26 Ekim 2019 Cumartesi

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 3

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,   BÖLÜM 3



Bahçeli Kimin Velespitini sürüyor ?..

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 26 01:13AM +0300


Bahçeli kimin velespitini sürüyor?..

Ahmet TAKAN.,

Ağır abi rollerinde devlet adamı pozları vereceksin... Sonra da devletin milletin güvenlik sigortalarını yakacak kadar tehlike arz eden bir konuda ulu orta ısrarla konuşmaya devam edeceksin!.. Hem de Türkiye genel af konusunda bugüne kadar onlarca acı ve kanlı tecrübe yaşamışken... Hem de her genel affın arkasından çok kısa sürede hapishanelerin tekrar dolduğu ile ilgili rakamlar devlet arşivlerinde kapı gibi dururken. Her genel affın arkasında açılan daha büyük sosyal yaraların nelere mal olduğu da kayıtlarda haykırırken.

Bir genel af attı ortaya, bugüne kadar kendi tarzı olmayan bir ziyaret gerçekleştirdi. Servis ettirdiği fotoğrafların diline bakın. Hepsi hareketli kareler. Doktor Devlet Bahçeli'den hiç alışık olmadığımız bir tarz. Sürekli ellerini kollarını sallayarak konuştuğunu gösteren kareler. Basın toplantılarında bile az konuşan çok az hareket eden çok nadir gülümseyen Bahçeli bu kadar hararetli ne anlatmış olabilir diye merak etmeden geçemedim. Acaba bu hareketli karelerle ne mesaj vermek istiyor diye sorarken önceki gün akşam gazetecilerle yaptığı iftar sohbetinde "şüyuu vukuundan beter"e tam gaz devam etmiş. 2000 yılının Aralık ayında başlayan hayata dönüş operasyonunu hatırlatırken "Erken uyarı yapıyoruz. Dikkatli olun, yarın ne olacağı belli olmaz" demiş. Daha önce de içeriden gizli bilgiler geldiğini söylüyor ama içerik açıklamıyordu. Peki niye kimse sormuyor, "Sayın Bahçeli bu sözleriniz cezaevlerini bir anda barut fıçısına çevirebilir. Birilerinin aklına karpuz kabuğu getirebilir veya hainlere yol olabilir. Dediklerinizin doğru olduğunu kabul edelim. Siz, Erdoğan ile kamuoyuna açık/kapalı onlarca görüşme yapıyorsunuz. Böyle riskli bir konuda, devlet ve millet güvenliğini tehlikeye atabilecek bir konuda elinizdeki bilgileri Erdoğan ile neden kapalı bir toplantıda konuşmuyorsunuz. Cini şişesinden çıkarmanın kime faydası olur?" diye...

Eski Bakan'dan Kritik uyarı

Hayata dönüş operasyonları sırasında Adalet Bakanı koltuğunda oturan değerli hukukçu Hikmet Sami Türk ise genel af tartışmalarını kaygı ile izliyor. Türk, YENİÇAĞ'a yaptığı değerlendirmelerde, "Cezaevleri disiplini, otoriteyi sağlamakta zorlanıyor" uyarısı yaptı. Hikmet Sami Türk, hayata dönüş operasyonları öncesinde ve sonrasında yaşanan günleri hatırlattıktan sonra şunları söyledi;

"Bugün cezaevlerinde aşırı sayıda hükümlü ve tutuklu olduğunu öğreniyoruz. 170 bin insan var. F tipine geçildi ama, cezaevlerinde kapasitenin üzerinde yığılma var. Devlet Bahçeli'nin affı gündeme getirmesi bununla ilgili olabilir. Hayata dönüş operasyonuna neden olan duruma düşülmemesi için gerçi şu anda böyle bir şey yok. Tekrar bu duruma düşülmemesi için bu affı öneriyor. MHP'nin seçim beyannamesinde bu af konusu yer alabilir. Afların çok sık gündeme getirilmesi cezaların caydırıcılığını ortadan kaldırır. Bahçeli'nin bu konuyu gündeme getirmesi cezaevlerinde aşırı yoğunluğu rahatlatmayı sağlamaya yönelik. Bunun seçim vaadi olarak kullanılması doğru değil. Bu af diş macunu gibi bir kere sıktığınız zaman geri girmiyor. Açıkladığınız zaman bir beklenti yaratıyor. Bir şey yapmanız gerekiyor. Bu bir talep olarak karşınıza çıkar. Yeni TBMM'nin karşısına ilk gelecek konu bu. Çünkü cezaevlerinde beklenti yaratıyor. Cezaevleri disiplini, otoriteyi sağlamakta zorlanıyor. Mekan olarak da hükümlü ve tutukluların insan onuruna uygun koşullarda olmaları gerekiyor. Buna ilişkin bir çok düzenleme getirildi. Yeni cezaevleri yapılıyor.

Türkiye'de son zamanlarda kamu kesiminden ihraçlar oldu. Çok kolaylıkla tutuklama kararı verebiliyor hâkimlerimiz. Anayasada, CMUK'da öngörülen koşullar var, o koşulların gerçekleşmesi gerekir. Aşırı doluluğun nedeni uygulama. Ondan sonra bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi bir çok insanın tutuklanmasını iptal etti, bazı tahliyeler oldu. Buna gerek kalmaması gerekir. Türkiye'nin bunca tecrübeden sonra, bu kadar deneyim varken, insan haklarına uygun koşulları cezaevlerinde sağlaması gerekir. Aşırı doluluğun nedeni; kolay tutuklama."

Hikmet Sami Türk, Bahçeli'nin Alaattin Çakıcı ile yaptığı görüşmeyi doğru bulmadığını da sözlerine ekledi, "Ülkücü topluma bir mesaj gibi geliyor bana" dedi.

Siyasi sicilinde, bebek katili Öcalan'ın idam dosyasını rafa kaldırma, Ülkücü mahkûmlara af konusunda parmağını bile kıpırdatmama ve hatta o uğurda çalışanları da bitirme gibi lekeler bulunan Doktor Devlet Bahçeli'nin bu çıkışlarını samimi bulmuyorum. Afrin'den gelmeye devam eden iç karartıcı haberler, İngiltere derin devletinin kuruluşu Democratik Progress İnstitute ile sürdürülen yeni açılım görüşmeleri, bildiğim İmralı trafiği, bende derin şüphelere sebep oluyor. Acaba, Ülkücüler üzerinden yeni bir operasyon mu çekiliyor?.. Acaba o meşhur villa projesinin hayata geçirilmesi için vakit yaklaştı mı?..

Türkiye için çok uyanık olma vakti!..

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bahceli-kimin-velespitini-suruyor-47547yy.htm

ahttakan@gmail.com
25 Mayıs 2018


***************



25 HAZİRAN İÇİN BİR İŞARET FİŞEĞİ


İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.


25 HAZİRAN İÇİN BİR İŞARET FİŞEĞİ

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 26 12:44AM +0300

25 HAZİRAN İÇİN BİR İŞARET FİŞEĞİ

Naci Kaptan
Değerli arkadaşlar ,

Yazımın başlığını 25 HAZİRAN İÇİN BİR İŞARET FİŞEĞİ koydum. Nedenini yazıyı okudukça sizler bulacaksınız .Bu bir YAP-BOZ oyunudur. Puzzle'ı sizler kurgulayacaksınız

Ülkemiz 2002'den buyana küresel baronların tam da istediği gibi İSTİKRARSIZLAŞTIRILMIŞTIR (Destabilazation) ne yazık ki iktidar hükümeti AKP bu konuda küresel baronlarla işbirliği yapmıştır. Ülkemizin her yönüyle çökertilmesine katkı vermiş , kişisel büyük hırsları ve yetersiz politikalarıyla ülkeleri ayakta tutan temel direklerin , Yargının , ordunun , Güçler ayrılığının , demokrasinin , Laik yapının , Parlamentonun yozlaşmasına neden olmuştur. Ülkemiz tüm evrensel değerlerin sıralamalarında en diplere düşmüştür. Türkiye Yetkin olmayan politikalar/politikacılar nedeniyle diğer ülkeler tarafından dışlanarak ulıuslararası saygınlığını kaybetmiştir.

Devletin kurumsal yapısı bütünüyle tahrip edilmiştir. Kamu kurumları liyakatsiz , yetersiz kişilerle doldurulmuş , Devlet işlemez hale gelmiştir. Küresel baronlar ,oltaya takılan ülkeleri EKONOMİK olarak BORÇLANDIRARAK işgal ediyorlar. Ülkemiz çok büyük borç altına sokulmuş , Ekonomiyi ayakta tutan tüm Milli kurumlar yabancılara satılmış , R.T.Erdoğan'ın deyişiyle TULUMBANIN SUYU bitmiştir.

2002'den bu yana ülkemizde hiç bir yabancı ülkede olmadığı kadar YOLSUZLUK LAR , ne yazık ki iktidar partisinin mensupları tarafından yapılmıştır.

Ve yabancı ekonomistlerin uzunca zamandır söylediği gerçekleşmiş ; Hazinede borcumuzu dahi ödeyecek para kalmamıştır .Türkiye ekonomik bağlamda hızlı bir serbest düşüşe başlamıştır. R.T.Erdoğan borç aramak için İngiltere'ye gitmiş fakat elleri boş olarak geri dönmüştür. Yabancı ekonomistlerin yaptıkları değerlendirmeye göre Türkiye'nin borçlanma maliyetleri Afrika ülkesi olan Senegal'in üzerine çıkmıştır. Çok yüksek faizlerle Borç para bulunsa da , bulunan para ile ancak borçların bir kısmı ödenecektir . 

Ya Sonrası?

Hazinede para kalmamasına rağmen R.T.Erdoğan Okluk koyundaki 300 odalı sarayını yaptırmaya devam etmektedir. Ve dolaşan , doğruluğu bilinmeyen bir fısıltıya göre Zarrap davası nedeniyle ABD mahkemesi tarafından HALK BANKASINA çok büyük oranda bir ceza verilmiş olup bu konuda pazarlık etmek üzere bir grup yetkili Amerika'ya gitmiştir. Cezanın açıklanması ise seçim sonrasına bırakılmıştır.

Özetle Türkiye her yönüyle bir yangın yeridir. Döviz ise çok büyük rakamlara ulaşmış , TL büyük oranda değer kaybetmiştir. Ülkemiz hiç bir zaman böylesi çoklu tehlike ve karmaşa içine düşmemişti. Bu nedenle seçimlerin öne alınmış olması var olan tehlikelerin daha da büyümemesi için yararlı olmuştur.

YAP-BOZ SORUSU

24 Haziran Seçimleri 2002'den buyana yapılan seçimlerden çok farklı ve önemlidir. Şimdiye kadar yapılan tüm seçimlerde AKP lehine hileler yapıldığının kanıtları vardır . (Beş bölümlük SEÇSİS -SEÇİM GÜVENLİĞİ başlıklı yazı dizisini okumanızı öneririm. http://nacikaptan.com/?p=8242 )

>> Aşağıda son iki senelik arşivlerden çıkardığım yazılarda konu edilen toplumun bir bölümünün silahlandırılmasının amacı nedir ?

>> R.T.Erdoğan sarayının çevresini neden tahkim etmekte ve sarayda neden ÖZEL GÜVENLİK MÜDÜRLÜĞÜ'nü seçim öncesi kurdurmaktadır ?

>> "R.T.Erdoğan , İngiltere'de Bloomberg televizyonuna verdiği röportajda, kendisinin yeniden bu göreve seçilmesi, ancak parlamentoda partisinin çoğunluğu kaybetmesi durumunda neler yaşanabileceği yönündeki soruya "Dereyi görmeden paçalar sıvanmaz. Böyle bir neticeye göre hazırlıklarımız şüphesiz olacaktır. A, B, C planlarımız var" karşılığını verdi. " Sizce bu A B C planları neler olabilir ?

VE EN ZOR SORU ;

Erdoğan her şeye rağmen seçimleri kaybederse DEMOKRASİ KURALLARINA göre makamını terk edecek midir ? 

