30 Ekim 2016 Pazar

BİR MİLLİ DAVA, NASIL KAYBEDİLİR..



BİR MİLLİ DAVA,  NASIL KAYBEDİLİR..



Bir Milli Dava  nasıl kaybedilir?
Ali Özsoy 
YÖN 

16.10.2006

Milli Davalar hainler yüzünden değil, hatalı önderlik yüzünden kaybedilir
KKTC’de AKP’nin müdahalesiyle, CTP-DP koalisyonu bozuldu. UBP’den istifa eden 4 milletvekili bir hülle partisi kurdu ve 3 bakanlık alarak CTP hükümetine katıldı.
Tayyip Erdoğan’ın adamı olarak tanınan KKTC müftüsü Ahmet Yünlüer’in bu operasyondaki rolü alenen ortaya çıktı. AKP talimatıyla bu işleri üstlendiğini saklamayan müftü Rauf Denktaş’ı ve Kıbrıs Türklerini dinsizlikle suçlayarak Ankara’daki hükümete “canının feda” olduğunu açıkça belirtti.
ABD ve AB paralarıyla seçim kampanyası yürütürken, “Türkiye işimize burnunu sokmasın” diyen M. Ali Talat ise AKP müdahalesini savunarak “AKP bir şekilde müdahale etmişse etmiştir, etmemişse etmemiştir.” diyerek, Denktaş’ın ifadesiyle KKTC’de yaşanan son sivil darbede oynadığı rolü gizlemedi.
Rauf Denktaş ve oğlu Serdar Denktaş’ın gelişmelerden sonra yaptıkları açıklamalar çok önemli gerçekleri ortaya çıkarıyordu. Ancak bu açıklamalar tıpkı DSP-MHP-ANAP iktidarının yıkılmasından sonra bazı DSP’li ve MHP’li isimlerin feryatları kadar etkili oldu.
Siyasette her şey bittikten sonra bazı gerçekleri dile getirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer siyasi komplolar ve emperyalistlerin müdahaleleri zaten bu denli açıksa ve biliniyorsa, zamanında eyleme geçmek ve doğruları dile getirmek tek yoldur. Hele “Anadolu halkını arkasına aldığını” söyleyen bir milli çizginin tek şansı, gerçekleri halka anlatarak, Türk halkının tepkisini örgütleyerek direnmektir.

ABD ve AB’ye karşı Türk halkıyla direneceklerini açıkça ilan eden Denktaş’ın en büyük hatası, bu ilan-ı harbe rağmen ABD ve AB’nin tamamen güdümüne girmiş KKTC ve Türkiye’deki siyasi yapıyla köprüleri tamamen yakmaması olmuştur. Serdar Denktaş’ın Talat hükümetindeki etkisiz bakanlığı pahasına ve “akıllıca strateji” uygulamak adına bugünlere gelindi.

Kuşkusuz “ulusal güçler” adı verilen ve şöyle ya da böyle Kıbrıs’ta Milli Dava’yı savunma niyetini ilan eden çevreler açısından, Serdar Denktaş’ın Talat hükümetindeki varlığı oldukça uzun bir hatalar listesinin en son maddesiydi.
Ama bu en son maddeyle birlikte Denktaş’ların Kıbrıs siyasetinden tamamen tasfiye edilmesi süreci tamamlanmış oldu.

