27 Şubat 2019 Çarşamba

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 17

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 17




NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) - Konuş, konuş.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Konuşuruz, konuşuruz. Sadece, burada değil, başka yerde de konuşuruz sizinle
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) - Sinirlenme, sinirlenme.
MAHMUT YILBAŞ (Van) - Geleceğiz, geleceğiz, hepinizle konuşacağız.
İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Sayın Başkan, kabadayı mı bu, meydan okuyor?
BAŞKAN - Sayın Yılbaş, lütfen...
Buyurun Sayın Erek.
DYP GRUBU ADINA ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Başbakan ve bir sayın bakan hakkında verilen gensoru münasebetiyle bugün yapılmakta olan müzakerelerde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Değerli Başkanımızı, değerli milletvekili arkadaşlarımı, şahsım ve Grubum adına sevgi ve saygılarla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, konu nedir: Konu, bundan üç dört gün evvel Türkiye Büyük Millet Meclisinde genişliğine konuşuldu, bugün de konuşuldu; ama, kâfi değil, bu konuşma devam edecek ve bu gensoruların neticesinde hâsıl olan oluşuma göre meselenin, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde görüşülmeyen kısmı da, gayet belirgin bir açıklığa kavuşma şekline ulaşacaktır.

Değerli arkadaşlarım, iddia şu, gensoruların amacı şu:

1- İhaleye fesat karıştırılmıştır.

2- Bu ihale dolayısıyla "çete" diye adlandırılan kişilerle, mafya izlenimi şekline uyan, intibaını veren kişilerle, fevkalade önemli boyutlarda hemhal olunmuştur, içiçe girilmiştir, diyaloglara girilmiştir; bu yapılan ihalenin, kesinlikle salih bir ihale olmadığı ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, evvela şu hususu kesinlikle ifade ediyorum; bugüne kadar, Doğru Yol Partisi olarak kimseye iftira etmedik, kimseye çamur atmadık. Eğer bir meseleyi ortaya getirdiysek, bugünkü gensoruda olduğu gibi, bugünkü gensorunun unsurlarında açıkça olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyetine ve bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelen, çok açık ve kesin, inkâr edilemeyen, üzerinde tereddüt hâsıl olmayan, bu söz benim sözüm değildir, bu cümle bana ait değildir, bu ses bana ait değildir diye herhangi bir şekilde itiraza muhatap olmayan belgelerle, bu gensoruların verilmesi lazımdı, şarttı.

Gensoruyu vermek, kesinlikle, herhangi bir şekilde tenkidi mucip bir olay değildir. Zaman zaman, bakıyoruz, neredeyse, bu gensoru verildi diye, muhalefet partileri suçlu ilan edilecek. Gensoru, bugünkü Anayasamıza göre, Anayasamızın Türkiye Büyük Millet Meclisine bahşettiği bir denetim hakkıdır. Bu denetimin kullanılması kadar doğal bir şey de olamaz. Muhalefet partilerinin yaptığı, Anayasanın tanıdığı bir denetim hakkının kullanılmasından ibarettir. Sadece o da değildir; eğer demokrasi varsa, demokrasinin, Yüce Meclis huzurunda bir kere daha, demokrasi olduğunun, kendisi tarafından gösterilmesinden başka bir şey değildir.

Kimseye iftira edilmedi; arkadaşlarımızca veya başka sözcülerce. Bizatihi Sayın Başbakan, ortaya atılan iddialar hakkında söyleyeceklerini ifade ettiler. Değerli arkadaşlarım, aksi söylenemeyen belgeler var. Nedir o belgeler? Kasetler... Nedir o belgeler? Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtlarına intikal etmiş cümleler, sözcükler...

Bakınız, bundan bir müddet evvel bir kaset ortaya çıktı; daha evvel burada bulunan İktidar Partisine mensup bir arkadaşımızın yasadışı işleri olan bir kişiyle ilişkileri açıklığa kavuştu. Biraz evvel teferruatıyla ifade edildi. Nasıl açıklığa kavuştu; sese itiraz mı oldu, içeriğine bir itiraz mı oldu; hayır, söz konusu değil. Neydi o kasette ifade edilen; o kasette "sana bu iyiliği yapan; yani, senin bulunduğun yerde seni kollamak için, oradan ayrılman konusunda sana işarda bulunan bir kişi, senin aleyhine nasıl bir takibat veya nasıl bir öldürme emri, yakalama emri verir?!. Dikkat et, senin aranı bozmak isteyenler var; aranızı bozmak isteyenler var. Bunun, bu şekilde oluşması mümkün değildir" diye net açıklamalar var. Buna bir itiraz oldu mu; hayır. "Bu ses bana ait değildir" diye bir yanlışlık ortaya sürüldü mü; hayır.

Değerli arkadaşlarım, bütün samimiyetimle ifade ediyorum ki ve bütün samimiyetimle aksini temenni ediyorum ki, yalanlanmayan, yalanlanma ihtiyacı duyulmayan böyle bir konuşmanın, ister bir muhalefet partisinin lideri olsun ister bir sayın başbakan olsun ister bir sayın bakan olsun, bir defa da değil, iki defa da değil -kaldı ki, başlangıçta, esasında, konuşma bir defa ile sınırlandırılmıştı- en az sekiz on defa temadi etmesi, bugünkü Türk siyasî hayatımızın üzerine düşmüş, çok önemli; ama, mutlaka, kesinlikle açıklığa kavuşturulması gereken bir büyük, insanı inciten, demokrasiyi inciten ve bugün, özellikle çetelerle savaştığını iddia eden bugünkü yönetim ve sorumluları hakkında araştırılması gereken çok hayatî bir husustur; yapılmak istenen de budur.

Değerli arkadaşlarım, Türkbank olayında, 30 Hazirana kadar takınılan tavırda -burada zabıtları okumuyorum, şu şunu dedi, bu bunu dedi demeye de gerek görmüyorum; ama, mealini söylüyorum- Sayın Başbakanın, Türkbankı, adı geçen konunun ortaya çıkmasına sebep olan kişiye verme niyetinin, safha ve çizgi olarak, olmadığını anlıyoruz. Aradan ne geçiyor ki, araya giren eş dost -tabirimi mazur görünüz, Anadolu'da böyle derler- pazarlıkçıların, miyancıların, arabulucuların, tavsiyecilerin, retçilerin, pazarlığı pişiricilerin, fiyat teklif edenlerin sirkülasyonuyla, Sayın Başbakan "benim elimde bu ihalenin iptaline yeterli hukukî bir kanıt olmadığı için, ihalenin, böyle bir doğrultuda, adı geçen şahsa verilmesini uygun gördüm" diye kanaatini ifade ediyor? 30 Hazirandan itibaren geçen müddette takip edilen çizgi bu; duyumların, izlenimlerin alındığı ifade edilmesine rağmen "elde bir hukukî belge olmadığı için, biz, bu doğrultuda, gerekli her türlü işlemi yürüttük" diye kanaatler ve görüşler ileri sürülüyor. Vaktaki, malum kaset ortaya çıktıktan sonra -başka seçenek yok; bunun sonucunda, iptal etmeme gibi bir keyfiyet söz konusu olamaz- Türkbankın ihalesini adı geçen adama yapabilir misiniz? Mümkün değil!.. Sonradan, bu ihalenin iptal edilmesi -çok affedersiniz- keyif bağışlama niteliğinde bir davranış değildir; elde edilen bilgi ve bulgulara göre verilen bir karardır ve başkaca da bir çıkış yeri yoktur.

Bir diğer konu, Sayın Başbakanın, bu mesele gündeme geldikten sonra, televizyon programlarında ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kendi ağzından meseleye getirdiği değerlendirme tarzıdır; bu da çok önemlidir. Sayın Başbakanın, bu konudaki iyi niyeti, tavrı, kötü niyeti, kastı, âmali, amacı, şu anda bir yargı yeri olmayan bu kürsünün ve bizim yetkimiz dahilinde değil; ama, bizim yaptığımız bir tespit, bir vakıa, zabıtlara inmiş bir vakıa. Ne diyor Sayın Başbakan bu tespitlerinde: "Bu konu, Merkez Bankasının yetkisi dahilinde olan bir konudur. Bu konuya müdahil olmamamız gerekliydi. Bu konu benim imzama gelmeyeceğine göre, meseleye girmemiz gereksiz olmuştur. Bu konuda, gereğinden çok fazla işgüzarlık yapılmıştır."

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Niye; 200 milyon dolar fazlaya satmak için.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Efendim, kendi ifadelerine göre, ihalenin, ilgili şahsa intikali ve pek tabiî, meselenin, biraz evvel sizin de söylediğiniz gibi, bir miktar...

Tabiî, bir ihalenin miktarlarına kadar, ihale tarihinden evvel girilmesinin fevkalade yanlış olduğunu, hatalı bir tutum olduğunu, Sayın Başbakan, zaten kendileri ifade ediyorlar ve bu ifadelerini, kendi bünyeleri içinde bir iyiniyete bağlıyorlar. Buna da saygılıyız, gayet açık ve kesin; ama, bu kaset ortadayken, bu konu, Merkez Bankasının yetkisindeyken, Türkbank olayına, kendilerinin bu derece müdahil olmalarının yanlış olduğu, bizzat kendilerinin ifadesiyle, açıkça, Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarına intikal etmişken, değerli arkadaşlarım, bu konu burada kalsın, bu Hükümet, bu Sayın Başbakan ve bu Sayın Bakan da görevine devam etsin diyemeyiz. (DYP sıralarından alkışlar) Bu vakıalar karşısında, bunu dediğimiz anda, bu muhalefet, demokrasi içinde görevini yapmıyor demektir.

