31 Aralık 2017 Pazar

Mahalleye Hoş Geldin,

Mahalleye Hoş Geldin,


Orta Doğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi
Şanlı Bahadır Koç,**
02 Haziran 2010 Çarşamba
“Mahalleye Hoş Geldin”:Türkiye’nin Orta Doğu’da İlk Günü - Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ,*

* 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı
** 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkan yardımcısı


İsrail AKP iktidardayken Türkiye ile ilişkilerin iflah olmayacağına, Ankara’ya karşı alttan almanın anlamsızlığına ve Türkiye’ye karşı böyle bir operasyonda bulunmakla ikili ilişkiler açısından pek bir şey kaybetmeyeceğine ikna olmuş olabilir.

İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere Akdeniz'de İsrail/Filistin kıyılarından 70 mil açıkta gerçekleştirdiği ağır askeri saldırı devletler hukukunun çok boyutlu ihlalidir. İsrail Ordusu bu saldırı ile uluslararası sularda seyreden sivil gemilere yönelik bir korsanlık eylemi gerçekleştirmiştir. İsrail Ordusu'nun devletler hukuku açısından ikinci ihlali silahsız sivillerin üzerine uyarısız ateş açılmasıdır. 
Bu olay İsrail'in komşuları ile barış içinde yaşamasının ne kadar ne kadar zor olduğunu bir kez daha göstermektedir. İsrail, Türkiye'den farklı olarak, caydırıcılığa çok önem veren bir ülkedir. Ama bazen bu olayda olduğu gibi bunu abartabilmekte dir. Guardian gazetesinin 1 Haziran 2010 tarihli başyazısında da belirtildiği gibi, "bu eylemi Somalili korsanlar gerçekleştirmiş olsa NATO kuvvetleri anında bölgeye yönelirdi. Operasyonu yapan İsrail devleti olsa bile belki NATO yine de bölgeye gitmelidir." 

Bu eylemlerin devlet sorumluluğu taşıyan bir yapı tarafından yapılmış olmasının makul şekilde izah edilmesi kolay değildir. Operasyonun başındaki ismin İsrail kabinesinin sözde en az şahin üyelerinden Savunma Bakanı Ehud Barak olduğunu düşünürsek İsrail'deki "durumun vahameti" daha net ortaya çıkmaktadır. Zaten İsrail'i de normal bir devlet olarak kabul etmek mümkün değildir. Tevrat'a göre davrandığını düşünen ve savaş halinde olan bir devlet ve toplumu normal standartlarla değerlendirmek yanlıştır. 

Burada İsrail'in bu eylemi gerçekleştirmesinin "Tel Aviv açısından makul nedenleri", muhtemel sonuçları ve Türkiye'nin vermesi gereken cevap tartışılacaktır. 31 Mayıs 2010, Türkiye'nin 30 Kasım 1918'den bu yana Orta Doğu'da geçirdiği ilk gündür. İsrail, Türkiye'ye Akdeniz açıklarında "Mahalleye hoş geldin" partisi vermiştir. Artık sınırlarını biraz da ABD'de son aylarda hakim olan İsrail eleştirisel havanın çizdiği Ankara'daki anti-İsrail politikası gerilerde kalmış, yeni bir aşamaya geçilmiştir. "Sıfır sorun" paradigması iflas ederken, Türkiye kendisini çok yeni kurallara hazırlamak zorundadır. Yeni kuralların sadece Orta Doğu'da değil, Yahudi lobisinin güçlü olduğu her yerde uygulanacağı unutulmamalıdır.

Dünya ve Türkiye Böyle Bir Eylemi Beklemiyordu

İsrail, Gazze'ye hareket eden bu filoya müdahale edeceğini önceden duyurmuştur. Ancak son günlere kadar İsrail kabinesi içinde filoya bir jest yaparak Gazze limanına ulaşmasına izin verilmesini savunan seslerin de olması ve İsrail basınında kontrolsüz bir askeri müdahalenin yapılabilecek en aptalca şey olacağına dair eleştiriler müdahalenin düşük profilli olacağını düşündürmüştür. 

Yardım operasyonunu düzenleyen kuruluşların koordinatörü ve IHH başkanı Bülent Yıldırım, İsrail Ordusu'nun baskının başlamasından hemen sonra televizyonlara yaptığı açıklamada "sessiz operasyon düzenleneceğini düşündüklerini" açıklamıştır. Bu açıklama dolaylı da olsa bazı temasların yapıldığını veya güvenilir kaynaklardan İsrail'in böyle davranacağına dair bilgi geldiğini düşündürmektedir. Ancak beklenen olmamış, İsrail Ordusu gerçekleştirilebilecek en sert ve hukuk dışı baskınla bütün dünyayı şaşırtmıştır.
İsrail, devletler hukukunu açık şekilde ihlal eden ve uluslararası bir krize yol açan bu eylemini ve eylemin sonuçlarını planlayarak ve öngörüler geliştirdikten sonra gerçekleştirmiştir. Diğer bir ifade ile operasyon, kendiliğinden gelişen, kontrol dışına çıkan, amacı aşan bir eylem değildir. İsrail'deki karar alıcılar, bir yandan "bırakalım geçsinler" ve diğer yanda "en sert şekilde saldırı" seçenekleri arasında neden en sert saldırı seçeneğini seçmişlerdir?

İsrail Neden En Sert Yola Başvurdu?

İsrailli hükümetinin subjektif de olsa herhangi bir rasyonel temele oturtmadan ve en azından kendilerine bunu izah etmeden böyle bir eylemi gerçekleştirmiş olma ihtimali çok yüksek değildir. İsrail eylemini "dengesiz Yahudilerin" serserice eylemi olarak nitelendirmek İsrail karar alma mekanizmasını yanlış şekilde değerlendirmek olacaktır. İsrail hükümeti yanlış bir karar almış olsa dahi bunu bazı ön kabul ve beklentiler ile yapmıştır. Tel Aviv, böyle bir eylemi düzenlerken benimsediği ön kabuller ve beklentiler çerçevesinde şu mesajları vermek istemiş ve düşünmüş olabilir: 

a) Operasyonun Türkiye'ye mesaj boyutu olduğu açıktır. İsrail AKP iktidardayken Türkiye ile ilişkilerin iflah olmayacağına, Ankara'ya karşı alttan almanın anlamsızlığına ve Türkiye'ye karşı böyle bir operasyonda bulunmakla ikili ilişkiler açısından pek bir şey kaybetmeyeceğine ikna olmuş olabilir. Bundan dolayı Tel Aviv Türkiye ile İsrail ilişkilerini kopararak yeni bir aşamaya taşıma kararını vermiş olabilir. Türkiye artık İsrail tarafından dost bir ülke olarak görülmemektedir. Tel Aviv, böylece Orta Doğu denkleminde ortaya çıkacak yeni durumu ve dengeleri göğüslemeye kararlıdır.

b) AKP iktidarını ve Türkiye'yi etkisiz, İsrail eylemine cevap veremeyecek duruma düşürmek hedeflenmiştir. İsrail, muhtemelen, Ankara'ya "benimle uğraşma, zararlı çıkarsın" demekte ve belki de AKP'nin içerideki prestijine bir "çizik atmayı" ummaktadır. Bir ihtimal Orta Doğu'ya "işte bakın çok beğendiğiniz Türkiye'ye vuruyorum ama bağırıp çağırmak dışında yapabildiği pek bir şey yok" denmek de isteniyor olabilir. 

c)İsrail, Türkiye'yi denetimsiz bir şekilde Orta Doğu'ya sürüklemeyi istiyor olabilir. Ne yazık ki, Türkiye Orta Doğu bölgesini yeterince tanımamaktadır. Güvenlik, istihbarat ve dışişleri bürokrasisi Orta Doğu dosyasına hakim olmadığı gibi Türk akademisi de konunun üstesinden gelebilecek donanıma sahip değildir. 

d)Türkiye'nin ABD ve Avrupa'da kontrol dışı sürekli sorun yaratan bir ülke olarak algılanmasını sağlamak.

e)AB'nin Türkiye'nin istediği tepkiyi vermeyeceğinden hareket ederek, Türkiye-AB özellikle de AKP-AB ilişkilerinin bozulması sürecini tetiklemek.

f)İsrail, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin İran'dan ötürü bozuk olduğu bir süreçte, Washington'un İsrail eylemine sert tepki vermeyeceğini hesaplamış, bununla da Türk-Amerikan ilişkilerini daha da sıkıntıya sokmak istemiş olabilir.

g)Dünyaya ablukayı deldirmeyeceği mesajını en sert şekilde vermek ve bundan sonra eylem düşünenleri en sert şekilde uyarmak.

h)Orta Doğu'da genel tansiyonun yükseldiği bir süreçte ABD'nin Filistinliler ile İsrail arasında sürdürdüğü dolaylı görüşmeler sürecinde Washington'un kendi planını açıklayarak İsrail'i sıkıntıya sokmasını engellemek.

l)Ve son olarak Cenin ve Şatilla katliamlarını yapmış ve aşmış olan İsrail bu krizi de uluslararası medyadaki Yahudi etkisi ve bu meselelerdeki üstün 'maharetiyle' aşabileceğine inanmış olabilir.

"Ablukayı Deldirmem"

İsrail, Hamas'ı dize getirmek, kendisine yönelik saldırıların cezasız kalmayacağını kanıtlamaya devam etmek ve böylelikle caydırıcılığını tahkim etmek, Filistinliler ve onlara sempati duyanlarla Mısır arasında abluka nedeniyle çatışma yaratmak, üçüncü tarafların bu filo gibi "oldu-bittilerine pabuç bırakmayacağını" göstermek, ablukanın devamı vasıtasıyla kendisine karşı daha yumuşak olan Batı Şeria'daki El Fetih liderlerinin ekonomik performansı ile Hamas'ınki arasında uçurum yaratarak Hamas'a yönelik halk desteğini azaltmak ve örgütü denklemden çıkarmak, ambargonun delinmesi halinde kendisine saldırılmasına imkan sağlayacak malların Gazze'ye girmesini engellemek istediği ve belki de "Filistinlileri tam da insan olarak görmeyen" ırkçı bir yaklaşımla ablukanın insani maliyetine kayıtsız olduğu için ablukanın delinmesini engellemektedir. İsrail ayrıca filonun ablukayı delmesi halinde bundan büyük "prestij rantı" yiyeceğini düşündüğü Türkiye ve AKP Hükümeti'ne bu "zaferi tattırmak" istememiş de olabilir. 

Ablukanın haksız, kanunsuz ve sürdürülemez olduğu açıktır. "Kolektif cezalandırma" yasadışı ve ahlak dışıdır. BM'ye göre Gazze'deki evlerin % 60'ına yeterli gıda girmemektedir. Hamas, tüm eksiklik, kusur, kabahat ve suçlarına rağmen Gazze'nin seçilmiş hükümeti ve olası bir barışın vazgeçilmez unsurudur. Örgüt Filistin toplumunun çok önemli bir kısmının desteğine sahiptir. Onun üzerinden tüm Gazze halkını cezalandırmanın siyasi olarak örgütü zayıflattığı da tartışmalıdır. 

Abluka çok muhtemelen Hamas'ın Gazze'deki kontrol ve desteğini arttırmaktadır. Hamas'a yönelik uluslararası izolasyonun da kırılmak üzere olduğu söylenebilir. Bu konuda ilk adımı atan Türkiye'yi Rusya'dan sonra bazı Avrupa ülkelerinin izleyeceği anlaşılmaktadır. Bu son operasyonun bu süreci hızlandırması sürpriz olmaz. Bu olaydan sonra, çok uzun olmayan bir süre içinde lider değişikliği yaşama ihtimali yüksek olan Mısır'ın kendi kamuoyunun tepkisini göz ardı ederek İsrail ile Gazze'nin izolasyonu konusunda işbirliğini sürdürmesi daha da zor olacaktır. Bu operasyondan sonra İsrail'in ablukayı sürdürmesinin diplomatik ve psikolojik maliyeti artacaktır. 

BM'nin İsrail'i kınaması ve "Gazze'deki durumun artık sürdürülebilir olmadığını" dile getirerek Güvenlik Konseyi'nin 2008'de aldığı 1850 ve 2009'da aldığı 1860 sayılı İsrail'in Gazze'den tamamen çekilmesini, gıda, yakıt ve tıbbi malzeme dahil olmak üzere insani yardımların engellenmeden dağıtılmasını öngören ve sevkiyat koridorlarının açılmasını isteyen kararlarını tekrar gündeme getirmesi, İsrail'in içine girdiği sıkıntılı durumu göstermektedir. Keza Mısır'ın Gazze kapısını 1 Haziran'da açması İsrail'in abluka politikasına indirilmiş bir darbedir.

Türkiye Nerede Yanlış Yaptı?

AKP Hükümeti Tel Aviv'in böyle bir tepki vereceğini öngörememiştir. AKP Hükümeti, İsrail'i küresel boyutlu halkla ilişkiler açısından çok kötü bir şekilde köşeye sıkıştırmış olduğu düşüncesinin rehavetine kapılmıştır. Yardım heyeti başkanı Bülent Yıldırım'ın beklediği sessiz operasyonu Ankara'da hükümetin de beklediği anlaşılmaktadır. Bu beklenti bir süreden beri Türk dış politikasına hakim olan "sonsuz iyimserlik" yaklaşımının da bir sonucu olarak algılanmalıdır. 
Oysa söz konusu İsrail olunca yapılması gereken her şeye hazırlıklı olunmalıdır. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin son durumu göz önünde tutulduğunda Ankara her şeye hazırlıklı olmak zorundaydı. Çünkü İsrail bir süreden bu yana Türkiye'yi dost olarak algılamamakta ve Ankara'nın kendisini küçük düşürdüğünü düşünmektedir. 