Kıbrıs’ta yaşanan olaylar tek bir gerçeği açıkça ortaya çıkarıyor. Bazı milli çevreler hâlâ feryat figan AKP’ye, Talat’a ve onları destekleyen dış güçlere bağırıp çağırıyor. Ama bu öfke çok anlamsız kalmaktadır. Çünkü Milli Dava’yı zaten kabul etmeyen ve ona karşı çalışacağını ilan eden güçleri, Milli Dava’ya ihanet etmekle suçlamak saflığı aşan bir siyasi bilincin göstergesi olmaktadır.
AKP, M. Ali Talat veya Batı emperyalizmini suçlamak, kendi görevlerini yapmayan veya yapmaları gerekenin tam tersini yapan “ulusal güçlerin” hatalarını kapatmadığı gibi, gelecekte de aynı tür hataların tekrarlanacağını işaret etmektedir. Milli Davalar zaten ona karşı olan iç ve dış güçlere karşı savunulur.
Dava eğer kaybedilirse bunun sorumluluğu düşmanlarda değil, Milli Dava’yı hakkıyla savunamayan milli güçlerindir. Artık sorumluyu tespit etmenin vakti gelmiştir.
TSK’nın komuta kademesinden, en küçüğünden en büyüğüne millici siyasi odakların hepsi sorumludur. En ılımlısından en dik duranına, Özkök’ünden Denktaş’ına kadar geniş bir yelpaze aslında “milli strateji” adı altında teslimiyeti farklı derecelerde onaylamıştır. Ve tüm olanaklarımız bir kenara itilerek, düşmanının adım adım bugünlere gelmesine neden olunmuştur.
Kuzey Kıbrıs’a Rumlar değil ABD el koyacak
Yaşananlar olayları, Denktaş’lar ve Türkiye’deki milli çevreler AB’nin Türk limanlarını Rumlara açma dayatmasına ve Finlandiya çözümü adı altında getirilen yeni “çözüm paketine” bağladılar.
Oysa bu bakış açısı bile adada yaşananların hâlâ bazı milli çevreler tarafından yanlış değerlendirildiğini gösteriyor. Finlandiya çözümü denen paket aslında adadaki AB egemenliğini değil, ABD egemeniğini kesinleştirecek bir sürecin parçasıdır.
Annan Planı’nın oylandığı seçimlerden sonra adada fiilen AB ve ABD arasında siyasi bir taksim yaşandı. Adanın güney kesimi AB’nin, kuzey ise ABD’nin siyasi etki alanlarına teslim edildi.
Talat’ı AKP’nin adamı olarak nitelendirmek siyasi miyopluktur. Çünkü hem AKP hem de Talat iktidarını ABD kurdu ve ayakta tutuyor. Hatta Talat, Tayyip Erdoğan’dan daha çok ABD’nin adamı. Talat da Tayyip Erdoğan da Kıbrıs’ta ABD stratejisini uyguluyorlar. Maraş’ın ve Magosa limanının BM denetimi adı altında Rumlara verilmesi ve böylelikle KKTC üzerindeki izolasyonun sınırlı ölçüde kalkması da zaten AB’den çok ABD’nin işine yarıyor.
Bu gelişmeyle birlikte AKP iktidarı limanlarını belki Rum kesimine açabilir ama bunun seçimlere kadar olamayacağını zaten AB bile kabul ediyor. Büyük bir dayatma ve acele yok. Bugün esas yaşanan M. Ali Talat hükümetini dünyaya tanıtma sürecidir. Ve bunu Türkiye değil, ABD üstlenmiştir.
Çünkü M. Ali Talat’ın dile getirdiği gibi, “Kıbrıs Türk Devleti” artık “Türkiye’nin mezesi değildir.” İslam Konferansı’ndaki gelişmeler, Pakistan’ın M. Ali Talat’ı ilk defa resmi sıfatıyla ağırlaması, ABD’nin Kuzey Kıbrıs’ı kendine tamamen bağladıktan ve tam anlamıyla “kendi mezesi” haline getirdikten sonra buradaki kukla yönetimi dünyaya tanıtacağının işaretidir.
Bu aşamada Kuzey Kıbrıs için AB tehlikesinden hâlâ bahsedenler, hatta işi AB izolasyonları kaldırsın davasına indirgeyenler aslında adadaki Türkiye’ye yönelik gerçek tehlikeyi gizlemektedirler. Bu tehlike ABD ordusunun Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu kuşatmak için Kuzey Kıbrıs’ı işgal etmesi tehlikesidir.
Kıbrıs’taki ABD ve AB arasındaki siyasi taksim, hızla askeri taksime doğru ilerliyor. Kıbrıs Rum Kesimi Fransız Ordusuna güneyde üs verme kararı aldı. Yine AB ordusunun en önemli Akdeniz üssü Güney Kıbrıs olacak.
Tayyip Erdoğan’dan daha çok Washington’a gidebilen M. Ali Talat döneminde ABD askeri yetkilileri, “sivil havacılık denetimi” adı altında sık sık Ercan havaalanını teftiş ettiler. “Annan Planı reddedildi ama parça parça uygulayabiliriz” diyen M. Ali Talat’ın kastettiği parçaların başında Türk Ordusu’nun adadaki varlığının kademeli olarak ortadan kaldırılması geliyor.
Kuzey Kıbrıs’taki mülk davaları konusunda Tony Blair’in avukat eşiyle ortaklık kuran Talat yönetimi, ilk defa bir Avrupa mahkemesinde Rumların aleyhine karar çıkartabildi.
Talat, Kuzey Kıbrıs topraklarını korumaya karar verdi. Çünkü bu topraklar ABD için de artık gerekli. Maraş ve Magosa’da taviz konusunda bile AKP’den daha temkinli davranan Talat yönetiminin iplerinin ne AKP ne de AB’nin elinde olmadığı artık açıkça görülmelidir. Talat Kuzey Kıbrıs’ta ABD’nin atadığı “cumhurbaşkanı”dır. Kuzey Kıbrıs’ta Türk askeri şimdilik vardır. Ama orada Türkiye’nin devlet olarak siyasi etkisi kalmamıştır.
Bu gerçekler görülmeden Kıbrıs konusunda milli bir politika yürütülemez. En sert TSK açıklamasından, en millici halk eylemine kadar artık Milli Dava’ya bağlılık açısından turnusol kağıdı, AB karşıtlığı değil, ABD tehlikesine vurgudur.
Güney’e AB, Kuzey’e ABD ordusu girmek üzeredir. Her iki ordunun hedefi Türkiye olacaktır. K. Irak’ta ve Güneydoğumuzda yaşananlar iki misli bir şekilde Kıbrıs’ta yaşanacaktır. Öncelikle Türkiye’ye yönelik bu askeri tehlike vurgulanmalıdır. Sahte millicilik çizgisi artık “onurlu AB üyeliği” sloganının arkasına sığınamıyor. Her türlü demeçte AB karşıtlığına rastlayabiliyoruz. Ama kimse ABD’den bahsetmiyor.
Oysa bölünme tehlikesi ve Kıbrıs’ta Türk milletine biçilen felaketler siyasi dayatmalarla değil, ancak askeri bir müdahaleyle tam olarak gerçekleşebilir. Bunu yapacak ise ABD ordusudur. Zıpır çıkışlar yapan bir iki AB temsilcisine haddini bildirmek bu açıdan çok stratejik öneme sahip değildir. Artık Türk halkı bu tür çıkışlardan tatmin olmuyor.
“Stratejik akıl” en büyük alıklık haline geldi
Açıkçası hem Kıbrıs, hem de diğer Milli Davalar açısından Türkiye’nin önündeki seçenekler 4 yıl öncesine göre çok daha azalmıştır. Şartlar daha da ağırlaşmıştır. Atılacak adımlar daha radikal olmak zorundadır.
Bunun yegâne nedeni 4 yıl boyunca milli güçlerin yanlış direnme stratejisidir ya da stratejisizliğidir. AKP’yi suçlamak anlamsızdır çünkü AKP zaten üzerine düşeni yapmıştır.
Hatalar silsilesini uzun süre ulusal güçlerin ağzının içine baktığı, ancak konuştuktan sonrada tüm safları dağıtan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün iki ifadesiyle özetleyebiliriz: “stratejik akıl” ve “hislerle değil akılla karar vermek.”
Stratejiye ve akıllı davranmaya vurgu yapan bu bakış açısı Annan Planı’nı bile son dakikada desteklemiş ve Kıbrıs’taki referandumda milli güçleri sırtından hançerleyerek dağıtmıştı.
Esas olarak bakıldığında, Milli Dava’yı savunanlar asla tam olarak direniş çizgisini benimsemediler. Eğer TÜRKSOLU’nun eski sayıları takip edilirse bu konulardaki uyarıların hepsinin doğru çıktığı görülecektir. Çok geriye gitmeden kısaca milli denen güçlerin yaptıkları tüm “akıllıca” eylemlerle nasıl AKP, ABD ve AB’nin değirmenine su taşıdıklarını özetleyelim.
2002 Kasımında AKP iktidara gelince ilk icraatları Rauf Denktaş’a zorla Annan Planı’nı imzalatmaya çalışmak oldu. Başaramadılar ve büyük tepki gördüler. AKP’nin misyonu ilk günden belli olmuştu.
Ama CHP ve TSK’nın o zamanki önderliği, AKP’yi kazanmak adına Tayyip Erdoğan’ın yasaları çiğneyerek ve seçim hileleriyle TBMM’ye gelip başbakan olmasına göz yumdular.
Kıbrıs’ta milli direnişin bel kemiği hep Türk Ordusu olmuştur. Ancak AB’den tepki çekmemek ve AB’ye koz vermemek adına, MGK’nın tasfiye edilmesine göz yumuldu. TSK’nın halkı bilgilendirerek taviz politikalarına karşı çıkmasına ve AKP iktidarını da bağlayıcı kararlar almasına olanak sağlayacak yasal platform böylelikle ortadan kalktı. AB’nin eline “akıllıca” koz verilmemiş oldu.
Milli Dava konusunda asla taviz vermeyeceğini ve Annan Planı’nı değil oylatmak, görüşme masasına bile getirtmeyeceğini söyleyen Rauf Denktaş gerek Hilmi Özkök’ün gerekse çeşitli “milli güçlerin” telkinleriyle bunun tam tersi bir politika uygular konuma düştü. Annan Planı’ndan önceki son genel seçimi bir Milli Davay’a destek referandumu olarak ilan eden Rauf Denktaş, Serdar Denktaş’ın UBP’ye karşı ayrı bir baş çekmesini engellemedi. Denktaş çevresi UBP yenilgisi durumunda DP’yi bir sigorta olarak değerlendirdi.

“ Sigorta ” denen Serdar Denktaş, “ hain ” denen M. Ali Talat ile koalisyon kurdu. M. Ali Talat’ın daha ılımlı ve devletçi olmaya başladığı propagandaları desteklendi. Oysa M. Ali Talat çoktan Rauf Denktaş yerine uluslararası görüşmelere gitmeye başlamıştı.

