28 Nisan 2020 Salı

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE





Yazar: Çetin Ferdi | 19 Haz 2010 | Siyaset | 14  |     

T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
BÜYÜK ORTA DOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE
Sponsor Bağlantılar
(AK PARTİ TÜRKİYE’ si adına BOP )
Ferdi ÇETİN
İZMİR-2010


İÇİNDEKİLER


KISALTMA LİSTESİ

HARİTALAR

ÖZET

GİRİŞ

BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER

A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

SONUÇ

KAYNAKÇA


KISALTMA LİSTESİ:

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi

BOP: Büyük Orta Doğu Projesi

GAP: Güneydoğu Anadolu Projesi

NATO: North Atlantic Treaty Organization

T.C: Türkiye Cumhuriyeti

TR: Türkiye

TSK: Türk Silahlı Kuvvetleri

HARİTALAR:



1.1: Genişletilmiş Orta Doğu

ÖZET

Dünya gündeminden hiç düşmeyen Orta Doğu, siyasetteki etkin rolünü ülkemizde de yıllar boyu korumuştur ve korumaya devam etmektedir. Bu etkin rolün içinde etnik, dini, siyasal farklılıklar gibi argümanlar var iken, son asırda petrolünde eklenmesiyle Orta Doğu dünya siyasetinin merkezine oturmuştur.

ABD’nin , yegane süper güç olarak dünya üzerindeki hakimiyetini sürekli kılmak stratejisinin bir boyutu olarak Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden gündeme getirmesi, jeostratejik, tarihi ve kültürel özellikleri yanında bölgenin tek laik ve demokratik ülkesi olan Türkiye’yi ön plana çıkarmıştır. ABD’nin Beyaz Saray’a yakın duran bir çok akademisyeninin de, soğuk savaş sonrasında Türkiye’nin Avrasya ve Orta Doğu’da çok stratejik bir role büründüğünü çeşitli düşünce kuruluşlarında dillendirmesiyle birlikte, ülkemizin yaşamsal çıkarları bu projenin ve bunun uygulanmasında Türkiye’ye biçilen rolün tüm yönleriyle , ve titiz bir dikkatle incelenmesini gerektirmektedir.

Özellikle , ABD’nin Irak’ı işgalini izleyen vu bunun yol açtığı sorunların yoğunlaştığı aşamada Büyük Orta Doğu Projesi’ni yeniden canlandırmaya çalışması, bölge ülkelerinde, demokrasi, insan hakları, ekonomik kalkınma, eğitim gibi masum amaçların perde arkasında art niyet ve düşüncelerin bulunduğunu düşündürmekte, bunların teşhis ve tespit edilmeleri önem taşımaktadır.

İşte buradaki öneme binaen bu yazıyı, ABD’nin bu girişiminin açıklanmayan niyet ve taraflarının, çelişkilerinin, uygulama güçlüklerinin hatta imkansızlıklarının içine Türkiye’yi de dahil etme çabalarını ve Türkiye yönünden olası risklerini AKP hükümetleri dönemini temel alarak, objektif bir biçimde ve sağlam bir analitik bakış açısıyla ortaya koymak için yazıyorum.

GİRİŞ

Giriş kısmında genel bir bilgi aktarımı yapıp, projenin neleri içereğinden bahsedeceğiz, zira konumuz bundan sonra daha Türkiye odaklı olacaktır.
Büyük Orta Doğu projesi (BOP), (Greater Middle East) nedir?

Büyük Orta Doğu Projesi ya da tam resmi adıyla Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek bir Gelecek ve İlerleme için Ortaklık Projesi, (Greater Middle East Initiative /Partnership for Progress and a Common Future with the Region of the Broader Middle East and North Africa). Amerika Birleşik Devletleri 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından Büyük Orta Doğu adıyla duyurulan, en batıda Fas’ın Atlantik kıyılarından, en doğuda Pakistan’ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye’nin Karadeniz kıyılarından Güneyde Aden ve Yemen’e kadar uzanan bölge.[1] Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı açıklanan, bölgeyi ekonomik ve politik şekillendirmeye dayalı bir projeden bahsediyoruz.


Harita 1.1: Genişletilmiş Orta Doğu.
Kaynak: http://www.hilalturk.com/Konu-BOP-ve-ABD-Kontolunde-Yeniden-Osmanli

ABD bunları Planlarken Avrupa Birliği’nin bu bölgeye ilgisini ve planlarını da araştırmak gerekir. Daha çok görüşler, bu planla ilgili olarak AB’nin Birleşik Devletlerle aynı düşünceyi paylaştığı ve projeye destek vereceği yönünde. Bu görüşü destekleyen bir görüntü olarak AB’nin hali hazırda islemekte olan Barselona programını gösterebiliriz. BOP, kamuoyuna Joint Forces Quartly dergisinin 1995 Sonbahar sayısında “The Greaten Middle East” başlığıyla yayınlanan bir yazıyla yansıdı. Bunu müteakiben AB, Almanya-Fransa ikilisince hazırlanan “AB – Akdeniz Girişimi Projesi”ni hazırladı. AB’nin bu programı çerçevesinde 1995 senesinde AB ülkeleri ve 12 güney ve doğu Akdeniz ülkesiyle imzalanmış politik diyalog, ekonomik gelişme ve sivil toplum reformları paketi öngörülmüştür. Yani BOP’un açıklanan hedefleriyle birebir aynı. Ama bu bölgeyi AB’ye bırakmak istemeyen ABD daha sonra Kuzey Afrika’yı da BOP içine aldı.

Diğer yandan Arap ülkeleri bu “hazır demokrasi Paketi”ni değerlendirmeye alıp almama konusunda çok tereddütlü davranmışlar, buna mukabelen Filistin-İsrail sorunundan da bir tür kaçış olduğunu düşünmektedirler. “Amerika’yı yönetenlerin 11 Eylül Saldırıları’nı, Amerika’ya karşı duyulan kin ve nefretin bir göstergesi olarak yorumlaması, Amerika’nın Orta Doğu’ya demokrasi getirme çabalarının altında yatan en önemli etken. O zaman, Amerika’ya kin ve nefret duyanlar kimler? Yine Amerikalılara göre Amerika’ya kin ve nefret duyanlar, Arap milliyetçileri başta olmak üzere, bölge ülkelerinin milliyetçileri ve radikal İslamcılar olarak nitelendirdikleri kişiler. Amerika’ya ciddi stratejik bilgiler veren “Rand Cooperation” adlı düşünce örgütü, kapsamlı bir rapor hazırlayarak Amerikan yönetimine sundu.[2] Bu raporda müslümanlar dört guruba ayrılmıştır;

1- Köktendinciler; terörist, ABD düşmanı
2- Gelenekçiler; terörist değil ama ABD düşmanı
3- Ilımlı İslamcılar; terörizme ve şiddete karşı, her inanışa saygılı, küresel islam hedefli
4- Laikler; sahip oldukları değer yargısıyla batıya en yakın olan grup ama ABD düşmanı, BOP bağlamında işbirliği yapılabilecek yapıda değil.

    Bu gurupların detaylı analizleri sonucunda, Büyük Ortadoğu Projesinin temelini oluşturan sonuçlara varıldı. ABD’nin islam toplumunu bu şekilde sınıflandırmasını,

“Amerika’nın bölgeye demokrasi getirmesiyle; akıbetlerinin, kullanılıp bir kenara atılan Soğuk Savaş’ın sona ermesinde büyük role sahip Gürcistan’ın devrik Cumhurbaşkanı Şevardnadze gibi olacağını çok iyi bilen Ortadoğu’nun bazı despot liderleri, Amerika’nın bu projesine baştan direnç göstermeye başladı. Amerika, nasıl AB’yi de bu olayın içine çekerek kendisine karşı oluşan nefret ve kini AB’ye yönlendirmeyi başardıysa, aynı şekilde İslam’ın çatışmasını da başarmış gözükmekte. Diğer bir deyişle,”Artık İslam, İslam’a karşı…”[3]şeklinde yorumlamak mümkün.