Naci Kaptan / 24.05.2018

İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.

http://nacikaptan.com/?p=57993

Naci Kaptan / 24.05.2018
www.nacikaptan.com


http://nacikaptan.com/?p=57993


 ***

DÜN SIĞINILACAK LİMANDI, YA BUGÜN ?


ÖZEL-BÜRO /// ANALİZ /// 

E. TUĞA. TÜRKER ERTÜRK : DÜN SIĞINILACAK LİMANDI, YA BUGÜN ?...

Sili Ozerdim.,

<siliozerdim@gmail.com>: 
May 25 06:23PM +0200

*LİNK : *
*http://www.turkererturk.com.tr/dun-siginilacak-limandi-ya-bugun/*


*Bir önceki hafta sonu gibi, geçtiğimiz hafta sonu da Almanya’da gurbetçilerimizle beraberdik ve yine 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve
Spor Bayramı kapsamında düzenlenen etkinliklere katıldık. Bu sefer duraklarımız; Hannover ve Hildesheim’di. Bu mükemmel organizasyona imasını
atan Hildesheim Atatürkçü Düşünce Derneği’ni ve onun değerli başkanı Fatma Anders’i gerçekten kutlarım. *

*Bu tür etkinlikleri, özellikle Almanya başta olmak üzere Avrupa’da düzenlemek gerçekten zor. Çünkü Türkiye’deki iktidar iradesi, milli bayramlarımızın kutlandığı bu tür etkinlikleri desteklemiyor, hatta düşmanca yaklaşıyor. Yabancı ülkelerde bulunan diplomatik temsilciliklerimiz de iktidarın korkusundan bu tür etkinliklere katılmıyor, katılamıyor! Türkiye’de de milli bayramlarımıza karşı ne gibi şeytani düşmanlıklar yapıldığını yaşayarak gördük ve görüyoruz. Güçleri tamamen yettiği anda, milli bayramlarımızı kaldıracaklar ve yasaklayacaklar. *

*Çağdışı Bir Kimlik Peşindeler*

*19 Mayıs, önemli bir tarih. Bir anlamda; akıl ve bilim ilkeleri üzerine inşa edilen, laik, demokratik bir hukuk devleti olması planlanan Türkiye
Cumhuriyeti’nin doğum günü. Gazi Mustafa Kemal Atatürk de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası. İktidar için sorun burada başlıyor! Çünkü
halen Türkiye’yi yöneten iktidar iradesi Siyasal İslamcı; yani laikliğe, akli olmaya, evrensel hukuka, ulus devlete ve ulus kimliğe karşı. Yani iktidar; çağdışı bir dünya görüşünün, çağdışı bir devlet ve kimlik yapılanmasının peşinde!*

*İşte, iktidarın bu çağdışı ideolojisi nedeniyle ülkemiz felakete sürükleniyor ve iç barışımız dinamitleniyor. Din üzerinden yapılan siyaset toplumu birleştirmiyor, bölüyor, parçalıyor ve un ufak ediyor. Almanya’da yaşayan gurbetçilerimiz, din üzerinden yapılan siyasetin toplumu nasıl paramparça ettiğini adeta ispatlayan bir laboratuvar gibi.*

*Veremeyecekleri Ödün Yoktur!*

*İktidarın tek bir hedefi var; 24 Haziran, bilemediniz 8 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı seçimini her ne pahasına olursa olsun almak. Çünkü; büyük
suçlar işlendi, hesap verebilir durumda değiller! Bu nedenle; iktidardan gitmemek için ülkemizin ve milletimizin geleceğinden, güvenliğinden ve
yaşamsal çıkarlarından veremeyeceği ödün yoktur!*

*Geçen hafta biz Almanya’da iken, Cumhurbaşkanı Erdoğan Londra ziyareti yaptı. Bu ziyaret sırasında Almanya Milli Takımı’nın Türk kökenli oyuncuları olan ama İngiltere’de top koşturan Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’la görüşülmüş, medyada boy boy fotoğrafları yer almış ve imzalı formalar verilmişti. Esasında; bu gençler seçim malzemesi olarak kullanılmış, yaşadıkları ve yaşamlarını kazandıkları ülkede gelecekleri ve güvenlikleri yok sayılmıştı. Gerçekten de böyle oldu ve Almanya basınında ve kamuoyunda bu olay geniş şekilde tartışıldı, eleştirildi ve her iki oyuncunun Almanya Milli Takımı’ndan atılması ve cezalandırılması dahi gündeme geldi. *

*Almanya’da İnfial Vardı!*

*Her iki oyuncu, sanırım danışmanlarının da tavsiyesi ile Almanya kamuoyundaki infiali yatıştırabilmek için Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’i ziyaret etmek istedi. Ziyaretten sonra oyuncularla fotoğraflarını paylaşan Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier;

“Yanlış anlamayı düzeltmek, iki futbolcu için önemliydi” diye yazdı.
Almanya basınının ve kamuoyunun Özil ve Gündoğan için itirazları ve infiali; “Nasıl demokrasiyi katleden, insan hak ve özgürlüklerini yok eden
otoriter birisinin yanında durarak, onun seçim manipülasyonuna malzeme olursunuz!” şeklindeydi. Bunu Almanya’da bizzat yaşayarak gördük!*

*Dün ve özellikle Atatürk zamanında Türkiye, Almanya’nın Nazi rejiminden kaçanlar için sığınılacak bir limandı. Çok sayıda bilim insanı ülkemize
sığındı ve üniversitelerimizde çalıştı. Bazıları, Nazi rejimi çöktükten ve harp bittikten sonra bile geriye dönmedi ve hep ülkemizde yaşadı!*

*Edirnekapı Şehitliğinde Yatıyor*

*Bunlardan birisi de Alman mimar ve kent tasarımcısı Bruno Taut’dur. Nazi rejiminden kaçarak, 1936’da Türkiye’ye sığınır ve bugün Mimar Sinan
Üniversitesi olan Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümüne öğretim üyesi olur. 
Bruno Taut (1880-1938), Milli Eğitim Bakanlığı mimarı olarak eğitim yapıları tasarlar.*

*Taut**’un Türkiye’deki bazı Eserleri; 

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Trabzon Lisesi, Ankara Atatürk Lisesi, İzmir Cumhuriyet Kız Enstitüsü, Ankara Cebeci Ortaokulu ve 
Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’ndaki katafalkıdır. Atatürk’ün hayranı olan Taut, Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra yaşamını kaybeder 
ve Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilir.*

*Mimari Bir Harika*

*Almanya’**da iken, 

Bruno Taut’un Bremen yakınlarında bulunan ve çok görmek istediğim müze evini gezdim. Bana bu imkânı sunan Bremen ADD’nin Başkanı Aydın Genca’ya ve yardımcısı Recep Ali Tüfek’e teşekkür ederim. 10m² taban alanı üzerine oturtulmuş, üç katlı ve doğanın içine gömülmüş bir yaşam alanı. Her metre karesi değil, her milimetre karesi gözetilmiş ve kullanılabilir kılınmış. Tam bir mimari harika, mutlaka görmelisiniz!*

*Türkiye**’nin kucak açtığı isimlerden biri de Prof. Dr. Ernst Hirsch’dir.

 Atatürk’ün vefatı sırasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesiymiş. Derste öğrencilerin üzgün halini görünce, rektörü arayıp
“Bugün ders veremeyeceğim, ne yapmamı önerirsiniz?” diye sormuş.*

*Rektör de “Sizin memleketinizde büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa, onu yapın” demiş. Prof. Dr. Hirsch; “Bizim ülkemizde hiç bu kadar büyük bir
insan ölmedi” yanıtını vermiş. Bana bu anekdotu bir Alman vatandaşı anlattı.*

* Skolastik Düşünce ve Engizisyon *

*Atatürk Türkiye**’si, Avrupa’nın faşizmin çizmeleri altında ezildiği bir dönemde, gerçekten aklın, bilimin ve hoşgörünün egemen olduğu kaçılacak ve sığınılacak limandı. Ama bugün, tam tersi bir iklim var ülkemizde. Ülkemizin nitelikli insanları; baskı, zulüm, hukuksuzluk, adaletsizlik, soygun ekonomisi ile bozulan ekonomik şartlar ve liyakatin yok sayılması gibi nedenlerle yabancı ülkelere gidiyorlar.*

*Halbuki bugün, insanlığın ulaştığı medeniyet seviyesine ancak ve ancak nitelikli insanlarla ulaşabiliriz, Cübbeli Şukufettin Hoca gibi çağdışı dünya görüşünün temsilcileri ile değil! Avrupa’yı Avrupa yapan, çağdaş ve gelişmiş ülkeleri bulundukları duruma getiren skolastik düşünce (dinsel düşünce) ve engizisyon (dinsel mahkeme) değil, sorgulayıcı aklı esas alan, bilim egemen kafa yapısıdır. Bugün ülkemizi felakete sürükleyen iktidar; hiç şüpheniz olmasın, bir anlamda skolastik düşüncenin ve engizisyon kafasının günümüzdeki temsilcisidir*

*Türker Ertürk*

*E. Amiral, Araştırmacı **–** Yazar*
[ ANALİZ, E. TUĞA., TÜRKER ERTÜRK]

--

Sili Ozerdim 
<siliozerdim@gmail.com>: 
May 25 06:23PM +0200
[image:
http://sphotos-a.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc6/215290_10200934840280643_385814596_n.jpg]  

E-Posta ile gönderdiğim tüm demokratik protesto, bilgi, haber, yorum ve sosyal/siyasal içerikli paylaşımlar TC Anayasasının;
*MADDE 25:* "*Düşünce ve Kanaat Hürriyeti*";
*MADDE 26:* "*Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti*" kapsamında tarafımdan yapılmıştır.
Demokratik düşünce ve kanaatlerimin engellenmesi ve/veya şiddet/baskı altına alınması, bu nedenle

"* Hakkımda olası her türlü anti-demokratik yasal girişimi *",

TC Anayasası, AİHM ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kapsamında, her türlü yasal haklarım saklı kalmak üzere, peşinen reddederim.

<https://mail.google.com/mail/u/0/?ui=2&ik=63f172f7c2&view=att&th=13a97a5993d1e823&disp=zip&zfe=cp857>
(sıkıştırma hedefi:
Türkçe [image: Dosya adı kodlama menüsü]
( Tüm resimleri görüntüle ) 
<https://mail.google.com/mail/u/0/?ui=2&ik=63f172f7c2&view=att&th=13a97a5993d1e823&disp=imgs>

[image: ata ve bayrak.jpeg]

<https://mail.google.com/mail/u/0/?ui=2&ik=63f172f7c2&view=att&th=13a97a5993d1e823&attid=0.1&disp=inline&realattid=f_h8pql53l0&safe=1&zw>
*ata ve bayrak.jpeg*

YURTTA SULH CİHANDA SULH
PEACE AT HOME PEACE ON EARTH
K. ATATURK


***

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 2

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI.,  BÖLÜM 2



 MAL BEYANI.

"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 19 03:52AM +0300


YILMAZ ÖZDİL : MAL BEYANI.


Cumhurbaşkanı adayları mal varlıklarını açıklıyor. Gayet güzel.

*

Peki Dünya siyaset tarihinde yolsuzluklarıyla çalıp çırptıklarını kendi mal varlığına ekleyip devlete beyan eden siyasetçi görülmüş müdür?

Görülmemiştir.

Örneği yoktur.

Çünkü hiçbir siyasetçi çalıp çırptıklarını kendisinin üzerine yapacak kadar geri zekalı değildir minareyi çalan kılıfına uydurur.

Mesela deveyi havuduyla götürdüğünden emin olduğunuz siyasetçinin mal beyanına bakın. 10 sene önce neyse gene odur.

Sırf bileğine taktığı kol saati bile 200 bin eurodur eşinin koluna taktığı çantası bile 50 bin eurodur ama hem bunlar mal beyanında yeralmaz hem de mal varlığının hiç artmadığı görülür.

*

Dolayısıyla Siyasetçilerin mal beyanında bulunması hikayedir.

