24 Mart 2016 Perşembe

“Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor”




“Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor”



Metin Kale - 




10 Kasım 2015

“Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor”

“Efendiler!
Eğer bu Millet, bu Memleket, parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında, Şunun bunun Şahsi şerefi de Parça Parça olur. Biz o Genel şerefi kurtarabilmek için, harekete geçen millete Ruhumuzla katıldık. Katılmamıza mani olabilecek şahsi rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik, bir gaye uğrunda feda ettik (…) Bunu anlamayıp da, milleti hala kendi kafalarının keyfine göre, idare etmeye kalkışan kuvvetler artık birer belâdır. Belâ çekmeye de bu milletin artık tahammülü kalmamıştır.” ATATÜRK

Türk Devriminin ve Anadolu Türk Aydınlanmasının yaratıcısı olan Atatürk, kısa hayatının 26 yılını asker olarak yaşamış ve bunun da 11 yılında savaş alanlarında muzaffer bir komutan olarak bulunmuştur. Henüz daha 16 yaşındayken, Manastır Askeri Lisesi’nde Sıtma’ya yakalanmış, Trablusgarp’ta gözlerinden ve Dünya Savaşının sonlarında böbreklerinden rahatsızlanmıştı. 1920 de dalak büyümesi saptanmış, Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde ve 1927 de iki kez kalp krizi geçirmişti. Görüldüğü gibi Atatürk ne yazık ki, sağlıklı bir bünyeye sahip değildi.

Atatürk’ün sağlığı 1935’den sonra bozulmaya başladı denilebilir. Karaciğer yetersizliğinin ilk belirtileri olan kaşıntı, burun kanaması, halsizlik ve yorgunluk 1937 yılında başlamıştır. Bu dönemde karaciğer hastalığı olabileceği düşünülmediği gibi şikayetleri günü birlik giderilmeye çalışıldı. Falih Rıfkı o günleri anlatırken diyor ki, “ Atatürk bizim elimizden, yirminci asrın en büyük milli kahramanı milletinin elinden, bir büyük deha insanlığın elinden gidiyordu”

Atatürk 21 Ocak 1938’de kaplıca sularından faydalanmak ümidiyle Yalova’ya gelir. Kaplıca Prof. Nihat Reşat Belger’in yönetimindedir. Belger,  karaciğerde büyüme ve sertleşme saptar. Kaşıntı ve burun kanamasını da buna bağlayarak siroz tanısı koyar. Etraftakiler telaşlanırlar ve hemen Ankara’dan özel doktoru olan Neşet Ömer çağırılır. Neşet Ömer de muayene eder, tanı doğrudur. Ne yazık ki, tanıda bir gecikme olmuştur.

Eğer tanı erken konulsaydı, Atatürk daha bir süre yaşayabilirdi belki, ama O’nun gibi yüksek şahsiyetler kendi alışkanlıkları içinde kendilerini bulurlar ve bu alışkanlıklar içinde yaşarlar. Atatürk Yalova’da 11 gün gerekli istirahat ve tedaviden sonra kısmen iyileşir.  Bursa’ya gelir ve Merinos’un açılışını yapar. Akşam Çelik Palas’ta şerefine verilen baloda vals yapar, sonra orkestradan Sarı Zeybek çalmasını rica eder. Bir kahramanlık ayini yaparcasına Zeybek’i oynayan Atatürk kadere ve doğaya karşı başkaldırıp, yıkılmadığını, ayakta kaldığını ispat etmek ister gibidir. Balodan çıkışta tek başına yürürken yorulduğunu hisseder, arabasına bindiğinde şoföre “ Çabuk ol çocuk, üşür gibi oluyorum…” der. Yaveri arabanın camlarını kapatırken “Ne güzel bir geceydi” sözleri dökülür dudaklarından.

Ertesi günü Mudanya üzerinden İstanbul’a, Dolmabahçe Sarayı’na gelir. Uyandığında ateşi vardır, Neşet Ömer “ Zatürre ” tanısı koyar. Bir hafta tedaviden sonra Balkan Antant’ı sebebiyle Ankara’ya geçer. 27 Şubat’ta Balkan devlet adamlarıyla görüşmelerde bulunur, akşam verilen davete katılırsa da ayakta duramayacak haldedir. Başbakan Bayar, yurtdışından uzman getirilmesine izin istediği halde Atatürk “ Ortada Hatay Sorunu var. Hastalığım hariçte duyulursa fena olur ” diyerek karşı çıkar. Atatürk’ün sağlık durumu hakkında ilk konsültasyon 6 Mart günü yapılır. Türklüğün bu büyük dehası artık dönülmez bir yolda ve sonsuz ölüm ülkesinin eşiğine doğru ağır ağır ilerlemektedir.

Mart’ın 16’sında Başbakan Bayar’a “Çocuk, ne yapacaksan çabuk yap. Ben hastayım” demesi üzerine Paris Tıp Fakültesi’nden aynı zamanda Patolog da olan, karaciğer uzmanı Prof. Fissenger davet edilir. Fissenger 28 Mart günü Çankaya’da Atatürk’ü muayene eder ve karaciğerde büyüme ile karında sıvı saptar. Ayrılırken Fissenger Başbakan Bayar’a “Söylediklerimi yaparsa 7-8 yıl daha yaşayabilir” demesine karşın, Atatürk sadece 3 gün önerilerine uydu.

Ne acıdır ki 1938’in 19 Mayıs törenleri O’nun Ankaralılarla son buluşması olacaktır. Törenden hemen sonra Hatay sorununa verdiği önemi göstermek amacıyla, kendisine son darbeyi vuracak olan yorucu Mersin ve Adana seyahatlerine çıktı. Bu seyahatler sonunda Fransız hükümeti Hatay konusunda tüm koşullarımızı kabul ettiklerini açıkladılar.

Adana’dan Ankara’ya döndüğünde bitkindir. Ertesi gün pek yorgun olarak İstanbul’a hareketinde Gar’da, Şükrü Saraçoğlu’nun Falih Rıfkı’nın kulağına eğilerek söylediği şu sözler durumu açıklar niteliktedir: “Falih, Atatürk’ün derisinin rengine bak. Bu bir ölü rengi”. 27 Mayıs’ta İstanbul’a varır. Önce Savarona Yatında, sonra Dolmabahçe Sarayındaki sıkıntılı dönem başlar. Buldurduğu Tıp Sözlüğünden hastalığı hakkında oldukça bilgi edinmiş ve ne yazık ki, bundan kurtulamayacağını anlamıştır. Haziran ile birlikte sıkıntıları giderek artmaya başlar. 8 Haziran’da ikinci gelişinde Fissenger hastalığın ilerlemiş olduğunu görür. 19 Haziran’da Romanya Kralı Karol’u kabul edip, ertesi gün de dörbuçuk saat süren Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder. Durumu giderek bozulunca 8 Eylül’de Fissenger 3. kez gelir.