Peki dengelerin şimdiye kadar hiç bu kadar havada kalmadığı bir dönem yaşanıyorken, bu yazının temel yazılma sebebi olan Türkiye BOP’un neresinde? “Devasa ideolojik aygıtlar, soğuk savaşın ardından ABD’nin inşa ettiği dünya hegemonyasını insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak gösteriyorlar.”[4] Bop’ta bu hegemonyanın bir parçası iken, Türkiye de bu hegemonyayı insanlık değerlerini yüceltme başarısı olarak mı görüyor? Yoksa Noam CHOMSKY’nin;

“ABD Bencil, Acımasız ve kural tanımaz politikalarıyla dünya düzensizliğinin mimarıdır. İnsan hakları ihlalleri ancak ABD çıkarlarını tehdit ediyorsa ‘insani müdahalenin’ konusu haline gelebilir. ABD himayesindeki işbirlikçi bölgesel güçler ise insan haklarını ihlal etme özgürlüğüne dilediklerince sahiptirler. Kural tanımaz güç kullanımı ve zulüm politikaları müthiş bir etik çürümeyi kışkırtırken, asgari düzeyde dürüstlükte ısrar eden vatandaşlar ve entelektüeller ne yapabilirler?”[5] düşüncesini mi politikalarına referans almıştır? Yazımızda, işte bu son paragraftaki sorulara AK PARTİ dönemini inceleyerek cevap arayacağız.


BOP BAĞLAMINDA ABD VE AB İLE İLİŞKİLER


A. BOP’ TA TÜRKİYE İÇİN TASARLANAN ROL

BOP’un sahibi ABD’nin Orta Doğu’da pek temiz bir sicili ve izlenimi olduğu söylenemez. Tıpa tıp aynısı olmasa da Türkiye’nin de bu bölge halklarıyla ilişkileri çok sağlam değil. Gerek I. Dünya Savaşında Arapların Osmanlı’yı arkasından vurup saf değiştirerek Osmanlı’ya karşı savaşmasından dolayı Türkiye’nin bu bölge halkına güvenmemesi ve ilişki kurmada soğuk durması, gerekse Laik Türkiye Devleti’nin halifeliği kaldırması bu bölge ile ilişkilere bariyer olmuştur. Diğer taraftan batı yanlısı politikalar izlemesi de bölgede Türkiye’ye bir güvensizlik imajı çizmiştir. Ancak ortada bir gerçek var ki, Türkiye’nin kendisi de, ABD de Türkiye’nin bu projede yer alması gerektiği düşünüyor. Burada asıl tartışma konusu Türkiye’nin bu projede kendisine biçilmiş rolü mü oynayacağı, yoksa kendi rolünü kendisinin mi yazacağı üzerinedir. Ve tabiki baskın düşünce kendi yerini kendisinin tayin etmesi üzerinedir.

Görünürdeki haliyle Türkiye’ye biçilen rol;

Bölgeye hem ekonomik yapısıyla hem de demokratik yapısıyla ‘Model Ülke’ olarak öncülük etmesi,

Batı ile ORTA DOĞU arasında köprü görevini yerine getirmesi,

Ülkemize yapılacak yabancı yatırımlarla Orta Doğu ekonomisinin Lokomotifi olması şeklindedir.

Türkiye ABD tarafından mOrta Doğuel ülke olarak değerlendirilip desteklense de ORTA DOĞU ülkeleri tarafından pek öyle görülmüyor. Özellikle ABD’nin Türkiye için “ılımlı islam” yakıştırması, batının ülkemize bu bölgede çizmeyi planladıkları imajın tanımıdır. Her nekadar çeşitli dönemlerdeki hükümet politikalarımız bu tanım doğrultusunda hareket etmeyi içeriyorsa da, ülkemizin nüfusunun %98’e yakın kesimi müslümansa da bu tanım “laik hukuk devleti” ilkemize aykırıdır ve devlet politikası olması şiddetle reddedilmektedir. Zira bu tanıma göre hareket etmemiz, ABD’nin bize ORTA DOĞU’da çizdiği yörüngeye girmemiz, bize biçilen rolü oynamamız anlamına gelmektedir.

BOP’un Türkiye’ye etkilerini anlayabilmemiz için değinilmesi gereken birincil temel nokta “model ülke” deyimiyle ne anlatılmak istendiğidir. Çünkü bu tanımdaki Türkiye, ORTA DOĞU ülkelerinde modelliğinin kabullenmesine yönelik “Nostaljik Makyajlı” bir görünümdedir. Nostaljik Makyaj tabiri, Türkiye’nin geçmişte bıraktığı eski yapısının, daha doğrusu Osmanlı’dan miras kalan ama yeni laik Türkiye Devleti tarafından reddi miras konusu olan yapının varmış gibi lanse edilmesinden ya da edilmeye çalışılmasından gelmektedir. Bu makyaj yıllardır tam üyelik için uğraştığımız AB yolunda ayağımıza gizli bir pranga vuruyor. Türkiye, demokratik yapısında hep laikliği ön planda tutarak bürokrasisini oluşturuyor ve hatta bazı yönleriyle batıdan daha kararlı uygulamalar yapıyor ancak dışarıya yansıtılan imajımız hep AB’ye üyelikte yetersiz bir islamcı Türkiye biçiminde oluyor. Yani BOP’ta bize biçilen ve giymemiz arzulanan kaftan, AB’nin baştan beri üzerimizden çıkarmamızı şart koştuğu çuha ile aynı. Olup biteni kendisine yakışır bir karmaşıklıkla ifade etmek gerekirse, onlar öylesiniz diyorlar, diğerleri öyle olmamalısınız diyor. Zaten analitik bir yaklaşım BOP’taki “Model ülke” kavramının nekadar havada kaldığını hemen ortaya çıkarır. Çünkü bir tarafta model olarak gösterilen Türkiye’nin kuruluşu ve demokratikleşme serüveni var, diğer tarafta halen krallıkların hüküm sürdüğü bir Orta Doğu var. Demokrasinin tepeden inme biçimiyle başarılı olamayacağının II. Körfez Savaşıyla birlikte Irak’ta ıspatlandığı düşünülürse projenin bu modellik ayağının sakat kalmış olduğu görülüyor.


İkinci olarak Türkiye’nin Orta Doğu’daki ilişkileri göz önüne alındığında aslında bu projedeki, Orta Doğu ile batı arasında köprü işlevi görmesi yönündeki ayağınında pek sağlam basmadığı görülecektir. Her nekadar malum bölgeye yönelik son dönem dış politika denemeleri başarılıymış gibi görünse de bölgede halen Türkiye ile işbirliği konusunda ortak bir görüş oluşmuş değil. Zira Türkiye’nin batı ile birlikte hareket eden bir izlenimde olması, bölgede öcü görünümündeki ABD ile müttefik olması, laik-Kemalist bir yapıya sahip olması, müslüman Orta Doğu ülkelerinin Türkiye ile bir güven sorunu yaşamasına neden oluyor. Güven temelli bir görev olan köprü işlevinden yoksun Türkiye’nin, BOP’ta kendisine biçilen rolü başarıyla oynayabilmesinde gözardı edilebilecek bir sorun değildir. Diğer taraftan Türkiye’nin görevini başarıyla yerine getirememesinin gözardı edilmesinin, aynı zamanda TC’nin çıkarlarını elde edememesinin de ABD tarafından gözardı edileceğinin kanıtı sayılabilir. Ancak ABD Orta Doğu’daki çıkarlarını riske edemeyeceği için apayrı bir oyun içine girmiştir. Türkiye-İsrail ilişkileri son dönemde kopma noktasına gelmiş, iki ülke arasında soğuk diplomasi diyalogları son dakika haberleri olarak dünya gündeminde yer almıştır. İşte bu noktada yapmaya çalıştığımız analitik incelemenin içerisine bir iki yorum cümlesi de katmak gerekirse; ABD’nin bu yaşanan krizde İsrail yanlısı bir tavır sergilememesinin nedeni, Türkiye’nin Orta Doğu’daki imajını düzeltmesine imkan tanımaktır. ABD, One minute krizi ile AKP’nin hedeflenen köprüyü inşa ettiğini düşünmekte ve iplerin sağlamlaşması içinde Türkiye’ye İsrail karşısında biraz daha prim tanımaktadır, şeklindeki cümlelerle ABD’nin oyununu yorumlayabiliriz.