Sayın Başbakan, konuşmalarının arasında çok güzel bir söz sarf ettiler "benim yerimde olsanız ne yapardınız" dediler. Tabiî, onun yerinde olsak ne yapıp ne yapmayacağımız belli değil; ama, böyle yapmayacağımız kesin... Ben, işi tersine çeviriyorum: Sayın Başbakan, acaba, siz muhalefette olsaydınız ve bu belge ve bilgiler o zaman ortaya çıksa, lütfen, şöyle, bir sakin zamanda, iki elinizin arasına başınızı koyunuz ve olayı bir an tersine çeviriniz, yapılan bu işlerden bir tanesinin bizim tarafımızdan yapıldığını farz ediniz, samimiyetle söylüyorum, bizi bacağımızdan sürürdünüz... (DYP sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sonra da affederler!..

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu diyalogların, kişiler arasındaki sirkülasyonun mekânın nere; Sayın Bakanımızın konutu, gece saat 1, 2... İstihbarat raporlarının bir türlü alınamayışı, hayreti evza bir şey. İşin üzerine düşülmesine rağmen, bir Sayın Başbakanın, Türkiye Cumhuriyetinin değerli Başbakanının, açık ve aşikâr, kendi ifadelerine göre, ısrarla takip etmesine rağmen, bir türlü, istihbarat raporlarının gelmemesi ve tabiî, meselenin verimkâr yolda ilerlemesi... Bu bilgiye ulaşılamaması; ama, bunun yerine, birkısım eş ve dostun, çok yakınların, muhterif çevrelerin, belirsiz zamanlarda kanaatlerinin alınması...

Yapılan işlem "Ahmet Bey, ne diyorsun, bu iş düzgün mü; Mehmet Bey, ne diyorsun, acaba isabetli mi; Hasan Bey, ne diyorsun, bu konuyu sonuca getirelim mi" diye, gayri mesul, hiçbir sorumluluğu olmayan, tamamen yakın çevre olmaktan başka bir niteliği bulunmayan eşhastan alınan istihbarat raporlarına göre yapılan bir işlemdir.

Değerli arkadaşlarım, kesin ve vahim bir hatanın, kesin ve vahim bir yanlışlığın olduğu, hem bu belgelere hem bu bulgulara hem de Sayın Başbakanın, bizzat bu zabıtlara intikal eden sözleriyle, gayet açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Tabiî, Türk siyasî hayatının bu çekişmelerden, bu sıkıntılardan; ama, gerçeklerden ne derece bir büyük girdaba girdiğini biliyorum. Bu konuşma vesilesiyle de, yine, kamuoyunun bildiği yüzlerce mevzuu buraya getirmekten kaçınmaya gayret sarf ediyorum.

Bugünkü iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımın bir kere daha hafızalarının tazelenmesine gerek var. Hatırlıyor musunuz, Sayın Başbakan, daha evvel, Susurluk olayı dolayısıyla, çok açık ve kesin olarak "elimde belge var, kaset var" dedi. Sonradan -Hikmeti Hüda- devlet güvenlik mahkemesi yahut yetkili mahkemeler "şu bahsettiğiniz elinizdeki kaseti lütfen, veriniz" dediğinde, Sayın Başbakan "benim elimde belge ve kaset yok" demek mecburiyetinde kaldı.

Sevgili arkadaşlarım, Türk siyasî hayatını böyle bir çizgide götüremeyiz; eğer, bugün, şu noktaya gelmişsek; eğer, Türkiye, bir çıkmaz sokağa girmişse; eğer, Türkiye, istikrarsızlık kuyusuna batmışsa; eğer, Türkiye, bir kaostaysa, -izah etmeye çalışacağım, müddetin elverdiği imkân dahilinde- bizi bu çizgiye getiren bu anlayıştır. Elimde şu var, sen şusun; arkası yok... Bu, çocuk oyuncağı değil ki... 65 milyonluk ülke, hep beraber, hiçbir ayırım yapmıyoruz, Allah rızası için, ülkemize hizmet etmek için bu sıraları işgal etmişiz. Fikirlerimizin değişikliği de normal; ama, geldiğimiz noktaya bakın... Geldiğimiz noktanın altında yatan şu, Türkiye Cumhuriyetinin bugün, bu noktaya gelmesinde yatan esas nokta şu, bugünkü iktidarın oluşumunun temelinde de bir ölçüde yatan şu: elli, altmış milletvekili arkadaşımızın sirkülasyonu, birkısım oluşumlar, birkısım süreçler, gelinen bir iktidar... Amaç, hizmet, bize göre, ikinci plana kalsın... İcraat, bize göre, üçüncü plana kalsın... Nedir birinci plan; ben, nasıl, rakip parti liderimi diri diri gömerim; ben, nasıl, rakip partimi dağıtırım, parçalarım... (DYP sıralarından alkışlar) Üzülerek söylüyorum, ana amaç, birinci etapta zihinleri ve gönülleri meşgul eden duygu böyle olunca, maalesef, Türkiye, onaltı ayın sonunda bu noktaya geldi.

Değerli arkadaşlarım, bu olayın araştırılması lazım.

Sonunda söyleyeceğim, belki sıkışıklıkta söyleyemem. Verilecek güvensizlik önergesine, Doğru Yol Partisi "evet" diyecektir. (DYP sıralarından alkışlar) Bu tablo, böyle devam edemez. Bu tablo, bu işin içinden çıkamaz. Bu tablonun, bu ipin ucunu, gerçekçi, hakka ve adalete uygun bir biçimde bulması mümkün değildir, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın buradaki konuşmalarında, maalesef, kendisine verilen büyük yanlış bilgiler var. 
Bir Sayın Başbakanın, çıkmış bir kanun, yapılmış bir icraat konusunda, kendi Partisine belirli bir avantaj çıkarması duygusunu da
anlıyorum; ama, bunun da bir ölçüsü var, bunun da bir nispeti var. Türkbank olayında, daha evvel, Türkbank'ın iki defa satışa çıkarıldığını, yatırılan teminatların yaktırıldığını, satıştan vazgeçirildiğini ifade ettiler. Değerli arkadaşlarım, bize intikal eden bilgilere, şu anda bizim bildiğimiz, Türkiye Cumhuriyetinin her türlü belgesine ve bilgisine göre, Türkbank, ne SHP-Doğru Yol Partisi iktidarı ne Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi İktidarı ne Anayol İktidarı ne de Refahyol İktidarı zamanında, Hazine tarafından, ne satışa çıkarılmıştır ne bu doğrultuda karar alınmıştır ne de böyle bir satışa çıkarılıp karar alınınca ondan sarfınazar edilmiştir, katiyen... Bunun, böyle bir şey olmuş gibi ifadesi, her şeyden önce, en hafif tabiriyle, gerçekdışı bir bilgidir.

Sümerbank olayı... Değerli arkadaşlarım, Sümerbank olayı, 1995'in kasım ayında ortaya çıktı. Şu Meclisin zabıtlarına söylüyorum: Sümerbank, ilk defa özelleştirilen bir kamu bankasıdır; bir. Sümerbank özelleştirilmeden evvel, Hazine ve ilgili birimler, başta cumhuriyet savcılığı olmak üzere, Bankalar Kanununa göre, bir banka sahibi olmanın gerektirdiği niteliklerin olup olmadığı konusunda her türlü araştırmayı sonuna kadar yapmışlardır; iki. Sümerbank özelleştirilmesi, örnek bir kamu bankası özelleştirilmesidir; üç. Sümerbank özelleştirilmesi, ne dün ne bugün ne de kıyamete kadar, Türkbank özelleştirilmesiyle aynı kefeye konamaz; dört. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, konu ortaya atıldığı için, burada, bir eleştirimi, özür dileyerek söylüyorum Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden de olsa: Mudisi var, mevduatı var, daha evvel özelleştirmeye ait bir kuruş borcu kalmamış, ödemiş; her türlü kanunî ve hukukî lazimeyi yerine getirmiş bir bankanın, hem de sadece Türkbank olayına muvazi bir hadise teşkil edilsin diye getirilmesini, mevcut ticaret hukukunun belirgin kaidelerine aykırı gördüğümü ve aynı zamanda, ileri sürülen iddiaların tamamen gerçekdışı olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, karapara olayı, aynen, 4046 sayılı Özelleştirme Kanununda olduğu gibi, çok açıktır, bir meseleyi yapabilmeniz için yasal altyapıya sahip olmanız lazım. Yasal altyapı olmadan hiçbir şey yapamazsınız. Karaparayı, Türkiye Cumhuriyetinin gündemine getiren Doğru Yol Partisi ile Refah Partisinin kurduğu koalisyon hükümetidir ve bu koalisyon hükümeti, karaparanın, ne şekilde yakalanması, ortaya çıkarılması, takip edilmesi konusunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, olmadık, görülmedik bir biçimde yasal baza oturtmuştur. (DYP sıralarından alkışlar) Ne zaman; 1996'nın aralık ayında yürürlüğe girmesiyle. Yetmemiştir, bunun üzerine -teknik ismini biraz evvel arkadaşım söyledi- Maliye Bakanlığında bir karapara kurulu kurulmuştur. Eğer, bugün karaparayla mücadele edebiliyorsanız, eğer bugün karaparayla ilgili elinizde dosyalar varsa, bunu, bizim hükümütemizin çıkardığı yasal altyapıya; yani, Karapara Kanununa medyunu şükran olduğumuzu lütfen, ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, kumarhaneler konusunda da, niye Sayın Başbakan böyle bir şeye iltifat etti anlamak mümkün değil. Kumarhaneler konusunu, Refahyol Hükümeti, hükümet tasarısı olarak Yüce Meclisin önüne getirdi ve bu yasa tasarısı kabul edildi. Sonradan, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından veto edilince, buraya geldi, görüşüldü ve yasa çıktı. Tasarıyı getiren bizim hükümetimiz; kanunlaşması bizim hükümetimiz zamanında ve veto edilmiş. Kanun sonradan kabul edilmiştir. "Kumarhaneleri biz kapattık" diyorsunuz...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Turizm Bakanı da karşı çıktı.

