayalı olarak memura karşı açılan tazminat davasında-taraf veya vekilleri, bu belgeyi rahatlıkla inceleyecektir. 

Medeni yargılama hukukunda, dosyaların tarafıara « Açık olması », « Örnek çıkarma », yasayla düzenlenmiş temel ilkelerdir (HMUK. 157, 155) (18). Bir hukuk bütününde, bir yargıda serbest olanın, öbür yargıda yasak olmasının yarattığı çelişkiyi izah edecek mekanizma yoktur. 

2 -İtiraz hakkı yönünden : Hükme dayanak kılınacak kanıta (tanık anlatımı, diğer belgelere) karşı davada taraf olanın «itiraz»da bulunması, yargılamanın kurucu öğesidir. Örneğin belgenin sahteliği, siyasal veya kişisel nedene dayalı olduğu itirazı ileri sürülemiyor ise ,artık «Savunma ve hukukı>'tan sözetmek, hukuk marjında olanaksızdır. 

3 -Hüküm ipotezi yönünden Hüküm, -olabildiğince olay/ gerçek dünyasına uygun biçimde-hukuk yapısında tartışmayı bitiren « Son-Söz» dür. « Son-söz »ün tartışılmaz kapsam ve bütünlükte olması gerekir. « Gizli Belge>>'ye gömülü hüküm, « Tartışılmaz, hüküm değildir. Bilakis, üzerinde şüphe bulutlarını atamamış ve « Son-Söz » olamamış yargı kurgusudur. 

a) Hüküm diyalektiği yönünden : Yargı, yalnızca oluşturduğu " karar » dan ibaret-değildir. Hakim, oluşturacağı kararda, delil değerlendirmesinde, <' tarafların sözünü » gözetmek durumundadır. « Gizli belge >> kıskacında, tarafların dillerine « Anahtar vurulmuş işte, bu anahtar, aslında mahkeme kapısına vurulmuş demektir. « Sahte belge », « yanlı belge » tehlikesini ortadan kaldıracak bir yolu, bu düzlemde bulamayız. Giderek idare, « Hakime güveniyor », << tarafa ve daha ötesi, yine kamu görevini gören AVUKATA (19) » 
güvenemiyor. Böylesi bir güven krizinin «yasayla ekilmiş olmasının» hukuksal anlamı bulunamaz. İbraz edilmemesine, bir ölçüde evet... Ama ibraz edilmiş belgenin hakime açık, tarafa ve avukatına kapalı olmasına ASLA EVET DEGİL.» 

b) Gerekçe yönünden : Hakim, hükmüne temel kıldığı kanıtları, olayı hukuk düzleminde değerlendirmek zorundadır. İşte bu değerlik, hukukta <<gerekçe» adını alır. Bütün mahkeme kararlarının «gerekçeli olması» zorunludur (An. Md. 141/3). Gerekçesi olmayan karar, karar değildir. Gerekçe, hükmün kurucu öğesidir (HUMK. 288/3. İYUK. 31, 28). 

aa) Mahkeme, gerekçede <<gizli denen delili>> değerlendirmek zorundadır. Aksi halde karar, gerekçesiz olacaktır. Gerekçesiz karar, oluşmamış karar gibidir. (Yokluk) 

bb) Ancak mahkeme, << Gerekçedc belgeyi değerlendirince», gizlilik ortadan kalkacaktır. Gizli olan, << belgenin kağıdı (parşömeni)» değil, « belgedeki anlam, >'dır. Mahkeme, eğer gizliliğe tam-uyacak ise, bu belgeden sözetmemek, yani gerekçesiz karar oluşturmak zorundadır. Sözederse, yasanın << Gizlilik normu »'nu aşacaktır. Hakim, her iki davranışta da «hukuku çiğnemiş olacak >>'tır. Aynı nitelikle (her ikisi özel) buyurucu ve birbirine zıt iki kuralın uygulanması. .. teknik olarak imkansızdır. Yasa koyucunun yarattığı bu 
(Çelişki, hukukumuz bakımından üzerinde eserler yazılacak, sanat yapıtiarına konu Diacak malzeme değerindedir (20). 