Bu aşamada bile hatadan dönülebilirdi. Cumhurbaşkanı olarak Rauf Denktaş New York’a Annan Planı müzakereleri için asla gitmeyeceğini deklere etti. Ancak “ Tecrit olmayalım ”, “stratejik” davranalım ifadeleriyle Denktaş MGK’da ikna edildi.
Hem Hilmi Özkök hem de Tayyip Erdoğan, anlaşma olmazsa Annan Planı için referandumun KKTC’nin iradesine rağmen yapılmasına karşı çıkacaklarının sözünü verdiler. Resmi MGK tutanaklarına bu söz geçti.
Denktaş New York’a giderek, Annan’a KKTC’nin iradesini teslim etti. Annan anlaşma olmamasına rağmen referandum ilan etti. MGK’daki söz unutuldu. Rauf Denktaş ise Cumhurbaşkanı olarak yasadışı seçimi engelleyecek yasal yetkiye ve olanaklara sahip olmasına rağmen referandumda hayır oyu için kampanya başlatmaya karar verdi. “Sigorta” konumundaki oğlu ise partisini ve seçmenleri serbest bıraktı. UBP “hayır” cephesinde yalnız kaldı.
En sonunda Hilmi Özkök, adanın “güneyinde hayır, kuzeyinde evet en hayırlı kombinasyondur” diyerek seçimlerden bir hafta önce TSK’nın adadan tasfiye sürecine TSK’nın en üst düzey komutanının da karşı çıkmadığını duyurmuş oldu. Böylelikle adanın güneyini AB, kuzeyini ise ABD’ye taksim eden “en hayırlı kombinasyon” gerçekleşti.
Bu aşamadan sonra Annan Planı’na karşı çıkan Türk kesimindeki %35’lik hayır oyunun tek bir anlamı vardır. Bunca olumsuz koşula, bunca stratejik hataya, bunca ihanete rağmen Türk halkının büyük bir yüzdesi tamamen ideolojik bir milliyetçilik tavrıyla sürece karşı çıkabilmiştir. Devletin sorumlu kademelerindeki tüm isimlerin hatalı hatta ihanete varan tavırlarına rağmen Türk halkının Rauf Denktaş ve Milli Dava’ya desteğinin ne derecede büyük olduğu ortaya çıktı.
Halkın duyarsız olduğu, bu yüzden tecrit olmamak için stratejik hareket etmek gerektiğini savunanlar yenilginin gerçek sorumlularıdır. Bunlar Amerikancı ve AB’ci güçlerin her aşamada neredeyse tamamen istediği adımları atmıştır.
Rauf Denktaş’ın, Serdar Denktaş kanalıyla M. Ali Talat gibi bir Türkiye düşmanını “kontrol etmek” bahanesiyle, meşrulaştırması ve ona muhalefetsiz bir gül bahçesi sunması son büyük hataydı.
“Onurlu AB üyeliği” masalını anlatan DSP-MHP-ANAP iktidarının ne denli onursuzca yıkıldığı ve Türkiye’yi de onursuz tavizlere sürüklediği ortadadır. Bugün ise “stratejik akıl” adı altında, Kıbrıs’ta ABD yardımıyla tutunma hayali besleyenlerin içine düştükleri durumunu görüyoruz.
“Kanla aldık, kön dökmeden vermeyiz” diyebilmek
“Kurmaylık” ve “stratejik akıl” her halde her aşamada düşmandan medet ummak, düşmanın ılımlaşacağını, onunla ortaklık kurulursa temel hedeflerini bırakacağını hayal etmek değildir.
Oysa Türkiye’deki “milli güçler” denen çevrelerin en temel propagandaları bu hatalı düşünceler üzerine kuruldu, Önce “AB’ye onurlu üyelik” dendi. Sonra “Tayyip Erdoğan başbakan olursa ılımlaşır” masalları anlatıldı. “Merak etmeyin Ordu bir konuşacak pir konuşacak” diye halk uyutuldu. En sonunda aslında ABD’nin M. Ali Talat eliyle KKTC’yi koruyacağı hayali yutturuldu. ABD güdümünde, Serdar Denktaş “sigortalı” koalisyonlar desteklendi.
Artık “millici” yanılsamaların gerçeklik karşısında tamamen tuzla buz olduğunu görüyoruz. Teskin edici hikâyeler sona erdi.
Devlet başkanıyken elindeki silahlı güçle, devlet mekanizmasıyla Milli Dava’yı savunamayanlar ise, şimdi artık gazete köşelerinden en sert açıklamaları yapabilirler. AKP ve M. Ali Talat ile hiçbir zaman köprüleri atmaya cesaret edemeyenlerin, bugün onlar tüm bağları koparınca öfke ve şaşkınlık nöbetlerine girmeleri ise anlamsız.
TÜRKSOLU, Annan Planı’nın referandumundan hemen önce; “Kanla aldık, kan dökmeden vermeyiz” sloganını atmıştı. Bunun tek anlamı devleti yıkacak seçimi yasal olarak ve fiilen engellemekti. “Bu seçim devleti yıkacak” diyen Rauf Denktaş doğru saptamaları yanlış eylemlerle devam ettirmekte ısrarlı oldu. Ve bugün yaşanan son sivil darbeden sonra ilk defa “KKTC’nin kanla kurulduğunu, teslim olmayacaklarını” söyledi ve TMT geçmişini hatırlattı.
Geç olsun ama güç olmasın demek istiyoruz. Ama hem geç hem de güç olacak anlaşılan. Keşke KKTC Anayasasına göre adadaki Silahlı Kuvvetler’in başkomutanıyken bu cümlelerin gereği yerine getirilseydi. Anadolu’daki Türk halkının Denktaş’ın arkasında olduğu kesin. Cumhurbaşkanı Denktaş, en kritik günlerde on binlerce gönüllüyle hem AKP hem de Hilmi Özkök’e rağmen Milli Dava’yı rahatlıkla savunabilirdi. Ama köşe yazarlarına verilen destekle, Cumhurbaşkanlarına verilen destek arasında fark vardır. Geciken çağrılar Türk halkının kulağına gitmez.
“Milli strateji” belirleyeceklere Kıbrıs musibeti belki ders olur. Korkunun ecele faydası yoktur.



..

Bİ SOLUKLAN DA DİNLE,




Bİ SOLUKLAN DA DİNLE,


06 Şubat 2015
Rifat Serdaroğlu
Otur bakalım arkadaş, bu gün nasihat günüdür. Sana son kez nasihat edeceğim.
Bu güne kadar hiç ders almadın!
Bu dediklerimden de ders almazsan, sıra musibete gelecek.
Bir musibet, bin nasihatten evlâdır, sözüne sakın aldanma! Eğer hala ders almamakta direnirsen, başına öyle bir musibet gelecek ki, Saddam’ın Kaddafi’nin sonunu mumla arayacaksın!
Be arkadaş; Ananın karnına sığdın, ölünce iki metrelik çukura sığacaksın da, koskoca dünyaya neden sığamıyorsun?
Bilmez misin ki aç gözlülüğün sonu felakettir. Bu hırs, bu kibir nedir?
Al şu aynayı kendine bir bakıver!
Orman arazisine kaçak yaptırdığın gecekonduda oturan sen değil miydin?
Evinin geçimini sağlayamazdın da, partinden sana her ay yardım yaparlardı!
O gariban halinden villalara, yazlıklara, çiftliklere, saraylara geldin.
Yetmedi mi, doymadın mı arkadaş?
Eskiden birikmiş tek kuruşun yoktu, şimdi tüm sülalenle yirmi dört saat sıfırlamaya çalıştığın halde, helali haramı düşünmeden biriktirdiğin paralarından geriye daha otuz milyon avro kalıyor!
Servetin o kadar büyüdü dağ gibi oldu ki, kul hakkını görmez, gözetmez oldun!
Yükselebilmek için çok can yaktın, çok ah aldın be arkadaş!
Günahı-suçu olmayan vatan evlâtlarına, gözünün önünde kumpaslar-tuzaklar kuruldu, işine geldiği için sesini çıkarmadın, bilerek ve isteyerek suç ortağı oldun!
Hakkı-hukuku-adaleti çiğnedin.

“Ekmek-Su-Aş bulmak gecikebilir/ 
Temele taş bulmak gecikebilir/ 
Devlete baş bulmak dahi gecikebilir/ 
Lakin Adalet gecikmez tez verilmelidir, 
deyişini yerle bir ettin.
Sinirlendin, öfkelendin hiç hakkın olmadığı halde insanlara bağırdın, hakaret ettin. Bununla yetinmeyip üzerinde taşıdığın Türk Milletinin emanetini unuttun. Yüzlerce korumana güvenip zavallı bir madenci genci tokatladın!
Tokatladığının, gerçekte Türk Milleti olduğunu hiç düşünmedin bile!
Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da milyonlarca Müslümanın kanının dökülmesi için emperyalist devletlerin erketeliğini kabul ettin. Büyük günah işledin.
Hepsinden önemlisi, bu aziz vatanın elli dört bin insanının hayatını, gelecek nesillerimizin milyarlarca dolarını çalan, yüz binlerce genci uyuşturucu ile zehirleyen bebek katili ve uyuşturucu baronu Öcalan ile müzakereye girip, ülkenin bölünme sürecini başlattın ya, bu kadar ileri gidebileceğini en yakın arkadaşların bile tahmin edemezlerdi…
Bu gidişin sonu senin için bir felakettir.