*

Eğer gerçekten memleketin soyulup soyulmadığını kontrol etmek istiyorsak. Vatandaşların kendi kendine mal beyanında bulunması gerekir.

*

Her Vatandaş her seçim öncesinde kendi beyanını not edip bir köşeye saklamalı sonraki seçimlerde çıkarıp kıyaslamalıdır.

*

Farz edelim bugünkü maaşın dört bin lira. Bu miktarda maaşla 10 sene önce 2 bin 900 dolar alabiliyorsan bugün aynı maaşla bin dolar bile alamıyorsan. Siyasetçilerin mal beyanını merak etmene hiç gerek yok memleket soyulmuş demektir.

*

10 Sene önce maaşının kaçta kaçını kiraya veriyordun bugün maaşının kaçta kaçını kiraya veriyorsun?

*

Gerçekleri Sadece tarih yazmaz., Gerçekleri Faturalar da yazar.

10 Sene önce maaşının kaçta kaçını elektrik su doğal gaz telefon faturalarına ödüyor dun bugün kaçta kaçını ödüyorsun?

*

Beş Sene önce 100 lirayla pazara çıktığında neler satın alabildiğini not etseydin bugün 100 lirayla anca yarısını alabildiğini görürdün.

Siyasetçiler kendi mal varlıklarının hiç artmadığını söylerken senin pazar torbanın yarısının çalındığını fark ederdin.

*

10 Sene önce ne kadar borcun vardı bugün ne kadar var?

10 Senedir ödediğin borç taksitlerini alt alta yazıp toplasaydın mal varlığı hiç artmayan siyasetçiler uçaklar alırken saraylar yaptırırken üçüncü köprünün aslında senin cüzdana döşendiğini hesaplar dın.

*

Özetle.

*

Gerçekten memleketin soyulup soyulmadığını merak ediyorsan siyasetçilerin mal beyanını boş ver.

Kendi kendine mal beyanını not et.

Kendi kendinle yüzleş.

Kendi elinle kendini soydurduğunu kendine itiraf et!

İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.


****



Karamollaoğlu: "AKP diye bir Parti yok"


"Yılmaz ARSLAN" 

<y.arslan57@gmail.com>: May 19 03:49AM +0300

Karamollaoğlu: "AKP diye bir parti yok"

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Karamollaoğlu, "AK Parti diye bir parti yok, Tayyip Erdoğan var” dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Temel Karamollaoğlu, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. AKP diye bir partinin kalmadığını savunan Karamollaoğlu, "Erdoğan olmadığı zaman AKP olgusu ortada kalmaz. AK Parti menfaat ilişkileri ile ayakta duran bir kuruluştur" ifadelerini kullandı.

Cumhuriyet'in haberine göre Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle:

"Politikalarını bizden ayıranlar, bizimle hiçbir alakaları kalmadığını ispat edercesine sürdürüyorlar, bugün de kararlılar. Ara sıra “Milli Görüş gömleğini giyeceğiz” deseler de, hiçbir zaman politikalarında samimiyet görmüyorum.

Cumhurbaşkanlığı tamam, Meclis’te de AK Parti’nin çoğunluğu olsun demesi, münafık demesi kendisine zarar verdi. Yani aslında hakikaten Tayyip Bey o çıkıştan endişelendi. Şimdi de endişeli. Şu anda rahat değil, Cumhurbaşkanlığı için. Millevekilliği için zaten farklı bir tablo çıkar."

" AKP DİYE BİR ŞEY YOK "

" AK Parti çözülme sürecine girebilir. AK Parti’nin bundan sonra varlığını uzun zaman devam ettireceği kanaatinde değilim. ANAP gibi olur. Daha hızlı çözülür belki. AK Parti diye bir şey yok ki Türkiye’de, Tayyip Erdoğan var. O olmadığı zaman, onun etkisi ortadan kalktığı zaman, AK Parti olgusu ortada kalmaz. AK Parti menfaat ilişkileri ile ayakta duran bir kuruluştur. "

https://mail.google.com/mail/u/1/#inbox/FMfcgxvwxxfKtkKdsvLTNpvTFNlJpdnB

***


AMAN FANTAZİ YAPMAYALIM!..



SONAR Araştırma Şirketi tarafından 26 ilde 3 bin kişi ile yapılan  Cumhurbaşkanlığı Seçim anketinden "Seçim*2.* tura kalacak”
 sonucu çıktı.


İlk turda Erdoğan yüzde *42* oy alırken,
  
----------

CHP’nin adayı Muharrem İnce yüzde *21.91* oy İle
 *2.* sırayı,
 ----------

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de Yüzde *21* oy ile
 *3.* sırayı paylaştı

----------

HDP’nin adayı Eski Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’a
 yüzde *11*.01,
 ----------

SP lideri Temel Karamollaoğlu’na yüzde *2.*10,
 ----------

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e de yüzde *1.98*
oy çıktı.

***

SONAR, araştırmasının sonucuna göre;

"Erdoğan'ın, İLK TURUN BİRİNCİSİ olacağı kesin

*İKİNCİLİK* İse
*İNCE *ile
*AKŞENER* Arasında olacaktır.

----------

Yapılan ankette yüzde *4.60* oranında *KARARSIZ SEÇMEN* Bulunduğu da
Vurgulandı. Kararsızların da, Sandığa Gitmeme lüksü Kalmamıştır

***

Son Ankete göre; Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turda belli olmayacak

*8 *Temmuz’da yapılacak olan, *İKİNCİ* *TURDA* *BELİRLENECEK*

----

*İKİNCİLİK* için

*İNCE* ve*AKŞENER* Yarışıyor.

Bu iki ismin oyu *YÜZDE 43’LERDE.* İlk turdaki oyu yüzde *11* olan
*HDP,* *İKİNCİ TURDA* *MUHALEFET ADAYINA* *DESTEK VERİRSE*

Erdoğan % 42 Oyla *Cumhurbaşkanlığını* *KAYBEDİYOR*.

 “MİLLET İTTİFAKI” % 58 OYLA *Cumhurbaşkanlığını* *KAZANIYOR*

***

Ancak.,
AKLI BAŞINDA CHP’Lİ KARDEŞLERİMİZ, BİRİNCİ TURDA *AKŞENERİ*
*SEVİYORUM* ‘*OY’*UMU*AKŞENER’E* VERECEĞİM DERLERSE VE
MUHALEFETİN ADAYI OLARAK, *AKŞENER* ÇIKARSA
 HDP *AKŞENER’İ* *DESTEKLEMEYECEKTİR.*

*NASIL MI?*

*YA* *SANDIĞA* *GİRMEYECEKLER*
*YA DA* *OYLARINI* *(Erdoğan'ın* HDP’ye VERECEĞİNİ İFADE EDEBİLECEĞİ

 “*ÖZERKLİK*” *ve* BAŞKA *VAADLERLE*)

*ERDOĞAN'A**VERECEKLERDİR.*
 *NEDEN Mİ?*

*ÇÜNKÜ**“MİLLET İTTİFAKI* *KURULURKEN*

*SAYIN* *AKŞENER:*

*“İTTİFAK’TA* *HDP* *OLURSA*
 *BEN *ve*,**İYİ PARTİ**BU İTTIFAK’TA* *OLAMAYIZ* *DEMİŞTİ!!!! DE*
 *ONDAN!*

***

*SON SÖZ*

*KARARSIZLAR* *“SANDIĞA”* *MUTLAKA* *GİTSİNLER* *VE DE*
AKLI BAŞINDA, CHP’Lİ KARDEŞLERİMİZ DE, *ÖZELLİKTE,* *İLK TURDA,*
 *HER* *PARTİLİNİN* *YAPACAĞI GİBİ,**O KUTSAL* *OYLARINI,*
 *KENDİ**ADAYLARINA**VERMELİDİRLER.*

*ÇÜNKÜ;*

*BU SEÇİMDE* *AHMET, MEHMET,* *ŞU PARTİ, BU PARTİ*  *SEÇİLMEYECEKTİR*

*ONUN İÇİN,*

*HİÇ KİMSE**OYUNU**BAŞKA PARTİNİN **ADAYINA**VERMEMELİDİR*

*ŞU AN,**“FANTAZİ”**YAPMA**ZAMANI **DEĞİLDİR!*

 *Aksi Halde*

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ve
 *MİLLET İTTİFAKINDAKİ * diğer Parti ve Liderlerinin Fedakarca Verdikleri emekler Boşa gidecektir.

Saygılarımla

***

*21 Mayıs 2018 Pazartesi*
 *CEMİL DENK*, (E. Albay)
 Atatürk’ün ve *GERİCİLERİN*
 *Din*’e, *Laiklik*’e ve *Kadına* Bakışı” konusunda,
 9 kitap yazmış, *Araştırmacı Yazar*


Atatürkçü Düşünce Derneği *Yüksek Disiplin Kurulu* (Eski) *Başkanı*.
Atatürkçü Düşünce Derneği *Genel Başkan* (Eski) *Danışmanı*
Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Çankaya *Şubesi *(Eski) *Başkanı*
27 Mayıs Milli Devrim Derneği (Eski) *Genel Başkan Vekili*
Atatürkçü Düşünce Derneği *ÇANKAYA Şubesi Disiplin Kurulu* *Başkanı*
CHP Genel Merkez Kamu Yönetimi Çalışma Grup Üyesi
*CHP ÇANKAYA *İLÇESİ Eğitim Komisyon Üyesi,* EĞİTMEN*

0 532 217 88 11 E-Mail: denk.cemil@gmail.com
Cemil Denk 
<denk.cemil@gmail.com>: May 21 10:22AM +0300

***



Siyaset Yaparken, Halkın haberdar olmadığı gizli anlaşmalardan söz edilemiyor.

Ahmet Dogan Simsek 
<ahmetdogan.simsek@gmail.com>: 
May 23 02:24PM +0300

Siyaset yaparken halkın haberdar olmadığı gizli anlaşmalardan söz edilemiyor.

Sevgili Metin Bey Kardeş

Çok güzel açıklamalar yapmışsın. Teşekkür ederim.

Türkiye henüz tam bağımsızlığına kavuşamadı. Devletimiz kurulurken bazı gizli anlaşmalar ile ülkemizin pek çok bölgesinde işletme faaliyetleri yabancı şirketlere  teslim edildi.

Yanılmıyor isem bu anlaşmalar 2023 de bitecek. Tabii bu seçimlerde mevcut iktidar seçim yolu ile indirile bilir ise belki Türkiye’nin önemli bir bölümü koparılacak ve kalan kısmında da yine gizli anlaşmalar bir asır daha uzatılacaktır. Bu anlaşmalar Devlet varlıklarını koruma adı altında vatandaşların kendi mülklerindeki tasarrufları sınırlanmıştır. İstisnalar yabancılar içindir. Kişinin arazisinin bir metre belki de seksen santimden daha derini devlete aittir. Enerji ve tabii kaynaklarda devlete aittir.
Devlete ait denilenler de 1923 den beri işgalciler tarafından bedava kiralanmıştır ve bu 2023 e kadar devem etmektedir.

Örnek: Şimdi gizli anlaşmalar kendisine bildirilmiş bir savcı. Benim evimin üstündeki güneşle su ısıtan ısıtma aracı yüzünden beni devletin güneşini
çalıyor diye dava açsa ne kadar ceza yerim bilemem ama mutlaka ceza yerim.

Türkiye'nin yüz yıla yakındır vatandaşların yasaklı olması nedeni ile yerinde sayması ve seksen yıldan fazlasında asla icatlar keşifler yapılmasına izin verilmemesinin. Patent verilmediği için bazı mucitlerimizin patenleri bazı batılı ülkelerden alması ve patentini de ya çaldırması yada yok bahasına satmak zorunda kalması gibi bir olaylar bulunmaktadır.

Üzerinde konuştuğumuz konu yabancı şirketler ile ortaklık halinde pek azı yerli firmaya verilen ve ya kripto yerli medyaya açılan üretimlere dikkat edersiniz Beyaz eşyayı örnek gösterecek olsan arakasında sadece İstanbul duka-lığına bağlı dışa bağımlı azınlıklar ve kripto kimlikliler olduklarını görebiliriz. Mevcut İktidar Türkiye de, derin devlet aysberg' inin sadece görünen ucudur. 
Böyle olmasa mevcut iktidar daha işin başında hapı yutar ve yok edilirdi.

