31 Ocak 2016 Pazar

1914 SARIKAMIŞ DRAMI SIRASINDA ŞEHİT OLAN 165 SAĞLIK PERSONELİNİN ANISINA ,




1914 SARIKAMIŞ DRAMI SIRASINDA ŞEHİT OLAN 165 SAĞLIK PERSONELİNİN ANISINA ,






Prof.Dr. Bingür Sönmez,

23/1/2005

1914 Aralık ayı başlarında Erzurum'da büyük bir heyecan vardı. Özellikle 1878 Osmalı-Rus Savaşı'nda (93 Harbi) Kars'tan gelen göçmenlerin yaşlıları, davul-zurnalarla gençleri savaşa uğurlarken Sarı Moskof'tan intikam alma zamanı geldiğinin sevinci içindeydiler.

İstanbul'dan Enver Paşa'mız geldi,
Açıldı gönlümüz yüzümüz güldü,
Ordu Sarıkamış'a harekat kıldı,
Kış günü bize gülistan gelir.
şeklinde kahramanlık türüleri-manileri söyleniyordu.

Hasan İzzet Paşanın savaş için uygun mevsim olmadığını, askeri koşulların yetersiz olduğnu belirtmesine rağmen Enver Paşa kararlıydı ve hazırlık safhasında hastaneleri dolaşmaya başlamıştı bile. 14 Haziran 1914 tarihinde hastaneleri gezerken Erzurum Valisi'nide yanına almış ve gördüklerinden suratı asılmıştı. Her yerde pislik, düzensizlik ve yokluk sırıtıyordu. Hastanenin durumu yürekler acısıydı. Koğuşlar pis ve kalabalıktı. Hastalar, yaralılar kucak kucağa yatıyorlardı. İyi bakılmadıkları ortadaydı. Enver Paşa, hastane sorumlusu olan doktor yarbaya hastalara iyi bakılmadığını azarlar bir biçimde söyledi. Dr. Yarbay "Sağlık malzemesinin az, ilaçların yetersiz olduğunu belirterek eldekilerle ancak bunların yapılabildiğin, eğer yetecek miktarda ilaç ve sağlık malzemesi verilirse, hastanenin kısa zamanda düzene kavuşturulabileceğini" anlatmıştı. Herkes Enver Paşanın yokluktan yakınan bu doktorun gönlünü almasını, ilaç ve malzeme konusunda ona umut vermesini beklerken o Hasan İzzet Paşaya dönerek "Bunu er olarak cepheye gönderin" demiştir. Hal böyle iken birçok raporda sağlık hizmetleri açısından hertürlü hazırlığın yapıldığı ve bir okadarınında yapılacağını belirten raporlar hazırlanıyordu.

Daha Sarıkamış'a yürüyüş başlamadan 26 Kasım 1914 akşam itibariyle 3. Ordu Sıhhiye Reisliği'ne Erzurum ve Hasankale'deki askeri hastanelerden gelen günlük rapora göre durum şöyleydi: Günlük gelen hasta sayısı 560, Hastalıktan ölen sayısı 29,Toplam hasta sayısı 6929. Bu süreç içerisinde memleketi kuşatan her türden mahrumiyet Edirne'de Kolera, Konya ve Musul'da Lekeli Tifo Bağdat'ta ise Veba kılığında vahim bir tablo arzetmekteydi. Enver Paşa bir hastane ziyaretinde, beşinci kez yaranmış olan bir ere yaklaşarak "Pazarlık ölünceye kadar" demişti.

5.Ekim.1914 tarihinde gelen raporlar; "Üçüncü Ordunun (150.000'den fazla mevcutlu) insan sağlığı ile uğraşacak sağlık teşhis ve teşkilleri Erzurum'daki sıhhiye deposunun desteği ile malzeme seferberliğini ikmal veya yeniden teşkile çalışılmaktadır" diyordu. Üçüncü Ordunun seferi kuruluşuna geçmeden önce mevcut hastaneleri şöyle rapor edilmekte idi: Askeri Merkez ve Mevki Hastaneleri: Erzurum, Erzincan, Trabzon, Van Muş, Giresun, Sivas, Samsun, Amasya, Diyarbakır ve Harput. Mahalli (Mülki) Hastaneler:Erzurum, Erzincan, Trabzon, Samsun, Elazığ ve Diyarbakır. Yabancı

Hastaneler: Merzifon ve Erzurum.

Bu hastanelerde askeri hekim sayısı çok azdı. Gelen raporlara göre Başkomutanlık Vekaleti Karargahı Sağlık Dairesi'nin yakın ilgisiyle emekli ve yedek subaylarla 243 olan hekim sayısı 425'e yükseltilmiştir. Erzurum'daki Mevki Hastanesi, Erzurum Müstahkem Mevki Komutanlığı'nın emrine verilmiştir. Erzurum'da iki seyyar hastane teşkil edilmiştir. Kolorduların seferi kuruluşundaki altı seyyar hastanenin üçü 18 Ekim 1914 tarihinde lağvedilerek, piyade tümenlerine birer seyyar hastane verilmiştir. Seyyar hastaneler oluşturulmadan evvel tümenlerde birer sıhhiye bölüğü vardı. Seyyar hastanelerin taşıma aracı dört tekerlekli öküz ve kağnı arabalarıdır. Yağan, Badicivan, Hertev köylerindeki hastanelere hekim ve eczacı gönderilmiştir. Kızılay harekete geçirilmiş Sivas'tan gelen yaylı arabalar Korucak'tan Erzurum'a hasta ve yaralı taşımaya hazırlanmıştır. Elazığ Kızılay Hastanesi, Darman'a gönderilmiştir. 29 Aralık 1914'ten itibaren depo taburları ileri hareket ettirilmiş. Teşkil edilen 14 deve kolu ile nakliyat arttırılmıştır. Yeni teşkil edilenlerle menzil kolu adedi 39'a yükselmiştir.