Sana verilebilecek tek nasihat şudur;

Tüm kirli paralarını, haram havuzundaki adamlarını, Öcalan ile görüşen memurlarını al ve her kul gibi sana da sayı ile verilen nefeslerinden sonuncusunu verinceye kadar, seni ve heyetini kabul edecek bir ülkeye git.
Kalmaya ve zarar vermeye devam edersen, bil ki ülkede iç savaş çıkaracaksın. Allah esirgesin ama böyle bir derde düşersek, kimin ne olacağı hiç belli olmaz.
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, benim seni affetmem ve hakkımı helal etmem mümkün değil. Allah seni affeder mi, onu ancak “O” bilir.
Türk Milletinin karşısına yüzüne bol miktarda fondöten sürüp çıkıyorsun ama Cenab-ı Allah’ın karşısına hangi yüzle çıkacaksın, çok merak ediyorum…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
06 Şubat 2015
Rifat Serdaroğlu

BÜYÜK KÜRDİSTAN




BÜYÜK KÜRDİSTAN


Rifat Serdaroğlu
29 Haziran 2013
RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35
   Bu yazımızda, Başbakan Erdoğan’ın “Kütük” gibi sert ve kırıcı üslubu yerine “Kavl-i Leyyin’i” öne çıkarmayı, yani muhatabı rencide etmeden tatlı bir dil ile maksadını anlatma yöntemini kullanmaya gayret edeceğiz.
Önümde iki rapor var;
1)Can Paker’in Başkanlığındaki Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Grubunun, Kamu Düzeni ve Müsteşarlığı aracılığıyla Başbakan’a sunduğu rapor.
2)Kuzey Kürdistan(Ülkemizin Güneydoğu Anadolu Bölgesi) Birlik ve Çözüm Konferansı sonuç raporu.
Bu iki raporu isteyen herkes bulabilir. İki raporun temel noktaları tamamen
aynıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinden ve Türk Milletinden istenenler madde-madde yazılmış, sanki aynı elden çıkmış gibi.
Soru şu;
Türkiye’deki Kürtçü Hareketin önderi kim? Abdullah Öcalan değil mi? Evet.
BDPKK’lılar onun her dediğini “Allah Emri” kabul etmiyorlar mı? Evet. 

Geçen hafta Öcalan’ın, Barzani’ye yazdığı ve MİT (Türkiye Cumhuriyeti
Milli İstihbarat Teşkilatı) tarafından yerine ulaştırılan mektupta ne diyordu;
“Sayın Barzani, sizi sadece Güney Kürdistan’ın değil, (Kuzey Irak) bugün
4 parça olan Büyük Kürdistan’ın (Türkiye’nin Güneyi-Kuzey Irak-Suriye’nin Kuzeyi – İran’ın Güney Batısı) tek önderi olarak kabul ediyoruz.”
Demek ki kurulması için çalışılan Büyük Kürdistan’ın lideri Barzani olacak.
ABD ve İsrail’in, “Büyük Kürdistan’ı” kurma kararı verdikleri ve Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri planı yürürlüğe koydukları ve gerçekleştirmek için Başbakan Erdoğan’ı bu projede “Eşbaşkan” olarak görevlendirdikleri, dünyada bu işleri bilenler tarafından artık itiraz edilmeyen bir gerçektir.
ABD-İsrail-Eşbaşkan Erdoğan-Öcalan-Barzani istediklerine göre,
(Eğer Türk Milletini aşıp, başarabilirlerse) Barzani’nin Başkanlığında
Büyük Kürdistan adım-adım kurulacak demektir!
Bir an için bu hayalin gerçek olduğunu düşünelim. Yukarıdaki iki raporu hazırlayan PKK’nın kalemşorlarının T.C Devletinden istediklerini,
gelecekteki önderleri Barzani’den de istediklerini varsayalım;
Öyle değil mi? En temel demokratik haklarını Barzani’den istemeyip de, benden mi isteyecekler?
*Tam Demokrasi ve Anayasada yazılacak tam eşitlik istiyoruz.
Barzani yönetiminde demokrasi var mı? Kendisi daimi ve değişmez Başkandır. Her şey, devlet kurumları dahil onun ve aşiretinindir. Bakanların tamamı ya akrabası ya da kendi aşiretindendir. Etnik köken ayrımı yapılmadığı söylenir, fakat özellikle Iraklı Türkmenler için sürekli “ETNİK TEMİZLİK” yapılır.
Daha geçen hafta Tuzhurmatu ilçesinde 13 Türkmen öldürüldü, 71 Türkmen yaralandı. Öldürülenlerden biri, Irak Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı
yiğit insan Ali Haşim Muhtaroğlu idi. Hepsinin mekânı cennet olsun.
*Ana dilde eğitim hakkımızdır, tartışılmaz. Kürtçe eğitim ve öğretim istiyoruz.
-Barzani, dil birliğini sağlamak amacıyla Kuzey Irak’ta Resmi Dil ve Eğitim-Öğretim dili olarak sadece Kürtçenin “Soranice” lehçesini kabul etti. Kürtçenin Kırmançi ve Zaza lehçelerinin kullanımını tamamen yasakladı. Kürtçenin eğitim ve öğretim dilinde modern dünya ile yarışmasının mümkün olmadığını anlayan Barzani, Kuzey Irak’ta Cemaatin kurduğu üniversitede olsun, diğerlerinde olsun, eğitim dilini “İngilizce” olarak kabul etti.
*İnönü ve Mareşal Fevzi Çakmak isimleri kaldırılsın. Şeyh Said- Said Nursi- Seyyid Rıza gibi kişilerin itibarları iade edilsin.
Kalıplaşmış deyimlerden vazgeçilsin; Türk Bayrağı-Türk Milleti- Ne Mutlu
Türküm Diyene, gibi. Tek Dil-Tek Millet değil, ortak millet-ortak devlet denilmesini istiyoruz.
-Kürtçü vatandaşlarımız bunlardan sadece birini örneğin, Molla Mustafa Barzani’nin isminin veya bir heykelinin kaldırılmasını, önderleri Barzani’den isterlerse, görecekleri en hafif muamele, kendisiyle beraber tüm ailesinin kafalarının kesilmesi olur!
Hele Barzani’nin bölgesinde, onun peşmergelerinden ayrı bir “Asayiş Gücü” oluşturup, yol kontrolü yapmaya kalkanın sonu, kazığa oturtulmak ve ömür boyu ayakta durmakla ödüllendirilmek(!) olur.
Şimdi, yine Kavl-i Leyyin üslubuyla soralım.
Sayın-Sevgili-Değerli-Demokrat Kürtçü- Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler;
Türk Milleti adı, Türk Devleti çatısı altında tüm kültürel-sosyal-etnik-inanç haklarınızı, özgürce ve eşit olarak kullanarak yaşamak sizleri niçin rahatsız ediyor?
Demokrasimizin eksiklerini hepimiz için, tüm Türk Milleti için beraberce tamamlasak öldürmeyi değil, yaşatmayı seçerek bu cennet vatanda kardeşçe yaşasak, çok mu rahatsız olursunuz?
Yıllardır bölge insanının kanını emen, “ağalık” “Şeyhlik” düzenini beraberce yıksak, her biri yüzlerce köy sahibi BDP Milletvekillerinin ellerindeki arazileri toprak reformu ile alsak ve sizlere dağıtsak, o ağalar, beyler çok mu rahatsız olurlar? Kürtçe eğitim istiyorsunuz;
İlkokuldan başlayarak, Kürtçe Eğitim veren Özel Okullarınızı kurun ve çocuklarınıza öğretin. Bakın Türkiye’nin en zengin kişileri sizinle aynı etnik kökene sahipler. Her biri isterlerse yüz tane okul açacak kadar zenginler. Tüsiad’da size yardım etsin.
Amaç ana dilinizi öğretip, kültürünüzü yaşatmaksa buyurun beraberce yapalım.
Bilimde-Fende-Teknolojide-Ticarette-Edebiyatta kullanamayacağınız bir dil yerine bizlerin yaptığı gibi, çocuklarınıza zengin ve güzel Türkçemizin yanında ikinci-üçüncü bir dil öğretip, onları birer “Dünya İnsanı” yapmak sizlere
çok ters mi gelir?
Lütfen bunları iyi düşünün. Katılmadıklarınız için yazın, tartışalım. Bizler bir ve bütün olursak rahat edebiliriz. Her talebi dinleyelim, birliğimize ve demokrasimize olumlu katkı sağlayacakları beraberce gerçekleştirelim.
Ama lütfen bir şey yapmayın. Türk Milletini enayi yerine koymayın. Lütfen bizi daha fazla üzüp, Türk Milletinin sabrını zorlamayın. İnanın Türkiye’nin %95’i sizler ve Erdoğan gibi düşünmüyor. Kandırılmaktan bıkmadınız mı?
Bir de kendinize, aklı başında-dünya gerçeklerini bilen medeni sözcüler seçin. Akil İnsanlardaki bir kısım sepetleri, kendine öğretim üyesi diyen yumuşakçaları, Altan Tan- Mehmet Metiner gibileri çok mu aradınız Allah aşkına!
Hadi şimdi düşünün, İmralı’ya gidecek heyete de bu yazıyı verin, o da düşünsün.
Biz nasılsa daha çok konuşacağız.
Allah insanlara kullanmaları için vermiştir “Akıl” denen mucizeyi.
Cennet vatanında efendi gibi yaşamak varken, kendi evini yıkıp, Barzani’ye köle olmak niye be güzel kardeşim!
Not: Daha dün, bölgeyi “Sömürge Valisi” tavrıyla gezen ABD’li Büyükelçiye ve onun tahriklerine asla güvenmeyin. Geçmişte sizleri çok defa sattılar, yine satacaklar, baş başa kalacağız. Güvenlik Bölgelerinde yapılmakta olan Kalekol-Karakollara niçin karşı çıkıyorsunuz? Bunlar sizi, eşkıya-kaçakçı-uyuşturucu satıcısı ve teröristlere karşı korumak için yapılmıyor mu?
Sizlerin bu eşkıya- kaçakçı- terörist takımıyla ne işiniz olabilir Sayın, Sevgili, Demokrat Kürtçü-Bölücü Beyefendi ve Hanımefendiler?
Sağlık ve başarı dileklerimle, 
29 Haziran 2013
RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
facebook.com/rifatserdaroglu35



