Donald Trump etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Donald Trump etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Nisan 2020 Perşembe

Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür

Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür 



 Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu

İstanbul

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Kasım 2019’da İngiltere’de yayımlanan The Economist dergisine verdiği demeçte, Avrupa ülkelerini 
uyararak, “ NATO Müttefiklerinin savunmasında artık Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenemeyeceklerini ” vurguladıktan sonra dile getirdiği 
Şu anda yaşanmakta olan, NATO’nun beyin ölümüdür ” ifadesi uluslar arası arenada büyük bir sarsıntı meydana getirdi.

Başta Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Kanada Başbakanı Justin Trudeau olmak üzere, Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü’ne üye ülkelerin Liderleri 
ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg art arda açıklamalar yaparak, Macron’un sözlerinin, özellikle eski Varşova Paktı üyesi olan ve  Rusya’dan algıladıkları tehdidi halen iliklerine kadar hisseden, Orta ve Doğu Avrupalı müttefik ülkelerde doğurduğu endişeleri gidermeye çalıştılar.


Emmanuel Macron,

Macron, The Economist dergisinde yayınlanan ve meşhur Elysée Sarayı’nda gerçekleştirilen söyleşisinde, 4 Nisan 1949’da Washington’da  imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. Maddesi kapsamında vurgulanan İttifak dayanışması nın, son yıllarda ABD’nin başına buyruk  davranışları sebebiyle, gelecekte geçerliliği olup olmayacağından emin olmadığını dile getirdi.



Fransa Cumhurbaşkanı bu görüşünü desteleyen bir gelişme olarak da, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararı alması sürecinde, 
NATO’lu müttefiklerine danışmadığının altını çizerek, Trump’ın bu kararıyla Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtını başlatmasına zemin hazırladığını  ve bu gelişmeden duyduğu rahatsızlığı ifade etti.

Macron’un bu ifadeleri ve Suriye’de yaşanan süreçle alakalı olarak Türkiye’yi de içine alan sözlerinin amacının, esas olarak, NATO’nun geleceği  hakkında ABD’nin tutumundan kaynaklanan kaygılarını dile getirmekten çok, en önemli müttefiklerinden olan Türkiye’yi hedefe koymak olduğu  anlaşılıyor.

Macron, ayrıca, üstü kapalı olarak, aynen Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi, Türkiye’nin Suriye ile bir sorun yaşaması durumunda, İttifak  dayanışmasının sergilenmeyebileceği, bir başka deyişle, 5. Madde kapsamında NATO’lu müttefikleri nin Türkiye’nin yardımına gelmeyebileceği konusunda bir imada da bulunmakta. [1]

9 Ekim günü başlayan Barış Pınarı harekâtı, birçok kişinin yansıtmaya çalıştığı gibi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı  Donald Trump arasında yapılan bir telefon görüşmesinden sonra ve “Trump’ın izni ile” apar topar başlamış bir askeri harekat değildir.

    Barış Pınarı harakâtının Batı dünyasında oluşturduğu rahatsızlığın sözcülüğünü Macron’un üstlenmiş olduğu anlaşılıyor. 
Görünen o ki, Fransa Cumhurbaşkanı, bu tutumunu Aralık ayında Londra’da toplanacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne de taşıyacak.

Türk yetkililer, devletin en üst seviyesinden itibaren, her kademede, başta Amerikalı muhatapları olmak üzere, NATO müttefiki ülkelerde,  en azından son beş yıldır, Suriye’nin kuzeyinde YPG/PYD terör örgütünün varlığı ile oldu bittiye getirilmeye çalışılan fiili bir durumun ve  kurulmaya çalışılan siyasi bir yapının Türkiye’nin güvenliği bakımından arz ettiği tehditleri defalarca dile getirmişler ve aslında yapılması  gerekenin, söz konusu coğrafyada, Türkiye-Suriye sınırı boyunca, belli bir derinliğe kadar inecek şekilde bir “Güvenli Bölge ” oluşturulması nın  gerekliliğini anlatmışlardır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki ABD Başkanı Obama ile yapmış olduğu hemen her yüz yüze görüşmede ve telefon konuşmalarında bu konuyu 
ısrarla ve kararlılıkla gündeme getirmesine karşılık, Obama’nın tutumunun tam anlamıyla “ipe un sermek” ve zaman kazanmak için ilerideki belirsiz tarihleri işaret etmek olduğu zaman içinde anlaşılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin asker ve sivil ilgili tüm unsurları, müttefik ülkelerin kayıtsız ve hatta karşıt tutumlarına rağmen, hazırlıklarını her 
alanda eksiksiz olarak yerine getirmişler ve bir gün nasıl olsa kaçınılmaz olarak başlatılacak olan harekâtın planlarını defalarca gözden geçirmişlerdir. 
Bu sebepledir ki, Barış Pınarı harekâtı hem sahada hem diplomasi alanında hedeflerine varmak yolunda hızla ilerliyor.

Bu durumun Batı dünyası içinde meydana getirdiği rahatsızlığın sözcülüğünü Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un üstlenmiş olduğu anlaşılıyor. 

Görünen o ki, Macron, bu tutumunu Aralık ayı başında İngiltere’nin başkenti Londra’da toplanacak olan NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’ne de taşıyarak, Türkiye’ye yönelik ağır eleştirilerin hız kesmeden devamını sağlamakta kararlı.

Benzer şekilde, Kasım 2010’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da toplanan NATO Zirvesi öncesinde, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 
İttifak’ın “Füze Kalkanı” projesi kapsamında Malatya yakınlarında bulunan Kürecik’teki radar üssünün kullanımıyla ilgili olarak başlatılan tartışmalar da, Türkiye’nin NATO’nun bu önemli projesine karşı olduğu görüşünü yaymış ve müttefiklerin haksız yere Türkiye’yi eleştirmelerine  yol açmıştı.

Türk yetkililer, o dönemde de, Sarkozy kaynaklı yanlış bilgiler üzerinden yapılan yersiz ve haksız eleştiriler karşısında soğukkanlı tutumlarını  koruyarak, her seviyeden muhataplarına Türkiye’nin NATO’nun Füze Kalkanı projesine verdiği önemi, Kürecik’teki radarın bu proje içindeki hayati  önemini sabırlı ve detaylı bir şekilde anlatmışlardır. Nihayetinde, 2010’da Lizbon’da alınan karar gereği projenin 2012 Chicago Zirvesi itibarıyla  Avrupalı müttefik topraklarını koruyabilecek şekilde operasyonel hale getirilmesi hedefi üzerinde fikir birliğine varılmıştır.

Aralık 2019’da Londra’da yapılacak NATO Zirvesi, Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtının yalnızca siyasi ve askeri yönlerinin değil, daha önemlisi, insani açıdan kaçınılmaz gerekliliğinin bütün yönleriyle gözler önüne serilmesi ve Suriye’de yaşanan iç karışıklıktan her bakımdan en mağdur olan ülkelerin başında gelen Türkiye’nin müttefiklerine yönelik beklentilerini de anlatması için çok önemli bir zemin olacaktır.