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Hükümetin sayın bakanının da -zabıtlarda var, ben, vakit geçmesin diye zabıtları okumuyorum- "bu iş, böylece oldubittiye getirilmeseydi keşke" diye, kanunun çıkma sırasında beyanatı var. Yani, sayın bakandan özür dilerim, bu, zabıtlarda olan şey. Keşke, bu iş, oldubittiye getirilmesiydi_ Yani, Hükümet sözcüsü "niye acele ediyorsunuz, bu kanunu niye çıkarıyorsunuz" diyor. Efendim, bu kanunun gereği, yararı, zararı_ Bahsi diğer olan olayı anlatıyorum, bir tespiti anlatıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, Sayın Başbakan "Doğru Yol ile Fazilet ne söylese haklıdır; amma velâkin, CHP!..." dedi. Sağ olsunlar, muhalefet olarak bizim haklılığımızı tespit ettiler. Sayın CHP hakkında kesinlikle bana söz düşmez, hakkım da değil, yetkim de değil; ama, bir grubun sözcüsü olarak arz ediyorum; yani, insaf, onaltı buçuk ay sizi taşıdı_
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Kan kusturdu, kan!..
ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - _onaltı buçuk ay, Başbakan ve bakanlarımız oldunuz, onaltı buçuk ay_ Bu, onaltı buçuk aydan sonra -ki, biz, niye bu kadar geç kalıyorsunuz diye de epey salvoda bulunmuş ve eleştiri yöneltmiştik- bir kalemde silinmesinin, biraz vicdan terazilerinde tartılması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, tabiî, şerefle gittiğimiz Anavatan Kongresinde, başta, hep beraber oturduğumuz, değerli Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımız tam ve full ve bu arada, naçizane bizlerin de, kendi hissesi nispetindeki kongre tarizlerini, burada açıkça ifade etme mecburiyetinde kaldığımı, Yüce Heyete arz ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, onaltı ay geçti. Gözlüğümü takayım ve size, Hükümet Programının birinci paragrafını okuyayım. Yorum getirmeyeceğim, ben, yorumlarımı ilave edeceğim; herkes, kendi vicdanında kararını versin:

"Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi, ülkeyi, 54 üncü Hükümet tarafından içine düşürüldüğü rejim ve devlet bunalımından kurtarmak, içeride ve dışarıda kaybolan güveni yeniden tesis ederek toplumdaki gerginliği ortadan kaldırmak ve uzlaşmayı güçlendirmek, ahlakî yozlaşmayı durdurmak, kamu yönetimindeki yıpranmaya son vermek, vatandaşın temiz toplum ve yönetim özlemini gerçekleştirmek, ülke ekonomisini yeniden üretken niteliğe kavuşturmak, devletin saygınlığını sağlamak konusunda bu koolisyonu kurmuşlardır."

Değerli Arkadaşlarım, sonuç hüsrandır...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) - Sana göre!..

ALİ ŞEVKİ EREK (Devamla) - Tabiî, bana göre, Aksi olamaz zaten; hep beraber aynı fikirde olmamız mümkün değil, Bana göre Öyle...


https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=364&P5=B&page1=11&page2=11

https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=364&P5=B&page1=12&page2=12



< https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem22/yil01/ss1153.pdf >

" https://tr.wikisource.org/w/index.php?title=TBMM_Susurluk_Araştırma_Komisyonu_Raporu/Bilgisine_başvurulanlar&oldid=51339"    

adresinden alındı. 

https://tr.wikisource.org/wiki/TBMM_Susurluk_Ara%C5%9Ft%C4%B1rma_Komisyonu_Raporu/Bilgisine_ba%C5%9Fvurulanlar#33-_SENAR_ER_13.1.199… 1/88 

KAYNAK İNDİRME ADRESİ;

https://docplayer.biz.tr/54992526-Tbmm-susurluk-arastirma-komisyonu-raporu-bilgisine-basvurulanlar.html



***

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 16

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 16






Başbakanlıkta kaybolan Emniyet Genel Müdürlüğü yazısı vesair bütün bunlar, çete, mafya ve Sayın Başbakan arasında zaman zaman bazı bağlantıların kurulduğunu açık seçik bir şekilde göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, tüm bu ilişkiler ağının adı, çetelerle mücadele değildir. Çetelerle mücadele, çetelerle bağlantı kurmak suretiyle, hukuka aykırı, kanuna aykırı, hukukun vermediği yetkileri kendi adına kullanmak suretiyle çetelerle bağlantı kurarak yapılamaz. Bunun adı çetelerle mücadele olamaz; olsa olsa, çetelerle ilişki olur, çetelerle muhabbet olur. (FP sıralarından alkışlar)

Aslına bakarsanız, Sayın Başbakan, ısrarla, Başbakanlığı bırakmamakta direnmeye çalışmaktadır. Bu, ister istemez, acaba, Sayın Başbakan, olayların kendisine daha fazla bulaşmasını önlemek için mi koltuktan vazgeçmek istemiyor sorusunu da gündeme getirmektedir.

Evet, niçin ve nasıl bir mücadele çetelerle?!. Bakıyorsunuz, birçok hadisede Hükümetin ihmali var, ilgili bakanların ve Sayın Başbakanın ihmalleri var. Malki cinayetinde, daha önce başlamış işlemler ancak bu İktidar döneminde, onaltı ay sonra aralanmaya başlamıştır.

Yine, Malki cinayetinin azmettiricisi Erol Evcil, bu İktidar zamanında, bu Hükümet zamanında elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkmıştır. Malki'nin bütün muhasebe kayıtlarını bilen Erol Erkohen adlı şahıs, bu kadar önemli bir sorgu aşamasında, yine bu Hükümet döneminde elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkmıştır. Üstelik, Malki cinayetinin örtbas edilmesinde rolü bulunduğu şüphesi olan Bursa Emniyet Müdürü Ahmet Demir'i, terfian, İzmir'e Emniyet Müdürü olarak atayan da bu Hükümettir, bu İktidardır; olaylar patlak verdikten sonra açığa almak zorunda kalmışlardır.

Çakıcı-Korkmaz Yiğit ilişkileriyle ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü yazısı, garip, hem de çok garip bir şekilde, yadırganacak bir şekilde, Sayın Başbakanın Özel Kaleminde kaybolmuştur. Hangi soruşturmayı başlatmıştır; niçin, nasıl kaybolduğuyla ilgili hangi mesafeyi almıştır? Sayın Başbakanın Özel Kaleminde böylesine bir evrak nasıl kaybolabilir? İlk işbaşına geldiği günden itibaren, çaycılar dahil, Başbakanlıktaki bütün personeli temizleyen, Özel Kalemine de en güvendiği mutemet isimleri, insanları yerleştiren bir Başbakanın, bu yazının burada kaybolduğunu söylemesi, hiç de inandırıcı değildir, ciddî bulunacak tarafı da yoktur.

Yakaladık dediğiniz çete bağlantılı isimlerden pek çoğu kendi zamanınızda yurt dışına çıkmışlardı, kaçmışlardı; Sedat Peker ve Kürşat Yılmaz, sizin zamanınızda yurt dışına kaçan isimler arasındaydı.

Çatlı'ya kırmızı pasaport verenlerle ilgili hangi işlemlerin yapıldığına değinmek istemiyorum.

İstediğiniz kaseti, Emniyetin bile, o kadar ısrarlı olduğunuz halde -sizin ifadelerinizle- aylarca size vermemesini neye bağlıyorsunuz Sayın Başbakan diye sormak, elbette, herkesin hakkıdır. Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat birimleri, acaba, size güvenmiyorlar mı?! Kutlu Aktaş raporuna istinaden başlayacağını söylediğiniz 6 ayrı soruşturma dosyasından henüz bir haber yok.