Bazı bilgilerin ayan olması ancak 2023 de dahil, derin milli devlet iktidarı ile içimizdeki sömürgecilere bağlı sağcı solcu ortacı bilmem ne diye bir birlerinden farklı terör ve yasal örgütlerin tamamının ABD+ İngiltere+ AB'yi yöneten ülkeler de farklı zannedilen ülke istihbaratlarına bağı zannedilse de aslında tamamı sadece ABD ve İngiltere İstihbaratına diğer istihbaratlar ile birlikte bağımlıdır. Petrol üreten Arap ülkelerinde ki devletler dahi Müslüman ve Arap görünümlü, tıpkı 2003 yılına kadar bizim ülkemizdeki gibi gayrimüslim ailelerin idaresinde idiler. Şimdi ise doğrudan İsrail'in en büyük sömürgesi ABD'ye bağlı duruma geldiler. Bu konu şimdilik açıkça ispatı yapılması çok zor ve devlet bürokrasi sinden ve resmi siyasilerden biri tarafından açıklanacak olsa önce yanıldım diye özür diletilir sonrada icabına bakılır.

Şimdilik bu kadar ile yetineyim. Çünkü bir süre yazı yazmak istemiyorum ama! Bir konuya dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye Azerbaycan kardeş ülkelerimizin Turan+İslam devletinin sağlam temellerini attıkları ve bu projenin Asya da yayılmakta olduğu gibi şu anda Batının ve İsrail'in sömürgesi durumuna düşmüş Arap ülkelerinin siyasileri İsrail'e bağlanır iken, o ülkelerin halkları da Tükler gelip bizleri de kurtaracak inancı ve umudu içinde orta ateşteki siyaset kazanında kaynayarak pişmeye çalışmaktadır.

Ayrıca pek çok Musevi ve Yahudi'nin de ABD de İsrail'in yaptıklarını protesto etmelerini de dikkatle takip eder isek, Sıradan oraların vatandaşları Musevilerin din adamlarının ve Yahudilerin, İsrail'in kanlı ve ısrarlı aşırılıklarının kendilerini de bütün insanlıkla birlikte başlarına bela olacağı düşüncesi ile ABD'nin İsrail'in badigart-lığını (Koruma Savunma hizmetini) yapmasından ve şımartmasın dan, hem Yahudi olarak hem de insan olarak bıkıp usandıklarını nümayişler yaparak (gösteriler yürüyüşler) ile bütün dünyaya ve insanlığa da anlatmaya çalışmakta dırlar. Şimdilik 2023 e kadar herkes kendi düşünce ve inancında diğerleri ile siyasi cenk-lere devam edeceklerdir.

Ülkemizde çok şey bildiğinden kesin olarak emin olanlar da acaba Güneş enerjisi üretimine geçerken kimler ile perde arkasında, siyaset ve diplomasi üzerinden ne savaşlar yapıldığından, batılıların kalkıştırdığı ihtilal girişimlerini takip ile içeriden işgal hamlelerinden nasıl kurtulduğumuzdan hangi sınırlarda haberdar oldukları da düşündürücüdür.

En içten Selam Sevgi ve Saygılarımla
Ahmet Doğan Şimşek 

Tüm konularımı Görüntüle;
https://groups.google.com/forum/?utm_source=digest&utm_medium=email#!forum/dunyaturkbirligi/topics


**************


GÖREVDEN ALINAN CERRAHPAŞA DEKANI ALAATTİN DURAN İÇİN ÇARPICI İDDİA

"Yılmaz ARSLAN
<y.arslan57@gmail.com>: 
May 26 01:15AM +0300


GÖREVDEN ALINAN CERRAHPAŞA DEKANI ALAATTİN DURAN İÇİN ÇARPICI İDDİA,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran'ın Cumhurbaşkanı Adayı İnce'nin ziyaretinden önce özel güvenlik amiri tarafından tehdit edildiği iddia edildi

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran YÖK'ün talimatıyla Rektörlük tarafından görevden alındı.

Duran'ın görevden alınma gerekçesinin dün gerçekleşen 13. Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İnce'nin ziyaretine onay vermesinin olduğu öne sürüldü.

Birgün'den Serbay Mansuroğlu'nun haberine göre; İnce'nin yapacağı ziyaret öncesi Güvenlik Amiri Ali Nergis Dekanlık katına çıkarak Rektörlük tarafından ziyaretin istenmediğini güvenliği tehdit ettiğini Prof. Dr. Duran'a iletti.

İddiaya göre; Dekan Prof. Dr. Duran Cumhurbaşkanı Adayı İnce'nin ziyaretini kabul edeceğini açıklamasının ardından güvenlik amiri Nergis'in'Muharrem İnce'yi buraya sokamazsınız. Sokarsanız gününüzü görürsünüz' şeklindeki sözlü saldırısına maruz kaldı.

Tartışmaların ardından güvenlik amiri Nergis Dekanlık binasından ayrıldı. Güvenliklerin ziyarete engel olması sözkonu oldu. Ancak İnce'nin ziyaretine öğrenci ve akademisyenlerin yoğun katılımı eklenince müdahale imkansız hale geldi.

Bu gelişmelerin ardından Dekan Prof. Dr. Alaattin Duran'ın gece 11.00 sularında telefonla aranarak görevden alındığı bildirildi.

http://www.mynet.com/haber/guncel/gorevden-alinan-cerrahpasa-dekani-alaattin-duran-icin-carpici-iddia-4145986-1

İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı" denir.

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 1

GEÇMİŞİMİZLE BUGÜNÜ MUKAYESE YAZILARI., BÖLÜM 1


GİRİŞ;
E-MAİL İLE GELEN YAZILARIMI BU BAŞLIKLA DEĞERLENDİRİP MUKAYESEYE VE POLİTİKACILARIMIZIN... '' POLİTİK& ACILARINI '' GÖZLER ÖNÜNE SERMEK İSTEDİM..SAYGIYLA 
TANER  ÇELİK
BLOGGER ADMİNİ



CHP'li Tanal'dan şok Filistin Çıkışı!



"Yılmaz ARSLAN" 
<y.arslan57@gmail.com>: May 19 03:27AM +0300

CHP'li Tanal'dan şok Filistin Çıkışı!

CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal Türkiye'nin Filistin vatandaşlarından vize istediğini, İsrail vatandaşlarının ise ülkeye vizesiz gelebildiğini belirterek
"Filistinlilere vize var ama İsrail vatandaşları vizeden muaf. İktidar afra tafra yapıyor, 'İsrail terör devletidir, Haydut devlettir' diyor. Peki bu ne
samimiyetsizlik? Filistinlilere de vizeyi kaldırın'' dedi.

ABD'nin Büyükelçiliği'ni Kudüs'e taşıması ve ardından çıkan olaylara tepkiler çığ gibi büyürken Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim de arttı. CHP İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal da konuyu Meclis'te gündeme getirerek, Türkiye'nin Filistin'e vize uyguladığını, İsrail'e ise uygulamadığını belirtti. Tanal şunları söyledi:

İSRAİL E YOK, FİLİSTİN E VAR,

"Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının sitesine girince, Filistin vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti devletine gelmek istedikleri zaman vize şartı aranıyor
yani Filistinli vatandaşlar Türkiye'ye gelmek istediğinde vizesiz Türkiye'ye giriş yapamıyor. Aynı şekilde İsrail Konsolosluğunun sitesine girdiğinizde,
İsrail devletinin vatandaşları Türkiye'ye gelmek istedikleri zaman vizesiz gelebiliyor yani İsrail devletinin vatandaşları vizeden muaftır, Türkiye'ye
vize şartı olmaksızın, giriş yapabiliyorlar.

Şimdi, siyasi iktidar afra tafra yapıyor 'İsrail devleti terör devletidir, Haydut devlettir' diyor. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bu ne samimiyetsizlik?
Yani burada çifte standart var. İsrail devletinin vatandaşlarına gösterilen bu pozitif ayrımcılık Filistin devletine gösterilemiyor. Bu uygulamayı şiddetle
kınıyorum, derhâl düzeltilmesini bekliyorum''

17 Mayıs, 16:01 · 
İsrail Suriye'ye saldırdığında sevinen, Filistin'e saldırdığında siyaseten üzülen kişiye " Siyasal İslamcı " denir.

***


IRAK PARLAMENTO SEÇİMİ VE YANSIMALARI 


"Ahmet Kılıçaslan Aytar" 
<ahmetkilicaslanaytar@gmail.com>: May 18 04:33PM +0300

*IRAK PARLAMENTO SEÇİMİ VE YANSIMALARI*

Amerika, 2003'te Irak Özgürlüğü Operasyonu ve körüklediği mezhepsel çatışmalarla Ortadoğu'nun en müreffeh ülkelerinden biri olan Irak'ı yok etti.
Sünni- Şii gerginliğini arttırdı, İŞİD'in ortaya çıkışını teşvik etti.
Irak Şii Arapları Ortadoğu'da benzeri görülmemiş bir biçimde merkezi hükümette görev üstlendiler ve bölge Şiilerini cesaretlendirdiler.
Bir krizde Irak Sünnileri Iraklı Şiilere karşı ayaklandılar, on binlerce insanın ölümüne neden olan bir isyan başlattılar.
Irak Savaşı ölümcül etkilerini komşu ülkelere genişletti, mevcut gerilimleri daha da kötüleştirdi, bölgeyi yönetilemez karışıklığına dönüştürdü.

Irak'ın, Suriye'nin, Yemen'in tahrip edilmesinin ve silahlarla dolu bir bölgenin yıkımı ABD'nin Irak savaşından dolayıdır.
Bölgede insani ve maddi kayıplar hâlâ devam ediyor...

*
Bu tabloda Irak; ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin Saddam Hüseyin'i devirmesi ve İŞİD'e karşı zafer ilan etmesinin ardından, 12 Mayıs'ta dördüncü defa ama yüzde 44 ile en düşük katılımlı parlamento seçimlerini yaptı.

*
Seçimlerin nihai sonuçları sayım sistemindeki sorunlardan dolayı ortaya çıkmasa da, Şii din adamı Mukteda el-Sadr'ın Sairun Koalisyonu Irak'ın ulusal seçimlerinde lider oldu.
Sadr'ın 329 sandalyeli parlamentoda 54 sandalye  kazandığı söyleniyor.

İkinciliği Tahran destekli ve Irak'ın güçlü Şii paramiliter gruplarıyla bağlantılı milis lideri Hadi el Amiri'nin bloğu aldı.
Başbakan Haider el-Abadi, destek üssü olması gereken çoğunluk Şii illerinde kötü bir performans gösterdi ancak üçüncülükle yetindi.

*
Herhangi bir siyasi parti ya da ittifakın bir başbakan seçip hükümet kurabilmesi için parlamentoda 329 sandalyenin çoğunu kazanması gerekiyor.
Irak'taki siyasal iktidar geleneksel olarak başbakan, cumhurbaşkanı ve meclis başkanlığı arasında mezheplere bölünmüştür.
Şii çoğunluk başbakanlık görevini yürütürken, Kürtler cumhurbaşkanlığını sürdürüyor ve Sünniler meclis başkanlığı görevini üstleniyor.
Bu seçimlerde herhangi bir ittifakın 165 sandalyeyi bir araya getirebilmesi için uzun bir müzakere süreci bekleniyor.
Yeni bir başbakan seçilene kadar Haider el-Abadi'nin bütün gücünü koruyarak görevde kalacağı düşünülüyor.

*
Irak anayasasına göre hükümetin kurulması 90 günlük bir sürece yayılıyor.