VI -DREYFUS ÖRNEGİ : 

«Gizli belge>> uygulamasını, vargılama tarihinde hayli eskilerde görmekteyiz. Çağdaş hukukun ayıkladıgı yasaksız (açık) uygulamaya geçişte « Dreyfus>> 
aleıyı önemli bir dama taşıdır (21). Yüzbaşı Dreyfus, mahkemenin bilgisine sunulmuş « Gizli belgeyle >> mahküm olmuştur. Sahteliği ileri sürülen 
bu belgeyle yargılanma olayı, Fransız basınında, E. Zola tarafından dile getirildi. Parlamentoya intikal etti. Yanlışlık, «afla» düzeltilebildi ve «gizli belge» uygulamasından vazgeçildi. Dreyfus'u, nihai karar verme aşamasında başkanın diyeceğini sorması üzerine verdiği cevap şudur: (olay tarihinde yazınımıza çevrilmiş dile dokunulmadan, aynen aktarılmıştır) << Yalnız birşey söyleyeceğim  Memleketin ve heyet-i askeriyyenin huzurunda masum olduğumu temin ederim. Ancak namımı lekeden kurtarmak, evlatlarımıp taşıdığı ismi namussuzluktan tahlisetmek maksadıyla tam beş sene en müthiş işkence ve azaplan çektim. İstikamet ve adaletiniz sayesinde eminimki bu maksada vasıl olacağım» (22) 
(Suç : casusluk; karar: oyçokluğuyla mahkumiyet). 

Avrupa Topluluğu Hukukuna girmeye ramak kalmış bir ülkenin hukukunda, böylesi bir kuralın halen yaşıyor olması, büyük talihsizliktir. 

VII --ÇÖZÜM ÖNERİLERi 

Kuralın hukuk bütününde yolaçtığı çarpık sonuçlann giderilmesi yönünde düşünce ve çareler üretmek gerekir. Bize göre, bu bakımdan hatıra-akla gelecek öneriler, aşağıda belirtilmiştir : , 

1 -Yasama tasarrufu : Kural, yasa koyucu tarafından konmuştur. Avrupa Topluluk Hukukuna girilmeye çalışıldığı şu dönemde, böylesi kuralın pozitif hukukta yer alması, -bunu bırakınız mutlak olarak yer alması açıklanamaz. Kuralın ve benzeri kuralların hukuk metinlerinden ayıklanması, sorunun yeniden düzenlenmesi, düzenlemede, ileri sürülen eleştirilerin gözardı edilmemesi ve 
hele. « sunulu belgenin davanın taraf veya vekillerinden gizlenmesi >> yolunun asla seçilmemesi... gerekir. 

2 -Uygulayıcının kuralı doğru yorumlaması : Bu yazıda da acıkça ortaya konduğu gibi, inceleme yasağı (gizlilik alanı), yasanın 20/3 kuralında belirtilen << Devlet güvenliği, yüce çıkarlar, yabancı devlet ilişkisi >> bazıyla sınırlıdır. Bu husus, yasanın hazırlık çalışımında ki metinlerden (başlanım açıklamasından) bellidir. Yasanın yapısından da anlaşılan bu sımrlaıı.ıayı, «idarellin gizli damgası 
vurduğu her türlü belgeye» kadar genişletmek, pozitif hukukumuza rağmen, hukuk uygulayıcısının (idarenin ve yargının) yorum hatasıdır. Bu hatadan dönülerek, uygulamayı «düzenlemede belli dar alana» indirmek gerekir. Hukuk içinde mevcut bu çarenin idari yargıda uyarlanmaması, tipik hukuka aykırı yargısal uygulamayla özdeştir. Hukukun yargı organı tarafından çiğnenmesinin 
dayanak ve mantığını aç1klamak, imkfnısıza yakın zorluktadır. 