KAYYIMCIBAŞI TOBB BAŞKANI



KAYYIMCIBAŞI TOBB BAŞKANI


Rıfat Serdaroğlu
29 Ekim 2016
Rifat Serdaroğlu

TOBB Başkanı açıkladı; En kısa zamanda Ankara Ticaret Odasına (ATO) Kayyım atayacağız!
Zaten bundan böyle seçime-demokrasiye ne gerek var be Hisarcıklıoğlu!
Her yere Kayyım atayın, siz de rahat edin biz de rahat edelim.
Hele sizin gibi, yönetim içi darbe ile işbaşına gelenlerin seçimle, demokrasiyle ne işi olabilir ki?
Atayıverin her yere birer kayyım, sıkılınca değiştirir yenisini atarsınız.
ATO, 125 bin üyesi olan bir odamızdır. ATO’da başkanlık ve yönetim kurulu üyeliği yapmış kişilerden benim tanıdıklarım, işlerinde başarılı olmuş, istihdam yaratmış, vergisini veren, ülke meselelerine ilgisiz kalmayan kişilerdir.
ATO Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri kendiliklerinden istifa etmediler.
Bir Bakan, TOBB toplantısına katıldı ve “içinizdeki FETÖ’cüleri ayıklayın. Yoksa biz yaparız, ama!” diye Hisarcıklıoğlu’nu korkuttu. ATO üstünde bir taraftan TOBB baskısı, bir de Melih Gökçek’in onlarca korumayla gezen oğlunu ATO Başkanı yapma baskısı sonuç verdi ve ATO Başkanı ile 9 yönetim kurulu üyesi istifa etti.
Halbuki kim FETÖ’cu kim değil tespit etmek o kadar basit ki!
2004 yılından bugüne kadar, Pensilvanya’ya FETÖ’nün elini öpüp, himmet ödemeye gidenleri, pasaportlarından ve istihbarat örgütlerinin kayıtlarından öğrenmek mümkün. Basit bir çalışma ile bu öğrenilebilir.
Ama kazın ayağı öyle değil. Bu araştırma sonucu, Pensilvanya ziyaretlerinde birinci Hisarcıklıoğlu, ikinci Ankara’yı parsel-parsel FETÖ’ye satan Melih Gökçek çıkarsa ne olacak?
Daha önce de yazdım. CIA uşağı bu örgütün devletle olan işlerinde aracı olan en önemli kişi TOBB Başkanı ve Melih Gökçektir. Yıllarca FETÖ ile çalışmış, şimdi itirafçı olmuş Bademlere sorun, aynen benim dediklerimi söyleyeceklerdir.
FETÖ’ne darbe girişiminde bulunacak kadar güç veren siyasiler, TOBB Başkanı ve Melih Gökçek gibi FETÖ’cüler, serbest gezecekler devleti işgale devam edecekler, gariban öğretmenler-askerler- memurlar işlerinden atılacaklar, açlığa mahkûm olacaklar, binlercesi de hapse tıkılacaklar!
Böyle adalet olmaz, böyle insanlık olmaz, böyle yöneticilik hiç olmaz…
CUMHURİYET

14 yıldır hepimizin gözleri önünde, Cumhuriyetin damarlarını teker-teker koparıyorlar.
Lâiklik ilkesi paspas oldu.  Hukuk Devleti yok edildi. Kuvvetler ayrılığı ayak bağı oldu. 
Yargı, Bademlerin emrine girdi. Ülkede namuslu insanlar korku içinde yaşarken, sırtını Saraya dayanan mafya babaları polis eskortuyla gezer oldu.
Ülkenin Cumhurbaşkanı “ Sur’da bir delik açtık ” diye övünür hale geldi.
Herkes şunu iyice kafasına sokmalıdır;
Bademi, FETÖ’cusu, Bölücüsü, Emperyal devletler tüm oyunlarını oynadılar. Sur’da sadece bir delik açabildiler!
Şimdi sıra Türk Milletine ve Türk Aydınlarına geldi. Bu orta çağ zihniyeti, doğru fikirlerle nasıl delik deşik edilirmiş hem Türkiye hem de dünya görsün…
Ne mutlu Türküm Diyene… Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
29 Ekim 2016
Rifat Serdaroğlu

ENFLASYONUMUZ DA ÇALINDI



ENFLASYONUMUZ DA ÇALINDI


Rıfat Serdaroğlu
Rifat Serdaroğlu
05 Şubat 2015
Mardin’de bir otelde AKP’liler İl Danışma Meclisi toplantısında biraraya geldiler.
Mardinli olan eski Bakan Muammer Güler kürsüye çıktı ve gürledi;

“Ne bir kuruş fakirin parasına, ne bir kuruş kamunun kaynağına, ne bir kuruş yetimin hakkına tenezzül etmedik. Tenezzül eden alçaktır, namussuzdur, şerefsizdir…”
Makinalı tüfek gibi konuşan boyun fakiri eski Bakana soralım;
Fakirin, yetimin nesini alacaksın be adam? Bunların kıçındaki pantolondan başka nelerini bıraktınız ki? Siz kendi zengininizin dostusunuz, fakirin değil ki!
Reza Zarraf’ın fakir ve yetim olmadığını cümle âlem bilmiyor mu?
Oğlun bu Reza denen sepetin danışmanlığını yapmıyor mu?
Sen ömrün boyunca memurluk yaptın. Daha düne kadar senden harçlık alan, hayatında hiç çalışmamış, tek kuruş vergi ödememiş oğlun, nasıl oluyor da aylık kirası 60 BİN TL olan evde oturabiliyor?
Bunun yolunu, fakirlere ve yetimlere de öğretsene!

Kamu Kaynağı diyorsun. Sen Bakan olmasan yani kamu gücü kullanmasan,
Reza denen sepet sana selam verir miydi? Oğlunu danışman olarak alır mıydı?
Sen milletin sana emanet ettiği “kutsalı” Reza’nın ayakları altına attın ve sen de önüne yattın.

Bir parça yüreğin ve adamlığın kaldıysa, gel, bunları bana anlat! Sıkarsa tabii…
Değerli Okurlar;
Ben, badem takımını “Mart Kedisine” benzetirim. Bunlar hem öperler, hem canları yanmış gibi bağırırlar. Hem cebinizi boşaltırlar, hem sizden fazla ağlarlar. Götürecek bir şey bulamazlarsa, birbirlerinin işini-parasını götürürler.
Bunlarda her şeyin bir raconu, ölçüsü vardır. Rüşvetin bile.
Dönemin Başbakanının oğluyla yaptığı şu konuşmayı hatırlarsanız, ne demek istediğim net olarak anlaşılır!

Baba; Oğlum filanca(!) kişi getirdi mi?

Oğul; Getirdi babacığım ama ancak 10 Milyon Dolar denkleştirmiş, gerini sonra getirecekmiş!