Bu noktada seçim sonuçları ilk bakışta;

1- Daha büyük bir blok oluşturmaya çalışan Mukteda el-Sadr ve Hadi el Amiri'nin bloklarını oluşturan Şii sivil kuvvetlerinin umutlarını canlandırdığı, Ama ittifaklarına rağmen Sünni İslamcıların Irak'ın ön saflarında kalma şansını azalttığı yönünde bir izlenim veriyor.
2- Yeni başbakanın belirlenmesi için ya iktidarın ve nüfuzun paylaşılmasına yol açacak bir siyasi çoğunluğun sağlanması, Ya da mevcut Başbakan Haider el- Abadi'nin süresinin uzatılması ve Dava Partisi'nin Irak yönetiminden devam etmesi gerekiyor.
3- Irak'ın acı çekmesine son vermek için siyasi çoğunluk sağlanması en iyi proje olarak görülüyor.
4- Bugüne kadar siyasi çoğunluk oluşturma projesini Sünni ve Kürtlerin daha iyi bir şekilde sağladığı, Ama siyasi çoğunluğu savunan Şii Sadr  grubunun, bir sonraki başbakanın mutlaka Dava Partisi'nden olması konusunda ısrar etmediği de görülüyor.

*
Mukteda el-Sadr, 2003  işgalinden sonra ABD' ye karşı yürüttüğü isyanda
radikal bir üne kavuştu.

Daha sonra İran'a karşı çıktı ve Iraklı milliyetçi olarak tanımlandı.

12 Mayıs seçimlerinde  komünistleri, Sünnileri ve siyasi bağımsızları
kapsayan koalisyonuyla yolsuzlukla mücadeleyi hedef aldı.
Seçim performansı, son zamanda İŞİD'le amansız bir çatışmanın yaşandığı
Irak'ta, halkın 2015'ten beri ülkeyi yöneten siyasi çevrelerden bıkmış olduğunu gösteriyor.

Ancak Mukteda el-Sadr'ın, hükümetin bir parçası olmak mı yoksa sürekli olarak herhangi bir hükümete muhalif olmak mı istediği net olmadığı için hangi oyunu oynayacağı da öngörülemiyor.

Yine de Temmuz'da Suudi Arabistanlı Veliaht Prensi M. Salman ile yaptığı görüşme sonrasında Sadr'ın ofisinden yapılan " Suudi-Irak ilişkilerinde
olumlu bir atılım yaptığımızdan çok memnunuz ve umarız bu Sünni- Şii İslam bölgelerinde mezhep çatışmasının geri çekilmesinin başlangıcı olur "
açıklaması bir iyimserlik oluşturuyor.
Ayrıca Mukteda el-Sadr, Kürtlere ve mülklerine saldırmayan ve yağmalamayan aksine onları koruyan tek Şii bloğunun lideridir.
Bu gelecekteki güçlü bir Kürdistan'ı için ayrı bir iyimserlik sayılıyor...

*
  Bilhassa seçimlerde ikinciliği alan Tahran destekli ve Irak'ın güçlü Şii paramiliter gruplarıyla bağlantılı milis lideri Hadi el Amiri'nin bloğu;
Orta Doğu'daki gelişmeler bağlamında çok önemli bir konumda bulunuyor.

Bu bloğun İran'ın diplomatik üstünlük sağla?masına yol açmasının engellenmesi için İsrail Başbakanı B.Netenyahu'nun Rusya Devlet Başkanı V.Putin ile sürdürdüğü koordinasyon neredeyse rutin hale gelmiştir. İki ülkenin Suriye'deki çıkarlarını uyumlu hale getirdiği düşünülüyor.
ABD Başkanı D.Trump'ın da teşviğiyle Rusya'nın gözü; İsrail ve Suudi Arabistan'ın düşmanı olan İran'ın, Irak'ta desteklediği milis lideri Hadi el Amiri'nin bloğunun ve Suriye'deki silahlı yandaşlarının üstünde olması, Böylece İran'ın dini ve ideolojik gerekçelerle bölgesel liderlik iddialarının hizalanması öngörülüyor.

*
Hâlâ ikinci bir dönemi güvence altına alma şansı bulunan mevcut Başbakan Haider el-Abadi'nin ise İran etkisini veya ABD'nin bu konudaki çabalarını
tamamen ortadan kaldırmayacağı öngörülüyor.
Seçimden aylar önce Abadi'nin, Haşdi el Şabi siyasi kanadıyla kısa süreli bir ittifak oluşturması Haşdi Şaabi'ye şiddetle karşı çıkan Sadr'ı kızdırmıştı.

 Ama Abadi seçimlerde ikinci gelen el-Fatih ittifakını da yabancılaştırmıştı.

Bu yüzden Mukteda el-Sadr için? Abadi,? Haşdi Şaabi ile artık ittifak
içinde olmadığı için Hadi al-Amiri, Nuri el-Maliki'den ya da başkasından
daha iyi bir müttefik? sayılıyor.

  Kürtler , yüzde 93  ile bağımsızlığa "Evet " oyu verdikleri referanduma iç ve dıştaki Şii liderler kadar sert tavır göstermeyen Muktada el-Sadr'a güveniyor.
Şimdi Kürt Bölgesel Yönetimi, federal bütçeden ne kadar pay, ne tür teminatlar alacaklarını, Tartışmalı bölgeleri ve Kürt Güvenlik Güçlerinin bu bölgelere dönüşü ile ilgili projeleri dinleyecek ve göreceklerdir.

Irak'ta Erdoğan Türkiye'sinin de önemli bir rolü vardır.

Erdoğan'ın;

1- Irak'ta merkeze aşırı gevşek bağlarla bağlı Musul merkezli bir Sunnistan Özerk Yönetimi'nin oluşması,
2- Bu özerk Irak Sünniistan'ına öncelikle Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin sonra da Suriye'deki Sünni yapıların yaklaştırılması,
3- Bunların arasındaki ilişkilerin Türk ordusunun güvenlik şemsiyesi altında ekonomik-kültürel karşılıklı bağımlılıkla pekiştirilmesi,
4- Türkiye'nin bütün bu yapının bölgesel hamisi olması hedefi doğrultusunda, Irak topraklarında bulundurulan ve saldırgan bir kimliğe bürünen TSK'ya
    bağlı birlikler Irak'tan çıkarılacaktır...

*
Bu noktada, Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün;

"Hiç zaman saldırgan olmayı düşünmemiş olan ve fakat daima haksız taarruza uğrayacağını hesap eden bir milletin ordusu olarak, ordumuz uzun bir
seferden sonra hemen diğer bir sefere başlayacakmış gibi maddi ve manevi yönden hazır bulunmalıdır" ifadesi, 
Genelkurmay Başkanı talihsiz Hulusi Sayın'a  kapak olsun!
19. 5. 2018
 Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com

***

VİZE UYGULAMASI; TÜRKİ CUMHURİYETLERİNİN HEPSİNDEN KALDIRILMALI, SÜRE AŞIM CEZALARI, PARAYA ÇEVRİLMELİDİR


Mustafa Nevruz SINACI 
<gercek.demokrat@hotmail.com>: 
May 19 09:29AM

ACİL ÇÖZÜM BEKLEYEN "ÇOK CİDDİ BİR SORUN" - Vize uygulaması; 

Gazeteci, Araştırmacı-Yazar: 
AHMET YALVAÇ, 
Makina Yüksek Mühendisi
<http://ahmetyalvac1946.blogspot.com.tr/2018/05/acil-cozum-bekleyen-cok-ciddi-bir-sorun.html>
ahmetyalvac1946.blogspot.com.tr


VİZE UYGULAMASI; TÜRKİ CUMHURİYETLERİNİN HEPSİNDEN KALDIRILMALI, SÜRE AŞIM CEZALARI, PARAYA ÇEVRİLMELİDİR 

Sevgili Okurlar, 


Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan,Kırgızistan gibi Orta Asya Türk Devletlerini Türki Cumhuriyetleri olarak adlandırıyoruz.
Bu Devletlerden sadece Azerbaycan ve Özbekistan’a vize uygulamıyoruz
BU 2 Devlete vize uygulamıyoruz ama Kimse bunun Nüfus Kâğıdı ile Kıbrıs’a kolayca gidip geldiğimiz, Ya da bir Avrupalının gibi pasaportunu göstermek suretiyle Türkiye’ye kolayca girip, çıktığını düşünmesin Bu konuda büyük güçlükler var, sorunlar var.
Bu güçlükler ve sorunlar gevşetilmeli, ya da tamamen ortadan kaldırılmalıdır.
Burada bu güçlükler ve sorunları aşmaya çalışacağız.
Azerbaycan ve Özbekistan’ın dışında kalan diğer Türki Cumhuriyetlerine uygulanan vize de karşılıklı olarak kaldırılmalı, Soydaşlık ilişkisi her alanda, bir işbirliğine dönüşmeli ve Türkiye bu konuda öncülük etmelidir.
Bu konu Türkiye’yi Yönetenlerin, yeni Devlet Politikası olmalı, Cumhurbaşkanı Adayları, bu konu üzerinde durmalı, görüşlerini ortaya koymalı, Siyasi Partiler bu konuyu gündemine almalı ve bir yerden başlamalıdır. Bu konunun önemi şurada:
Bu gün Siyaseten gelinen notada AKP Hükümeti Amerika ve Rusya arasında yalpalarken;

Böylesi bir dış politikanın kısa ve uzun vadede, Türkiye’nin yararına olmayacağı görülmüş ve anlaşılmıştır.
Amerika ve Rusya Güney sınırımıza yerleşmiştir Ve kolay kolay onları Suriye’den kimse çıkaramaz.
Uygulanan yanlış iç ve dış politikalar sonucu, Her alanda geriye gidiş ve çöküş söz konusudur.

ŞUNU DEMEK İSTİYORUM:

Eğer biz Türkiye olarak, Soydaşlarımıza sahip çıkar, onların sorunlarını çözmeye yardımcı olur Ve Türki Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında yaşanan sorunları kurumsal olarak ele alır. çözersek, Her alanda imkânları birleştirip bir güç ve işbirliği odağı oluşturur, Sonuçta bir Türk Birliği oluşturursak;

Biz de bir Amerika bir Rusya olma yolunda. İlk adımı atmış oluruz.
Ben şahsen Türki Cumhuriyetleri ile Türkiye arasında, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alanlarda işbirliğine çok önem veren, Sorunların nasıl aşılacağı konusunda kafa yoran bir Yazarım. Ve kişisel olarak Soydsşlarımızın, sorunlarını, çözme hususunda da, bir şeyler yapmaya çalışıyorum Cumhurbaşkanı adayları ve Siyasi Parti Yöneticileri, siteme bir göz atmalı, Türki Cumhuriyetleri ve Soydaşlarımızla ilgili olarak yazdıklarıma, YÖK ile ilgili, Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri ile ilgili yazdıklarıma bir göz atsınlar, KANAL İSTANBUL yerine KANAL KARHAZ projesini ekranlara taşısınlar Eminim ki vatandaşlarımıza bir güven, bir heyecan gelecektir…
KANAL KARHAZ; Hazar Denizi’nin Karadeniz’e bir kanalla bağlanması projesidir
Bu konu BOP’u çöpe atacak, Türkiye’nin önemini çok artıracak,  bir Dünya Projesidir KANAL İSTANBUL ise Türkiye açısından bir zaruret, bir faydası olmadığı gibi Hem çevre açından, hem toprak kaybı açısından, büyük mahsurları olduğu gibi Uluslar arası ilişkiler açısından da, şimdi ve gelecekte de başımıza büyük belalar açacağı açısından, Türkiye’nin gündeminden çıkarılmalıdır.
Daha da önemlis bu konu; Bir Siyasi Partinin tek başına karar verebileceği bir konu, hiç değildir

SURİYELİ VE DİĞER YABANCILARA GÖSTERDİĞİMİZ HASSASİYETİ KENDİ SOYDAŞLARIMIZA, MAALESEF GÖSTERMİYORUZ, ONLARI SAHİPLENMİYORUZ

2 Yıldan fazla bir zamandır YÖK konusunda, sudan bahanelerle çıkartılan sorunları ve yanlışları ortaya koymaya çalışıyorum.
 Ama çözüm yok….
Soydaşlarımız mağdur.
YÖK makalesini okumayanlar da bir göz atsınlar

SÖZDE VİZE OLMASA DA; UYGULAMADA YAŞANAN ZORLUKLAR…

Örneğin bir Özbekistan, ya  da Azerbaycan vatandaşı, Türkiye’ye gelmek istiyorsa;
Özbekistan’daki Türk Büyükelçiliği, ya da, Konsolosluğu’na müracaat edip, formaliteleri tamamlaması gerekiyor.
Nerede ikamet edeceği, ne kadar kalacağı gibi bilgiler ve tamamlanması gereken başka evrakları noksansız tamamlamak;
Yabancı bir insanın, Bir Danışmanlık şirketinden, yardım ve destek almadan,
Kendi başına bu işleri yapması, maalesef mümkün değil, Bu konuda birde Danışmanlık sektörü oluşmuş, Büyük paralar dönüyor.

ASIL SORUN DA;

Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra,
Eğer ikamet süresi sonunda, çıkış yapmadıysanız,
O zaman başlıyor.
Diyelim ki;
Bir hafta, iki hafta ya da bir ay geç çıkış yaptınız,
Ceza olarak, bunun parasal bir karşılığı var ama
Bu para cezasını alıp, mağduriyeti önlemek yerine
1-2-3-4-5 yıl gibi uzun bir süre, Türkiye’ye giriş yasağı koyuyorlar
Bu konunun canlı örnekleri var

NASIL MI?  
      
Yakın bir tarihte ÖZBEKİSTANLI bir Soydaşımız, İstanbul’da Sabiha Gökçem hava alanına iniyor.
Süre ihlali nedeni ile 530 TL cezasının olduğu anlaşılıyor,
Soydaşımız bu parayı ödemek istiyor ama kabul etmiyorlar
2 Gün bekletildikten ve sorgulandıktan sonra, uçağa bindirilip, geri gönderiliyor

SOYDAŞLARIMIZI SAHİPLENMEMİZ, ONLARA YARDIMCI OLMAMIZ LAZIM.

Bunlar bizlere gre çok yoksul ve fakir insanlar
Örneğin Özbekistan’da bir Doktor, 150 Dolar, Uzman Doktor 200 Dolar maaş alıyor,
Emekli bir Polis 40 Dolar alıyor.
Anlaşılan odur ki, Soydaşlarımız, kazandıkları para ile geçinemiyorlar
Bu yüzden biraz eahat nefes almak adına,
Türkiye ile kendi ülkeleri arasında. Gidip, geliyorlar.
Bizdeki asgari içret bile onlar için cazip bir kazanç kapısı oluyor.
YÖK’te işi yokuşa sürdüğünden?
Örneğin bir Tıp doktoru, yaşlı ve hasta bakımı gibi bizim insanımız için cazip olmayan zor ve kirli işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar.
Bu Soydaşlarımız çalışma ve iş disiplini konusunda, çok ciddi, kabiliyetli ve kültür seviyeleri de yüksek insanlar.
Çalışma anında, telefonlarını bile açmıyorlar.

Çok ciddi insanlar.

Üstün yetenekli ve gayretli bu Soydaşlarımızın sorunlarını çözmek, Bir Türk olarak, boynumuza bir borçtur.

Saygılarımla.
20 Mayıs 2016 Cumartesi.
Makine Yüksek Mühendisi Ahmet YALVAÇ
Enerji Uzmanı – Gazeteci Yazar
www.ahmetyalvac1946.blogspot.com.tr
a_yalvac@hotmail.com.tr

http://ahmetyalvac1946.blogspot.com.tr/2018/05/acil-cozum-bekleyen-cok-ciddi-bir-sorun.html


2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***



20 Ekim 2019 Pazar

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 4

OSMANLI VE ARAPLAR., BÖLÜM 4


İSRAİL GERGİNLİK POLİTİKASINDAN BESLENİYOR 

Bu çatışma havası İsrail'in işine mi yarıyor? 

Gerginlik politikası İsrail'in ayakta durma politikası gibi görünüyor. Çünkü gerginlikten bir Yahudi dayanışması ortaya çıkıyor. Kabul etmek lazım, İsraillilerin önemli bir kısmı artık bu politikalardan bıkmış ve önemli bir kısmı psikologa gidecek kadar ruhen hasta olmuş durumda. Her gün bir 
bombaya mı, bir kurşuna mı muhatap olacağı endişesini taşıyorlar. 

Zaten çok eklektik bir toplum. Doğu Yahudileri farklı, Batı Yahudileri farklı, Afrika Yahudileri farklı… yani bir kültürel homojenlik söz konusu değil. İsrail gerginlik politikalarıyla içerideki farklılıkların dezavantajlarını gidermeye çalışıyor gibi görünüyor. 

Bu politika Müslümanları çok tedirgin ediyor. Bu tedirginlik de somut verilere dayanıyor. 
Mescid-i Aksa'nın güvenliğini devlet olarak sağlayamasanız Mescid-i Aksa'yı mabet olarak kabul eden insanlardan nasıl güven beklersiniz. Bu kadar polis ve asker gücünüzle bir grup fanatiğe engel olmuyorsunuz. 

Demek ki el altından bu saldırıyı destekliyor… 

Evet. Demek ki devlet politikası olarak yapıyor. 

Suriye'ye tekrar dönersek, biliyoruz ki, 20. yüzyılın başına kadar Suriye deyince daha geniş bir alan akla geliyordu. 

Ürdün ve Filistin'i de kapsayan bir bölge. Modern Suriye'nin devlet idealleri arasında bu bölgelerde etkin olmaya çalıştığı izleniminiz var mı ve Türkiye'nin Suriye açılımında Suriye üzerinden bölgede etkin olma çabası söz konusu mu? 

Bu soruya cevap verebilmek için önce Osmanlının bölgeden çekilişinin tabii mi prematüre mi olduğunu konuşmak lazım. Bence prematüre bir çekiliştir. Araplar arasında Osmanlı sonrasına hazırlık tamamlanmış ve kopuş olgunlaşmış bir süreç değildi. Dolayısıyla Osmanlı sonrası problemli bir yapı oluştu. Suriye'de 1918–1920 yılları arasında yaklaşık iki yıl sürecek olan Faysal yönetimi bağımsız 
olacaklarını zannederken Fransız manda yönetimiyle karşı karşıya kaldılar. Savaşmaya kalkıştılar ama Fransızlar onları birkaç saat içinde yendi. Fransız yönetimine karşı çok ciddi bir direnişin olduğunu kabul etmek lazım. Suriyeliler Fransız yönetimini kolay kabul etmediler. Şam 1920'li ve 1930'lu yıllarda 
ve hatta İkinci Dünya Savaşı sırasında ciddi direnişlere sahne oldu ve ardından yoğun bir şekilde bombalandı. Şehrin önemli bir kısmı tahrip edildi. Müslümanlar için önemli olan, İslamın önemli başkentlerinden biri olan Şam, havadan ve karadan bombalandı. 

Osmanlı güçleri çekilince Britanya kuvvetlerine bağlı Avusturya birlikleri şehre giriyor. Halk ayaklanıyor, bunun üzerine Faysal yönetimindeki Arap-Bedevi kuvvetlerini şehre getiriyorlar ki işgal kabul görsün. 

Amerika'nın Bağdat'ı işgali gibi… 

Evet. Faysal Suriye'de hâkimiyet kuracağını sanıyor. Fransızlar buna müsaade etmiyorlar. 
Daha sonra bir kısım Araplarda siyasi bir kıpırdanma oluyor. Şerif Hüseyin'in krallık iddiasında bütün Arap coğrafyasına hâkim olmak vardır. Daha savaş sırasında İngilizler ve Fransızlar Şerif Hüseyin'e karşı ikili davranıyorlar. Kendi aralarındaki konuşmalar faklı, ona aktardıkları farklı. Kendi aralarında 
Arap topraklarının bütününü Şerif Hüseyin'e vereceklerini konuşmuyorlar. 

İki savaş arasında oluşan Suriye milliyetçilerinin bir damarında Biladü'ş-Şam denilen bütün Suriye'yi içine alan bir yönetim hayali konuşuluyor. Fakat buna ne öteden beri bölgede etkin olan mahalli kültür müsait ne de Avrupa'nın sömürgeci devletleri buna müsaade edecek durumda.. Mesela Fransızlar Suriye'de Şam 
merkezli yönetim kurduklarında Alevi bölgesini ayrı, Dürzi bölgesini ayrı, Sünni bölgesini ayrı yapılandırıyorlar. Girer girmez ülkeyi parçalıyorlar. Hiç yoktan Ürdün diye bir ülke oluşturuyorlar. 

Bırakın vilayet statüsünü, kazadan biraz büyük mutasarrıflık statüsüne bile ulaşmış bir yer değil. 
Ama İngilizler Şerif Hüseyin ailesine verilen sözlerin hiçbirini yerine getirmeyince manda yönetiminde kendilerine verilen bu araziye ailenin bir devlet kurmasını sağlıyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar da askeri sorumluluklarını yükleniyorlar. Sadece adı devlet olan bir yapı kurduruyorlar. 

Sonra Irak'ta benzer bir yönetim kurmaya çalışıyorlar. 

II. Dünya savaşından sonra böyle bir ideal var mı? 

Söz konusu ideal zaman zaman konuşuluyor. Hatta Baas yönetiminden bazılarının da bu hevese sahip oldukları söylenir. 1958'de Nasır döneminde üç sene devam eden Suriye-Mısır birleşmesi gerçekleşiyor. 
Bu, acaba Araplar bir araya gelerek Pan-Arabizmi gerçekleştirebilecekler mi diye düşündürttü. 
Ama birleşmenin üç sene gibi kısa bir sürede akamete uğraması ümitleri bitirdi. Bugün bölgede daha geniş bir siyasi yapıyı destekleyecek ciddi bir beklenti yok. 

SURİYE ARTIK GERÇEKÇİ POLİTİKALAR İZLİYOR., 

Suriye şu anki sınırlarını-etki alanını kabullendi mi? 

Suriye'nin mevcut sınırlarını kabullenmesi zor oldu. Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne dahil edilmesi çok uzun süre Türkiye-Suriye ilişkilerini etkiledi. Onlar da kendi içlerinde baktıklarında Ürdün diye bir devlet olmadığını, buranın aslında Suriye'nin tabii uzantısı olduğunu düşünüyorlar. Lübnan'ın ayrı bir devlet olarak kurulması onlar açısından kolay kabul edilebilir bir durum olmadı. Ama kendi başlarına o projeyi hayata geçirecek güçleri olmadığını anladıklarında realistleştiler. Türkiye uzun süredir "gerçekçi" politikalar izliyordu. Türkiye ve Suriye ilişkilerinin gelişmesi de aslında Suriye'nin "gerçekçi" politikalar  izlemesiyle alakalıdır. Aslında esas değişiklik Suriye kanadında olmuştur. 

1989'da ilk defa Suriye'ye giderken çok kişi, iki ülke arasındaki gerginlikten dolayı "gitme hayatını tehlikeye atıyorsun" dedi. Ben gittim ve hiçbir riskle karşılaşmadım. Şam'da kaldığım süre içerisinde Suriyelilerden hiç zarar görmedim. Orada yaşarken böyle bir hisse de kapılmadım. Ama öyle korku 
dolu genel bir intiba vardı. Sonrasında birkaç defa daha gittik. Mesela Eylül 2005'te Şam'da "Osmanlı Döneminde Biladü's-Şam" adlı uluslar arası bir konferans gerçekleştirildi. Bu, daha önce düşünülecek bir şey değildi. Suriye'de Osmanlı yönetimini konuşmak kolay değildi. Suriye yönetiminin ne kadar değiştiğini ve ne kadar gerçekçi bir noktaya geldiğini göstermesi bakımından bu çok önemli. Yine bu sene Şam'da "Osmanlı Döneminde Kudüs" toplantısı yapıldı. 

Önce toplumsal yakınlaşma mı gerçekleşti? 

Bence Suriye bu konuda gerçekçi bir çizgiye geldi. Suriye, dil ayrılığını bir yana bırakırsak toplum yapısı olarak Anadolu insanıyla çok ortak noktayı paylaşan bir ülke. Gittiğinizde de görürsünüz, Suriye, Şam, Halep'te İslamı yok etmediğiniz sürece Osmanlının izlerini yok edemezsiniz. 
Osmanlı yapıları epeyce azalmış ama gene de çok önemli konumdalar. Bunları yok etme şansları yok. Yıksalar bile artık bütün kayıtlara girmiş durumda. Hanlar, çarşılar… Suriye ekonomisinin kalbi durumuna gelmişler. Zaten bunları yok etmeye gerekçe olabilecek bir durum da yok. Emevi Camii çatısında başlayan ve Hamidiye çarşısına kadar uzanan 1893 büyük yangınından sonra camii tamiratı yapılırken başta kubbe olmak üzere Osmanlı camii mimarî unsurları ilave edildi. 

Bu ve benzeri Osmanlı izleri duruyor. Bunlar yok edilemez. 

FİLİSTİN ASLINDA OSMANLIYI KAYBETTİ! 

Ortak Osmanlı mirası coğrafyayı bütünleştiren bir unsur… 

Suriye ile Türkiye'nin ilişkilerinin gelişmesinde İsrail önemli bir faktör tabii. 
Hatta Arapların Osmanlıya ve Türkiye'ye bakışında Filistin meselesi çok önemli bir yerde duruyor. 
Bu, son dönemlerde Başbakanın söylemleriyle alakalı değil, Osmanlı döneminde var olan bağımsızlık ve özgürlüğün kaybedildikten sonra ne kadar kıymetli olduğunun anlaşılmasından kaynaklanıyor. 
Bir yabancı işgali olmadan 400 yıl Osmanlı hâkimiyeti altındaki hayatları çok farklıydı. Aslında Filistin Osmanlıyı kaybetmiştir ve Filistin Osmanlıyı kaybetmekle neleri kaybettiğini şimdi çok daha iyi anlıyor. 

Meşrutiyet Kongresi'nde Suriyeli Bakan Agha 'Abdülhamit Han, Siyonistlerin Filistin'e yönelik tekliflerine itibar etmedi. Ama biz ona çok zulmettik' dedi. 

Söylem olarak, evet. 

Bu hem tarihleriyle barıştıklarını hem belli bir noktada tavır aldıklarını gösterir, değil mi? 

Biliyorsunuz, uzun süre Araplar Osmanlıyı bölgeye hiç yatırım yapmamakla ve bölgeyi sömürmekle suçladılar. Şimdi iki söylem de iflas etti. Öncelikle Osmanlı dönemi söz konusu olduğunda sömürecek çok önemli bir şey yok. Hicaz bölgesi bağlamında zaten hiçbir şey yok. Sonradan petrolle gelir sahibi oldular. Suriye bölgesinin her zaman önemli bir geliri var. Ama oranın yıllık gelirinin önemli bir kısmı da Surre Alaylarına, yani bölge insanına harcanıyor. Anlaşıldı ki, geri kalmışlık Osmanlının bölgenin gelirlerini İstanbul'a veya Anadolu'ya aktarmasıyla alakalı değil. İkicisi ise bağımsızlık. 
Faysal kendisinin bölgeye hakim olacağını zannediyordu. Fransızlar onu bu rüyadan kötü bir şekilde uyandırdılar. Bağımsız bir devlet olmanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu Osmanlı yönetimini kaybederek Batı emperyalizmiyle açık bir şekilde yüz yüze geldiklerinde anladılar. 

Sekülerizm, sosyalist söylem, İslamın gücünün kırılmaya çalışılması, İsrail zulmünün etkisini artırması… 
bunların hepsi birer faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu faktörler üzerinden geriye dönüp sorgulama yaptıklarında "Osmanlı hiçbir şey yapmadıysa, bu bölgeye hiçbir katkı sağlamadıysa 400 yıl bu tür bir zulme maruz bırakmadığı için bile bugünkünden daha değerli bir konumda" diyorlar. 
Bu sebeple Araplar son otuz yılda Osmanlıya bakışlarını değiştirdiler. Ama bu kanaatler henüz çok ciddi ilmi araştırmalara dayanmıyor. 

TARİHİMİZİ YAZARKEN KENDİ KAYNAKLARIMIZA DA BAKMALIYIZ 

Yakınlık toplumsal alanla sınırlı kalıyor… 

Arşive gittiğinizde Osmanlıcayı iyi bir şekilde öğrenmiş ve Osmanlıca belgeler üzerinde araştırma yapan üç tane Arap araştırmacıya rastlayamazsınız. Arapça kaynakları kullanan Türk akademisyenlere baksanız bir elin parmak sayısını geçmez. Yani bu yeni bakış açısının akademik olarak desteklendiği 
söylenemez. Bir süre Arap tarihinde Osmanlı diye bir dönem yok diye baktılar. 
En azından bu algı değişti. Bu bakış açısının bayraktarlarından biri Princeton Üniversitesinde Yakın Doğu Araştırmalarını kuran Philip Hitti idi. Okuyucular onu History of the Arabs adlı kitabından tanıyacaklardır. İlginçtir bu kitap Türkçeye "İslam Tarihi" olarak çevrildi. Orada Osmanlı tarihine, 400 yıllık tarihe ayırdığı kısım 35 sayfa. Albert Hourani'ye açıkça "Osmanlı döneminde Arap tarihi mi 
var?" diyor. Yok saymaktan bu noktaya gelmiş oluyorsunuz. Öncelikle zihniyet olarak bence devrim yaşandı. Zihniyette gerçekleşen bu değişimin akademik çalışmalara yansıması zaman alacak. 
Önce Osmanlı döneminde Arap tarihinin varlığını kabul edeceksiniz ki, onu, çalışmaya değer bir konu olarak ele alasınız. Bu havanın oluşmasında çok önemli sayılacak gelişmeleri ifade edeyim size. 2005 ve 2009'da Suriye'deki toplantılar, Mısır'da, Yemen'de, Cezayir'de yapılan toplantılar… Şimdi, Suudi Arabistan çok uygun görünmüyor. 
Çünkü kendisini meşrulaştırma sürecinde Osmanlı karşıtlığı çok önemli bir yerde duruyor. 
Irak şimdi bu tür ilmi toplantılar açısından uygun bir ülke değil. Birkaç sene öncesiyle kıyaslanamayacak kadar önemli mesafe alındı. Kudüs toplantısı malum sebeplerden dolayı Kudüs'te değil Şam'da yapıldı. Çok büyük bir zihniyet dönüşümü yaşanıyor. Benim temennim o ki, zihniyetteki bu dönüşüm akademik çalışmalara yansısın. 

TARİHTE EMPERYALİST SÖYLEM TERKEDİLMELİ 

Ortadoğu tarihçileri nasıl bir yol izlemeli? 

Araplar ve Türkler Batının 19. yüzyılda oluşturduğu hüsnü kuruntu içeren emperyalist söyleme dayalı sadece konsolos raporlarına dayalı olarak bölgenin tarihini yazmaktan vazgeçerek bu belgeleri de kullanarak her iki tarafın da belgelerine dayanan, Arapçayı ve Osmanlı belgelerini doğrudan kullanarak ve başkalarının üzerinden iletişim kurmadan tarih yazmalı. Bunun yanı sıra Alman, İngiliz, Rus belgelerine de bakılmalı. Uzun yıllar Batıda yapılan tarihçilikte sanki Suriye, Filistin, Hicaz, Mısır merkez İstanbul taşra gibi sunuldu. Biri center (merkez) diğeri periphery (çevre) gibi görüyor. Oradaki gelişmeleri ve bakış 
açısını merkeze alıyorlar. Sanki onlar İstanbul'daki yönetime tâbi değilmiş gibi, sanki kararlar İstanbul'da alınmıyormuş gibi tarih yazıldı uzun süredir. Bu bakış açısıyla bölgeyi sağlıklı anlamamız mümkün değil. Önce tâbi-metbu algısını oturtmanız lazım. Bu bölge bir büyük yönetimin, Osmanlı imparatorluğunun bir parçası. Burayla ilgili kararlar merkezde alınıyor, vilayetlerde uygulanıyor. 

Konsolosların yazdığı raporları mutlak doğru olarak kabul edemeyiz. 
Evin sahibini de dinlemek lazım. 

Osmanlı görevlilerinin yazdıklarının içeriklerine bakmak zorundayız. Elbette Osmanlı görevlilerinin her dediği doğru demiyoruz ama mukayeseli tarih yapmak zorundayız. Bölge üzerine yapılan tarihçilik maalesef bu noktaya gelmiş değil. 

TÜRK POLİTİKASI İLMİ VERİLERE DAYANMIYOR 

Türkiye'de tarihçi olmak ve Türk tarihçiliği hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Türk tarihçiliğinin çok büyük problemleri var. 
Çok ciddi metodolojik problemleri ve oryantasyon, dağınıklık, sahipsizlik problemleri var. 
Biz henüz politikalarını ilmi verilere dayandırma kültürünü kazanmış değiliz. 
Bununla şunu kastediyorum; devlet, YÖK, üniversiteler önemli açılımlar sağlıyor ama YÖK'ün kendisi dahi önemli açılımlarını bilimsel verilere dayandırma anlayışına sahip değil. 
Türkiye'deki tarihçilerin gönüllü olarak bir araya gelenleri hariç kurumsal olarak bir araya gelme durumları yok. Dolayısıyla Türk tarihçiliğinin "ne çalışılmalı", "hangi yöntemlerle çalışılmalı", " Nasıl çalışılırsa daha sağlıklı sonuçlar elde edilir" Soruları çerçevesinde bir araya getirilip müzakeresi bile yapılmıyor. 

TÜRK TARİHÇİLİĞİ SAHİPSİZ 

Mesela Türk tarihçiliğinin çok önemli bir meselesi olarak Ermeni meselesi bağlamında Türkiye'nin uzun yıllardan beri bu konuda başı ağrıyor. Ama hala bugün Türkiye gibi büyük bir devletin Ermeni Araştırmaları Enstitüsü veya Merkezi veya Arşivi yok. Yani Osmanlı Arşivini kastetmiyorum. Tabi ki, Osmanlı Arşivinde Ermenilerle ilgili belgeler var. Ama o günden bugüne, Osmanlıdan sonra da bu mesele devam ediyor ve bu konuda bilgi, belge ortaya çıkıyor. Bunlar toplanıp da bir yerde araştırmacılarının kullanımına sunulmuyor. 
Türklerden çekirdekten yetişme bir tane Ermeni tarihçi yok. 

Yani lisansındayken bu konuya ilgi duymuş, Ermenice öğrenmiş, Ermenilerle ilgili gelişmeleri anlayabilecek Batı dillerini öğrenmiş, bu konuda yüksek lisansını, doktorasını, doçentliğini, profesörlüğünü almış ve uluslar arası itibar kazanmış bir tane Türk araştırmacı yok. 

Türk tarihçiliği o kadar sahipsiz bir konumdaki devletin en çok ihtiyaç duyduğu alanda bile devlet bunu organize edemiyor. 

Mesela Arap topraklarıyla ilgili devletin önemli açılımları, politikaları var. Bunun hemen akademik bilgiyle desteklenmesi lazım. Politikacıların, diplomatların okuyup öğrenmesi lazım. Akademisyenler politikacılara, diplomatlara servis yapsın demiyorum. Biz akademik bilgiyi üretiriz. 

Bunu siyaset bilimci kendi açısından kullanır, diplomat diplomatik ihtiyaçları için kullanır, siyasetçi siyaset yaparken kullanır. 
Ama biz akademik bilgiyi üretmiyoruz.  
Daha doğrusu güvenilir akademik bilgiyi üretecek akademisyen yetiştirecek mekanizmalarımız yok. 

Akademik bilgiyi de politikaya çeviremiyoruz… 

Bu konuda çok büyük problemler var. Ortadoğu tarihçiliği Türkiye'de henüz emekleme aşamasında. 
Bu alanda birkaç arkadaşız. Hiçbir kurumsal destek görmeden kendi imkânlarımızla çalışıyoruz. 
Bu konuda yetiştirmek istediğim öğrencilerime burs bulamıyorum. Arapçayı öğrenecekler, gidip bölgede kalacaklar, bir veya birkaç Batı dilini öğrenecekler… Öğrenebilmeleri için bu çocukların seyahat etmesi lazım. Bu sebeple kurumsal destek çok önemli. Eğer siz yetenekli bir adayı gitmek istediği ülkeye gönderecek maddi imkanı sağlamazsanız, istediği dili öğrenmesi için gerekli imkanı veremezseniz, araştırma yapmak için belli kütüphanelere gitmelerini sağlayamazsanız ciddi bir tarihçi olmasını bekleyemezsiniz. Bir dille, birkaç belgeyle artık bu bölge hakkında tarihçilik yapılamaz. 

Bunun inandırıcılığı da, güvenirliliği de olmaz. Tarihçiliğimiz maalesef şahsi gayretlerle gidiyor. Bir tarihçimiz bir konuyu önemsiyor, kendi imkânlarıyla bir öğrencisinin elinden tutuyor, vicdanını rahatlatmak, akademik kimliğinin gereğini yerine getirebilmek için yapabildiği kadar uğraşıyor. 

Kurumsal destek olmadığı için de her zaman istenilen seviyeye gelinemiyor. 
Benim sorularım bu kadar, sizin eklemek istediğiniz bir şey varsa… 

Yok. Teşekkür ederim. 

Ben de Teşekkür ederim. 

İlgili haber:  'Arapçılık Anakronizmdir'-1

Prof. Dr. Tufan Buzpınar kimdir? 

1961'de Kadirli'de doğdu. Liseyi Adana'da, Üniversiteyi Ankara'da tamamladı (1984). 

Manchester Üniversitesi'nde  (İngiltere) yüksek lisans (1986) ve doktora yaptı (1991). 1992–2001 yılları arasında 
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi'nde (İSAM) araştırmacı ve idareci olarak çalıştı. 
1998'de doçent, 2005 yılında profesör oldu. 2001'den itibaren Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi ve 2005'ten itibaren de bölüm başkanı olarak çalışmaktadır. 

Yayınları: 

MAKALELER 

Ş. Tufan Buzpınar, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Suriye Valiliği", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi/The Journal of Turkish Cultural Studies, Vol. 9, No. 9, Nov. 2003, pp. 37-52 
Ş. Tufan Buzpınar, "Ahmet Cevdet Paşa ve Araplar" Ahmet Cevdet Paşa, Ankara-Türkiye, Jun. 1995, pp. 167-178 
Ş. Tufan Buzpınar, "Bir Osmanlı Aydınının Kimlik Arayışı: Sâtı Bey'in Osmanlıcılıktan Arap Milliyetçiliğine Geçiş Serüveni", Arşiv Dünyası, No. 11, Jul. 2008, pp. 62-66 
Ş. Tufan Buzpınar, "Celal Nuri'nin Batılılaşma ve İslam Anlayışları Üzerine Notlar", Muhafazakar Düşünce , Vol. 4, No. 16-17, Jun. 2008, pp. 213-230 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mustafa Kamil Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 31, Oct. 2006, pp. 309-310
Ş. Tufan Buzpınar, "Mustafa Fazıl Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 31, May. 2006, pp. 300-301 
Ş. Tufan Buzpınar, "'Diğer' Üzerinden Hesaplaşma: Celal Nuri ve Abdullah Cevdet'in Avrupa Tartışmaları Hakkında Bir Değerlendirme", Divan İlmi Araştırmalar, No. 19, Dec. 2005 
Ş. Tufan Buzpınar, "Şam'da Osmanlı İzleri", Toplumsal Tarih, No. 144, Dec. 2005, pp. 94-98 
Ş. Tufan Buzpınar, "Başa, Ahmet Muhtar", Mevsuatu Alami'l-Ulema ve'l-Udebai'l-Arab ve'l-Muslimin, Vol. 3, Dec. 2005, pp. 106-109 
Ş. Tufan Buzpınar, "Şam'da Tarihi Bir Kongre: Osmanlı Devrinde Bilad-ı Şam", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, Vol. Güz 2005, No. 13, Dec. 2005, pp. 237-243 
Ş. Tufan Buzpınar, "Küreselleşme ve Osmanlı Tecrübesi Üzerine Birkaç Not", Türkiye Günlüğü, No. 82, Oct. 2005, pp. 29-35 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mısrî, Aziz Ali", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 30, Apr. 2005, pp. 2-3 
Ş. Tufan Buzpınar, "Midhat Paşa", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 30, Apr. 2005, pp. 7-11 
* Tufan Buzpınar, "Vying for Power and Influence in the Hijaz: Ottoman Rule, the Last Emirate of Abdulmuttalib and the British (1880-1882)", The Muslim World, Vol. 95, No. 1, Jan. 2005, pp. 1-22 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Hilafeti Hakkında Bazı Yeni Tespitler ve Mülahazalar(1725-1909)", Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi/The Journal of Turkish Cultural Studies, Vol. 10, No. 10, May. 2004, pp. 1-38 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Hilafeti Meselesi: Bir Literatür Değerlendirmesi", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Vol. 2, No. 1, Jan. 2004, pp. 113-131 
Ş. Tufan Buzpınar, "Suriye ve Filistin'de Avrupa Nüfuz Mücadelesinde Yeni Bir Unsur: İngiliz Misyonerleri (19.Yüzyıl)", Islam Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal of Islamic Studies, No. 10, Nov. 2003, pp. 107-120 
Tufan Buzpinar, "Lübnan", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 27, Oct. 2003, pp. 248-254 
Tufan Buzpinar, "Lazkiye", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 27, Oct. 2003, pp. 117-118 
Tufan Buzpinar, "Kevakibi, Abdurrahman", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 25, Oct. 2002, pp. 339-340 
Tufan Buzpınar, ""Filistin Meselesinin Ortaya Çıkışında İngiltere'nin Rolü"", Türkiye Günlüğü, Vol. 68, No. 1, Jan. 2002, pp. 17-23 
* Tufan Buzpınar, "The Repercussions of the British Occupation of Egypt on Syria, 1882-1883", Middle Eastern Studies, Vol. 36, No. 1, Jan. 2000, pp. 82-91; 
"Arap Milliyetçiliğinin Osmanlı Devletinde Gelişim Süreci", Osmanlı, II, Ankara 1999, 168-178. 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Suriye'sinde Türk Aleyhtarı İlanlar ve Bunlara Karşı Tepkiler, 1878-1881", İslam Araştırmaları Dergisi/ Turkish Journal of Islamic Studies, No. 2, Apr. 1998, pp. 73-90 
Tufan Buzpinar, "Havran", TDV İslam Ansiklopedisi, Vol. 16, Oct. 1997, pp. 539-541 
Tufan Buzpinar, Mustafa Küçükasci, "Haremeyn", TDV islam Ansiklopedisi, Vol. 16, Oct. 1997, pp. 153-157 
Tufan Buzpınar, ""Suriye'ye Yerleşen Cezayirlilerin Tabiiyeti Meselesi 1847-1900", İslam Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal of Islamic Studies, Vol. 1, No. 1, Jan. 1997, pp. 91-106 
Tufan Buzpınar, "Opposition to the Ottoman Caliphate in the Early Years of Abdulhamid II, 1877-1882", Die Welt des Islams, Vol. 36, No. 1, Apr. 1996, pp. 59-89 
Tufan Buzpınar et.al., "Resources on Syria in the Turkish Archives", Syrian Studies Newsletter, Vol. 3, No. 1, May. 1995, pp. 1-4 
* Tufan Buzpınar, ""The Hijaz, Abdulhamid II and Amir Hussein's Secret Dealings with the British"", Middle Eastern Studies, Vol. 31, No. 1, Jan. 1995, pp. 99-123 
Tufan Buzpınar, "II. Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında Filistinde Yahudi İskanı Girişimleri", Türkiye Günlüğü, No. 30, Oct. 1994, pp. 58-65 
Tufan Buzpınar, "Abdulhamid II and Sayyid Fadl Pasha of Hadramawt", Journal of Ottoman Studies, Vol. XIII, No. 1, Jan. 1993 


TEBLİĞLER 


Ş. Tufan Buzpınar, "Kaostan İstikrara: II. Abdülhamid Döneminin İlk Yıllarında Suriye", Uluslararası Osmanlı Dönemi Arap Coğrafyası ve 
    Türk-Arap İlişkileri Sempozyumu, İstanbul/Türkiye, May. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Filistin Meselesinin Doğuşu: Osmanlı Dönemi", Uluslararası Yaşayan Filistin Sempozyumu, İstanbul/Türkiye, May. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Mescid-i Aksa ve Çevresindeki Kazı Çalışmaları", Uluslararası Mescid-i Aksa Sempozyumu, Istanbul, Apr. 2009, 
Ş. Tufan Buzpınar, "II. Meşrutiyet Dönemi Arap Topraklarında Osmanlı Yönetimi Tarihçiliği: Problemler, Öneriler", İstanbul/Türkiye, Oct. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "II. Abdülhamit Dönemi Hilafet Meselesi", Vefatının 90. Yıldönümünde II. Abdülhamit, İstanbul/Türkiye, Oct. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Suriyelilerin Meşrutiyet Algılamaları", Yüzüncü Yılında İkinci Meşrutiyet/The Second Constitutional Period on its Centeneray, 
    İstanbul/Türkiye, May. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Anglo-Ottoman Confrontation in the Yemen during the Reign of Abdulhamid II (1876-1908)", Turkish Yemeni Relations, Sana'a- Yemen, Jan. 2008, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Altunizâde Ailesi", Üsküdar Sempozyumu IV, İstanbul/Turkey, Nov. 2006, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Osmanlı Son Dönemi Arap Muhalefeti Üzerine Bir Değerlendirme", International Committee of Pre-Ottoman and Ottoman Studies, 
    Trabzon-Türkiye, Sep. 2006, 
Ş. Tufan Buzpınar, "Makamat-ı Mübareke Meselesi ve Kırım Harbi", Savaştan Barışa: 150. Yılında Kırım Harbi, İstanbul-Türkiye, May. 2006, Savaştan Barışa: 150. 
    Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması, pp. 181-192 
    Tufan Buzpinar, "The Repercussions of the Russian-Ottoman of 1877-1878 on the Ottoman Arab Provinces", Ankara-Turkey, Dec. 2005, The Ottoman Russian War of 1877-1878, pp. 227-241 
Ş. Tufan Buzpınar, "How Should We Study the History of Ottoman Rule in Bilad al-Sham?", International Congress on Bilad al-Sham During the Ottoman Era,  Damascus, Sep. 2005, 
Tufan Buzpınar, "Osmanlı Son Dönem Tarihi Nasıl Ele Alınmalı? Problemler, Öneriler", Ankara/Türkiye, Apr. 2001, 
Tufan Buzpınar, Ahmet Cevdet Paşa Sempozyumu, İstanbul, Jan. 1995, "Ahmet Cevdet Paşa'nın Suriye Valiliği" , pp. 109-121 

KİTAP BÖLÜMLERİ 

Tufan Buzpınar, " II. Abdülhamid Döneminde Filistine Yahudi Göçü Meselesi (1878-1908)", Türkler, Yeni Türkiye Ş. Tufan Buzpınar, " 
                       "II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı Hilafetine Muhalefetin Ortaya Çıkışı, 1877-1882", Hilafet Risaleleri I", haz. İsmail Kara, Klasik yayınları, İstanbul 2002. 
Shirin Akiner (Çev. Tufan Buzpinar, Ahmet Mutu), "Sovyet Müslümanlari", insan yayinlari, İstanbul 1995. 
  "The Question of Caliphate under the Last Ottoman Sultans", in F. Zachs and I. Weismann (eds.), Ottoman Reform and Muslim Regeneration: Studies in Honor 
   of Butrus Abu-Manneh, I. B. Tauris, London 2005, s. 1-18.

http://www.dunyabulteni.net/tarih-ve-toplum-konusmalari/96680/osmanli-ve-araplar-2

***