Evet, bütün bu ilişkiler, çete-mafya ilişkilerinin, karapara bağlantılı bir bölümünde bazı ipuçları verecek gelişmeler ortaya çıkmış olsa bile, bu gelişmelerin bir ucunun Sayın Başbakana kadar uzandığını göstermektedir. Çete-mafya ilişkileriyle mücadele, bundan ibaret değildir. Karaparaya bağlı hadiseler, sadece, bu büyük aysberkin küçük bir görünen yüzüdür; ondan daha önemli bir ana başka çizgi daha vardır ki, bununla ilgili olarak ortaya henüz hiçbir şey çıkmamıştır; hiçbir açıklık görünmemektedir. Evet, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun cinayetlerinin failleriyle ilgili hiçbir gelişme sağlanamamıştır; bir santimlik bir mesafe bile alınamamıştır. O halde, Sayın Başbakanın, çetelerle mücadeleden bahsetmeye hakkı olduğunu hiç kimse söyleyemez. Çetelerle mücadeleden bahseden Sayın Başbakan, ipin ucu eğer size kadar uzanıyorsa, bunun adı da hiçbir zaman mücadele olamaz. (FP ve CHP sıralarından alkışlar)

Televizyon programında hiç yalan söylemediğinizi ifade ettiniz; ama, vaktiyle "elimde bilgi var, belge var, kaset var" dediniz; daha sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Susurluk Komisyonu, elinizdeki belgeleri ve kasetleri istedi "bende, bilgi, belge, kaset yok" dediniz; Sarıyer Savcılığı istedi, yine "bende yok" dediniz. Demek ki, bazı söylediğiniz sözler gerçek değildir, doğru değildir. "Çakıcı'yla kasetim çıkarsa istifa ederim" dediniz; ama, Eyüp Aşık defalarca konuştu ve sizin bilginiz dahilinde konuştu. O halde, sizin doğrudan konuşmanızla, sizin bilginiz dahilinde bir bakanınızın konuşması arasında bir fark var mı?! Bu da, kendi sözlerinizle, istifanızı, bırakıp gitmenizi gerektirecek bir durum değil midir?!

Bütün bu yoğunluğun içerisinde, irticayı Türkiye gündemine almak için gece gündüz gayret sarf eden medyayı; irticayı gündeme yerleştirenlerin, şimdi nerede, ne yaptıklarını -konumuz dışında olduğundan- şimdilik bir tarafa bırakıyorum.

Çete-mafya sizin zamanınızda çözülmeye başlamadı; çete-mafyayla mücadele yıllar öncesinde başlamıştır. Bu konuyu gündemden indirmek için yoğunlaşan her türlü alternatif gündem oluşturma çabalarına rağmen, kamuoyunun bu konudaki duyarlılığı artmıştır; bu duyarlılık, çete, mafya, siyaset, bürokrasi ve işadamı bağlantılarının ortaya çıkmasında bir numaralı etken haline gelmiştir. Size rağmen Sayın Başbakan, devlet organlarında bu mücadeleye yönelik kararlılık artmıştır; şu anda yaşadığımız yoğunluk bunun ifadesidir. Hükümetin ifadesi ise, sadece bu işlere bulaşmış olmaktır.

Susurluk'u, bu Hükümet küçülte küçülte Türkbank ihalesine kilitlemiştir; ama, görünen odur ki, bunun altından da kendileri çıkmışlardır. Bu, çetelerle mücadele değildir, çetelerle mücadele böyle olmaz; yıllar öncesine dayanan geçmişleri vardır.

Öngörüşmeler sırasında, Sayın Başbakan "bizden önce açılmış bir tek karapara dosyası yoktur" dedi. Sayın Başbakanın dikkatlerini çekiyorum; karaparanın aklanmasının önlenmesiyle ilgili kanun, Refahyol Döneminde bu Meclisten geçmiştir, 9 Kasım 1996'da Resmî Gazetede yayımlanmıştır.17 Şubat 1997 tarihinde, Malî Suçları Araştırma Kurulunu, Maliye Bakanlığı bünyesinde ben kurdum. Bu kurulun çalışmalarıyla ilgili yönetmelik bizim zamanımızda hazırlanmıştır ve Cumhurbaşkanlığına gönderilmiştir. Hepsinden ötesi, Hükümetimiz döneminde, Kabinede bulunduğum dönemde, 17-19 Haziran 1997 tarihlerinde, Roma'da yapılan FAFT toplantısında, Türkiye'ye konulması muhtemel tedbirler, bu karaparayla ilgili yapılan çalışmalar sebebiyle o dönemde
engellenmiştir ve 55 inci Hükümete de, açılmış, incelemeye sunulmuş ve incelemesi başlatılmış bu karapara dosyaları devredilmiştir. (FP sıralarından alkışar) Dolayısıyla, Sayın Başbakanın, bu konuda, konuşması, ifadeleri doğru değildir.

Kumarhanelerin kapatılmasıyla ilgili olarak, Sayın Başbakan "biz kapattık" dediler. Kumarhanelerin kapatılmasıyla ilgili yasa Refahyol döneminde bu Meclisten geçmiştir, Sayın Cumhurbaşkanı veto etmiştir. (FP sıralarından alkışlar) Bu yasa tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiş, 55 inci Hükümetin Sayın Bakanı ve iktidar sözcüleri, bu kanun tasarısının yasalaşmasına karşı, komisyonda aleyhte görüş belirttikleri halde, muhalefetin direnmesiyle, bastırmasıyla ikinci kez Meclisten geçmiştir. (FP sıralarından alkışlar)

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Doğru değil.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Susurluk olayına, siz iktidar olmadan önce Türkiye Büyük Millet Meclisi el koymuştur ve 800 sayfalık tarihî raporu bu Meclis üyeleri hazırlamıştır. Susurluk Komisyonunda görev alan bütün değerli milletvekili arkadaşlarıma buradan teşekkür ediyorum; çünkü, bu rapor tarihî bir rapordur. Dolayısıyla, çetelerle mücadele, geçmiş yıllara dayanmaktadır.

Hayalî ihracat raporu yine bu Mecliste hazırlanmıştır. Yine, aynı şekilde, faili meçhul siyasî cinayetlerle ilgili komisyon bu Mecliste kurulmuş ve raporu bu Meclis tarafından hazırlanmıştır.

Susurluk raporu da, aynı şekilde, Meclisin olaya el koyması suretiyle hazırlanmış ve tamamlanmıştır. Susurluk'la ilgili, Başbakanlık Teftiş Kurulu, sizden önce görevlendirildi, sorumlular sizden önce yargıya intikal ettirildi Sayın Başbakan.

Çakıcı'nın parmak izi tespiti siz göreve gelmeden önce yapıldı, yakalanmasıyla ilgili ilk işlemler de Refahyol Hükümeti döneminde başlatılmıştır.

Malki cinayetiyle ilgili olayların üzerine gidilmesi, İstahbarat Daire Başkanı Orakoğlu'nun atanmasıyla sizden önce başlamıştır Sayın Başbakan. Cinayeti işleyen emekli polislerin fotoğrafları o dönemde tespit edilmiş, cinayetin örtbas edilmesinde rolü bulunduğu şüphesiyle, Bursa Emniyet Müdürü Ahmet Demir'in merkeze alınma kararnamesi, Köşke, Refahyol döneminde gönderilmiştir, siz, aynı müdürü terfien İzmir'e gönderdiniz.

Ömer Lütfü Topal cinayeti 1996'da aydınlatıldı, yargıya intikal ettirildi; cinayet şebekesi, özel tim polisleri de dahil olmak üzere, sizden önce tutuklandı, yargıya intikal ettirildi Sayın Başbakan.

İçinde, asker, sivil, polislerin de bulunduğu uyuşturucu, silah kaçakçılığı, gasp eylemleri olan Yüksekova çetesi, 21 Eylül 1996'dan itibaren çökertildi, sorumluları yargıya intikal ettirildi.

Adam öldürme, yaralama, kaçırma, alıkoyma gibi organize suçlar işleyen Söylemezler çetesi, olaylara karışan asker, sivil polislerle beraber tüm elemanlarıyla, 96'nın altıncı ayından itibaren yakalandı, tutuklandı ve yargıya intikal ettirildi.

Uyuşturucu kuryesi Dilek Örnek ve bağlantıları yakalanıp yargıya intikal ettirilirken, Sayın Mesut Yılmaz Başbakan değildi, iktidarda değildi.

Mehmet Ali Yaprak davası kapanmışken, 54 üncü Hükümetin Adalet Bakanının özel talimatıyla, bu dava yeniden açtırılmıştır. Kutlu Savaş raporunda, bu konuda bilgiler vardır.

1996-1997 yıllarında Mehmet Hadi Özcan çetesinin üzerine gidilmiş, 32 kişi tutuklanmıştır.

25 Ekim 1996'dan itibaren Ahmet Tekin Baykal çetesi çökertilmiştir, 91 kişi hakkında fezleke hazırlanmıştır, 46'sı yakalanarak tutuklanmıştır.

Nurullah Tevfik Ağansoy, Çakıcı'nın adamıyken, onunla ters düştüğü için öldürülmüş, 28.8.1996'dan itibaren olay çözülmüş, 9 kişi yargıya sevk edilmiştir.

Yine, 13.10.1996'da, İshak Manisa'nın kaçırılmasıyla ilgili çeteye bağlı 10 kişi yakalanmış, yargıya intikal ettirilmiştir.

10.9.1996 günü, Ferda Gökmen tarafından yönetilen 9 kişilik çete yakalanmış ve yargıya intikal ettirilmiştir.

Bunları peş peşe sıralamak mümkün. Yaşar Öz cinayeti sanıkları Hurşit Han ve daha niceleriyle ilgili örnekler verilebilir. Bu organize suçlarla ilgili, çete-mafya bağlantılarıyla ilgili çalışmalar, çabalar, yakalamalar, çökertilen çeteler, 55 inci Hükümet zamanında olmamıştır.