Baba; Ne 10 mu getirmiş? Sakın alma! Nasılsa bize mahkûm, oda herkesin verdiği kadar verecek…
İşini (!) nasıl takip ettiğini gördünüz mü? Avantayı bile tarifesine göre alacak. Avantayı tahsil edemezse, itibarı sarsılır tosunun…
Gelelim enflasyonun çalınmasına! Yahu enflasyon da çalınır mı demeyin!
Öyle bir çalınır ki şaşarsınız!
Bizler, yani alışverişini pazardan- marketten kendi yapan insanlar olarak enflasyonu her ay, aldıklarımıza daha fazla para ödeyerek zaten yaşıyoruz.

-Bizlere göre bir yıllık MUTFAK ENFLASYONU yüzde 30’dan fazladır.
-İstanbul Ticaret Odası verilerine göre, 12 aylık Enflasyon ortalaması: % 12,18
-TÜİK (AKP Hükümeti) verilerine göre, 12 aylık enflasyon ortalaması : % 7,24
Buyrun buradan yakın! Hadi bizim % 30’u boş verelim. İTO ile TÜİK arasındaki 4,94 puana ne diyeceğiz? Kim çaldı bizim enflasyonumuzu yahu?
İmdat, Hırsız var, enflasyonumuzu çaldılar, yetişin ey ümmet-i Muhammed…
Not: Yerdeki taşı alıp kendi kafasını kıran adamın aklından şüphe etmeyen, hem aptal hem de zır cahildir. Özel sektörün sağladığı istihdamın %50 sini, özel sektörün yaptığı ihracatın %80 nini, özel sektörün yarattığı katma değerin % 50 sini yaratan TÜSİAD, kaka!
Rasyo oranı 18 olan Bank Asya da kaka!
Kim Baş Serok Recep’in emrine girmezse o hepten kaka…
Boyalı saçlı ekonomi bakanını Avrupa’ya gönder de, yabancı sermayeyi ikna edip Türkiye’ye getirsin! Nah getirir…
Olan yine fakir fukaraya olacak. Dolar fırladı, 2,44’ü geçti. Zam yağmuru sel gibi geliyor.
Durmak yok, AKP’ye oy vermeye devam… Müstahaktır, müstahak…
Sağlık ve başarı dileklerimle 
Rifat Serdaroğlu
05 Şubat 2015

..

Ne istedin de yapamadın?



Ne istedin de yapamadın?



Rifat SERDAROĞLU - Ne istedin de yapamadın?




Rifat SERDAROĞLU

Yazı Tarihi: 05 Şubat 2015 Perşembe
Dönemin Başbakanı Erdoğan, başkanlık- başkanlık - başkanlık da başkanlık diye, delinin ipine tutunduğu gibi ille de Başkanlık diye tutturdu.
Bizden yani Türk Milletinden, içinde ne olduğunu bilmediğimiz Anayasa için destek istiyor!
Baş Serok Erdoğan'ın isteğine cevap vermeden önce, 13 senelik “TEK BAŞINA” iktidarında ve Parlamenter Demokratik sistemde neleri yapamadığını, daha doğrusu isteyip de yapamadığı neler var, sorusuna beraberce yanıt arayalım;
-Eski Cumhurbaşkanı Gül, AKP Hükümetine engel oldu mu?
Hayır. Gül adeta noter gibi önüne gelen her yasayı, her kararnameyi anında onayladı.
-Yasama organı olan TBMM’de isteyip de yapamadığı bir şey var mı?
Yok. İstediği yasayı, istediği sürede kabul ettirdi. MİT Yasasını iki günde çıkartarak, rekor kırdı.
-Yürütme organı olan Hükümette kendisine engel olan Bakan oldu mu?
Hayır. Başbakan tarafından dövülen Bakanları ilk kez bu dönemde gördük.
-Yargı Erkini, üst üste çıkardığı yasalarla istediği gibi düzenlemedi mi?
Hamur gibi yaptı! Anayasa’yı her gün defalarca ve ısrarla çiğneyen bir hükümete, yolsuzlukların (duble) yol olduğu bir iktidara, hukuk devletini yok sayan bir anlayışa karşı Bağımsız (!) Yargı erkinden bir tepki, bir direniş göreniniz var mı?
-İstediği kişiyi, istediği makama getirmekte AKP’ye engel olan oldu mu?
Olmadı. Olmadığı gibi, KPSS’yi yok sayıp, Belediyeler-Diyanet İşleri-Valilikler kanalıyla tüm yakınlarını üst düzey devlet memuru yaptılar.
-Yolsuzluk İddialarını araştıran Cumhuriyet Savcıları, “ Üst Akıl Baş Serok’a ” ayak bağı oldular mı?
Nerdeee! Görevini yapmaya çalışan Savcılar suçlu durumuna düşürüldü, hırsızlar devletin en önemli kurumlarına getirildi.
-Bir şey yapmak istediler de, kuzu muhalefet mi engelledi?
Hayır. Aksine, muhalefet bilmeden AKP’ye destek te oldu!
-12 Sene boyunca Cemaati koynuna alıp, Türk Ordusunun komuta heyetini çökerteceğim dediler de engelleyen mi çıktı?
Tam aksi. AKP ve Cemaat “ Kaşık kalıbı ” gibi iç içe idiler. MOSSAD ve CIA ile işbirliğine göz yumdular.
Kumpaslar-tuzaklar-sahte deliller düzenlediler.
Zavallı insanlar zindanlarda çürüdüler, öldüler.

AKP ve Cemaat, Türkiye’ye bu acıyı ve hukuksuzluğu utanmadan yaşattılar.

-Öcalan denen “Bebek Katilini” Türk Devletinin muhatabı yaparken, ona sekreterli bürolar kurarken elini tutan mı oldu?
Yooo. Aksine tüm devlet yetkilileri, trene bakar gibi baktılar!

-Türk Bayrakları yakılırken, Atatürk büstleri kırılırken, “ hey niçin engellemiyorsun ” diyen mi oldu?
Hayır. Atatürk’ün Ordusu olduğunu söyleyenler de, Türk Milletinden maaş alan güvenlik görevlilerinden bir tanesi bile, “Bayrağımızı yakanın, Atatürk’e el uzatanın, elini kırarım” diyemedi!
-“ Ne Mutlu Türküm Diyene ” levhaları indirilirken, “ yapamazsın ” diyen oldu mu?
Nerdeee! Bazı sepet Valiler gerekçe olarak “Çevre Kirliliğini” gösterdiler.
Aynı yerlere PKK bayrakları ve Öcalan posterleri asıldı, bu haramzadelerden biri bile “ indirin bu paçavraları ” diyemedi…
Tüm bunları anladık da, Baş Serok’un isteyip de yapamadığı bir şey yok muydu?
Olmaz olur mu? Yapamadıklarını yapmak için Yeni Anayasa diye tutturup, duruyor!
Neleri yapamadı;
*Anadolu Federe İslam Devletine geçemedi.
*Güneydoğu Bölgemize özerklik verip, Kürdistan Devletinin kurulmasını yapamadı.
*Öcalan’ı serbest bırakıp, parlamentoya sokamadı.
*Kız-Erkek ayrı eğitime geçemedi.
*Kadını tamamen eve kapatamadı.
*Kendisinin ve adamlarının yolsuzluklarının duyulmasını engelleyemedi…
İşte bunlar için Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemini istiyor! Ama bunları açıkça ve mertçe bir açıklama ile dahi yapamıyor, takiye yapıyor!

