yalçın küçük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalçın küçük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


29 Aralık 2015 Salı

SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7




SAHTE ULUSALCILARI & SİYASETÇİLERİ TANIYALIM 7



Soner Yalçın'ın  Irkçılığı ve Kürtseverliği.,

Ali Özsoy
Bir numaralı ırkçı Soner












Soner Yalçın





















Hatırlanacağı gibi Soner’in Masa tv’si TÜRKSOLU’nu ırkçılık ile suçlamıştı. Gerekçeleri de TÜRKSOLU’nun Kürt istilasıyla ilgili tezleri gündeme getirmesiydi.


Abdullah Öcalan ve Yalçın Küçük












Doğu kendini Atatürk zannetmeye başladı. Yalçın Küçük ulusalcılık şampiyonu oldu. Soner Yalçın ise Sabetayist delisi… Ama istisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan… 

Aslında ırkçılık suçlaması son yıllarda Türkiye’de son derece yaygın… Bu suçlamanın muhatabı genellikle Türkler… Ama işin ilginç yanı bu ithamda bulunanların kendilerinin genellikle Kürt veya Ermeni ırkçısı olmaları ve çok azgın birer Türk düşmanı olmaları…
Bu kesimlerin iddialarına göre Türkiye’de bir Türk ırkçılığı var ve hızla büyümekte. Ancak ne hikmetse Türkiye’de öldürülenler, teröre kurban gidenler, ırkçı mafyaya haraç ödeyenler hatta 1000 yıllık köyünü, mahallesini terk etmek zorunda kalanlar yine Türkler.
Soner Yalçın da Türklere yönelik ırkçılık suçlamasını tekrar edenlerden biri… Bu da artık insana insaf dedirtiyor.
Soner, sen Türkiye’deki Yahudi düşmanlığını körükleyen, Sabetayist histerisini başlatan, 1940’ların Nazi çılgınlığından sonra ilk kez insanları soy-sop avcılığına teşvik eden adam değil misin?
Irkçılık ithamı herhalde en son senin ağzına yakışıyor.
Soner tam bir ırk “bilimci”dir. “Efendi” isimli iki ciltlik kitabında tüm Osmanlı tarihini tarikatların mücadelesi, tarikatların tarihini de Yahudi ırkının “sızması” çerçevesinde incelemiştir.
Bu yolda kendisinin baş yol göstericisi yine Yahudilere kafayı takmış olan Yalçın Küçük’tür. O da “Tekelistan” isimli bir kitap yazmış, bu kitapta sözde Türkiye’yi yöneten tekelci Yahudi gücünü ortaya çıkarmıştır.
Tekelistan deyince insanın aklına büyük sermaye grupları ve tekelci finans kapital gelebilir. Zannetmeyin ki Soner Yalçın ve Yalçın Küçük sınıfsal analiz yapıyor, Türkiye’de büyük sermayenin bileşenlerini tahlil ediyor. Ama nerede Soner ve Yalçın gibilerde öyle cesaret… Tamamen ırksal analiz, soy sop takıntısı, bir de Yahudilik hafiyeliği…
Türkiye’de emperyalizmin egemenliği ve gerçek işbirlikçileri böylelikle el çabukluğuyla ortadan kaldırılıyor. Yerine 17. yy.da ortaya çıkmış efsanevi bir grubun egemenliğine dayalı bir tarih tezi konuyor.
Ne yani Sabetayistler olmasa Türkiye’ye emperyalizm gelmeyecek miydi? Örneğin Vahdettin, Damat Ferit Sabetayist mi? Özal, Demirel veya Recep Tayyip?
Komplocu kafa bu yanıtı kolay verir. Onlara göre Türkiye’yi yöneten ya çok ama çok gizli Yahudidir ya da zaten etrafı Yahudilerle ve Sabetayistlerle çevrili bir kukladır. Zaten komplo teorisini çürütemezsiniz. Çünkü kapalı devre bir gerçekçilik içinde kendi sağlamasını her zaman yapar.
Hitler Almanya’nın başındaki tüm belaların sorumlusu olarak Yahudileri görürdü. Almanya’yı Yahudi komplosundan kurtarmaya yemin etmişti. Türkiye’de ırkçılık hiçbir zaman etkili olmamış bir akımdır. Ancak bir ara bu tür bir çılgınlığı Nihal Atsız’lar yapmış.
O zamanlar herkesin soyunu sopunu araştırıp bir yerden Yahudi bulma saplantısı moda olmuş. Reha Oğuz, Nihal Atsız’ın kafasını bir gün karpuz seçer gibi yoklamış. Bir bakmış Türk kemiği yok. Bunun üzerine Nihal Atsız çok sinirlenmiş ve Reha Oğuz’un bütün sülalesini dökmüş ve Türk hariç her şey olduğunu ilan etmiş. Eski ırkçıların ilginç bir özelliği de bu tür bir Türk olmamak kompleksine sahip olmalarıdır.
Şimdi Soner ve Yalçın, Atsız’lardan tam yarım asır sonra yine bu sapık tarih ve ırk anlayışını dirilttiler. Artık herkes kim Selanikli kim değil bununla uğraşıyor. Soner ve Yalçın isim bilim diye bir şey uydurmuşlar. Herkes harfleri toplayıp çıkartıyor. Bundan âlâ ırkçılık mı olur? İnsanların ismini sorun yapanlar Hitler veya Jivkov özentisi değildir de nedir?


Yahudi düşmanlığında maksat ne?


Ve tıpkı 1940’ların ırkçıları gibi bu yeni ırkçılar da aslında Türklükle sorunlu bir ilişkiye sahipler.
Soner ve Yalçın’ın ortak noktası Yahudi kompleksi ama aynı zamanda Kürt hayranlığı. Evet, bu isimler Yahudi ırkçılığını körüklüyorlar ama Türkçü de değiller. Hatta ilginç bir şekilde Soner Yalçın aynı zamanda bir İsrail hayranıdır.
Çalıştığı gazete Türkiye’de Amerikancılığın ve siyonizmin bir numaralı sözcüsüdür. Bunun yanı sıra İsrail’e karşı güncel siyasi bir tavır aldığı da görülmemiştir. Soner Yalçın’ın “Bay Pipo” isimli kitabı ise baştan aşağı MOSSAD hayranlığı ve Hiram Abas’ın efsaneleştirilmesinden ibarettir. O Hiram Abas ki, ismi bile Yahudi menşeli, tüm hayatı MİT-MOSSAD-CIA üçgeninde geçmiş, Mahirlerin katili olarak sivrilmiş bir ajandır.
Yani aslında Soner Yalçın anti-siyonist de değildir. Zaten kimse Soner Yalçın’ın böyle bir kaygısı olduğu için Sabetayizm meselesini ele aldığını zannetmesin. Daha önce dediğimiz gibi Soner gibiler “masa”lara bağlı çalışırlar. Bir yönelimin işaretini alırlar. Sonra önlerine dosyalar gelir. Sonra kamuoyu oluşturmak için kitaplar yazılır. Yani olay Nihal Atsız’ınkinden bile vahimdir. O belki kendi davasına gerçekten inanıyordu.
Oysa Soner hem Yahudi hayranıdır hem de Yahudi düşmanlığının körüklenmesi gibi bir operasyonun baş aktörüdür. Çünkü böylelerinin her kitabı “masa”da yazılır ve aslında birer operasyondur.
Soner Yalçın ve Yalçın Küçük birden bire, aynı anda neden Yahudi düşmanlığına gaz verdiler?
Düşünün bir kere Türkiye’de Yahudi bile kalmamış. Çoğu İsrail’e gitmiş. Öyle ki, neo-ırkçılarımızın mecburen mezar taşlarında Yahudi arıyorlar.


Maksat Kürt istilasını gizlemek


Peki, soruları biraz çoğaltalım. Acaba Yahudiler Türkiye’yi ele mi geçirmek istiyor? Mesela bilinçli bir politikayla sürekli üreyen ve çok planlı bir göç politikasıyla şehirleri ele geçiren bir Yahudi topluluğu mu var Türkiye’de? Bizim bildiğimiz dünyadaki tüm Yahudileri toplasan böyle bir tehlike oluşturamaz. Zaten adamlar Filistin’i bile ele geçiremiyor.
Devam edelim. Türkiye’de acaba tüm inşaat sektörünü, turizmi, ticareti, eğlence sektörünü ve yeraltı ekonomisini ele geçiren bir Yahudi sermayesi mi var?
Kıyı şeritlerini ele geçirip, büyük kentlerde kurtarılmış bölgeler ilan eden bir Yahudi komplosundan bahsedebilir miyiz örneğin?
Veya bir Yahudi mafyası var mı?
Türkiye’de her siyasi partide kendi dayanışma ağını kuran, tarikat-aşiret yapılanmasıyla Türkiye’nin doğusunda da batısında da hem milletvekillerini hem de belediye başkanlıklarını tekeline alan bir gizli Yahudi örgütlenmesinden bahsedebilir miyiz acaba?
Tabii en can alıcı soruya gelelim. Türkiye’yi emperyalist devletlerin desteğiyle parçalamak ve kendi kukla devletini kurmak için yıllardır bu ülke halkına kan kusturan bir Yahudi teröründen bahsedebilir miyiz?
Bu sorulara yanıt bile vermek gerekmez. Nereden çıktı bu Yahudi düşmanlığı? Yanıt çok açık... Soner Yalçın ve Yalçın Küçük gibilerinin Sabetayist tezlerini ortaya atmaları tamı tamına TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezini ortaya atmasıyla eş zamanlıdır. Ve not edelim bu iki isim de PKK’yla bağlantılı ve Kürt hayranı kişilerdir.
Türk milleti gerçekten de kendini büyük bir tehdit altında hissediyor. Ama ne Yahudilerden ne de Sabetayistlerden değil. Doğrudan doğruya Kürt istilasını yaşıyoruz. Memleketimizin dağlarında Mehmetçik kurşunlanıyor. Şehirlerimizin sokaklarında bayraklarımız yakılıyor, insanlarımız haraca bağlanıyor, sokağından köyünden kovuluyor. Meclis işgal altında… Sermaye Kürt baronların elinde birikiyor. Ekonomide manzara aynen Osmanlı’nın son dönemlerindeki gibi... Türkler parasız, sermayesiz, kendi ülkelerinde Kürtlerin marabası olmaya zorlanıyor.
TÜRKSOLU “ırkçıymış”! Kürt istilasını biz mi başlattık?
Kimse kimseyi kandırmasın. Türk milleti içinde büyük bir milliyetçi uyanış ve Batı destekli bu istilaya karşı tepki var. İşte maksat bu uyanışın önüne geçmek…
Yahudi komplosu tezleri tam da bu yüzden ortaya atıldı.
Komploya ne gerek var beyler? ABD ve Kürt işbirlikçileri gösteregöstere vatanımızı elimizden alıyor.
Ancak bu gerçeğin gizlenmesi lâzım; çünkü aksi takdirde ABD düşmanı milliyetçi bir hareket gelişebilir. Bu yüzden Yahudi komplosu ortaya sürüldü. Hem de en büyük Yahudi dostu Aydın Doğan’ın yayınevi aracılığıyla. Ama küçük bir sorun vardı. Türkiye’de Yahudi yok. Ne yapacağız? O zaman Sabetayist avına çıkalım.


Atatürk’e bile Yahudi dediler


Türkiye’de birkaç bin Yahudi kalmış. Düşünün bir kere eğer İsrail ve ABD Türkiye’yi bölmek istese bu birkaç bin Yahudi ne işe yarar? Orada tonla Kürt aşireti duruyorken İsrail niye böyle bir aptallık yapsın?
Ama Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’e göre durum böyle değil. Türkiye’de aslında sayıları yüz binleri bulan gizli Yahudiler varmış. Bunlar Türk isimleri taşıyor ve hatta camiye gidiyorlarmış. Ama aslında fanatik Yahudilermiş. Tüm sektörleri ele geçirmişler. Hatta öyle ki, Cumhuriyet tarihinde olumlu ne kadar iş varsa bunların eseri, ne kadar aydın, sanatçı varsa yine bunlardan. Klasik dinci tez: “Cumhuriyeti aslında Yahudiler kurdu.”
Yahudilerin bir kısmı Türkleştiyse bundan niye gocunursunuz? Ancak içten içe çok büyük bir Türk düşmanlığı var Soner Yalçın ve Yalçın Küçük’te. Onlara göre Osmanlı tarihinde de Cumhuriyet tarihinde de Türklerin hiçbir etkisi yok. Tüm yakın tarihimiz Sabetayist-Çerkes ve Kürt partilerinin çatışmasından ibaret. İnsanın sorası geliyor. Türkiye’de Türk yok mu? Yokmuş. Kurtuluş Savaşı’nı bile Çerkesler ve Sabeyatistler vermiş.
Ve en büyük psikolojik savaş: Soner’e ve Yalçın’a göre aslında Atatürk de Türk değilmiş. Türkiye’de Türk bırakmayan “araştırmacılarımız” Türklerin Ata’sı Atatürk’e de dil uzatıyorlar. Oysa Atatürk hem anne hem de baba tarafından öz ve öz Türk’tür. Kendisi “doğuştan gelen tek övünç kaynağım Türk olarak dünyaya gelmemdir” diyecek kadar milliyetçidir.
Neymiş büyük bilimsel tez? Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde adında “Efendi” geçen herkes aslında Sabetayistmiş. Selanik de Sabetayistlerin başkenti. Atatürk’ün gittiği ilkokul ne? Selanik’teki Şemsi Efendi İlkokulu… Peki, bu okul ne okulu olabilir? İsminde “Efendi” geçtiği için olsa olsa Sabetayist okuludur. Peki, acaba Atatürk niye bu okula gitti?
Komplocularımız burada duruyor ve şöyle diyorlar. Burasını yanıtlamayacağız. İlgilenen araştırsın. Nasıl büyük bir alçaklık değil mi? Bari lafı sonuna kadar götürseler.
Tabii bu deli saçması tez tam ırkçılığın düşünsel düzeyini yansıtıyor. Hep düz mantık, hep iftira, hep komplo… Adında “efendi” olan Sabetayistmiş… O zaman Türkiye’deki tüm kapıcılar aslında Yahudi, bizim haberimiz yok.
Bir de gizemli bir havayla ekliyorlar: “Mustafa Kemal hep korunan bir isimdi…” Yani Yahudilerin veya gizli Yahudilerin Atatürk’ü kolladığını ve yükselttiğini iddia ediyorlar.
Tüm hayatı boyunca iktidarla çatışmış, hem Abdülhamit, hem İttihatçılar hem de Vahdettin döneminde defalarca ölümün eşiğinden dönmüş, hapse girmiş, sürgünler yemiş, geldiği her mevkiyi söke söke kazanmış büyük bir devrimciye “korunuyordu” ithamı büyük bir hakarettir.
“Korunan”, her dönemin adamı olan, sizin gibi “masa” mensuplarıdır. Haddinizi bilin.


Bilim ile ırkçılığın savaşı


Soner Yalçın’a göre yaptıkları ırkçılık değil. Onlar “isim bilim” ve “mezar taşı bilimi” diye daha önce kimsenin duymadığı ama Batıda çok yaygın olan “ihtisas konularını” hocası Yalçın Küçük ile birlikte Türkiye’ye getiriyorlarmış. Niyetleri yanlış anlaşılmamalıymış.

Bir kere bilim her şeyden önce ırk diye bir kategori kabul etmez. Tarih ise ulusların ve medeniyetlerin mücadelesidir, ırkların değil.

TÜRKSOLU’nun Kürt istilası tezi tamamen sosyolojik ve demografik analizlere dayanan bilimsel bir tezdir. Irk kategorisine dayanmaz. Çünkü zaten bize göre Kürt diye bir ırk yoktur. Kürtler, Farsçanın çeşitli lehçelerini konuşan Araplığını, Türklüğünü ve Farslığını yitirmiş karma bir aşiret federasyonudur. Kendi ortak dilleri bile yoktur. TÜRKSOLU bırakın Kürt ırkını Kürt diye bir ulusun bile varlığını kabul etmiyor.

Soner ve hocası Yalçın’ın tersine bizim kimsenin soyuyla, sopuyla, ismiyle, mezar taşıyla işimiz yok. Kim Türk’üm derse bizim için Türk’tür. Zaten Atatürk milliyetçiliği de budur. Ama biz olaylara Türk ulusunun penceresinden bakıyoruz. Ve asla inkâr edilemeyecek bir gerçeği saptıyoruz. Türkiye Türksüzleştiriliyor. Bu gerçek MGK raporlarına kadar girmiş sosyolojik ve demografik bir olgudur. Bu ülkenin antiemperyalist devrimcileri olarak Türk milletini uyarmak da bizim görevimiz.
Ama ne hikmetse bir grup eski Aydınlıkçı ve her daim Apo hayranı sözde yazarlar topluluğu hem Kürt hayranlığında ve ırkçılığında sınır tanımıyor hem de Türk toplumuna ısrarla Yahudi düşmanlığını aşılamaya çalışıyor. İşte buna istihbarat operasyonu ve psikolojik savaş denir.


Doğu-Yalçın-Soner


Burada aynı “masa”nın ortaklarından biraz bahsedelim. Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Soner Yalçın…
Bunların hepsi 1990’da en hızlı Kürtçülerdir. Hepsinin hayatı şaibelidir. Doğu’yu anlatmaya gerek yok. Soner’den de çok bahsettik. Yalçın Küçük ise kendi iddiasına göre hem 27 Mayıs’taki öğrenci hareketlerini başlatmış, hem Türkiye’ye sosyalizmi getirmiş, hem bu arada Kıbrıs’a gidip istihbarat subaylığı yapıvermiş sonra Türkiye üzerine binlerce sayfalık tezler yumurtlamış, kendi heykellerini yaptırıp, kitap kapağına koydurtmuş bir “dehadır.”
Hepsinin ortak özelliği 1989-1994 arasında çok hızlı Apoculuk yapmalarıdır. Yalçın Küçük, Apo’ya “sayın başkanım” derken, yazdığı deli saçması kitaplarında Türkiye’nin aslında emperyalist bir ülke olduğunu, sözde “Kürdistan”ı sömürdüğünü, Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yaşanmadığını, hatta kimsenin bu savaşta ölmediğini, Atatürk’ün İngiliz ajanı olduğunu söyleyebilecek kadar çılgın bir Türk ve Atatürk düşmanıdır. Şu anda o da Soner’in Masa tv’sinde yazar.
Doğu’yu zaten tanıyoruz. Apo’yla çiçek bahçelerinde, el ele göz göze… 2000’e Doğru dönemlerinde Türk düşmanlığını, Kürt ırkçılığını o derece abartmıştı ki; Anadolu’da aslında Türk kalmadığını, yaşayan herkesin eski kavimlerden olduğunu iddia ediyordu. Kendi yakın çevresinde Ermeni kökenleriyle övünüyordu.
2000’e Doğru’da Hülya Avşar ile bile röportaj yapıp ona Kürt olduğunu söyletiyorlardı. Türklerin ağız yapısının şarkı söylemeye müsait olmadığını, iyi şarkıcılarının hepsinin aslında Kürt veya Ermeni olduğunu öne sürüyorlardı. Doğu Masa tv’de yazmıyor ama bütün döküntü elemanlarını oraya göndermiş, orada çalıştırtıyor.
Soner’in bir dönem PKK yayın organı gibi çalışan 2000’e Doğru ve Aydınlık macerasını ve Ahmet Cem Ersever operasyonundaki rolünü biliyoruz.
Bu isimlerin hepsi ama istisnasız hepsi 1995 yılında aniden “Atatürkçü” ve “ulusalcı” oldu. Tam 28 Şubat öncesi bu dönüşüm ansızın gerçekleşti. Doğu’yu biraz arkadan takip eden Yalçın Küçük bizzat şöyle diyordu: “ Doğu Perinçek, Kürt hareketiyle subaylar arasında köprü olabilir.”
İstisnasız hepsi bir şekilde hâlâ Abdullah Öcalan’ı savunuyor. Güya Apo Türkiyeciymiş. Hatta Soner’e göre Barzani Yahudi olduğu için Apo daha da acar ve Türkiyeci…
İyi de Türkiye’de binlerce insanın kanına Barzani girmedi ki! O oranın ABD köpeği… Bir insan neden Barzani’ye bu kadar düşman olup Apo’yu bu kadar çok sever? Bu ancak Kürtler arası bir hizip ve fraksiyon çatışmasının işareti olabilir. Ya da çok daha kestirme bir yanıt verelim. Apo dâhil hepsi aynı “masa”dan…
Şimdi bu “masa” Türklere diyor ki: “Kürtlerle kardeş olun, Yahudilere düşman…”
Bizim tek sözümüz var. Türkler milliyetçi olun.
Ve vatanınıza göz diken herkese düşman olun.



(Sayı 244, 13/07/2009)



..