Bu raporlar sürekli olarak gidip gelirken hiç birisi gerçeği aksettirmemekte ve durum vahametini muhafaza etmekte idi: Henüz teşekkül etmekte olmakla 14 menzil nokta komutanlığından ancak Erzurum, Kelkit ve Bayburt nokta komutanlıklarına hekim verilebilmişti. Hiçbirisinde sıhhi malzeme ve teçhizat yoktu. Hasta, yaralı, güçsüz ve tedbil yaralıların geriye gönderileceği anayollar üzerinde sıhhiye istasyonları ve konaklar kurulamamıştı. Hasta nakliye araçları yoktu. Bu arada Ordu Sağlık Teşkilatı'nın savaşa hazır olduğu konusunda rapor yazan Ordu Sertabibi Albay Kemal Bey hastalık bahanesi ile Erzurum'dan ayrılmıştı. Gerçekte ordu sıhhiyesi harbe hazır değildi. İstanbuldan gönderilen "harp paketi" (sargı malzemeleri içeren paket)asker sayısının çok altında kaldığı gibi, bunların büyük bir kısmı da yollarda kalmış ve askerin eline ulaşmamıştı.

Harekatın başlangıcında tüm hazırlıklar 3 gün sonra Sarıkamış alınacak inancı ile yapıldığı için cephedeki tüm sağlık hizmetleri inanılmayacak kadar yetersiz idi. Yıllar sonra Sağlık Daire başkanı olan 91. Alay, 2. Tabur Tabibi Derviş Kuntman yayınlanın anılarında anlatıyor: 25 Aralık'ta (1914) Pertek sırtlarına tırmanıyoruz. Sıhhiyecilerle beraber bende taburu takip ediyorum. Birkaç neferin yaralanmış olduğunu gördüm. Hepsini sardım ve boyunlarına işaret takarak aşağı inip şoseyi takiben Oltu'ya gitmelerini tenbih ettim. Bunlardan birisi çok iyi tanıdığım bir onbaşı idi. Kurşun tam göğsünden girmiş, arkasından çıkmıştı. Kurtulacağından emin değildim. Boynuna ağır yaralı etiketi takarak geriden bizi takip etmesi icap eden Sıhhiye Bölüğüne emanet ettim. Yanından ayrılırken onbaşi: " Aman doktor beni bu dağ başında bırakma, şoseye indir" diye yalvardı. Bende bu kahramanın son arzusunu yerine getirmek için 4 neferle sedye içinde şoseye indirdim. 29 Aralık'ta mevzii taarruz yapıyorduk. Elimize geçen beş-on neferi hücuma kaldırıyorduk. Ruslar mukavemet ediyor, top mermilerini ormanın içine savurup duruyorlardı. Bu esnada yakınımızdaki bir neferin bacağının obus parçasıyla ağır surette yaralandığını gördüm. Hava okadar soğuktuki hiçbir cerrahi aleti tutarak müdahale yapmak mümkün değildi. Koştum hemen sardım, nakledecek vasıtam olmadığı için neferi olduğu yerde bıraktım. Tesadüfen oradan geçen Hafız Hakkı paşaya hitaben: "Bu neferin yarası ve hali çok ağırdır, geriye gönderecek bir vasıtam yoktur, ne yapayım" dedim. Cevap olarak "Şimdi Sarıkamış'ı alırız. En yakın yer orasıdır" dedi. Görünüşe göre; -25 derecede, çaresizlik içinde olan bir hekimin, bir kolordu komutanına yaptığı konuşma, askeri teamülleri aşmaktadır, fakat ordu komutanının verdiği cevapta ise hiçbir mantık yoktur.

Aralık ayının son günlerinde ortaya çıkan tablodan panik içinde olan Enver Paşa'da artık muhakeme hataları yapıyordu. "Kızılkilise ve Bardız'da ağır yaralılar için hastaneler açılacak, hafif yaralılar İd ve Erzurum'a gönderilecek" derken sağlam insanların yollarda donarak can verdikleri bu ortamda ağır yaralıların Kızılkilise ve Bardız'a nasıl gönderileceğini, at arabalarıyla bile yola çıkanların kaçta kaçının oralara varabileceğini hesaplayamıyordu. Daha sonra hafif yaralılardan medet umuyor, onları ulaşım kollarında görevlendiriyordu. Ulaşım kollarında her ere iki, en fazla 3 yük hayvanının yönetimi verilmişken, bu sayı hafif yaralılalarda Enver Paşa'nın emri ile beşe kadar çıkabilmekteydi. Yani yaralılardan daha çok işi bekleniyordi. Çaresizlik Enver Paşa'yı öyle bir bunalıma sokmuştuki tüm düşünce sistemi sarsılmış, birbirine zıt ve tutarsız emirler vermeye başlamıştı. Emrin bir bölümünde hafif yaralılara görev veriyor, başka bir bölümünde ise "Hafif yaralılar İd ve Erzuruma gönderilecektir" derken kuşkusuz onların 10 günlük yolculuk sırasında kurda kuşa yem olacaklarını düşünemiyordu.

İhtiyat Süvari Tümen Komutanı, Albay Aziz Samih İlter hatıralarında şunları anlatıyor: Köprüköy'den Hasankale'ye geliyordum. Yolun hali tarife değer; kar yağmaya başlamıştı, her taraf donmuş, yolun üstü arabalar, hastalar, deve ve mekkarelerle yolun iki tarafıda bunların ölüleri ile doluydu. Hasankale'de bulunan 4000 aded hastaya bakacak sadece bir doktor mevcuttur: Dr. Rıfkı Ali bey. Hastaneler kafi değil açıkta kalanlar bile vardır. Hastanenin önünde sedye içinde ölmüş bir jandarma neferi duruyordu. Doktor diyorki: "Bütün bu hastalara bakıp teşhis ve tedavi değil, hepsine bir bardak su vermeye bile yetişilemiyor". Kağnılarla bu mevsimde hasta ve bilhassa yaralı naklini görmek insanın yüreğini parçalıyor. Sağları bile donduran Deveboynu'ndan, bunların geçip Erzurum'a gitmeleri bir mucizedir.