Değerli okurlar;

Güç ve kibir, eğer bir insanı ele geçirmişlerse, onu için için çürütürler.
O kişi kof bir ağaç gibi olur, işte Baş Serok Erdoğan’ın “Pranga” dediği bunlardır.
Bir gün bir vatan evladı gelir ve “PÜF” diye üfürür, diktatör yıkılır gider…

http://www.yorungehaber.com/yazar-782-ne_istedin_de_yapamadin.html


27 Ekim 2016 Perşembe

NATO Rusya'yı teslim alamayacağına göre…





 NATO Rusya'yı teslim alamayacağına göre…




Bülent ESİNOĞLU :


NATO Savunma Bakanları toplantısında, Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya'ya yerleştirilecek, 4000 asker ve savaş teçhizatlarıyla ilgili toplantılar sürüyor.
Bu toplantılar, Amerika'nın yeni planlarının uygulamasını, NATO üyesi diğer ülkelere bildirme içeriklidir. Bu kez Rusya'ya karşı sürdürülen savaş baskısının detaylarının görüşüldüğü bir toplantı olduğu anlaşılmaktadır.
Savunma Bakanı Fikri Işık toplantıdan gülerek çıktı ama pek gülünecek şeylerin konuşulduğunu sanmıyorum.
Konuşulanların başında Türkiye olduğunu sanıyorum. Çünkü Türkiye, şu sıralar, NATO'ya en ters konumlanan bir ülke durumundadır. Sanki NATO, Rusya'dan önce Türkiye'ye saldıracak gibi bir vaziyet alıyor.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Karadeniz'e çok uluslu bir gücün yerleştireceğini, bir önceki NATO toplantıdan sonra ifade etmişti. Sahibinin sesini işittiğimizi söyleyebiliriz.
Ulus devletleri şehir devletlere dönüştürmek emperyalizmin temel stratejisidir. Bu strateji, Amerika'nın başında nasıl bir yönetim olursa olsun değişmez. Amerikan yönetiminden bağımsız, yapısal bir durumdur.
Emperyalizmin gelişme ve gelişme için yönetme isteği, kişilere ve siyasetlere bağlı değildir. Yapılanma sorunudur.
Ülke olarak biz, 1952'den beri, emperyalist ülkeler ile birlikte olarak bu günlere geldik.
Uzağımızda, ya da yakınımızda NATO'nun ulus devletlere saldırısına ya sessiz kaldık, ya da asker göndererek, NATO/ABD'nin yanında yer aldık.
İfade ettiğim tarihi gerçeği, daha somutlamak için, 1950 yılından bu yana, NATO/ABD'nin parçaladığı, ya da rejimlerini değiştirdiği, ulus devletleri sıralamak isterim.
1950 Kore, 1954 Guatemala, 1958 Endonezya, 1959 Küba, 1961 Vietnam, 1965 Laos, 1969 Kamboçya, 1980 İran, 1981 El Salvador, 1983 Granada, 1986 Lybien, 1989 Panama, 1991 Irak, 1995 Bosna, 1998 Sudan, 1999 Sırbistan, 2001 Afganistan, 2004 Haiti, 2014 Suriye, 2018 ????
Bu ülkeleri ve tarihleri sıralamamdaki ısrarım, çok yakında ülkemize sıranın gelebileceğini(hatta geldi bile) sakın göz ardı etmeyin anlamındadır.
Amerika'nın bölgemizde, hala demokrasi ve petrol çıkarları için var olduğunu sanmak gaflettir.
Petrol işin çerezidir. Ulus devletleri yeniden yapılandırmak, emperyalizmin yeni çıkarlarına uygun hale getirmek, esas olandır.
Umarım, emperyalizm sözcüğünü kullanıyor olmam, bazılarını artık rahatsız etmiyordur.
Tekrar NATO toplantılarına dönersek, bundan böyle NATO toplantıları, Rusya'yı baskı altında tutmanın ötesinde, Türkiye'yi baskı altında tutmaktır. Sen nasıl olur da, Rusya ile istihbarat antlaşması yaparsın, sen nasıl olur da, Suriye'de Rusya ile beraber olursun…
Türkiye, kendisine sıranın geldiğini görünce, NATO ittifakının da, bir anlamının kalmadığını görmesi gerekir.
NATO/ABD içinde kalarak, Türkiye'yi savunmanın imkânı kalmamıştır.NATO, zaten bir savunma değil, saldırı örgütüdür.
NATO toplantıları ve savaş hazırlıkları, bir taraftan Rusya'yı tehdit ederken, öte yandan da, Türkiye'ye diyor ki; benimle birlik olmazsan seni de vururum.
Amerikan tehdidi; Irak işgali sırasında, televizyonlarda seyrettiğimiz, bombaların izli mermilerin resimlerinden artık oluşmuyor.
Saldırı beklediğimiz yerden, savunma silahları gelmeyeceğine göre, bizi silahsız bırakan NATO toplantılarını bir yana bırakıp, Türk ordusunu acilen modern silahlarla donatmak gerekir.
ABD saldırısı, o kadar yakınımıza geldi ki, bu saldırıyı diplomatik çabalarla bertaraf edemeyeceğimiz boyuttadır.
Amerika ve Avrupa'nın bölgemizde bir Kürdistan kurma iradesi, yukarıda izah ettiğim nedenlerden ötürü, o derece yukarıdadır ki, bizim de buna karşı bir irade koymamız o kadar gereklidir.
27.10.2016,

***

TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT BÖLÜM 2




TEOMAN ALİLİ VE İRFAN TUNA’YA YANIT: 


İŞTE GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!  BÖLÜM 2




PKK'nın terörist eğitmek için adına Bekaa'da akademi açtığı ve “kahraman” ilan ettiği Mahsum Korkmaz'a, İşçi Partisi ve Aydınlık'ın öncülü 2000'e Doğru dergisi de sayfalarını açmıştı o yıllarda!
2000’e Doğru dergisinin PKK’lı teröristlerin ölüm ilanlarını yayınlama politikası, o kapatıldıktan sonra yerine çıkarılan Yüzyıl dergisi tarafından da sürdürüldü. İşte bir örnek daha…


Yüzyıl Dergisi…
Tarih: 24 Mart 1991
Yıl: 2, Sayı: 7, sayfa: 41…

Aynı sayfada iki PKK’lının ölüm ilanı var. Biri Mazlum Doğan’ın ve yine bir “şiir” eşliğinde…

Üç kibrit çöpüdür, tutsak bedenlerde
başkaldırıyı anlatan.
Biri halkım
biri belasına sevdalandığım ülkem
biri bağımsızlık.
21 Mart 1982’de ihanetin göğsüne
hançer olup saplandığı çağdaş KAWA
MAZLUM DOĞAN
Şehadetinin 9. yılında saygıyla anıyoruz.
Diyarbakır E Tipi Cezaevi Siyasi Tutukları…”

Diğer ilan da başka bir PKK’lı Zekiye Alkan için… Onda da şiirimsi satırlar var:

Sen; Gerilla’nın namlusunda patlayan mermi,
Sen MAZLUMUN açtığı ışıklı yolda ilerleyen
yiğit Kürt kızı
Sen; Diyarbakır burçlarında yanan baştan
başa bir kızıl meşale,
Sen; Kürt proletaryasının yılmaz savunucusu
Sen ZEKİYE ALKAN’dın
şehit düşünün 1. yıldönümünde seni
mücadelemizde yaşatacağımıza
söz veriyoruz.
DİYARBAKIR DEUTAĞ İŞÇİLERİ”

Ne ilginçtir ki, şimdi Haçlı İrticadan bahseden Aydınlık grubu, o yıllarda İncil ilanları da yayınlıyordu dergilerinde! İşte örnek…

“İNCİL’i okudunuz mu?
İSA MESİH’in tarihsel yaşamı ve öğretişleri hakkında bilgi edinmek isterseniz bize yazı. PK 112 ÜSKÜDAR”

Şimdi buradan İşçi Partililere soruyorum:
1987-1993 döneminde 2000’e Doğu ve Yüzyıl gibi yayın organlarınızda yayınlanmış bir tane şehit Türk askeri ilanı var mı? PKK’nın katlettiği Türk askerleri için gözyaşı döken bir tane haberiniz var mı?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

2000’e Doğru’nun kapatıldığı dönemde çıkan Yüzyıl dergisinin 24 Mart 1991 tarihli 7.sayısının kapak haberinde PKK övgüsü var. Kapakta halay çeken PKK teröristlerini görüyoruz. Biri saz çalıyor, 5-6 tanesi de halay çekiyor. Üstlerinde de “gerilla” elbisesi… Peki, haberin başlığı ne?
“Dört bir Yanda Newroz Ateşi… KÜRTLERİN YENİDEN DOĞUŞU”




    Bu fotoğraf için o sıralar derginin Yazı İşleri Müdürü olan Serhan Bolluk şu açıklamayı yapmış:
“Cudi dağındaki gerillaların fotoğrafı, Türkiye basınında ilk kez yayınlanıyor. Yüzyıl’ın kapak fotoğrafı Cudi’den…”
Peki, haberde neler söyleniyor? Kapakta yer alan haberin iç sayfalardaki başlığını okuyalım şimdi de:


“Tarihin en kitlesel ve yaygın Newroz kutlaması… Halk organları oluşuyor. Yetkililerle pazarlıklarda artık milletvekilleri değil halk komitesi temsilcileri yer alıyor… Mücadele devletin önlemlerini boşa çıkardı… Bugüne kadar hareketlenmemiş yerlerde de gösteriler… Önde yoksullar var… Kawa hem Kürt bölgelerinde, hem Batı’da… Öne çıkan iki güç PKK ve Sosyalist Parti…”

Bu haberin yapıldığı sayının;

Genel Yayın Yönetmeni: Doğu Perinçek

Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Hasan Yalçın, Mehmet Bedri Gültekin… Yazı İşleri Müdürü: Serhan Bolluk…
Sorumlu Müdür: Adnan Akfırat…
Derginin aynı sayısında yayınlanan Mehmet Bedri Gültekin imzalı Başyazı da kapak haberi kadar dikkat çekici… Okuyalım:




“Devrimci Kawa 2500 yıl sonra Kürdistan’da yeniden ayağa kalktı. Newroz bayramı geçen yıllarla kıyaslanamayacak bir kitlesellikle kutlandı. Şimdiye kadar fazla bir kıpırdanışın yaşanmadığı yörelerde bile Newroz ateşleri yandı.