Dolayısıyla, Sayın Başbakanın, içinde bulunduğu karmaşık ilişkileri izah edebilmek için sığındığı bütün argümanlar havadadır, boşunadır, boşuna zorlamaktadır ve uğraşmaktadır. Çete-mafya ilişkileri, açıkça, doğrudan doğruya Başbakanı zan altında bırakmaktadır; çünkü, Sayın Başbakanın anlayışı ve olaylara bakış açısı, çetelerle mücadeleye elverişli değildir. Bu bir zihniyet meselesidir. Devletin âli menfaatları için, gerekeni, kanunları, hukuku tanımadan yaparım derseniz, bunu ifade etmeye çalışırsanız, bu zihniyet, çetelerle mücadele zihniyeti değildir. Eğer, kendiniz hakkındaki iddialara cevap vereceğiniz yerde, olayları başka yerlere bulaştırmak suretiyle kurtulmaya çalışıyorsanız, bu da çetelerle mücadele anlayışının ifadesi değildir.

Aynı zamanda, birbuçuk yıldır Hükümette olduğunuz halde hiçbir işlem yapmadığınız, tahkikat yapmadığınız, soruşturma başlatmadığınız konuları, âdeta bir şantaj aracı gibi, burada karşıt bir argüman olarak kullanmaya kalkarsanız, bu, Başbakanlık değildir. Şantaj için bilgi arşivlemek, hiçbir işlem yapmamak, hukuk devletinin gereği değildir; bunların tamamı çete ve mafya yöntemleridir. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakan, siz Hükümet olduğunuz günden itibaren, bir başka zihnî yanlış yaptınız; âdeta muhalefeti yok saydınız. Muhalefeti yok sayarak iktidar olunmaz, muhalefeti yok sayarak demokrasiye saygı olmaz; çünkü, demokrasileri demokrasi yapan, muhalefetin varlığıdır. İktidarlar diktatörlüklerde de vardır; ama, maalesef, Sayın Başbakan İktidarda olduğu sürece, Başbakanlık
koltuğunda bulunduğu sürece, âdeta muhalefeti yok saymıştır, muhatap almamıştır, normal ilişkilerini muhalefetle diyalogla geliştirmemiştir ve sürdürmemiştir.

İşte, bu Hükümeti yanlışların içerisine sokan, muhalefetle kurmadığı diyalogdur. Bu Hükümeti, çete bağlantılarının içerisine kadar sokan ilişkiler ağı, muhalefetin eleştirilerine kulak vermemesidir, muhalefetle diyalog kurmamasıdır ve muhalefeti yok sayma anlayışı, zihniyeti, sonunda, gelmiştir, bugün, bu Hükümeti gitme noktasına getirmiştir.

Bütün bu yanlış zihniyetlerin, bütün bu yanlış anlayışların ve yanlış hükümet etme yöntemlerinin terk edilmesi için, çete-mafya bağlantılarının uzandığı Hükümetin, 55 inci Hükümetin görevi bırakması gerekmektedir.

BAŞKAN - Sayın Şener, son 3 dakikanızı kullanıyorsunuz.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Evet, Sayın Başbakana, muhalefetle kurmadığı ve Hükümeti bitme noktasına getiren tavrı dışında şunu da hatırlatmak istiyorum: Tahkikatın selameti açısından, bütün bu sıraladığımız iddiaların gerçek boyutlarıyla ortaya çıkabilmesi açısından, Başbakanlığı bırakması gerekmektedir.

Malki cinayeti sebebiyle İzmir Emniyet Müdürünü kendileri olaylar patladıktan sonra görevden aldılar, görevden almak zorunda hissettiler; üstelik Bursa'da görevli değildi, İzmir'de görevliydi. Bunun, elbette ki, bir mantığı vardı. Bu mantık, olayların araştırılabilmesi, tahkikatın salemati açısından böyle bir görevlinin görevi başında kalmaması zarureti ve gerekliliğiydi. Yine, değişik olaylar vesilesiyle, Millî İstihbarat Teşkilatında, Emniyet Genel Müdürlüğünde, zaman zaman bazı görevlilerin görevlerinden alındıklarını biliyoruz. Bunun gerekçesi de tahkikatın selametidir.

Sayın Başbakanın çete-mafya bağlantılı kişilerle yoğun ilişkileri kendisi tarafından da itiraf edilmektedir. İki sayın bakanının, bu ilişkilerde, isimleri geçmektedir. Sayın Aşık, Sayın Başbakanın bilgisi dahilinde Çakıcı'yla defalarca görüşmüştür ve bu görüşmeleri sebebiyle, ortaya çıkan bant sebebiyle hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etmek durumunda kalmıştır. Sayın Aşık, bugün, Devlet Güvenlik Mahkemesinde hakkında dava açılmış bir kişidir. Sayın Aşık, bu görüşmeleri, Sayın Başbakanın bilgisi dahilinde, onun izniyle yaptığına göre, Sayın Aşık'ın gösterdiği davranış biçimlerinin hepsinin -kendileri "erdemli davranıştı" diyor- kendisi tarafından da gösterilmesi gerekir; en azından, Başbakanlığı bırakması ve olayların sağlıklı bir şekilde araştırılmasını sağlamaya yönelik engellerin önünü açması gerekir.

Bu bağlantılar içinde pek çok kişinin ismi geçiyor; ama, şunu hemen belirtmek isterim ki, bir Başbakanın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Teşekkür ediyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Şener.

Gruplar adına, bize ulaşmış başka bir söz talebi yok.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Grubumuz adına, Tokat Milletvekilimiz Sayın Ali Şevki Erek konuşacaklar.

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Ali Şevki Erek; buyurun efendim.(DYP sıralarından alkışlar)

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Erek...

Buyurun Sayın Yılbaş.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Biraz önce Fazilet Partisi adına konuşma yapan sözcü, gerçeği ifade etmeyerek... (FP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Hangi konuda efendim?

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Otur yerine, öyle bir şey yok.

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, olur mu? (DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...

Sayın Yılbaş, sizinle ilgili, doğrudan, bir gerçeği ifade etmeyen...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Ben de iktidarın bir parçasıyım. İktidarın bir parçası...

BAŞKAN - Sayın Yılbaş, böyle bir usulümüz yok. Çok istirham ediyorum.(FP sıralarından gürültüler)

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sataşma başka türlü nasıl olur? Müsaade edin bitireyim sözümü.

BAŞKAN - Efendim, bunu, ben sataşma kabul edersem, şu an iktidar partilerine mensup bütün milletvekillerine sataşma hakkı kabul etmem gibi bir durum ortaya çıkar ki, bunu yapamam. İstirham ediyorum efendim.

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, leb demeden leblebi diyorsunuz; ben daha sözümü bitirmedim ki...

BAŞKAN - İstirham ediyorum efendim...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Benim ne diyeceğimi duymadınız ki...

BAŞKAN - İstirham ediyorum...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Burada, yanlış, gerçeği ifade etmeyen konuşmalar yapılıyor.


17 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu, Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 15

TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu,  Bilgisine Başvurulanlar, BÖLÜM 15



Uğur Mumcu Cinayeti : 

Uğur Mumcu’nun C-4 plastik patlayıcısı ile öldürüldüğünü, bunun iz bırakmadığını, Malatya’da Tekin COŞKUN denilen kişinin evinde C-4 bulundduğunu, bu kişinin poliste gözaltına alındığını, kendisini Uğur 
TONİK adında İstanbul’da oturan yaşlı bir adamın kurtardığını, bu adamla da Tekin COŞKUN’la birlikte Büyük Otel’de görüştüğünü, Tekin COŞKUN’un Uğur MUMCU’nun aleyhine konuştuğunu, O’nun öldürtmüş olabileceğini, 
Tekin COŞKUN’un Alattin ÇAKICI’nın çok yakın arkadaşı olduğunu, çek-senet işiyle uğraştığını, bu nedenle başka şehirlerde de adamının olabileceğini, kendisinin evine giderek görüştüğünü, 361 30 45 çağrı ve 0542 231 
02 90 numaralı cep telefonu bulunduğu, bu kişinin Abdullah ÇATLI’yı da tanıdığını, 

Eşref BİTLİS Olayı : 

Eşref BİTLİS’in kesinlikle suikaste kurban gittiğini, C-4 bombası ile öldürüldüğünü, C-4’ün uçağa pilot elbisesi içinde sokulduğunu, Bursa’lı nöbetçi bir askerin bunu gördüğünü, Jandarma içinde de Eşref Paşa’nın suikastle 
öldürüldüğüne kanatinde olan pek çok insan olduğunu, ancak ortaya çıkarılmasının istenmediğini, Malatya’da Turan Abi gibi akrabalarının bulunduğunu, kendisinin onlarla da sürekli görüştüğünü, 

Bahtiyar AYDIN Olayı : 

Bahtiyar AYDIN’ı bir PKK itirafçisının öldürdüğünü, sebebinin de Silahlı Kuvvetlerde bir kesimin şiddettten yana olduğunu, bir kesimin de şiddete, öldürmeye karşı olan, halkı kazanalım dediğini, Bahtiyar AYDIN’ın 
terörle mücadelede şiddete karşı olan bir insan olduğunu, bu nedenle öldürüldüğünü, 

Hulusi SAYIN - İsmail SELEN Cinayetleri : 

Bunlardan birisinin sağcı, birisinin solcu olduğunu, bir zamanlar Jandarma’da SELENCİLER, SAYINCILAR olduğunu, ideolojik olarak ikiye bölündüğünü, birinin katilinin bir astsubay olduğunu, birisinin diğerine karşı misilleme olarak öldürüldüğünü, yani konunun tamamen ideolojik olduğunu, uyuşturucu falan olmadığını, bunlarda polisin herhangi bir katkısının olmadığını, 

Hakkâri Emniyet Müdürü : 

Şahsen tanımadığını, ancak Mahmut YAŞAR ve Cevat DEMİR adındaki uyuşturucu kaçakçılarının Polis tarafından istihbaratçı olarak kullanıldığını, bundan Emniyet Müdürünün mutlaka haberdar olduğunu, aranan 
bir şahsın güvenlik güçlerince kullanılmasının yasal olmadığını, bunu doğru bulmadığını, 

Operasyon ve İnfaz Timleri : 

Operasyon Timlerinin bir Yüzbaşının sorumluluğunda mutlaka rütbeli teğmen, üsteğmen, astsubay veya uzman çavuşlardan, yani gençlerden oluştuğunu, Yüzbaşıdan daha yüksek rütbede kimsenin operasyona katılmadığını, 
dikkat edilirse şehit olanların hep er, astsubay ve uzman çavuşlardan olduğunu, bunların vatansever, kahraman ve dürüst insanlar olduğunu, operasyon yapılacak yeryerin önceden planlanarak operasyon yapıldığını, İnfaz timlerinin ise üç kişiden oluştuğunu, çoğunlukla silahsız, korumasız insanlara yönelik olduğunu, bu insanların evlerinden alınarak infaz edilip bir dereye atıldığını, 

Öldürülen İtirafçılar : 

Üzümlü Karakolu Baskınından sonra teslim olan biri Suriyeli, diğeri Mardin’li 2 kızın Tugaya getirildiğini, sonra kaybolduklarını, yani infaz edildiğini, halbuki Tugayın gözaltına alma yetkisinin olmadığını, Bu itirafçıları kazanmak gerektiğini belirtmiştir. (Ek:225)

53- DİLEK ÖRNEK’ İN 02.031997 Tarihli İfadesinde; 

1974 yılında Hollanda’da doğduğunu, 22 yıldan beri ailesiyle birlikte Hollanda’da oturduğunu, Ortaokulu, yüksekokulu orada okuduğunu, ailesinin halen Hollanda’da oturduğunu, annesinin ev hanımı, babasının Lastik Fabrikasından emekli işçi olduğunu, her ikisinin de sağ olduğunu, bir ablasının iki küçük erkek kardeşinin olduğunu, 
1995 yılına kadar 2 yıl Mc Donald’da çalıştığını, sonra ayrıldığını, Daha önce Hollanda’da olan Teyzesinin 2 yıldan beri Ispanya’da oturduğunu, orada Teyzesinin kocası olan eniştesinin lokantacılık yaptığını, ayrıca ticaretle uğraştığını, 1,5 yıldan beri eniştesi Ercan DOĞAN’a kuryelik yaptığını, bu işe teyzesinin isteği üzerine başladığını, eniştesinin kendisine para vererek İstanbul’a gönderdiğini, ilk seferinde teyzesi ile birlikte İstanbul’a geldiğini, 
teyzesinin orada kendisini Mehmet ve Latif’le tanıştırdığını, daha sonra devamlı kendisinin yalnız geldiğini, kendisine teslim edilen PESETA (İspanyol parası ) cinsinden paketler halindeki parayı, Havaalanında kendisini karşılayan Mehmet ve Lütfi’ye arabalarının içinde teslim ettiğini, sonra Havaalanına yakın Çınar oteline gittiğini, hiç dışarı çıkmadan otelde bir gece kaldıktan sonra Swisair veya İberia uçaklarıyla Hollanda’ya döndüğünü, her türlü otel ve yolculuk masraflarını kendisine verilen paradan kendisinin karşıladığını, Bu paranın ne parası olduğunu kesinlikle bilmediğini, sormadığını, saymadığını, yalnızca parayı verip kendi parasını (her seferinde 4-5 bin mark) aldığını, kendisine teslim edilirken de paranın sayılmadığını, belgesiz teslim edildiğini, Eniştesinin “İstanbul’a gidince seni karşılayacaklar, ayrıca havaalanında kolaylık gösterecekler” dediğini, herhangi bir sıkıntı ile karşılaşırsa “Mehmetlerin misafiriyim” demesini tenbih ettiğini, parayı normal bir valizde getirdiğini, valizi bagaja verdiğini, çıkarken aldığını, hiç arama yapılmadığını, bir defasında aramak istediklerini, ancak orada birisinin geldiğini, “Tamam bu geçebilir” dediğini, bu yardımın bir ayarlama sonucu bilerek yapılıp yapılmadığını bilmediğini, Türkiyeye 10-15 defa bu şekilde para getirdiğini, bunun dışında da tatil için memleketi İskenderun’a gitmek 
üzere İstanbul’dan Adana’ya uçakla gittiğini, bu giriş çıkışları da sayarak 52 defa giriş çıkış yaptığını iddia ettiklerini, polisteki ifadesinde işkence ile tamamının para getirmek için olduğunu kabul etmek zorunda kaldığını, gerçekte bu iş için yalnızca 10-15 defa giriş yaptığını, kendisinin Hollanda vatandaşı olduğunu, 
Türkiyeye Hollanda Pasaportuyla giriş yaptığını, bazan da Türk Pasaportuyla giriş yaptığını, kendi adına tek pasaportu olduğunu, Kendisinden başka Parsel ve Simon’un da kuryelik yaptığını, beraber gelip gitmediklerini, onların da parayı 
Mehmet ile Latif’e verdiklerini sandığını, parayı verdiği Mehmet (ALAKENT) ve Latif’in halen firarda olduklarını, Anne ve babasının bu işi yaptığını bilmediğini, İspanya’ya giderken Teyzemlere gidiyorum diye gittiğini, masraflarını teyzelerinin karşıladığını söylediğini, kazandığı paraları ise harcadığını, anne ve babasının yakalanınca bu işi yaptığını öğrendiğini, ablasının ve kardeşlerinin kesinlikle bu işi yapmadıklarını, Garo’yu Hollanda’dan tanıdığını, kendisinin Kuyumculuk yaptığını, sık sık da İspanya’da eniştesinin evinde karşılaştıkları nı, Lokman’ı şahsen tanımadığını, Teyzelerinden Azer Döviz’in sahibi olarak adını çok duyduğunu, Feramez’in, Yusuf’un Lokman’ın ortakları olduğunu eniştesinden duyduğunu, ( bu İranlı Yusuf’un halen tutuklu olduğunu), Musavvat diye birini tanımadığını, Ayhan AKÇA’yı tanımadığını, ancak Narkotik’te kendisini gösterdiklerini, tanımadığını söylediğini, adını daha sonra mahkemede öğrendiğini, 34 B 2034 plakalı BMW arabayı da daha önce hiç görmediğini, yakalanınca narkotikte gördüğünü, Bundan 2,5 ay önce yakalandığını ve o tarihten beri Bayrampaşa cezaevinde olduğunu, kendisinden bir hafta sonra eniştesinin de Antalya’da tutuklanarak aynı cezaevine getirildiğini, cezaevindeki 
ihtiyaçlarının eniştesi tarafından karşılandığını, haftada bir dilekçe vererek eniştesi ile “eş görüşü” yaptıklarını, bu arada eniştesinin ihtiyacı olan parayı verdiğini, 

Eniştesi Ercan DOĞAN’ın 43 yaşında olduğunu, Tüarkiye’de herhangi bir siyasi partiyle ve ülkü ocaklarıyla ilişkisinin olmadığını, bunu kesinlikle bildiğini, 
Gardiyan Nebile ile Bayrampaşa cezaevinde tanıştığını, arkadaş olduklarını, çıkınca aramak için telefon numarasını aldığını, daha sonra kendilerinin Bakırköy Cezaevine nakledildiklerini ifade etmiştir.(Ek:226) 

54- Hurşit HAN 02 Mart 1997 tarihli ifadesinde; 

1955 Hakkâri-Yüksekova doğumlu, tahsilsiz olduğu, 10 kardeş olduklarını, Yüksekova’da şirketi, İstanbul’da Kapalıçarşı’da döviz bürosu bulunduğu, ancak Balkan Döviz bürosunu sattığını, bir şirketi olduğunu, memlekette iken koyunculuk yaptıklarını, 2 köyleri bulunduğunu, kendilerinin besleyip sattıklarını, maddi durumlarının iyi olduğunu, 

Körfez Krizi zamanında, Vali ve Kaymakam’ın Kuzey Irak’tan kaçanlar için para topladığını, kendisinin de Barzani’ye gönderilmek üzere adamları vasıtasıyla Belediye Başkanı’na 1 milyar lira verdirdiğini, bizzat Vali’ye veya Kaymakam’a vermediğini, Bunun Celal KORKMAZ tarafından yazılan Kurt Kapanı adlı kitapta 
yer aldığını, çünkü bu yazarın bu paranın verilişine şahit olduğunu, 14 Temmuz 1994 tarihinde güneydoğuda şehit olan asker ve polis eş ve çocukları için Ahmet YEŞİL ismindeki birinin telefonu üzerine Ahmet DEMİR adına 250 milyon lira yatırttığını, şahsen ne Yeşil’i, ne de Ahmet DEMİR’i tanımadığını, ancak Yeşil’in adını çok duyduğunu, Kendisi hakkındaki iddianın 750 kilo esrarla ilgili olduğu, önce oğlunun tutuklandığı, 2 gün sonra da kendisinin evden alındığını, ancak bu miktar bir esrarı yakalatan adamın kendisinin evde oturup tutuklanmayı 
beklemiyeceğini, kaçması gerektiğini, bunun bir tezgah olduğunu, sebebinin de ; Yeşil’in telefon ederek kendisinden para istediğini, sonra da eve 2 adet mektup bırakıldığını, “Çocuklarını alırız” dendiğini, “Akibetin Savaş, Hacı, Mecit gibi olur” dendiğini, vermeyince 750 kilo esrarı üzerlerine attıklarını, kendisi yakalandıktan sonra da aynı şahıs, ihbar eden şahıs eve 2 mektup daha attığını, önce malın yakalandığını, sonra kendisinin alındığını, işin içinde polis olduğunu, yani mektubu atanın polisle beraber çalıştığını, asıl sebebin ; kendisinin 
doğulu, yani kürt oluşu olduğunu, 6 aydır tutuklu olduğunu, ağabeyinin de kendisi ile beraber yargılandığını, Daha önce de akrabalarının, arkadaşlarının aynı nedenle öldürüldüğünü, Örnek olarak; Altındağ Nüfus Müdürü olan Kayınbiraderi ve dayısının oğlu olan Mecit BASKIN’ın sırf kürt olduğu için 1994 
yılında 3 kurşunla öldürüldüğünü, diğer kayınbiraderi Necip BASKIN’ın Yüksekova’da polis tarafından kaçırıldığını, öldürülmekten kılpayı kurtulduğunu, 
Dayısı oğlu Savaş BULDAN’ın 1993 yılında evden polis tarafından alındığını, içinde tarife göre Korkut EKEN’in bulunduğu Mercedes 300 bir arabaya bindirilerek Çınar Oteline götürüldüğünü ve işkenceyle öldürüldüğünü, sonra da Bolu Yığılca’ya atıldığını, O’ndan para istemediklerini, o zaman para meselesinin 
olmadığını, para işinin 1995’de çıktığını, Yine dayısı Hacı PARAY’ın da aynı şekilde öldürüldüğünü, Sağlık Bakanlığı Müfettişi hemşehrisi Namık ERDOĞAN’ı da Ankara’da alınıp götürüldüğünü, 

Aynı aşiretten Abdullah CANAN’ın da Mehmet Emin YURDAKUL adındaki subay tarafından alınarak öldürüldüğünü, Ayrıca Arkadaşı ve akrabası olan İran’lı Lazım İSMAİL’i aldıkları zaman kardeşini bırakacağız diye diğer kardeşinden 300 bin mark, 60 bin dolar aldıklarını, 13 gün sonra da 2 kişinin cenazesini getirdiğini, 
Yine arkadaşı Adnan YILDIRIM’ın aynen Savaş BULDAN gibi Korkut EKEN tarafından alındığını ve öldürüldüğünü,

Bu olayları birçok insanın bildiğini, ancak korkularından söyleyemediklerini, mesela; İstanbul’da ŞARKIT Otelinin sahibi Cumhur YARKIZ’ın çoğunu bildiğini, ‘ndan da para istendiğini, kendisinin bulunarak bilgisine başvurulması gerektiğini, 1994’de aynı şekilde şehit ailelerine diye Ahmet YILDIZ adına 250 milyon lira gönderen Ağa YILDIZ’ı tanımadı 1 Kategori: TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu Bu sayfa son olarak 25 Kasım 2013 tarihinde ve 12:34 saatinde düzenlenmiştir. Metin Creative Commons Atıf-Benzer Paylaşım Lisansı altındadır. Ek koşullar geçerli olabilir. Ayrıntılar için Kullanım Şartlarına bakınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 
Genel Kurul Tutanağı 
20. Dönem 4. Yasama Yılı 
22. Birleşim 23 Kasım 1998 Pazartesi
Oylama için 5 dakika süre veriyoruz.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Oy kullanma işlemi tamamlanmıştır.
Öneri kabul edilmiştir, karar yetersayısı vardır.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

BAŞKAN - Bu kısımda yer alan, Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük, Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, çete ve mafya liderleri ile doğrudan ilişki içinde oldukları ve özelleştirmelerde özellikle Türkbankın satışı ihalesinde devletin menfaatını gözetmeyerek görevlerini kötüye kullandıkları iddialarıyla Devlet Bakanı Güneş Taner ve Başbakan A. Mesut Yılmaz haklarında; Fazilet Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün, Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz ve Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener'in, çete ve mafya liderleri ile doğrudan ilişki içinde oldukları ve görevlerini kötüye kullandıkları, kamu ihaleleri ve özellikle Türkbankın satışı ihalesine fesat karıştırdıkları iddialarıyla Devlet Bakanı Güneş Taner ve Başbakan A. Mesut Yılmaz haklarında; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçel Milletvekil Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, mafya ve çete liderleri ile yakın ilişki içinde olduğu ve Türkbankın satışı ihalesinde bir işadamına fiyat teklifi ve para kredi temini konularında yardımcı olmak suretiyle ihaleyi yönlendirdiği iddiasıyla Başbakan A. Mesut Yılmaz hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca verdikleri ve Genel Kurulun 19.11.1998 tarihli 21 inci Birleşiminde gündeme alınması kabul edilen 11/19, 11/20 ve 11/21 esas numaralı gensorular üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Hükümet?.. Burada.

Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer sayın üyeye, Hükümet adına bir sayın üyeye ve şahısları adına iki sayın üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, siyasî parti grupları ve Hükümet için, alınan karar uyarınca, 30'ar dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır.

Sayın milletvekilleri, 30 dakikanın sonunda ek süre olarak yalnızca 3 dakika vereceğim; 3 dakikadan sonra, hiçbir surette süreyi uzatmayacağım. Lütfen, ne kürsüdeki arkadaşımız sayın hatip ne de salondan bir başka arkadaşımız veya ilgili siyasî parti grubu, buraya, süre uzatımı için müdahale etmesinler. 3 dakikalık ek süreden sonra hiçbir surette yeniden süre vermeyeceğim.

Gruplar adına henüz bir söz talebi yok.
Gruplar adına söz talebi?..
Efendim, çok fazla bekleyemem; şahıslara geçmek konumundayım.
Gruplar adına söz talebi?..
Sayın gruplar, son kez uyarıyorum...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Fazilet Partisi Grubu adına Sayın Abdüllatif Şener konuşacak efendim.
BAŞKAN - Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)
FP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen hafta görüşmelerini yaptığımız gensoru önergeleri üzerinde, Fazilet Partisi adına söz almış bulunuyorum, Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öngörüşmeler sırasında anlaşılmıştır ki, çete-mafya-siyaset ilişkileri, 55 inci Hükümette görev alan bazı bakanlara ve Sayın Başbakana kadar uzanmaktadır. Genel Kurul, geçen hafta, bu konudaki kanaatini 311 oyla belirlemiştir. Aslında, şu ana kadar meydana gelen somut gelişmeler de bunu teyit etmektedir. Bu ilişkilerin burada reddedilmesi mümkün değilir. Geçen hafta, muhalefet partileri bu konudaki, Hükümet, Sayın Başbakan ve çete-mafya ilişkileri konusundaki kanıtlarını, delillerini, bağlantıları uzun uzun açıklamışlardır; ancak, iktidar sözcüleri ve Sayın Başbakan, maalesef, bu iddiaları, bu bağlantıları reddedememiştir; yalnızca, polemiklerle, görüşmeleri geçirmeye çalışmıştır.

Oylama öncesinde, hafızaları yenilemek açısından, ben, sadece, Hükümetle, Sayın Başbakan ile çete-mafya ilişkileri arasındaki bazı kesitleri vermek istiyorum. Şu ana kadar çok sayıda kaset yayınlanmıştır. Bu kasetlerin düzmece olduğuyla ilgili iddia, kanıt ortaya konulmamıştır. Tüm bu gelişmeler, yayınlanan kasetler, diğer belgeler, bilgiler ve ortaya çıkan argümanlar değerlendirildiğinde, Hükümetle, Sayın Başbakan ile çete-mafya ilişkileri arasında önemli kesitler tespit etmemiz mümkündür, ana hatları itibariyle bunları vermek istiyorum.

Sayın Yılmaz'ın, Alaattin Çakıcı ile doğrudan veya dolaylı ilişkileri, bu belgelerden anlaşıldığına göre, muhalefet yıllarında başlamıştır. Devlet eski Bakanı Sayın Eyüp Aşık, Çakıcı ile defalarca ağabey-kardeş ilişkisi içerisinde görüşmeler yapmıştır, bu görüşmeleri Sayın Başbakanın bilgisi dahilinde yaptığını söylemiştir ve Sayın Başbakan da "evet, Sayın Eyüp Aşık bütün bu görüşmeleri benim bilgim dahilinde yaptı" diye onaylamıştır, ifade etmiştir. Hatta, Yılmaz-Aşık-Çakıcı ilişkilerinde, 54 üncü Hükümeti devirmek ve iktidar olabilmek amacına yöneldiği izlenimini veren görüşmeler ve konuşmalar vardır. O dönemde, Refahyol Hükümetini zora sokmak kastıyla, Sayın Mesut Yılmaz ve Eyüp Aşık'ın isteği üzerine, Alaattin Çakıcı'nın Flash-TV'de konuştuğu bilinmektedir. Aşık-Çakıcı kasetinde aynen şöyle denilmektedir, Çakıcı, Sayın Aşık'a şöyle diyor: "Hiçbir zararım olmamış, sadece Mesut Beye benim faydam olmuş. Bana bir banka teklif ettiler... Ben dedim ki, ben, ne Mesut Beyi ne de Eyüp Ağabeyi asla yarı yolda bırakamam, ben bu televizyon konuşmasını yapacağım." Evet, olay, sadece Çakıcı'nın televizyonda konuşması değildir. Çakıcı da, Sayın Yılmaz'dan, ilgili oldukları konuda bir konuşma yapmasını istemektedir. Bakın, kasetteki ifadeler aynen şöyle:

https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tutanak_b_sd.birlesim_baslangic_yazici?P4=364&P5=B&page1=5&page2=5


Çakıcı: "Bir gün Ömer Göktuğ dedi ki, ben Eyüp Beyle konuştum, Mesut Bey televizyona çıkacak "

Sayın Aşık: "Çıktı çıktı; grup toplantısında, aynı, Ömer'in istediği gibi açıklama yaptı."