Gazze'ye yardım operasyonu başlamadan önce AKP Hükümeti bu yardımı yapacak olan sivil toplum örgütlerine daha yoğun bir danışmanlık yapmalıydı. 35 ülkeden temsilcilerin katıldığı bu yardım operasyonu için dünya kamuoyu daha iyi hazırlanmalıydı. Birleşmiş Millet, Avrupa Birliği, Arap Ligi bu sürecin parçası haline getirilmeliydi. Mısır ve Ürdün bu sürece daha iyi hazırlanmalıydılar.
Yardım operasyonu bir Türk operasyonu gibi değil, küresel operasyon olarak sergilenmeliydi. Dünya medyasının gerek yardım operasyonu öncesinde gerek gemiler Gazze'ye hareket ettikten sonra yardım operasyonunun içinde olması sağlanmalıydı. Böyle bir süreç yaşanırken, Dışişleri Bakanı'nın Ankara'da olması ve gelişmeleri koordine etmesi, dünya medyası ile etkili bir iletişim içinde olması gerekirdi. 

Ankara ile Tel Aviv arasında sağlıklı bir iletişim kurulmalı, amacın İsrail'i çiğnemek veya küçük düşürmek olmadığı sadece Gazze'ye yardım götürmek olduğu anlatılmalıydı. Bunların yapılmadığı görülmüş ve sanki İsrail'in yoldan kaçarak çıkmak zorunda olduğu düşünülen bir "korkak tavuk" oyunu oynanmıştır. Korkak tavuk oyunu iki arabanın birbirlerine karşı son hızla hareket ettiği ve korkan şöförün son anda yoldan çıkarak çarpışmaktan kaçındığı bir oyundur. Oysa tarih, İsrail'in bu tür oyunlarda "çılgınlık" yapmayı sevdiğini göstermektedir. 

İsrail Saldırıdan Ne Kazandı ve Ne Kaybedebilir?

İsrail'in bu saldırıdan bu aşamada kazandığı Türkiye'ye "gereken cevabı/dersi" vermiş olmanın yarattığı rahatlama duygusudur. Gazze politikasından geri adım atmayacağını da bütün dünyaya çok büyük bir kararlılık ile gösterdiğini düşünmektedir. 

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun bu operasyonla devam eden dolaylı görüşmelerin tıkanması sonrasında Obama'nın kendi barış planının önünü kapatmak istemiş de olabilir. Ama bu hamlenin istenenin tam da tersi sonucu yaratması mümkündür. Spekülasyona devam edersek, İran'a yönelik ambargolardan "bir şey çıkmayacağını" ve Obama'nın bunun çok ötesine gitmeye gücü ve niyeti olmadığını düşünen Netanyahu bölgesel bir kriz ve Hamas ve/veya Hizbullah ile savaş çıkararak ortamı değiştirmeyi ve "kartların yeniden dağılmasını" istiyor dahi olabilir. 

Öte yandan İsrail'in İran'ın nükleer güç olma politikasına karşı ABD'yi yanına çekme ve dünyada kamuoyu oluşturma politikası bu eylemden çok ağır bir şekilde darbe alacaktır. Böyle bir saldırıdan sonra İran rahatlayacak, İsrail'in uluslararası toplumu arkasına alma ihtimali ortadan kalkacaktır. Artık Türkiye'nin ve belki başka BM Güvenlik Konseyi üyelerinin İran'a ambargolara "evet" deme ihtimali daha da azalmış olabilir. Çin'in ise bu noktadan sonra ABD'ye verdiği "yeşil ışığı" geri alması kolay olmasa da ambargonun içeriğinin sulandırılması söz konusu olabilir. 

Gazze'de İsrail'in uyguladığı politikalar yaşanan krizden dolayı bundan sonraki aylarda daha fazla gündemde olacaktır. Böylece İsrail istemeden de olsa Gazze'yi uluslararası gündemde yukarılara taşımıştır. Bütün dünyadan Gazze'ye yardım filolarının harekete geçmesi İsrail'i çok zor durumda bırakacaktır.

Türk-İsrail İlişkilerinde Son Durum

Bildiğimiz anlamda Türk-İsrail ilişkisi sona ermiştir. Artık bırakın ittifakın devamını diplomatik ilişkilerin normal haliyle devam etmesinden bile emin olmak kolay değildir. Ölü ve yaralıların Türkiye'ye gelmesi uzadıkça ve İsrail'in yardım grubundaki bazı Türk vatandaşlarını alıkoyma niyeti ortaya çıkarsa İsrail'e yönelik Türk tepkisi canlı kalacaktır. Cenaze törenlerinin çok şiddetli duygusal sahnelere ve belki de ötesine sahne olması beklenebilir.

Yapılan eylemin boyutu ve şekli düşünüldüğünde büyükelçiyi geri çekmek, tatbikatlar ve silah alımlarını iptal etmenin yanında ve ötesinde adımlar atılmalıdır. "Düşük koltuk" krizinden sonra İsrail'e aynı büyükelçinin hem de çok uzun olmayan bir süre içinde geri gönderilmesinin hata olduğu şimdi daha net anlaşılmaktadır. Artık Türkiye'nin hükümet ve devlet olarak Arap devletlerinin ortalamasının ötesinde bir İsrail karşıtlığı yaşayacağı bir döneme girmiş olabiliriz. 

Bu noktaya gelmek belki kaçınılmaz değildi ve süreçte Türk hükümetinin de hata ve eksiklikleri olmuştur. Ama artık yaşananların iletişim eksikliğinden kaynaklanan geçici bir kırgınlık olduğunu düşünmek iyimserlik olur. Önümüzdeki dönemde Türkiye'deki İsrailli turistler dahil İsrail hedeflerine yönelik saldırıların yaşanmasını, Türk vatandaşlarının yurtdışında İsrail'e yönelik eylemlere karışmasını tahmin etmek yanlış olmayabilir. 

Bu kriz bazılarının düşündüğü gibi yeni bir İntifada'yı tetiklerse Türkiye bundan memnun mu olmalıdır? Bu olaydan sonra Türkiye'nin Suriye ile İsrail arasındaki arabuluculuk rolü sona ermiştir. Muhtemeldir ki, Suriye de, görülebilir bir gelecekte, bu kadar yakın ilişkiler geliştirdiği Ankara'yı "ortada bırakarak" İsrail ile müzakerelere oturmaktan ve hatta İsrail ile dolaylı görüşmekten kaçınacaktır. Abbas ve Filistin Yönetimi de dolaylı görüşmelere devam etseler bile artık İsrail'e ödün vermekten kaçınmak için ilave bir nedenleri olacaktır. 

AKP Hükümetinin Durumu

Bu olayın yaşanmasında AKP Hükümetinin de ihmali, hesap hatası ve dolayısıyla sorumluluğu varsa da, bu noktadan sonra bunlar artık ikinci plandadır. Ama ikinci planda olsa da, bunlar unutulmamalı, gözden kaçırılmamalıdır. Hükümet gemileri ya korumalı ya da onları riskler konusunda ciddi şekilde uyarmalıydı. Şu soruların cevabını bu yazı yazıldığı sırada henüz bilmiyoruz: Hükümet İsrail ile olaydan önce yeterince iletişim kurmuş muydu? Taraflar riskler ve yaşanabilecek olumsuzluklar hakkında görüş alışverişinde bulundu mu? Türk Hükümeti yardım heyetinin liderlerine ne kadar ve ne tür manevi destek verdi? Bu desteği verirken yaşanabilecek olumsuzluklar hakkında ne kadar zihinsel mesai harcadı? Hükümet ve yardım konvoyunun liderleri İsrail'in tepkisini küçümsediler mi? 
Hükümet kötü ihtimalleri dikkate alarak hazırlıklı olmalı ve kriz masasını kurmak için "olayların gelişmesini" beklememeliydi. Bu noktaların ve belki zaman geçtikçe ortaya çıkacak başka soruların iktidar ve muhalefetten eşit sayıda milletvekilinden oluşan bir meclis araştırma komisyonu tarafından derinlemesine tetkik edilmesi doğru olacaktır. Türkiye'nin ve olayın mağdurlarının İsrail'e karşı içeride ve dışarıda dava açma yoluna gidecekleri görülmektedir. Bu arada ABD İsrail'e karşı BM Güvenlik Konseyi kararını veto ederse İran'a ambargo konulması ihtimali azalacaktı. ABD bu nedenle kararı veto etmeden yumuşatma yoluna gitmiştir. Obama BM'de İsrail'e karşı tasarılarda çekimser kalabilme kartını İsrail'e karşı kullanma fikriyle flört ediyordu. Ama bu kartı barış müzakereleri ile ilgili bir konuya saklamayı tercih etti. Bir ihtimal bu olayın hızlı gelişmesi bu konuda derinlemesine düşünmek için ABD yönetimine fırsat bırakmadı. 

Hükümetin krizi öngören önleyici adımlar atmak, diplomatik girişimlerde bulunmak ve psikolojik ve zihinsel hazırlık yapmak konusunda eksiklikleri olmuş olabilir. Ayrıca İsrail bu şiddette tepki vermese bile olaydan sonra bir kamu diplomasisi yarışı yaşanacağını tahmin etmek gerekirdi. Bunun yapılmamış olduğu görülmektedir. Olaydan hemen sonra dünya medyasının çoğu tartışmalı İsrail iddiası ile bombardımana uğramasına rağmen bu filoyu bir şekilde desteklediği düşünülen Hükümetin hemen hiçbir kamu diplomasisi hazırlığı ve çabası olmamıştır. Krizlere " 'Tanrı', 'şans', 'adalet', 'dünya vicdanı' bizi bir şekilde korur herhalde" diye girilmez. İsrail ile yaşanan krizlerde bunların faydası olduğu hiç görülmemiştir. Bu tür krizlerin üstüne üstüne gitmenin gerekliliği ve akıllılığı tartışmalıdır. Ama eğer böyle bir niyetiniz varsa o zaman bunun hazırlığını da yapmanız sorumluluk gereğidir. 

Türkiye Şimdi Ne Yapmalı? 

Türkiye soğukkanlılığını kaybetmemelidir. Kurallarını İsrail'in çizdiği bir sürecin içine girilmemelidir. Konu Türkiye-İsrail arasındaki bir çatışma değil, İsrail ile uluslararası toplum arasında bir süreç olarak ortaya konulmalıdır. Önümüzdeki dönemde küresel bir enformasyon savaşı gerçekleşecektir. İsrail'in dünyanın hakim medya kaynakları üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu ve bu tür süreçleri yönetmede Türkiye'ye kıyasla ne kadar 'maharetli' olduğu bilinmektedir. 
İsrail'deki Türk büyükelçisinin geri çekilmesi ilk ve doğru adımdır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve NATO'nun toplantıya çağırılması, Başbakan Erdoğan'ın dünya liderlerini telefon ile arayarak görüşmesi, ve öncelikle ABD'nin İsrail'e karşı tavır almasını sağlamak için yoğun bir çaba harcanması isabetlidir.
ABD'nin bu aşamada İsrail'e karşı BM'den çıkacak bir kararı veto etmemesi İsrail'e verilecek önemli bir ders olabileceği gibi ABD'nin İslam dünyası ile ilişkilerini yumuşatabilirdi. 

Bu aşamada Türkiye'nin önceliği yaralıların, yolcuların ve gemilerin bir an önce Türkiye'ye getirilmesinin sağlanmasıdır. İsrail'in bu insanları/bir bölümünü tutuklaması ve uzun süre elinde tutması Türkiye'yi küçük düşürecektir. Öte yandan saldırıda hayatlarını kaybedenlerin aileleri ve yaralananlar İsrail Ordusu aleyhine derhal dava açmalıdırlar.

Türkiye-İsrail ilişkileri uzun bir süre için buzdolabına kaldırılmıştır. Politik ilişkilerdeki ağır kriz, kaçınılmaz olarak askeri ilişkiler, ekonomik ilişkiler ve turizm sektörüne yansıyacaktır.

Sonuç

İki ülke arasındaki krizin ağırlaşıp ağırlaşmayacağı İsrail'in önümüzdeki birkaç gün içinde atacağı adımlara bağlıdır. İsrail eğer derhal yaralıları, yolcuları ve gemileri serbest bırakır ise kriz devam etmekle beraber tırmanma yavaşlayabilir. İsrail'in tüm Türk vatandaşlarını salıvermemesi halinde ise kriz canlı kalacaktır. 
İsrail'in bu operasyonu yaparak gerçekleştirmek istedikleri karmaşık, çelişkili ve riskli olabilir. En azından amaçlarının bir kısmı İsrailli karar alıcılar tarafından bile yeterince formüle edilmemiş olabilir. İsrail Hükümeti bu hamlesinin sonuçlarının tamamını yüksek isabetle tahmin etmemiş olabilir. İsrail dünya kamuoyunun kınamaları ile yaşamaya alışık bir devlettir. Bu sefer durumun farklı olduğunu düşünmek için bazı nedenler varsa da, bunların ezici olduğunu düşünmek hala kolay değildir. 

İsrail "ettiğinin yanına kalacağını" hesaplamış olabilir. Ama eğer bir "hesap hatası" yapmış ise Türkiye'yi kaybetmenin yanında istemeden üçüncü intifadanın kapısını aralamış ve Obama'nın zihnine "bu işin böyle gitmeyeceği" mesajını göndermiş de olabilir. Bu operasyon bir ihtimal Gazze ablukasını kaldırması yönünde İsrail üzerindeki baskıları artıracak ve Hamas'ın dış meşruiyet kazanması sürecini hızlandırabilecektir. Obama bu krizi mevcut İsrail hükümetinden kurtulmak için kullanabilir. Türkiye'de ise Hükümet artık milli karakter edinen bu krizi iç siyasette avantaja çevirmekten, muhalefet de ölçülü ve yapıcı olmayan bir tavır almaktan kaçınmalıdır.

Türkiye'nin Orta Doğu'ya yönelik pozisyonunu değiştirmesinin bazı yeni zorluklar, komplikasyonlar ve problemler yaratacağını söylemek bu değişime tamamen karşı olmak anlamına gelmez. Ama Ankara belki de kaçınılmaz olarak Orta Doğu siyasetinin entegral bir unsuru olmaya doğru ilerledikçe bölgenin bu yaşanan son olay türünden acı sürprizlerle dolu olduğunu görecektir. "Burası tehlikeli bir mahalledir." 