Londra’daki Zirve toplantısına kadar geçecek kısa süre zarfında, her kademedeki Türk yetkililerin, müttefik ülkelerdeki muhataplarına, NATO dayanışmasının gücünü ve hazırlık seviyesini, yalnızca devletlerden kaynaklanan tehditler karşısında değil, “devlet-dışı aktörler” olarak tanımlanan ve küresel boyutta eylemler gerçekleştirebilecek yapıya ulaşan bütün terör örgütleri karşısında da göstermek için önlerinde çok önemli bir fırsat olduğunu ve bunun kısa vadede ortaya konulabilecek örneğinin de, Suriye’de yaşanan trajedinin ve güvenlik sorunlarının sona erdirilmesinde  İttifak’ın ruhuna ve 1949 Washington Antlaşması’nın lafzına uyacak şekilde Türkiye ile güçlü bir dayanışma içinde olmaktan geçtiğini vurgulamalarında yarar vardır.

[ Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu MEF Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi dekanıdır ]

[1] Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Avrupalı müttefikleri tarafından Orta Doğu’nun “alan dışı bölge” olarak görülmesinin Türkiye’nin  güvenliğine ve İttifak dayanışmasına olan olumsuz etkileri hakkındaki analizler için bkz:

    Türkiye NATO İlişkileri
    "Turkey and NATO in Retrospect: Hard to Classify as a "Win-Win" Relationship - Part I"

    "Turkey and NATO in Retrospect: Hard to Classify as a "Win-Win" Relationship - Part II"

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/macron-un-nato-cikisinda-asil-hedef-turkiye/1643927


***

1 Aralık 2019 Pazar

ABD'den küstah açıklama! TL'ye, Saldırıyı itiraf ettiler.,

ABD'den küstah açıklama! TL'ye, Saldırıyı itiraf ettiler.,



ABD başkanı Donald Trump 

Türkiye'ye Dış Politikada Diz Çöktürme operasyonunun kamuflajı olarak kullanılan tutuklu papaz Brunson davası ile birlikte TL'de son 1.5 ayda yaşanan düşüşün ardında ABD'nin 'kur saldırısının' olduğu tescillendi. ABD Başkanı Donald Trump

https://www.takvim.com.tr/index/donald-trump   'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton 
https://www.takvim.com.tr/index/john-bolton, 

Türk Lirası'nayapılan operasyonu itiraf etti.
https://www.takvim.com.tr/index/brunson 


*SERBEST BIRAKIN TEHDİDİ*

Reuters'a konuşan Bolton, "Türkiye Brunson'ı koşulsuz serbest bırakırsa, döviz krizi hemen sona erebilir" diyerek, dolarda ekonomik gerekçeklerden
yoksun yaşanan yükselişin de nedenini ortaya koydu. Tehditlerini sürdüren ve Türkiye'nin Katar'la yaptığı 15 milyar dolarlık anlaşmadan tedirginliği ni de gizleyemeyen Bolton, "Katar'dan gelen para Türkiye ekonomisini kurtarmaya yardım etmez" dedi. Türkiye'nin bağımsız yargısını
da hiçe sayan Bolton, "Türkiye rahip Brunson'ı bırakmayarak büyük bir hata yaptı" ifadelerini kullandı. Bolton, Türkiye'nin NATO'dan geçici olarak
uzaklaştırılması gibi bir durumun söz konusu olup olmadığı ile ilgili bir soruya "Şu anda böyle bir şey söz konusu değil" dedi. Danışman İdlib'de
eğer kimyasal ya da biyolojik silah kullanılarak bir müdahalede bulunulursa ABD'nin buna "şiddetle" cevap vereceği uyarısında bulundu. Öte yandan
Bolton İran'a uygulanan yaptırımların beklediklerinden daha fazla etki gösterdiğini belirterek, Avrupalı ülkeleri ABD ya da İran'la ticaret yapmak
arasında seçim yapmaya çağırdı.

*KÜSTAHLIK, HADSİZLİK...*

"Muhalif iktisatçı olmak başka şey, Türk Lirası'nın bu kadar yüksek oranda değer kaybı yaşamasında ABD'nin finansal operasyon yaptığını görmemek başka
şey" değerlendirmesinde bulunan Prof. Dr. Kerem Alkin, "Ekonomi yönetimi rahibi bahane etti sözü, Bolton'ın 'Katar parası Türkiye'yi kurtaramayacak'
sözü kadar küstahlık, hadsizlik" açıklamasını yaptı. Alkin sözlerine şöyle devam etti: "Bolton'ın 'Papazı bırakın, kriz bitsin' sözlerinden sonra
'Türkiye zaten ekonomik krize gidiyordu, rahip bahane oldu' diyen beri gelsin. Bu sözler TL'ye ABD'nin siyasi operasyonunun tescilidir."

*ALMANYA'DAN ABD'SİZ EKONOMİ ÇAĞRISI*

Trump'ın doları şantaj aracı haline getirmesi ve art arda aldığı yaptırım kararları, Avrupa ekonomisinin lokomotifi Almanya'nın da sabrını taşırdı.
Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Alman Handelsblatt gazetesi için yazdığı makalede, "Avrupa, İran ile nükleer anlaşmayı kurtarmak istiyorsa
Amerika'dan bağımsız bir ödeme sistemi kurmak zorunda" dedi. ABD'nin İran nedeniyle Avrupa'ya rest çekmesi, son dönemde AB'nin elini zorlayan bir
durum oluşturmuştu. Alman Bakan Maas, "Amerika'dan bağımsız ödeme kanalları olarak bir Avrupa Para Fonu ve bağımsız bir SWIFT sistemi kurarak
Avrupa'nın özerkliğini güçlendirmemiz işte bu nedenle önem taşıyor" değerlendirmesinde bulundu.

*ABD ŞİMDİ DE BORUYA SARDI*

Demir çelik ve alüminyum ürünlerine getirdiği ek vergilerle yaptırım sopasını kullanmaya devam eden ABD, ticaret savaşında dün yeni bir cephe
açtı. ABD Ticaret Bakanlığı Türkiye dâhil 6 ülkeden ithal edilen, petrol ve doğalgaz boru hatlarının inşasında kullanılan kaynaklı boruların ABD
pazarında değerinin altında satıldığı yönünde ön karar aldı. ABD Ticaret Bakanlığı haziran ayında yaptığı ön incelemede Türkiye, Çin, Hindistan ve
Güney Kore'den yapılan kaynaklı boru ithalatının adil olmayan şekilde finanse edildiğine karar vermişti. Bu ülkelere Kanada ve Yunanistan da
dâhil edildi.

*KUR ATAĞI MİLLET MUKAVEMETİYLE BERTARAF EDİLDİ*

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin önemine dikkati çekerek, sistemin yüksek bir koordinasyon ve
görev dağılımıyla, daha yüksek bir koordinasyonla çalıştığını belirtti. Geçtiğimiz günlerde ekonomiye yönelik kur atağı yaşandığını hatırlatan
Ünal, "Bu hem yeni hükümet sisteminin ne kadar iyi çalıştığının bir göstergesiydi, hem de ekonominin tek bir çatı altında toplanmasının
sonuçlarını görmemiz açısından son derece önemliydi. Hazine ve maliyeden sorumlu bakanımızın, Sayın Cumhurbaşkanımızın kararlılığı ve yüksek
koordinasyonla bu kur atağı, bir millet mukavemetiyle birlikte bertaraf edildi" diye konuştu.

https://www.takvim.com.tr/ekonomi/2018/08/23/abdden-kustah-aciklama-tlye-saldiriyi-itiraf-ettiler-1535015291

***

5 Ekim 2019 Cumartesi

Türkiye ve BAE nin Eksen Savaşının Arka Planında ne var?

Türkiye ve BAE nin  Eksen Savaşının Arka Planında ne var?


Fehim Taştekin
Gazeteci-Yazar
5 Mayıs 2019


BAE Devlet Başkanı Şeyh Halife bin Zayid Al Nahyan (ortada)

Türkiye'nin Arap Baharı ile birlikte Müslüman Kardeşler (İhvan) kuşağına desteği yüzünden Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır'ın başını çektiği eksenle yaşadığı "soğuk savaş" yeni eşiklere ilerliyor. ABD'de yeni Ortadoğu politikasını bu eksen üzerine bina eden Trump yönetiminin İhvan'ı "terör örgütleri" listesine alma niyeti, Türkiye'nin sadece Araplarla değil Washington ile ilişkilerini de etkileme potansiyeli taşıyor.
Ankara bu eksendeki Türkiye karşıtlığından özellikle BAE'yi sorumlu tutuyor. BAE adına casusluk yaptıkları ve Cemal Kaşıkçı cinayetiyle bağlantılı oldukları şüphesiyle 9 Nisan'da 2 Filistinlinin tutuklanması ve zanlılardan Zeki Hasan'ın 9 gün sonra hapishanede ölmesi meseleyi daha da karmaşık hale getirdi.

" Hücresinde intihar etti " açıklamasını reddeden ailesi, Hasan'ın işkence sonucu öldüğünü öne sürüp uluslararası soruşturma istedi. Casusluk suçlamasının muhatabı BAE sessizliğini korurken, Körfez medyasında Türkiye'nin işkence siciline dair yorumlar öne çıkıyor.

Devlet olarak 48 yıllık ömrü olan BAE'nin pek çok alanda Türkiye ile bir eksen kavgasına tutuşacağı tahayyül edilemezdi. Türkiye'nin 1979'da, BAE'nin 1983'te elçilik açarak ikili ilişkileri başlatmasından bu yana ticari ilişkiler inşaat, gıda ve savunma sektörlerinde gelişse de, bu ülkenin Türk dış politikasındaki yeri gayet mütevazıydı.

Katar hariç Körfez ülkelerinin alarm pozisyonunda karşıladığı İhvan'ın Arap Baharı sürecinde Türkiye'den himaye görmesi dostluğu husumete çevirdi. Geçmiş dönemlerde belli yerlerde iki ülkenin rakip aktörlere el vermesi sorun teşkil etse de taraflar bunu ilişkilere yansıtmaktan kaçınıyordu.

Hamas lideri İsmail Haniye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan

Örneğin, Türkiye'nin Hamas'a desteğine karşın BAE, Hamas'ın darbeyle Gazze Şeridi'nden attığı El Fetih'ten Muhammed Dahlan'a kucak açmıştı. Dahlan, Yemen Savaşı dahil birçok yerde yürütülen gizli operasyonlarda Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid'in güvendiği kişi haline geldi.

Müslüman Kardeşler'den neden korkuyorlar?

BAE'nin İhvan hassasiyetinin uzunca bir geçmişi var. İhvan 1970'lerde BAE'nin eğitimli kadro açığını kapatmış, özellikle selefi eğilimin barındığı Ras el Hayma Emirliği'nden himaye görmüş, 1979'da İran İslam Devrimi'nin etkisiyle siyasi talepler artınca bu örgütün önüne set çekilmiş, 1983'te Adalet ve Eğitim Bakanlığı ellerinden alınmış, 2000'lerde Muhammed bin Zayid'in ifadesiyle " Kültürel bir savaş yürütülmüş ", Arap Baharı sonrası iyice alarma geçilmiş, Ocak 2013'te rejimi yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla 94 kişi tutuklanmış ve 2014'e gelindiğinde İhvan artık devletin nezdinde " terör örgütü " oluvermişti.

İddiaya göre 2013'te tutuklananlar, İhvan'ın BAE uzantısı Islah hareketiyle bağlantılıydı. Bunlardan 11'inin Mısır vatandaşı olması Muhammed Mursi yönetimiyle de ipleri germişti. Tartışmalı üç adayla ilgisi aniden nükseden İran'ı dış tehdit, İhvan'ı iç tehdit olarak gören BAE'nin güvenlik kaygıları savunma harcamalarını da katladı. BAE 2013 sonrası İhvan'la savaşını bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yaydı.



Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi ve ABD Başkanı Donald Trump
Eksen savaşının cephe hatları: Suriye, Libya, Mısır, Tunus Türkiye ile ilişkilerdeki asıl kırılma da Temmuz 2013'de Mısır'da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yapılan darbeyle yaşandı. Türkiye tepkisini "Rabia" işaretiyle bütün platformlara taşırken darbeci Mareşal Abdulfettah el-Sisi'nin ana finansörlerinden biri BAE idi.

Mısır'dan kaçan İhvan liderlerine platform sunan El Cezire kanalı yüzünden 2014'te Katar-Körfez gerilimi ayyuka çıkarken Türkiye, Doha'yla ortaklığını ilerletmede kararlıydı.

BAE'nin 15 Temmuz darbe girişimini finanse ettiği iddiası örtülü gerilimi açık atışmalara dönüştürdü.

Ankara, "darbe girişimine çanak tutan yayın yapmakla suçladığı", Sky News Arabia ve Al Arabiya kanallarına büyük tepki göstermişti. Bu restleşme etkisini Suriye'de de gösterdi. Fırat Kalkanı Harekâtı'ndan sonra Türkiye'yi "işgalci ve sömürgeci" olarak resmeden BAE bir aşamadan sonra Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) de destek verdi.

BAE, Libya'da da Ankara'nın tuttuğu Trablus merkezli güçlere karşı ülkenin doğusunu tutan General Halife Hafter'e destek vererek eksen savaşını büyüttü.


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar'ın başkenti Doha'daki Türk üssünü ziyaret ederken

Türkiye de 2017'de Katar'a yönelik ablukayı delmekle kalmayıp bu ülkede askeri üs kurarak keskin bir duruş sergiledi. Katar'a sunulan 13 maddelik talep listesinde beşinci madde şuydu:

" Türkiye'nin Katar topraklarındaki askeri varlığına son vereceksiniz. "

Koşul buyken Katar, Türkiye'den askeri alımlarla ilişkileri daha da derinleştirdi.

Benzer bir rekabet Somali ve Sudan'dan da kendini gösterdi. Türkiye'nin Somali'nin başkenti Mogadişu'da üs edinip yatırımlara girişmesine karşın BAE, Aden Körfezi'ni kontrol etme stratejisinin bir parçası olarak (Somali'den 'de facto' bağımsız) Somaliland'da bir üs (Berbera) ve liman (Hargeisa) edindi.

BAE, 2016'da 2,5 milyar dolarlık yardımla Sudan'ı Yemen Savaşı'na ortak ederken, Türkiye 2018'de Hartum'la 22 anlaşma yapıp Sevakin Adası'nın tahsisini sağladı. Sudan'da 11 Nisan'da Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i devirip yetkiyi ele alan Askeri Geçiş Konseyi'ne BAE ve Suudi Arabistan'ın açık desteğinde de bu rekabet belirleyici.

Tunus ve Irak gibi ülkelerde de BAE ve Türkiye rakip aktörlere el vermiş durumda.

Diplomasinin dili değişti.,

Bu zıtlık medya savaşını kızıştırırken diplomasinin diline de yansıdı. BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid 2017'de "1916'da Fahri Paşa'nın Medine halkının mallarını ve el yazması eserlerini çaldığını biliyor muydunuz? İşte Erdoğan'ın dedelerinin Araplarla ilişkisi buydu" diye sataştı. Erdoğan ise "Petrol şımarığı" ve "Terbiyesiz adam" ifadeleriyle yanıt verdi. Ankara'da BAE Büyükelçiliği'nin bulunduğu sokağın adı "Fahreddin Paşa" diye değiştirildi.

BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid

Buna karşın BAE Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş, "Ankara Arap ülkelerinin egemenliğine saygı duymalı ve komşularıyla mantık çerçevesinde ilişki kurmalı" dedi. Gargaş bir başka mesajında ''Arap dünyası Tahran ve Ankara tarafından yönetilmeyecek. Tahran ile Ankara'nın hırslarıyla mücadele etmek için Arap alemi birleşmeli'' ifadelerini kullandı.

Körfez medyasında Türkiye'nin Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) ve El Kaide ile birlikte anılmadığı bir haber ya da yorumun çıkmadığı gün yok. Bitmek bilmeyen bir propaganda savaşı sürüyor. Örneğin Suudi gazetesi Ukaz geçen yıl 24 Mayıs'ta, "Osmanlıcılık ile İhvancılık arasında muta nikâhı" başlığıyla birlikte fes giydirilmiş Erdoğan fotoğrafını basmıştı.

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz

Ankara, Abu Dabi'nin Riyad'ın tercihlerini de etkilediğini düşünerek bu "bozucu" faktörü devreden çıkarmanın yollarını da aradı. Tabi İhvan'ın kendinden gördüğü Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'da öldürülmesi Riyad'ı Abu Dabi'den ayrı tutma esnekliğini de yok etti. Yine de Ankara ilişkilerdeki hasarı sınırlı tutmak için Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'i ayrı bir kefeye koyup oğlu Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile onun akıl hocası olarak görülen BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid'i mimlemeyi tercih etti. Hatta bu ikilinin Washington'daki karar mekanizmalarını da yönlendirdiği değerlendirmesini yaptı.

'İhvan'ı unutun her şey yoluna girer' mesajı İki bakan teamülü bozsa da genel olarak BAE diplomasisi yüksek sesle konuşan bir karaktere sahip değil. Hatta çelişkileri tolere edebilen bir yapısı da var.

Örneğin, İran'ın nüfuzunu kırma hamlelerinde başı çekse de İran dış ticaretinde BAE'nin yeri hala önemli. Aynı şekilde Ankara ile yaşanan soğuk savaş BAE'nin Türk savunma ürünlerine ilgisini azaltmadı. 2017'de 661 milyon dolarlık zırhlı araç alımı gerçekleştirildi. BAE, Orta Doğu'da Türkiye'nin ihracatında Irak'tan sonra ikinci sırada. Siyasi restleşmenin tavan yaptığı 2017'de iki ülke arasındaki Karma Ekonomik Komisyon ve İş Konseyi toplantıları iptal edilmedi. Belki bunda Savunma, Ekonomi ve Ticaret bakanlıklarının Dubai Emirliği'nde olması da etkili olabilir. Dışişleri ve İçişleri bakanlıkları Abu Dabi emirliğinde.

Yine de İhvan iki ülke arasındaki kilitlenme nedeni olmaya devam ediyor. Abu Dabi Eğitim Konseyi Genel Direktörü Ali Raşid el Nuaymi 2017'de Türk basınına verdiği demeçte İhvan korkusunun arkasında yatan nedenlere şöyle değinmişti:

"Geçmişte bize sığınan İhvan üyelerine kucak açtık. Ancak, bir süre sonra tüm eğitim kurumlarımızı, camilerimizi ve dış işlerini ele geçirdiler, kabinede iki bakanlık bile elde ettiler. Tıpkı sizdeki FETÖ gibi. Biz onları kontrol altında tutmaya çalışırken, Mısır'da devleti ele geçirdiler. Sonra aynısını burada yapmak istediler. Hükümetimiz de onları yasa dışı ilan etti.

"Sizin için FETÖ terör örgütü ne ise bizim için de Müslüman Kardeşler odur. Türkiye'de bizim vatandaşımız dokuz terörist var ve iadesini istiyoruz. 15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonra FETÖ üyesi iki generali derdest edip Türkiye'ye iade etmiştik. Aynı hassasiyeti Türkiye'den bekliyoruz. Onların kimler olduğunu Hakan Bey (MİT Başkanı Fidan) çok iyi biliyor."

Bu empati çağrısı karşılık bulur mu? Eksen savaşı Mısır, Suriye, Filistin, Sudan, Tunus, Libya ve Somali'ye kadar yayılmışken kızışmanın soğuma ihtimali düşük.


https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48167646



16 Temmuz 2019 Salı

Pentagon., Suriyedeki Ortağıma Dokunamazsın.,

Pentagon., Suriyedeki Ortağıma Dokunamazsın.,



19 Kasım 2018 
Konur Alp Koçak  
Dış Politika Araştırmaları Merkezi 
Makale

PYD - ABD SURİYE STRATEJİSİ VE DAYANIŞMASI

Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasını sona erdirmeye yönelik bir harekât başlatacağına dair açıklamaların ve bazı terör unsurlarının top atışıyla vurulmasının ardından, Menbiç yol haritasında belirlenen adımlar atılmaya başlandı. Menbiç mutabakatı çerçevesinde öngörülen ABD-Türkiye ortak devriye faaliyetleri nihayet 1 Kasım’da başladı. Ortak devriyeler, kimilerince Türkiye ile ABD arasındaki ihtilafların azalacağına dair bir umut olarak görülmüşse de, işin aslının öyle olmadığı kısa süre sonra anlaşıldı. Zira ABD’nin YPG ile Türkiye sınırında ortak devriyeye başladığı ortaya çıktı.

Bir yandan PKK’nın önde gelen isimlerine “ödül” koyan, diğer yandan da PKK’nın Suriye kolu ile Türkiye sınırında ortak devriye faaliyeti gerçekleştiren ABD, bekleneceği üzere “çelişkili” ve “ikiyüzlü” davranmakla eleştirildi. Brunson’ın ABD’ye iade edilmesinin ardından görülen bazı iyi niyetli açıklamalar ve yumuşama sinyallerine rağmen, iki ülke arasında Suriye üzerindeki anlaşmazlıkların aynen devam ettiği bir kez daha anlaşıldı.

ABD ile Türkiye’nin Suriye konusunda uzlaştırılması imkânsız değilse de çok güç yaklaşımları söz konusu. Türkiye haklı olarak, bir terör örgütü olan PYD-YPG’nin ABD tarafından destekleniyor olmasını ittifak hukukuna ve dostane ilişkilere aykırı buluyor. Buna rağmen ABD, Türkiye’nin eleştirilerine karşın bu örgütle olan bağlarını koparamadığı gibi her gün biraz daha derinleştiriyor.

Uzlaşmaz tutumların arka planında ne yattığına dair ipuçlarını ABD’nin bazı resmî kurumları tarafından hazırlanan raporlarda görmek mümkün. Örneğin, Pentagon’un Kongre’ye sunulmak üzere hazırladığı 5 Kasım tarihli rapor, kamuoyunda açıkça dile getirilmeyen bazı unsurları da içeriyor. Suriye ve Irak’ta DAEŞ’e karşı yürütülen Doğal Kararlılık Operasyonu’nun son üç ayını değerlendiren bu rapor, sahadaki mevcut durumu tespit etmenin yanı sıra, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikalarının gerekçesini de ortaya koyuyor.

Raporda dikkat çeken hususlardan birisi, Pentagon’un SDG’yi hâlâ “ En Güvenilir Ortak ” olarak nitelendirmesi. ABD’nin siyasî ve askerî kanadı arasında bazı söylem farklılıklarının olduğunu da ikrar eden rapor, DAEŞ’in tamamen yok edilmesi hedefinin hâlen geçerli olduğunu ve bu çerçevede SDG’nin ABD tarafından desteklenmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği askerî operasyonların SDG’nin “DAEŞ karşıtı” eylemlerini aksattığına da değinen rapor, ABD’nin SDG’yi kendi hedefleri açısından vazgeçilmez gördüğünü ortaya koyuyor. Hal böyleyken ABD’nin SDG’yi gözden çıkarıp Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyon için Türkiye’ye yeşil ışık yakmasını beklemek gerçekçi değil.

Ayrıca, Menbiç mutabakatı ve yürürlükte olan yol haritasının asıl niyetinin Türkiye açısından kabul edilebilir olmadığını söylemek de mümkün. Çünkü raporda, Menbiç mutabakatının “bir yandan SDG’nin esas silâhlı unsurunu oluşturan YPG ile çalışmaya devam ederken diğer yandan Türkiye’yle ikili ilişkileri geliştirme hedefi” için imzalandığı belirtiliyor. Bir başka deyişle, Menbiç’te ABD’nin Türkiye ile birlikte devriye faaliyeti yürütmesi, hiçbir surette ABD’nin YPG’ye cephe alması anlamına gelmiyor. Aksine söz konusu mutabakat, ABD açısından YPG ile yürütülen iş birliğinin Türkiye tarafından hedef alınmasına engel olmak üzere düşünülmüş bir taktikten ibaret.

Raporun Menbiç mutabakatına dair bu değerlendirmesi ışığında, ABD’nin ne Türkiye’den ne de YPG’den ayrı kalmak istemediği sonucuna varmak yanlış olmaz. YPG’yi korumaya ve desteklemeye devam ederken üç PKK’lı teröristin yakalanmasına “ödül” kararı alan ABD, aslında Türkiye’ye şu mesajı veriyor: “PKK ile mücadeleni kendi sınırların içinde yürütebilirsin ancak Suriye’deki ortağıma dokunamazsın”. Türkiye’nin bu hasmane yaklaşıma nasıl cevap vereceği, Suriye’nin kaderini belirleyen etkenlerden biri olacak.

Not: Bu makale ilk olarak 13 Kasım 2018 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 


https://www.tasav.org/index.php/pentagon-suriye-deki-ortagima-dokunamazsin.html

***

14 Aralık 2018 Cuma

PKK - PYD SURİYEDE BATININDA DESTEGİ İLE DEVLETLEŞİYOR. BÖLÜM 2

PKK - PYD SURİYEDE BATININDA DESTEGİ İLE DEVLETLEŞİYOR. BÖLÜM 2



Yurdagül Şimşek, 
Hikmet Durgun, 
Elif Örnek


Suriye’deki terör ve iç karışıklık devam ederken, ABD destekli grupların başarıya ulaşamayacağı netlik kazandı. ABD'nin ülkeyi üçe bölme planını gündemine alıp almayacağı belirsizliğini korurken, Türkiye’ye rağmen Kürt güçleriyle yakın işbirliği içinde kuzeyde ABD destekli bir yapı kurulması olasılığını uzmanlar ve aktörler Sputnik’e değerlendirdi.

Sergey Lavrov

SPUTNİK.,

Lavrov: Rusya, Türkiye ve İran'ın Üçlü Mekanizması yürürlükte.,
Suriye’yi üç bölgeye ayırma planı 2013 yılında önce Türkiye, hemen ardından İsrail ve ABD tarafından gündeme getirilmişti. Washington’ın tasarrufunda ülkenin kuzeyinde Türkiye ve Irak’taki gruplarla bağlantılı Kürtlerin; sahil şeridinde Suriye hükümetinin; ülkenin doğu ve kuzey kesimlerinde radikal İslamcıların yönetimi alması vardı. Bu plan zamanla daha ‘yumuşak’ bir şekilde ‘Alevi, Sünni ve Kürt bölgeleri’ olarak ifade edilmeye başlandı. Moskova ile yaşadığı krizi geride bırakarak sahada daha fazla ortak hareket etmeye başlayan Ankara, Astana sürecinde Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğuna ilişkin deklarasyonların altına imza attı.

ABD son dönemde Suriye’nin kuzeyindeki Kürt gruplarla işbirliğini Türkiye’nin sert ikazlarına rağmen giderek artırıyor. ABD Başkanı Donald Trump, seçimler öncesinde New York Times’a verdiği demeçte ‘Kürtlerin hayranı’ olduğunu ifade ederek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kürtleri yan yana getirebileceğini ileri sürmüştü. Ancak Trump’ın Beyaz Saray’daki koltuğa oturmasından bu yana Washington ile Ankara arasındaki açı, Suriye’deki Kürt gruplara yönelik farklı tutumlar nedeniyle daha da artmışa benziyor.

Suriye’de ABD operasyonlarının önemli kara güçlerinden birini oluşturan Kürtleri, bu ortaklığın sonunda bağımsız bir devlet olma ihtimali mi bekliyor? ABD Türkiye’ye rağmen Suriye’nin kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt bölgesi yaratabilir mi?

Rusya'nın Suriye'de hava operasyonu

© SPUTNİK / DMİTRİY VİNOGRADOV
‘Türkiye ve Rusya’nın sürekli koordinasyonu, Suriye’nin geleceği için anahtar’
PEKİN: TÜRKİYE’NİN İKNA KARTI RUSYA, SURİYE VE İRAN
Konuyu Sputnik’e değerlendiren emekli Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Türkiye’nin doğru adımları atması durumunda Suriye’nin kuzeyinde bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi kurulmasının zor olduğunu savundu. Pekin’e göre Türkiye bunun için Suriye, Rusya, İran, hatta Irak’la ortak hareket etmeli:

“Eğer kartlarını iyi oynarsa, Türkiye’ye rağmen o bölgede bağımsız ya da özerk bir Kürt yönetimi oluşturulamaz. ABD’nin planı açık; Suriye’yi bir federasyon haline getirmek ve Kürtleri de bu federasyonun bir parçası yapmak. Rusya da şu anda Afrin bölgesine ateşkesi gözetim adı altında bir birlik yerleştirdi. Onlar da Afrin’i bir bütün olarak Suriye’nin içinde tutmaya çalışıyorlar. Bütün sorun Türkiye’nin Suriye ile işbirliğinde yatıyor. Eğer Türkiye Suriye ile işbirliği yapıp ABD ve Rusya’yla denge politikasını tutturabilirse, Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt bölgesi oluşturulması çok zor.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
© AA / ONUR ÇOBAN
Kılıçdaroğlu: Suriye ile işbirliği yapılmalı.,

‘ BU ŞEKİLDE DEVAM EDERSE TÜRKİYE KAYBEDER ’

İsrail ile ABD’nin politikaları ve Kürt güçlerinin sahadaki işbirliğine rağmen, Türkiye’nin özerk ya da bağımsız bir yönetim kurulmasını engelleyecek kadar güçlü bir kartı olup olmadığı sorusunu yanıtlayan Pekin, şunları söyledi:

“Bence güçlü kartı Türkiye’nin; Rusya, Suriye ve İran’la işbirliği var. Türkiye ideolojik körlükten kurtulup da bunları kullanabilirse emin olun  ABD’ye yaptırmaz bunu. En azından kısa vadede yaptırmaz, zaman kazanır. Daha basit, mahalli idarelere verilen özerklik gibi konularla ancak bu işi halledebilirler. Ancak bu şekilde devam ederse Türkiye kaybeder. Türkiye’nin İran, Rusya, Suriye hatta Irak’la işbirliği yapması gerekiyor.”

ÇONKAR: NATO MÜTTEFİKİMİZ ABD’YLE GÖRÜŞ AYRILIĞIMIZ VAR

Sputnik'e değerlendirmede bulunan Türkiye — Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı ve AK Parti İstanbul milletvekili Ahmet Berat Çonkar ise şunları söyledi:
“Bizim NATO içerisinde müttefikimiz olan Amerika ile YPG-PKK ile ilişkileri konusunda bir görüş ayrılığımız var. PKK-YPG-PYD bunların hepsi aynı çatı altında farklı odalar olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan hiçbir NATO üyesi ülkenin kendilerinin de terör örgütü olarak kabul ettiği bir örgüte böyle bir özerklik, devletleşme tarzı bir şey sağlaması düşünülemez.”


Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Hüseyin Diriöz.,

© AA / SEFA KARACAN
Büyükelçi Diriöz: Trump'ın Suriye'de güvenli bölge planının detaylarını bilmiyoruz.,

‘TÜRKİYE’NİN TEPKİSİNİ YUMUŞATMAYA ÇALIŞIYORLAR’

ABD’nin, ‘IŞİD’e karşı savaşta YPG’ye ihtiyacımız var’ gerekçesinin, Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya yönelik olduğunu kaydeden Çonkar, şöyle devam etti:

“Amerika’nın başından beri söylediği, ‘Bizim onlara IŞİD ile savaşmak için sahada ihtiyacımız var. Bu yüzden işbirliği yapıyoruz. Onu da SDG adı altında içine başka unsurlarda katarak yapıyoruz’ bir anlamda Türkiye’nin tepkisini yumuşatmaya çalışan söylemler. Yalnız şunu görmek lazım. Biz bin yıldan fazladır bu topraklarda olan ve daha önceden de o toprakları yönetmiş kadim bir ülkeyiz, kadim bir milletiz. Bizim isteğimizin muhalifinde bir terör örgütünün buralarda devletleşmesi mümkün olmaz. Türkiye bunu her şekilde engeller. Bunu ne Amerika ne bir başkası hiç kimse başaramaz. Burası bizim hinterlandımız, bizim sınırımızdır.”

Numan Kurtulmuş.,

© FOTOĞRAF : DHA
'ABD ve Rusya 3-5 bin PYD militanını mı tercih edecek, Türkiye'yi mi?'

‘PYD ETNİK TEMİZLİK YAPIYOR’

Koridor olarak adlandırılan bölgenin Kürt bölgesi olmadığının ifade eden Çonkar, “PKK ve PYD’nin büyük ölçüde Menbiç’e doğru ilerleyerek Türkmenleri, Arapları etnik bir temizlikle arındırdığı ve işgal altına aldığı birtakım yerler var. Ne coğrafya olarak ne sosyolojik olarak Kürt koridoru diye bir şey yok. Fakat Suriye’de yaşayan Kürtlerin oluşacak çözüm sonrasında Suriye içerisindeki yapıda nasıl yer alacakları, ortaya çıkacak yeni yönetimle birlikte anayasal sistem içerisinde bir karara bağlanacaktır” diye konuştu.


Menbiç'te konuşlanan ABD askerlerinin görüntüleri yayınlandı.

© AFP 2018 / DELIL SOULEIMAN

ABD, Menbiç'e 200 asker ve zırhlı araç daha gönderdi.,

‘TÜRKİYE MÜSAADE ETMEYECEK’

Çonkar, Suriye’nin kuzeyinde PYD öncülüğündeki bir girişime  Türkiye’nin, kesinlikle müsaade etmeyeceğini de ekledi:

“Bu Türkiye’yi açıktan tehdit eden, 40 yıldır askerimizi, polisimizi, insanımızı şehit eden, Türkiye’ye çok büyük zararlar veren eli kanlı bir örgüttür. Bu anlamda oradaki Kürtlerle, terör örgütünü ayırt ediyoruz. Terör örgütünü Türkiye’nin düşmanı görüyoruz. Ama orada yaşayan farklı siyasi partilerden, farklı görüşlerden, farklı inançlardan oluşan grupları da Türkiye Suriye’nin içerisinde hak ve özgürlüklerine sahip olarak yer almalarını destekleyecektir. Bu konuda Türkiye çözüm noktasında herkesle işbirliği yapacak durumdadır.”



DSG Güçleri

© AFP 2018 / DELIL SOULEIMAN

DSG: Rakka operasyonunda Türkiye’nin rolü olmamalı.,

SURİYE TÜRKMEN MECLİSİ: ABD, ‘PYD KORİDORU’ OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYOR
Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli bir Kürt yönetimi olasılığını Sputnik’e değerlendiren Suriye Türkmen Meclisi yetkilisi Abdurrahman Mustafa ise ABD'nin bir PYD koridoru kurmak ve Suriye'yi bölmek istediğini savundu.

“ABD'nin Suriye'de bir Kürdistan devleti kurma amacının olduğunu söylemeyelim” diyen Mustafa, şöyle devam etti: “ABD'nin amacı PYD — PKK işbirliği yaparak orada bir PYD terör örgütü koridoru yapmaktır. Ancak Fırat Kalkanı’yla birlikte bunun yapılmasına bir set çekildi. Türkiye milli güvenliği konusunda diretecektir, bir oluşuma izin vermeyecektir. Türkiye’nin buna engel olması gerekiyor hem kendi milli güvenliği açısından hem Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından; hem de o bölgede bir Türkmen varlığı var.”

Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov.,

HOST PHOTO AGENCY
Peskov, Suriye'de özerk Kürt bölgesi kurulmasına ilişkin soruyu yanıtladı.,

‘SURİYE TÜRKMENLERİ, BÖLÜNMEYE KARŞI’

Suriye’nin kuzeyinde Türkmenlerin de yaşadığını belirten Mustafa, ABD’nin baştan beri Suriye’yi bölme amacı güttüğünü ifade etti:

“Azez — Cerablus arası bir Türkmen bölgesidir, Kürt toprağı değildir. Orada yüzde 2 veya 3 civarında Kürt vatandaşlar da olabilir. Amerika baştan beri Suriye'yi bölmeye çalışıyor. Amerika'nın projesi budur. (eski ABD Dışişleri Bakanı John) Kerry, döneminden beri. ABD'nin bu projesi su yüzüne çıkmıştır;  somut bir şekilde Suriye'yi bölmeye çalıştığını görüyoruz.  Ama biz Suriye Türkmenleri olarak karşıyız. Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması gerekiyor. Ayrıca Suriye'nin yönetim şekline Suriyelilerin karar vermesi gerekiyor, dış güçlerin değil. Nasıl bir yönetim şekli federatif mi yoksa daha değişik bir şey mi buna Suriye halkının karar vermesi lazım.”


Musul'da cephedeki Peşmerge güçleri.,

© SPUTNİK / HİKMET DURGUN,
ENKS: Rojava Peşmergeleri’ni NATO eğitiyor.,

ENKS: ABD, TÜRKİYE’DEN VAZGEÇEMEZ.

Sputnik'e konuşan Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) yöneticisi Enter Nehsan ise Kürtlerin özerklik kazanmasının ABD’nin çıkarlarıyla ilgili olduğunu belirtti. Nehsan şunları söyledi:

“Bu konu ABD’nin çıkarlarına bağlı.  Eğer Amerikalılar isterlerse bir özerklik kurdurabilirler. ABD her şeyden önce çıkarına bakıyor. Fakat ben Türkiye’nin tutumundan dolayı, böyle bir özerkliğin kurulabileceğini sanmıyorum. Çünkü ABD'nin Türkiye ile ilişkileri çok eskilere dayanıyor. Çıkarları vardır. İncirlik üssünü kullanıyor. ABD’nin Türkiye'den vazgeçebileceğini sanmıyorum.”


© SPUTNİK / HİKMET DURGUN.,

ENKS, Suriye’nin kuzeyi için federalizm talebiyle ‘anayasa’ hazırlıyor.
‘KÜRTLER BİRLEŞİK FEDERAL BİR SURİYE İSTİYOR’.,

ABD’nin bağımsız bir Kürdistan yapılanmasını hedeflemediğini savunan Nehsan, Suriye’deki Kürtlerin de böyle bir bağımsızlık talebi olmadığını kaydetti:

“Şimdiye kadar ABD'nin bağımsız bir Kürdistan amacı yoktur. ABD bu konuda şimdiye kadar hiçbir şey söylememiştir. Türkiye yönetimi, Kürtlerin karşısında olmadığını belirterek, ‘biz PKK'ya karşıyız ve YPG ve PKK birdir’ diyor. Hiç kimse Suriye toprağında bir Kürdistan istemiyor. Kürtler dahi istemiyor. Kürtler en çok Suriye'de bir federalizm istiyorlar. Birleşik, federal bir Suriye istiyorlar. Bütün halkların haklarının içerisinde yer aldığı bir Suriye istiyorlar. Suriye'de Çerkesler, Süryaniler de vardır. Kürt haklarının da korunduğu bir Suriye istiyorlar.”

https://tr.sputniknews.com/columnists/201703241027789459-abd-turkiye-suriye-kurt-bolgesi/

***


İstanbul zirvesi ve Suriye’nin Geleceğine Dair İpuçları.,




09 Kasım 2018 Konur Alp Koçak  
Dış Politika Araştırmaları Merkezi Makale


Suriye’nin geleceğine dair istişarelere sahne olan İstanbul’da gerçekleştirilen dörtlü zirve, Suriye’deki iç savasın sonuna yaklaşıldığının ve krizin diplomatik alanda yeni bir boyuta taşınacağının göstergesi oldu. Suriye krizinin çözümü için eş zamanlı yürütülmekte olan Cenevre ve Astana sürecinde aktif olarak yer alan Türkiye’nin dörtlü zirveye ev sahipliği yapmasının, Suriye’nin geleceği açısından Türkiye’nin oynayacağı rolü güçlendireceği kesin. Suriye’de gidişatı etkileme yeteneğine en çok sahip olan Rusya ile Türkiye, zaten Astana sürecinde önemli bir işbirliği ortaya koyuyor. Diğer taraftan Almanya ve Fransa ise, Cenevre sürecinin önde gelen ülkeleri olmanın yanı sıra, Suriye’de çözüme yönelik çalışmak üzere nisan 2018’den bu yana “küçük grup” adı altında bir araya gelen yedi ülkenin de arasında yer alıyor. Dolayısıyla bu dört ülkenin İstanbul’da gerçekleştirdiği zirve, birbirinden bağımsız bu iki yapının ilk kez buluşmasını sağlamış oldu. Böylelikle, Suriye konusunda diplomatik girişimlerde bulunan iki grup arasında eşgüdüm ve iş birliğinin yolu açıldı.

Zirve sonucunda, halen ülkeleri dışında yaşayan Suriyelilerin güvenli bir şekilde ana vatanlarına dönmeleri gerektiğinin belirtilmesi, bunu temin etmek üzere insanî yardımların arttırılma çağrısının yapılması, Suriye meselesinin sadece bu dört ülkenin meselesi olmayıp tüm uluslararası toplumun bir meselesi haline getirilmesi anlamına geliyor. Bu ise Suriye’nin normalleşmesi ve yeniden yapılanması çerçevesinde yükün diğer ülkeler tarafından paylaşılmasının beklendiğini gösteriyor.

Zirvede, Türkiye ile Rusya arasında İdlib konusunda varılan uzlaşmanın içeriğine ve sürdürülebilir olmasına önem atfedilmesi, Suriye konusunda Türkiye’nin elini güçlendirecek nitelikte. Göçmen dalgasından çekindikleri için İdlib’e yönelik askeri operasyonun önüne geçilmesinden memnuniyet duyan Almanya ve Fransa, İstanbul zirvesinde 17 Eylül 2018 tarihli Soçi mutabakatını desteklediklerini yinelemiş oldular. Astana sürecinde varılan mutabakatın ikili değil, çok taraflı bir anlaşmaya dönüşmesini sağlayan zirve bu açıdan büyük önem taşıyor.

Zirveden çıkarılması gereken notlardan biri de dört ülkeden diplomasi vurgusunun yapılması. Bu durum, çatışmalarda sona yaklaşıldığına işaret ediyor. Suriye için yeni bir anayasa hazırlayacak komisyonun bu yıl sonuna kadar kurulmasına yönelik çağrı ise diplomatik çabanın yanı sıra siyasi çözüm için de adım atılacağının bir göstergesi oldu. Zirve bildirisinde “Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğünün” öngörülmesi, siyasi çözümden ne anlaşıldığına dair ipuçları veriyor.