Değerli milletvekilleri, bir muhalefet lideri, çetelerin isteğiyle konuşur mu; elbette ki, konuşmaz. Bu kasetin düzmece olmadığını Sayın Aşık ve İktidar sözcüleri ifade ettiler. Bu bölümdeki ses, eğer, Sayın Aşık'a aitse "çıktı, çıktı; grup toplantısında, istediğini, söyledi" cümlesi ne anlama geliyor? Yok, eğer "kasetin birçok bölümü doğrudur; ama, bu cümle Sayın Aşık'a ait değildir" diyorsanız, susmayın, polemik yapmayın, gelin ve deyin ki, bu cümleler Sayın Aşık'a ait değildir; ama, yalnızca söylemek de yetmez; eğer, öyleyse, tarafsız bir kriminal laboratuvar raporuyla da durumu ispat edin; çünkü, iddialar, son derece ciddî ve son derece de vahimdir.

Anasol-D Hükümetinin kurulmasına hizmet ettiğini ileri süren Çakıcı "benim, bu Hükümetin kurulmasında yüzde 30 payım var" diyor. Bunlar, gerçekten ciddî iddialardır ve gerçekten, polemiklerle geçiştirilemeyecek iddialardır; düzeltilmesi gerekmektedir.

Ataç-Çakıcı, Aşık-Çakıcı kasetlerindeki bir başka nokta, daha vahim bir ilişkiyi ortaya çıkarmaktadır. Emniyet, Çakıcı'nın Amerika'da yakalanması için bir ekip göndermeye hazırlanıyor; birileri, Çakıcı'ya "kaç" diye haber gönderiyor. Bu haberi kim gönderdi? Temel soru bu. Aşık-Çakıcı kasetine eğer itibar edilecek olursa "kaç" haberini gönderenin Sayın Mesut Yılmaz olduğu sonucu çıkmaktadır. Konuşma aynen şöyle: Çakıcı "hatta, o zaman, sen bana 'Mesut Bey bana dedi ki, işte, Alaattin'e ulaşırsan söyle, Amerika'ya onun için buradan bir ekip gitti de' dedin. Ya abi, ben, senin lafından sonra hemen yer değiştirdim, Kanada'ya çıktım" diyor, Sayın Aşık da "yaa... Amerika'ya gönderdikleri adamı biliyorsun daa, adı Şentürk, Şentürk Demiralp. Ben, onu bir arayayım, çağırayım, bir konuşayım onunla, bakayım, ne biliyor" diyor.

Bunlar yalanlanmamıştır; bu konuşmaların düzmece olduğuyla ilgili kanıtlar, tahliller henüz ortaya konulmamıştır.

Görüldüğü gibi, ilk başlarda, Çakıcı, Sayın Yılmaz'a toz kondurmuyor. Yine bu kasetlerden anlaşılan, muhalefetteyken başlayan bu biriken ilişkilerden Sayın Başbakan kurtulmak istiyor. Sonra, Çakıcı, emin bir kaynaktan, Başbakanın, kendisini ölü yakalatma talimatı verdiğini duyuyor, ihanete uğradığını düşünüyor, durumu izah edemiyor ve Sayın Eyüp Aşık'a "adamcağız, hem haber verip hem de benim canımı neden istesin" diye soruyor. Sayın Aşık da, ikna edebilmek için "sen, bana söylesene... Sana bunu söyleyeni iyi takip ettin mi; yani, dost bir adam mı? Seni Mesut Bey'le takıştırmak isteyebilirler" diye yatıştırmaya çalışıyor; ama, Çakıcı ikna olmuyor ve "Mesut Bey benim için önemli değil, siz önemlisiniz. Daha evvel yumruğu yedi, bak... Mesut Bey, kendine hizmet eden adamı sevmez" diyor.

Evet, bu konuşmada da, yumruk ve kendisine hizmeti, Budapeşte olayıyla ilgili pek çok soruyu gündeme getiren ipuçları vermektedir. Bu, hangi hizmettir; Çakıcı'nın Sayın Başbakana yapmış olduğu hizmet, hangi hizmettir?

Çakıcı, Erol Evcil ile konuştuğu kasetlerinden birinde de aynen şöyle diyor: "Beşinci sınıf adam yumruk attı, deve gibi yere yatırdı. Seninle haber yolladı 'bitirebilir mi bu işi' diye..."

Bu konuşmalar doğruysa, Çakıcı'nın Sayın Yılmaz adına bitirmesi gereken iş neydi; bu, son derece de önemli bir sorudur ve Budapeşte'de aydınlanmayan da bir yığın soru vardır. Almanya dönüşü, 23 Kasım 1996'da, Sayın Yılmaz niçin Budapeşte'ye gitmiştir? Yakıt ikmali amacıyla uğradıklarını söylemişti; öyleyse, neden Almanya'dan ayrılmadan önce Budapeşte Otelinde rezervasyonunu yaptırmıştır? Olaydan sonra Macar polisine şikâyetçi olmadan hemen Budapeşte'yi niçin terk etmiştir? Önce "bana yumruğu Çatlı'nın arkadaşları attı" diye açıklama yaptıktan sonra yumruğu atan Veysel Özerdem'den niçin şikâyetçi olmamıştır? Sayın Başbakanın bir suçludan şikâyetçi olmama, onu affetme hakkı ve yetkisi var mı? Bir şahıs olarak düşünülebilir; ama, bir Başbakan olarak böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur. Niçin; tehdit altında mıydı acaba? Yoksa, hangi pazarlıkların ve neye bağlı görüşmelerin ve konuşmaların arkasından bu aflar ve şikâyetçi olmamalar çıkmıştır? Sayın Yılmaz'ın şikâyetten vazgeçmesinde Çakıcı'nın rolü var mı? Üç Anavatan Partili milletvekilinin Özerdem'i ikna için Budapeşte'ye gidişinde gariplikler yok mu? Sayın Başbakanın üzerini örtmek istediği ne gibi bir olay cereyan etmiştir; orada bunun bilinmesi lazım ve bu olayda, Evcil, niçin, nasıl bir aracılık yapmıştır? Bu ve buna bağlı pek çok soru peşpeşe sorulabilir.

Evet, Malki cinayetinin azmettiricisi Erol Evcil ile Sayın Başbakan iki defa görüşmüştür; birinde beş saat, diğerinde ikibuçuk saat görüştüğü ifade edilmiştir; ama, Sayın Başbakan "ben görüşmedim; getirdiği şahısla görüştüm; kendisi kapıda bekledi" diyor. beş saat boyunca Evcil'in getirdiği şahısla nasıl konuşabilmiştir, görüşebilmiştir, zaman ayırabilmiştir?

Sayın Başbakandan Evcil'in bir kişiyi, daha önce kendisinin Emniyet Genel Müdürü yapmak istediği bir kişiyi, MİT Müsteşar Yardımcısı yapmasını istemesi hangi cesaretle ortaya çıkmıştır? Bu samimiyet nereden gelmektedir? Çakıcı da, bu kişi hakkında "erkek adamdır, ağabeyimdir, Emniyet Genel Müdürü falan derken, pat... Bal oldu bal. İnan diyorum, Türkiye Cumhuriyeti yeni bir devreye giriyor. Çok sevdiğim bir adam; benim için bir amca, bir dayı gibidir" diyor. Demek ki, Sayın Başbakanla, Çakıcı'nın sevdiği insanlar zaman zaman çakışıyorlar, aynı isimde ittifaklar kurulabiliyor.

Evcil ile İl Başkanı milletvekili ilişkilerini bir tarafa bırakıyorum, Çakıcı-Korkmaz Yiğit-Türkbank ihaleleri konusuna da girmek istemiyorum; çünkü, öngörüşmelerde, bu konuda ayrıntılı görüşler, düşünceler, yorumlar, tahliller ortaya konuldu.

Korkmaz Yiğit-Çakıcı ilişkilerini dört ay önceden haber aldığı halde ihale onaylanmıştır sayın ilgili bakanlık tarafından. Sayın Başbakan, yine, bu Türkbank ihalesi konusunda, ihalenin Korkmaz Yiğit'e verilmesini yönlendirmiştir; gizli kalması gereken teklif miktarlarını aracılara açıklamıştır; aracılık yapanlar, karşılık olarak bir televizyon kanalını almışlardır ve sıradışı sayısız ilişki ortaya ortaya çıkmıştır. Bu ilişkiler, Sayın Başbakanın televizyonda yaptığı beş-beş buçuk saatlik konuşmada da, açıklamalarda da aslında teyit edilmiştir, itiraf edilmiştir.

16. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***