Dr. Derviş Kuntman hatıralarında şunları not etmiştir: 17 Şubat 1915, İd kasabasında hastane açıldığını duydum ve yakın olduğu için gidip görmek ve arkadaşlarımla görüşmek istedim. Havanın soğuk ve her tarafın don olduğu bir günde hastanenin kapısı önünde büyük bir furgun arabası içinde birbiri üstüne yığılmış birsürü cenaze gördüm ve şaşırdım kaldım. Hastanedeki doktorlar çaresizlik içindeydiler, hertaraf buzdan taş kesildiğinden, mezar kazdırıp ölüleri (şehitleri) defnetmek mümkün olmamıştı. Bu feci vaziyet karşısında içeriye giremedim ve ayakta arkadaşlarımdan telefatın pek çok olduğunu, Erzurum'da yüz kadar doktor öldüğünü, hatta Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşanın da tifüsten vefat ettiğini teessürle öğrendim. Dr. Kuntman hatıralarında kendisinin ayakta kalabilmesini de Balkan Harbi'nde tifüse yakalanıp bağışıklık kazanmasına bağlıyor. Bu dram esnasında yaşamını kaybeden sağlık personelinin isim listesi Prof. Dr. İlter Uzel tarafından derlenmiş olup Erzurum Askeri Çakmak Hastanesi'de yer alan bir abide üzerindeki mermer plaketlerde ölümsüzleştirilmiştir. Ortaya çıkan sonuç şöyledir: 132 doktor, 25 eczacı, 1 dişhekimi, 7 tabip muavini (stajyer doktor-tıp ögrencisi) olmak üzere toplam 165 sağlık personeli yaşamını kaybetmiştir. Bu grup içerisinde 21 Rum, 15 Ermeni, 1 Yahudi sağlık personelinin bulunması Osmanlı'nın o günkü mozaiğini yansıtmaktadır. "Tabib Muavini" ünvanı ile gönüllü olarak savaşa katılan ve hayatını kaybeden 7 Tıp öğrencisinin isimleride bu mermerler üzerinde hüzün verici bir şekilde yeralmaktadır.

Bu sırada sağlık personellerine Sağlık Müfettişi Dr. Süleyman Numan Paşa'dan bir telgraf gelir:

Tifüs atlatan tıp elemanları bünyece zayıf düşmüş ve moralce çöküntüye uğramış oldukları için temiz, savaş çalkantısından uzak, güneşli yerlerde dinlenerek, kısa sürede eski sağlıklarına ulaşabilirler. Bu amaçla ilgili personelin İstanbul'a gönderilmesi ve yerlerine yeni doktorlar getirilmesi planlanmıştır.

Bilginize,

Prof. Dr. Numan Paşa

Hasankale ve Erzurum Askeri Hastaneleri'nde bulunan doktorların ortak bir karar olarak verdikleri cevap çok kahramancadır:

"Erzurum ve Hasankale'ye gelen her doktorun tifüse yakalanması kaçınılmazdır. Ülkenin büyük özverilerle yetiştirdiği doktorlarını ölümün kucağına atmak doğru değildir. Tifüs geçirerek bağışıklık kazanan bizler için artık tehlike yoktur.

Bizler burada kalmaya razıyız."

Bu savaşa başlanırken söylenen manilerin;

Allahuekber kar dağı,
Mübarek şehit yatağı,
Allahuekber diye söndü,
Doksan bin evin ocağı.
şeklinde biteceği kimsenin aklına gelmemişti.

KAYNAKLAR:

1.Bir Doktorun Harb ve Memleket Hatıraları. Dr.M.Derviş Kuntman, Silahlı Kuvvetler Dergisi; Sayı: 215, Ek:1, K.K İstanbul Basım Evi, 1965.

2.İstiklal Harbi Sıhhi Raporu. Müdafaa-i Milliye Dairesi, Hicri 1340.

3.Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3.Ordu Harekatı. T.C. Genelkumay Başkanlığı, Cilt II, Ankara Genel Kurmay Basımevi, 1993.

4.İkinci Meşrutiyet Döneminde (1908-1918) Osmanlı Ordusunda Sağlık Hizmetleri. Diş.Tbp.Kd.Alb.Prof.Dr. İlter Uzel, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildiriler, 1989.

5.Harp Hatıralarım. Ali İhsan Sabis, İkinci Cilt, Ankara Güneş Matbacılık, 1951.

6.Sarıkamış Dramı. Aptekin Müderrisoğlu, Cilt 1, Kastaş Yayınları 2.Basım, 1997.

7.Sarıkamış Dramı. Aptekin Müderrisoğlu, Cilt 2, Kastaş Yayınları 2.Basım, 1997.

8.Sarıkamış (Anı). Em.Kur.Yarbay Köprülü Şerif (İlden), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul Şefik Matbaası, 1998.

9.Birinci Dünya Savaşı'nda Bir Yedek Subayın Anıları. Faik Tonguç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul Şefik Matbaası, 2.Basım, 2001.




..

SARIKAMIŞ ESARET YAZISI,



SARIKAMIŞ ESARET YAZISI,



Osmanlı Devleti harbe; 1878’den beri Rus işgalinde bulunan Kars, Sarıkamış, Ardahan gibi doğu illerimizi geri almak, Doğu Avrupa’da Ruslarla harp hâlinde olan Almanlara yardım etmek, kazanılacak bir zaferle Kafkaslar ve Orta Asya’ daki Türk illerinin kapısını açmak maksatlarıyla, başta Enver Paşaolmak üzere, iktidarda bulunanİttihatçılar tarafından sokuldu.

Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman zırhlısı, Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etti. Rusya da buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti. Rus-Kafkas ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi. Rus ordusunun taarruzu, Köprüköy’de durduruldu. Üçüncü ordu, 3-9 Kasım 1914 günlerinde meydana gelen Köprüköy Meydan Muharebesinde Rus ordusunu yendi. 

Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini, top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına düşmanı takip etmedi. Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı (Millî Savunma Bakanı) Enver Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa, Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Üstelik, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekât yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.

Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Üçüncü Ordunun üç kolordusu (9, 10, 11. Kolordular), 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma (İhâta) Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler. Allahü Ekber Dağlarını aşan Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince, Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayriresmî Türk çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi. Rus Kafkas Ordusu Başkumandanı, Üçüncü Ordunun ilerleyişi üzerine; 2-3 Ocak 1915 günlerinde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak:

“Telefon konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusu nu engelleyemiyor. İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!” haberini gönderiyordu.

Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 90 000’i (veya 60 000’i) donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Sarıkamış İstasyonuna giren Enver Paşa, bu felaket karşısında, Üçüncü Orduyu yüzüstü bırakıp, İstanbul’a döndü. Bu harekâtta Ruslar, 32 000 kayıp verdiler.

Sarıkamış Harekâtı; kuşatma harekâtıyla düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan, başarılı bir plândı. Ancak, stratejinin faktörlerinden zaman iyi değerlendirilmediği, kuvvetler de böyle bir harekâtı yapacak şekilde teçhizatlandırılmadığı için başarısızlıkla sonuçlandı.

Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına, dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu. Enver Paşanın şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri, kayıpları daha da arttırdı.

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi. Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler

http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/index.htm

SARIKAMIŞ'TAN ESARETE 1915-1920 Esaret bile Sarıkamış'tan Daha iyiydi




SARIKAMIŞ'TAN ESARETE 1915-1920
Esaret bile Sarıkamış'tan Daha iyiydi


Zeynep Aksoy
Radikal 6.1.2006





1914 yılı, soğuk mu soğuk bir kış. Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Doğu cephesi. Ziya Yergök, 83. alayın komutanlığına getirilir. Düşman Ruslardır. Seferberlikten sonra muharebelerde ve soğuktan, açlıktan, hastalıktan güçsüz düşen Türk ordusu Sarıkamış'ta felakete uğrar. Ziya Yergök de Ruslara esir düşer ve 1915 'ten 1920'ye kadar esarette yaşar. Sarıkamış'tan Esarete, Yergök'ün doğu cephesinde önce bir asker sonra da Rusya'da bir esir olarak yaşadıklarını ve tanıklıklarını anlatan, günlük tadında yazılmış bir anı kitabı. Askeri ayrıntıların yanında ordunun yanlışlarına dair nesnel çözümlemeleri, yaşanan ve görülenlerle ilgili betimsel dili ve samimi üslubuyla hem savaş yılları tarihiyle hem de kişisel tarihle ilgilenenler için rahat okunan, akıcı ve bilgilendirici bir kitap.

1877 Artvin doğumlu Ziya Yergök 1900'de Harp Akademisi'ne girer. 1902'de burayı yüzbaşı olarak bitirir ve Erzincan'da bölük komutanı olarak göreve başlar. 1908'deki Dersim İsyanına bölüğü ile katılır. 1914 ağustosunda seferberlik ilan edildiğinde 83. alay komutanıdır. Aynı yılın kasımında alayın hareket emri alması ile altı yıllık savaş ve esaret serüveni başlar.

Yergök'ün altbaşlıklara ayrılmış birçok küçük bölümden oluşan kitabının esası iki bölüm; esarete varan seferberlik ve muharebe dönemi ile esirliği esnasında Rusya'da gördükleri ve yaşadıkları. İlk bölümde Yergök kendi birliklerinden ve çevredeki birliklerle ilgili tanık olduklarından hareketle Birinci Dünya Savaşı'nda Türk ordusunun durumunun gerçekçi bir portresini çiziyor. Malzemesizlik, emir-komuta zincirindeki aksaklık ve sorumsuzluklar, soğuğun, sert iklim şartlarının yıldırıcılığı, gıdasızlık ve hastalıktan, yetersiz kıyafetten sefil olan, gücünü, inancını yitirmiş, hayatları pamuk ipliğine bağlı, korkmuş, zavallı askerler. Daha başlamadan kaybedilmiş bir savaşı anlatıyor Yergök. Anlatırken de yapılan yanlışları dürüstçe ortaya koyan ve eleştiren, askerlerin psikolojisine ve insan yönlerine önem veren, yaşanan çaresizliği süsleyip çarpıtma çabası gütmeden, savaşın sefilliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyan bir yaklaşım sergiliyor.
İkinci bölümdeki esaretten kaçarak yurda dönüş maceraları ise bir seyahatname tadında. Esir kamplarında yaşananlar, Rus köy evleri ve hamamları, Sibirya, Rusların esirlere davranışları, Türkistan, Kırgızistan, Azerbeycan, Orta Asya 'daki Müslümanların perişanlığı ilginç detaylarıyla kalemine yansıyor. İlginç bir biçimde esaretin askerlikten daha rahat ve iyi koşullarda geçtiğini hissettiriyor kitap. En azından insanların karnı doyuyor, -20 derecede yırtık çarıklarla karlarda sürünmüyor, kamplarda dil ve çeşitli zanaatler öğreniyorlar.

Tuğgeneral Ziya Yergök'ün Sarıkamış anıları birçok asker/savaş anısı kitabından farklı olarak düz, kuru ve sıkıcı değil. İlk bölümde biraz fazla askeri teknik ayrıntıya girse de sık sık askeri harekâtın dışına çıkıp olayların yaşanma sebepleri, coğrafyalar, yaşam koşulları, insanların toplumsal yaşayışları hakkında zengin ve yararlı bilgiler veriyor. Üstelik sade dili, insani özelliklere odaklanan yaklaşımı ve akıcılığıyla kendini bir çırpıda okutuyor. Osmanlı'nın son dönemiyle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu arasında büyük zorlukların çekildiği bu savaş yıllarına en zorlu cephelerden, Doğu cephesinden bir komutanın yaşadıklarıyla mikro bir bakış açısı kazanmak isteyenler Sarıkamış'tan Esarete kitabını ilgiyle okuyacak.

SARIKAMIŞ'TAN ESARETE 1915-1920
Hazırlayan: Sami Önal, Remzi Kitapevi, 2005,

http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/esaret/yazilar/aksoy.htm


..

Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler ERMENİSTAN - RUS İŞBİRLİĞİ



Sarıkamış Faciası'ndaki Şehitler  ERMENİSTAN - RUS İŞBİRLİĞİ


'Sarıkamış Faciası'nın bugüne kadar karanlıkta kalan sayfaları 93 yıl geçtikten sonra, 3 yıllık bir çalışma sonrasında gün yüzüne çıkartıldı.
Posta'nın özel haberi...

1914'te Sarıkamış'ta donarak şehit olan 90 bin askere kışlık giysi, erzak ve mühimmat götürmek için İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, içinde 3 bin de asker bulunan 3 gemiyi Ruslar 7 Kasım'da Karadeniz'de batırır. Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçirilmeyen bu faciayı Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. ‘Sarıkamış'ın Deniz Şehitleri' 93 yıl sonra dün ilk kez törenle anıldı.

3 yıl süren bir araştırmayla bulundu

‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurucusu ve başkanı Prof. Bingür Sönmez 3 yıllık bir araştırma sonunda ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili tarihçileri bile şoke eden belgelere ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa, Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma, erzak, mühimmat yollamak için sivil yük gemileri Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer ve Mithad Paşa'yı İstanbul'dan 6 Kasım 1914'te yola çıkardı. Gemilerde Sarıkamış'ta savaşacak 3 bin de asker vardı.

Bundan böyle her yıl anılacaklar

Gemiler Trabzon'a yanaşacak malzeme ve 3 bin asker karadan Sarıkamış'a gidecekti. Enver Paşa yine büyük hata yapmış bu sivil gemileri koruması için Donanma'dan yardım istememişti. 3 gemiyi Karadeniz Ereğli açığında 7 Kasım 1914 saat 7.45'te Ruslar tesadüfen gördü ve batırdı. Facia Enver Paşa'nın emriyle kayıtlara geçmedi, basına duyurulmadı. Prof. Dr. Bingür Sönmez'in sayesinde Sarıkamış'ın unutulmuş deniz şehitleri 93 yıl sonra dün Karadeniz Ereğli'de ilk kez anıldı. 16. sayfada



TARİHİN SEYRİ DEĞİŞTİ


1914'te başlayan Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya karşı savaşmıştı. Osmanlı ordusu bu savaşın en ağır mağlubiyetlerinden birini Kafkas Cephesi'nde Sarıkamış'ta almıştı. Tarihe ‘Sarıkamış Faciası' olarak geçen olayda dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa'nın emri ile bölgeye yazlık üniforma ve ayaklarında çarıklarıyla gönderilen 90 bin askerimiz kara kışın aniden bastırmasıyla Allahuekber Dağları'nda donup şehit olmuştu

1914'te 90 bin askerimizin donarak şehit olduğu ‘Sarıkamış Faciası' ile ilgili bugüne kadar hiç bilinmeyen bir gerçeği Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. İstanbul'dan Trabzon'a doğru yola çıkan, Sarıkamış'taki askerlere erzak ve kışlık üniforma götüren 3 gemiyi Ruslar Karadeniz'de batırmış. Bu olay ‘Sarıkamış Faciası'na neden olduğu gibi Enver Paşa'nın da sonunu hazırlamış




Rusya'da isyan çıkaracak ajanlar da gemideydi


Dedelerini ‘Sarıkamış Faciası' ve sonrasında yitirmiş olan dünyaca ünlü Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez bu olayın unutulmaması için ‘Sarıkamış Dayanışma Derneği'nin kurulmasına öncülük etti ve başkanlığını üstlendi. Prof. Bingür Sönmez ‘Sarıkamış Faciası'yla ilgili olarak araştırmalarını sürdürürken tarihçileri bile şoke eden bir belgeye ulaştı: Dönemin Genelkurmay Başkanı Enver Paşa silah arkadaşlarının itirazlarına rağmen yaklaşan kara kışı hesaba katmadan Ruslarla savaşmak için Kafkas Cephesi'ne 100 binden fazla asker gönderme kararı almıştı. Askerler gönderildikten hemen sonra kış bastırdı. Üniformaları hava şartlarına uygun olmayan askerler daha savaş başlamadan Sarıkamış'ta şehit düşüyordu. Enver Paşa verdiği kararın nelere mal olacağını fark etti. Donanma Komutanı'na bile haber vermeden Sarıkamış'taki askerlere kışlık üniforma ve erzak göndermek için 3 yük gemisi hazırlattı. Enver Paşa'nın planına göre içinde 3 bin asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı Mahsusa (o yıllardaki istihbarat teşkilatı) tarafından Kafkasya'daki Türkleri örgütleyerek Rusya'ya karşı isyan çıkartmak amacıyla eğitilmiş ajanlar, cephedeki askere dağıtılacak kışlık kıyafet ve erzak bulunan Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa isimli sivil 3 dev yük gemisi İstanbul'dan yola çıkarak Karadeniz üzerinden Trabzon Limanı'na ulaşacaktı. Gemilerle Trabzon Limanı'na varan askerler, ajanlar ve malzemeler karayolu ile çok hızlı bir biçimde Erzurum'a oradan da Sarıkamış'a ulaştırılacaktı.



Üç Yük Gemisine Eşlik eden yoktu
Fakat Enver Paşa yine büyük bir hata yapmıştı! Donanma'nın kuralları gereği askeri personel taşıyan yük gemilerine olası düşman saldırısına karşı mutlaka bir, hatta birkaç savaş gemisi eşlik ederdi. Ancak Enver Paşa'nın ani kararıyla 6 Kasım 1914'te İstanbul Boğazı'ndan demir alan bu 3 kuru yük gemisine hiçbir savaş gemisi koruma yapmıyordu. Söz konusu 3 gemi Zonguldak açıklarına geldiklerinde karşılarında dev gibi Rus savaş gemilerini buldu. Ruslar Zonguldak'taki kömür madenlerini bombalamış, üslerine dönüyorlardı. Ruslar kucaklarına düşen bu 3 yük gemisine Kandilli-Ereğli açıklarında ateş açtı. 7 Kasım 1914 sabahı saat 7.45'te 3 yük gemimiz içindeki 3 bin asker ve Sarıkamış'a götürülen malzemelerle birlikte çok kısa süre içinde denize gömüldü.

Enver Paşa gözden düştü Mustafa Kemal yükseldi



Olay Enver Paşa yönetimince örtbas edildi. Bütün askeri kayıtlar silindi ve basına sansür konuldu. Bu tarihi gerçeği 93 yıl sonra ortaya çıkaran Prof. Dr. Bingür Sönmez 3 yıldır yaptığı çalışmaları şöyle anlattı: "Batan gemilerden yüzerek kurtulan ve Ruslar tarafından esir alınan 175 askerimiz vardı. Fakat onların konuşması da bir şekilde Enver Paşa yönetimince engellenmiş. Elde ettiğim bilgilere gemicilik konusunda yapılan yayınlar aracılığıyla ulaştım. Denize çıkmış bütün gemilerin şecereleri tutulur. Hangi gemi nerede yapıldı, ne zaman denize çıktı, akıbeti ne oldu hepsi kayıtlıdır. 3 yıl önce bendeki bilgileri o dönem Kuzey Deniz Saha Komutanı olan bugünkü Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç'a anlattım.  Çok heyecanlandı. Ordunun elindeki kaynakları seferber etti. İstanbul Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'ndeki bazı bilgilerle benim elimdekini karşılaştırınca gördük ki olay yüzde yüz doğru. Bu 3 yük gemisi batırılmasaydı tarihimiz çok farklı yazılabilirdi. Çünkü gemilerdeki malzemeler Sarıkamış'a ulaşsaydı facia büyük ümitle yaşanmayacaktı. Ya da daha hafif atlatılacaktı. Buna bağlı olarak da döneminin yıldızı Enver Paşa çöküşe geçmeyecekti. Bu da Enver Paşa'nın en büyük rakibi Mustafa Kemal'in yükselişini engelleyebilirdi. Dolayısıyla tarih tahmin edemediğimiz bir biçimde yazılabilirdi." Bu şehitler bundan böyle her yıl anılacak.

Denize Çelenk Bırakıldı

Prof. Dr. Bingür Sönmez'in araştırmasıyla ortaya çıkarılan ‘Sarıkamış Deniz Şehitleri' tarihte ilk kez dün anıldı. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yetkilileri ve Sarıkamış Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez'in de katıldığı tören dün sabah Karadeniz Ereğli açıklarında yapıldı. Bezm-i Alem, Bahr-i Ahmer, Mithad Paşa gemilerinin battığı yere çelenkler bırakıldı.




..

28 Ocak 2016 Perşembe

Ama, Bahçeli Çukur Kahve'ye Gidememişti!



Ama, Bahçeli Çukur Kahve'ye Gidememişti!

Kim nereye gitti, Nereye gidemedi?

28 Kasım 2014 Cuma
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Dersim olayları ile ilgili yaptığı açıklamalara, “ Yüreğin yetiyorsa bunları Tunceli’de söyle ” demesi ve Bahçeli’nin buna ‘ Cuma günü Tunceli’deyiz ” diye cevap vermesiyle bir anda bu kent siyaset gündeminin en tepesine oturdu…

Evet, Bahçeli dediğini yaptı. Tunceli’ye gitmekle kalmadı. Valilik binasının önünde Ankara’da söylediği, “ 1937-1938'de Tunceli'de baş gösteren hadiseler bir isyandır ve bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir. Hiçbir teröristin dini, milleti, etnik kökeni önemli sayılamayacaktır” yüksek ifadelerini tekrarladı… Aslında Bahçeli bunu hep yapıyor. Daha öncede dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sık sık dillendirdiği “ Fırat’ın doğusuna geçemiyorlar ” eleştirilerine, 6 Haziran 2011’deki Diyarbakır mitingiyle cevap vermiş ve Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi konuşmasını ‘ Ne Mutlu Türküm Diyene ’ ifadeleriyle bitirmişti…Bunlar neredeyse herkesin malumu ancak ben size Dünya Lideri (!) Recep Tayyip Erdoğan’ın yapamayıp ta Bahçeli’nin yaptığı bir ziyaret anlatayım…

Erdoğan başbakanlığı döneminde Yunanistan ziyaretinin bir gününü Batı Trakya’ya ayırarak bölgeye gitti. Türk toplumun temsilcileriyle görüşen Erdoğan, Gümülcine sokaklarında gezerken kahve molasını Batı Trakya Türklerinin buluşluma noktası Gümülcine Türk Gençler Birliği’nde değil de 20 metre ilerisindeki Çukur Kahve’de vermişti. Soydaşları hayal kırıklığına uğratan bu kararın arkasında ise Yunan polisinin, Türk heyetine söylediği, ‘Eğer buraya girerseniz sizin güvenliğinizi sağlayamayız’ ifadelerinin yattığı belirtiliyor.
Erdoğan’dan yıllar sonra bölgeye giden MHP Lideri Bahçeli ise Gümülcine Türk Gençler Birliği’ne gitmekle yetinmedi. Burada binlerce Türk’le kucaklaşarak, tarihi bir konuşma yaptı. Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin adındaki ‘Türk’ kelimesinin kaldırılmak istemesine, “ Korkmayın, çekinmeyin tabelanızı da indirseler, adınızı da silseler siz bu asırlık çınarların altında yüz yıl sonra da Türkçe konuşacaksınız. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milliyetçileri bunun teminatıdır” diye cevap verdi… Bunları yaparken bir koruma ordusu değil sadece emektar koruması ve soydaşları vardı… Bahçeli’nin gideceğim deyip gidemediği tek yer Türkmeneli oldu. Oradaki dostlarımızdan öğrendiğimize göre; bunun arakasında da Ankara’nın Bağdat Hükümeti’ne bu ziyarete izin vermemesi ile ilgili yaptığı baskılar etkili olmuş… Yani Bahçeli, usta ve çırağının gidemezsin dediği yerlere gitmekle yetinmeyerek, onların gidemediği giremediği yerlerde de Ankara’da söylediklerini tekrarlamaktan çekinmedi… He bu arada az kalsın unutuyordum. 

Bir Gazze ve Şam hikâyesi vardı. Sahi ne oldu onlar; ‘ Uzun adam ’la ‘ koşan adam ’ Gazze’ de Müslüman kardeşleriyle buluşup Emeviye Camii’nde Cuma namazı kılacaklardı… Oldu da ben mi kaçırdım yoksa bunlar 2053, 2071 3023 projesi miydi…

Son olarak;
İsterimsiniz; yarın 'koşan adam' çıkıp ‘Bahçeli uzaya gidemez’ desin….

ÖZEL NOT; 

YAZIYI OKUDUKTAN SONRA GÜNÜMÜZE UYARLAYIN? UYUTMAYA DEVAM....





DURUN.!!! SİZ KARDEŞSİNİZ..!!!




DURUN.!!!   SİZ  KARDEŞSİNİZ..!!!

















Durun! Siz Kardeşsiniz!


Eski Yeşilçam filmlerinde böyle olurdu. Senaryoda birbirlerine düşman karakterler, filmin sonunda bir bilen tarafından uyarılırlar: “Durun siz kardeşsiniz!”, diye. Sonrası malum… Gerçekte olmayan düşmanlığın ortadan kalkması, Sarılmalar, Gözyaşları… Günümüzde de böyle bir senaryo yürütülüyor. Senaryoyu yazan Emperyalizm. 

Baş oyuncular Tayyip ile Demirtaş. Ve tabiî Davidson, Kılıçdaroğlu, Bahçeli gibi figüranlar…

Filmin adı mı? Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)! Ülkemiz ve Ortadoğu için Kürt sorununa emperyalist çözüm de diyebiliriz.

BOP, Afganistan’dan Batı Afrika’ya dek, bütün bu coğrafyadayer alan ülkelerin hallaç pamuğu gibi atılmasıdır, sınırların değiştirilmesidir. Emperyalizme kolay lokma haline  getirilmesidir, bu ülkelerin. Bunun için haritalar da yayımladı emperyalistler. Bu haritalarda ne görüyoruz?

Bütün bu coğrafyada en büyük sınır değişikliği; Türkiye, Irak Suriye sınırlarının değişimiyle oluyor. Emperyalistler, tıpkı İsrail gibi, Barzani odaklı bir Özgür Kürdistan  ( Onlar Free Kurdistan diyor ) kurma çabasındalar. Ülkemizdeki Kürt siyasetçileri ise ( PKK, HDP ) güvender olup (kendini güvende hissedip sevinen) hep birden  “ Bin yıldır ilk kez böyle bir devlet olma fırsatı yakalamışız, neden istemeyelim? ” oportünizmi içindeler.

Tayyip mi? 

O, koltuğu kaybetmemek için emperyalistlere her türlü tavizi vermeye hazırdır. Ülke çıkarlarına zarar geliyormuş, hiç umurunda olmaz. Zaten bu suçları birlikte
işledikleri tapelerle kanıtlanan Davidson’u Başbakan yapması da bundan. Emperyalizme hizmet ortak paydasında sırt sırta veriyorlar.

Tayyipgil’in ve Demirtaşgil’in kardeş olduklarını söylemekte abartı da yok. Seçimlerde AKP ve HDP adaylarında kardeş olanlar var. Aşiret derebeylerinden birisi AKP’dense diğeri HDP’den aday. Örneğin, vaktiyle Hakkari Yüksekova’da 25 yıl belediye başkanlığı yapan, daha sonra iki dönem DYP’den, bir dönem AKP’den
milletvekli olan aşiret reisi Mustafa Zeydan’n oğullarından Rüstem Zeydan daha önce de olduğu gibi AKP’den, Abdullah Zeydan ise HDP’den Hakkari milletvekili
adayları…


Bitlis’te ise eski ANAP’lı Edip Safter Gaydalı AKP’den, ağabeyi Mahmut Celadet Gaydalı ise HDP’den milletvekili adayı. HDP’nin İstanbul birinci bölge
ikinci sıra adayı Hüda Kaya ise açıktan Tayyip övgüsü yapan bir dinci hatun kişi, Tayyip’in balkon konuşmasını izlerken ağladığını söylüyor televizyonlarda. Bunlar elle tutulur kardeşlik belgeleri…














Kardeşlik yeni değil. AKP iktidarı boyunca kardeştirler.

Apo da bunu itiraf etmedi mi, AKP iktidarına desteklerinin sayesinde Tayyip’in ayakta kaldığını, “ 10 yıldır AKP’yi ayakta tutan benim ” diyerek?
Bu bir yana, Mart başında İmralı’ya giden HDP heyetince ( Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan), Apo’nun “ Başkanlık sisteminin düşünülebileceği ” ni söylediği, hatta “ Biz Tayyip ( Erdoğan ) Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz ” dediği belirtildi. (Yurt Gazetesi, 2 Mart 2015)

Bunun adı da devrimci veya sol literatürde oportunizmdir.

Şubat sonunda çözüm sürecinde uzlaşılan 10 maddeye gelince… Açıklanan maddelerin içi boş. Anlayan varsa beri gelsin!

Şu bilgiler yer aldı Sırrı Süreyya’nın ağzından basında:

“1. Demokratik siyaset tanımı ve içeriği
“2. Demokratik çözümün ulusal veyerel boyutlarının tanımlanması
“3. Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri   
“4. Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar
“5. Çözüm sürecinin sosyo ekonomik boyutları
“6. Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması
“7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri
“8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi
“9. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması
“10. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa”. (Milliyet, 28 Şubat 2015)


Bunlar içi boş maddeler. 

Aman fincancı katırları ürkmesin, halk dönen gizli oyunların farkına varmasın düşüncesiyle yapılan bilgilendirme. Demirtaş’n dediği gibi “ Çözüm sürecinde kapalı kapılar ardında gizli iş yapıyor izlenimini vermemek lazım ” Çünkü. ( Hürriyet, 26 Şubat 2015, Ahmet Hakan ile söyleşi )

Bu amaçla zoraki verilen 10 madde bunlar, içi boş, kimsenin bir şey anlamayacağı veya itiraz etmeyeceği, muğlak maddeler… Oysa, daha önce, Aralık 2014’te murat edilenin ne olduğunu, CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç, 26 Ekim 2011 tarihinde Mecliste “ Terör ” konusunda yapılan gizli oturumda BDP Grup Başkan vekili’nin süreçle ilgili taleplerini aktararak açıklamıştır. 

Şunları istiyorlardı:

“1- Türkiye’nin 25 eyalete bölünmesi.
“2- Öcalan’n serbest bırakılması.
“3- Özerklik koşularının gündeme getirilmesi.
“4- Eyalet başkanlarının TBMM’ye getirilmesi.
“5- Özerklik hakkının saklı olması.
“6- Her eyaletin kendi özerk güvenlik güçlerinin olması.” (Cumhuriyet, 29 Aralık 2014)

Bu açıklama örtbas edildi. İşte 10 maddenin arkasındaki gerçek asgari anlaşma maddeleri bunlardır veya bu çerçevededir Başkanlık sistemi ve Tayyip’in başkanlığı  ise o günlerde henüz gündemde yoktu.

Şimdi Tayyip’in başkanlığı da cabası…

Mart başında bu taleplere başka bazı talepler de eklendi. İdris Balüken aktardı:

“- Ceza yasalarında reform yapılmalı
“- Siyasi partiler yasası değiştirilmeli
“- Kamusal alanda çok dilli hizmet verilmesi sağlanmalı
“- Değiştirilen köy isimleri geri verilmeli
“- Anadilde eğitim için şartların oluşturulması.” (Yurt Gazetesi, 2 Mart 2015)

Özetle, AKP ile HDP arasında bir gıllıgışlı ittifak söz konusudur. O halde, seçim arifesinde bu koparılan fırtına ne ola ki, denecek. Tayyipgil Demirtaş’a sövüyor, 

Demirtaş Tayyipgil’e… Hatta insanlar ölüyor (Ağrı Provokasyonu).

Bu da oyunun bir parçası çünkü. Kökünü Gezi’de aramak gerek. Gezi, AKP ve PKK arasındaki ittifakı tehlikeye attı.

Amerikancı Kürt hareketinin demokrat - sol  Kesimleri kandırarak emperyalizmin dümen suyuna sokan gücünü kıran bir hareketti.

Apo’nun ağzıyla ABD Emperyalizmi HDP’yi bunun için kurdurttu.

HDP’ye bir Türkiye Partisi görünümünü kazandırmaktı amaç. Böylece Türk Solu da, Tayyipgil’e karşı olan demokrat yığınlar da HDP’nin kuyruğuna takılarak kullanılabilirdi.
Demirtaş’n geçen yılki Cumhurbaşkanlığı adaylığı bugünkü oyunun provasıydı. Başarılı da olundu.

Bu oyunun tutması için biraz sol bir söylem, Tayyip’e karşı keskin çıkışlar yeterliydi. Tayyip Başkan olmasın da ne olursa olsun gibi… Veya barajı geçmesi
durumunda HDP’nin Kürt illerinde çıkaracağı milletvekilleri ile AKP’yi zayıflatması gibi… Ve bu oyun önemli ölçüde tuttu da.

HDP büyük olasılıkla barajı geçecek veya bir şekilde geçtirilecek. Hür Basın’ın Demirtaş pompalaması ortada. Olmadı, seçim oyunları ne güne duruyor?
HDP’nin barajı geçmesi de emperyalist planın daha rahat uygulanması anlamına gelir, Tayyip’e zarar vermez. Tersine Tayyip’in Başkanlık düşünü gerçeğe
bindirir.

İşte bu yüzden Ağrı provokasyonu, küfürleşmeler, saldırılar vb. yapılıyor. Yani bir kayıkçı döğüşüdür söz konusu olan. Daha inandırıcı olması için küfürleşmeler,
saldırılar, provokasyonlar planlanıyor.

Olan bu…

HDP’in barajı geçememe olasılığı da yok mu?

Evet, geçemeyebilir de. Zaten normalde kendi gücüyle geçemez. Yukarıda anlattığımız oyunla sınırı zorluyor. Ama geçemese de Amerikancı Kürt Hareketi için fazla kayıp değil. Mağdur pozunda, emperyalistlerin de desteğiyle özerklik, Kürt Parlementosu çıkışları kitlelerde daha çok ses getirir ve haklılık duygusu yaratır.

Kardeşler (AKP ve HDP) sadece Kürt Sorunu’nda değil Ermeni Soykırımı yalanında da ittifak halindeler. Tayyip geçen yıl taziyesini bildirmiş ve emperyalistlerden çok takdir görmüştü. Bülent Arınç, “ Türkiye bilerek soykırım yapmadı ”

dedi. Soykırımı dolambaçlı şekilde onaylamış oldu. Davidson tehciri “insanlık suçu” ilan etti, dolayısıyla o da başka bir şekilde soykırım dedi. Demirtaş ise açıktan soykırım diyor, Fatihalar okuyor. Demek ki, soykırım yalanında da ortaktırlar, müttefiktirler. Emperyalist uşağı, oportünist kardeşlerden başka ne beklenebilirdi ki ? 

Emperyalizm ne derse onu yapmak. Görevlerini yapıyorlar. Kirlidirler, halk düşmanıdırlar… 

Bize düşen bu emperyalist uşaklarının maskelerini düşürmek. 

Halkımız elbet yaptıklarının  hesabını soracaktır bu uşaklardan.

http://2016.kurtulusyolu.org/wp-content/uploads/2015/06/87.-SAYIYA-ULA%C5%9EMAK-%C4%B0%C3%87%C4%B0N-TIKLAYIN.pdf

..