3 --Anayasa kuralının doğrudan uygulanarak « yasağın aşılması » sorunu : 

a) Anayasanın geçici 15/3 maddesinin anlamı İdari Yargı Usulü Yasasının Anayasaya aykırılığı, çıkarıldığı dönem itibarı ile ileri sürülememekte dir. Anayasaya aykırılığın ileri sürülememesi, o normun değerlik itibanyla « Anayasa Normuna >> yükseltilmesi demektir. Anayasa hukukçularına hayli yabancı ve belki de mantıksız gelecek şu düşünceyi ortaya atmak isterim : Biri, referandumdan geçmiş, öbürü parlementoda oluşmuş iki kural var. Birincisi, doğrudan Anayasa kuralı.. öbürü, Anayasaya aykırılıgı  ileri sürülemeyen, 
Anayasa düzeyinde korunmaya alınmış kural. Hak/arama yolu Anayasa Kuralı (Md. 36), yapısında «gizli belgeyi inceleme yasağını içermiyor. Anavasal kon.ınmaya alınan kural (İYUK. 20/4) ise, «gizli belgeyi inceleme yasa[Yı, getiriyor. Çatışan bu iki kuraldan, elbetteki referandumla oluşmuş, sosyolojik tabanı olan hak arama kuralı yeğlenmelidir Eş değerlikli çatışan kuralın her ikisi 
uygulanamayacağına göre, çağdaş hukuk eğilimlerine, adalet ve hak düşüncesine uygun olanını seçmek, kaçınılmazdır. 

b) Anayasa kuralının yatay uygulanma~ı : Anayasaya aykırılığı açık bir hukuk kuralı karşısında hakim, doğrudan Anayasa normunu Uygulamalıdır. Anayasa normu, << yargıyı » da bağlar. Yargı: « ... Anayasa'ya göre.. » karar verir (Any. Md. ll /1, 138). Anavasa hukukunda çığır açacak düzeyde olan, « Anayasa Normunun Yatay Uygulanması » görüşü, Anayasaya Aykırılığı açık hukuk kuralları objesinde !) Önemli bir gelişim evresidir (23). Yazımızın boyutlarını aşan bu görüşün ayrıntıları, yollamamız da gösteren kaynaklar aracılığıyla 
meraklılarınca gözlenebilir. Olayımız açısından, Any. 36 kuralı gereği dosyadaki her türlü belge incelenebilecektir. 

VIII -SONUÇ : 

1 -İYUK. 20/3'te yeralan «istenen bilgi ve belgelerin devletin güvenliği, yüksek menfaatleri veya bunlarla birlikte yabancı devletlerle alakası olması hidinde, Başbakan veya bakanın gerekçe göstererek ibrazdan kaçınması>> kuralı, eksik düzenlenmiştir. Şu anlamdaki «İbrazdan kaçınılan bilgi ve belgelerin davada taraf olanının aleyhine sonuç doğurmaması gerekir.>> Anayasa Mahkemesinin 
Kuruluş ve Yargılama Lisülleri Hakkındaki Yasada yeralan bu yönlü tamamlayıcı kural, İYUK. 20/3'e eklenmelidir. Öte yandan <<güvenlik ve benzeri kavramların >> olabildiğince sınırlandırılması, ibrazdaki. kaçınma gerekçesi nin uygunluğunun yargıca denetimi gerekir. 

2 -İYUK. Md. 20/4'te yeralan «ibraz edilen belgelerin taraf ve vekilierine incelettiril memesi » yasağı, yine aynı yasanın 20/3' de yer alan << Devletin Güvenliği, yüksek menfaatleri, bunlarla birlikte yabancı devleti" ilgilendiren konularla sınırlıdır. Bunların dışında, dairenin başka herhangi tür bilgi ve belgeye « gizlilik kaydı >> koyması mümkün değildir. Bu sonuca, yasanın sistematiğinden ve yasama malze'mesinden (parlamentoda komisyon boşkanının wtanağa geçen açıklamalarmdan) varmaktayız. Uygulamada, davalı veya 
ilgili idarenin, yukarıda sözüedilen konuların dışmda kalan belgelere << gizli damgası >> vurması ve idari yargının bu gibi hallerde «inceleme yasağını >> varsayması, pozitif hukukumuza aykırıdır. İdari yargının, yaygın biçimde ve savunma hakkım ağır şekilde kısıtlayıcı olan bu uygulamasından dönmesi gerekir. 

