Nihat Genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nihat Genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


11 Aralık 2019 Çarşamba

CHP NASIL KURTULUR?

CHP NASIL KURTULUR.,


MÜMTAZER TÜRKÖNE.,

CHP nasıl kurtulur?
21 Mart 2004

KURTARMA MI TECAVÜZ MÜ?

Bizim kuşak, Vasıf Öngören'in ‘‘Asiye Nasıl Kurtulur?’’ isimli oyununu iyi hatırlar. Zordaki Asiye'ye kurtarma bahanesiyle yanına her yaklaşanın ırzına geçmesi misali... CHP'yi kurtarmak isteyenler de niyetlerini peşinen ortaya koymalı: Amaçları yardım mı, yoksa fırsattan istifade tecavüz mü?

CHP SOLA MI KAYMALI?

Anketlerde 2002'deki oy oranını (yüzde 20) koruyan CHP yeni seçmenini hangi adreste aramalı? Yüzde 70 sağ-yüzde 30 sol (CHP+DSP) oy havuzu mantığıyla merkezden sola doğru esnemeli mi? Peki bu sayede sepete eklenecek yüzde 5-10 arası ilave oy, merkezi terk etmeye değecek mi?

EKONOMİK PROGRAM VE AB

Çünkü AKP oylarını merkezden kaçarak değil merkeze kayarak alıyor. Hatırlayın AKP, türban, YÖK değişikliği, Kuran kursları gibi siyasi İslam projelerinin hemen hepsinde geri adım attı. Buna karşılık AB yolunda Kıbrıs riskini göze aldı, ekonomik program için IMF'yi içine sindirdi.

ASIL SAHİBİ CHP'DE

AB ve IMF destekli enflasyonla mücadele programı aslında Kemal Derviş mirası sayılmaz mı? AKP, IMF ile 2004 sonuna kadar devam edecek olan 3 yıllık ekonomik programda en ufak bir değişiklik yapabildi mi? Türkiye'ye AB yolu 1999 Aralık ayında Helsinki'de açılmadı mı?

CHP'NİN SEÇMENE BORCU

Yani CHP yönetimi aslında sadece 2002 seçim beyannamesine sadık kalsaydı, örneğin her fırsatta özelleştirmeye karşı çıkmasaydı, AB yoluna yeni suni engeller koymasaydı, laiklik adına muhafazakár seçmeni düşman etmeseydi, inanın bugünkünden daha iyi konumda olurdu!

Zaten bu satırlar ne kurtarma, ne de tecavüz niyetiyle yazıldı.

Anketler ve seçim

Anketlere göre Ankara'da her üç seçmenden ikisi, İstanbul'da her iki seçmenden birisi AKP'ye, İzmir'de her iki seçmenden biri CHP'ye oy atacak.

Bu yazıyı okurken yalnız değilseniz, kafa hesabı yapın, bu oranları tutturmanın biraz zor olduğunu göreceksiniz.

Peki neye inanmalı? Gazeteci sıfatıyla gözlemimiz, anketlerin ancak son haftada kesine yakın netice verdiği, daha önce değil!

İnanmayan biraz arşiv karıştırsın.

4*4 hızlı okuma

İlk sinyal Brüksel'deki son AB Zirvesi'nde (12 Aralık 2003) verildi. Sonuç bildirisinin Türkiye paragrafına, ‘‘Güneydoğu'nun durumu ve kültürel haklar konusunda adım atılması’’ ifadesi eklendi. Kıbrıs golünü önlemeye çalışan Ankara, tabir yerindeyse ters köşeye yatırıldı.

İkinci adım Büyük Ortadoğu projesiyle atıldı. Çünkü bölgesel istikrarın sağlanması amacıyla -haklı olarak- etnik zenginliği yansıtan çoğulcu demokrasi ve yoksulluğu alt edecek küresel ekonomiler hedeflendi. Irak'tan sonra Suriye ve İran'da değişim motoru Kürtlere bırakıldı.

Tıpkı Doğu Avrupa'da duvarı yıkan halk hareketleri gibi Suriye'de, İran'da Kürt ayaklanmaları başladı. Sanki tarih tekerrür etti. 1970'lerde Sovyet uydusu Irak'ta rejimi devirmek için cepheye sürülen Kürtler, 30 yıl sonra Irak'ta özerklik kazandı, bu kez komşulara karşı seferber edildi.

‘‘Peki, bunlardan bize ne?’’ diye soranlara: 1) İşler tersine dönerse üç ülkede birden Kürt kıyımı başlar. 2) Kürt isyanı -PKK bölündüğü için ihtimal dışı olsa da- Türkiye'ye sıçrarsa AB yolunda yeni engel çıkar. 3) Askerin ‘‘Türkiye, Ortadoğu'ya ılımlı İslam için model olamaz’’ uyarısı, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde haklıdır.


http://www.hurriyet.com.tr/chp-nasil-kurtulur-211247


**************


CHP nasıl kurtulur?


ERDAL ŞAFAK,
09 Eylül 2004, Perşembe



      Bugün CHP'nin kuruluşunun 81'inci, 6 Ok'lu partinin son kalesi İzmir'in kurtuluşunun da 82'nci yıldönümü...
Önce bir gözlemimizi aktaralım: CHP atak bir muhalefet sergilemeye başladı. Van rezaleti ve hızlandırılmış tren faciasıyla ilgili raporları bunun en başarılı örnekleri.
Ancak bu dinamizm, "CHP'nin elinde tek kalenin kalması" gerçeğini unutturmuyor, unutturmamalı... Tam tersine, CHP'nin misyonu yalnızca iyi muhalefet değilse, iktidar alternatifi olabilmekse, bu büzülmeye doğru teşhis konmalı, doğru tedavi uygulanmalı.
İşte sıkıntı da burada başlıyor. Çünkü CHP kendi gündemine yanlış sorunları getiriyor. Ya da en azından öncelik taşımayan sorunları: Varsa yoksa Baykal... Tek adam yönetimi...
Fransa Sosyalist Partisi'nin yayınladığı "Sosyal demokrat model tartışılıyor" başlıklı araştırmada bu konuda bakın neler deniyor:
"Sosyal demokrat partilerin yönetim şeması son 30 yılda çok değişti. Toplumsal yaşamda televizyonun büyüyen etkisi, partilerin örgüt yapısında da çok önemli yansımalara yol açtı. Görsel medya, yönetimin kişiselleşmesini, tek kişinin öne çıkmasını teşvik etti. Günümüzde tüm seçim kampanyalarında medyanın ilgisi sadece partinin liderine odaklanıyor. Hatta liderin kişiliği seçmen tercihlerinde çok ciddi bir faktör oluşturuyor. 1997'de Tony Blair'in, 2002'de Gerhard Schröder'in zaferleri buna en iyi örnek."
İtirazımız yok; CHP'liler Baykal'ı tartışmaya devam edebilirler ama tüm enerjilerini onunla tüketmemeliler. Hiç değilse "Parti olarak AB'ye hazır mıyız?" konusuna da güç ve zaman ayırmalılar. "AB'ye uyum"un CHP'nin geleceğini, kaderini etkileyecek kadar hayati olduğunu görmeliler.

Ok'lara yeni yorumlar.,

    Çünkü AB ile müzakere masasına oturulmasıyla Türkiye'nin "devlet ideolojisi"nde köklü değişiklikler gerektirecek yeniden yapılanma süreci başlayacak. Bu da CHP'nin 6 Ok'undan cumhuriyetçilik ve laiklik dışında kalanların (milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve devrimcilik) yeniden yorumlanmasını gerektirecek.
Yine AB süreci Türkiye'de küreselleşmenin sancılarını şiddetlendirecek. CHP de, Avrupa sosyal demokrat hareketlerinin yıllardır boğuştuğu sorunlarla tanışacak. Birkaçını sayalım:
* Kapitalizm artık sınai değil, finansal ve teknolojik. Bu değişen yapı Keynes-Ford modeli üretim tarzını da, emek-sermaye dengesini de allak-bullak etti.
* Sermayenin dolaşımı emekten çok daha hızlı. Üstelik küresel. Bu da klasik sendikacılığı tarihe gömüyor. Artık işkolu bazında değil, her işyerinin koşullarına ve çokuluslu şirketlerin stratejilerine uyan toplu sözleşme dönemine geçiliyor. Yoksa sermaye gözünü kırpmadan daha rantabl ülkelere göçüyor.
* Bu değişim yeni çatışma alanları yaratıyor: İşletmeler ile devlet arasında, nitelikli elemanla düz işçi arasında, küresel rekabete karşı korumalılar ile korumasızlar arasında...

AB'deki sol partiler, bu yeni meydan okumaların 20'nci yüzyılın sosyal demokrat anlayışıyla göğüslenemeyeceğinde uzlaşmış durumda. Onlara göre çözüm, sosyal demokrasinin liberal politikalarla desteklenmesinden geçiyor. Yani "sosyal-liberal sentez"den.
Kemal Derviş'in, "Yalnız Atatürk yetmiyor" derken, "Yerel siyaset ile ulusal siyaseti, ulusal siyaset ile evrensel siyaseti bütünleştirmeliyiz" çağrısı yaparken, kastettiği bu.
CHP vakit yitirmeden kendisi için bir "AB'ye uyum paketi" hazırlamalı.


https://www.sabah.com.tr/yazarlar/safak/2004/09/09/chp_nasil_kurtulur


..............


CHP Nasıl Kurtulur?


Şahin Mengü
Eski Yazar, 15.8.2015


Bir siyasetçi beş altı yılda nasıl bu kadar irtifa kaybeder, yaldızları dökülür anlaşılır gibi değil. İrtifa kaybeden, yaldızları dökülen siyasetçi Kılıçdaroğlu’dur. Büyük umutlarla CHP’nin başına geçti ama maalesef onu taşıyamadı. Genel kanı artık bu işin, yani CHP’nin, bir proje olan Kılıçdaroğlu ile gidemeyeceğidir. Hele Davutoğlu ile perşembe günkü toplantı sonrası yaptığı açıklama tam içler acısıydı. Halkı nasıl kandırdığını anlattı, aslında bu anlatımıyla kendisinin, daha doğrusu CHP’nin AKP tarafından nasıl kandırıldığının üstünü örtmeye çalıştı. Şimdi CHP’nin içine dönüp, kendisini restore etmesi gerekmektedir. Bu restorasyon döneminde en büyük yanlış geçmişi unutalım, geleceğe bakalım demekle olur. CHP önce “Kılıçdaroğlu projesini”, parti içinden ve dışından arkasındaki aktörleriyle birlikte açığa çıkartmak zorundadır. Bu ileride bir daha böyle olayların yaşanmaması için şarttır. Kılıçdaroğlu ve ekibinin bu kaset operasyonunun arkasındaki aktörlerin, zülfüyare dokunabileceği için ortaya çıkartılmasını istemedikleri, bu olayın hiç üstüne gitmemelerinden anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere birileri Baykal’ın görüntülerini, Tayyip Erdoğan’ın seyrederken çekilmiş kasetini Kılıçdaroğlu’na getirmişti. Kimdi bunlar? Kılıçdaroğlu bunları kamuoyu ile en azından savcılığa paylaşmak zorundadır. Kılıçdaroğlu ayrıca ABD Büyükelçisi ile 23 Ekim 2013 tarihinde parti yönetiminden de habersiz olarak Ankara Sheraton Oteli’nde yaptığı gizli görüşmede ne konuşulduğunu da açıklamak zorundadır. Kılıçdaroğlu için açıklanması zorunlu olan bir başka konu da, Cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmelettin İhsanoğlu’nu kendisine kimin ya da kimlerin dayattığıdır. Hatırlanacağı üzere kişinin Cumhurbaşkanlığı adaylığını yetkili kurulların yetkilerini gasp ederek belirlemişti. CHP’lilerin bunları öğrenmeleri gerekmektedir. Bu CHP’liler için bir haktır. Zira yeni yol haritasını buna göre çizeceklerdir. Bunları aydınlatmanın yolu öncelikle Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlıktan uzaklaştırılmasıyla olur. Kılıçdaroğlu ile partide öyle bir çürüme başladı ki; Kılıçdaroğlu’nun yüzüne hiçbir şey söyleyemeyen bazı eski ve şimdiki milletvekilleri, kapı kapı dolaşıp Genel Başkanlık için nabız yokluyorlar. Asıl çirkin ve siyasi etiğe uymayan budur. Bir siyasetçi çıkar, Kılıçdaroğlu’nun neyini beğenip beğenmediğini, açıkça söyler. Bu kapı kapı dolaşıp nabız yoklayan eylemli ve eylemsiz milletvekillerinin Ekmelettin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıktıklarını hiç duydunuz mu? Duymadınız ama bunlar kapalı kapılar arkasında Kılıçdaroğlu’nu bu konuda acımasızca eleştiriyorlardı. Açıkça yapamıyorlardı, zira vekillik bekliyorlardı. Onun için bu tür adamların hiçbirinden ne CHP’ye ve ne de ülkeye bir fayda gelir. Bir zamanlar Baykal’a karşı imza toplayıp sonradan da dönüp Baykal’a biat edip, her yerde vıcık vıcık zavallılık kokan, “Ben her sabah kalkınca bugün genel başkanım için ne yapabilirim diye düşünüyorum” diyerek espri yaptığını zanneden omurgasızlardan da bir şey olmaz. CHP’nin kurtuluşu, siyasal ve kültürel derinliği olan genç bir ekibe liderlik yapacak bir ağabeyle olur. İleride bu genç kadrodan birisi muhakkak öne fırlayacaktır. Deneyimli ağabey siyaseti bırakırken CHP’de en az üç dört tane Genel Başkanlık yapabilecek aday yaratmalıdır. CHP’de zamanında bu yapılsaydı, kaset operasyonuna, onca parlatmalara rağmen CHP Genel Başkanlığı Kılıçdaroğlu’na kalır mıydı? Elbette kalmazdı. O zaman CHP tabanı, Deniz Baykal’ı, böyle bir ekibin başında partiyi yeniden yörüngesine oturtmak için harekete geçmeye zorlamalıdır. Yoksa koskoca Cumhuriyet Halk Partisi’ne, Atatürk’ün partisine, devletten evvel var olan ve devleti kuran partiye yazık olacaktır. O kadar yazık olacaktır ki, HDP’lilerle beraber APO posterleri altında miting yapan, 10 Aralık hareketi içindeyken “CHP kapatılsın vakıf olsun” diyenlerin elinde yok olacaktır. 

HAYDİ BAYKAL, KURACAĞIN GENÇ BİR EKİPLE, GEÇMİŞİN BEKÇİLİĞİNİ YAPMAK İÇİN DEĞİL, GELECEĞİN ÖNCÜLÜĞÜNÜ YAPMAK İÇİN GÖREV BAŞINA.


https://www.aydinlik.com.tr/chp-nasil-kurtulur


***




CHP NASIL KURTULUR?

Vahit ŞAHİN
28.06.2018 10:46:55


    Asiye nasıl kurtulur? adlı tiyatro oyunun adından esinlenerek yazdım başlığı. Sonucunu yine bu oyuna bağlayacağım.

CHP´nin nasıl kurtulacağına ilişkin çok ilginç bir değerlendirme Gazetemizin İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı Çetin Remzi Yüreğir´den geldi.

Çetin Beyin köşe yazısını baştan sona kadar dikkatlice okudum.

Bugünlerde 24 Haziran´da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde partisinden daha fazla, yüzde 30 gibi oy alan Muharrem İnce´nin CHP´nin başına gelmesi ile sorunun çözüleceğine inananlar çoğunlukta. Ama Sayın Çetin Remzi Yüreğir bakınız ne diyor bu konuda:

  Kılıçadroğlu´nun istifası ile ya da yerine aynı zihniyetin örneği ve hatta bileşeni Muharrem İnce gibi bir isim getirerek ya da üst kademelerde tahterevalli oyunu gibi bir inip diğeri çıkan kadroların el değiştirmesini sağlamakla bir sonuç alınamaz.?

Seçimlerdeki başarısızlıkları başarı gibi sunanlar var. Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politikaya popülizm denilmektedir. Çetin Bey partideki popülizm hastalığına da dikkat çekiyor ve ekliyor:

 ?Partinin kimliğini ve tarihsel misyonunu yok eden popülizm sendromunu ortadan kaldıracak çareler elbette vardır. O da sırça köşklerden çıkıp, CHP´nin, partili ile ve seçmen kitleleri ile kaynaşacağı yeni bir başlangıç yapmakla aranıp bulunabilir. Buna CHP ?de restorasyon dönemine girmek de denebilir.?

Peki bu restorasyon nasıl olacak?

Onun cevabını da veriyor Sayın Yüregir:

?Partinin  üye yapısı gözden geçirilerek sağlıklı bir Kurultay dönemine derhal girilmeli, delegelerden ilçe, il ve sonunda da genel merkez yönetimlerine kadar her kademe günün koşullarına göre baştan sona yenilenmelidir.?

Evet değerli okurlar. CHP için birini genel başkanlıktan alıp indirmek 24 Haziran´dan sonra zor veya kolay olabilir. Onun yerine konulmak istenen şahıs da ondan farklı biri değil ki?

Zor olanı hemen yaparız, imkansız ise biraz vaktimizi alır diye bir ifade vardır. CHP kadroları, üyeleri zoru değil, Sayın Çetin Remzi Yüregir´in önerdiği imkansızı denemelidir. Yani CHP ilçelerden başlayıp, İl, PM, MYK ve Genel Başkan dahil olmak üzere tüm üye ve yönetici kadrolarını yenilemelidir.

Geçmişte bu restorasyon (yenileme) iki kez yapılmış. Şimdi neden yapılmasın?

Yapılmazsa ne olur?

Onu da Çetin Bey şöyle açıklamış. Çetin Bey CHP´deki sorunu tüm gerçekliği ile ortaya koymuş ama bir de çözüm üretmiş ve önermiş.  İşte yapılması gereken şey:

- CHP özüne ve gerçek misyonuna, Atatürk Cumhuriyetçiliği´ne, Cumhuriyet´in ve Devrimlerin kazanımlarına sahip çıkma ülküsüne yeniden kavuşmaz ise, konjonktürün ivmesine bırakılacak didişmelerle Cumhuriyet Halk Partisi kargaşa ve belirsizlik ortamında yeniden yanlışlara yöneleceği bir ortama mahkum olacak ve esasen siyasi partilerin fazlaca önemi kalmadığı yeni dönemde, tümüyle ?inkıraz (dağılma) sürecine´ girme sürecine kapılıp gidecektir.?

Tabi bu yenileme fikrinin CHP´nin mevcut yönetici kadroları tarafından kabul edilmeyeceği kesindir.

CHP önünde eylem yapan gençlerin de dediği gibi, ?CHP´de devrim yapılmazsa devrim gelemez.?

Devrim yapılmazsa ne olacağını yine ?Asiye nasıl kurtulur? oyununun sonunda verilen mesaj gibi olur. Oyunu izleyenler bilir, yani, Asiye bataklıktan kurtulamaz. Yine bildiği işi yapar.


http://www.yeniadana.net/kose-yazilari/chp-nasil-kurtulur-2832.html


***


CHP Nasıl Kurtulur.,


Nihat Genç
24.11.2015 12:11


Cumhuriyet Gazetesi’nde Doç. Yunus Emre’nin ‘CHP’ yazıları çok başarılı, kurultay ve liderlik hesaplarına hiç değinmeden gerçekçi analizler sunuyor, işaret etmek istedim.

Murat Bardakçı’nın yazdığı ‘Enver’ kitabı, şaşılacak kadar sağlam bir ‘tarih’ kitabı. Uzun yıllardır acınacak halde kafa karışıklığı yaşayan ya da öyle bir görüntü veren Murat Bardakçı nihayet düşüncelerini temize çektiği sağlam hatta mucizevi bir kitap kaleme aldı.  Karmaşık belge yığınları arasından yavaş yavaş kafasını kaldırıp sonunda ‘gıpta’ edilecek bir ‘eser’ ortaya koydu. Sandıktan çıkartılacak daha çok şeyi olduğunu da hesaba katarsak Murat Bardakçı heyecan verecek daha çok çalışmalarla hepimizi şaşırtmaya devam edecek, işaret etmek istedim.

‘Türk Ordusu Kobani’ye Girmeli’ diyen Kılıçdaroğlu’ndan ‘Türk Ordusu Türkmen Dağı’na Girmeli’ açıklaması henüz gelmedi, fikri takiptir, unutmayın istedim.

AKP iktidarında Musul’un Kerkük’ün Felluce’nin Telafer’in ve şimdi Türkmen Dağı’nın yerinde yeller esiyor, bu iktidar döneminde yüzbinlerce Türkmen göz göre göre öldü. Ya IŞİD’in eline geçti ya yüzbinler şehirleri terk etti. Bizim tezimiz Araplar Kürtler Türkmenler kardeştir, ancak bu imha savaşında varlığı sona eren sadece Türkmenler oldu.

Selçuklular Eyyubiler Memluklular döneminde beri bu topraklarda yüzlerce savaş oldu, ama ilk defa son on yılda ‘Türkmen’ varlığı tarihten siliniyor coğrafyadan kazınıyor, hatırlatmak istedim.

Malumunuz Meclis TV geçen yıllarda AKP’nin daha fazla rezil olmamak için akşam 19 00’da kapatılma kararı alınmıştı, şimdi? AKP güçlendi ve CHP’nin zayıf niteliksiz vekilleri AKP’nin iştahını kabartmaya başladı. Bu acemi şaibeli cemaatçi ve PKK’li vekillerle mecliste ben sabahlara kadar nasıl güzel eğlenirim demeye başladı, kuşkunuz olmasın, AKP bu vasatın altı CHP’li vekillerle sabahlara kadar eğlenme fırsatını kaçırmayacak ve Meclis TV yayınlarını yeniden sabaha kadar uzatacaktır, demedi demeyin.


Uğur Dündar’ın emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ röportajında dile getirilince aklıma geldi, Irak Savaşı’na ‘destek veren liberal aydınlarımız’.

"NİÇİN AMERİKAN BAYRAĞI SALLIYORSUNUZ" DEDİĞİM İÇİN...

Birinci ve İkinci Irak Savaşı günlerinde, şimdi gençler bilmez, oturduk ve medyada bu ‘savaşı kimler destekliyor’ tek tek envanter çıkarttık, şaşırmayın lütfen, beşyüzün üstünde köşe yazarımız Amerika’nın Irak İşgaline onay veren, savaş çığırtkanlığı yapan ‘yazılar’ yazıyordu. Şu isimlerin de hakkını vermek lazım, koca medyada savaşa karşı yazı yazan bir isim Nuray Mert diğeri Can Dündar’dı. Nihat Genç ise hiçbir zaman medyadan sayılmaz, zaten savaş propagandası yapanları sert şekilde eleştirdiğim için, mahkemeye verildim.

O günkü medya atmosferini vermesi açısından tekrar edeyim, Habertürk’e karşı ‘niçin bir aydır ekranlarınızda Amerikan Bayrağı sallıyorsunuz?’ dediğim için.

Habertürk’te Amerikan Bayrağı sallayan arkadaş gün döndü Halk TV’ye ‘kayyum’ gibi getirilip oturtuldu. Sonra, Cumhuriyet’e bomba atanlar Cumhuriyet Gazetesi’nde şaibeli ilişkilerin ‘charity’ kahramanı oluverdi, savaşa karşı duran Baykallar Ecevitler’in ise üstüne beton gömüldü.

Nerden nereye, unutmayın istedim.      

Bir zamanlar adları ‘solcuydu’, Kürtler’e tarihi fırsat çıkıyor, diye, Amerikan (emperyalist) savaşına destek çıkanlar, şimdi, solcu ibaresinin kuyruğuna ‘liberal’ eklediler, hepsi bu kadar.

Şimdi ‘İşid’in vahşetini konuşmak yazmak moda’ oldu. Yine de hiç kimse İşid vahşetini Nagazaki ve Hiroşama’ya atılan bombaların korkunçluğuyla yarıştıramaz.

Ve İşid’in öldürdüklerini toplasak Afganistan Suriye Libya Irak’ta havadan bombalarla öldürülen masum milyonlarla kimse yarıştıramaz.

Artık dünyanın en bilge gazetecileri konuşuyor: İşid’i bu acımasız korkunç savaşlar ortaya çıkarttı…’, nokta.

Celseyi kapatıyorum, var mı itirazınız, götüne liberal eklenmiş eski solcular.

Suratınıza yapışmış bu pisliği şimdi kim çıkartacak?

Şimdi siz değil İşidci çocuklar oldu vahşi, henüz İşid diye bir şey yokken, bu savaşları alkışlayarak milyonların kaldırılamaz trajedisinden ortaya çıkan İşidçiler oldu canavar, öyle mi?

Canavarı yaratın sonra ortaya alın eğlenin öyle mi?

Şimdi (kuzey Kore hariç) bütün coğrafyalara yayılmış İşid militanları yerkürenin her noktasında ‘savaş açtı’, keskin bir sosyal eşitsizlik ve diplomatik ikiyüzlülüğün kurbanı uygarlık, tıpkı II. Dünya Savaşı günlerinde gibi ‘can çekişiyor.’.

YETMİŞ YIL SONRA TEKRAR SOKAĞA ÇIKAMIYOR

Hayatla dünyayla ilişkisini kesmiş yüzlerce İşid virüsü medeniyetin her sokağına sızdı, her yol tıkalı, çare yok. Avrupalılar II. Dünya savaşının ağır bombardımanlarından yetmiş yıl sonra şimdi yine sokağa çıkamıyor.

Birkaç laf edelim.

Bazı çocuklar, anneye aşırı bağımlıdır. Sürekli annelerinin yanındadır, beni seviyor musun diye çok sık sorarlar, anneyi mutfakta dahi huzur vermezler.

Şimdi, Tanrı’ya aşırı bağımlı çocuklar üzerine konuşuyoruz, Tanrı’ya huzur vermiyorlar dünyanın hayatın yakasını hiç bırakmıyorlar.

Çocuk dindarlık üzerine çok konuşulmadı, aileleri parçalanmış derin güvensizlik içinde yaşayan çocuk dindarların Tanrı’ya bağımlılıkları yetişkin ‘inancına’ hiç benzemez.

Tanrı fikriyle kafayı yemiş bu aşırı bağımlılara yapılacak ilk şey Tanrı’ya güvenlerini yeniden sağlamaktır.

Tanrı inançlarını bizlere çok sert vahşi katliamlarla dikkat çekip gösteren bu çocukların sizin bizim gibi bir insan psikolojisi taşıdıklarını arada kaynatmayalım.

Afganistan Irak Suriye’de telafisi mümkün olmayan ağır trajediler yaşadılar, yakınları aileleri ölmüş milyonlarca çocuk, ağır bir depresyondan kurtulmaları mümkün değildir. Bu kadar bombaya bu kadar dağılan aileye terk edilen toprakların felaketine, taş olsa çatlardı, insandılar, infilak edip patlıyorlar.

Felaket anında her insan yakınlarını arar, yakınlarına sarılır. Kimse kalmamışsa artık kime sarılacak kimi arayacaksın, kendilerine dikte edilen herkesi öldürün diyen manyak bir Tanrı fikrinden başka.

Ve bir zaman sonra: hayvanlar insanlardan farklı olarak dinledikleri korku hikayelerinden korkmazlar, batının bu bombardımanlarından sonra ‘korku duvarını’ aşmış hayvanlaşmış milyonlarca çocuk.

Yoksul alt sınıftan çocuklar hayattan daha çok korkarlar. Yoksul alt sınıf çocuklar Tanrı’dan daha çok korkarlar.

Annesini arayan annesini bulamayan bebeklerin durmaksızın durdurulamayan çığlıklarla ağlaması neyse, IŞİD’in infilak eden bombaları aynı derin boşluğun sesidir.

Kaybolan annenin ve yitip giden güvenli çevre ve arkadaşların yerini artık ‘Tanrı’ya aşırı bağlanmak’ alır, anne gider Tanrı gelir. Irak savaşının ortalarında birkaç Orta-Doğu ülkesini ziyaret etmiştim, camilerine türbelerine girdiğimde, ilk gözlemim şuydu, bu insanlar bu camilerde kendilerini yerden yere atarak gereğinden çok fazla ağlıyorlar.

Devletsiz sosyal olarak çok zayıf güvenli bir eğitim ve aile ve çevresi olmayan insanlar ‘alarm’ durumunda yaşar.

Başlarına atılan bombaların gücü Nagazaki’ye atılanları yüzlerce kat geçti.

Ortalıklarda annesiz evsiz yurtsız çocukların yardım çağrısına cevap veren bir ‘koruyucu’ ortalıklarda hiç yoktur, tam aksine akla gelen her şeyi çarpık bir Tanrı anlayışıyla veren bir çevre.

Allah inancı başka, Allah’a ‘yanlış şekilde’ bağlanma başka şeydir.

Ağır olacak ama örneklemek zorundayım, herkes annesini çok sever ama kimse annesiyle zina yapmaz. Yetişkin çocuk sofraya oturduğunda yemeğini kendi elleriyle yer, ama annesine fazla bağımlı çocuklar, ellerini kıpırdatmaz, annesinin kaşığı ağzına sokmasını bekler.

BÜYÜK SORU DA BUDUR

Cennete gidip hazır yemek varken, bu hayatın zorluklarıyla niçin uğraşsın, bu dünyayı yaratan Tanrı yedirsin doyursun, bu çıkışsız savaşa bir cevap versin, kollarını açsın, bizi yanına alsın, düşüncesi hakimdir.

Bu çocuklar çok derin ‘kaygılarla’ büyüyor, Tanrı inançlarını senin benim gibi az buçuk güvenli ortamlarda değil en kaygılı anlarında oluşturuyorlar.

Bir çocuk etrafına ailesine baktığında imdat diye yardım dost diye ulaşılabilir kimseyi görmüyorsa, bu çocuğun Tanrı inancı hem dinsel hem sosyal çok derin bir problemdir.

Dünyaya güvenle yaklaşamayan çocuklar, dünyadan güvenli sosyal destek alamayan çocuklar, üstelik acımasız kaygılı bir depresyon anlarında dini telkin altında kalıyorlarsa, dünya onlar için çok tehlikeli ve huzursuz bir yer demektir. (bu konunun uzmanı John Bowly, Ayrılık, Bağlanma, Kaybetme, çığır açmış psikolojik kitaplardır, meraklısı cilt cilt okuyabilir.)

Derin kaygılı güvensiz ortamlarda yetişen bu çocukları küçümseyici tepeden bakıcı bir bakış dahi bu çocukları daha çok huzursuz eder daha çok delirtir.

Artık uygarlığın her objesi sokağı filmi siyasetçisi bu çocukları daha çok huzursuz ediyor.

 Aslında tanrı inancı olan Tanrı’ya güvenir, büyük soru da budur, bu çocuklar aslında Tanrı’dan intikam alıyor.

  Tanrı’ya aşırı ve yanlış yerden bağlanarak onun verdiği hayatı infilak ettirerek.

  Felaket bu çocukların inanç ve eylem kararlarını ‘kaygı’ ‘depresyon’ altında almalarıyla başlar.

 Unutmayın, sosyal güvenlik problemi yaşayan devlet asla ‘makul dini eğitim’ veremez, bakın dini eğitimlerini hangi koşullarda alıyorlar?

 ( Bu satırların yazarı nice kendine İslamcı psikiyatr diyen adam gördü, depresyon hastalarına tedavi diye İslam’ı inancı salık veren. Yanlıştır, bozuktur, saçmalıktır. Depresyon altında sadece ‘güven’ verilir, kendilerine güven kazanacakları ‘zaman’ verilir.)

  Laik eğitim dediğimiz başını açıp kapatması değildir, laik eğitim, çocukları yurdunda kalıp çorbasını içtiği insanların inancından korumaktır, devlet yurdunu çorbayı kendisi verdiği takdirde makul güvenli bir dini eğitim alma şansları olur.

  Artık dünyanın bütün varoşları bütün ezilmiş sokakları yeniden bu sorunu konuşacak: güvenli ortam, güvenli eğitim.

  Güvenli ortam ve güvenli eğitime sosyal harcama yapamayan Türkiye dahil Orta-Doğu devletleri daha onlarca yüzlerce yıl bu canavar virüsleri dünyanın bütün sokaklarına yaymaya devam edecek.

PKK ondört onbeş yaşlarındaki çocukları toplayarak büyük bir güç oluşturmadı mı?

Cemaat ondört onbeş yaşlarındaki çocukları toplayarak büyük bir güç oluşturmadı mı?

IŞİD de aynısını yapıyor, sahipsiz güvensiz kimsesiz ailesiz çocukları toplayıp ‘infilak’ ettiriyor.

Sosyal devlet olmadan çocukların kesintisiz eğitimini devlet üstüne almadan artık herhangi bir toplumun huzur içinde yaşaması mümkün değildir.

Çocuklarına güvenli bir eğitim veremeyen her toplumun sokakları meydanları infilak etmek için sırasını bekliyor.   

CHP NEREDE                                                         …

 Sosyal devlet tezini kim işleyecek?

 Söyleyin CHP nerede?

 CHP henüz farkında değil hala bu canavarlığın kökenini ‘dinde’ arıyor, yanlış, suçlu din değil, güvensiz devletsiz kontrolsüz ‘dini eğitim’dir.

 Ergenlik öncesi küçük çocuklar anneleriyle kadınlar hamamına götürülür ancak büyüyüp ‘farkına varınca’ hamamın kapısından geri çevrilir, oğlunuz büyüdü hanım, denir.

 AKP hem eğitimde hem dış politikada CHP’yi hala kadınlar hamamına götürüyor, hala büyüyüp ‘farkına varamadı…’

 Bütünüyle uygarlığı bütünüyle şehirlerin bütün sokaklarını çok derin bir korku sarmış, bu bir sosyal devlet sorunudur diye bizimkiler henüz ayılmadılar.

 Hatta gök gürültüsünden dişçiden vahşi hayvandan henüz bilmediği tanımadığı için korkmayı bilmeyen üç aylık bebekler gibiler.

 CHP’ye önce korkuyu öğretmek lazım.

 Önce her insan gibi her hayvan gibi ‘yılandan’ korkmayı öğrenmeliler.

 Sonra beyinlerini akıllarını örgütlerini saran ‘zehirli örümcekler’den korkmayı öğrenmeliler.

 Sonra ‘karanlık’tan korkmayı öğretmeliyiz.

 Sonra ‘yalnızlık’ korkusunu öğretmeliyiz, başkalarıyla nasıl dostluk arkadaşlık kurulabileceğini öğretmeliyiz.

 Şayet bu ‘korku’ları öğretebilirsek, en temel derslere geçebiliriz.

 Başta ‘kaygı’ ve ‘endişe’ öğretmeliyiz.

 Karanlıkta kalan çocuk anne abla diye bağırır, cevabı alınca, anne abla karanlıktan korkuyorum konuş benimle, der.

 Karanlıkta ‘konuşamayan’ bu insanlara ‘çığlık’ ‘bağırma’ seslenme dersleri vermeli.

 Kumpastan şaibeden dolaptan dümenden ‘korkmayı’ öğretmeliyiz.

 Belki de daha önce Kılıçdaroğlu’nun iki özel danışmanı Can Dündar ve Ahmet Hakan’a verilmeli bu ‘korku’ dersleri.

 Bebekler kaygı endişe bilmedikleri için balkon demirleri üstünde dahi emekler, sayelerinde CHP evde tek başına filminin çocuk yıldızı.

 İnsan olabilmek kaygı endişe taşımak ‘danışmanları’ sayesinde büyük mesele haline geldi.

Ne mutlu onlara kaygısız endişesiz dünyadan habersiz mutlu yaşıyorlar.

Tarihin en skandal hırsızlıkları ve tarihin en sert savaşlarının ortasında, bir muhalefet lideri düşünün, alnındaki mavi öfke damarını, henüz hiç birimiz göremedik.

Kolayı var, modadır, alnına siyahi bir mavi damar dövmesi yaptırsın.

Nihat Genç

Odatv.com

https://odatv.com/chp-nasil-kurtulur-2411151200.html?__cf_chl_jschl_tk__=b34cd4bb2dfb5a78303f878048ca60650efb2174-1576066009-0-AcLkJT8jPLsC5qaR6HApExdCYps9hUanlbUwM_0-wIMkHLf2dqzubaZF1m_KJiTOKPKaNnbYyxxYbZ9mn6YGghCuqW15xla0mjdVs4ub3qFo0zh99tOM5w5yBHn1jhfLzt433HHKC5cUmHnUPnjzG0Hnih7tw_fIPYmOHkq6sIN774odVSF7u97ueEwvF_zQedYeBvugSOCoYv3zoSkIYBofBHlCJx8nfuorKSjEJwnb2bxNcvxWOZTzsRLn5C2LP0ZpumLZGmolmaoUGTvEMkeXxhX5NNcY9IXAipKWU9skdm0GKc0oHdDMX-Il0UHQtw


***