1991 Martı şimdiden Kürt tarihi açısından önemli dönüm noktalarından biri oluyor. Kürtler tarihin yapımına aktif olarak katılarak, bir anlamda yeniden doğarak Ortadoğu’da bir kuvvet olarak ortaya çıkıyorlar. Hem kendi tarihlerinin öznesi oluyorlar hem de silahlı güçleriyle bölgede etkin bir güç konumuna yükseliyorlar.
Genel Yayın yönetmenimiz Doğu Perinçek ile beraber geçen intifadaların hemen öncesinde bütün bölgeyi adım adım dolaşmıştık. Bu sene de Newroz dolayısıyla gene bölgedeydik. Malatya, Siverek, Urfa, Suruç, Nusaybin, Cizre ve İdil’de Newroz kutlamalarına katıldık. İki yılın Newroz bayralarının tanığı olarak gelişmeleri doğrudan ve yerinde izleme olanağımız oldu.
… Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene her türden Türk şoveninin uykularını kaçıran intifadalar, bu sene daha da yaygın bir biçimde gerçekleşti. Ama artık intifadaların, serhıldanların meşruluğu tartışılmıyor.
… Irak Kürdistan’ındaki gelişmeler Türkiye Kürtlerini doğrudan etkiliyor. Newroz kutlamalarının kitleselliğinde Irak Kürtleri’nin ayağa kalkışının büyük rolü var. Ama esas etken, bir yıl boyunca Kürt illerinde durmayan hakın mücadelesidir. Cizre, Nusaybin, Kerkoban, Lice, Doğu Beyazıt, Kızıltepe, Şırnak ve İdil’de yıl boyu süren kitlesel mücadeleler, adım adım kendi Newroz’unu yarattı. Kürtlerin ulusal hakları için ayağa kalkması ülkemizin demokratlaşmasına, demokratik devrim yolunda mesafe kat etmesine büyük aktkıda bulunuyor.
… Kürtlerin ulusal talepleri için verdiği mücadeleyi ‘azınlık ırkçılığı’ olarak niteleyenler ise artık tamamen iflas etmiş Türk milliyetçiliğinin kötü bir savunucusu olduklarını ispatlıyorlar sadece.
… Kürt sorunu ise ancak her türlü bağnazlıktan kurtularak, kendi kaderini tayin hakkında saygı gösterilerek çözülür. Kürtlerin ve Türklerin birliği ise ancak bu hakka saygı temelinde mümkün olabilir.”
Bu satırlar, şu anda İşçi Partisi Genel Başkan Vekili olan Mehmet Bedri Gültekin’e ait… Yorum yapmaya gerek var mı, ne dersiniz?
İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***

Yüzyıl dergisinin 17 Mart 1991 tarihli 6. sayısında kapak haberinde ise tokalaşan iki el resmi var. Başlık ise çarpıcı:

“Sosyalist Parti’nin Kürt sorununa barışçı çözüm önerisi
HÜKÜMET PKK İLE GÖRÜŞSÜN”



“Hoş geldin BDP!” mi demeli şimdi?
Hayır, önce o sayıda yer alan Doğu Perinçek ’in “ Komşu Kürdü Sev, Evdeki Kürdü Döv Politikası ” başlıklı başyazısından birkaç cümle okuyalım:



“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. … Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur. Kuzey Irak’taki Kürt milliyeti, yaşadığı topraklarda silahlı bir otorite kurmak için ayaklandı. Irak’ın bu milli harekete şiddet uygulamasına karşıyız. Kürtler kendi geleceklerini özgürce belirlemelidirler. Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir politik gerekçeyle rafa kaldırılamaz. Eğer bir millet emperyalizmi güçlendiren bir çözümü benimsiyorsa, bu tavrın üzerine de şiddetle gidilemez. Burada şiddete göğüs germek bir ilke tutumudur.”

Doğu Perinçek’in söyledikleri sizi tatmin etmediyse, biraz da o zamanlar Sosyalist Parti Genel Başkanı olan Ferit İlsever’e kulak verelim. Bakın Ferit İlsever de neler demiş:




“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” (Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6)

    PKK ve uzantılarının 2000’lerde savunduklarını, Aydınlık grubu 1990’ların başında savunuyordu!
    Aslında daha çok örnek var verecek, ama şimdilik bu kadar yeter sanırım!

    İşte sizler geçmişte Cumhuriyet’i böyle savundunuz!

***
  Şimdi zerre kadar utanıp sıkılmadan “Ey! Yaşamları boyunca konuşmaktan, eleştirmekten, çamur atmaktan başka hiçbir şey yapmayanlar, ülkemizi, cumhuriyetimizi, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi savunmak için peki siz ne yaptınız? Çamur atmaktan başka yaptığınız bir şey gösterin bari!” diyerek yavuz hırsızlık yapanlara sormak gerek:
Geçmişte PKK terörünü “Serhıldan” diye alkışlayan sizler değil miydiniz?
PKK teröristlerine “gerilla” diyen sizler değil miydiniz?
Federasyonu savunan, bu konuda PKK’ya destek veren, "PKK ile görüşülsün" diyen sizler değil miydiniz?

Kuzey Irak’ta emperyalizmin kuklası Kürt devletini savunan sizler değil miydiniz?
“ Türkiyelilik kimlik olsun ”, “ Kürtlerin kimliği Anayasal olarak tanınsın ”, “ Kürtçe anadilde eğitim yapılsın ” diyen sizler değil miydiniz?

Dergilerinizde PKK teröristlerinin sayfa sayfa ölüm ilanlarını yayınlayan sizler değil miydiniz?
Atatürk’e “Kürtlere ulusal katliam yapmış bir kişidir” diyen sizler değil miydiniz?
Şeyh Sait’in Kürtlerin ulusal değeri olarak ele alıp “saygı göstermeliyiz” diyen sizler değil miydiniz?
89-90-91’de koşulların elverişli olduğu dönemlerde Güneydoğu’da Sosyalist Parti’nin mitinglerinde ve toplantılarında “Kürt marşı söyledik” diye övünen sizler değil miydiniz?
“Hedefimiz burjuva ulusal bayrağı ilelebet dalgalandırmak değil, emeğin enternasyonalist bayrağını ülkenin milli bayrağı haline getirmektir. …Biz ne Türk bayrağını ne de Kürt bayrağını bu bizim siyasi bayrağımız diye dalgalandırmıyoruz”diyen sizler değil miydiniz?
CIA Ajanı Fuller gibi “Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir” diyen sizler değil miydiniz?
Kemalizm’i “zorba bir diktatörlük” olarak tanımlayan sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, bir burjuva ideolojisidir. Biz ise Marksistiz. Biz, bir ideoloji olarak Kemalizm’i savunmuyoruz” diyen sizler değil miydiniz?
“Kemalizm, rolünü oynamıştır ve tarihte kalmıştır” diyen sizler değil miydiniz?
İŞTE SİZLER GEÇMİŞTE CUMHURİYET’İ BÖYLE SAVUNDUNUZ!
Şimdi karşımıza çıkıp çamurdan bahsedenler kendi geçmişlerine bakarlarsa, o “çamuru”orada bol bol bulacaklardır!

Serdar  ANT

KAYNAK: