Askeri Darbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Askeri Darbe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2020 Cumartesi

Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı

Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı.,




Askeri Darbe, Askeri Darbe Tanımı


Devletin Emrindeki resmi askerî kurumlara mensup kişi ya da kişilerin herhangi bir zaman belirtmeden, gizli plan ve programlar doğrultusunda, anayasal olmayan yollarla iktidarda olan mevcut hükümeti devirmesi, ve iktidara el koymasına “askeri darbe” denmektedir.34
Sivil iktidarın sahip olduğu yönetime el koyan darbe yönetimi, seçimle gelen meclisi kapatır ve meclisin seçtiği hükümeti devirir, yerine kendi yasama ve yürütme organları getirir ve rejimi yeniden oluşturur.35
Parlamenter rejimin sağlıklı ve sağlam temeller üzerine kurulmadığı, sosyal sınıflar arasında güçlü bir dengenin olmadığı ve ekonomik kalkınmanın, gelişmenin yaşanmadığı ülkeler, darbeye karşı savunmasız olan ülkelerdir. Bu ülkelerde halkın egemenliğine dayalı bir yönetim şeklinin yerleşmesi güç olduğu için darbeyle gelen memur- asker yönetim şeklinin yerleşmesi güçlü bir ihtimaldir. Çünkü halkın egemenliği devlet yönetimine yansımaz ve devlet yönetimin de boşluklar olursa, bu boşluklar memur ve askerler tarafından doldurulur.36
Bir ülkede gerçekleşen darbenin ve ya müdahalenin gerçekleşme nedenini tek bir faktöre bağlamak yanlıştır, ülkede yaşanan iç ve dış çalkantılar, sosyal, politik ve ekonomik ortam tek başlarına darbenin yapılmasına neden olamazlar. Bütün faktörler bir araya gelir ve darbe için zemin hazırlar.
Dünya genelinde gerçekleşen darbe ve müdahaleler de ekonomi faktörü temel ve belirleyici olan faktör olmuştur. Darbeler, ekonomik anlamda, daha çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşmiştir.
Ekonomik geri kalmışlık, gelir düzeyini ve gelir dağılımı bozukluğunu oluşturur bu da toplumda ekonomik ve sosyal huzursuzluklara yol açarak, toplumsal kalkışlara ve baskı müdahalelere neden olur. Gelişmiş ülkelerde ise, gelişmiş ekonomiler de sağlanan yüksek gelir düzeyi, gelir dağılımında herhangi bir bozukluk olsa bile, toplumsal huzursuzlukların daha düşük seviyede tutulabilir ve sosyal kalkışları engelleyebilir. 
Bu durum da darbe olma olasılığını azaltır.37

Darbeler genellikle, mevcut yönetimdeki radikal değişiklikleri önlemek amacıyla çoğu zaman tanımı gereği şiddet unsuru barındırır. Darbe ve devrim çoğu zaman birbirleri yerine kullanılsa da farklı kavramlardır. Darbe yapılırken geniş halk kitlelerinin desteğinin alınması gerekirken, devrimde buna gerek yoktur, halk devrimle gelen değişikliklere ayak uydurmaya zorlanır. Başka bir açıdan ise devrim de yapılan değişim kalıcı ve kökten bütün düzeni değiştirmeye yönelikken, darbe de geçici bir süre için, var olan düzen kısmı olarak değiştirilir, kökten ve kalıcı bir değişim söz konusu değildir. Sonuç olarak darbe ve devrim sözcükleri birbirlerinin yerine kullanılmamalıdır.38

Dünya siyasi tarihinde darbeler önemli bir yer tutmaktadır. Roma İmparatoru Julius Caesar’dan iktidarı darbeyle elinden alınmış ve bazı Roma İmparatorları da iktidarı ele geçirme yolu olarak darbe yapmayı tercih etmiştir. Fransa’da 1799 yılında Napolyon örneğinde olduğu gibi, Antik Yunan ve Hindistan’da da yöneticiler darbeyle yönetimi ele geçirmiştir.1960 Darbesi ile Türkiye’ de Cemal Gürsel, 1968 Darbesi ile Irak’ta Saddam Hüseyin, 1969 Darbesi ile Libya’da Muammer Kaddafi, 1980 Darbesi ile Türkiye’ de Kenan Evren,1999 Darbesi ile Pakistan’da iktidarı ele geçiren Pervez Müşerref gibi liderler 20.yy da darbe ile ülke yönetimlerine el koymuşlar, iktidarı ele geçirmişlerdir.39

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde yöneticiler halk tarafından belirlenir. Yargı ve ordunun siyasete herhangi bir müdahalede bulunmaması temel esastır.40 
Askeri darbeler, demokrasiyi kesintiye uğratır, temel hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirir. Yönetim biçimi demokrasi olan ülkelerde hukukun üstünlüğü 
ilkesi temel alınarak insan hakları korunmalı halkın iradesi ön planda tutulmalıdır. Ordu geçici de olsa darbe yaparak özgürlüklere sınırlama getirmemelidir. 41

                          Türk Siyasi Tarihinde Askeri Darbeler
Demokrasiyi kesintiye uğratan ve insan hakları büyük zarar veren Askeri Darbeler T.C’ ne Osmanlı Devleti’nden kalan kötü bir gelenektir. 
Osmanlılarda aslında darbeleri eski Türk Devletlerinden miras olarak almıştır. Türk Hükümdarları tarih boyunca genelde askeri bir alt yapıdan gelmiştir. Orduların yönetime karşı ayaklanma nedenleri çıktıkları dönemlere göre farklılar göstermiş tir.
İslam öncesinde amaç daha cengaver bir hükümdarı tahta geçirmekken, İslam’ın kabulünden sonra amaç dinin korunması olmuştur.
Osmanlının son üç yüzyılına damgasını vuran isyanların çoğu da "din" i korumak bahanesiyle yapılmıştır. Cumhuriyet sonrası ise darbeler ordunun yönetime müdahalesin, meşrulaştırma aracı ,"laiklik" ve "hukuk devleti” ni sözde korumak olmuştur. Yani ordu duruma göre bazen din, bazen laiklik bazen devletin bekasını koruduğunu öne sürerek darbeleri yapmış, bu şekilde darbeleri meşrulaştırmıştır.

Bugüne uyarlanacak olunursa eski Türk Devletleri’nde hükümdarlar hem başbakan, hem de Genel Kurmay Başkanı olmuş, ordunun alt kademelerinden bir generalin kışkırtmasıyla ayaklanmalarla karşılaşmışlarıdır. Kendi askerleri tarafından tahtan indirilen İlk Türk Hükümdarları, Teoman, Mete Han olmuştur. Ordunun baş generali Atilla’nın kardeşi orduyu abisine karşı ayaklandırmış hükümdar abisini öldürtmüş ve tahta kendisi geçmiştir.42

T.C.’ ne birçok miras bırakan Osmanlı Devleti, askerler tarafından yönetilen “askeri devlet” olmuştur. Yönetici sınıfa “askeriler” denilmiş, yöneticilikle askerlik iç içe geçen görevler olarak görülmüştür. Yani ordunun siyasete açık bir şekilde karışması ve müdahale etmesi gayet normal bir durum olarak görülmüştür. Askerler hem ülkeyi düşmanlara karşı korumuş ve hem de devleti idare etmişlerdir. Asker ve sivil irade arasındaki ayrışma ancak 19 yy.la gelindiğinde sağlanmaya çalışılmış, yönetimde ulemaya mensup görevlilerin oluşturdukları din bürokrasisine, asker ve sivil bürokrasi de katılmıştır. Asker ve sivil bürokrasi çoğu zaman ulemaya karşı işbirliği yapmış, padişah ve siyasal iktidar arasında etkili olmuşlardır. 43
Osmanlı Devleti’nde devlet ve ordu ilişkisini kuruluş döneminde bağımsız olmuş, askeri otorite devlet yönetimine zarar veremeden işleyişini sürdürmüştür. Kuruluş döneminde ordu askeri ihtiyaca göre gönüllülerden oluşturulmuş,devletin büyümesi,sınırların geliştirilmesiyle daimi ordu kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Osmanlı ordusunun en önemli kısmını oluşturan Kapıkulu kuvvetleri asıl olarak yeniçeri ve sipahilerden oluşmuştur. Yeniçeriler Osmanlı ordusunun önde gelen askeri birliği olmuştur.44

Osmanlı Devleti’nde isyanlar ve darbeler Fatih Sultan Mehmet’e dönemi 1446’te 
Buçuktepe İsyanı 45 ile başlayıp, 1913’te Bab_ı Ali Baskını 46 ile sona ermiştir. Osmanlı tarihi boyunca tahta geçen 36 padişahtan 12’si isyan ve darbeler sonucunda tahtını kaybetmiştir. Gerçekleştirilen isyanlar aylarca devam etmiş, günlük hayatı olumsuz bir şekilde etkilemiş, halka korku dolu günler yaşatmıştır. Son derece uç ve acımasız boyutlara ulaşan isyanlar sonunda öldürülen devlet adamlarının cesetleri köpeklere atılmış, sadrazamların kelleri kesilmiş ve padişahlar acımasızca katledilmiştir.

II. Beyazıt, II. Osman, I. Mustafa, Sultan İbrahim, IV. Mehmed, II. Mustafa, III. Ahmed, III. Selim, IV. Mustafa, Sultan Abdülaziz, V. Murad  ve II. Abdülhamid askeri bir isyan veya darbe sonucu tahtlarını kaybetmiştir. 
II.Beyazıt, II. Osman, Sultan İbrahim, III. Selim, IV. Mustafa ve Sultan Abdülaziz ise isyan ve darbelerle tahttan indirilip, öldürülmüştür.47

         Bab_ı Ali Baskını

Babıali Baskını, Osmanlı’dan günümüze kadar etkisini sürdüren Türk Siyasi Tarihi’ nin ,en önemli olaylarından olup , 20. yüzyıl Türk tarihinin
askeri darbelerinden biri olmuştur.

Babıali Baskını, iktidardaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın dış politikada teslimiyetçi politikalar uyguladığı ve iç politikada başta İttihat ve Terakki
olmak üzere kendisine karşı muhalif grupları bastırmaya çalıştığı gerekçesi ile yapılmıştır.
Osmanlı ordusu Lüleburgaz Meydan Savaşı’nı kaybetmiş,Bulgar ordusu Çatalca kapılarına kadar gelmiş,bu sorunlarla baş etmekte yetersiz kalan Ahmet Muhtar Paşa hükümeti devrilmiştir.Yeni hükümeti kurma görevi İngiliz Kamil Paşa’ya verilmiştir.Kamil Paşa hükümeti de, I.Dünya Savaşı’ndaki başarısızlığı devam ettirmiştir. Savaş Osmanlı için yenilgiden çok, bozgun ve facia halini almış, Osmanlı orduları Rumeli’de tamamen yok olurken, salgın hastalıklar ordu içinde önlemez biçimde yayılmaya başlamıştır. Kamil Paşa Hükümeti 23 Ocak 1913 tarihinde toplanmış, devletin kurtuluşu için bir karar vermeye hazırlanmıştır. 

Bu karara göre Batı Trakya elden çıkıp, Edirne’nin de Bulgarlara verileceği belirtilmiştir. Ordu bu durumda kendinde müdahale etme yetkisi görmüş ve Yarbay Enver Bey 12 Ocak 1912 tarihinde hükümete bir mektubunda;

“ Eğer Heyet-i vükela Edirne’yi hiçbir çaba göstermeden bırakırsa orduyu terk edeceğim, açıktan açığa harp çağrısında bulunacağım, ne yapacağımı  bilmiyorum, daha ziyade söylemek istemiyorum. Tavsiyelerini düşüneceğim! Vatanı kurtarmak ya da şerefimle ölmek için her şeyi alt üst edeceğim. Daha iyisini kurtarmak için yıkacağım[her şeyi]! Ama bu kadar uzağa gitmeye ihtiyacım olmayacağını ümit ederim”.48 Vurgusunu yapmıştır.

İttihat ve Terakki sebep olduğu sorunun çözüme kavuşturulması için iki toplantı yapmış, Enver Bey çözüm yolunu şu şekilde açıklamıştır.

“Bir baskınla bu işi halletmek en kestirme yoldur. Babıali zorla ele geçirilmelidir. Benim aklıma başkaca tedbir gelmiyor, çünkü başka çare yoktur. Eğer bunu yapmazsak bütün yaptıklarımız boşa gidecektir…Ya her şey elimizde olmalıdır ki, Edirne’yi alabilelim yahut da kaderi beklemeli…Ama ben beklenilmesinden yana değilim… Kötüsü gelmiştir. Bunu hep söylersiniz…O halde vaziyet kötüsünün üzerine gitmektir.”49

Bu çözüm önerisi kabul edilmiş ve 23 Ocak 1913 tarihinde İttihat Terakki hükümeti zor kullanarak hükümet devirmiş ve iktidarı tamamen ele
geçirmiştir. Ordu, 1918 yılının Ekim ayına kadar 5 yıl 9 ay gibi bir süre Osmanlı Devleti’nin iktidarı elinde tutmuştur. 50

SONUÇ

Bir devletin başka devlet ve da devletler uluslar arası alanda izledikleri politikaya “dış politika” denilmektedir. Dış politika kavramı içinde, devletlerin uluslararası sistem içindeki hedefleri, tutum ve davranışları yer alır.

Türk Dış Politika’sı da bu tanım kapsamında ilerlemektedir. T.C dış politikası uygulamaları Osmanlı Devletinden miras olarak almış, temel yapısı Atatürk döneminde oluşturulmuştur. Bu dönem dış politikasının temel amacı yeni kurulan Türk Devleti’ni uluslar arası sisteme tanıtıp, gerçekçi, bağımsız, batıcı, akılcı güvenlik politikası esas alınarak diğer ülkelerle olan ilişkileri sürdürmek olmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra başa gelen İnönü dış politikada benzer uygulamalar yapılmıştır.

Darbe dönemlerinde dış politikayı daha iyi anlayabilmek için darbenin , devletin emrindeki askeri kurumlarda görev alan kişilerin , gizli plan ve
programlar dahilinde her hangi bir zaman bildirmeden, anayasal olamayan yollarla,iktidardaki mevcut sivil iradeyi devirmesi , yönetime el koyması
olduğunu bilmek gerekir.

Türk Siyasi tarihinde darbeler kimi zaman dini, laikliği, hukuk devletin, sözde korumak adına yapılmıştır. Eski Türk Devletleri’nde ve Osmanlı Devleti’nde ordu ve sivil irade arasında tam bir ayrışmanın olmaması, ordunun sürekli siyasete karışmasına ve müdahale etmesine neden olmuştur. Örnek verilecek olunursa; Bab_ı Ali Baskı’nı Osmanlı Devleti’nde gerçekleşen Türk Siyasi Tarihi’ni derinden etkileyen askeri darbedir.

DİPNOTLAR:

34“ Darbe Nedir? Askeri Darbe Tarihi? Darbe ile Başa Geçen Yöneticiler”.
      http://www.uzmanportal.com/darbe-nedir-askeri-darbe-tarihi-darbe-ile-basa-gecenyoneticiler.html/. 27 Şubat 2010
35  Asaf Savaş Akat.”Kısa Askeri Darbeler Tarihi”.
     http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=119530&Categoryid=4&wid=8. 23 Şubat 2010.
36 “Tüm Yönleriyle Askeri Darbeler;Neden Yapılır,Kimler Yapar?”.
     http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212245. 23 Şubat 2010.
37 İzzettin Önder.”12 Mart Darbesi Tartışmaları”. http://www.tumgazeteler.com/?a=2636733. 23 Şubat 2010.
38 http://www.uzmanportal.com/darbe-nedir-askeri-darbe-tarihi-darbe-ile-basa-gecenyoneticiler.html/
39 http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=212245
40 “90 Saniyede Demokrasi Tarihi”.27 Şubat 2010. http://tarihvemedeniyet.org/2010/02/90-saniyede-demokrasi-tarihi/
41 Yusuf Alataş.”12 Mart Darbesi”.12 Mart 2005, 27 Şubat 2010.
     http://www.ihd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=406:12-martaskerdarbes&catid=67:genel-merkez&Itemid=213
42 Bulut,a.g.e.://www.farklitarih.com/2009/06/turk-tarihinde-askeri-darbeler.html
43 Davut Dursun.Demokratikleşemeyen Türkiye.İşaret Yayınları,İstanbul,1999,s.61
44 Erhan Afyoncu.”İlk Darbe Girişimi Fatih’e yapıldı”.’ 
     http://www.stratejikboyut.com/haber/ilkdarbe-girisimi-fatihe-yapildi--27820.html.  27 Şubat 2010
45 İkinci Mehmed'in ilk hükümdarlığı sırasında, yeniçeriler paranın değerinin düşürülmesini bahane ederek ayaklanmış, Şehabeddin Paşa'nın 
     evini yağmalamış ve Edirne'nin doğusunda bir tepeye çekilmişlerdir. İsyan, yeniçerilerin maaşlarına yarım (buçuk) akçe zam yapılarak 
     yatıştırılsa da . ayaklanmanın asıl sebebi ise Çandarlı Halil Paşa'nın, İkinci Murad'ı tekrar tahta geçirmek istemesi olmuştur. Afyoncu.a.g.e. 
     http://www.stratejikboyut.com/haber/ilk-darbe-girisimi-fatihe-yapildi--27820.html.   27 Şubat 2010
46 İttihat ve Terakki Cemiyetinini 23 Ocak 1913’te yaptıkları kanlı baskın ile orduya dayanarak, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra hükümeti ele 
     geçirmesidir.Bab_ı Ali Baskını,
     http://www.frmtr.com/tarih/470228-babiali-baskini.html
47 “Osmanlı’da Askeri İsyanlar ve Darbeler”. http://www.haber50.com/245561_Osmali-da-Askeri-Isyanlar-Ve-Darbeler.html. 27 Şubat 2010.
48 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet. 
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010
49 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet.
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010
50 İlyas Kara.Babıali Baskını ve Enver Bet.
     ( 2http://www.enverpasadergisi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=200:lyas-kara&catid=10:haber&Itemid=13.23 Ocak 2010

****

29 Ekim 2020 Perşembe

Siyasi Ayak Oyunları.,

 Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat


Siyasi Ayak Oyunları., Kemal İnat

Güvenlik, Kemal İnat, Siyaset, 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi, ABD, Adalet ve Kalkınma Partisi, AK Parti, Askeri Darbe, Fethullah Gülen, FETÖ,
Recep Tayyip Erdoğan, Siyasi Ayak Oyunları, “Siyasi Ayak” Oyunları.,

Kemal İnat
19 Şubat 2020.,


FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir..

    Türk siyasetinde yeniden garip bir şekilde başlatılan “siyasi ayak” tartışmasını dış politikadan bağımsız olarak düşünmek mümkün değildir.
Güncel tartışmanın fitilini ateşleyen de eski bir Genelkurmay Başkanı olduğuna göre, meselenin darbe boyutu da çok önemli.
FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz’daki darbe girişimlerinin Türkiye’nin bağımsız dış politika arayışlarıyla yakından ilgili olduğu açık bir gerçektir. Şimdi siyasi ayak polemiği üzerinden FETÖ’ye karşı mücadelede en ön safta yer alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan saldırının da aynı şekilde Türkiye’nin dış politikadaki bağımsız çizgisinde ısrar etmeye devam etmesiyle çok yakından ilgisi var.
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerinin belediye başkanlıklarını kazandığı bir seçimden sonra muhalefetin 2023 seçimlerini demokratik kurallar çerçevesinde kazanmaya yönelmek yerine, yeniden geçmişteki hataya düşüp, hangi yolla olursa olsun Tayyip Erdoğan’ı iktidardan devirmek arayışına girmesi anlaşılır gibi değil.
Tayyip Erdoğan’a FETÖ ile yeterince mücadele etmediği iddiası üzerinden muhalefet etmek, iktidar mücadelesini yeniden zayıf olduğu alana çekmek demektir. Herkes Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelesinin ne kadar kararlı olduğunun şahidi. Hatta bazı kesimler bu mücadelenin çok sert olduğunu ileri sürerek onu eleştiriyorlar.
17-25 Aralık darbe girişiminden sonra FETÖ ile mücadeleyi çok sert yürüttüğü gerekçesiyle Erdoğan’ı eleştiren ve bu mücadeleyi baltalamaya yönelik siyasi adımlar atan muhalefetin şimdi FETÖ’nün siyasi ayağı polemiğinde onu itham etmesi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki “kontrollü darbe” söylemi kadar anlaşılmaz bir taktik hatası.

Muhalefetin, FETÖ’nün Türkiye’nin bağımsızlığı ve güvenliğine yönelik bir tehdit olduğunu artık kabul edip, meseleyi sulandırmadan, hükûmetin bu tehdide karşı attığı adımları ve Türkiye’nin bağımsızlığını koruma konusundaki çabasını takdir eden bir çizgiye gelmesi hem kendisi hem de Türkiye için en doğru yol olacaktır.
FETÖ’nün Türkiye’yi hedef alan eylemlerinin, bu örgüt liderinin 1999 yılından beri yaşadığı ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikasından bağımsız olmadığını hatırlamak gerekir. 2009 yılından itibaren Türkiye’nin özellikle Orta Doğu politikasında Washington’u rahatsız edecek düzeyde bağımsız hareket etmesi, ABD’nin elindeki bütün araçlarla Türkiye’nin “kayan eksenini” yeniden yerine oturtmaya çalışmasına yol açtı.

Bu çerçevede başvurulan araçlardan biri de Fetullah Gülen örgütü oldu. Başta ordu, emniyet ve yargı olmak üzere Türkiye’deki önemli kurumlara yerleştirilen örgüt elemanları “ekseni kayan” AK Parti hükûmetini devirmek için harekete geçti.
17-25 Aralık, saldırının açıktan yürütülen ilk aşamasını oluşturdu. Bu dönemde muhalefetin, ABD merkezli bu saldırıya karşı Türkiye’nin bağımsızlığını savunmak yerine, bunu AK Parti hükûmetini devirmek için bir fırsat olarak görüp desteklemesi halk tarafından affedilmedi ve ardından 30 Mart 2014’te yapılan seçimler muhalefetin hezimetiyle sonuçlandı.

Muhalefet partilerinin Türkiye’nin güvenliğini ve bağımsızlığını hedef alan saldırılarda hükûmetin arkasında durup, doğrudan iç siyaseti ve hizmetleri ilgilendiren konulara yoğunlaşmaları başarılı olmalarının anahtarıdır.

AK Parti döneminde, dış politikanın bağımsız çizgiye çekilmesi, terör örgütleriyle mücadele ve darbelerin önlenmesi konusunda elde edilen kazanımların geriye döndürülmesine yol açacak bütün adımları halkın cezalandıracağını görememek muhalefet açısından ciddi bir basiretsizlik olacaktır.

Meşru hakkı olan iktidara gelme hedefine, halkı ikna ederek demokratik yollardan ulaşmak yerine, eskiden olduğu gibi, darbe gibi yöntemlerden medet umarak ulaşmaya tevessül etmesi ve Erdoğan’ı devirmek için bir araya gelen gayrimeşru aktörlerle birlikte hareket etmesi muhalefetin yapacağı en büyük hata olacaktır.
Son dönemde şahit olduğumuz “siyasi ayak” ve “darbe” tartışmaları muhalefetin geçmişteki hatalarından maalesef ders almadığını gösteriyor.

https://www.setav.org/siyasi-ayak-oyunlari/

***

25 Ekim 2020 Pazar

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI BÖLÜM 2

DARBELER VE  SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI  BÖLÜM 2

askeri darbe, girişimleri, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,Türk Silahlı Kuvvetleri,sivil-asker ilişkileri,çok partili siyasal hayata geçiş,


ORDULARIN ÖZERKLİĞİ

David Pion-Berlin, orduların özerk yapısını iki farklı düzeyde analiz eder:

Kurumsal Özerklik
Siyasi Özerklik


C:\Users\sertac\Desktop\pion-berlin.jpg David Pion-Berlin

. Kurumsal özerklik, bireysel düzeyde ast konumundaki kişilerin terfi, atama ve cezalandırılmasındaki yetkiyi; ordu düzeyinde askeri eğitim, doktrin, askeri reform ve modernizasyon konularını kapsar.
. Hem ideoloji hem de davranış boyutu olan siyasi özerklik, ordunun kurumsal sınırlarını aşan ofansif bir strateji ile sivil kontrole tahammülsüzlüğü ve meydan okuması olarak tanımlanır.
. TanelDemirel’e göre, siyasi özerklik konusundaki mevcut tartışmalar, 
. Orduların karar alma süreçlerinden dışlanması veya siyasal mekanizmaya etkilerinin sıfırlanması anlamına gelmemektedir.


C:\Users\sertac\Desktop\953_Tanel_Demirel486.jpg Tanel Demirel

. “Diğer bürokratik örgütler gibi ordu da kendi kullanımına sunulan kaynakları artırmak/genişletmek için çaba gösterecek, ulusal güvenliğe ilişkin sorunlarda kendi görüşlerini siyasal iktidar nezdinde kabul ettirmeye çalışacaktır.
. Ordunun bu faaliyeti, tehdit ve şantaja dönüşmedikçe kabul edilebilir davranışlardır.”
. Dolayısıyla, sivil-asker ilişkilerinde yetki/sorumluluk veya özerklik konusunda ayrımı, müşterekliği veya uyumu esas alan herhangi bir teorinin tüm alanlarda geçerli olmasını savunmak çok da mümkün görülmemektedir.
. Örneğin, bir ordudaki terfi ve atama usul ve esaslarının tespitinde sivil-asker kanatlar arasında bir müştereklik ve uyumdan bahsedilebilirken, bu kuralların kurum içinde işletilmesinde ordu lehine bir ayrım ve ordunun bu konuda özerkliği kabul edilebilir bir seçenektir.
. Benzer şekilde, üst komuta düzeyindeki atamalarda da sivil iradenin lehine bir ayrım ve keskin çizgilerin varlığı söz konusu olabilecektir. 
. Bu konuda başka bir örnek daha verilirse; herhangi bir alanda ordunun güç kullanması konusunda karar merci ve tek yetkili sivil irade iken; gücün niteliği ve formasyonu konusunda, karar yetkisi sivillerde olmak kaydıyla, sivil-asker kesimler arasında bir müştereklik/uyum söz konusu olabilecek; ancak bu gücün alanda nasıl kullanılacağı konusu tamamen askerin yetkisine ve özerk alanına bırakılabilecektir.
. Özerkliğin sınırlarının ve niteliğinin belirlenmesinde bazı temel konularda mutabakatın sağlanması, demokratik ilkelere dayanan bir sivil-asker ilişkisinin oluşturulmasında etkili olacaktır.
Bu Temel Mutabakat konuları:
. Sınırları değişebilir olmakla birlikte, bir sivil denetim gereğinin her iki tarafça kabulü, varlığı ve işletilmesi
. Özerklik sınırlarının devlet yönetiminde iki başlılığı doğurmayacak, ancak bunun yanında ordunun kurumsal etkinliğini en az olumsuz etkileyecek şekilde optimum bir noktada olması
. Özerkliğin sınırlarının, ordunun gücünün ve konumunun siyasiler tarafından politik amaçlarla suiistimal edilmeyecek ve ordu personelini politizeetmeyecek şekilde belirlenmesi
. Özerkliğin sınırları ne olursa olsun, güvenlik alanında sivil iradenin askerlerin danışmanlığını işletilen kurumsal süreçlerle kabul etmeleri ve bu danışmanlığa önem vermeleri
. Kurumsal veya siyasi özerkliğin sınırlarının, ordunun sivil iradeyi tehdit edecek veya ona karşı güç kullanacak bir düzeye ulaşmaması 
. Sivil denetim, şiddet araçlarının meşru sivil bir otorite tarafından kontrol edilmesi ve bu bağlamda da orduların kontrolünün demokratik ilkeler temelinde gerçekleştirilmesidir.
. Bu terim son dönemde çoğu zaman siyasi kontrol kavramı yerine veya bu kavramla aynı anlamda da kullanılmaktadır.
. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, orduların sivil denetiminin siviller tarafından ve yasalarla belirlenmiş demokratik ilkeler temelinde yapılması gerekmektedir. 
. HansBorn’agöre sivil denetimin amaçları birçok ülkede benzerlik gösterir ve şu şekilde sıralanabilir:

ORDULARIN SİVİL DENETİMİ

Toplumun bütün bireylerinin insan haklarını korumak.
Siyasi ve askeri liderlerin amaçlarını paralel kılmak.
Güç kullanımını meşrulaştırmak.
Orduların kendi takdiriyle güç kullanımını azaltmak ve otoriter kurallardan kaçınmak.
Toplumsal ve fonksiyonel zorunlulukları dengelemek.

. Sivil denetimin temel konusu ise bunun nasıl sağlanacağıdır.
. Bu konu iki temel farklı yorumla açıklanmaya çalışılmaktadır.
. Bunlardan ilki siyaset bilimi bakış açısıdır. Huntington’a göre; yasalar ve kurallar ile resmi bir emir komuta zinciri, orduları topluma karşı sorumlu kılmaya yetecektir.
Buna göre sivil denetim ancak ve ancak ordular geniş bir toplumsal ilişkiler ağının içine entegre olduğunda sağlanabilir.
. İkinci görüş ise daha çok Janowitztarafından temsil edilen sosyolojik bakış açısıdır. 
. Sivil denetimin nasıl sağlanabileceği yönünde bu iki temel teorik görüşü de içine alan ve üçlü bir tipolojiye giden açıklamaya göre ise; yatay, dikey ve şahsi kontrol gereklidir.
. Dikey kontrol, orduların parlamentolar ve hükümetler tarafından kontrol edilmesine; 

Benzeri toplumsal aktörler yoluyla kontrol edilmesine; şahsi kontrol ise, askerlerin sivil kurallar ve insan hakları gibi sosyal sorumluluk gerektiren konularda siyasi nötrlük gerektiren şahsi kontrollerine işaret etmektedir.

_ Yatay kontrol.
_ Medya.
_ Sivil Toplum kuruluşları.
_ Dini Kurumlar.
_ Araştırma Merkezleri.
_ Askeri Sendikalar.


. Denetim konusunda dış denetim ve iç denetim ayrımı yapılmaktadır. 
. Serra’ya göre dış denetim, yasama, yürütme, yargı ya da paydaşlar tarafından uygulanırken; İç denetim, belirli bir bürokrasiyi oluşturan insanların benimsediği değerler ve normlar temelinde işletilen sezgilere dayanmaktadır. 
. İç denetim ayrıca kendi içinde, bilimsel, teknik ve profesyonel değerlere dayanan nesnel iç denetim ve sosyal, manevi, siyasi değerlere dayanan öznel iç denetim olarak iki grupta tasnif edilebilir.
. Sivil-asker ilişkilerinde hesap verebilirlik mekanizmaları güçlü ve etkin ise kontrol de güçlü ve etkindir. 
. Bu sebeple sivil kontrol yalnızca darbe ihtimaline karşılık bir kalkan olarak kavramsallaştırılmamalı, rol alan bütün oyuncuların hareketlerini toplumsal çıkarlar temelinde kısıtlayan ya da meşrulaştıran bir yönetim prensibi olmalıdır.
. Serra, orduların sahip olduğu özerkliğin azalmasını ve ordu üzerindeki kademeli sivil denetimi yedi aşamada tanımlar. 

   Siyasi Özerklik Aşamaları;

Siyasi gücü denetleyen ordu
Ulusal temellerin koruyucusu ordu
Hükümet politikalarını kısıtlayan ordu
Örgütsel ve operasyonel özerkliği savunan ordu
Sivil üstünlüğünü resmen ancak kısmen kabul eden ordu
Siyasi özerkliği zayıf, kurumsal özerkliği görece yüksek ordu
Demokratik sivil denetime tabi olan ordu


. Osmanlı’nın son döneminde (1876-1918) zayıflayarak yok olma noktasına gelen sivil denetim, Cumhuriyet’ten itibaren, asker kökenli devlet adamları eliyle de olsa tesis edilebilmiştir. 
. Ordu kendi başına bir siyasi aktör olma konumundan uzaklaştırılmış ve sivil iktidarın faaliyet alanına müdahale yeteneği büyük ölçüde sınırlanmıştır. 

SONUÇ

. Ancak 1960 sonrası dönemde, ordu üzerindeki sivil denetim tamamen ortadan kalktığı gibi, ordu kendi başına bir siyasi aktör olarak güçlü biçimde siyaset sahnesine geri dönmüştür.
.Türkiye bağlamında askerlerin sivil denetimi sorunu, çoğunlukla TSK’nın özerk yapısından ve üstlendiği role bağlı olarak kendini siyasilerin ve toplumun üzerinde görme eğiliminden kaynaklanmıştır. 
. Sahip olduğu özerk yapı ve hissettirdiği güç, ordunun yıllarca gerçek anlamda denetlenmesini engellemiş ve ordu sivillere tabi olmak yerine istediği gibi hareket edebildiği geniş alanlara sahip olmuştur. 
. Bunun yanında, aynı dönemde sivillerin bu gücü ele alacak yetkinliği ve iradeyi gösteremediği tespitini de yapmak gerekir.
. Demokratik ülkelerde sivil-asker ilişkilerinde sivil otoritenin üstünlüğü prensibi esastır. 
.“Sivil otoritenin üstünlüğü” dendiği zaman, sadece askerin siyasete karışmaması değil, aynı zamanda seçimle iktidara gelen sivil otoritenin tüm siyasi konularda, milli savunma siyaseti ve stratejisinin yapılması ve uygulaması dâhil, son sözü söyleme yetkisine sahip olmasını anlamak gerekir. 
. Ayrıca bu yetki, tüm askeri faaliyetlerin hükümet tarafından denetlenebilmesini ve TSK’nın hükümete hesap verebilirliğini de içerir.
. Son yıllarda yapılan reformlar sonucunda TSK’nın siyasi iktidar üzerindeki etkisini artıran yapısal özellikler ortadan kaldırılmıştır. 
. Bu sayede TSK içindeki FETÖ unsurlarının 15 Temmuz 2016’da, kendi komutanlarına yönelik isyan ve siyasi yönetime karşı darbe girişimi bastırılmıştır. 
. Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önderliği, siyasi iktidar ve muhalefetin işbirliği, darbeye karışmayan TSK, Jandarma ve Emniyet 
  unsurların mücadelesi ve en önemlisi halkın demokrasiye ölümü göze alarak kahramanca sahip çıkması sayesinde akamete uğratılmıştır. 
. Darbenin bastırılmasından sonra alınan kararlarla reformlara son şekli verilmiş ve gelecekte benzer darbe girişimlerine karşı gerekli yapısal önlemler alınmıştır.

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI, 
Prof. Dr. Atilla SANDIKLI



***

DARBELER VE SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI BÖLÜM 1

DARBELER VE  SİVİL-ASKER İLİŞKİLERİ SORUNSALI  BÖLÜM 1


askeri darbe, girişimleri, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI,Türk Silahlı Kuvvetleri,sivil-asker ilişkileri,çok partili siyasal hayata geçiş,



Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
YAZI ARŞİVİ; 
https://tasam.org/tr-tr/Yazar/44



GİRİŞ

.Türkiye'de Askeri Darbe girişimleri, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurumsal olarak ya da bazı subayların kendi başlarına sivil  yönetime yaptığı müdahalelerdir. 
.Türkiye 1950 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili siyasal hayata geçiş yapmıştır. 
.TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ifade ederek bazen bazı yasaların geçmesini engellemek ya da geçirmeye zorlayarak, bazen de Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini istifaya zorlayarak ya da alaşağı ederekdemokratik sivil yönetime müdahale etmiştir.
. Bu darbe ve muhtıralar 12 Eylül Darbesi gibi bazen emir komuta zinciri içinde; bazen de 27 Mayıs Darbesi gibi emir komuta zinciri dışında sadece bir grup subay tarafından planlanmış ve icra edilmiştir. 
.TSK 1960 ve 1980 yıllarında iki kez yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise hükümeti istifaya zorlamıştır.
.Son olarak da 15 Temmuz 2016’da, TSK içindeki FETÖ mensupları kendi komutanlarına yönelik isyan ve siyasi yönetime karşı darbe girişiminde bulunmuş tur.
.Bütün darbe, darbe girişimi, ayaklanma ve muhtıraların motivasyonunu ve temelini yapısal nedenler oluşturmuştur. 
.Yapısal sorunların başında da “Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinin bilimsel ve çağdaş esaslar doğrultusunda şekillendirilememesidir”.

TANIM

Sivil-Asker İlişkileri, devlet adına şiddet kullanma yetkisini elinde bulunduran askerler ile bu yetkinin sınırlarını belirleyen ve denetleyen siviller arasındaki hiyerarşik ve interaktif ilişkilerdir.

SORUNSAL

. Sivil-asker ilişkileri sorunsalı, toplumu korumakla yükümlü olan bir kurumun fazla güç edindiğinde, yine aynı toplum için tehdit unsuruna dönüşmesi olasılığıdır. 
. Silahlı kuvvetlerin yeterince güçlü olmaması dış tehdit ihtimalini artırırken, gereğinden fazla güçlü olması aynı toplum için sorun oluşturabilmektedir.
. Sivil denetim tartışmaları; bu çelişkiyi gidermek, dışarıya karşı güçlü orduyu muhafaza etmek ve bu gücün içeride kendi toplumuna dönerek zarar vermemesi 
  için denge kurma amacını güder.
. NarcisSerra, “muhafızların muhafızlığını kim yapacak” sözünü aktararak sivil-asker ilişkilerini doğuran temel problematiğe işaret etmektedir.
. Mevcut tecrübeler, “demokrasiyi sağlamlaştırma sürecine en fazla zarar verebilecek öğenin, kendisini hami güç olarak gören ve kendi özerk alanını oluşturan, siyasi karar alanlarını hükümetin elinden alan ordu olduğunu göstermektedir. 
. Silahlı kuvvetler, kendisini ulusun özünün ve kalıcı çıkarlarının garantörü olarak gördüğünde hami rolünü üstlenir ve bu konumuyla seçilmiş hükümet üzerinde 
baskı oluşturur.

KURAMLAR

Sivil-asker ilişkilerinde altı ana teoriden bahsedilebilir, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Huntington’ın Kurumsal Ayrım Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Janowitz’in Yakınlaşma Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Schiff’in Uyum Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI
Feaver’ın Vekalet Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 
Bland’in Müştereklik Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 
Diamond’ın Konsolide Demokrasi Teorisi, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI

KURUMSAL AYRIM TEORİSİ: HUNTINGTON, Prof. Dr. Atilla SANDIKLI

SamuelP. Huntington teorisini sivillerin ve askerlerin rol ve sorumluluk temelinde ayrılması fikri üzerine inşa etmiştir.


C:\Users\sertac\Desktop\28huntington01-190.jpg

SamuelP. Huntington
. Bu teoriye göre, Siviller Askeri alanlarda ve konularda askerlerin otonom yapısını ve özerkliğini tanımalı ve korumalıdır.
. Bunun karşılığında ise Askerler askeri olmayan konularda siyasi irade ve otorite ye mutlak itaat sergilemelidir.

YAKINLAŞMA TEORİSİ: JANOWITZ

. Ordunun etkili olabilmesi için Sivillerden farklı olması gerektiğini savunan Huntington’un aksine, 
. Morris Janowitz ordunun yeni koşullar altında etkinliklerini artırabilmek için sivil değerler ve prosedürlere yaklaşması gerektiğini savunur.

Morris Janowitz 

C:\Users\sertac\Desktop\20110701201420!Morris_Janowitz1.jpg

UYUM TEORİSİ: SCHIFF

. RebeccaL. Schiff’inUyum Teorisi genel anlamda, ordu ile siviller arasında şart koşulmuş bir ayrımdan ziyade; ordu, sivil elitler ve vatandaşlar arasında 
  oluşturulabilecek bir uyumdan bahseder.
. Bu teoriyi diğer teoriden ayıran özelliği, Uyum Teorisi’nin ilişkiselliğeüçüncü bir boyut katarak vatandaşları da çerçeveye dahil etmesidir. 

RebeccaL. Schiff

C:\Users\sertac\Desktop\Schiff.jpg

UYUM TEORİSİ: SCHIFF

. Schiff’egöre, Askeri Müdahalenin önlenmesi ordu, siyasi liderler ve vatandaşlar arasındaki anlaşmayı gerekli kılar.
. Bunun en önemli göstergelerinden birisi de
Askerlerin daha çok Zihinsel yapılarını tanımlayan ‘ordu stili’dir. 

VEKALET TEORİSİ UYARLAMASI: FEAVER

Peter D. Feaver’ınVekalet Teorisi, politik ve ekonomik olarak üstün pozisyondaki aktörlerin (asil), politik ve ekonomik olarak daha alt seviyedeki aktörlerin (vekil) davranışlarını nasıl kontrol ettiğini açıklamaya çalışmaktadır.

Peter D. Feave

C:\Users\sertac\Desktop\Feaver.jpg

Asil-Vekil literatüründe iki önemli kabul vardır.

Birincisi, Vekiller gözetim altında tutulduklarında işlerini yaparken, gözetim altında değilken çalışmaktan kaçınabilmektedirler. 

İkincisi,gözetim doğası gereği yetersizdir. Bu sebeple ideal rıza/uyum vekillerin değerini yükseltirken, onları asillerin kararlarına daha çok yaklaştırır.

Douglas Bland’in Müştereklik Teorisi, diğer teorilerden farklı olarak, ordunun sivil kontrolünün sağlanması ve yönetilmesinin, sivil liderler ve askerler arasında paylaşılan sorumluluklar doğrultusunda mümkün olabileceği temel iddiasını taşır.

MÜŞTEREKLİK TEORİSİ: BLAND



C:\Users\sertac\Desktop\douglas-bland-small.jpg Douglas Bland

. Bu anlamda, sivil otorite kontrolün bazı konularından sorumluyken; askeri liderler de kontrolün başka yönlerinden sorumludur.
. Kontrol için gereken bazı sorumluluklar birbirinin içine geçmiş veya birleşmiş olsa da özelliklerini yitirip birbirlerine kaynamış halde değildir.
. Araştırmalar göstermiştir ki sivil otoriteler yalnızca teknik bilgi sağlamak ya da operasyonları yönetmek için değil ordunun sivil kontrolünü sağlayabilmek amacıyla da askerden yardım alabilmektedir.
. Müştereklik Teorisi ordunun sivil doğrultuda yönetilmesi fikrini desteklemekte dir. 
. Ancak, diğer teorilerden farklı olarak, direkt bir sivil kontrol yerine, sivil ve asker aktörler arasında paylaşılan sorumluluk anlayışının hüküm sürmesi sayesinde sivil kontrolden bahsetmenin mümkün olacağını belirtmektedir.
LarryDiamond’agöre bir ülkede“asker, sivil kontrole kesin bir şekilde tabi hale gelmediği ve demokratik anayasal düzene tam manasıyla bağlı olmadığı sürece” o ülkedeki demokrasiye, gelişmiş demokrasi olarak bakılamaz.

KONSOLİDE DEMOKRASİ TEORİSİ: DIAMOND VE HEYWOOD


C:\Users\sertac\Desktop\LarryDiamond.jpg LarryDiamond

. Demokrasinin pekiştirilmesi için, sivil otorite tarafından, öncelikle askerin siyasi alana angaje oluşunun en alt düzeye çekilmesi ve askere tahsis edilmiş güç alanlarının ortadan kaldırılması gerekmektedir.
. Demokrasilerde sivil hükümetin, politikalarını askerin müdahalesi olmadan yürütebilmesi, milli savunmayı düzenleyebilmesi ve askeri politikaların uygulanmasını denetleyebilmesi sivil üstünlük için temel şartlar olarak belirtilmektedir.
. Orduların özerkliği, siyasi irade ile askerlerin karar alanlarını ayıran çizgi belirlendikten sonra, askerlerin alanında kalan yetkileri ve rolleri tanımlamaktadır.
. Orduların özerklik alanları, stratejik düzeye ve siyasi alana doğru genişledikçe demokratik temelde işleyen bir sivil-asker ilişkisinden uzaklaşılır. 

13 Şubat 2019 Çarşamba

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 2

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 2



  28 Nisan’da Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, yaptığı basın açıklamasında bildiriye sert tepki göstererek “Bu açıklama hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. Kuşkusuz, demokratik bir düzende bunun düşünülmesi dahi yadırgatıcıdır. Öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur.” ifadelerini kullanmıştır. Aynı gün, Hürriyet “Gece Yarısı Açıklama”, Milliyet “Türkiye Kilitlendi”, Posta “Laiklik Muhtırası” Vatan “Gece Yarısı Bildirisi”, Akşam “Gece Yarısı Laiklik Uyarısı” şeklinde manşetlerle okuyucularının karşısına çıkmıştır. Bazı gazeteler de bildiriyi değil mecliste sağlanamayan 367 sayısını manşete taşımıştır. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs günü “367 şart!” kararı alarak Cumhurbaşkanlığı seçimini iptal etmiş ve 4 Mayıs’ta erken seçim kararı alınmıştır. 

27 Nisan tarihli e-muhtırada bazı konular ön plana çıkarılmıştır. İlk olarak laiklik 
hassasiyetinden bahseden TSK, Kutlu Doğum faaliyetleri sırasında ortaya çıkan başörtülü kızların görüntülerinden ve ilahi okumalarından rahatsızlıklarını dile getirmiş, bu kutlamaların 23 Nisan ile aynı döneme denk gelmesini “(devletin) temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin” hususi gayretine bağlamıştır. Genelkurmay, böylelikle dini duyguların istismar edildiği tespitinde bulunmuştur. Bu gelişmelerden hareketle bildiri, 
cumhurbaşkanlığı seçimine ve “sözde değil özde rejime bağlılık” ilkesine vurgu yaparak siyasi iradeye müdahale etmiş ve bu şekliyle muhtıra hüviyeti kazanmıştır. Bildiri, laikliğin tartışılmasından endişe duyulduğunun ifadesiyle devam etmiş ve “Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.” düşmanlaştırmasının altı çizilmiştir. Son olarak 
gerekli önlemler alınmadığında TSK’nın müdahalede bulanacağı konusunda kesin inanç taşıdığı ikazı ile bildiri noktalanmıştır.5 Son paragrafta “Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir” vurgusu yukarıda belirtilen ve uyarılan hususlar için gereğinin yapılmasını istemekte, aksi durumda kanunların kendisine verdiği “yönetime el koyma” yetkisini kullanacağına dair gözdağı vermektedir (Devran ve Özcan, 2016: 16). 

4. Muhtıra Bildirilerinin Ortak ve Farklı Yönleri 

1971 ve 2007 askeri muhtıraların bazı yönleriyle birbirine benzerken bazı yönleriyle de farklılıklar taşımaktadır. Tablo 1’de gösterildiği üzere bildiri metinlerinin içerikleri üzerinden bir karşılaştırma yapılmıştır. Bu karşılaştırma, bildirilerin amacı, niteliği ve içeriği açısından bir değerlendirme sağlamaktadır. 

Tablo 1: 1971 ve 2007 Muhtıra Bildirilerinin Ortak ve Farklı Yönleri 

Sonuç 

1971 ve 2007 muhtıraları, Türk demokrasisine yönelik askeri uyarılardır. Her iki muhtıra da ordu tarafından kaleme alınmış ve kamuoyuna deklare edilmiştir. Gerek 1971 gerekse 2007 muhtıraları iktidarı doğrudan ele geçirmeden önce hükümete yönelik son ikaz niteliği taşımaktadır. 

Bununla birlikte muhtıra metinlerinin ortak ve farklı yönleri bulunmaktadır. 1971 muhtırası öncesi toplumsal kaos ve kargaşa bildiri metnine yansımış olmasına rağmen, 2007 muhtırasında böyle bir gerekçe söz konusu değildir. İki bildiri arasında bir diğer fark 1971 muhtırası partiler üstü bir dille kaleme alınırken, 2007 muhtırasının doğrudan muhatabı irticai faaliyetlere destek verdiği gerekçesi ile AK Parti hükümeti ve siyasi lideridir. Her iki bildiride de ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e atıf bulunmasına rağmen, 1971 muhtırasında bu vurgu daha fazla konu edinilmiştir. Şöyle ki bildiride “Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ümidi kaybolmuş” ve “Atatürkçü görüş ve reformların yapılması” ifadeleri bu durumu desteklemektedir. Yine 1971 muhtırası mecliste ve TRT’de okunmuş ancak 2007 muhtırasında böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Bildiri Genelkurmayın resmi internet sitesinden paylaşılmıştır. Son olarak 1971 muhtırasına karşı hükümet istifa ederken 2007 muhtırasında hükümet geri adım atmamış ve muhtırayı kabul etmediğini 
açıklamıştır. 

2007 muhtırasının, 1971 muhtırasından farklı yönleri bulunmaktadır. Öncelikle 1971 muhtırasındaki temel gerekçe toplumsal huzursuzluk ve kaos iken 2007 muhtırasının ana gerekçesi irtica ve laiklik olmuştur. 1971 muhtırasında asker, partiler üstü bir noktada kendini konumlandırırken 2007 muhtırasında ordu bizatihi laikliği savunmak üzere taraf olmuş kendisini laiklik savunucuları arasında konumlandırmıştır. Buna bağlı olarak Cumhuriyetin temel değerleri ve 
laiklik ilkesine bağlığını vurgulamıştır. Yine 1971 muhtırasından farklı olarak bildiride düşman nitelendirmesi yapılmıştır. Bu durum, “Atatürk’ün Ne Mutlu Türküm Diyene sözüne karşı olan herkes TC düşmanıdır” şeklinde kaleme almıştır. 

1971 ve 2007 muhtıra metinlerinde öne çıkan bazı ortak başlıklar bulunmakta dır. Bunlar, Cumhuriyetin veya rejimin tehdit altında olduğu vurgusu, toplumsal huzursuzluk söylemi, TSK’nın ülkeyi koruma ve kollama yönünde sarsılmaz inanca sahip olduğu ve görevini yapmaktan çekinmeyeceği tehdididir. Yine her iki bildiri de siyasal iktidara ihtarda bulunma amacı taşımakta hükümeti doğrudan ele alma düşüncesi barındırmamaktadır. Bildirilerin ortaya çıkardığı sonuçlar açısından bakıldığında; 1971 muhtırasında hükümet istifa ederken 2007 muhtırasına karşı iktidar geri adım atmamıştır. Bu açıdan bakıldığında ilk muhtıranın amacına ulaşarak başarılı olduğu, ikinci muhtıranın ise başarısız olduğu söylenebilir. 

Sonuç olarak, demokrasilerde, ordu, yargı, bürokrasi, STK’lar, iş dünyası vb yapı ve kurumlar gerekli ve demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Ancak bu yapılar, anayasanın ve yasaların kendisini konumlandırdığı alanda ve çizdiği sınırlar içinde kalarak faaliyet yürütmelidir. 

Bu açıdan siyasal iktidarın, hükümet etme sürecinde bu çevrelerle iletişim ve etkileşim içinde olacağı muhakkaktır. Hatta bu yapı ve kurumların siyasal karar alma süreçlerinde etkili olma çabaları da demokrasi anlayışıyla çatışmaz. Ancak farklı argümanlarla güç devşiren çevrelerin siyasal iktidarı vesayet altına alma, iktidar üzerinde tahakküm oluşturma çabaları anti-demokratik bir anlayışın 
tezahürüdür. Bu durum, demokrasiyi sekteye uğrattığı gibi toplumda demokratik değerlerin yerleşmesine de engel olmaktadır. Peki bu sürecin önüne nasıl geçilebilir? Yani farklı vesayet odaklarına karşı demokrasi kazanımları korumak mümkün müdür? Bu sorulara sosyolojik, hukuki ve siyasal çerçevede cevap aranmalıdır. Özellikle Türkiye gibi asker-millet gibi sosyolojik bir öğretinin olduğu toplumlarda askerin sivil alana müdahalesi daha fazla olmaktadır. Nitekim askeri müdahalelerin bazıları halkın bir kısmı tarafından takdirle karşılanırken, askere yüklenen misyon demokrasinin çıkmaza girdiği dönemlerde yine bazı kesimlerce “ordu göreve!” şeklinde bir çağrıya dönüşmektedir. Vesayet geleneğinin önüne geçmek için kültürel kodlara yönelik demokrasi değerlerini ön plana çıkaran bir eğitim anlayışıyla başlamak gerekmektedir. İkinci olarak hukuki anlamda orduya müdahale alanı yaratacak boşlukların ortadan kaldırılması ve bunu engellemeye yönelik yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Demokrasilerde yasama, yürütme, yargı gibi devlet organlarının yanında basın, STK, Ordu vb yapıların da hukuki açıdan bir konumlandırmaya 
ihtiyacı bulunmaktadır. Yine benzer şekilde bu kurumların görev ve yetkileri demokratik ilkelere göre oluşturulmalıdır. Örneğin son dönemde TSK iç hizmet kanununun 35.maddesinin revize edilmesi, askeri yargının kaldırılması, TSK’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması gibi reformlar askeri vesayete karşı oluşturulan yasal düzenlemelerdir. Son olarak siyasal açıdan bakıldığında halk tarafından seçilen temsilcilerin toplumun farklı kesimlerinden ortaya çıkacak olan seçkinci bir tahakküme karşı demokrasinin namusunu! koruma cesaretine sahip olması gerekmektedir. 

KAYNAKÇA 

Aristotales (2013), Atinalıların Devleti, (Çev. A Çokona) İş Bankası Kültür yayınları, İstanbul 

Alacadağlı Esmeray (2017), Darbeler, Ordu ve Siyaset, Uluslararası Demokrasi Sempozyumu Darbeler ve Tepkiler (ed: Betül Karagöz Yerdelen), Divan Kitap, 553-577 

Başaran Doğacan (2017), 12 Mart Askeri Muhtırası Ve Türk Demokrasisi, Uluslararası Demokrasi Sempozyumu Darbeler Ve Tepkiler (ed: Betül Karagöz Yerdelen), Divan Kitap, 111-130 

Beetham David (1988), Democracy: Key Principles, İnstitutions and Problems, Democracy: İts Principles and Achievement, Inter-Parliamentary Union Geneva, 21-31 

Devran Yusuf ve Özcan Faruk (2016), 1960’tan 2016’ya Askeri Darbe Ve Muhtıra Metinleri Anlamlar, Amaçlar, Niyetler Ve İdeolojiler, İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi 1-2 (7-20) 

Heywood Andrew (2014), Siyaset, Liberte Yayınları 

Karataş Murat (2017), 12 Mart Askeri Muhtırası ve Partiler Üstü Hükümetler, Uluslararası Demokrasi Sempozyumu Darbeler Ve Tepkiler (ed: Betül Karagöz) Yerdelen, Divan Kitap, 140-166 

Kurt Selim (2017), 27 Mayıs Darbesi Ve Cumhuriyet Dönemi Darbelerine Olası Etkileri, Uluslararası Demokrasi Sempozyumu Darbeler Ve Tepkiler (ed: Betül Karagöz Yerdelen), Divan Kitap, 72-93 

Kuru Ahmet T. (2012), The Rise and Fall of Military Tutelage in Turkey: Fears of Islamism, Kurdism, and Communism, İnsight Turkey, 14-2, 37-57 

Krane Dale ve Marshall Garry (2003), Democracy and Public Policy, Encyclopedia of Public Administration and Public Policy, Third Edition 

Munck L. Gerardo (2014), What is democracy? A reconceptualization of the quality of democracy, Democratization, 12 

Uygun O.(2017) Devlet Teorisi, Onikilevha yayıncılık, İstanbul 

Yazıcı (2018) İnovasyon, Rekabet ve Devlet, Turkish Studies, c. 13-13, s. 67-86 

DİPNOTLAR;

1 URL1
2 Bu tarihte Yeniçeri Ocağı I.Mustafayı tahtan indirerek yerine II.Osman’ı getirmiştir.
3 URL2 
4 URL3 
5 URL3 


URL1:http://www.sjsu.edu/people/ken.nuger/courses/pols120/Ch-3-Principles-of-Democracy.pdf 

<Erişim Tarihi: 12.06.2018> 

URL2: http://darbeler.com/2015/05/18/12-mart-muhtirasi/ <Erişim Tarihi: 14.06.2018> 

URL3: http://darbeler.com/2015/05/18/27-nisan-e-muhtirasi/   <Erişim Tarihi: 14.06.2018> 

 ***

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 1

TÜRK DEMOKRASİ HAYATINDA ASKERİ UYARILAR: 1971 - 2007 MUHTIRALARININ KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ BÖLÜM 1


İsmail DURSUNOĞLU* 
Sinan YAZICI** 

* Dr. Öğr. Üyesi Bayburt Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, El-mek: idursunoglu@bayburt.edu.tr, 
** Dr. Öğr. Üyesi Bayburt Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü, El-mek: syazıcı@bayburt.edu.tr, 


ÖZET 

En basit tanımıyla halkın yönetimi olan demokrasi, modern dünyanın en önemli kavramlarından biridir. Meşruiyetinin halka dayanması nedeniyle en saygın yönetim sistemidir. Bu sistem günümüzde, seçilen temsilciler aracılığıyla sürdürülmektedir. 
Demokrasilerde düzenli aralıklarla yapılan seçimlerde halk, iktidarı kullanacak olan yöneticileri seçmektedir. Seçilen bu kişiler belli dönemler içinde ve yasal çerçevede iktidarı kullanmaktadır. Hükümet etme sürecinde, siyasal partilerin veya temsilcilerin halka karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Nitekim halk, iktidarın devamlılığı noktasında nihai ve tek karar merciidir. Bu yönüyle demokrasi, aynı zamanda hesap verilebilir bir anlayışı barındırmaktadır. Türkiye, eksikliklerine rağmen yüzyılı aşkın demokrasi geleneğini içselleştirmeyi başarmış bir ülkedir. 

Türkiye, demokrasi hayatı boyunca farklı vesayet odaklarının tehditlerine maruz kalmış, dönem dönem demokrasi askıya alınmış veya demokrasiye balans ayarı verilmiştir. Ancak bütün bu gelişmeler, devletin demokrasiye olan inancından ve bağlılığından bir sapma meydana getirmemiştir. Demokratik değerleri aşındıran bu süreçlerden, demokrasiye sarılarak çıkan ülkede, yaşanan anti-demokratik 
uygulamaların izlerini silmek için adımlar atılmaktadır. Başta anayasa değişiklikleri olmak üzere, siyasal, hukuksal ve sosyo-kültürel çerçevede 
yapılan reformlar bu amaca hizmet etmektedir. Demokratik düzenlemeleri yaparken, farklı vesayet odaklarına hareket imkânı kazandıran alanları bilmek ve bu alanları ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bunun için de tarihsel süreçte yaşanan vesayet girişimleri çok iyi analiz edilmelidir. Bu çalışma, Türkiye’de bir vesayet unsuru olan TSK’nın, 1971 ve 2007 yıllarında siyasal iktidarlara yönelik 
verdikleri muhtıraları konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, muhtıra metinleri üzerinden asker-siyaset ilişkisinin irdelenmesidir. Çalışmada muhtıra öncesi yaşanan gelişmelere yer verilirken yöntem olarak içerik analizi yapılmış ve iki bildiri metni karşılaştırılarak muhtıraların ortak ve farklı yönleri belirlenmiştir. 

Giriş 

Demokrasi, insanların çeşitli yönetim sistemlerini tecrübe ederek ulaştıkları bir yönetim biçimidir. Günümüzde meşruiyeti en gerçekçi ve uygulanması en yaygın sistem olan demokrasi, toplumlar ve devletler tarafından ulaşılması hedeflenen, ulaşıldığında da korunması amaçlanan bir yönetim anlayışıdır. Demokrasi, Latince demo (halk) ve krasi (iktidar) kavramlarının bir araya gelmesiyle oluşan ve halkın iktidarı şeklinde tanımlanan bir kavramdır (Uygun, 2017:74). Kavramla ilgili en bilindik tanımı yapan Abraham Lincoln’e göre demokrasi, “halkın, halk için halk tarafından yönetimi”dir (Heywood, 2014:102). Tanımla ilgili en fazla dikkat çeken nokta, halk tarafından yönetim vurgusudur. Doğrudan demokrasi, ilk ortaya çıktığı Yunan şehir devleti Atina’da uygulama imkanı bulurken (Aristotales, 2013:3-4) günümüzde bunun mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Sanayi devrimi ile birlikte yaşanan gelişmelere paralel olarak devlet işlevlerinde meydana gelen değişimler ve devletler arasında var olan rekabet sürecinin siyasal ve yönetsel faaliyetleri etkin ve verimli şekilde yapma gereği (Yazıcı, 2018:73) gibi faktörler ve günümüzde insanlığın ulaştığı nokta 
(genel oy, nüfus vb) göz önüne alındığında demokrasi, ancak temsilciler aracılığıyla uygulanması mümkün olan bir sistem haline gelmiştir. Dolayısıyla günümüzde temsili demokrasi anlayışı söz konusudur. Demokrasi bugünkü anlamıyla şu unsurları içermektedir; 1 

. Vatandaşların karar alma süreçlerine katılımı 
. Temsil sistemi 
. Hukukun üstünlüğü 
. Bireyler arası eşitlik 
. Özgürlük 

Munck yaptığı çalışmada (2014:12), demokrasinin politik bir kavram olduğuna dikkat çekerken, bu kavramın siyasal özgürlük ve eşitlik değerleri ile yakından ilgili olduğunu belirtmiştir. Siyasal özgürlük karar alma süreçlerinde ve düşünce paylaşımlarında serbestliği ifade etmektedir. 
Eşitlik değerleri ise iktidarın tüm bireylere eşit mesafede olmasını ve hukuki eşitliği içermektedir. 
Beetham’a göre (1998:21) ise demokrasinin başlangıç noktası, insan onurunu koruyan bireysel haklardır. Bunun yanında halkın iktidar sürecine dahil olması, her bireye eşit saygı ve değer gösterilmesi ve siyasal anlamda eşitliğin ilke edinilmesi diğer prensipler olarak ortaya çıkmaktadır. 
Demokrasinin en önemli özelliği, siyasal süreçte bireyin/halkın referans alınmasıdır. Modern demokrasilerde halkın referans alınmasının en yaygın yöntemi ise seçimlerdir. Seçimler demokrasinin işleyişi ve sürdürülebilirliği açısından oldukça önemlidir (Krane ve Marshall, 2003:2). 
Seçimlerle oluşturulan parlamento ise demokrasiyi ve politik süreci yönetmek için yetkilendirilmiş bir kurumdur. Dolayısıyla parlamento veya hükümeti göz ardı edecek her anlayış veya çaba bir nevi halkın iradesini yok sayma anlamına gelecek ve bu durum vesayet olarak kabul edilecektir. 

Demokrasilerin en önemli özelliği yönetenlerin meşruiyetinin halka dayanması ve halkın otoritesi üzerinde herhangi bir güç veya vesayet odağına rıza gösterilmemesidir. Farklı siyasal rejimlerde görülen toplumsal, ekonomik veya askeri elitlerin/güçlerin siyasal otoriteyi doğrudan kullanma veya dolaylı şekilde bu otorite üzerinde tahakküm oluşturma anlayışı demokrasi düşüncesiyle bağdaşmaz. Demokrasi, yönetim anlayışında bireyi temel alan ve meşruiyetini yalnızca halka dayandıran bir sistemdir. Bu nedenle asker veya demokrasi tarafından tanımlanması gereken başkaca unsurların, demokrasiyi tanımlaması ve demokratik hayata müdahale etmesi düşünülemez. 

Batı Avrupa ve ABD dışında demokrasinin ilk yaşam alanlarından biri olan Türkiye, yüzyılı aşkın demokrasi tecrübesiyle, siyasal, hukuki ve toplumsal yapısında demokratik değerleri inşa etme çabası göstermiş ve farklı vesayet odaklarına rağmen bu konuda önemli mesafe almıştır. Bu çalışmada, son yıllara kadar Türkiye’de güçlü bir vesayet odağı olan TSK’nın, 1971 ve 2007 yıllarında siyasal iktidara yönelik verdiği muhtıraların içerik analizi yapılmış, benzer ve farklı yönler karşılaştırılmalı olarak sunulmuştur. Çalışmanın birinci bölümünde askeri vesayet kavramı, ikinci bölümünde 1971 muhtırası ve üçüncü bölümde 2007 e-muhtıra konu edinilmiştir. Son olarak dördüncü bölümde ise iki muhtıra tablo üzerinden karşılaştırılmıştır. 

1.Askeri Vesayet Kavramı 

Vesayet, kelime anlamı itibariyle vasiyet kavramından türetilmiştir. Bir ölünün veya kısıtlı birinin adına hareket etme ve onunla ilgili tasarruflarda bulunma anlamına gelmektedir. Bu yetkiyi kullanan kişi de hukuki literatürde vasi olarak ifade edilmektedir. Vesayet kavramını tanımladıktan sonra askeri vesayet anlayışını da askeri kurumların, çeşitli gerekçelerle rejim üzerinde baskı 
kurduğu ve siyaset alanına yönelik tasarruflarda bulunduğu bir anlayış olarak ifade etmek mümkündür. Yukarıda belirtilen çeşitli gerekçeler, bazı durumlarda toplumun, bazı durumlarda rejimin, bazı durumlarda da demokratik sistemin bizzat kendisinin korunması şeklinde ileri sürülebilir. Türkiye’deki askeri darbelerin gerekçelerine bakıldığında bahsedilen sebeplerin tamamının var olduğu görülmektedir. 

Türkiye’de demokrasisinin yerleşmemesinde doğrudan veya muhtıra biçiminde askeri müdahalelerin rolü bulunmaktadır (Kuru, 2012:38). Bu müdahalelerin gerekçeleri dönemlerine göre farklı olsa da irtica, komünizm, bölücülük, terör, anti-cumhuriyetçilik, toplumsal kaos vb kavramlar ordunun demokrasiye müdahalesi için öne sürdüğü başlıklar arasındadır. Nitekim bu gerekçeler, her 
müdahalede kaleme alınan darbe bildiri veya muhtıra metinlerine yansımakta, hangi gerekçeyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin üzerine düşen görevi! yaptığı belirtilmektedir. 

Askeri vesayetin veya askeri müdahale girişiminin demokratik sistemin kökleşmediği toplumlarda ve demokratik değerlerin dikkate alınmadığı yönetimlerde görülme olasılığı daha fazladır. Çünkü demokrasinin, kendi kendisini beslemediği, yüceltmediği ve korumadığı bir yerde farklı odakların demokrasi adına hareket etmesi kaçınılmazdır. Demokrasiye rağmen demokrasi için düşüncesiyle harekete geçen askeri müdahale, en nihayetinde demokrasiyi vesayet altına almaktan başka bir anlam taşımayacaktır. 

Türkiye tarihinde, 1618 yılında Yeniçeri Ocağıyla başlayan2 (Kurt, 2017:72) askeri müdahale geleneği, 15 Temmuz askeri darbe girişimine uzanan bir süreçte farklı tarihlerde ve farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de askerin siyasal iktidara yönelik doğrudan müdahalelerine bakıldığında sırasıyla 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909), 27 Nisan 1960 Darbesi, 12 Eylül 1980 Darbesi, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi görülmektedir. Bu darbelerden, sonuncusu hariç hepsi başarıya ulaşmıştır. Bu tarihler dışında, 28 Şubat 1997 yılında Milli Güvenlik Kuruluda kaleme alınan ve dönemin Refah-Yol hükümetine kabul ettirilen kararlar da siyasi otoriteler tarafından askeri bir müdahale olarak görülmekte ve teamül dışı bir yöntemle bu müdahale gerçekleştirildiği için post-
modern darbe olarak nitelendirilmektedir. Bütün bunların dışında Türkiye’de askerin doğrudan siyasi otoriteye müdahale etmediği ancak yaptığı uyarılarla iktidarı vesayet altına almaya çalıştığı iki önemli tarihi de askeri müdahale çerçevesinde ele almak gerekmektedir. Bunlardan ilki 12 Mart 1971 Muhtırası, ikincisi ise 27 Nisan 2007 E-Muhtıradır. 

2.1971 Muhtırası 

1971 muhtırasını anlamak ve anlamlandırmak için süreci 1960 darbesinden ele almak gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde başarılı olmuş ilk askeri darbe 27 Mayıs darbesidir. Bu dönemde ordu, anti-demokratik bir anlayışla yönetime el koymuş ve seçilmiş başbakan Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını idam etmiştir. Ardından 1965 yılına kadar koalisyon hükümetleri ve başarısız darbe girişimleri (Talat Aydemir olayları) olmuştur. 1965 yılında yapılan seçimlerde halk 
nezdinde Demokrat Parti’nin devamı niteliğinde görülen Adalet Partisi birinci parti olmuş ve tek başına iktidara gelmiştir. 1969 seçimleri ise dünyada hakim olan “68 kuşağı” gençlik hareketlerinin gölgesinde yapılmış ve yine Adalet Partisi tek başına iktidarı ele geçirmiştir. 1961 anayasasının özgürlükçü yapısından da güç alan gençlik hareketleri bu dönemde daha da yoğunlaşmıştır. ODTÜ 
ziyaretinde bulunan ABD büyükelçisinin aracının yakılması, 16 Şubat 1969 tarihinde Taksimde 6. filoya karşı yapılan protesto gösterilerinde 2 kişinin ölümü (Kanlı Pazar), bu dönemdeki eylemlerin simgelerinden olmuştur. Yine benzer şekilde büyük işçi direnişi olarak kabul edilen 15-16 Haziran 1970 tarihli eylemlerde kan dökülmüş ve gösterilerin bastırılması için asker devreye girmiştir. Bu durum, bazı çevrelerce yaklaşan darbe öncesi askerin provası olarak nitelendirilmiştir. 1 Ocak 1971 tarihinde Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu’nun verdiği bir röportajda dile getirdiği “1961 Anayasasını bertaraf etmek gayesi güden aşırı ve zararlı akımlar mevcuttur” şeklindeki ifade yaşanan 
süreçlerden ordunun rahatsız olduğunu göstermektedir. 1971 yılının başlarında da bu olaylar devam etmiş toplumun birçok kesimi rahatsızlıklarını dile ‘getirmeye başlamış, sokak kavgaları, üniversite boykotları, adam kaçırma, banka soygunu gibi birçok olay bu dönemde yaşanmıştır. İktidar, sokak 
karşısında çaresiz, ordu perde arkasında hazır beklemektedir.3 Dönemin Genelkurmay Başkanının, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a söylediği ve daha sonra darbelerin ön söylemi olan “genç subaylar rahatsız” sözü bu durumu açıklamaktadır. 

1971 askeri muhtıra öncesi, 1960’lı yılların ortalarından itibaren gelişen öğrenci ve işçi eylemlerini görmek mümkündür. Bu eylemler, o dönem için kaos ortamı yaratmış ve orduya cumhuriyetin kazanımlarını muhafaza, toplumsal barış ve uzlaşı sağlama adına harekete geçme zeminini hazırlamıştır. 1971 Muhtırası öncesi siyasetin genel görünümü ise şu şekildedir. 1965 seçimlerini Demokrat Parti’nin mirasçısı olarak görülen Adalet Partisi kazanmış (%52,9) ve tek 
başına iktidar olmuştur. Sağın bu başarısının yanında o dönem, sol hareket de kendi açısından başarılı bir sonuç almış ve Türkiye İşçi Partisi de 15 milletvekilliği kazanarak meclise girmiştir. Bu durum, sosyalistlerin mecliste ilk defa grup kurmasını sağlamıştır. TİP’in başarısı Türkiye’de sınıf mücadelesini öne çıkarmış ve sol-sosyalist görüşlerin önünü açmıştır. 1968 yılı dünya konjonktürüne paralel biçimde Türkiye’de görülen 68 kuşağının gençlik hareketleri politik bir görünüme dönüşmüştür. Bu hareketlere katılanlar aynı tarihlerde üniversite boykot ve işgalleriyle birlikte kendilerinde siyasal sistemi değiştirme gücü görmüşlerdir. 1969 seçimleri öğrenci hareketlerinin 
gölgesinde yapılmıştır. Ancak 1969 seçimlerinde sandıktan çıkan sonuç sokağın düşüncesini yansıtmamış Adalet Partisi (%46,6) yine tek başına iktidar olmuştur. Bu seçimlerde ortaya çıkan meclis görünümü, istedikleri sonucu alamayan bazı sol çevrelerin parlamenter sisteme olan inancını zayıflatmış ve yeni arayışların kapısını aralamıştır (Başaran, 2017:116-117). 

1960 darbesi sonrası yapılan seçimlerde Demokrat Parti geleneğine veya seçmen tabanına sahip Adalet Partisi’nin önemli başarılar kazanması, 1965 ve 1969 seçimlerinde tek başına iktidar olmasının bazı çevrelerce hoş karşılanmaması, 1961 anayasanın getirdiği özgürlükçü ortam nedeniyle toplumsal fikir ve düşüncelerin sokağa hakim olması, öğrenci olaylarının baş göstermesi, bu dönemde demokrasinin sürdürülmesini tehdit etmektedir. 1968 yılında dünyadaki öğrenci olaylarına paralel biçimde Türkiye’de de bu tür olayların baş göstermesi, bu olayların “sağ sol yok boykot var” sloganı ile zaman sonra anti emperyalizm ve anti Amerikancılığa evrilmesi devrim düşüncesinin doğmasına zemin hazırlamıştır. TİP, Yön/Devrim gibi sol çevrelerce bu düşünce 
gerçekleştirilmeye çalışılmış ve bu durum büyük kaosun kapılarını aralamıştır. Bu şekilde girilen 1969 seçimlerini, güç kaybetmesine rağmen yine Adalet partisi kazanmıştır. Ancak toplumsal olaylar son bulmamış ve artarak devam etmiştir. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel bu gelişmeleri 1961 anayasasının fazlaca özgür olmasına bağlamıştır. Ancak bütün bu gelişmeleri yakından takip eden 
ordu, tüm ülkeye yayılan ve artan olayları gerekçe göstererek, 1971 muhtırası ile seçilmiş iktidarı yönetimden uzaklaştırmıştır (Karataş, 2017:145-146). 

12 Mart müdahalesi, 27 Mayıs’tan farklı olarak doğrudan iktidara el koyma biçiminde olmamıştır. Genelkurmay başkanı ve üç kuvvet komutanı tarafından imzalanan muhtıra başbakan ve meclis başkanına verilmiş ve TRT kanalı ile tüm ülkeye duyurulmuştur (Alacadağlı, 2017:564). 
Darbenin gerekçesi olarak yukarıda belirtildiği gibi; ülkede sürüp gitmekte olan anarşi, sokak olayları, ekonomik ve sosyal huzursuzluk öne sürülmüştür. Muhtırada dönemin hükümetinin bu sorunlar karşısında yetersiz kaldığı, bir an önce Atatürkçü bakış açısıyla reformlar yapılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu adımlar atılmadığı zaman ise açıkça Türk Silahlı kuvvetlerinin yönetime el koyacağı belirtilmiştir. Muhtıraya ayrıca şu açıdan bakmak gerekmektedir; 12 Mart muhtırası aslında 27 Mayıs darbesinin önemli generallerinden Cemal Madanoğlu’nun başını çektiği ve üç gün önce planlanan 9 Mart cuntasının deşifre olmasının bir sonucu olarak Genelkurmayca verilen bir muhtıradır. Verilen 12 Mart muhtırasıyla hem fiili bir darbe olarak tasarlanan 9 Mart darbesi önlenmiş hem de ordudaki genç subayların rahatsızlığı bir nebze giderilmiştir. Muhtıra 
sonrası, Başbakan Süleyman Demirel istifa etmiştir. 

12 Mart Muhtırası şu Maddelerden oluşmaktadır; 


1. Parlamento ve hükümet; süregelen tutum, görüş ve icraatı ile 
yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine 
sokmuş; Atatürk’ün bize verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini 
kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk 
ettirememiş olup Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine 
düşürülmüştür. 

2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim 
ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek partiler üstü bir 
anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve 
Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap 
kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik 
kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı 
Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak 
ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya ele almaya 
kararlıdır. 

3. 2007 E-Muhtıra 

27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan bildiri, askeri vesayetin bir örneği kabul edilmekte ve e-muhtıra şeklinde tanımlanmaktadır. 
11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün TBMM tarafından seçilme sürecine yönelik kaleme alınan bildiride “laiklik” vurgusu ön plana çıkmaktadır. Bildiride laikliğin tarafı ve kesin savunucusu olarak tartışmalarda kendini konumlandıran TSK’nın, bu konuda kararlılığını sürdüreceği ve gerektiğinde görevini eksiksiz yerine getireceği vurgulanmaktadır. Bu yönüyle bildiri, siyasi iktidara yönelik açık 
ve net bir müdahalenin öncesinde yapılmış uyarı niteliği taşımaktadır.4 

Ülkemiz siyasal hayatında, askeri muhtıralar verilmeden veya darbeler gerçekleşmeden önce sosyal ve siyasal hayatta yaşanan gelişmelerin, ortaya çıkan olumsuz durumların, tırmanan sosyal şiddetin ve tepkilerin, bilindik ve alışılagelmiş süreçler olduğu gözlemlenmektedir. Bu konudaki tecrübeler, askeri müdahalelerin hemen hepsinde bu süreçlerin bazen benzer bazen dönemin 
şartlarına uygun biçimde farklılaştırılarak sahneye konulduğunu göstermektedir. Bazen de kendiliğinden oluşan siyasal tepkilerle olaylar yönlendirilmeye çalışılmıştır. 2007 e-muhtırası öncesinde de Türkiye’de birtakım olaylar yaşanmış ve bildiride bizzat bu olaylara da atıflar yapılmıştır. Bildiride yer verilen bu olaylar ve Cumhurbaşkanlığı seçimi, e-muhtıranın gerekçesi olmuştur. 

2007 yılında 11.Cumhurbaşkanının seçilmesi sürecinde yaşanan bir takım gelişmeler e-muhtıra ile zirveye ulaşmıştır. Muhtıra öncesinde AK Parti içinden bir kişinin köşke çıkmasına karşı çıkan kimi çevrelerce tepkiler ortaya konulmuş tur. Bu dönemde ilk olarak Yargıtay Cumhuriyet Eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından 28 Aralık 2006 tarihinde “TBMM’deki oylamaya 367 milletvekili katılmazsa seçim iptal olur” şeklinde bir açıklama yapılmıştır. Bu, AK Parti’nin meclisteki sandalye sayısı göz önüne alındığında belli olan sonucun önceden iptalinin bir gerekçesi olarak ortaya atılmıştır. Nitekim bu söylem, seçimlerin iptal edilmesini sağlamış ve tarihe “367 krizi” şeklinde not düşürmüştür. Seçimler yaklaştıkça bazı çevreler laiklik ve cumhuriyetin 
savunuculuğuna soyunmuş ve gösteriler düzenlemişlerdir. Daha sonra Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından başlatılan cumhuriyet mitinglerinde hükümete karşı tepkiler ortaya konulmuştur. Siyasal partilere bakıldığında ise AK Parti 367 söylemine ve yapılan gösterilere tepki gösterirken; meclisin bir diğer partisi olan CHP’nin genel başkanı Deniz Baykal, 367 vurgusuna destek çıkmış ve dönemin 
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a aday olmaması çağrısında bulunmuştur. 10 Nisan’da MGK’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in irticai akımlara dikkat çekmesi, Çankaya’yı da sürece dahil ederken, 12 Nisan’da Genelkurmay Başkanı yaptığı bir konuşmada “Cumhurbaşkanı, cumhuriyete sözde değil özde bağlı olmalıdır” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Daha sonra bu ifade bir biçimle e-
muhtırada yer almıştır. Bu süreçte Ankara Tandoğan Meydanında başlayan ve zamanla diğer illere de yayılan cumhuriyet mitinglerinde “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganları atılmıştır. Bu slogan, yaşanan krizin, laiklik eksenli bir kriz olduğuna işaret etmektedir. 14 Nisan’da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Harp akademilerinde yaptığı bir konuşmada “Rejim hiçbir dönem bu kadar 
tehdit altında olmadı” ifadeleri devletin en üst kademesinde krizin nasıl algılandığını göstermektedir. 

16 Nisan’da ADD Başkanı Şener Eruygur “Muhatapları algılarsa yeni mitinglere gerek kalmaz” diyerek cumhuriyet mitinglerinin amacını açık etmiştir. 23 Nisan’da Deniz Baykal, ilgili resepsiyona katılmayarak tepki göstermiştir. 24 Nisan’da ise AK Parti, Cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül ismini kamuoyu ile paylaşmıştır. 27 Nisan’da yapılan oylamada Abdullah Gül, TBMM Genel 
kurulunda bulunan 361 milletvekilinden 357’sinin oyunu alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Oylamaya ANAP-DYP grubu katılmazken, CHP seçimleri Anayasa Mahkemesine taşımıştır. Aynı gün saat 23:17’de Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi sitesinde e-muhtıra yayınlanmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***