Her ne kadar Atatürk’ün ölümüne sebep olan hastalığın “alkole bağlı siroz” olduğu kabul ediliyor ve Türk doktorlar ile Avrupa’dan çağrılanlar arasında görüş birliği var gibi görülse de, 8 Eylül’de Neşet Ömer, Nihat Reşat Belger ve Fissenger tarafından imzalanan ortak raporda Fissenger “Laennec tipi skleroz hepatit yani alkole bağlı siroz olamaz. Söz konusu olan Hanot tipi hipertrofik skleroz hepatittir, yani alkol dışı bir nedene bağlı sirozdur” notunu düşmüştür.

Atatürk doktorların alkol konusundaki uyarılarını hem ciddiye almıyor hem de inanmıyordu. Bir gün Hasan Rıza Soyak Atatürk’e dilinin döndüğü kadar ve nezaketle ve hoşgörüsüne sığınarak “her akşam içmekten vazgeçmesini ve böylece bundan kendisinin de memnun kalacağını” ifade edince, “Haklısın, bunları ben de bilmez değilim çocuk. Fakat ne yapayım ki, içmeye mecburum. Kafam çok, ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor. Vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum…” demiştir. Daha hastalığın başlangıcında İsmet Paşa’ya “ben bunun alkole bağlı olmadığını göstereceğim” dediyse de ne kendisi, ne de bundan kuşkulananlar gerçeği zamanın koşulları içinde hiçbir zaman öğrenemediler.

Tanıda geç kalındığını Atatürk kendisi de fark eder ve Cenevre’de bulunan Afet İnan’a 14 Haziran’daki mektubunda şunları yazar: “Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri nedeniyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Zamansız ayağa kalkmak, yürümek, burunda yapılan atuşmanlar üzerine gelen kusma, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir”

Çok istemesine karşın o yılki Zafer Bayramı törenlerine katılamaz. Sabiha Gökçen’e “Ulusal heyecan 1922’lerdeki gibi ayakta tutulabiliyor mu? Gazeteler 30 Ağustos’un önemini iyi belirtmişler ve iyi değerlendirmişler mi?” diye sorar. O günlerde Berlin’den G. Bergmann ve Viyana’dan H. Eppinger gibi uzmanların gelmesi de durumu değiştirmez.

7 Eylül günü, Trablusgarp’ta Tabip Binbaşı olan Mim Kemal’le, Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal’i kader yine karşı karşıya getirdi. Mim Kemal meşhur bir Profesör olmuş, arkadaşı Binbaşı Mustafa Kemal ise, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür artık. Ancak Atatürk ağır hastadır, karnındaki asitten mustariptir. Mim Kemal Öke 7 Eylül’de karnından sıvı alırken (ponksiyon yaparken) Atatürk, ona “ Haydi bakalım, Trablusgarp’ın Mim Kemal’i! Mustafa Kemal elinde…Suyu nasıl bir iğne ile alacaksın? Yanındakilere hissettirmeden gösteriver.”

Dr. Mim Kemal iğnenin ucunu gösterir ve “ Lütfen itimat ediniz Atatürk…Lütfen. Trablusgarp’ın Mim Kemal’ine olduğu kadar itimat ediniz. Ne bir şey duyacaksınız, ne de en ufak bir ihtilat, tehlike ihtimali var. Üzerinizdeki bu ağır yükü alacağız ve rahat edeceksiniz ” Mim Kemal’in asit’i almasıyla Atatürk rahatlar tabii.

Vasiyetini 15 Eylül’de yazdırır. 18 Eylül’de Dolmabahçe’de Başbakan Bayar ile 4 yıllık ekonomik planı görüşür. Bayar’a  “Bizim bu işleri bitirebilmemiz için en çok 3 yıla ihtiyacımız var… Bir umumi harbi bu yıl değil, gelecek yıldan itibaren beklemelidir” sözleriyle bir öngörüde daha bulundu.

İlk komaya 21 Eylül’de girdi. İki gün sonra gözlerini açtığında başucunda bekleyen Afet İnan’a “…Ölüm demek böyle olacakmış, kızım” sözleri dökülür ağzından. 16 Ekim günü 4 gün süren bir koma dönemi daha oldu. 29 Ekim’de durumu iyice ciddileşince, törenlere katılamayacağını anlar ve yapacağı konuşmayı Bayar’dan rica eder. Dolmabahçe önünden geçen gençlerin coşkusu karşısında Neşet Ömer ve Salih Bozok’a  “Duyuyor musunuz? Cumhuriyeti emanet ettiğimiz gençlerimiz... Öyle bir nesil yetişiyor ki, bu neslin heyecanı, yurt ve bayrak aşkı köreltilmeyecek olursa, dünyanın en mutlu ülkesi biliniz ki, Türkiye olacaktır. Gençliği köreltmek isteyenler çıkacaktır. Tarihe bakınız, ulusların mutluluğuna, esenliğine gölge düşürecek bedbahtların çıktığını görürsünüz” diyerek bir kez daha gençliği verdiği önemi dile getirir.

8 Kasım’da girdiği komadan çıkamayan Atatürk, 10 Kasım günü son nefesini verirken, başucundaki doktorlar derin bir sessizlik ve keder içinde ölüm raporunu düzenledikleri sırada Hasan Rıza Soyak’ın şu sözleri yankılanır: “Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor.”

Atatürk’ün ülkesine adadığı 57 yıllık yaşamı sona erer, ancak kendisi bu gerçeği daha önceleri belirtmiş ve “  Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır ” demişti. Ölümü üzerine Falih Rıfkı diyor ki“ Atatürk’ün ölümünü görmüş olanlar, bir daha kime ağlayacaksınız? En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü ”

Hayatını ve şahsiyetini, yok olmaktan kurtardığı Türk ulusunun hizmetine sunan, Türk’ün gıpta ettiği, övdüğü ve övündüğü niteliklerin hepsini kişiliğinde barındıran Atatürk, hala Türk ulusuna ruhundaki ateşten canlılık vermektedir. Aziz hatırası sönmez bir meşale olarak ruhlarımızı daima ateşli ve uyanık tutmaya devam edecektir.
Prof. Dr. Metin Kale,


.

23 Mart 2016 Çarşamba

PKK Rahat bir nefes alacak! Kılıçdaroğlu'na PKK desteği!



PKK Rahat bir nefes alacak! Kılıçdaroğlu'na PKK desteği!