***

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 4

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 4


d. Psikolojik Nedenler 

Kisisel becerisi, yetisi, yetenegi yetersiz veya çalısarak statü kazanmak 
istemeyen tembellik egilimi olan insanlar, içinde bulundukları toplumsal durumu, konumu, rolü, yeri begenmezler. Toplum tarafından engellendiklerini; ilgi, sevgi, saygı görmediklerini düsünürler. İlgi görmek, saygınlık kazanmak, kendilerini gerçeklestirmek için saldırgan davranıslara ve siddet eylemlerine deger ve yer veren davranıs kalıplarını ve örneklerini kullanırlar. Bununla birlikte doyumsuzluk ve hüsran duyguları da terörizme yatkınlık egilimini artırır.62 
Terör örgütlerinin eleman kaynagının büyük bir çogunlukla 15-25 yas 
arası gençler oldugunu görmekteyiz. Çocukluktan eriskinlige geçis dönemi 
olarak ifade edilen bu dönem 13 ile 25 yasları arasını kapsar. Bu geçis dönemi 
sırasında olması gereken hususlardan biri de benimseme duygusunun 
pekismesidir. Bu kavram, kisinin geçmisinin devamı ve bir gruba ait olma 
duygusunun bir karısımıdır. Kisinin kendi özünü ve cemiyet içindeki yerini 
bulması manasına gelir. Bu yılların esas sorularını, “Ben kimim?, Benim yerim 
neresidir?” gibi sorular teskil eder. 

Teröre Neden Basvurulur? Bu soru belki de sorabileceklerimiz arasında 
en önemlisidir. Eger teröre neden basvuruldugunu bulabilirsek, onu kontrol 
etme sansımız da olabilecektir. “Terörün nedeni sudur” deme gücümüz yoktur. 
Çünkü farklı terör olaylarının arkasında özellikle farklı nedenlerin olması 
muhtemeldir. Bu farklıkları unutmadan bir ortak nokta aramaya çalıstıgımızda 
''terörün bir insan davranısı'' oldugu olgusu, tek bir ortak nokta olarak karsımıza 
çıkmaktadır. 

Terörün nedeni kaynak paylasımı olabilir. Terör örgütleri kendi kaynaklarını (politik ve/veya ekonomik) artırmak amacıyla terör eylemlerine 
basvururlar ancak bu, onların neden barısçıl yollarla degil de, siddete 
basvurduklarını açıklamakta yetersizdir.63 

Terör ve teröristle ilgili çıkarsamaların yapılabilecegi önemli bir alan sosyal psikolojidir. Sadece sosyolojik, siyasi ya da ekonomik nedenler dısındaki 
daha “insanî” nedenlerin arastırılması bize terör hakkında birtakım ipuçları 
verebilir. Yapılan incelemelerin bir bölümü sorunun temelinde birçok psikolojik 
nedenlerin olduguna da isaret etmektedir.64 

Dünya üzerindeki varlıgını bireysel olarak degil de, baska insanlara 
referansla açıklayan bir insanın bu referans grupları dogrultusunda karar 
vermeye çalısacagı, gruba uyum gösterecegi ve tek basına yapamadıgı / yapmaya cesaret edemeyecegi eylemleri grup içerisindeyken rahatlıkla yapacagı bilgisi mantıklı gelmektedir. 

İnsan davranısları üzerinde çalısmalar yapan Tajfel ve Turner, insanların dogustan nesne, olay ve diger insanları sınıflama egilimi içerisinde oldugunu, bu egilimin, insanların, “biz” ve “onlar” olarak gruplasmalarına yol açtıgını ortaya koymustur. Konuyu teyit eder vaziyette, yaptıgı arastırmalarda kisileri gelişi güzel gruplara bölerek onlara gelisigüzel isimler veren Tajfel, bir süre sonra her grubun kendi özdesligini gelistirdigini ve diger grubu yargılamaya basladıgını görür. Ona göre, hangi gruptan isek, o grubu “iyi”, diger grubu “kötü” görme egilimi gelistiririz.65 

Dogru yöne kanalize edilememis olan ve gençlik sorunları yasayan bir kısım gençlerin, olumsuzluk adına kullanılabilmesi her zaman söz konusudur. 

Daha sonraki dönemde PKK terör örgütüne katılan gençlerin ortalama 
yaslarının 15-16 olması, terör örgütleri tarafından gençlerin gençlik 
psikolojilerinin kullanıldıgının teyidi niteligindedir. 

e. Dış Destek 

Gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti döneminde cereyan eden toplam 40 adet Kürt isyanından 9 adedinin Osmanlı/Türkiye’nin bir baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlerde gerçeklestigini, bununla birlikte 11’inde dıs güçlerin açık tahriki ve desteginin oldugunu “Kürt isyanları” bölümünde ifade etmistik. Bu destek 1939 yılına, yani 2’nci Dünya Savası’nın baslangıç yıllarına kadar devam etmistir. Savas ve daha sonra Soguk Savasın belirsizlik ortamındaki yıllarında Türkiye’ye duyulan ihtiyaç yüzünden bir dönem bu destege ara verilmis, 1970’li yıllardan sonra yeniden canlandırılmaya baslanmıştır.

1974 yılında Kıbrıs Barıs Harekâtı’nın gerçeklestirilmesinden hemen 
sonra, Ermeni terörü baslamıs, silah kaçakçıları Bulgaristan ve Suriye’de 
üslenerek Türkiye’yi silah deposu hâline getirmis, 1979 yılında terörist bası 
Abdullah Öcalan Suriye’ye geçerek himaye görmeye baslamıs, 12 Eylül 1980 
yılında Türkiye’deki terör olayları doruk noktasına ulasmıstır. 

PKK hareketinin dogusunda, kuruldugu bölgede etkinligini artırmasında 
ve uluslararası boyut kazanmasında Suriye özel bir konuma sahiptir. Suriye, 
Türkiye’nin zararına olacak muhalif çabalara, ortam hazırlama ve himaye 
gösterme politikasına hiç de yabancı degildir. Müstakil bir siyasal güç hâlinde 
ortaya çıktıgı tarihten itibaren bu politikayı terk etmemistir. ngilizler tarafından 
Osmanlı egemenligine karsı gelistirilen bu politikada Arap milliyetçiliginin etkisi 
büyük olmustur. Milliyetçilik duygusu ile körüklenen ve savas sonrası Arapları 
memnun etmeyen Türkiye-Suriye sınırı ile Hatay sorunu, düsmanlıgın canlı 
tutulmasında etkili olmustur. Buna Suriye ekonomisinde belirleyici olan ve 
Türkiye’den tecrit edilen Ermenilerin de eklenmesi bu politikalara zemin 
hazırlamıstır. 

İsrail, Irak’ta yasayan Kürtleri stratejik bir unsur olmanın ötesinde, İsrail’in bazı tarihî baglar ile baglı oldugu bir unsur olarak görmektedir. 1982’de Lübnan’ı yeni isgal etmis olan srail’in Basbakan Yardımcısı ve Dısisleri Bakanı Samir, 1983’de Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik harekâtını, “Türkiye’yi Kürdistan’ı isgal altında tutan devletlerden birisi”66 olarak niteleyerek olaya bakıs açısını ortaya koymustur. 

10 Agustos 1920 tarihinde Osmanlı Yönetimince imzalanan Sevr Barıs 
Anlasmasının Ermeni ve Kürtlere iliskin maddelerinde “Dogu Anadolu’da 
bagımsız bir Ermenistan Devleti kurulacak, bu devletin sınırları Amerika 
tarafından saptanacak.”, “Dogu Anadolu’da özerk bir Kürdistan Devleti 
kurulacak ve bir süre sonra bagımsızlıgını tam olarak elde edecek”67 
denmektedir. 

Ermenilerin, Batı devletlerinin Kürt politikasında en önemli unsur 
oldukları birçok olay ve belge ile sabittir. Türk topraklarında hiçbir zaman bir 
devlet kurabilecek çogunlugu saglayamayacakları suurunda olan Ermeni 
liderler, Kürt meselesine destek vermeyi en önemli politikaları olarak 
degerlendirmislerdir. Basta ngiltere olmak üzere birçok devlet de Kürt 
meselesini bir Ermeni meselesi olarak görmüstür. Açık bir ifade ile Kürt adı 
verilen unsurlar bölgede kurulması düsünülen Ermenistan devletinin kurulusunu 
kolaylastırmak için bir araç olarak mütalâa edilmislerdir. Bu politikanın açık bir 
belgesi 17 Agustos 1919 tarihli Sir Arthur Hirtzel’in düsüncelerini, “Kürt meselesi  Ermeni meselesidir... kisi ayrılamazlar.”68 seklinde vurgulanmasıyla ifadesini bulmustur. 

PKK terör örgütü, Avrupa ile baglarını 1980 öncesi dönemde “sempatizan düzeyinde” kurmus, 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi ardından daha fazla zayiat vermemek ve dagılmayı önlemek için militanlarını yurt dısına çıkarma kararı almıstır. Bu karara istinaden militanların bir kısmı Suriye’ye kaçarken, bir kısmı da Avrupa’ya geçmek için en önemli ara konaklama yeri olarak Yunanistan’ı kullanmıslardır.69 

Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesindeki terörün dogup büyümesinde, bölgenin, Türkiye’den toprak talebi olan Ermenistan ve Suriye’ye, Kürt nüfusun yogunluklu olarak yasadıgı ran, Irak ve Suriye’ye, Arap ülkesi olan Irak ve Suriye’ye komsu olmasının olumsuz etkisi çok büyük olmustur. 1978 yılında, Kürtçülük gibi tarihî derinligi olan ve uygun bir zeminde dogan bebege, önce komsular, bilâhare Batı sahip çıkmaya baslamıstır. Bunun aracılıgıyla kimi  ülkeler Sevr’in öngördügü Ermenistan ve Kürdistan’ı kurmayı; Suriye, Hatay’ı topraklarına katmayı; kimi Arap ülkeleri Türkiye’nin Arap kültürün den  uzaklastırılmıs olmasının hıncını almayı; Yunanistan, Ege ve Kıbrıs üzerinde ki isteklerini kabul ettirmeyi; Rusya, sıcak denizlere çıkmayı; kimi ülkeler ise Türkiye üzerinden politik ve ekonomik çıkarlar elde etmeyi amaçlamıs lardır. Bahse konu ülkeler, amaçlarının gerçeklestirilmesinde kullanılmak üzere, istikbal vadettigini degerlendirdikleri bu örgütün gelismesi için, uygun ortam ve destegi saglamıslardır. 

4. Sonuç 

Sonuç olarak, bölgenin 20’nci yüzyılın icaplarına cevap veremeyecek 
sosyo-kültürel yapısı, bu yapının ortaya koydugu sorunlar ve bu sorunların, 
devletin imkânsızlıklarının veya ihmalinin bir sonucu olarak dıssal bir bakısla 
“bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldıgı” seklinde algılanmasına neden olmustur. 
1961-1980 yılları arasındaki dönemde Türkiye ortamı, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısı kötüye kullanılarak, devlet otoritesinin kayboldugu, fikir çatısmalarının silahlı çatısmaya dönüstügü, yasa dısı örgütlerin kurtarılmıs bölgeler ilân ederek kendi otoritelerini kurdukları bir noktaya gelmistir.

Bu arada, 1978 yılında silahlı mücadele anlayısıyla kurulan PKK terör 
örgütü, benimsedigi strateji ile bölgenin sosyo-kültürel degerlerindeki 
zafiyetlerini (agalık sistemi, çok çocukluluk, egitim durumundaki yetersizlik, 
küçükbas hayvancılıkla özdeslesen yasam tarzı, kız evlatlarının mal gibi 
görülmesi vs.), cografi yapıyı (sınır bölgesi olma, arazinin daglık yapısı) ve 
ekonomik kosullardaki yetersizlikleri istismar ederek örgüt stratejisi 
dogrultusunda kullanmıstır. 

Bu baglamda, Türkiye’ye hasım olan devletler, Türkiye’nin dengelerini 
sarsmak maksadıyla baslangıçta terör örgütünü kullanma politikası izlemisler, 
bilâhare bu politikalarını genisleterek, tarihte de defalarca yasandıgı üzere, 
Kürtleri kullanma politikasına dönüstürmüslerdir. 

Bu inceleme neticesinde son söz olarak sunu söylemek mümkündür. 
Dogu ve Güneydogu Anadolu’da 1984 yılında baslayan PKK terörü, öncelikle 
sosyo-kültürel degerlerdeki zafiyetlerin ve yetersiz ekonomik kosulların birikimi 
olarak ortaya çıkmıs, bilâhare bu olumsuz ortamın dıs güçler tarafından kendi 
menfaatleri dogrultusunda kullanılmaya baslanmasıyla birlikte tırmanma 
egilimine girmistir. 

Türkiye topraklarında gözü olanlar, kendi ülke menfaatleri geregi olarak 
Türkiye Cumhuriyeti’ne istemedigi seyleri yaptırmak isteyenler, Türkiye’nin 
güçlü bir devlet olmasından ziyade güçsüz bir devlet olarak varlıgını 
sürdürmesini kendi ülke çıkarları için daha uygun görenler geçmiste oldugu gibi 
gelecekte de Türkiye Cumhuriyeti’nin yumusak karnı gibi görülen Dogu ve 
Güneydogu Anadolu bölgesindeki insanları kullanmaya devam edeceklerdir. 
Günümüzde de bunun net isaretleri mevcuttur. Bu topraklarda sonsuza kadar 
birlik, beraberlik ve huzur içinde yasamak azminde olan Türk halkı ve Türkiye 
Cumhuriyetinin Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin ekonomik, sosyo kültürel ve egitim sorunlarını içine alan bilimsel temellere dayalı bir politika  oluşturarak uygulamasının uygun olacagı degerlendirilmek tedir. Böylece  Batılıların, insan hakları, demokratiklesme gibi kavramları bahane ederek ülke  içerisindeki Kürtleri kullanma politikaları da bosa çıkartılmıs olacaktır. 


DİPNOTLAR;

1 Brian M. Jenkins, International Terrorism: A New Mode of Conflict, California, Crescent Pubs., 1975, s. 4,5,6. 
2 Osman Pamukoglu, Unutulanların Dısında Yeni Bir Sey Yok, Harmoni Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.32,33. 
3 www.meteor.gov.tr/2003/iklim/turiklimi/turkiyeiklimi.htm. 
4 Orhan Türkdogan, Etnik Sosyoloji, Timas Yayınları, stanbul, 1998, s. 562. 
5 Hasan Cemal, Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., stanbul, 2003, s. 327. 
6 Türkdogan, a.g.e., s. 559, 560. 
7 http://www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 
8 http://www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 
9 Mustafa Aksoy, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA Yayınları, stanbul, Ocak 2000, s.144. 
10 Yesim Kustepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, nternet sitesi 
(www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf). 
11 Rahmi Dirican, Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin Gelistirilmesini Engelleyen 
Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 (http://www.ttb.org.tr). 
12 Türkdogan, a.g.e., s.552. 
13 Martin van Bruinessen, Kürtlük, Türklük, Alevîlik, letisim Yayınları, 2000, s .8, 9. 
14 Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı, s. 66. 
15 Anabritanika, Cilt 14, s.188. 
16 Abdulhaluk Çay, Her Yönü le Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., İstanbul, 1994, s. 33-39. 
17 Selahattin Çetiner, “Kürtlerin Tanıtılması”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208, s. 89. 
18 Selahattin Çetiner, a.g.e., s. 89. 
19 D.N.MacKenzie, “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961, s. 68, 86. 
20 Ahmet Küçüksahin, Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamıs Doktora Tezi, Ankara, 1999, s. 43. 
21 Çay, a.g.e., s. 37,38. 
22 Messoud Fany, La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933, s. 45,55. 
23 Sükrü Kaya Seferoglu, Anadolu’nun lk Türk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, Ankara 1982, s.43. 
24 M. Serif Fırat, Dogu lleri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961, s. 7. 
25 M.Sükrü Sekban, Kürt Meselesi, Kon Yayınları, s. 38,39. 
26 Çetiner, a.g.e., s. 93. 
27 Türkdogan, a.g.e., s. 142. 
28 Sener Üsümezsoy, Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, leri Yayınları, stanbul, 2004, s. 59. 
29 http://www.sinanoglu.net. 
30 Üsümezsoy, a.g.e., s. 59. 
31 Çetiner, a.g.e., s. 83. 
32 Çetiner, a.g.e., s. 83. 
33 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
34 Bruinessen, a.g.e., s. 9,10. 
35 Dr. Sırvan, Zamane Kurd/Kürt Dili, stanbul, 1976, s. 28,29. 
36 Selahattin Çetiner, Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 70,71. 
37 Muhsin Bozkurt, “Türkçe Dil Bayragmız” (http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/Turkcedilbayragi.htm). 
38 Joyce Blau, “The Kurdish Language and Literature” (http://www.institutkurde.org/ikpweba/kurdora/llitt. htm). 
39 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
40 Seferoglu, a.g.e., s.33 
41 Cemal, a.g.e., s. 307. 
42 Cemal, a.g.e., s. 319, 320. 
43 Faruk Sükan, hanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995, s. 113, 115, 117, 121. 
44 Suat Akgül, “Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Akademy, 4’ncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994, s. 100-113. 
45 Nihat Ali Özcan, PKK( Kürdistan sçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik 
Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 21. 
46 Ahmet Aydın, Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992, s.42. 
47 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, Ankara, 1975, s.237. 
48 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, a.g.e., s.242. 
49 M. Sami Denker, Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, stanbul, 1997, s. 50-55. 
50 Denker, a.g.e., s. 59. 
51 Emin Gürses, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, RA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, stanbul, 1997, s. 85. 
52 Ümit Özdag, Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999, s.34. 
53 Ercan Çitlioglu, “Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998 
54 Basbakanlık Devlet statistik Enstitüsü, Türkiye statistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981, s.32. 
55 Cemal, a.g.e., s.268 (Hasan Cemal, 25 Kasım 2002 günü (E) Korg. Hasan Kundakçı ile yaptıgı söyleside Kundakçı Pasa, “Bu arada Özal’ın “Kanımda Kürt kanı var.” gibi sözleri, Demirel’in “Kürt realitesi” demesi, bunlar da moral bozucuydu. Kararlılıgı olumsuz etkiledi. “O zaman ben ne diye savasıyorum ki?” diye mırıldanmalar basladı. Durum üstünlügünün teröristlere geçtigi bir dönem 
yasandı 1990-1993 arası ...) 
56 Pulat Y.Tacar, Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s.51.
57 Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001, s.53. 
58 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
59 http://www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 
60 http://www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror_nedenleri.htm. 
61 Diyarbakır Polisi, a.g.y. 
62 Denker, a.g.e., s. 14. 
63 Kevin Lanning, “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, 
Analyses of Social Issues and Public Policy, pp:27-34. (http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf). 
64 Tacar, a.g.e., s. 50. 
65 Tajfel, H.&Turner, J.C., “An ntegrative Theory of ntergroup Conflict. İn W.G. Ausiton (Ed.)”, The 
Social Pschlogy of ntergroup Relatios, Belmont, CA.:Wadsworth, 1979. 
66 Özdag, a.g.e., s.188,189. 
67 Yılmaz Diktas, Gaflet, Dalalet, Hıyanet, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2’nci Baskı, stanbul, 2003, s.28. 
68 Çay, a.g.e., s. 510. 
69 Özcan,a.g.e., s. 289. 


KAYNAKLAR:

AKSOY, Mustafa;Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA yayınları, stanbul, Ocak 2000. 
AKGÜL, Suat;“Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Academy, 4’üncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994. 
Anabritanika, Cilt 14, s.188. 
AYDIN, Ahmet; Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992. Basbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye İstatistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981. 
BOZKURT, Muhsin; “Türkçe Dil Bayragmız” (http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/Turkcedilbayragi.htm). 
BLAU, Joyce; “The Kurdish Language and Literature” (http://www.institutkurde.org/ kpweba/kurdora/llitt. htm). 
BRUİNESSEN,Martin van; Kürtlük, Türklük, Alevilik, iletisim Yayınları, 2000. 
CEMAL, Hasan; Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., İstanbul, 2003. 
ÇAY, Abdulhaluk; Her Yönü İle Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., stanbul, 1994. 
ÇETİNER, Selahattin; “Kürtlerin Tanıtılması”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208. 
ÇETİNER, Selahattin; Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003. 
ÇİTLİOGLU, Ercan; “Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998. 
DENKER, M. Sami; Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, 
İstanbul, 1997. 
DİRİCAN, Rahmi; Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin 
Gelistirilmesini Engelleyen Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 
(http://www.ttb.org.tr).
 Dogu Devrimci Kültür Ocakları Dosyası, Ankara, 1975. 
FANY, Messoud; La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933. 
FIRAT, M. Serif; Dogu illeri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961. 
Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, 
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001. 
GÜRSES, Emin; Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, iRA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, stanbul, 1997. 
http://vizyon2003.tubitak.gov.tr/teknolojiongorusu/paneller/enerjivedogalkaynaklar/raporlar/raporedk.pdf. 
JENKNS, Brian M.; International Terrorism: A New Mode of Conflict, California, Crescent Pubs., 1975. 
KUSTEPEL, Yesim; Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, İnternet sitesi.(www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf). 
KÜÇÜKSAHN, Ahmet; Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamıs Doktora Tezi, Ankara, 1999. 
LANNNG, Kevin; “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, Analysis of Social Issues and Public Policy. 
(http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf). 
MACKENZE, D.N.; “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961. 
Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı. 
ÖZCAN, Nihat Ali; PKK (Kürdistan İsçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. 
ÖZDAG, Ümit; Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999. 
PAMUKOGLU, Osman; Unutulanların Dışında Yeni Bir Sey Yok, Harmoni Yayıncılık, İstanbul, 2003. 
SEKBAN, M. Sükrü;Kürt Meselesi, Kon Yayınları. 
SEFEROGLU, Sükrü Kaya;Anadolu’nun ilk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü. 
SÜKAN, Faruk;ihanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995. 
SIRVAN, Dr.;Zamane Kurd/Kürt Dili, İstanbul, 1976. 
ÜSÜMEZSOY, Sener;Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, İleri Yayınları, İstanbul, 2004. 
TACAR, Pulat Y.; Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999. 
TAJFEL, H.&Turner, J.C.; “An Integrative Theory of Intergroup Conflict. in W.G. Ausiton (Ed.)”, The Social Psychology of Intergroup Relatios, Belmont, 
CA.:Wadsworth, 1979. 
TÜRKDOGAN, Orhan;Etnik Sosyoloji, Timas Yayınları, İstanbul, 1998. 
www.meteor.gov.tr/2003/iklim/turiklimi/turkiyeiklimi.htm. 
www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 
www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 
www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 
www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror_nedenleri.htm. 
www.sinanoglu.net. 


***

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 3

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 3


Siyasi Kürtçülük faaliyetinin ilk kez Mısır’da ngiltere’nin tesvikiyle 
olusturuldugunu görmekteyiz. Mısır’da 1898 tarihinde Mithat Bedirhan 
tarafından Kürdistan adlı bir gazetenin çıkarılmaya baslanması Kürtçülük 
faaliyetleri açısından önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bu 
gazete daha sonraları Avrupalı devletlerin destegi ile Cenevre, Londra, Folkton 
gibi yerlerde çıkmaya devam etmistir. Gazete tam olarak Avrupalı emperyalist 
devletlerin hâkimiyetine girdikten sonra iki esir halkın yani “Ermenistan ile 
Kürtlerin çıkar birligini savunan” bir yayın politikası izlemeye baslamıstır. 
Mondros Mütarekesinden sonra Osmanlı Devleti’nin zor durumundan 
yararlanmak isteyen ngiltere, stanbul’da birtakım Kürt cemiyetlerinin 
kurulmasına destek vermistir. Cumhuriyetin ilk yıllarında ngiltere’nin Kürtçülük 
hareketlerinin bas tesvik ve tahrikçisi olmaya devam ettigini görüyoruz. 
Bunlardan 1924 yılındaki Nasturî syanı Musul’un Türkiye’ye geri verilmesi 
ihtimalini ortadan kaldırmak maksadıyla, ngiltere tarafından Nasturilerin tahrik 
edilmesiyle meydana gelmistir. Nasturi isyanından hemen sonra, Seyh Sait 
isyanının da benzer gerekçelerle Türkiye’nin Kerkük ve Musul bölgesini ele 
geçirme ihtimaline karsı ngiltere tarafından organize edildigini görüyoruz. Seyh 
Sait isyanı kısa sürede bastırılmıs ancak Musul ve Kerkük bölgeleri ve dolayısıyla petrol bölgesi Türkiye’den çalınmıstır. 

Bu olaylardan sonra isyan tesebbüsleri tam olarak bitmemistir. Bölge halkının sosyal yapısı ve asiret hayatı geregi, asiret ileri gelenleri, seyhler, seyitler, agalar, beyler cahil kitleyi kendi menfaatleri dogrultusunda çesitli maceralara sürüklemislerdir.43 

1984 yılına gelinceye kadar gerek Osmanlı, gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde irili ufaklı toplam 40 adet baskaldırı meydana gelmistir. Bu olaylar irdelendiginde asagıdaki, sonuçlara ulasılmaktadır.44 

İsyanlardan 15 adedi Osmanlı’nın son dönemlerinde, 25 adedi Cumhuriyet döneminde gerçeklestirilmistir. 

Osmanlı döneminde (Millî Mücadale yılları dâhil) 7 adet, Cumhuriyet döneminde 2 adet olmak üzere toplam 9 adet isyan, Osmanlı/Türkiye’nin bir baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 
Söz konusu 40 isyanın 11’inde dıs güçlerin açık tahriki ve destegi mevcuttur. 

İsyanların yogun olarak yasandıgı dönem 1919-1937 yılları arasıdır. 
İsyanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle otoriteyi 
kabul etmemek, sahsî hırs ve intikam alma istegi, ikinci öncelikle vergi 
vermemek ve sapka giymek istememek gelmektedir. Kürtçülük temeline 
dayanan isyan sayısı sadece iki adettir. 

İsyanların tamamına yakınında elebası olarak asiret liderleri veya 
seyhler rol almıslardır. 

Osmanlı’nın veya Türkiye Cumhuriyetinin çesitli vesilelerle bölgedeki 
güç ve etkinliginin azaldıgı dönemlerde isyan daha sıklıkla görülmüstür. 
syanların tespit edilebilen nedenleri arasında birinci öncelikle devlet 
otoritesini kabul etmeme (%17), ikinci öncelikle sahsî hırs ve intikam alma istegi (%15), üçüncü öncelikle vergi vermeme ve sapka giymek istememe (%12) gelmektedir. Kürtçülük temeline dayanan isyan sayısı sadece iki adettir (%5). Söz konusu 40 isyanın 11’inde (%27) dıs güçlerin açık tahriki ve destegi 
mevcuttur. Buna ilâve olarak 5 adet (%12) isyan, Osmanlı/Türkiye’nin bir baska 
ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlere denk gelmektedir. 

Bu noktada dikkati çeken bir baska husus, Kürtçülük adına faaliyette 
bulunan kisilerin büyük bir çogunlugunun ya istanbul’da ya da Avrupa’da ikamet ediyor olmalarıdır. Kürtlerin yasadıgı bölgelerde meydana gelen isyanların tamamı ya Osmanlı Devleti/Türkiye Cumhuriyeti ile mücadele içinde bulunan devletlerin, Osmanlı’yı/Türkiye’yi baska bir cephede çatısmaya sokarak kendi yükünü hafifletmek isteginden veya asiret reislerinin kisisel nedenlerinden 
kaynaklanmaktadır. 

Kürt asiret yapısı içerisinde tabanın olaylara müdahil olması söz konusu 
degildir; özellikle isyan olaylarında bazı asiretler olaylara istirak ederken bazı 
asiretler istirak etmemistir. Bu sonuçların da gösterdigi gibi olaylara istirak etme veya etmeme kararları halktan ziyade asiret reislerine aittir. Tabanın katkısı yok denecek ölçüdedir. Bu yaklasım Kürt milliyetçiligi konusu için de aynıdır. Genelde bu olayda rol alanlar, tabandan ziyade sehirlerde veya yurt dısında oturan elit kesim olmustur. 

3. PKK Terörünü Hazırlayan Nedenler 

a. Sosyo-Politik Nedenler 

27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonrasında kabul edilen 1961 Anayasası ile saglanan genis özgürlük ortamı, dünya genelinde hüküm süren Soguk Savasın ideolojik çatısmaları ile Türkiye’de de kabul görmeye baslayan Marksizm fikri, bir süre sonra özellikle gençler arasında taraftar buldu. 

Marksizm, Dogu Anadolu’dan üniversitelere gelen bir kısım ögrenciler için 
olaylara yeni bir yorum getiriyor, bir ideoloji olarak tüm sorunlara sistematik 
cevaplar veriyordu. Bu ideolojik sekillenme, sonuçta hem bir yöntem, hem de 
politik ittifaklar için vazgeçilmez ve zengin bir zemin olusturuyordu. Ön plândaki 
ortak payda ise Sosyalizm’di.45 

1976 yılına kadar Türkiye genelinde gençlik tamamen politize oldugu ve 
yine o zamanlar çok sayıda grup ve dernek var oldugu için gençligin büyük bir 
bölümü bu grup ve derneklerin etrafında toplanmıstı.46 Türkiye’de otorite 
boslugunun olustugu, her gün onlarca insanın katledildigi ortamda, basta 
ögrenciler olmak üzere birçok kesim Türkiye’nin bu durumdan kurtulusu için 
çareler üretirken, Dogu ve Güneydogu Anadolu’nun gençligi bunlar bahane 
edilerek Kürtçülük propagandası ile egitilmislerdir. 

Baslangıçta Türkler ile Kürtlerin devrimini birlikte gerçeklestirmek üzere 
yola çıkmıslarsa da, bir noktadan sonra ayrısma baslamıs ve “Kürt Marksistler” 
artık bagımsız örgütlenmeye baslamıslardır. 

Bu kapsamda, basında sürekli islenen Dogu Sorunu, 1967 yılından 
itibaren Türkiye sçi Partisi önderliginde bir dizi mitinge konu oldu. “Dogu 
Mitingleri” illegal Türkiye Kürdistan Demokrat Parti (T-KDP), Fikir Kulüpleri 
Federasyonu (FKF) ve Türkiye sçi Partisi (T P) is birligi ile gerçeklestiriliyordu. 
Bu mitinglerde ilk defa Kürtçe pankartlar tasındı ve Kürtçe siirler okundu.47 
Ayrıca büyük sehirlerde “Dogu geceleri” düzenlenerek özellikle genç ögrenciler 
arasında Marksist ideoloji dogrultusunda “Kürtlük” düsünceleri uyandırılmaya çalısıldı.48 

1961 Anayasasını müteakip, 1963 yılında stanbul’da kurulan ve istanbul Üniversitesinin çesitli fakültelerinde faaliyet gösteren Avrupa Kürt Talebe Cemiyeti, 1968 yılında merkezi Diyarbakır’da kurulan Türkiye Kürdistan 
Demokrat Partisi, 1974 yılında kurulan ve özellikle zmir, stanbul ve 
Diyarbakır’da faaliyet gösteren Devrimci Dogu Ocakları Kültür Dernekleri, 
Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, 1976 yılında Kawacılar, Kürdistan Ulusal 
Kurtulusçuları ve 1978 yılında Kürdistan sçi Partisi (PKK) kurularak özellikle 
Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde olmak üzere yurt genelinde Kürtçülük 
faaliyetlerinde bulunmuslardır.49 

İlk temellerinin atıldıgı 1974 yılından itibaren PKK, çalısmalarına yogun 
bir sekilde baslamıs ve bu kapsamda ilk olarak Güneydogu Anadolu 
bölgesindeki diger sol örgütleri kendi eylem alanından atabilmek için mücadele 
etmis, özellikle Halkın Kurtulusu, Devrimci Halkın Birligi, Kürdistan Ulusal 
Kurtulusçuları (KUK) ve Devrimci Dogu Kültür Ocakları (DDKD) gibi örgütleri 
sindirerek bölgedeki etkinliklerini silmistir. Bu arada olusturdugu halk 
mahkemeleri ile kanlı infaz sahneleri düzenleyerek yöre halkı üzerinde baskı 
kurmus, 1980 yılına gelindiginde oldukça genis kesimler örgüte kazandırılmıs, 
düsman olarak görülen kesimler ise etkisiz bırakılmıstı.50 

1980 askerî yönetimiyle birlikte özellikle Türkiye Solunun üzerindeki 
baskıların artması, sol örgütlenmelerde önemli ölçüde dagılmaya yol açarken 
Türkiye’de bulunan birçok sol örgüt liderleri gibi PKK önderi de Suriye’ye ve 
diger Avrupa ülkelerine kaçtı. Bu arada 1980 askerî darbesi sonucu yapılan 
tutuklamalarla dolan Diyarbakır ceza evi, PKK’nın kadro gelistirmesine zemin 
hazırladı ve yeni kadroların egitimi çalısmalarında önemli bir rol oynadı. PKK 
merkez komitesi üyesi Kemal Pir’in “Kürdistan özgürlük mücadelesinin kalbi 
Diyarbakır’da, Diyarbakır’ın kalbi de zindanda atmaktadır.” ifadesi, PKK’lıların 
yogun olarak bulundukları ceza evlerinin birer egitim merkezi hâline getirilmis 
oldugunu göstermektedir. 51 

12 Eylül Askerî harekâtı ile birlikte yurt dısına çıkan 300 civarında PKK 
militanı 1981-1982 yılları boyunca FKÖ kamplarında egitilmislerdir.52 PKK terör 
örgütü, yurt dısı baglamında ASALA terör örgütü ile 1980’li yıllarda is birligine 
gitmis ve Türkiye’ye karsı güç birligi olusturmuslardır.53 

Sonuç olarak 1984 yılına gelindiginde Kürtçülük temelinde PKK’nın 
kadroları olusturulmus, militanları yetistirilmis, yurt dısı baglantıları 
tamamlanmıs ve bilâhare PKK’nın eylem alanı olarak seçecegi Güneydogu 
Anadolu zemini kısmen hazır hâle gelmistir. 

b. Sosyo-Kültürel Nedenler 

Kültürel degisim sosyal yasamda da birtakım degisimler meydana 
getirmekte, daha dogrusu sosyal yapıda kültürel degisim ile paralellik 
göstermektedir. Toplumda geçerli olan deger yargıları ve bunların benimsenisi 
zaman içerisinde degisiklige ugramakta, söz konusu degerler çagın ihtiyaçlarına 
göre degismektedir. Ancak sosyal yapıdaki ve degerlerdeki degisim çok hızlı 
olursa ve toplumun genelini kapsayacak özellik tasımazsa, problemler bas 
göstermekte, sosyal dengenin bozulmasını gündeme getirmektedir. 

Tarih, dil, örf ve adetler, sanat ve edebiyat eserleri gibi kültür unsurları 
ulusal karakterlerin sürekliligini gösterir. 
Bunlar arasındaki gelismeci ve tekâmülcü bagın koparılması toplumda anormal belirtilerin görülmesine yol açar. 
Bu anormal belirtiler genellikle anarsi, siddet ve sosyal çözülme olarak kendini 
gösterir. Esas itibariyle de siddet ve anarsi taraftarları da özellikle kültür, dil, din, ahlâk, aile ile ilgili kavramlarda kargasalık yaratarak toplumu ve onu olusturan fertleri neyin dogru neyin yanlıs oldugunu bilmeyecek bir duruma getirmek ve böylece kendi sundukları reçeteyi itirazsız kabul etmelerini saglamak amacını güderler. 


Çocugun sosyallesmesinde ailenin rolü tartısılamaz. Ancak ailelerin bu 
vazifelerini yeterince yerine getirememeleri, terörist veya siddet yanlısı kisilerin 
yetismesinde basamak olmaktadır. Ailelerin yasalara ve yerlesik degerlere baglı 
gençler yetistirememelerinin bir baska nedeni, siyasal kutuplasmanın artık 
ailelerin etkisini asacak ölçüde yabancılasmıs gençler meydana getirmesidir. 
Ailenin bıraktıgı bosluk okullarda, yurtlarda, siyasal dernek ve kuruluslarda çok yogun olarak sürdürülen, ideolojik pompalama ile doldurularak, deyim yerinde ise programlanmıs insanlar meydana getirmektedir. Yoksa hiç tanımadıkları toplulukları, ilgisiz çocukları ve kadınları öldürmek için saldırmak sosyallesmis, saglıklı düsünen ve duyarlı bireyler için kolay olmasa gerektir. Bölgenin sosyo-kültürel yapısını da dikkate alarak bu kapsamda asagıdaki sonuçları çıkarmamız mümkündür. 

Bölgenin kültür yapısı Anadolu’da var olan kültürden farklı degildir. 
Özellikle yörede dokunan halı ve kilimlere yansıtılmakta olan motifler Türk 
kültürünün özelliklerini tasımaktadır. slamiyetten kaynaklanan kültür ögeleri söz konusu bölge için geçerli oldugu kadar bütün Türkiye için de geçerlidir. Bir 
baska ifade ile bölge, kültür yapısı açısından Türkiye’nin diger bölgelerinden 
farklılık arz etmemektedir. Ancak ran’a dogru yaklastıkça Fars, Irak ve 
Suriye’ye dogru yaklastıkça Arap toplumunun kültür özelliklerini de bulmak 
komsu olmaktan kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuçtur. 

Devlet kurumlarının yeterince islevsel olmadıgı, egitim seviyesinin 
yetersiz oldugu bir ortamda; tarım ve hayvancılıkla geçinen yöre insanı, kisisel 
ve toplumsal haklarını güvence altında bulundurabilmek, doganın zorlukları 
karsında hayatta kalabilen aile birey sayısını azamîde tutabilmek adına çok 
çocuga ihtiyaç duymaktadır. 

Bölge, Türkiye’de nüfus artıs hızının en yogun oldugu kesimdir. 1975- 
1980 yılları arasında Türkiye genelindeki ortalama nüfus artıs hızı %2.06 iken, 
Siirt’te %3.17, Hakkari’de %4.19, Diyarbakır’da %3.56’dir.54 Yıllık nüfus artıs 
hızından da anlasılacagı üzere özellikle Güneydogu Anadolu bölgesinde yogun 
bir genç nüfus mevcuttur. Bu sonuç, Türkiye’nin yetersiz ekonomik ve sosyal 
imkânları içerisinde faydadan çok zarar getirmistir. Bu durum özellikle gençlere 
yeterli egitimin verilememesine, gelir dagılımında adaletsizlige, sosyal 
imkânlardan yeterince istifade edememeye, gelir dagılımındaki makasın gittikçe 
açılmasına ve nihayet patlamaya hazır bir bombanın olusmasına neden 
olusturmustur. 

Cumhuriyet döneminde alınan sosyal tedbirler sayesinde zayıflatıldıgı 
iddia edilse de, yörenin ortak özelliklerinden birisi asiret yapısına sahip 
olmasıdır. Bu asiret yapısı her kademede elestirilen bir konu olmasına karsın, 
özellikle siyasi partiler tarafından vatandasa ulasmanın en kolay yolu olarak 
görülmüs ve agalık sisteminin ortadan kaldırılması yerine prim verilerek sosyal 
bir kurum gibi kullanılmıstır. Bu baglamda, asiret yapısı sisteminden ötürü 1984 
yılına kadar olan süreçteki isyanları Kürtçülük temeline dayalı isyanlar olarak 
yorumlayamayız. Çünkü, benlik duygusu gelismemis olan ve asiret reisinin 
istekleri dogrultusunda hareket eden kisilerin, milliyetçilik bilinci ile hareket 
etmeleri mümkün görülmemektedir. Kürt milliyetçiligi var olabilir, ancak bu 
seviye asiret reisleri seviyesinin altına düsmemistir. 

Bölgede alevî, safii ve sünni mezhebine mensup insanlar yasamaktadır. 
İslamiyetin çok eslilige müsaade ediyor anlayısından hareketle, çok eslilik, 
erkek açısından gücün, bayan açısından güçlünün himayesinde olmanın 
psikolojisine bürünmüstür. Zaman içerisinde bölgenin gelenekleri arasında bir 
konu olarak yerini almıstır. Bu durum babanın, annenin ve erkek kardeslerin kız 
çocuguna bakıs açısını olumsuz etkilemistir. Oysa toplumun bir yarısı yetersiz 
ve alınıp satılabilen bir esya gibi görünürken diger yarısının mükemmeliyetinden 
söz etmek mümkün degildir. Bu çarpık yapı, kendini yenileme egiliminde olan 
diger bölgeler arasındaki makasın açılmasına neden olan bir baska hususu 
olusturmaktadır. 

1984 tarihinden itibaren Güneydogu Anadolu bölgesinde baslayan PKK 
terör örgütü eylemleri ve faaliyetleri, bölgenin yukarıda ortaya koydugumuz 
zafiyet alanlarını örgüt için faydalanılacak birer nokta olarak ele almıs ve istifade etmistir. PKK terör örgütünün silahlı mücadeleye baslaması ve bilâhare olayın tabana yayılması ilk kez ortaya çıkan bir durumdur. Ancak bu katılımda 
gönüllülük, benimsemislik ve psikolojik mensubiyetten ziyade, terörün ruhuna 
uygun olarak, korku ve dehset yaratarak halkın katılımı saglanmıstır. Bunun 
sonucu olarak hemen hemen bütün asiretlerden terör örgütüne katılımlar 
olmustur. Baslangıçta dar bir kadro ile baslayan eylemler, yukarıda belirttigimiz 
hususlar bir araya getirilerek “Kürt realitesi”55nin tanınması (“Kürt realitesinin 
tanınması”) noktasına ulastırılmıstır. 

c. Ekonomik Nedenler 

Ekonomik sartların zorlugu, insanları maddî yönden etkiledigi gibi  psikolojik ve moral yönden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir dagılımı, terör odakları için yararlanılması gereken en önemli unsurlardan biridir. 

Konu propaganda malzemesi yapılarak, mümkün oldugunca istismar edilmeye 
çalısılmaktadır. Dolayısıyla, egitim verilmemis, cahil insanlar ekonomik 
eksikliklerden dolayı istismara çok müsaittirler. Arastırmalara göre eylemlere 
katılan militanların büyük çogunlugunu bu insanlar olusturmaktadır. 
Ekonomik ve sosyal hayattaki hızlı gelismeler birçok olumlu sonuçlar dogurmakla birlikte hassas dönemde bulunan bir gençlik kesiminde uyumsuzluk ve dengesizliklere de yol açabilmektedir. 

Ülkemizdeki temel koruyucu müesseselerin eksikligi veya yetersizligi bu uyumsuzlukları artırıcı roloynamakta  dır. Ekonomik gelir ve büyüme, sosyal bütünlesme ile desteklenmiyor sa sistem aksayabilmektedir. 

Köylerden, varoslardan ve gecekondu semtlerinden gelen yoksul, yarı 
aç, çatısmacı, mutsuz ve ezilmis ailelerin çocukları terör için en elverisli 
malzemeyi olusturmaktadır. Kısaca sefalet ve baskı, terörü doguran 
etkenlerdir.56 Bununla birlikte, ülkede mevcut olan ve bir türlü giderilemeyen 
gelir dagılımı adaletsizligi de terörü körükler mahiyettedir. 

Genelde hayvancılıkla geçinen Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin, Tarım ve hayvancılık temeline dayalı bir toplum yapısına sahip olan Osmanlı döneminde, ekonomik açıdan ülkenin diger kesimlerinden bariz bir farklılıgı olmadıgı, Cumhuriyet döneminde ise gelismekte olan Türk ekonomisine gerekli katkıyı saglayamadıgı gibi saglanan imkânlardan da yeterince istifade edemedigi, ancak bu durumun ülke genelinde birçok bölge ve kesim için de söz konusu oldugu degerlendirilmektedir. 

ç. Egitim Sistemi 

Hemen söylemek gerekir ki, egitim, insanların ve yıgınların, düsüncelerini ta köklerinden alıp degistirebilecek olan unsurların basında gelmektedir. Bugün ekilen ve yarın toplanacak olan fikir ve inançları anlayabilmek için, zemini yani tarlayı iyi incelemek gerekir. Bir ülkede gençlige verilen egitim imkânı, bu memleketin yarın ne olacagı hakkında genis fikirler ortaya koyabilecek niteliktedir. 

Toplumların huzuru, egitimin her bakımdan bilimsel olmasına baglıdır. 
Dolayısıyla egitim ne kadar yeterli ve ne kadar yol gösterici olursa, fertler o 
kadar mükemmel ve faydalı, ne kadar yetersiz ve olumsuz ise, o derece ilkel ve 
zararlı olur. Ailenin, okulun, kurumların ve medyanın görevi, insana müspet 
karakter kazandırarak, onu, topluma hizmet için etkileyip yönlendirmek, devletin görevi ise, bu egitimi mümkün kılmak ve denetlemektir. Sunu göz ardı etmemek gerekir ki; yıkıcı unsurların önemle üzerinde durdukları ve öncelikle yararlanmak istedikleri yerler egitim kurumlarıdır.57 

Mustafa Aksoy’un, terör nedeniyle Dogu ve Güneydogu Anadolu’dan 
batıya göç eden insanlar üzerinde yapmıs oldugu anketinde ortaya koydugu 
üzere, bir genelleme yaparak yöre insanının egitim seviyesinin oldukça düsük 
oldugunu söyleyebiliriz. Bu insanlardan üniversite tahsilli olanların sayısı %0.2, 
lise tahsilli olanların sayısı %0.3, ortaokul tahsilli olanların sayısı %2.5’lere 
kadar inerken, ilkokul tahsilli olanların oranı % 35.3’e, okuryazar olmayanların 
oranı ise % 50.8’lere çıkmaktadır.58 

Bölgede yasayan insanlar Türkiye’nin ve dünyanın degisen kosullarına 
ayak uyduramamıslar ve sürekli kapalı bir toplum içerisinde kalmıslardır. 
Egitimin verilememesinden ziyade algılanamaması, bölgenin batıdan gelen 
Türk, dogudan gelen Fars ( ran) ve güneyden gelen Arap (Irak) kültüründen 
etkilenmeye açık olması, arazi ve yılın büyük bir bölümünde etkili olan kötü 
hava kosullarının egitim ve ögretim kosullarını olumsuz etkilemesine neden 
olmustur. Cumhuriyet dönemi verilerine göre 2000 yılına gelindiginde 
Türkiye’nin okuryazar oranı %85.6 iken, Sırnak’ta okuryazar oranı %46.25 
(erkeklerde %65.80, kadınlarda %23.92), Siirt’te okur yazar oranı %59.30 
(erkeklerde %77.17, kadınlarda %40.86)’dır.59 Bu konu bölgenin geçmisten beri süre gelen ortak sıkıntılarından birisini olusturmustur. 

Üniversite yıllarına kadar Tunceli’de Türk örf ve adetlerine göre yetisen 
ve bilâhare Tunceli Lisesini bitirerek 1973-1974 ders yılı döneminde Hacettepe 
Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi bölümüne kaydını yaptıran Sahin 
DÖNMEZ; “Bu üniversitede "Millî sorun: Kürt sorunu" adı altında bazı yeni 
konuların tartısmaya baslandıgını ve bir ulustan söz edildigini anlattılar. Ben 
Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilip edilemeyecegi konusuna yabancı idim. Türk 
kültürü ile yetismis ailemden böyle bir terbiye almıs oldugumdan, önce Kürtlerin 
bir ulus olarak varlıgını kabul edemedim. Ancak daha sonra benimsedigim 
Marksist düsüncenin etkisi ile Kürtlerin bir ulus olarak kabul edilmesi gerektigi 
görüsünü kabul ettim. Zaten birçok arkadasım benim gibi önce Komünizmi 
benimsedi ve sonra Kürt meselesini kabul etti. Bu strateji PKK’nın en büyük 
silahıdır. PKK bünyesine alınan insanların beyinlerine Marksizm ısıgında tarihi 
gerçekler saptırılarak Kürtçülük sırınga edilir.”60 demektedir. 

PKK terör örgütünün Tunceli sorumlusu Yıldırım Merkit de sunları ifade 
etmektedir; “12 Eylül öncesi Türkiye genelinde oldugu gibi Tunceli’de de 
okullarda verilen egitim, gençligi gelecege hazırlamaktan çok uzaktı. Derslerin 
çogu ezbercilige dayanmakta idi. En önemlisi derslerden önce ögrencilere 
Marksist felsefe ögretilmekte idi. Liseden mezun olan ögrenci harita üzerinde 
Türkiye’nin bir akarsuyunu bile gösteremiyordu. Kısacası Tunceli lisesi o 
zamanlar bir egitim kurumu degil, Marksist felsefeye hizmet eden, komünist ve 
bölücü örgütlere militan yetistiren bir enstitü hâline gelmisti. Diger orta dereceli 
okullar, hatta ilkokullar bile Tunceli lisesinden farksızdı. Ögretmenlerin büyük bir kısmı çocuklara alfabeden önce, baglı oldugu örgütün sloganlarını ögretmekte idi. Bir toplumun kalkınması için mutlaka kavranılması gereken dersler, "burjuva kültürü burjuvaya hizmet eder" gibi gülünç iddialarla ögrencilere verilmekte idi. 

Bu anlayısa karsı çıkan ve sayısı çok az olan ögretmenler de fasist olarak 
nitelendirilerek ve dövülerek uzaklastırılırdılar.”61 

İnsan yasamında egitimin yeri, tartısılmaz bir öneme sahiptir. Toplumlar 
egitim sayesinde gelecegi yakalayabilmektedirler. Egitime yapılan yatırım uzun 
vadede kendisini olumlu olarak hissettirmektedir. Egitimsizlik ise cahillik 
demektir. Cahil insanlar baskaları tarafından kullanılmaya, basın veya diger 
vasıtalarla yapılan propagandalara karsı daha hassastırlar. Onları kullanmak ve 
yönlendirmek daha basittir. Bölgede faaliyet gösteren PKK terör örgütü bu 
konuyu da çok iyi tespit ederek kendi lehine kullanmıstır. Bu amaçla eylemlerini 
öncelikli olarak ögretmenlere ve okullara yöneltmis, ögretmenleri katletmis ve 
okulları yakmıstır. Bu sayede çocukları daglara çekebilmek daha kolay 
olmustur. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 2

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 2


Dogu ve Güneydogu bölgelerimiz üzerinde yapılan arastırmalar, 
özellikle Devlet Plânlama Teskilâtının (DPT) kurulmasıyla (1961) agırlık 
kazanmıstır. DPT bünyesinde yabancı uzman olarak incelemeler yürüten 
Frederic W. Frey’in söz konusu bölgelere iliskin hazırladıgı rapora göre, Dogu 
ve Güneydogu Anadolu bölgelerinin kapalı cemaat yapısı asagıdaki bes temel 
unsurla açıklanmaktadır. 

- Yoksulluk, 

- Köylülerin dıs dünyayla kısmen alakasının kesilmesi ve yalnızlık içine itilmis olmaları, 

- Hareketsizlik, 

- Okur-yazarlık oranının düsük olması, 

- Tevekküle dayalı kaderci bir dünya görüsünün hâkim bulunmasıdır.12 
1984 yılına gelinceye kadar ortaya büyük bir degisiklik konamamıstır. 
Her ne kadar tarafların kullandıgı hetorik böyle bir izlenim verse de, Kürt 
sorununu; Kürtler, Araplar veya Türkler arasında ya da Kürtler ve merkezî 
hükümetler arasında bir çatısma olarak görmek dogru degildir. Bölge pek çok iç 
çatısma ve rekabetin bulundugu karmasık bir toplum yapısına sahiptir. Kürtlerin 
arasında birçok Kürt olmayan azınlık yasamaktadır ve sosyal ve ekonomik 
iliskilerin olusturdugu karmasık aglarla birbirine baglanmıslardır.13 Sanatçı 
Yılmaz Erdogan, Kürtlügünü ve Türklügünü söyle anlatıyor: “Ben kendini net 
olarak tarif etmis birisiyim. Kürt kültüründen ne aldıysam, Türk kültüründen de o kadar beslendim. Çünkü ben Ankara’da büyüdüm. O egitim formasyonunu 
aldım. Benim kimligimdeki etnik unsurlara, nereden ne gelmisse basım gözüm 
üstüne demis ve onun üstüne bir hayat kurmus birisiyim. Dolayısıyla içimdeki 
Kürt’le Türk arasında herhangi bir problem yok. Olmamıstır da. Belki de Kürt 
sorununun çözümünü de burada bulmak gerekir. Bu saatten sonra artık 
yapacak baska bir sey yok. Yapmaya da gerek yok. Çünkü iyi bir demokrasi, bu 
iki kimlige de iyi gelir. Ben simdi Kürtçe bir uzun hava duydugum zaman hemen 
direkman Kürt oluyorum. Yani iliklerime kadar hissediyorum onu. O duyguyu da 
benden kimse alamaz. Ama saglam bir bozlak duydugumda da hemen Türk 
oluyorum.”14 diyerek iki kültür arasındaki farkı ve birinden digerine geçisin 
kolaylıgını dile getirmektedir. Bu geçisin bu denli kolay ve basit olması, birbirine 
sözde yabancı iki kültürü yasamak zorunda olan bir insan için bu kadar kolay 
olmayabilirdi. 

c. Tarihî Kosullar 

(1) Kürt Kimligi;

Kürtlerin etnik kökeni konusunda tarihçiler arasında görüs birligi mevcut 
degildir. Kökenleriyle ilgili görüs ayrılıklarının yanı sıra, Kürtlerin tarihlerinin 
baslangıcına iliskin olarak da çok az bilgi mevcuttur.15 Kürtlerin kökeninin (soylarının), Turanî oldugu, Mezopotamya’nın birtakım eski kavimlerine dayandıgı, atalarının ran’ın eski topluluklarından Medler oldugu, Araplara dayandıgı, Ermeniler ile aynı ırktan oldukları savları yer almaktadır.16 

(a) Kürtlerin Karduk kökenli oldugu görüsü: Bu tez, Rus sarkiyatçılarından Nikitin’in Kürtler isimli kitabında yer almıstır. Ünlü sarkiyatçılardan M. Hartman, Th. Nol Deck, Veiss Bach gibi yabancı yazarlar ve bazı Türk tarihçiler bu görüsün bir yakıstırma oldugunu ortaya çıkarmıslar ve Nikitin’in tezini kabul etmemislerdir.17 

(b) Kürtlerin Med ( ran) kökenli oldugu görüsü: Bu görüs, dogu bilimleri 
uzmanı Rus Vladimir Minorsky tarafından ortaya atılmıstır. Minorsky 1933 
yılında üç dilde yayımlanan ansiklopedinin Kürtler maddesini yazan bilim 
adamıdır. Ancak bu zat 1938 yılında Brüksel’de yapılan oryantalistler 
toplantısında sundugu bilimsel tebliginde “Kürtler skit ya da Med asıllıdır” 
diyerek ilk görüsünden kısmen vazgeçmisse de, dil benzerligi bakımından 
ran’la ilgilidir demekten de geri kalmamıstır.18 

D.N.MacKenzie, Kürtçe diyalektlerinin az sayıda olsa da ortak kimi 
özelliklerinin oldugunu kabul eder, ancak diger ranî dillerle de ortak kimi 
özelliklerinin bulundugunu belirterek Minorsky’nin görüsünü elestirir. 

MacKenzie’ye göre, Kürtçe’nin temel özellikleriyle diger ranî diller arasında 
sistematik bir karsılastırma, Kürtçe’nin bir dizi önemli farkından dolayı Med 
dilinden ayrıldıgını göstermektedir. Kürtçe’de güçlü bir güneybatı ranî dil etkisi 
görülmektedir, oysa Med dili özellikle bir kuzeybatı ranî dilidir. Bölgede 
konusulan iki akraba ranî dil olan Zazaca ve Guranî, kesin bir sekilde kuzeybatı 
İranî dil ailesindendir. Kurmanci ve Soranî diyalektleri arasındaki farklılıkların 
çogu Goranî’nin Soranî diyalekti üzerindeki kayda deger etkisine baglıdır.19 

   MacKenzie’nin, Minorsky’i oldugu kadar Kürt milliyetçi ideologlarını da hedef 
alan mesajı, Kürtlerin ortak kökenlere ve temel kültür birligine sahip 
olmadıklarıdır. 

Sırnak bölgesinde PKK'lı bir teröristin not defterinden tespit ettigimiz 
kadarıyla terör örgütünün, Kürtler hakkında üyelerine verdigi bilgiler söyledir: 
“Kürtler, Türklerden ayrı bir ırk olup, Avrupa'dan Orta Asya'ya göç ederek Urartu ve Medleri olusturmuslardır. Hint-Avrupa dilini konusan Kürtler, 
Mezopotamya'ya yerlesmislerdir. Alevi-Sünni diye ayrılarak Türkler tarafından 
birbirine düsürülerek çıkarları dogrultusunda kullanılmaktadırlar. Türkiye'nin 
1950'den sonra bölgede kapitalizmi gelistirmesiyle, 1970'li yıllarda tamamıyla 
ihaneti seçmis bir Kürt halkı olusturulmustur. Uyanıs, 1976'dan sonra büyük 
sehirlere giden Kürt gençleriyle olmustur.”20 Bu ifadelerden de anlasılacagı 
üzere Kürtçülük adına mücadele ettigini iddia eden PKK terör örgütü, Medler’in 
Kürtlerin ataları oldugu fikrini benimsemistir. PKK terör örgütüne liderlik yapmıs 
olan terörist Abdullah Öcalan’ın, 2003 yılında yayımlanan “Özgür nsan 
Savunması” adlı kitabından da Kürtlerin ataları olarak Med’leri kabul ettigi 
anlasılmaktadır. 

(c) Kürtler Arap kökenlidir görüsü: Bazı Arap gezginleri ile Mesudî ve Ebu İshak gibi tarihçileri tarafından öne sürülen bir görüstür. Bitlis Sancak Beyi Serifhan Bitlisî’nin yazdıgı, Kürtlerin geçmisini anlatan ve 1597 yılında Osmanlı 
Padisahı 3’üncü Mehmet’e sundugu kitabında; Kürtlerin Oguz Kagan’dan beri 
büyük Türk Camiasına mensup olduklarını yazmasıyla çürütülmüstür.21 

(ç) Kürtler Ermeni kökenlidir görüsü: Ermenilerin arasındaki yaygın 
kanaate göre Kürtlerin bir kısmı Ermeni soyundandır. Aynı sekilde bazı Kürt 
aydınları da bugünkü Ermenilerin çok eski çaglarda Kürtlerden ayrılmıs 
kardesleri oldugu inancındadır.22 
Bu iddianın tamamen siyasi amaçlı olarak ortaya atıldıgı anlasılmaktadır. 

(d) Kürtler Turan (Türk) soyundandır görüsü: Kürtlerin Türklerle aynı 
soydan oldugunu savunan Türk ve Yabancı Bilim Adamları çoktur. Türklerle 
Kürtlerin aynı kökenden, soydan oldukları görüsü Orta Asya’da Yenisey Irmagı 
kollarından Ulukem Çayı’na karısan Eleges Suyu kıyısında M.S. 7’nci yüzyılda 
(650’lerde) Orhon alfabesiyle Türkçe olarak yazılmıs olan ve Eleges (Yenisey) 
yazıtı diye isimlendirilen anıttaki ifadelere dayandırılmaktadır. Bugün Kürt adı ile 
Türk’ten ayrı bir millet olarak nitelendirilmeye çalısılan “Kürt Türkleri”, tarih 
boyunca diger Türk boyları ile aynı cografi alanda hep yan yana görülmüslerdir. 
İç Asya’dan Macaristan’a, Kafkasya’dan Mezopotamya’ya kadar her yerde bir 
arada bulunmuslardır. Günümüzde de ran’da olsun, Suriye’de olsun, Irak’ta 
olsun, içinde Türkmen veya herhangi bir Türk boyunun bulunmadıgı bir Kürt 
yerlesim yeri bulunmamaktadır.23 

TBMM’nin 23 Ocak 1923 tarih ve “Türkiye’nin Asya’da güney sınırı, 
Musul sorunu” konulu 21 sayılı tutanagında “Kürt halkının ran kökenli oldugu 
öne sürülmüstür. Oysa bu iddiayı, Kürtlerin Turan kökenli oldugunu kabul eden 
Encyclopedia Britanica yalanlamaktadır. Zaten Anadolu’yu tanıyanlar bilirler ki, 
gelenek ve görenek bakımından, Kürtler, hiçbir yönden Türklerden farklı 
degildirler. Ayrı diller konusmakla birlikte bu iki halk; soy, inanç ve görenek 
bakımında tek bir bütünü meydana getirmektedir...” diye kayıtlara geçirilmistir. 
Konuya iliskin diger görüsler su sekildedir. M. Serif Fırat’ın, Dogu illeri 
ve Varto Tarihi adlı eserinde “Yavuz Sultan Selim döneminde Kürt diye 
vasıflandırılan bu daglı Türk kardeslerimiz, ayrı ayrı subelere mensup uzak ve 
yakın çag Türkleridir”24 diye ifade edilmektedir. 

1881 Diyarbakır Ergani dogumlu ve önceleri siyasi Kürtçülük davasının 
atesli savunucusu, Kürt Terakki ve Teavün (Kalkınma ve Yardımlasma) cemiyeti 
kurucularından Dr. Mehmet Sükrü Sekban, uzun süren ve genis 
arastırmalarının sonunda gerçegi buldugunu belirterek, 1933 yılında Paris’te 
Fransızca olarak yayınladıgı “Le Probleme Kurde (Kürt Meselesi)” isimli 
kitabında; “Medler Kürtlerin Ecdadı (Kökeni) degildir. Kürtler Ari veya Sami 
ırklarından da degildir. Kürtler Turan soyundandırlar. Antropolojik olarak saf 
Türk olan Türkmenle Kürdü birbirinden ayırt etmek güçtür”25 demektedir. 
Muhtar Kutlu’nun Savak, smail Besikçi’nin Alikan asiretlerinde 
yaptıkları alan arastırmaları; her iki asiretin Kürtçe konusmalarına ragmen, 
kültür degerleri, inançları ve töreleriyle tamamen Türk kültürünü yansıttıklarını 
tüm belge ve verileri ile ortaya koymaktadır. 

Hollanda Kürdoloji Enstitüsü arastırmacılarından Marti Van Bruinessen, 
baslangıçta Kürtleri diger bir ırkla birlestirirken, son defa yaptıgı alan 
arastırmasında Kürtleri Irak, ran ve Türkiye Kürtleri diye üçe ayırdıktan sonra, 
Kürtlerin birbirinden farklı kökenleri olsa gerek diyor ve hatta Kürtlerin Turanî bir kavim oldugu seklindeki görüsünü bazı yerlerde belirtmekten çekinmiyor ve 
“Kürdistan’da bütün asiretler mutlaka aynı kökene sahip olma durumunda 
degildir. Çevrede bazı Kürt asiretleri Türklesmisken, bazıları da Kürtlesmislerdir. 
Yörede Alevîlerin büyük çogunlugu Türk soyludur. Kürt degil Türktürler”26 diye 
ifade etmektedir. 

Siyasi Kürtçülerin 1970’lerden beri dillerinden düsürmedikleri Seref 
Han-ı Bitlisî’nin Serefnamesi, 1990’lı yıllarda elestirilmeye baslanmıstır. Çünkü, 
Serefname, büyük ölçüde Kürtlerin kökenlerinin Asyatik oldugunu, Bügdüz 
soyundan geldigini daha 1590’lı yıllarda ileri sürmüstür. Simdi, bu Kürt tarihi, 
Musa Anter tarafından agır sekilde lânetlenmekte ve “Zaten Bitlis hanları, 
Serefname’nin yazarı Emir Seref Han dâhil, asırlardan beri Kürt milletinin yüz 
karasıdır.” denmektedir. Böylece Seyh blisi Bitlisî de bu suçlamalardan 
kendisini kurtaramamıstır.27 

Anadolu’da Kürtlerin yasadıkları bölgelere Kürtler, kısmen Türkmenlerle 
beraber gelmislerdir. Dogu Anadolu’daki, bugün Kürt bölgeleri denilen ve 
tarihten beri var oldugu ileri sürülen bölgeler, aslında Türkmen bölgeleridir. Arap ve Ermenilerden fethedilerek Türkmenlestirilmistir. Daha sonra Sultan Yavuz, bu Türkmenleri Kızılbas diye suçlayarak Safi Kırmançları bölgeye getirerek yerlestirmistir. Bu bölgedeki birçok Türkmen kabilesi Sultan Selim’in hısmına ugramamak için Harezmce (Zazaca) ve Goranice konusmaya baslamıstır ve Zazalasmıslardır.28 

Bu noktadan hareketle, 12’nci yüzyıla gelinceye kadar Türkiye, ran, 
Irak, Suriye dâhil olmak üzere tarihte Kürdistan olarak anılmıs bir bölge mevcut 
degildi. Kürdistan kelimesini ilk kullanan (sadece Cibal civarı için) Selçuklu 
Sultanı Sancar (1086-1157)'dır.29 Selçuklular devrinden evvel Kürdistan tabiri 
bilinmedigi için, Kürtlere müteallik mütalâalar Araplar tarafından ekseriya 
Zavzan, Hilat, Armaniya, Azarbaycan, Cibal, Fars v.b. mevzuları vesile ile 
verilmekte idi. Diger taraftan, resmî olarak Kürdistan isminin siyasi olarak 
Zagroslar da güneybatı İran için kullanılması bu olguyu karsımıza    çıkarmaktadır. 30 

1800’lere gelindiginde, özellikle 3 Kasım 1839’da Gülhane Hattı 
Hümayununun ilânından sonra, Tanzimat Fermanı hükümlerinin yerine 
getirilmesine yardım için davet edilen Avrupalı uzmanların yönlendirmeleri 
neticesinde Sadrazam Mustafa Resit Pasa (1800-1858) tarafından 1842 yılında 
Osmanlı topraklarında yeni bir mülkî idare yasası kabul edilmis ve bu kanunla 

Türk mevzuatına, idare yapısına yeni terimler girmistir. Bunlar arasında 1847 
yılında Kürdistan vilayeti ile 1850 yılında Lazistan sancagının kurulması dikkat 
çekicidir. 1864 yılına gelince böyle bir düzenlemenin uygun olmadıgı görülmüs 
olmalı ki, yasa ve bu tarz vilayet yapılandırılması yürürlükten kaldırılmıstır.31 
Etnik isimle adlandırmaların bazı Osmanlı sultan ve diger yöneticilerinin çok 
hosuna gittigi, bununla hâkimiyet alanlarını genislettiklerini düsünerek 
yabancılara karsı güçlü görünmek gayretkesligi oldugu da düsünülebilir. 
Arastırmaların belge ve kanıtlarla ortaya koydugu somut bir gerçek ise; 
Türk-Kürt birlikteliginin, bütünlesmesinin, dayanısmasının ve kardesliginin, 
beraberliginin çok genis bir cografyada çok uzun bir tarihi süreç için geçerli 
oldugudur. 

Türk kavimlerinin Orta Asya’dan Kars-Van-Bitlis bölgelerine göçlerinden 
önce Ahlat’ı ziyaret eden Nasır-ı Hüsrev ( ranlı Sair 1003-1061) bu yörede 
Arapça, Ermenice ve Farsça konusuldugundan söz ettigi hâlde Kürtçe 
konusuldugundan ve Kürtlerden hiç bahsetmemistir. Hitit, Asur, Roma, Kuman, 
Bizans, Sasani, Urartu, Arap, Ermeni, Pers, Selçuklu, lhanlı gibi devletlerin, 
konumuzla ilgili bölgelerde hüküm sürdükleri dönemlere ait eserlerde; tabletler, 
yazılı taslar, mezarlar, süs esyaları, mühürler, damgalar, madalyonlar, sikkeler 
(madeni para) vs. arkeolojik, etnografik ve mimari buluntularda, kalıntılarda 
Kürtlere ve tarihlerine ait kayıtlara, emarelere rastlanılmamıstır. Bu amaçla 
Kars, Van, Erzurum müzelerinde, Ankara’da Anadolu medeniyetleri, stanbul’da 
arkeoloji müzelerinde yapılan arastırmalarda, Kürtlerle ilgili tarihi bir obje, eser 
bulunamamıstır. Oysa Lidyalılardan itibaren Anadolu’da yasamıs hemen hemen 
bütün beylikler ve devletlere (Roma, Bizans, Pers, Selçuklu, lhanlı, Ermeni, 
Osmanlı vd. gibi) ait arkeolojik eserler müzelerde ve koleksiyoncularda 
bulunmaktadır.32 

1984’ten itibaren Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinde yasanan 
terör nedeniyle canlarını ve mallarını güvenceye almak için göç eden insanlarla 
yapılan anket neticesinde elde edilen sonuçlar su sekildedir. Etnik köken olarak 
kendilerini “Kürt” niteleyenler %28.9, kendilerine Kurmanc diyenler %29.1, Zaza diyenler %9.7, Arap diyenler %3.5 oranındadır. Kendisini Türk olarak 
hissedenlerin oranı %19.8 olup, Azerî olarak nitelendirenlerle (0.6) birlikte bu oran 20.4’tür.33 

Sonuç olarak Kürtlerin kökeninin hangi ulusa veya nereye dayandıgı 
konusundaki görüslere netlik kazandırılamamıstır. Bununla birlikte Kürt olarak 
ifade edilen toplulukların kimler oldugu da bilinmemektedir. Ancak gelinen 
noktada, yörede Kürtlük bir üst kimlik olarak ortaya çıkmıs veya çıkartılmıs ve 
buna dayanılarak, Kürt halkı vardır o hâlde bir Kürt devleti de olmalıdır. Kürt 
halkı kendi kendini yönetmelidir noktasına tasınmıstır. Söz konusu bölgelerin 
ekonomik bakımdan tarihsel geri kalmıslıgı bu baglamda yorumlanarak, o 
yörede yasayan insanların Kürt oldukları için kasıtlı olarak geri bırakıldıgı 
noktasına tasınmıstır. Bu konu, yöre halkı arasında islenerek terörün 
dayandırıldıgı bir unsur hâline dönüstürülmüstür. Oysa yapılan anketler Dogu ve 
Güneydogu Anadolu bölgelerinde de, Türkiye’nin diger bölgelerinde oldugu gibi 
kökeni farklı olan Türk vatandasları oldugunu ortaya koymaktadır. Bu yaklasım, 
kendilerini Kürt olarak nitelendiren sahısların veya toplulukların çesitli menfaat 
grupları veya bölgede menfaati olan devletler tarafından kullanılmaları 
sonucuna götürmüstür. 

(2) Kürt Dili 

Kürtçe lügat çalısmaları konusunda akla ilk gelen isim, Rusların 
Erzurum Konsoloslugunu yapmıs olan Augüste Jaba’dır. Erzurum’da iken Molla 
Mesut Beyazî’den ögrendigi bilgilere dayanarak Kürtçe lügat hazırlıklarına 
baslamıs; hazırladıgı ve Kürtçe ilk lügat olarak bilinen deneme 1860 yılında 
yayımlanmıstır. Çarlık Rusya’sı Petersburg Bilimler Akademisinin istegi üzerine 
Ferdinand Justi, A.Jaba’nın bu “Kürtçe–Fransızca Sözlük”ü üzerinde çalısmıs 
ve 1879 yılında Petersburg’da yayımlanan bu sözlüge bir ön söz yazmıstır. 
Justi’nin lügatında 8378 kelime bulunmaktadır. Bu kelimelerin kökenini 
arastıran ve bu konuda ciddî çalısmalar yapanların arasında ilk basta gelen 
isimlerden birisi Rus bilim adamı V.Minorsky’dir. Minorsky, Jaba’nın lügatında 
bulunan sözde Kürtçe kelimelerin kökenlerini söyle tespit etmis ve sıralamıstır. 

Bunlardan; 

3080 kelime Türkçe, 
2230 kelime Farsça (bunun 1200’ü eski ran dillerinden Zend dialekti), 
2000 kelime Arapça kökenlidir. 
8378 kelimeden geriye kalan 1068’i ise diger bölgesel lisanlara ait ve de mensei bilinmeyen sözcüklerdir. 

Bunlardan; 

37 kelime Pehlevi dialekti, 
220 kelime Ermenice, 
108 kelime Keldanice, 
20 kelime Gürcüce, 
300 kelime ise kökeni bilinmeyenlerdir. 

Kürtler çok sayıda farklı lehçe kullanırlar; bu lehçeleri konusanların 
çogu öteki lehçeyi anlamazlar.34 Bu durum gayet normaldir. Çünkü yılın hemen 
hemen dokuz ayında geçit vermez sarp arazide sürdürülen kapalı ve tutucu 
hayat, dıs dünya ile teması kısıtlamıs, bu yüzden neredeyse asiret sayısında 
lehçe olusmustur. Dıs dünya ile teması olan kesimlerde de yabancı hâkim 
dillerin etkisinde kalmıslar, karma bir dil konusmaya baslamıslardır. Türkiye 
Kürdistan Demokrat Partisi eski Genel Sekreteri Dr. Sıvan, Kurmanci, Sorani, 
Zazaki, Gorani, Hevremani lehçelerini saydıktan sonra, “Bunların yanı sıra, 
büyük asiretlerin ve vadilerin de kendilerine özgü birtakım siveleri vardı” 
demektedir.35 Dil içerisindeki kelime sayılarına bakıldıgında ran’ın batısında, 
Türkiye’nin dogu ve güneyinde ve Irak’ın kuzeyindeki bölgede yasayan insanlar 
büyük ölçüde Türk, Fars ve Arap kültürleri ile kısmen de Ermeni ve Gürcü 
kültürlerinin etki alanında kalmıslardır. 

Kürtçe’nin Kürtler arasında ortak bir konusma-yazma ve egitim dili 
olmamasına ragmen; çesitli Kürt toplulukları ve asiretleri tarafından anlasılabilir 
tek bir Kürt dili yaratma gayretleri, emperyalist politikaların ve onların 
paralelindeki Kürtçülerin 19’ncu asır ortalarından itibaren, baslıca hedefi 
olmustur. Daha sonraları bir Kürt Edebiyatı yaratma gayretlerine de 
girismislerdir.36 

Dili anlasılmaz hâle getiren bu duruma halk tepki göstermektedir. 
Bunun da ötesinde asıl sorun, Kurmanci’nin diger dil veya lehçeleri (Zazaki, 
Gorani, Luri, Sorani, Bahtiyari, Feyli, Leki, Kelhuri, Mukri, Sexbızıni, vb.) 
konusanlara dayatılmasında yasanmakta, bölgedeki diger dilleri/lehçeleri 
konusanlar, Kurmanci konusup yazmaya zorlanmaktadırlar.37Büyük ölçüde 
birbirini anlamayan 20 adet degisik lehçelerin tamamı Kürtçe dili ortak paydası 
ile ifade ediliyor. Paris Üniversitesinde ortak Kürt dili yaratma gayreti ile 
Kurmanci edebiyatı olusturulmaya çalısılmakta, bunun yanı sıra “Türkiye’de üç 
milyon Kürdün konustugu ‘Zaza/Dimli’ lehçesinin gelistirilmesini ilk tesvik eden 
kurum” olması itibarıyla da ögünmektedir.38 Oysa Kürtler Zazaları Kürt olarak, 
Zazalar da kendilerini Kürt olarak kabul etmemektedir. Aynı sekilde bazı 
çevrelerce Kürdistan olarak ifade edilen bölgede sadece Kürtler yaşamamak tadır. Kendilerini Kürt olarak kabul etmeyen Zazalar ve Türkler de 
yasamaktadır. Bunların birbirlerine oranı küçümsenemeyecek ölçüdedir. 
Kürtlerin daha yogun olarak yasadıgı bölgeleri Kürdistan olarak ifade etmek 
yanlıs anlamalara neden olabilecegi gibi o bölgede yasayan diger grupların 
görmezlikten gelinmesi anlamına da gelmektedir. 

Mustafa Aksoy tarafından yapılan anketin evlerde konusulan diller 
konusundaki tespitleri su sekildedir. Kurmanci % 50.5, Türkçe % 33.2, Zazaca 
% 12.8, Arapça % 2.3 olmak üzere sıralanmaktadır.39 Bununla birlikte gerek 
Kırmanci’de gerekse Zazaca’da cümlenin dizilis sırası Türkçe kurallara göredir 
(özne+tümleç+yüklem). Bütün bu sonuçlar karsısında Prof.Veber, “Kürt lisanı bir lisan halitası (alısım) da degildir. Belki bir kelime halitasıdır” demistir.40 
Olayları kendi çıkarları dogrultusunda yorumlamak isteyen kesimler; 

Kürtçe vardır, dolayısıyla Kürtler millettir, bu millet bir devlet kurarak kendi 
gelecegini kendisi tayin etmelidir yaklasımı içerisine girmislerdir. Oysa yapılan 
arastırmalar bu yaklasımı teyit etmemektedir. Kürtçe adı altında, lehçelerini de 
içerisine alacak bir dil bulunmamaktadır. Yörede yirmiye yakın lehçe ve dil 
konusulmaktadır. Kürtçenin birer lehçesiymis gibi lanse edilen dilleri konusanlar 
birbirleri ile anlasamamaktadırlar. Kürtçe olarak kabul edilen dil ise 
Kurmancadır. Bölgede dil birligi söz konusu degildir. Bu diller ve lehçeler 
bölgenin konumuna uygun olarak Fars, Arap, Ermeni, Rus ve Türk 
kültürlerinden ve dillerinden etkilenerek olusmustur. Ancak Kurmancanın 
türevleri seklinde degillerdir. PKK terör örgütü de bu durumu istismar 
edenlerden olusmustur. Her toplumun kendi dilini konusma hakkı oldugunu 
vurgulayarak bunu bir kültür zenginligi olarak gösteren kesimler dahi, birbirini 
anlamayan kesimlerin kendi dillerini gelistirme yerine Kurmanci ögrenmelerini 
saglamaya çalısmaktadırlar. Buna tesvik edenler ve bu konuda çalısma 
yapanların Kürtlerden ziyade Avrupalılar olmaları da düsündürücüdür. 

(3) Kürt İsyanları 

Kürtler genel olarak ran, Türkiye ve Irak sınırlarının kesistigi bölge ve 
çevresindeki daglık kesimlerde yasamaktadırlar. Buna ilâve olarak Suriye’de ve 
Türk’ün bulundugu diger ülkelerde de mevcuttur. Söz konusu bölge, güneyde 
Musul-Kerkük bölgesindeki ve kuzeyde Bakü bölgesindeki petrol yataklarını ve 
pek yolunu kontrol altında bulundurabilmektedir. Daha ötesi, Irak’ın Musul- 
Kerkük bölgeleri Kürt bölgesi içerisinde kabul ettirilmeye çalısılmaktadır. Ayrıca 
Kürt sorunu adı altında böyle bir sorunun varlıgı ve sürekli canlı tutulması, 
Türkiye, ran, Irak ve Suriye’nin çesitli vesilelerle iç islerine karısma imkânı 
dogurmaktadır. Baska bir ifade ile Kürtleri koz olarak elde bulundurmak, yeri ve 
zamanı geldigi zaman bu kozu kullanmak bir tasla bes kus vurmak anlamına 
gelmektedir. Yani Kürt kozu ile Türkiye, ran, Irak, Suriye ve Kürtlerin kendileri 
baskı altında tutulabilmektedir. Kürtlere bagımsızlık vaatleri ile bünyesinde Kürt 
bulunan ülkelerde ise Kürt devleti kurdurma tedirginligi yaratılarak baskı aracı 
olarak kullanılmaktadır. 

Hasan Cemal, 5 Aralık 1989 tarihinde günlügüne düstügü bir notta, 
Ugur Mumcu’nun bugünkü (5 Aralık 1989) yazısındaki; “ABD ve öteki Batılı 
ülkeler niçin birdenbire bu kadar Kürt yanlısı oldular? Bu soruya yanıt aramak 
zorundayız. ABD için sorun; ran, Irak ve Türkiye’nin birer bölümünü 
kapsayacak bir Kürt devleti üzerinde simdiden egemen olmak ve olası petrol 
yataklarını bu Kürt devleti aracılıgıyla elinde tutmaktır. Kürtler üzerindeki 
Amerikan mandacılıgı hazırlıgına kimse “sosyalizm”, “marksizm” ya da 
“devrimcilik” etiketi yapıstırmamalıdır. ABD emperyalizmi gerçekten 
“emperyalizm” ise Kürt sorununun bu kadar canlı tutulmasında bu emperyalist 
siyasetin güttügü amaç niçin göz ardı ediliyor?” diye ifade ettigi bölümü ile ilgili 
olarak Ankara’daki Amerikan büyükelçisi Morton Abramowitz’in kendisini 
telefonla arayarak sunları söylemistir. “Amerika’nın böyle bir politikası yok. 
Türkiye’yi destabilize etmek, bölmek gibi bir politikası yok. Biz bu konuya insan 

hakları açısından yaklasıyoruz. nsan hakları sorunları yok mu Türkiye’de?”41 
İfadeden de anlasılacagı üzere ABD bu kez Kürtleri insan hakları adı altında 
Türkiye’ye karsı bir baskı aracı olarak kullanmaya baslamıstır. 
1979 yılına ait CIA raporunun bir bölümünde “Irak, ran’daki Kürtleri 
ayaklandırmak için Celal Talabani’yi kullanıyor”, bir baska bölümde ise “1972’de 
Sovyetler Birligi-Irak Dostluk Antlasması imzalanınca, Kürtlere Moskova destegi 
sona erdi. Barzani her geçen gün ran sahına daha çok dayanmaya basladı.” 
ifadeleri yer almaktadır.42 Bölgedeki devletlere hükmetmek isteyen veya kabul 
edilemez isteklerini kabul ettirmek isteyen güçler tarihleri boyunca Kürtleri 
kullanmıslardır. 

Türkiye’deki etnik yapıyı bozmak, huzur içinde yasayan insanlarımızı 
birbirine düsürerek, kendi çıkarları dogrultusunda kıskırtmak, gerektiginde 
ellerine silah ve cephane vererek terörü ve isyanı tesvik etmek Batılıların tarih 
boyunca uyguladıgı bir projedir. Söz konusu projeyi, Osmanlı Devletini yok 
etmek, Türkleri Orta Asya’ya sürmek için hazırladıkları ve stanbul Hükümetine 
kabul ettirdikleri “Sevr Anlasması”yla da hayata geçirmeyi denemislerdir. 
Güneydogu Anadolu’da yasayan halkın kimligini dil, din, tarih asiret, 
milliyet yapılarını dikkate alarak Kürt, Türk, Arap, Ermeni v.s. demek mümkün 
görülmemektedir. Bölge dügümler yumagı seklindedir. Bütün bunlara ragmen 
her ülke ve menfaat grupları kendi çıkarları dogrultusunda olayları çarpıtarak 
bölgedeki insanları su veya bu nedenle kullanmaktadır. 

Osmanlı Devleti’nin eski gücünü kaybetmeye baslamasından itibaren 
genellikle Rusya ve ngiltere’nin güdümünde birtakım iç karısıklıklar 
olusturulmaya baslanmıstır. Bu dönemde ilk isyan 1806-1808 yılları arasında 
meydana gelen Babanzade Abdurahman Pasa isyanıdır. Abdurahman Pasa, 
Osmanlı Devleti’nin Süleymaniye’ye atadıgı bir valiyi tanımayarak isyan 
baslatmıstır. Süleymaniye Valiligi’ne kendisinin atanmasını istemesinden dolayı 
tamamen sahsî hırstan kaynaklanan bu isyanı günümüz Kürtçü yayınları ilk millî 
isyan olarak nitelendirmektedir. 1812 yılında isyan girisimi tekrarlanmıstır. 
Konunun dikkat çeken tarafı söz konusu olayların Osmanlı Devleti’nin Rus 
savası ve Sırp syanıyla ugrastıgı döneme denk gelmesidir. 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


****