3 -Mahkemeye ibraz edilen << Belgelere gizlilik kaydı düşmek ve taraf ya da avukatlarına incc]etmemeb>, hukuki açıdan açıklanabilir bir durum değildir. Mahkemeye cibraz edildikten sonra, üstelik hakimin incelemesine açık>> belgeye, inceleme yasağı konamaz. 
Kural, bu yönüyle yargılama hukukunda erişilen çağdaş düzeye, Anayasadaki «hak/arama özgürlüğüne, temel hakların sınırlanması kurallarına, Hukuk Devleti ilkesi ile yasama tekniklerine» tamamen aykırıdır (An. Md. 36, 13/1-2, 89, 2). Yasak, hüküm oluşturma ve gerekçe tekniği yönünden de giderilmesi olanaksız hukuksal çelişki yaratmaktadır (Yargıç dayandığı delili, gerekçede tartışmak 
zorundadır. Böyle bir tartışma, gizliliği açığa çıkaracaktır... ). Hakimin, hükme temel aldığı belge ve doneler de tarafların görüşlerini alamaması (veya almaması), savunmasız ve bağımlı yargı nitelemesini haklı olarak çağrıştırır. 

4 -Yasağın yarattığı hukuksal çıkmazdan kurtulunmanın tartışmasız yolu, yasama organının konuya elatmasıdır. Böyle bir kuralın hukuk dünyamızda yer alması, talihsizliktir. AT'na( Avrupa Topluluğu)  ramak kalmış dönemde hükmü yürürlükten kaldırmak, yalnızca hukuksal değil, aynı zamanda moral görevdir. 

Anayasaya aykırılığı, yine bir Anayasa Kuralı gereği ileri sürülemeyen hükmün (Any. Md. Geçic;i, 15/3) yukardaki yolun dışında ayıklanması hayli güç görünmektedir. Diğer çözüm, Anayasa Kuralları yargıyı da bağlarlığına (Md. 11/1), kararın « ...Anayasa'ya göre ... , verilmek gerekçesine göre, bu gibi durumlarda konuyu düzenleyen Anayasa Kuralının doğrudan (yatay) uygulanması yönündedir. Böylelikle, « İnceleme yasağı » yasa hükmü, hak arama ve savunma serbestisi Anayasa Kuralı ile (md. 36) doğrudan aşılacaktır. 


DİPNOTLAR;


(1)  « İmperatoria brevtas ». M.P. Fabreguettes, Adalet Mantığı ve Hükmü Verme Sanatı, Ankara. 1945. Shf. 41; Dr. Zeki Hafızoğulları, Ceza Normu, 
Ankara 1987. Shf. 286 ve civ. Dr. Erdoğan Teziç, Türkiye'de 1961 Anayasasına Göre Kanun Kavramı, İstanbul. 1972. Shf. 126 ve civ. 

(2)  Gerek 1962 t, 44 sayılı (yürürlükten kaldırılmış) ve gerekse haJen yürürlükte bulunan 1983 t, 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve 
Yargılama Usülleri Hakkındaki yasada, <<... bir sırrın verilmemesi halinde, bu sırla alakah hususlar, aleyhte delil teşkil etmez...>> hükmü yeralmaktadır. (44 SK. Md. 40/6; 2949 SK. Md. 43/6). Bu hüküm, soruna oldukça gerçekçi ve adalet idesine uygun nitelik taşımaktadır. 

(3)  Hüseyin Kazım Kadri, Türk Lügati, Türk Dillerinin İştikakı ve Edebi Lügatieri (TDK yayın), İstanbuL 1945. Shf.242-243. 

(4)  Bu konudaki atasözleri, anlamlıdır: <<gözlüye gizli yoktur» (Prof. Ömer Asım Aksoy, Atasözleri, Ankara. 1971. Shf. I/246. no : 1308); <<Gizli boğaya 
gelen aşıklar doğurur» (Türk Atasözleri, (Milli Kütüphane Genel Müdürlüğünce hazırlanmıştır) İstanbul, 1971. Shf. 192. no: 5180.) 

(5)  Anayasa, Md. 20/1, 2. MK. 23. Dr. Ahmet Kılıçoğlu, Sorumluluk Açısından Basın Özgürlüğünün Özel Hukuktaki Yeri (Yargıtay Dergisi, 1987, 1-2. Shf. 88 vd.). Prof. Aydm Zevkliler, Kişiler Hukuku/Gerçek Kişiler. Ankara. 1981. Shf. 290. 

(6)  İYUK. Md. 20/3, 2 nolu dipnottaki yasa hükümleri. 

(7)  Ahmet İyimaya, Avukatlıkta Özen Borcu. ABD. 1986, 2, Shf. 188 vd. Av. K. Md. 36/1, TCK. Md. 198. H'MUK. Md. 241. CMUK. Md. 48. Meslek 
Kuralları, Md. 37/a-b. 

(8) Yazıımza esin kaynağı olan örnek olayda, Devlet Tiyatro Sanatçısının Disiplin Cezasına yönelik iptal davasında, <<disiplin dosyasına gizli damgası 
vurulması» üzerine mahkemece belgeler, bize incelettirilmemiştir. 

(9) Prof. Vecdi Aral, Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine, İstanbul, 1975. Shf. 192 vd. Prof. Necip BÜge, Hukuk Başlangıcı, Ankara. 1977. Slif. 275 vd. 
Prof. Tahsin Bekir Balta, İdare Hukukuna Giriş, Ankara. 1970. Shf. 137 vd. Prof. Schwar.tz (Prof. H. Veldet Velidedeoğlu çevr.), Medeni Hukuka 
Giriş, Ank. 1964. Shf. 48. 

(10) Milli Güvenlik Konseyi Tutanak Dergisi, cilt : 6. Shf. 22-23. 

(11) << Üdacı örneği, hizmetin düzeyi ve gizlilik gerektirmezliği bazında verilmiştir. Yoksa mesleğin « süjesi » nin insan değerinde kutsallığı açıktır. 

(12) Kazım Yenice-Yüksel Esin, İdari Yargılama Hukuku, Ankara. 1983. Shf. 544 vd. Erçetin Yorgancıoğlu ,Danıştay YaDgılama Usulünde Re'sen İnceleme Yetkisi İdare Hukuku ve İdari Yargı ile ilgili incelemeler, C. 1. Shf. 246 ve civ. 

(13) Prof. Güran, Yürütmenin Açıklamama imtiyazı, Sıddık Sami Onar Armağanı, İstanbul, 1977. Shf. 369 vd. 

(14) Any. Mahkemesi, bir kararında aynen şöyle demektedir : « Savunma hakkı kisilerin en kutsa-l temel haklanndandır. Bu hakkın herhangi bir şekilde sınırlandırılmasının kişinin savunma hakkından yoksun bırakılması gibi bir sonuç doğuracağından şüphe edilmez. >> (Any. Md<< 26.6.1963 t, 197/166-E/K). Dr. Server Tanilli, Devlet ve Demokrasi, Istanbul. 1981. Shf. 576. Prof. Erem, Ceza Usulü Hukuku, Ankara, 1970. Shf. 182. Prof. Nunıllah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, İstanbul. 1974. Shf. 312. 

(15) Dr. Fazıl Sağlam, Temel Hakların Sınırlanması ve Özü. Ankara. 1982. Shf. 117. Prof. Ergün Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara 1986. Shf. 86 ve civ. 

(16) Prof. Erem, age. 1986 Bas. Shf. 28 vd. Prof. Mehmet Akad, Teori ve Uygulama Açısından 1961 Anayasasının 10. maddesi, İstanbul. 1984. 
Shf. 126 vd. Prof. Mümtaz Soysal, Anayasanın Anlamı, Ankara. 1986. Shf. 243 vd. Prof. Özbudun, age. Shf. 94. Prof. Sıddık Sami Onar, İdare Hukuku. 1942. Shf. 103 · 112. 

(17) Prof. Metin Kıratlı, Anayasa Yargısında Somut Norm Denetimi, Ankara. 1966. Shf. 166 ve civ.; Dr. Teziç, age. 43.; Prof. Balta, age. 63.; Prof. Turan 
Güneş, Türk Pozitif Hukunda Yürlitme Organının Düzenleyici İşlemleri. Ankara. 1965. Shf. 40 vd. Any. M.K. 1965 t, 18/53 (AMKD. 1965/5, Shf. 108) ıo7 

(18) Av. K. 46/II, III. CMUK. 143/1. Prof. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Ankara. 1979. Shf. l/124. Prof. Saiın Üstündağ, Medeni Yargılama 
Hukuku. İstanbul. 1984. Shf. I/220 vd. 

(19) Av. K. Md. 1/L İyinı:-ıya, ag. ine. Shf. 181 vd. 

(20) Prof. Baki Kuru, age. Shf. II/2094-2097, V /4547-4548. 

(21) 1984 yılındaki Dreyfus-Adil.let olayı, hemen o yıl Türk yazınma geçmiştir. İkdam Gazetesi muharrirleri Ali Reşat ve İsmail Hakkı, « Dresfus Meselesi 
ve Esbab-ı Hafiyyesi» adlı, 420 sayfalık çok değerli eser oluşturmuşlardır. (Bu eserin yeni harflerimize sadeleştirilerek çevrilmesi, kültür dünyamız için kazanç olacaktır.) Olayın basındaki yankıları üzerine parlamento görüşmelerinde, Clemenceau'nun konuşması anlamlıdır : «Gizli belge»... «Bunun ne demek olduğumı biliyor musunuz? Bu, bir insanın ondan gizlenen bir belgeye dayanılarak yargılanması, mahkum edilmesi; kendisinin, karısının, çocuklarının, ona yakın herkesin şerefsizliğine hüküm giymesi demektir. Baylar, içinizden hanginiz bu koşullar altında mahkumiyete isyan etmezsiniz? Biçim, gerçeğe yeğlenmemelidir. Yurt, yalnızca toprak parçası değildir: aynı zamanda, düşünceleri ne olursa olsun, dost olsun, düşman olsun, bütün insanların birleştiği <<ADALET VATAN»dır. Bu, herkesin ısınd1ğı ocak, güvenlik, herkes için eşit olan adalettir. Adaletin olmadığı bir vatan düşünülemez>> (Prof. Erem, Avukattan Evrak Saklamak, ABD. 1976/3. Shf. 363.) 

(22) Ali Reşat-İsmail Hakkı, age. Shf. 146. 110 

(23) Prof. E.R. Hirsch, Anayasanın Özel Hukuk Kurallarına Etkileri, Türk Hukuk Kongresi (Bildiriler). Ankara. Shf. 7 vd.; Dr. Sarper Süzek, İşGüvenliği 
Hukuku, Ankara, 1985. Shf. 45 vd.; Dr. Bülent Tanör, Anayasa Hukukunda Sosyal Haklar, İstanbuL 1978. Shf. 249 vd.; Dr. Recai Seçkin, Anayasa Mahkemesinden Başka Mahkemelerin Anayasayı Uygulamaları Yargıtay 100. Yıl Armağanı, İstanbul, 1968. Shf. 144 vd.; Prof. İlhan Arsel, Türk Anayasa Hukukunun Umumi Esasları, Ankara. 1965. Shf. 152. (dipnot: 189). Karşı görüş için, bkz. Prof. Onar,-age. Shf. 214 vd. Değişik görüş için, bkz. Dr. Teziç. age. Shf. 124. 

http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m1988-19881-1087

****