İnan Kahramanoğlu

CHP'nin Gerçek Seçim Sloganı: 


PKK RAHAT NEFES ALACAK 
KILIÇDAROĞLU 
YIL 2011






















































Kılıçdaroğlu, kaset komplosuyla gelir gelmez ilk sözü Apo'yu affa evet diyecekleri oldu. Geçtiğimiz haftaki Hakkari mitinginde ise Tayyip'in bile vaadetmeye cesaret edemediği özerklik talebiyle çıktı kar?ımıza. Hakkari mitinginin bir özelliği daha vardı. PKK'lılar tarafından doldurulan kalabalıkta hiç kimsenin elinde Türk bayrağı yoktu.

Genel başkanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra PKK'lı teröristlere "genel af"tan bahseden, anadilde eğitim ve Kürtçe yayın başta olmak üzere pek çok PKK talebinin savunuculuğuna soyunan Kemal Kılıçdaroğlu, seçime sayılı günler kala Kürtçülük gazına iyiden iyiye basmış durumda.
Hâl böyle olunca da Tayyip Erdoğan'ın Kepenk kapatılarak karşılandığı Doğu ve Güneydoğu illerinde Kemal Kılıçdaroğlu, PKK'nın örgütlediği büyük kalabalıklara hitap ederek adeta gövde gösterisi yaptı.
CHP'nin eski lideri Deniz Baykal'ın iki yıl önce yumurtalı ve taşlı saldırılarla karşılaşıp, ancak bir avuç CHP'liye, o da polis korumasında seslenebildiği Van'da da durum farklı değildi. Kılıçdaroğlu, Yeni CHP'nin genel başkanı olarak Baykal'dan iki yıl sonra gittiği Van'da davul zurna eşliğinde ve kitlesel bir katılımla karşılandı.
Kılıçdaroğlu'na yönelik bu ilginin ve açık desteğin sebebi nedir peki?
Ne değişti?
CHP'nin bu bölgelerde büyük bir oy patlaması yapması zaten mümkün değil. Nitekim Kılıçdaroğlu da bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyor:
"Mitinge gelenlerin hepsinin bize oy vermesini beklememeliyiz" diyor.
BDP'nin resmi olarak miting katılımını örgütlediğini açıklaması da düşünülürse toplanan kalabalıklar zaten PKK'nın kalabalığı.
Nitekim çeşitli basın yayın organları PKK mitingine katılanların CHP mitinglerinde hazır kıta olarak bulunduklarını fotoğraf ve kamera kayıtlarıyla belgelediler.
Dolayısıyla CHP'ye yönelik bu ilginin sebeplerini CHP'nin bölgede güçlenmesinden çok Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlık koltuğuna oturduktan sonra açıkladığı Kürt politikasında aramak gerek. CHP'nin PKK'yı bu denli memnun eden yeni Kürt politikası CHP'ye yönelik PKK desteğinin de başlıca sebebi.
Kılıçdaroğlu'nun Tunceli, Van, Bitlis ve Hakkari mitinglerinde söylediklerinden sonra PKK'nın bütün gövdesiyle Kılıçdaroğlu'nun arkasında yer alması da bu açıdan bakıldığında hiç şaşırtıcı değil.
PKK ve CHP arasındaki iyi niyet gösterileri zaten uzunca bir süredir herkesin gözü önünde cereyan ediyordu.
Diyarbakır'da PKK'lı terörist cenazelerini bahane ederek yapılan kepenk kapatma eylemine CHP Diyarbakır İl Başkanlığının katılması, CHP-PKK arasındaki bu işbirliğinin önemli bir göstergesiydi.
Nitekim CHP genel başkan yardımcıları Sena Kaleli ve Sezgin Tanrıkulu'nun kepek kapatma eylemlerini "halkın kendi iradesi ile yapılmış eylemler" olarak göstermesi ve Kılıçdaroğlu'nun da bu eylemlere destek veren açıklamaları da bu "kepenk kardeşliği" görüntüsünün hemen arkasından geldi. Yıllardır PKK'nın değişmeyen eylemlerinden birisi olan kepenk kapatmalar CHP lideri ve yardımcıları tarafından "halkın kararına saygılıyız" denilerek açıkça desteklendi.
Ve ilginçtir; tek bir CHP örgütünden ve tek bir CHP'liden bugüne kadar eleştirel bir tek söz bile gelmedi!
Demek ki, CHP'deki Kürtçüleşme sanıldığından da hızlı ilerliyor.

Kılıçdaroğlu Kürtlere özerklik vaadetti

Kılıçdaroğlu'nun Hakkari mitingi ise taşların yerine oturduğu ve CHP-PKK işbirliğinin ayyuka çıktığı bir miting oldu.
Kılıçdaroğlu seçim barajının düşürülmesinden tutun da faili meçhul cinayetlere kadar pek çok konuda PKK söylemlerini aratmayan açıklamalarının yanı sıra KCK tutuklusu PKK'lı belediye başkanı ve siyasilere de açıkça destek verdi:
"Demokrasi varsa herkes için var. Belediye başkanlarını kelepçeleyip, fotoğrafını çekip medyaya servis edeceksin! Sabahın köründe evlerin basıldığı düzene son vereceğiz."
KCK davasının avukatlığına soyunan Kılıçdaroğlu, davanın savcısını ziyaret edip PKK'lılara yönelik operasyonları eleştirmekten de geri kalmadı.
Tayyip'in Hakkari'de yaptığı "Artık Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır" açıklamasını eleştiren Kılıçdaroğlu miting alanını dolduran PKK'lılara üç kez "Böyle bir sorun var mı?" diye sorup "Ankara'da Recep Hakkarililerin sesinden duymuş olur" diyerek "Kürt sorunu vardır" vecizesini de Tayyip'in elinden almış oldu.
Ancak Kılıçdaroğlu'nun Hakkari'deki en önemli açıklaması hiç şüphesiz Kürtlere özerklik vaadiydi.
Avrupa ülkelerinde kabul edilen özerklik şartlarını aynen kabul edeceklerini söyleyen Kılıçdaroğlu Kürt açılımının mimarı Tayyip'in bile cesaret edemediği özerklik vaadiyle Kürtçülük yarışında Tayyip'i çok gerilerde bırakmış oldu. Kılıçdaroğlu'nun önümüzdeki dönemdeki misyonu da böylelikle daha netleşti.
Apo'nun İmralı'dan Tayyip'e gönderdiği "Sen çözemezsen Kılıçdaroğlu çözer" mesajının kerameti de ortaya çıkmış oldu böylece.
Hakkari'de PKK'lılara seslenen Kılıçdaroğlu'nun "Bedeli ne olursa olsun bu ülkeye barışı getireceğim. Çatışmayı bitireceğiz" sözü Apo'nun bu mesajının Kılıçdaroğlu tarafından alındığının kanıtıydı adeta.

Tek bir Türk bayrağı dahi olmayan CHP mitingi

Hakkari mitinginden akıllarda kalan önemli bir nokta da on binlerce kişinin hınca hınç doldurduğu miting alanında tek bir Türk bayrağının, tek bir Atatürk posterinin olmayışıydı.
Hadi diyelim ki mitinge katılanların tamamına yakını PKK destekçileriydi ve bunların Türk bayrağı ve Atatürk'e alerjileri var. Peki ama CHP il ve ilçe örgütlerinin de aklına gelmemiş miydi koskoca miting alanında tek bir Türk bayrağı ve Atatürk posteri açmak.
Diyarbakır'da PKK'lılarla birlikte kepenk kapatan CHP'lilerden sonra Hakkari'de Türk bayrağı taşımaktan kaçınan CHP'liler ne yazık ki artık kimseyi şaşırtmıyor. Çünkü CHP'nin doğu ve Güneydoğu teşkilatlarının tümü Gürsel Tekin'in marifetiyle PKK yandaşlarına devredilmiş durumda. Elbette bu Kürtçüleşme sadece bu bölgelerle sınırlı değil. CHP tepeden tabana bir Kürtçü dönüşümün içinde kimlik değiştiriyor.
Hakkari'deki manzara aslında Yeni CHP'de Atatürkçülüğün tasfiye edildiğinin, Yeni CHP'nin PKK çizgisinde bir partiye dönüştürüldüğünün somut göstergelerinden birisiydi.
Elbette gören gözler, duyan kulaklar için. Yoksa CHP'yi hâlâ Atatürk'ün partisi zannedip bu açık dönüşümü görmezden gelmeyi ve devekuşunu oynamayı sürdürenlerin sayısı da az değil.
Genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden beridir Atatürk adını ağzına almaktan özenle kaçınan, bir türlü "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyemeyen Kılıçdaroğlu ise bu eleştirilere nazire yaparcasına, Kürtçe pankartlarla karşılandığı memleketi Tunceli'de "Dersimli olmaktan gurur duyuyorum" demiş.
Atatürk'ün Dersim isyanını bastırdıktan sonra buraya Tunceli adını vermesine inat kendisini Dersimli olarak tanıtan ve Kürtçe pankartlarla karşılanmaktan son derece memnun birinin başında bulunduğu bir partiden hangi aklı başında insan hâlâ Atatürk'ün partisi olarak bahsedebilir!

Kılıçdaroğlu'nun Yeni CHP'si neresinden tutsanız dökülüyor!



Kılıçdaroğlu: BOP'un yeni eşbaşkanı












































Diyarbakır'da PKK'lı terörist cenazelerini bahane ederek yapılan kepenk kapatma eylemine CHP Diyarbakır İl Başkanlığının katılması, CHP-PKK arasındaki bu işbirliğinin önemli bir göstergesiydi (üstte). Genel başkanlık koltuğuna oturduğu günden beridir Atatürk adını ağzına almaktan özenle kaçınan, bir türlü "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyemeyen Kılıçdaroğlu ise bu eleştirilere nazire yaparcasına, Kürtçe pankartlarla karşılandığı memleketi Tunceli'de "Dersimli olmaktan gurur duyuyorum" demiş. Yukarıdaki resimde Kılıçdaroğlu'nun Tunceli'deki Kürtçe bilboardlarını görüyorsunuz.


Baykal'a yönelik kaset komplosunun hemen arkasından Kılıçdaroğlu genel başkanlık koltuğunu devraldığında TÜRKSOLU sayfalarında bu süreci "CHP'de PKK darbesi" olarak adlandırmış ve Kılıçdaroğlu için"Amerika'nın ve PKK'nın adayı" demiştik
Gerçekten de Kılıçdaroğlu bir küresel proje olarak ve "Gandi Kemal" imajıyla CHP'nin başına getirilmişti.
Kimler tarafından ve ne amaçla CHP'ye genel başkan yapıldığı şimdi herhalde çok daha net görülebiliyor.
CHP genel başkanlığı koltuğunda birinci yılını dolduran Kılıçadaroğlu her söylemi ve eylemiyle adeta TÜRKSOLU'nu haklı çıkarmak için çırpınıyor.
Kılıçdaroğlu'nun seçimlere günler kala Kürt meselesiyle ilgili yaptığı bu açıklamalarsa elbette boşuna değil.
Kılıçdaroğlu bütün eylem ve söylemleriyle BOP'un yeni eşbaşkanı olduğu mesajını vermektedir aslında.
Tayyip Erdoğan'ı her fırsatta BOP eşbaşkanı olarak suçlayan Atatürkçülerimiz bakalım BOP'un yeni eşbaşkanı Kılıçdaroğlu'na da aynı sert eleştirilerle karşı çıkabilecekler mi?
"Tayyip gitsin, Kılıçdaroğlu gelsin de, ne olursa olsun"diyenler ABD'nin Kılıçdaroğlu'nun Türkiye'yi bölme, üniter, lâik ve ulus devlet yapısını ortadan kaldırarak Türkiye'yi bir federasyona dönüştürme projesinin taşeronu olduğunu görebilecekler mi?
"Başbakan Kılıçdaroğlu" sloganları eşliğinde Atatürkçü bir iktidar rüyasına dalıp Kılıçdaroğlu tehlikesini görmezden gelen CHP'liler, Kılıçdaroğlu'nun "Türkiye Cumhuriyeti"nin değil ancak "Türk-Kürt Federal Cumhuriyeti"nin başbakanı olabileceğinin acaba farkındalar mı?

ABD'nin seçim planı: CHP-BDP koalisyonu

MHP'ye yönelik kaset olayı da içinde olmak üzere pek çok operasyonla ABD Türk siyasetini yeniden dizayn etmektedir.
Burada ise ABD'nin esas oğlanları değişmiştir. Amerikancı Tayyip'in son günlerde birden en keskin Amerikan karşıtı olması, Kılıçdaroğlu'nun ise Amerikancılıkta sınır tanımayan tavrı ve Kürtlere özerklik vaadi bu görev değişikliğinin kanıtıdır.
Yükselen milliyetçiliği büyük bir tehlike olarak gören ABD MHP'yi Meclis dışına atarak ve CHP'yi bir Kürt partisi durumuna sokarak Türkiye'deki ulusalcı yükselişin sonunu getirmek istemektedir.
ABD, AKP'yi defterden silmiştir. MHP baraj altına sürülmek istenmektedir. CHP ve BDP ise açıkça desteklenmektedir.
Kim bilir daha düne kadar açıkça telaffuz edilen CHP-BDP ittifakı bir bakmışsınız seçimden hemen sonra bir CHP-BDP koalisyonuna olarak ortaya çıkmış!
MHP'nin dışarıda bırakıldığı bir Meclis aritmetiğinde bu hiç de uzak bir ihtimal değildir. Bunun önündeki tek engel şimdilik CHP'nin böyle bir ittifakı kuracak sayıda milletvekili çıkartma ihtimalinin az olmasıdır.
Ancak yeni Meclis tablosunda CHP ve BDP arasındaki somut işbirliğini izlemeye şimdiden hazır olmalıyız.
Yeni Anayasa, federasyon, özerklik gibi hayati derecede önemli gündem maddelerinde AKP'ye bile rahmet okutacak bir CHP-PKK ittifakı ise zaten şimdiden oluşmuş durumdadır.

CHP'nin gerçek seçim sloganı: "PKK rahat bir nefes alacak!",

CHP'nin seçim sloganı her ne kadar "Türkiye rahat bir nefes alacak" şeklindeyse de bu politikalarla CHP'nin Türkiye için bir felaket senaryosu olduğu ortaya çıkmıştır.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, Apo'yu ve PKK'lı teröristleri affetmeye hazırlanmaktadır.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, Kürt kimliğini Anayasa'ya geçirtmeye, Kürtçeyi ikinci bir dil yapmaya hazırlanmaktadır.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'si, Türkiye'yi bir federasyona dönüştürüp Özerk Kürdistan'ı kurmaya hazırlanmaktadır.
Bütün bunları alt alta yazdığınızda ise CHP'nin gerçek seçim sloganı ortaya çıkmaktadır:
PKK rahat bir nefes alacak!





17 Mart 2016 Perşembe

MERAL ABLAYA MEKTUP!




MERAL ABLAYA MEKTUP!



Yabancı bir yazar "Ömrümde, üstündeki posta puluna değecek değerli ya bir ya da iki mektup aldım." demiş ya…
Meral Abla da bizim mektubumuzu nasıl değerlendirecek, tam olarak bilmiyorum. Ama üzüleceği kesindir. Aslında üzülsün diye de yazmıyorum. Gerçekler konuşulsun, ölçüler konulsun diye yazıyorum.
Sayın Meral Akşener sıcakkanlı, etrafına sürekli gülücükler dağıtan birisidir. Sağolsun, tanıştığımız günden bu yana, bu yönünü benden de esirgemedi. Mektubumuzda "Meral Abla" dediğime bakmayın gerek telefonda, gerek yüz yüze geldiğimizde kendisine "Sayın Bakanım" diye hitap etmiş birisiyim.
"Meral Abla" ifadesi biraz da toplum jargonu olduğu için, uyumlu olsun diye kullanıyorum. Mesela Recep Tayyip Erdoğan'ın kendisinden iki yaş büyük olmasına rağmen onu AKP'nin kuruluş aşamasına davet ederken "Abla, sen bize yakışırsın" hitabıyla çağırmıştı. 18 Mart 2018 olarak belirlenen resmi MHP olağan kongre tarihi ortada iken, şimdi de "Ablamıza bir imza" diye olağanüstü kongre için ortada gezenler, şu günlerde "Meral Abla" ifadesinin şirinliğinin arkasına sığınmaktalar. 
Meral Akşener hiçbir zaman benim anladığım manada "net Ülkücü ve MHP'li" diyebileceğim bir siyasetçi olmamıştır. Bendeki algısı, takım tutmayan futbolcu misali profesyonel bir siyasetçi olmasıdır. Bu algının ana sebebi, "Ülkücülük" sıfatına yönelik geçmişte kullanmış olduğu ifadeleri ve siyasette en son geldiği parti MHP olmasıdır. Elbet bunları açık yüreklilikle ifade ederken, MHP'ye katıldığı günden bu yana yaptığı hizmetleri ve üstlendiği görevleri de inkâr edecek değiliz. Zaten böyle bir şey de yakışık almaz.
Ama şimdi MHP Genel Başkanlığına talip olurken geçmişini silerse, söylediklerini yok sayarsa itirazımız çok belirgin ortaya çıkar. Bu mektup da bu itirazın zarfsız halidir.
Hz. Ebubekir'in " Ne söylediğini, Ne zaman söylediğini ve Kime söylediğini iyi düşün! " sözünü hatırlatarak süreci biraz başa almak istiyorum.
Tarih 2000'nin başlarında seyrederken okulumu yarıda, ailemi geride bırakarak, Kayseri'den Ankara'ya geldim. Şuan MHP İstanbul milletvekili ve MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Sayın Atilla Kaya'nın Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğu dönem, Ülkü Ocakları 2. Başkanı görevini yürüten Sayın Alişan Satılmış'ın daveti üzerine Kayseri Ülkü Ocakları'ndan sonra, Ülkücü Ocakları Genel Merkezi'nde göreve başladım. Türkiye genelinde Ortaöğretim teşkilatlarına ve Ülkü Ocakları bünyesinde çıkan dergilerin yönetimine bakıyordum. O günler MHP'nin 57.hükümette koalisyon ortağı olduğu dönemlerdi. İlerleyen günlerde 57.hükümetin üzerinde küresel güçlerin ve onların Türkiye'deki uzantılarının büyük baskılarına şahit olacaktık. Böyle bir sürecin sonunda siyasette önce "Yeni Oluşum" sonradan da adını AKP olarak alan bir parti çıktı. 57. Hükümeti yıkma çabaları ve AKP'yi parlatma günleri yaşanırken DYP'den istifa eden Meral Akşener, Recep Tayyip Erdoğan'ın "Abla, sen bize yakışırsın" daveti üzerine "Yeni Oluşumcuların" arasına katılmıştı. 1-2 ay Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Türkiye'yi gezmiş ve "dizinin dibinden" ayrılmamıştı.
Meral Abla, Recep Tayyip Erdoğan'ın çalışma ofisini ziyaret ettiği bir gün gazetecilerin "Yeni oluşumda lideriniz Erdoğan mı olacak?" şeklindeki sorusuna "Evet" karşılığını vermişti.
O günlerde gazetelerde yine bir haber okumuştum. Haber başlığı Meral Akşener'in ağzından "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" idi. Haber içeriği de "DYP'den istifa ederek Yenilikçilere katılan Kocaeli Milletvekili Meral Akşener, Tayyip Erdoğan'ı Karadeniz gezisi sırasında bir an bile yalnız bırakmadı. Gezi sırasında Akşener, Erdoğan'a iyi haberler de verdi. Şiran Belediyesi'nde telefonuyla konuşan Akşener, Erdoğan'a dönerek, ''Sayın Başkanım, Mersin teşkilatı size katılmak istiyormuş'' dedi. Bunun üzerine salonda alkış koptu. " Şeklindeydi.
Benim beynime yazılan Meral Akşener'in AKP saflarında iken ağzından çıkan " Eskiden Ülkücüydüm, Şimdi Demokratım " sözüydü. O sözünü hiç unutmadım. MHP'ye geçtiğinde bile unutmadığımı birazdan yazacaklarımla birlikte görecek ve anlayacaksınız.
"Çok Muhabbet tez ayrılık getirir " misali Meral Akşener AKP'nin " Yeni Oluşum " aşamasından da ayrıldı. Kısa bir süre sonra da MHP'ye katıldığında da AKP'ye geçtiği günlerde söylediği "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" sözünü hemen unutarak , "Canımız ve gençliğimiz pahasına bu yolda yürüdük" diyebilmişti.
Meral Akşener'in MHP'ye katıldığı gün Ülkü Ocakları Genel Merkezi'ne birçok tepki telefonu gelmişti. Bir Konya'dan, bir de Almanya'dan gelen telefonu benim odama bağlamışlardı. "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" diyen, bu kadar parti gezen biri niçin MHP'ye alındı?" sözleriyle Ülkücüler tepki gösteriyordu. Ülkücülerin tepkilerini sağduyu alanına çekip bilgilendirmek bizlere düşüyordu. Başbuğumuz Alparslan Türkeş zamanında da Anap'tan, DYP'den ve diğer partilerden gelen ve parti içinde çeşitli görevler alan kişilerin isimleriyle örnekler veriyorduk.
Ama gel gör ki, dün MHP'ye katıldığında sırf " Eskiden Ülkücüydüm, Şimdi Demokratım" sözünü söyledi diye tepki alan Meral Abla, bugün MHP Genel Başkanlığı hayali peşindedir.
57.Hükümet zamanı büyük saldırı altında olan MHP'yi hem korumak, hem de büyütmek çabası veren MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin Meral Abla'yı MHP'ye kabul etmesi aslında çok doğru bir adımdı. MHP Lideri Devlet Bahçeli, Meral Akşener'e ilk günden itibaren değer vermiş ve her türlü hizmet alanını açmıştı. MHP MYK üyesi ve 2004 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı yapmıştı. Daha sonra da uzun yıllar milletvekili ve TBMM Başkan vekili olarak görevlendirmişti.
Ama Meral Abla'nın MHP Genel Başkanı olma hayali bugünün meselesi değildi. Bunun böyle olmadığını Ülkü Ocakları Genel Sekreteri iken 11 yıl önce yazdığım "Fitne Karargâhının Yeni Füzeleri" başlıklı yazımda da ifade etmiştim.
Düşünün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı sıfatını taşıyarak MHP'de ilk deneyimini atlatıyor ve hemen ardından MHP'de Genel Başkanlık kulisleri yapıyordu.
Şimdi bana "Ortaya çıkan MHP Genel Başkan adayları hakkında yazı yazıyorsun, madem öyle niye daha önce yazmadın?" diye soranlara 11 yıl önce yazmış olduğum yazımdaki şu cümlelerimi hatırlatmak isterim.
***
"Fitne karargâhının patronu, çıktığı kutsal savaşta(!) yeni bulduğu bu füzeden de verim alamazsa, sır gibi sakladığı yeni füzesini artık açıklamak zorunda kalacaktır.
Patronun sır gibi sakladığı bu kişiyi, herkesten önce biz açıklıyor ve birinci haberimizde yarım kalan sonucu telafi etmesi açısından, katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Fitne karargâhının nankör patronunun sır gibi sakladığı diğer kişi de, AKP daha "Yenilikçiler" sıfatında iken soluğu Tayyip Erdoğan'ın yanında alarak "Ben eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" diyen, daha sonra tekrar ayrılan ve aramıza dönen bir kişidir.
Nankörler olmazsa dürüst olanların, yetinmesini bilenlerin kıymeti anlaşılmazdı. Bu ve benzer nankörlerin varacağı menzil, olsa olsa hüsrandır. Çünkü bu nankörlerin gözleri, kime tezgâh yaptıklarını bilemeyecek kadar kararmıştır. Bu nankörler, kendilerine her konuda sahip çıkmış, değer birikimli kişiyi bile devirmeye çalışmaktadırlar.
Bu nankörlerin buldukları hataları ya da hata gördükleri konuları kutsallaştırdıkları na bakarak, fitne karargâhın da üretim yaptıklarına bakmayın… Bugün 'yıkıcılık, ayrımcılık' adına herkesi kucaklarına almaları, kucaklardan inmemeleri, Nankörlükleri nin bir yansımasından ibarettir.
Hem acınacak hem de traji - komik bir haldedirler." (Fitne Karargâhının Yeni Füzeleri)
Bu cümleleri okuyan herkes şaşırdı değil mi?
"11 yıl önce Meral Akşener'e bu yazıyı yazmanın anlamı nedir ki?" diye sorabilirsiniz.
Anlamı şu!
Yeniçağ isimli bir gazete var. Bu gazetenin de ömrünü "MHP'ye yeni bir Genel Başkan" belirlemeye adamış bir patronu var. Bu patron, kapısının önünden kim geçerse onu MHP'ye Genel başkan yapmaya kalkan bir ruh haline sahip. Bu yazımda da böyle bir senaryo içinde olduğunu ifade etmiştim.
Ülkü Ocakları Genel Sekreteri olduğum o dönem, Yeniçağ isimli gazetenin binasında hangi toplantılar yapılıyor, kim kiminle görüşüyor hepsinden bu gazete içinde çalışan dostlarımız(!) sayesinde haberdar oluyorduk.
O dönemde de "Bunlar Genel Başkan adayı olarak Meral Akşener'i düşünüyor. Sürekli bu yönde toplantılar yapıyorlar. Şuan gizli gizli üzerinde çalıştıkları genel başkan adayı o" şeklinde bir haber gelmişti.
Böyle bir yazıyı da onun üzerine kaleme almıştım.  O günlerde Meral Akşener ile yüz yüze hiç tanışmamıştık. Kendisini sadece medya üzerinden takip ediyordum.
Yıl 2015… Meral Ablamız MHP Genel Başkan Adayı olmayı düşünen basın toplantısını yapıyor ve toplantıdan sonra ilk ziyaret ettiği gazete Yeniçağ Gazetesi… 
Patron ve yazarlarıyla toplu poz veriliyor. Elbette Patron hedefinde " Mutlu Son " istiyor. 11 yıl önce yazdığımız yazının bugün yine muhatabı oluyorlar. Öyle ki, "Yeniçağ Gazetesi'nin finansörü" diye adı çıkan Koray Aydın'ın bile artık yüzüne bakmıyorlar. Yazarları sadece Meral Abla'yı cilalıyor, ona ülkücü, dava adamı ve sanki 40 yıllık MHP'li imajı veriyorlar. Öyle ki, Başbuğ Türkeş'in sağlığında yan yana bir pozu dahi olmayan, Başbuğ Türkeş'in partisinde bulunmayan Meral Abla'nın Başbuğ Türkeş'e hayali bağlılıklarını, hayali senaryolarla besliyorlar.
Meral Akşener kendisini de bu role öylesine kaptırmış ki, düzenlediği basın toplantısında "Maalesef hiçbirimiz, hiçbir MHP mensubu başbuğumuzu başbakan yapamadık, bunun bir özeleştiri yapılması gerekir."  diyebilmiştir.
Eh be Meral Abla!
Başbuğumuz Türkeş'in sağlığında niçin MHP'de değil de, DYP'den Belediye Başkan adayı, DYP Kadın Kolları Başkanı, DYP'den milletvekili, DYP'den bakan oldunuz? Yoksa bu görevleri yaparken MHP'ye oy veriyordunuz da biz mi anlayamadık?
Başbuğ Türkeş'e çok bağlı olduğunuz için mi DYP Genel Başkan yardımcısı olarak gittiğiniz Erzurum'da size bozkurt işareti yapan çocuklara, Bozkurt işareti değil, DYP'nin işaret parmağı ile ileriyi gösteren el hareketini yapmayı öğütlediniz?
1994 yılında gerçekleşen yerel seçimler zamanında anket şirketinde karşılaştığınız bir belediye başkan adayını önce DYP'li sanıp sonra MHP'li olduğunu öğrenince " Bırakın bu işleri, artık bu işler mi kaldı?" derken Başbuğ Türkeş'in partisi MHP'yi hiç mi düşünmediniz?
İlk göz ağrınız DYP'den istifa edip Anavatan partisine geçme girişimleriniz o günlerde tüm gazetelerde yer alırken, Başbuğ Türkeş'in partisine geçme girişimlerinizi niçin en sona bıraktınız?
DYP'den istifa edip " Liderimiz Erdoğan " diyerek AKP'nin " Yeni Oluşumuna " katılıp " Eskiden Ülkücüydüm, şimdi Demokratım " derken Başbuğ Türkeş'in fikirleri, ülküleri hiç mi aklınıza gelmedi?
Başbuğumuz Alparslan Türkeş'in "Kürt olarak nitelendirdikleri bu kardeşlerimizin hakkını Ermeni Apo mu koruyacaktır? " sözü ortada iken , " Abdullah Öcalan'a " Ermeni dölü " demiştim. Şimdi bunu hatırlarken bile tüylerim diken diken oluyor. Çok ayıp ettim. Çok utanıyorum. Özür diledim, ama hala büyük utanç duyuyorum" diye özür dilemenizin ve böyle bir açıklama yapmanın manası neydi?
DYP'de iken Bozkurt işareti yaptırma, AKP'ye geçince " Eskiden Ülkücüydüm " de, MHP'ye Genel Başkan olma hayali tekrar canlanınca Başbuğ Türkeş'i diline dola! 
Nasıl olacak bu durum Meral abla?
Biz 1994 yılında Kayseri Ülkü Ocakları'nın rutubetli, farelerin cirit attığı odalarında mücadele verirken siz DYP'deyken Ülkücülüğün, MHP'nin bittiğini anlatıyordunuz!
Hangi ideolojik birikim adına, hangi dava çizgisi adına MHP'ye Genel Başkan olma hayali kuruyorsunuz Meral Abla?
Bunları sorduğum için üzülecekseniz! Gerçekten üzülün…
" Eskiden Ülkücüydüm " sözü ağzınızdan çıktığı halde, Ülkücülerin partisi MHP'ye Genel Başkanlık düşünmek için " Yeniden Ülkücü oldum " mu diyeceksiniz? 
Dün size "DYP artığı" diyenlerin akıl hocalığında yürümek, inanın sizi traji-komik manzaralara taşıyor. Biz size hakaret etmeyiz, biz size iftira atmayız ama MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye bugün yaptığınız nankörlüğü 11 yıl önce olduğu gibi bugün de hatırlatırız Meral Abla!
Oğlunuz Fatih'in üzerine ettiğiniz yeminleri " Hangi baskın irade bozdu? ", onu sorgularız?
Sizin namusunuza kaset üzerinden dil uzattıklarında AKP'li yorumcuların karşılarına yine biz dikilmiştik ve "Yalakalıkları ve menfaatleri için Meral Akşener gibi bir hanımın namusuna dil uzatacak kadar alçaklaşan kişiler olarak tarihe geçmişlerdir. Bu zihniyetin menfaatlerini için atmayacağı iftira, yapmayacağı davranış yoktur." diye haykırmıştık. Bu yazımızda, Recep Tayyip Erdoğan'ın ceza davası açtığı 32 yazıdan biri olmuştu. 
MHP Lideri Devlet Bahçeli'de milyonların huzurunda ekranlardan "Kan davasının özü namustur, 40 yıl da geçse hesabı sorulur." Şeklinde tepkisini dile getirmişti.
Meral Abla, biz sizin namusunuza karşı yapılan saldırılarda nasıl hassasiyet gösterdiysek, namusunuza dil uzatan alçaklara nasıl haddini bildirdiysek, siz de bizim "fikir namusumuza" ve "dava çizgisinde kırıklık olmayacak" düşüncemize saygılı olacaksınız. Çok şey istemiyoruz. Sadece saygı ve ölçü…
REFERANS CEMAAT Mİ?
MHP Lideri Devlet Bahçeli, bir gazetecinin MHP'nin kongresi yönelik sorusu üzerine isim vermeden "İçinde birisi vardır ki Fethullah Gülen hareketinin MHP'de görevlendirme girişimidir. Bu ne ona, ne de kimseye fayda getirir.  Herkes aklını başına alsın." demişti.
Meral Akşener de bunun üzerine "Fethullah Gülen de dahil herhangi bir dini cemaat ya da tarikatla bir irtibatım yok. Olsaydı gururla söylerdim." demişti. 
"Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" sözü ağzından çıkmış birinin şu veya bu cemaatle ilişkisini aramak bile inanın zaman kaybıdır. 
"Ülkücü değilim" dedikten sonra "cemaatçiyim" dese ne olur, demese ne olur?
Hem benim bildiğim adı geçen 3 adayın da zaten cemaatle şöyle-böyle bir bağı var. 
Meral Abla "Cemaatle bağım olsaydı gururla söylerdim." diye niye ön plana çıktınız anlamadım!
MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin bahsettiği kişilerden birisi, mesela 2003 yılından itibaren cemaatin Zaman gazetesinde tam sayfa "Turuncu devrimler" hakkında yorum ve değerlendirme yazıları yazan adayın biri de olabilir?
Cemaatin MHP'ye en ağır saldırıları yaptığı dönem, hiçbir MHP'li yöneticinin gitmediği Zaman Gazetesi'nin yıldönümü resepsiyonuna gidip "25 yıl dile kolay. Zaman'ın bu hale gelmesinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bundan sonraki dönemde de kendilerine başarılar diliyorum. " diyen öbür aday da olabilirdi?
Ama öne atılarak dikkatleri üzerine çeken kişi siz oldunuz. Madem öne çıktınız, o algıyı şöyle izah edelim.
Belki de 1980 öncesi yaşanan olayları bile bir belgeselde Fethullah Gülen'in dinlerarası diyalog modelini referans alarak yaptığınız şu değerlendirmelerden böyle algılanıyorsunuz. 
"80 öncesinin öğrencilerinden birisiyim. Aşağı yukarı bizim görüşümüze sahip gençlerden 5000'e yakın kayıp var. Karşı görüşten de belki bir o kadar vardır. Bu kayıpları engellemenin yolu toplumun bütün katmanları arasında, farklı görüşler arasında, işte Sayın Gülen'in yapmaya çalıştığı gibi farklı dinler arasında konuşmayı, mutabık kalınabilecek noktaları ortaya koyabilmek için bir çalışma yapmanın kimseye zararının olmadığı aslında faydasının olduğuna inanıyorum. Eğer 80 öncesinde bu yapılabilmiş olsaydı o kadar pırıl pırıl genç belki bugün yaşıyor olacaklardı." ifadeleriniz "Cemaat Ablası" gibi algılanmanıza sebebiyet vermiş olabilir.


1980 öncesi için dinlerarası diyalog vurgusu ile referans ve ölçü aldığınız Fethullah Gülen, o günlerdeki mücadeleye oysa şöyle bakıyor ve Ülkücüleri de terörist olarak görüyordu:
"Türkiye'de az insan öldürülmedi ki. O grup onu öldürttü, öbür grup diğerini. 12 Mart'ta da millet kanlı bıçaklıydı. Asker geldi müdahale etti. 12 Eylül'de yine millet kanlı bıçaklıydı. Millet birbirini öldürüyordu. Birbirini öldürerek bir yere varmaya çalışılıyordu. Bunların hepsi teröristti. O taraf da teröristti, bu taraf da… (Fethullah Gülen ile röportaj /Nuriye Akman, Zaman, 23.03.2004)
Hadi buyur Meral Abla, senin referansın Ülkücülere de terörist diyor. Nasıl olacak dinlerarası diyalog masalı? Bu referansınız sizi nereye götürüyor gördünüz mü?
Önder Aytaç gibi cemaat yazar ve yorumcularının sizi tarif ederken hep "O içimizden biri" mesajı da oluşan "Meral Abla" imajına sos olmuştur.
Türkçe olimpiyatlarında binlerce cemaat mensubu önünde yapmış olduğunuz "renk körü" içerikli konuşma da zaten yeterince kanaat oluşturuyor.
Bir zamanlar cemaatin ikinci adamı olarak bilinen ve sonradan cemaatle arasına büyük mesafe koyan Hüseyin Gülerce'nin "Meral Akşener yakın mıdır cemaate, Fethullah Gülene, çok yakın bir isimdir. Şahidi benim." ifadesi de bu gündemin son noktası olmuştur.
Meral Akşener cemaate yakınmış, seviyormuş bence bunlar inanın tartışılacak konular değildir.
Bugün tartışılması gereken, MHP Genel Başkan adaylığına adı geçen Meral Akşener'in siyasi ve fikir hayatındaki zikzaklarıyla bu makamı nasıl düşündüğünü sorgulamak olmalıdır.
Hayatının bir döneminde "Bozkurt yapmayın" demiş, hayatının bir döneminde "Eskiden Ülkücüydüm, şimdi demokratım" demiş birini Ülkücü Hareketin partisi olan MHP'nin başında görmek isteyenler, buyursun "Topuklu ayakkabılarımı giyerim, Arena Spor Salonu'na girerim ve kürsüye çıkar konuşurum" diyen Meral Abla'nın peşinden gitsinler…  18 Mart 2018 kongre tarihinde salona beraber girsinler. 
Demokrasi ortada, irade hürriyette…
Ama biz Meral Akşener'in 7 Haziran seçimlerinden 1 ay önce Habertürk Gazetesinde 
"Devlet Bey tam bir Adanalıdır. Adanalıların sohbetleri muhteşemdir. Devlet Bey de çok hoşsohbettir. Fevkalade mizahi bir tarafı vardır. Gençleri çok sever. Samimi ve inanmış bir demokrattır. Son derece yardımseverdir ama yardımlarını gizli yapar. Çok iyi de bir stratejik akla sahiptir. Satranç oyuncusudur, hep 5 hamle sonrasını görür. Bazı şeyleri göze alır, ama demokrasinin yanında durur. Partiye zarar getirecek bir şey Türkiye'ye faydalıysa, onu yapar. Rastgele konuşmaz. Çok edeplidir. Çocuğu yaşında birini de ceketini ilikleyerek karşılar. Devlet Bey'i kamuoyuna doğru düzgün anlatamamamız bizim eksikliğimizdir. Devlet Bey ile daha rahat ve sükûnet içinde çalışılıyor. Fikirlerimizi çok rahat ifade edebildiğimiz biri. " Şeklinde tarifini yaptığı, Ülkücü-MHP'li çizgisinde hayatı boyunca kırıklık olmayan, dava adamı tarifinin sembolü olmuş Lider Devlet Bahçeli'nin "Bozkurtları" olarak yanında ve izinde yürümeye devam edeceğiz. Türk milliyetçiliğini, Ülkücülüğü namus gibi korumaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
Meral Abla keşke " Rastgele konuşmaz." dediğin Lideri anlasaydın, keşke onun "dinlendirme" mesajını iyi algılasa idin… Zaman her şeyin ilacıdır. Ne demişler: Kar, yaza kalmaz; yeşil, güze kalmaz.
Her şeyde bir hayır vardır. Bu sürecin MHP'de güzel bir arınma sağlayacağı kanısındayım. Türkiye'deki ve bölgemizdeki her gelişmenin MHP'yi ve Lideri Devlet Bahçeli'yi haklı çıkardığı bir zamanda, eksiklik ve yanlışlık olarak ortak akılda kabul gören hadiselerinde onarılarak ortadan kaldırılacağına yürekten inanıyorum.
Meral Abla bu açık mektuba oldukça üzülmüştür. Çünkü herşeyi çok açık ve net ifade ettiğim kanısındayım. Bizim için esas olan Ülkücü-MHP çizgidir. Türkiye genelinde seferberlik başlatan ve "Kırat" ruhunu şahlandırmaya çalışan eski DYP'liler bu esas çizgiyi aşamayacaklarını anlamalıdır. MHP'de "Bozkurt" ruhu vardır… O ruh çok şükür ölmedi…
YILDIRAY ÇİÇEK/ORTADOĞU