Zirve, katılımcı dört ülkenin de Suriye’nin üniter yapısının korunmasından yana olduğunu yani PKK/PYD’nin hedefinin aksine Suriye’de konfederatif bir yapıya sıcak bakılmadığını teyit ediyor. Bunun sağlanması için Fırat’ın doğusunun terörden arındırılması gerektiği, bu rolün de Türkiye’ye düştüğü malum. Bir yandan siyasi çözüm ve diplomasi derken diğer yandan Türkiye’nin bir askeri harekâtla Fırat’ın doğusuna girmesi çelişkili gibi görünse de böylesi bir askeri harekât bölgenin normalleşmesi, asli sahiplerinin bölgeye dönebilmesi ve varılacak siyasi çözümün üniter yapıyı temin edebilmesi için şart. Dolayısıyla, zirvedeki katılımcı ülkelerin Türkiye’nin askeri operasyon düzenlemesine engel olmak gibi bir niyetin olmadığı anlaşılıyor. İstanbul zirvesi, bu konuda Türkiye’nin elini güçlendirmişe benziyor.

Zirveden birkaç gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Fırat’ın doğusuna operasyon hazırlıkları tamamlandı” şeklindeki demeci ve topçu atışlarının PKK/PYD hedeflerini vurmaya başladığına dair haberler dikkate alınırsa, İstanbul zirvesinde varılan mutabakattan güç alan Türkiye’nin terör tehdidini kaynağında bertaraf etmek üzere yakın bir tarihte kapsamlı bir operasyon düzenleyeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Fırat’ın doğusunda PKK/PYD’yi destekleyen ABD’nin buna yönelik tavrı, bölgedeki gelişmelerin nasıl şekilleneceğini belirleyecek.

Not: Bu makale ilk olarak 01 Kasım 2018 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 


https://www.tasav.org/index.php/istanbul-zirvesi-ve-suriye-nin-gelecegine-dair-ipuclari.html

***


Pentagon: “Suriye’deki Ortağıma Dokunamazsın” diyor.



Konur Alp Koçak  
19 Kasım 2018 
Dış Politika Araştırmaları Merkezi .,



Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki terör yapılanmasını sona erdirmeye yönelik bir harekât başlatacağına dair açıklamaların ve bazı terör unsurlarının top atışıyla vurulmasının ardından, Menbiç yol haritasında belirlenen adımlar atılmaya başlandı. Menbiç mutabakatı çerçevesinde öngörülen ABD-Türkiye ortak devriye faaliyetleri nihayet 1 Kasım’da başladı. Ortak devriyeler, kimilerince Türkiye ile ABD arasındaki ihtilafların azalacağına dair bir umut olarak görülmüşse de, işin aslının öyle olmadığı kısa süre sonra anlaşıldı. Zira ABD’nin YPG ile Türkiye sınırında ortak devriyeye başladığı ortaya çıktı.

Bir yandan PKK’nın önde gelen isimlerine “ödül” koyan, diğer yandan da PKK’nın Suriye kolu ile Türkiye sınırında ortak devriye faaliyeti gerçekleştiren ABD, bekleneceği üzere “çelişkili” ve “ikiyüzlü” davranmakla eleştirildi. Brunson’ın ABD’ye iade edilmesinin ardından görülen bazı iyi niyetli açıklamalar ve yumuşama sinyallerine rağmen, iki ülke arasında Suriye üzerindeki anlaşmazlıkların aynen devam ettiği bir kez daha anlaşıldı.

ABD ile Türkiye’nin Suriye konusunda uzlaştırılması imkânsız değilse de çok güç yaklaşımları söz konusu. Türkiye haklı olarak, bir terör örgütü olan PYD-YPG’nin ABD tarafından destekleniyor olmasını ittifak hukukuna ve dostane ilişkilere aykırı buluyor. Buna rağmen ABD, Türkiye’nin eleştirilerine karşın bu örgütle olan bağlarını koparamadığı gibi her gün biraz daha derinleştiriyor.

Uzlaşmaz tutumların arka planında ne yattığına dair ipuçlarını ABD’nin bazı resmî kurumları tarafından hazırlanan raporlarda görmek mümkün. Örneğin, Pentagon’un Kongre’ye sunulmak üzere hazırladığı 5 Kasım tarihli rapor, kamuoyunda açıkça dile getirilmeyen bazı unsurları da içeriyor. Suriye ve Irak’ta DAEŞ’e karşı yürütülen Doğal Kararlılık Operasyonu’nun son üç ayını değerlendiren bu rapor, sahadaki mevcut durumu tespit etmenin yanı sıra, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikalarının gerekçesini de ortaya koyuyor.

Raporda dikkat çeken hususlardan birisi, Pentagon’un SDG’yi hâlâ “en güvenilir ortak” olarak nitelendirmesi. ABD’nin siyasî ve askerî kanadı arasında bazı söylem farklılıklarının olduğunu da ikrar eden rapor, DAEŞ’in tamamen yok edilmesi hedefinin hâlen geçerli olduğunu ve bu çerçevede SDG’nin ABD tarafından desteklenmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirdiği askerî operasyonların SDG’nin “DAEŞ karşıtı” eylemlerini aksattığına da değinen rapor, ABD’nin SDG’yi kendi hedefleri açısından vazgeçilmez gördüğünü ortaya koyuyor. Hal böyleyken ABD’nin SDG’yi gözden çıkarıp Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyon için Türkiye’ye yeşil ışık yakmasını beklemek gerçekçi değil.

Ayrıca, Menbiç mutabakatı ve yürürlükte olan yol haritasının asıl niyetinin Türkiye açısından kabul edilebilir olmadığını söylemek de mümkün. Çünkü raporda, Menbiç mutabakatının “bir yandan SDG’nin esas silâhlı unsurunu oluşturan YPG ile çalışmaya devam ederken diğer yandan Türkiye’yle ikili ilişkileri geliştirme hedefi” için imzalandığı belirtiliyor. Bir başka deyişle, Menbiç’te ABD’nin Türkiye ile birlikte devriye faaliyeti yürütmesi, hiçbir surette ABD’nin YPG’ye cephe alması anlamına gelmiyor. Aksine söz konusu mutabakat, ABD açısından YPG ile yürütülen iş birliğinin Türkiye tarafından hedef alınmasına engel olmak üzere düşünülmüş bir taktikten ibaret.

Raporun Menbiç mutabakatına dair bu değerlendirmesi ışığında, ABD’nin ne Türkiye’den ne de YPG’den ayrı kalmak istemediği sonucuna varmak yanlış olmaz. YPG’yi korumaya ve desteklemeye devam ederken üç PKK’lı teröristin yakalanmasına “ödül” kararı alan ABD, aslında Türkiye’ye şu mesajı veriyor: “PKK ile mücadeleni kendi sınırların içinde yürütebilirsin ancak Suriye’deki ortağıma dokunamazsın”. Türkiye’nin bu hasmane yaklaşıma nasıl cevap vereceği, Suriye’nin kaderini belirleyen etkenlerden biri olacak.

Not: Bu makale ilk olarak 13 Kasım 2018 tarihli Türkgün Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 


https://www.tasav.org/index.php/pentagon-suriye-deki-ortagima-dokunamazsin.html


****