Ayrıca ABD’nin, Türkiye’nin İran ile ilgili sorunlarda arabuluculuk çabalarına ses çıkarmamasının nedenini de yine köprünün sağlamlaştırılması olarak değerlendirebiliriz. ABD’nin Türkiye’ye yazdığı bu role ilişkin en net görüntü mayıs ayının ortasında netleşti. İran’ın uranyum takasıyla ilgili olarak Türkiye, İran ve Brezilya arasında imzalanan anlaşmanın hemen ardından, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Namık Tan, ABD’ye, imzalanan anlaşmayı dikkatlice incelemesi çağrısında bulundu. Türkiye’nin, anlaşmanın ABD’nin tüm taleplerini karşıladığına inandığını belirterek, “eğer olumlu bir tepki alamazsak, bu gerçek bir hayal kırıklığı olur”[6] ifadesini kullandı. Bu son tavır AKP’nin BOP’ta kimin yazdığı rolü oynayacağını açıkça gösteriyor.

Son olarak Türkiye’nin bölge ekonomisinde lokomotif rol oynayarak, buradaki pazarı küreselleştirmesine değineceğiz. Bu konuya başlarken şunu belirtmek gerekir ki, AK parti hükümetleri bu konuda kendisine biçilen rolü diğer iki başlığa oranla daha kolay oynayabilecek bir görünümde. Özellikle Türk-i Cumhuriyetler’in etkisi ve Türkiye’deki yeşil sermaye grubunun hükümetle birlikte hareket etmesi AKP’yi bu bölgede güçlendirmiştir. Son dönemlerde bölge ülkeleriyle vizesiz geçiş konusunda çalışmaların yapılması, Türk bayraklı yabancı sermayenin bölgeye akması v.b. gibi durumlar AKP’nin Türkiye’ye çizilen rolde başarı elde etmesini sağlamıştır. 2010 yılının ilk çeyreğinde Orta Doğuya doğrudan yatırım için akan sermaye yaklaşık olarak 67 milyon $.[7] Yine yukarıda belirttiğimiz, ABD’nin Türkiye-İsrail sürtüşmesinde olaya müdahil olmayıp, daimi ortağı ve küçük kardeşi rolündeki İsrail’i üzen, şimdilik alternatifi olmayan, müttefiki Türkiye’ye tahammül etmesinin nedeni; AKP’nin ve de Türkiye’nin Orta Doğu’da yakalamış olduğu imaj tazeleme seansına zarar vermemek ve sermayeninde bu imajın etkisiyle Ak Parti’nin yöneldiği bölgeye yönelmesini sağlamak içindir. Zira ABD açısından aynı durumun İran-TR ilişkilerinde de buna benzer biçimde yaşandığı ileri sürülebilir. İran’ın nükleer çalışmalarını sessiz mOrta Doğuda izleyen Türkiye, aslında durumu destekliyormuş izlenimi yaratmaktadır. Bu durum ABD’nin hoşuna gitmese de, İran’nın mezhepsel bir baskı kurduğu Irak’ta yeniden inşa sürecinde Türkiye’ye etkili bir cazibe kazandırdığı için Beyaz Saray duruma daha temkinli yaklaşıyor.

Şimdi bunların üzerine önce ABD-TR ilişkilerine, ardından da AB-TR ilişkilerine bakalım ve AKP’nin BOP bağlamında Türkiye Cumhuriyetinin geleneksel dış politikası ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu görelim.

B. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – ABD İLİŞKİLERİ

Akademik ve siyasi çevreler Türkiye’nin BOP içerisindeki rolünün, ABD yönetiminde ve denetiminde “Büyük Ortadoğu Jandarma Komutanlığı” şeklinde düşünüldüğünü kaydetmektedirler.[8] AKP’nin dış politikaları da genel olarak bu çizgideymiş izlenimi yaratmaktadır. Yine akademik çevrelerin Türkiye için yapmış olduklerı bir tanımlama olan “emperyalizmin uç kalesi” tabiri belki biraz ağır gelecektir ancak, AKP’nin Orta Doğu’da sergilemiş olduğu “çok eksenli politika”[9] çalışmalarının da sadece Türkiye’nin çıkarlarına hizmet ettiği söylenemez.

AK Parti’nin göreve geldiği 2002 yılından sonra hükümet nezdinde BOP’u destekleyen ilk beyanat, Başbakan Erdoğan’ın Bush ile 28 Ocak 2004’te Beyaz Saray’da yaptığı görüşmenin ardından, Türkiye’nin, sınırları genişleyen ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi öngören bu projeye destek verdiğini, Türkiye’nin projede anahtar rol oynayacağını söylemesiyle gündeme gelmiştir. Bu toplantının ardından Türkiye’ye model ülke olarak eş-başkanlık görevi verilmiştir.[10]

Dönemin Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL 14 Mart 2006 tarihli Radikal gazetesinde yer alan demecinde “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygundur. ABD ile hareket ediyouz. Amacımız islam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek.” şeklinde açığa vurduğu cümleleriyle BOP’a olan desteğini ifade etmiştir.

Akademik dünyada yaygın bir görüş, AKP’nin ABD ile olan ilişkileri doğrultusunda bölgede; Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurulacağını ama bunun Türklerin kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu değil, Amerikalıların kuracağı bir Osmanlı İmparatorluğu olacağını, Yeni Osmanlı yapılanmasının federasyon ya da konfederasyon şeklinde ortaya çıkabileceğini ve ABD’nin planında yer alan Yakın Doğu Konfederasyonunun ” İstanbul Merkezli” olacağını dile getirmektedirler.[11] Bu projedekiTürkiye’nin artan stratejik değeri, AKP Türkiye’sinin iç istikrarını ABD’li politika belirleyicileri için daha da önemli bir kaygı haline getirmiştir. Türkiye’de ılımlı islam tanımlamasının tam karşılığı sayılabilecek AKP hükümetinin sağlam zemine oturması, yayılması ve gelişmesi için, ödünsüz laiklik anlayışı ile siyasetten üstün kurumlarmış gibi duran yargı ve TSK’ nın etkinliğinin kırılması zorunlu görülmekte; bunun için de en uygun yolun, AB’nin “uyum ve müktesebat dayatmaları” olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle, AKP döneminde AB’ye giriş için ABD’nin Türkiye’ye verdiği destek artarak sürmektedir.

Türkiye’nin BOP ve “Yeni NATO”[12] için ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek için, Washington’un İzmir’de ikinci bir NATO karargahı kurmak istemesine dikkat etmek yeterli aslında. NATO’nun ilgili masa sorumlusu Stefani Bobst, İzmir’deki bu ikinci karargahın “Yeni NATO”nun asıl karargahı olarak düşünüldüğünü, 5 Nisan 2004 günü Ege Üniversitesi’nde yapılan bir panelde şu sözlerle ortaya koyuyor:”NATO’nun yeni güvenlik misyonu, ABD’nin Büyük Ortadoğu Planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye’de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir’in üs olmasını istiyoruz. NATO Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye’de İzmir’i merkez olarak kullanmalıdır.”[13] Görüldüğü gibi ABD de Türkiye’nin bu proje için gerekli olduğunu dillendirmekten çekinmiyor ve hatta Erdoğan’ın “Diyarbakır bu projede yıldız olacak,Orta Doğunun başkenti olacak” söylemine karşın İzmir’in önemini vurguluyorlar.

Yine Türkiye’nin BOP bağlamında “Ilımlı İslam Modeli” olarak Ortadoğu ülkelerine önerilmesi , ABD Siyasetinde muhafazakar AKP iktidarının desteklenmesi şeklinde bir olgu yaratmıştır. Nitekim gerek 1 Mart tezkeresi sürecinde yaşananlar, gerekse Hamas liderinin şubat 2006’da Türkiye’de bulunması ABD nezdinde AKP’nin kredi notunu düşürmüşse de, Birleşik Devletlerin BOP bağlamında Türkiye’ye atfettiği değer dolayısıyla bunlarla ilgili hesaplaşmalar belirsiz biz zamana ertelenmiştir.

AKP Hükümetinin yanı sıra BOP ile ilgili bir değerlendirme de 2004 yılında şimdinin Genelkurmay Başkanı, Org. İlker Başbuğ’dan geliyor. Genelkurmay İkinci Başkanı olduğu dönemde, ABD’den döndükten sonra ABD ile BOP konusunda anlaşmaya vardıklarını söylüyordu;

“BOP’ un yararlı, isabetli olacağı düşüncesindeyiz. Teröre karşı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle olmayacağını biz 80’lerden beri söyledik. Eğitimsel, ekonomik, sosyal, kültürel unsurlar da olmalı. Bu girişimin şeffaf olması, tepeden inme, zorlayıcı olmaması gerektiğini de muhataplarımızla paylaştık. İslam devleti mOrta Doğueli gibi kavramlar ortaya atılıyor. Hem laiklik, hem ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Ya biri ya diğeri olur. Biz anlattık. Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bunu dışındaki düşüncelerin uygun olmadığını düşünüyoruz. Bu muhataplarımızca çok iyi anlaşıldı.”[14]

Yani BOP bağlamında ABD’nin yanında hareket etmemizin yararlı olacağı düşüncesinde ama “ılımlı islam modeli” kısmına takılmış görünüyor. Bu yaklaşıma benzer bir tutum Gül’den önceki Çankaya Köşkü’ne de hakimdi. Cumhurbaşkanlığı süresince A.Nejdet Sezer, Türkiye için yapılan ılımlı islam tanımlamasına her fırsatta karşı çıkmış, bunun sadece ABD patentli bir öngörü olduğunu, T.C’nin “laik bir hukuk devleti” olduğunu ısrarla vurgulamıştır. AKP’nin kendi internet sayfasında bu konuyla ilgi şöyle bir açıklama yer almaktadır; “Türkiye’nin model olmak gibi bir hırsı ve gayreti yoktur. Böyle bir hedef, İslam ülkeleri tarafından üzüntüyle karşılanabilir. Fakat Türkiye İslam kültürü ile demokrasi kültürünü bir arada buluşturabilmiştir. Bu, Türkiye açısından son derece önemlidir. Ülkemizin model ülke tartışmalarıyla ilişkilendirilmesi ancak bu çerçevede ele alınmalıdır.”[15]

AKP, ABD eski başkanı Bush’ un Orta Doğu bölgesinde pekte kabul görmeyen politikalarının yarattığı boşluktan yararlanarak bu bölgeye sızmasına yarayacak gösterişli politikalar sergilemiştir. Bu politikalarının bir tanesi İSRAİL- SURİYE arasında oluşturmaya çalıştığı diyalogdaki arabuluculuk hamlesidir. Bir diğerini de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgenin en can alıcı ve çözüm noktasında en fazla acili yet arz eden sorunu, Filistin sorunudur. Unutmayalım, Kudüs yandıkça Filistin, Filistin yandıkça Orta Doğu, Orta Doğu yandıkça da dünyamız barış ve huzura erişemez”[16] şeklindeki cümleleriyle ifade etmektedir. Burada Erdoğan’ın “ONE MİNUTE” krizinden daha sakin bir dille ifade ettiği İSRAİL-FİLİSTİN sorununa ilişkin görüşleri ve soruna Filistin’in yanında müdahil olma çabası malum bölgede etkin rol üstlenme çabasındaki diğer bir diplomatik ataktır. İşte özellikle bu iki diplomatik atağın AKP adına ABD ve AB’den bağımsız oluşturulmasının, AKP ile batı arasındaki bağları zayıflattığı görüşünü doğurmuştur. Bop’ un oluşturulmaya başlandığı 1990ların başında Türkiye’de ABD büyük elçiliği yapmış bir isim olan Morton Abramowitz bu durumu 26 Mayıs 2006 tarihli Zaman gazetesinde”Türkiye’nin Orta Doğu’daki etkin diplomasisi ABD ve AB ile olan bağlarını zayıflatır” şeklinde yorumlamıştır. Bu görüntüye göre son zamanlarda AKP hükümeti daha ziyade Müslüman dünyası ile diplomasi hususuyla ilgileniyor ve Bush’un Washington’undan öte Esad’ın Şam’ı daha ilgiye şayan. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki AKP’nin doğuyla etkileşim içinde olduğu ne kadar kesin bir gerçek ise, ABD’nin “olur”unu hiçbir zaman göz ardı etmediği de o kadar kesin bir gerçektir. Bu yorumu destekleyeceğini düşündüğüm bir durum olarak Erdoğan’ın tarihi henüz kesinleşmemiş, ancak birkaç gün içinde olacağı tahmin edilen ABD’ye yapacağı ziyareti gösterebiliriz. İnanıyorum ki geziden sonra “Erdoğan Washington’a İran konusunda güven tazelemeye gitmiş” başlıklarıyla manşetler atılacaktır, ama bunun için ziyaretten dönüşü beklememiz gerekecektir.

C. BOP BAĞLAMINDA TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ

BOP bağlamında Türkiye-AB ilişkilerini değerlendirmeden önce aslında yapılması gereken AB-ABD ilişkilerini biraz incelemektir. Çünkü AB’nin, bu projenin sahibiyle olan ilişkisi BOP’ta taşeron olan Türkiye ile olan ilişkisinin de belirleyicisidir. Bu durumu ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği sürecini etkilemeye çalıştığı dönemlerde çok daha net görmek mümkündür. Özellikle AKP döneminde hükümetin sadece ABD eksenli dış politika sergilemekten vazgeçerek, dış politikayı çeşitlendirmesi ve enaz ABD kadar AB çizgisine de yakın durması, TR-AB ilişkilerinde ABD’nin rol alması olayını da doğurmuştur. Bu yüzden kısa bir biçimde AB-ABD ilişkilerini irdeleyip, ardında asıl konumuzun bir parçası olan AKP Türkiye’si ile AB arasında dokunan mekiğin inceliğini gözden geçirelim.

C.1. AB-ABD Ekseninde Yaşananlar

İki kıta arasında yaşanan tarihsel süreci bir tarafa bırakacak olursak, aslına bakılırsa ABD Orta Doğu ile ilgili bu projesini hazırladığı dönemlerde Avrupa’nın asıl derdi kendisiyle ilgiliydi, tüm çabası AB’nin anayasal sürecini tamamlamak, siyasal bir bütünlük sağlamaktı. Zaten şuanda bile AB’nin BOP’un içerdiği tüm coğrafyayı kapsayacak bir projesi mevcut değil. Henüz kendinde küresel veya bölgesel anlamda ortak bir dış siyaset belirleme gücünü bulamıyor. Bu konuya örnek teşkil etmesi için, Irak savaşında ABD’ye destek verip vermeme konusunda AB içinde yaşanan bölünmüşlüğü gösterebiliriz. AB Irak savaşındaki bölünmüşlüğü BOP konusunda da yaşamakta ve ABD’ye güven konusunda sıkıntılar baş göstermektedir.

AB özellikle BOP’u Barselona programının bir kopyası olarak algılamakta ve buna K.Afrika’nın da dahil edilmesinden ayrıca bir hoşnutsuzluk duymaktadır. Bunların yanında AB’nin henüz kendi güvenlik mekanizmasını oluşturamamış olması ve ABD güdümündeki NATO’ya bağımlılığı, AB’nin ABD ile daha yumuşak bir politika izlemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak AB’nin ekonomik topluluktan, siyasi birliğe geçme hamlesinin temelinde ABD yatıyor diyebiliriz. Özellikle enerji bağlamında dışa bağımlılığını yok etmek için çabalaması gerektiği gerçeğine karşın, sürekli ABD güdümünde görülmesi Avrupa’yı bölgesel projeler üretme konusunda bir hayli sınırlıyordu. Yaygın bir kanıya göre ABD ile AB arasındaki ilişki bir paranın iki yüzünü yansıtıyor. Yani para değerlenince iki yüzü de değerleniyor, değer kaybedince ikisi de üzülüyor, dolayısıyla bu iki güç birbirine rakip değil, müttefik. Oysa Avrupa bu olayı böyle görmemekte ve bu düşüncenin aslında Avrupa’daki ABD hegemonyasının şirinleştirilmesi olduğu fikrini savunmaktadır. Dolayısıyla güç mücadelesine girmesi gerektiğinin farkında ve gerekirse bazı bölgelerde ABD ile birlikte hareket etmeyeceği söylenebilir. Bahsettiğimiz bu bölgelerden birisi de Türkiye’yi de içine alan Orta Doğu bölgesidir. Şimdi AB’nin Orta Doğu ve Türkiye olan etkileşimine biraz daha yakından bakalım.

C.2. Türkiye-AB İlişkilerinde AKP ve BOP etkisi

Türkiye adına AB ile ilişkiler, tam üyelik hedefine yönelik bir entegrasyon ilişkisidir. Bu ilişki içerisinde; siyasi etkileşimi, güvenlik anlamında iyileştirmeleri, ekonomi kalkınmışlığı, ticari işbirliğini ve diğer birkaç alt unsuru içermektedir. ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi de benzer içerikte hedefler taşımaktadır. Bu nedenle ABD’nin BOP’ta hedeflediklerine Türkiye’nin de ortak olması Türkiye-AB ilişkilerine alternatif olarak gösterilebilir. Buda AB-TR ilişkilerinin, ABD-TR ilişkilerinden ve temel olarak BOP’tan etkilenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin başlangıcını “Truman Doktrine ve Marshall Planına”[17] dayandıracak olursak AB ile olan ilişkisine nazaran çok daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu görürüz. Bu durumda Washington ile olan ilişkilerin bir okadar yıprandığını göstermekte. Bu yüzden de AB ile olan ilişkiler, Türk kamuoyuna ve hükümetlerine daha cazip gelebilmektedir. Nitekim her seferinde ülkeyi yirmi yıl geri götüren darbelerin, halk nazarında ABD eliyle yapılıyor olması ABD dışında başka bir güce dayanan iktidarları daha albenili kılıyor.

Tabi bu saydıklarımızın yanında AKP’nin kendinden önce başlatılmış olan bir sürecin mirasçısı olması, AB’ye yönelik politikalarını, devraldığı temelin üzerine inşa etmesi gibi olgular, AKP’nin AB ile olan ilişkilerde BOP’u temel almadığını yansıtıyor. Hatta bazılarına göre AKP’nin muhafazakar çizgisine rağmen laik AB ile bu kadar fazla yakın durmasının nedeni tamamen iç dinamiklerden kaynaklanmakta, TR’nin AB ile olan münasebetleri AKP için ölüm-kalım meselesi. AKP’nin kökenine hitap eden bir sitede yer alan BOP konulu bir makalede, AB-AKP ilişkileri şu temellere dayandırılıyor;

“Türkiye’yi avuçlarına alan Kemalist elit tabakanın bütün engellemelerine rağmen iktidara gelen AKP bu güne kadarki bütün icraatlarında Laikliğe ve Kemalist düzene aykırı adımlar atmamasına rağmen yine de AKP’nin daha da büyüyeceği hesaplanarak ileride baş edilemeyecek bir noktaya gelmemesi için sürekli zorluklarla karşı karşıya bırakılmıştır. İktidarına ise geçici bir süre için ihtiyaç olduğundan müsaade edilmiştir. AKP de bunu bildiğinden konumunu ve iktidarını iç dinamiklerle sağlamlaştırmak yerine Avrupa Birliğinin desteğini almaya ve ABD’nin güvenini kazanmaya ağırlık vermiştir. Kendisini istemeyen elit kesimin ve TSK’nın etkinliğini de AB’ye uyum yasaları çerçevesinde düşürmeye çalışmaktadır.”[18]

Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerine yapılan bu genel değerlendirmeleri bir tarafa bırakacak olursak, BOP ile bağlantısını kurabileceğimiz en sağlam nokta Güneydoğu Anadolu Projesidir.[19] Çünkü tarihi süreç incelendiğinde görülecektir ki BOP’un işletildiği dönemlerde GAP’ın üzeri toz tutuyor, tam tersi dönemlerde de GAP gün yüzüne çıkartıldığında BOP’un geri çekildiği iddiaları dillendirilmektedir. Prof. Dr. Erol Manisalı 11.01.2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki köşe yazısında “GAP BOP’un alternatifiydi, BOP’un önünü kesecek alternatif bölgesel işbirliği projesiydi. Batı emperyalizmi, GAP’ın önünü kesti. Şimdi BOP’u uygulamaya çalışıyorlar” şeklinde bir yorum yapıyor. Ocak 2008’de Tel Aviv Üniversitesi’nde yapılan bir konferansta BOP ideolojisinin önemli isimlerinden olan Bernard Lewis, ABD’nin Ortadoğu’da geçmişten daha az belirleyici olmak istediğini ve geri çekilmek için planlar yaptığını söylemiştir.[20] Yani ABD’nin bölgede etkinliğini azaltmak istiyor olması otomatik olarak AB’nin Orta Doğu’da etkin olma arzusunu doğuruyor ki bunun göstergesi de, tam da bu dönemde AB’nin GAP’a destek vermesidir.

Bilindiği gibi Orta Doğu’da hakim sorunlardan birisi su sorunudur ve AB’nin bu soruna GAP ile çözüm bulma yoluyla bölgede etkin olma çabası vardır. AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporunda Orta Doğu’daki su meselesinin giderek daha stratejik bir konu haline geldiğine dikkat çekerek şu ifadelere yer verdi: “Türkiye’nin AB’ye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyapılarına ilişkin uluslararası yönetimin AB için önemli bir mesele haline gelmesi beklenebilir.”[21] Türkiye’nin sınırları aşan iki nehri; Dicle ve Fırat GAP’ın hammadesini oluşturuyor, AB bu iki nehir üzerinde etki sahibi olabilmek için GAP’ın bitirilmesi ile ilgili atağa kalkarak, GAP için 47 milyon Avro mali destek verme konusunda taahütte bulundu.[22] Bütün bunların ışığında son dönemde AKP’nin GAP hamlesinin aslında BOP ve AB bağlantılı olduğunu iddia etmek pek yanlış sayılmaz.

Şimdi biraz da AKP döneminde AB’ye üyelik süreci ile ilgili yaşananları ortaya koyarak, AB’ye girmeye çalışan Türkiye’yi değerlendirmek şeklindeki geleneksel yaklaşımdan farklı olarak Türkiye’nin girmeye çalıştığı AB’nin değerlendirmesini yapalım.

Dışarıdan anlaşıldığı kadarıyla, gerek Nabucco Boru Hattı Projesi gerekse enerji bağlamında diğer çalışmalarının etkisiyle, Türkiye’nin stratejik öneminin giderek arttığı enerjiye aç ülkelerden oluşan bir AB var karşımızda. Türkiye’nin üyeliğine BOP bağlamında bakış açısı ise belirsiz ve karmaşıktır, üç ana konu dillendirilmektedir;

Müslüman bir ülke olan Türkiye tam üye olursa, bölgeye çok iyi bir örnek olur,

Türkiye’nin tam üye olması, AB’nin bölgenin tüm sorunları ile yüzyüze kalması anlamına gelir,

Türkiye tam üye olursa ABD ile olan ilişkileri nedeni ile ABD – AB ilişkilerinde bölgesel denge AB aleyhine bozulur.

İlk düşüncenin temelinde, AB Barselona Programı doğrultusunda Orta Doğu’ya el atacak olurlarsa, işlerini kolaylaştıracak model bir Türkiye’nin varlığına ihtiyaç duyacaktır, fikri yatmakta. Ayrıca Müslüman Türkiye AB’ye üye olduğunda, birliğe atfedilen “Hristiyanlar Klübü”[23] tanımlaması da anlamını yitirecek ve bu sayede ABD’nin Orta Doğu’da kazanamadığı sempatiyi AB, Türkiye sayesinde kazanacak. İkinci öngörünün oluşmasındaki temel olumsuz noktalar ise, İsrail-Filistin sorununa dahil bir Türkiye, birlik içerisinde huzursuzluk yaratacak, islam dünyasının teröre bulaşmış yüzü birliği yıpratacaktır. Yani Türkiye’nin müslüman olmasından kaynaklı sorunlar, AB’nin aslında isteksizce de olsa Türkiye’yi kabul etmesini iyice zora sokuyor. Bu noktada AKP’nin desteklediği “Gülen Hareketi”[24] ve temel felsefesi olan “dinler arası diyalog”, Türkiye’yi İslamın barış yüzü olarak gösteriyor, AKP Türkiyesi’nin batı ile diyalogunu sağlamlaştırıyor.

Son çekinceleri ise “Truva Atı” hamlesinden korkmalarından kaynaklanıyor. Önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, AB artık gerek kendi savunma hattını oluşturma konusu olsun gerekse enerji kaynaklarına alternatif oluşturmak için bölgesel projeler yaratma bağlamında ABD’yi kendine müttefikten öte rakip görmektedir. Bu yüzden de Türkiye’yi içine aldığı zaman kurtulmaya çalıştığı ABD güdümüne iyice girmiş olacağını düşünüyor ve ABD’nin Türkiye’nin üyelik süreci ile ilgili tavsiyelere mesafeli duruyor. AKP’nin BOP yerine son dönemki GAP hamlesi, bu çekincenin pekte oturaklı olmadığını düşündürüyor. Nitekim oluşturulan tüm projelerin nihayetinde ekonomik temelli olduğu hesaba katılırsa ve AKP’nin ekonomi rotasının büyük ölçüde Avrupa olduğu kabul edilirse, üyelik çabalarının Truva modeli doğrultusunda olmadığı yorumu yapılabilir.

SONUÇ.,

Genel bir değerlendirme yapacak olursak;

Karşımızda batıya oldukça meyilli bir Türkiye modeli vardır,

Orta Doğu’da kaybettiği prestiji yeniden kazanma çabasının temelinde “muhafazaklık” mı yoksa “BOP” mu var? Pek belirgin değil,

Aynı şekilde AKP, AB’nin GAP’ını mı yoksa ABD’nin BOP’unu mu seçeceği konusunda kararsız,

AB ve ABD her ne kadar birbirinin doğal müttefiki görünse de aslında birbirinin doğal “rakibi”

Nato BOP’un uygulanması için yeniden yapılandırılıyor, bu yapılandırmada en önemli roller(görevler) Türkiye için yazılıyor,

AKP, İran konusunda ABD’yi memnun etme çabası içerisinde ancak ABD durumdan pek memnunmuş gibi görünmüyor.

İşte bu cümleler Türkiye açısından olup bitene bir çerçeve çiziyor gibi. Eğer bunların üzerine birkaç öngörüde bulunmamız gerekecekse;

Elbetteki Türkiye’nin Orta Doğu’da olup bitenlere karşı kayıtstz kalması mümkün değildir ve bu yüzden BOP konusunda etkin olmalıdır. Ancak böyle bir etkinlik içerisine girerken cumhuriyetin kuruluşundan öte hiç terk etmediğimiz “sıfır sorunlu dış politika” vizyonumuzu unutmamalı, iyi komşuluk misyonumu kaybetmemeliyiz. Unutulmamalıdır ki; Orta Doğu’daki Müslüman ülkeler kadar İsrail de iyi ilişkiler içinde olmamız gereken bir devlet. BOP’a dahil olurken dış güçlerin boyunduruğu altına girmeyecek incelikte, bölgemizde düşman kazanmayacağımız bir yumuşaklıkta ve milli değerlerimizi çiğnetmeyecek ciddiyette olmalıyız.


KAYNAKÇA.,


KİTAPLAR:

CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık,(y.y.)

ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul,

İletişim Yayınları

ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları,(y.y.)

YILMAZ, Türel, (2009): uluslar arası Politikada ORTA DOĞU, Barış Platin Yayınevi, İstanbul


İNTERNET ADRESLERİ:

1) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE;

http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

2) Civil Democratic İslam: Partners, Resources, and Strategies; http://www.rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/MR1716.pdf (04.04.2010)

3) BOP VE NATO ;

http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

4)The U.S. Greater Middle East Initiative;

http://www.wellesley.edu/Polisci/Candland/USGMEI.pdf (19.04.2010)

5)Policybrief; The Greater Middle East Initiative: Off to a False Start;

http://www.carnegieendowment.org/files/Policybrief29.pdf (19.04.2010)

6)Turkey Transformer;

http://www.carnegieendowment.org/files/Turkeys_Transformers1.pdf (19.04.2010)

7) Foreign Policy of Turkey in the Middle East: Values, Interests, Goals;

http://www.boell-tr.org/downloads/Ulli_Marc_bericht.pdf (17.05.2010)

8)Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye;

http://www.internethaber.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye-236193h.htm (11.03.2010)

9)AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

10) AKP; Türkiye-AB ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-avrupa-birligi-iliskileri_1140.html (24.04.2010)

11) AKP; Türkiye-ABD ilişkileri;

http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-abd-iliskileri_1141.html (24.04.2010)

12)Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

13)Türk Sermayesinin Gözü Orta Doğu’da;http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (13.04.2010)

14)Büyük Ortadoğu Projesi nedir;

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

15)Gül: BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz; http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181295 (17.04.2010)

16)ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

17) Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir ; http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

18) BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6 / M. ZEKİ GÜNEY; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

19) Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

20) AB Komisyonu 2004 tarihli Etki Değerlendirme Raporu; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

21) AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

22) Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın ; http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

23) BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

24) Gülen Hareketi; http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)

25) Güneydoğu Anadolu Projesi; http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)


[1] Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf (28.03.2010)

[2] Elif Kutbay Yeneroğlu, elif.kutbay@ege.edu.tr, “Kaynak sağlama”, Ferdi Çetin’e, www.407_aslan@hotmail.com (29 Mart 2010)

[3] ŞAHİN, Abdullah, (2010): Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları(y.y.)

[4] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[5] CHOMSKY, Noam, (2002) : Amerikan Müdahaleciliği, Aram Yayıncılık(y.y.)

[6]Namık Tan: ABD Anlaşmayı dikkatlice incelemeli; http://www.haberbaz.com/haberbaz_load.asp?i=5538432&a=1&ur=http://www.netgazete.com/News/697602/buyukelci_tan_abd_anlasmayi_dikkatlice_incelemeli_.aspx (17.05.2010)

[7] Türk Sermayenin Gözü Orta Doğu’da; 2010 yılı Ocak-Şubat döneminde Orta Doğu ülkelerine doğrudan yatırım için giden Türk sermayesi geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 55. 9 artışla 43 milyon dolardan 67 milyon dolara yükseldi… ; http://www.gozlemgazetesi.com.tr/haber/17745-turk-sermayenin-gozu-ortadogu39da.html (17.04.2010)

[8] ORDU KÜLTÜR DERNEĞİ KÜLTÜR KOMİSYONU FAALİYETLERİ KÜLTÜR/BİLİM KONFERANSLARI-3 http://www.ordukultur.com/kultur_egitim/k3.ppt (23.04.2010)

[9] Çok Eksenli Politika; 2009 yılındaki Türk dış politikasını değerlendirirken Türkiye’nin reaktif değil, proaktif ve bütüncül bir politika izlediğini görürüz, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle “Eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derecedir” , http://www.tumgazeteler.com/?a=5844213 (18.05.2010)

[10] Hüseyin BAĞCI & Bayram SİNKAYA, “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE: AK PARTİ’NİN PERSPEKTİFİ”; http://www.akademikortadogu.com/6/m1e2.htm (20.04.2010)

[11] Büyük Ortadoğu Projesi nedir?; http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=615441 (10.05.2010)

[12] “Yeni NATO”; Nato’nun amacı dünyayı sosyalizm etkisine kapatmaktı. Bu sürecin sona ermesiyle beraber NATO’nun ortadan kalkması gerekirken, tek egemen güç konumuna gelmiş olan ABD, eski müttefiklerini ve pazar alanlarını denetleme aracı olarak NATO’yu yeniden tanımlama sürecine girmiştir… http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[13] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[14] BOP VE NATO ; http://www.birben.net/bop_ve_nato.htm (12.05.2010)

[15] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[16] AKP; Türkiye-Orta Doğu ilişkileri;http://www.akparti.org.tr/disiliskiler/turkiye-ortadogu-iliskileri_1144.html (24.04.2010)

[17] Truman Doktrini; Sovyetler Birliği’nin genişlemesinden ve etkisini çevredeki ülkelere yaymasından rahatsız olan ABD Başkanı Harry Truman, Komünizmle mücadele eden hükümetleri destekleme politikasını devreye soktu, bu bağlamda 12 Temmuz 1947’de Türkiye-ABD arasında yardım anlaşması imzalandı ve Türkiye ABD’den yardım almayı kabul etmiş oldu. ORAN, Baskın, (2001) : Orta Doğu’yla ilişkiler Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt. I, İstanbul, İletişim Yayınları

[18] M. ZEKİ GÜNEY, “BOP (BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ) VE TÜRKİYE’NİN ROLÜ–6”; http://huseynisevda.net/news.php?readmore=423 (24.05.2010)

[19] Güneydoğu Anadolu Projesi; 1961 yılında Diyarbakır’da kurulan Fırat Planlama Amirliği tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1964 yılında Fırat Havzası’nın sulama ve enerji potansiyeli belirlenmiş, ardından aynı işlem Dicle Havzası için de uygulanmış ve 1980 yılında bu iki havza projesinin “Güneydoğu Anadolu Projesi” şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Amacı Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamına giren yörelerin süratle kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi… http://www.gap.gov.tr/Turkish/Ggbilgi/gtarihce.html (24.05.2010)

[20] Dursun YILDIZ; “Türkiye’nin ve ABD’nin projeleri BOP içinde GAP”; http://topraksuenerji.org/BOP_Icinde_GAP_%5BToprakSuEnerji.org%5D.pdf (24.05.2010)

[21] BİR DİRENİŞ PROJESİ: GAP -4-; http://www.guncelmeydan.com/pano/bir-direnis-projesi-gap-4-t15828.html (26.05.2010)

[22] AB’den GAP’a destek; http://www.beyazgazete.com/haber/2009/12/24/ab-den-gap-bolgesine-47-milyon-avro-kaynak.html (26.05.2010)

[23] Babacan: AB Hristiyan klübü olmasın; Dışişleri Bakanı ve Baş müzakereci Ali Babacan, Davos’ta yapılan toplantıda Avrupa Birliği’ni “Hristiyan kulübü olmaması” konusunda uyardı. Bakan Babacan, “Eğer AB, kendisini bir Hristiyan kulübü olarak nitelerse bu AB ruhuna aykırı olur” diye konuştu. http://www.milliyetciforum.com/babacan-ab-hristiyan-klubu-olmasin-14746.html (26.05.2010)

[24] Gülen Hareketi; Dinler arası Diyalog Enstitüsü’nün Başkanı ve Gülen Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi Yüksel Alp Aslan doğan, Gülen Hareketi’ni, “İslam inancı anlayışı içinde kök salan bir sivil toplum hareketi” olarak tanımlıyor. http://www.ntvmsnbc.com/id/24976762/ (27.05.2010)


http://www.yenimakale.com/buyuk-ortadogu-projesi-ve-turkiye.html

***

GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE’YE VERİLEN GÖREV…

GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE’YE VERİLEN GÖREV…



TÜRKSOLU Gazetesi Internet Sitesi,

ABD Büyük Ortadoğu Projesi için Türkiye’ye giysi hazırlıyor, Görev Belirliyor. 

GOP = GOP ( Geniş Ortadoğu ve Afrika Projesi ). (1)

Başlangıcı 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar değişen dünya koşullarında ABD çıkarlarına koşut olarak geliştirilen ve 1970’li yıllarda üzerinde daha da yoğunlaşan bir projedir. George F. KENAN’ın da aralarında bulunduğu bir grup tarafından hazırlanan “Büyük Alan” adlı plan gerçekte bugünün “ Geniş Ortadoğu Projesi ” inin bir ön tasarımıdır. Reel Politikçi George F. Kenan, “Foreign Affers dergisinin 1947 Temmuz sayısında “Mrx” (Bayx) adıyla yazdığı makalede Sovyetler Birliğine karşı “ Çevreleme Planı “ (Containment Plan) uygulamasını öngörmüştür. Plana göre; Amerikan yayılmacılığı “Sovyetler Birliği” (Komünizm) tehdidi olmadan gerçekleşemezdi. O nedenle Soğuk Savaş süresince bu tehdit tüm olanaklarla pompalanmalıydı   2. Dünya savaşı sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı ile Dış İlişkiler Konseyinin (Council On Foreign Relations-CFR) oluşturduğu ve başına George F. KENAN’ı getirdiği inceleme grupları savaş sonrası dünyası için “Büyük Alan” adını verdikleri kavram çerçevesinde planlar hazırladılar.                                                                                             
    Büyük Alan; Batı Yarım Küresi’ni, Batı Avrupa’yı, Uzak Doğu’yu, Eski İngiliz İmparatorluğunu, Orta Doğu’nun eşsiz enerji kaynaklarını, 
Üçüncü Dünyanın geriye kalan bölümlerini ve mümkünse bütün yeryüzünü içine alacaktı. 

Yeni Dünya Düzeninde her bölgeye özel bir işlev yükleniyordu. Savaş sonrasında başarılarını kanıtlayan ve artık ABD’nin denetiminde çalışacak olan 
“İki Büyük Fabrika”, yani Almanya ve Japonya sanayi ülkelerine kılavuzluk edeceklerdi.                         

Dışişleri Bakanlığının 1949 tarihli bir muhtırasında belirtildiği gibi, Üçüncü Dünya Ülkelerinin “Temel İşlevi” kapasite ülkeler için 
“Bir hammadde kaynağı ve bir Pazar olarak hizmet etmek” olacaktır. Avrupa ve Japonya’nın yeniden imarı için Üçüncü Dünya ( George F. Kennan) deyişiyle 
sömürülecekti. (2)    
                                                                       
Kennan, bu araştırma guruplarında yer alan ve başı çeken bir antikomünistti. 
Kısa sürede dışişleri Bakanlığı “Planlama Bölümü” ü kuracak ve başına geçecekti.                  
               
Kennan, ilişki modelinin temeline, olağanüstü abartılan komünizm korkusunu almaktaydı. Kennan 1984 te: 

   “Dünya servetinin yüzde 50 sine, ama nüfusunun yüzde 6.3 ne sahibiz. Bu durumda kıskançlık ve kızgınlık odağı olmamız gayet normal. Önümüzdeki dönemde asıl görevimiz bu ayrıcalıklı pozisyonun devamını sağlayacak bir ilişki modeli kurmamızdır” diyordu. (3)                                                                       George F. Kennan’ın ekibinde yer alan kilit isimlerinden biri de ABD’ İN Türkiye Büyükelçisi George Mc Ghee; ABD güvenliğine ve stratejik yaklaşımlarına paralel politikaların nasıl hazırlandığını şöyle açıklamaktadır:  
    
           “5 Mayıs 1949 tarihinde ABD; NATO ile ilgili ülkelerle ilgili görüşmeler yaparken, ABD Dışişleri Bakanlığı ‘Politika Planlama’ ekibimizde, ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının daha geniş kapsamlı bir tablosunu çizerek başlıyorduk. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da temel amacımız, barışın ve istikrarın sağlanmasını teşvik etmektir. Bunu yapabilmek için, bölgedeki çekişmelerin ve çıkar çatışmalarının sonunda Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilecek açık düşmanlara dönüşmesini önlemek gerekmektedir.” ABD Yönetimi, güçlü bir askeri ve ekonomik yardımla Türkiye’nin bağımsızlığını koruyabileceğini ve bugünkü gibi “Bölgede Sovyet yayılmasını önleyen bir duvar rolü”  oynayabileceğini umuyordu. “Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri, ABD yardımı sonucu ne kadar güçlenirse, ABD ve müttefikleri, herhangi bir savaşta Türkiye’ye; operasyonların bir üssü olarak ve Sovyetleri “Hayati Stratejik önem taşıdığı kabul edilen bu bölgeden uzakta tutulmakta” o kadar güvenebilirdi.” (4)                                                                                                                       Kennan’ın başında bulunduğu ve çalışmalarda George Mc Ghee’nin yer aldığı Politika Planlama Ekibi, daha NATO ile ilgili çalışmaların başladığı 1947’ lerde “Büyük Ortadoğu Projesi”ni hazırlıyordu. Türkiye’ye biçtiği rolü belirliyordu.

1970’li yıllarda proje ABD’nin en büyük savaş, savunma, dış politika ve strateji uzmanı amansız savaşçı Prof. Albert Wohlstetter tarafından ele alınıyordu. Projeyi 1970’lerin ortalarına doğru, “Güneybatı Asya Doktrini” adıyla gündeme geliyordu. Türkiye’ye verilecek görevi de, “Türkiye, batıdan doğuya doğru bir köprüdür” gerekçesine dayandırıyordu. Güneybatı Asya olarak tanımlanan coğrafya, Wohlstetter’in tanımı ile bugünün Büyük Ortadoğu’sudur. Wohlstetter bu doktrinle Ortadoğu petrolleri üzerinde ABD’nin mutlak denetimini amaçlıyordu. Bu bağlamda Türkiye’ye de çok önemli görevler yüklüyordu. Wohlstetter’in yanı sıra ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Strausz Hupe (daha sonraları Wohlstetter’in damadı), eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı Richard Perle’nin de doktrinin hayata geçirilmesinde büyük çabaları olmuştur.
ABD; 1970‘li yıllarda NATO’nun çok gizli toplantılarında bu doktirini “Güneybatı Asya’nın Etkileri” adı altında tartışmaya açmıştır. Amerika Dış Politika Enstitüsünce 1986 yılında gerçekleştirilen İstanbul Toplantısına katılan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı William Schneider, Güneybatı Asya Doktrinde, Türkiye’ye biçilen rolu,”Türkiye Batı İttifakının bir üyesidir. Ama tarihi ve coğrafi açıdan Ortadoğu’nun bir parçasıdır” biçiminde açıklıyordu. (5)
Wohlstetter’ın savaşçılarından ABD Dışişleri Bakanı Aleksander Haig; 1979 yılında bu doktrin bağlamında , “NATO’nun ilgi alanı, Ortadoğu ve Güneybatı Asya bir bütündür” demekteydi. 1987 yılında Wohlstetter ile aynı görüşü paylaşan eski Dışişleri Bakanı Henry Kisinger ve Harvard Üniversitesinden siyasi tarihçi Prof. Samuel Hundington, Körfez’e saldırının yakın olduğunu ve NATO’nun burada görev almasına yönelik çalışmaların uygulamaya geçirilmesini istiyorlardı. Ne var ki; Sovyetler Birliği ile çatışma göze alınamadığından bu gerçekleştirilemiyordu.  

Jimmy Carter, ABD Başkanı seçilince, Prof. Zbigniev BRZEZINSKI, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanlığına getirilmiş ve Başkanın politikalarında olağanüstü etkili olmaya başlamıştır. Brzezinski de zaten Wohlstetter’in çevresindeydi ve o yıllarda aynı doktrini” Ortadoğu ve Güneybatı Asya Doktrini” olarak gündeme getirmişti. Brzezinski, bu doktrin çerçevesinde 1979 yılında, İran’da iktidara gelen Humeyni’ye karşı, Saddam Hüseyin’i savaşa sokarak Ortadoğu ve Güneybatı Asya’da Sovyetler Birliği’nin yayılmasına set çekmeye çalışmıştır. Afganistan’a yerleşerek Hint Okyanusu’na inmeyi ve Ortadoğu Petrollerine Batı Asya’dan sarkmayı planlayan Sovyetler Birliği’ne karşı ‘Afgani Radikal İslam Ordularını’ harekete geçirmiştir. (6) Brzezinski’nin çalışmalarıyla ABD Başkanı Carter, Ocak 1980 yılında yaptığı, Ulusa Sesleniş konuşmasında bu doktrinden şöyle söz etmiştir: “Şunu açık bir biçimde ifade etmeliyim ki; Körfez Bölgesini kontrol için dışarıdan bir güç müdahale ettiğinde ABD’nin hayati çıkarlarına bir saldırı olarak kabul edilecektir. Bu saldırıya karşı askeri güç kullanmak dâhil bütün olanaklar seferber edilerek karşılık verilecektir.” Carter’in bu açıklamasından 3 yıl kadar sonra, Ocak 1983’te Carter’in “Güneybatı Asya Doktrini” yürürlüğe girmiştir. Carter; Güneybatı Asya, Kızıldeniz ve Afrika Boynuzuna kadar olan ülkelerin sorumluluğunu üstlenmek üzere “ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın kurulduğunu ve komutanlık karargahı olarak Mac Dill Hava Üssünün tahsil edildiğini açıklamıştır.” (7)

1980’lerin sonunda NATO’nun takviyeli siyasi komite toplantılarında, fikir mimarlığını Prof. Hanry Kisinger’in yaptığı bir ”Avrasya Projesi” tartışmaya açılmıştır. Böylece bu projeye, Hazar ve Ortadoğu bölgesi petrol ve doğalgazını hedefine alan bir proje olarak gündeme getirilmiş oluyordu.
Güneybatı Asya Dotrini” ile ilgili çalışmalar, 1991 Körfez Savaşının ardından hız kazanmıştır. O zaman da Wohlstetter, ABD Başkanı baba Bush’un danışmanı, Dick Cheney de savunma bakanıydı, Richard Perle ve Poul Wolfowitz de çalışmaların içindeydi.

1992 yılına gelindiğinde Poul Wolfowitz’in “Savunma Planlama Rehberi” adı altında geliştirdiği bu strateji basına sızdırılmıştır. 1995’li yıllarda Rusya’nın Kafkasya’da etkinliğini artırması üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı ve dış politika ile ilgili “Think-Tank”ler “Geniş Ortadoğu Projesi” adı ile bir proje geliştirilmiştir. Irak Savaşıyla birlikte girilen ilişkilerin yeniden düzenlenmesi için ABD turuna çıkan TUSİAD’ın görüştüğü ABD Savunma Bakan Yardımcısı Poul Wolfowitz, Türkiye’ye; “Ortadoğu’da yeni bir dünya kuruluyor, biz de Ortadoğu yol haritamızı çiziyoruz. Türkiye de bu haritadaki yerini bulsun” mesajını göndermiştir. Wolfowitz, Ortadoğu’da, Türkiye’den destek beklediklerini de söylemiştir. (8) Eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, Rand Corporation (Santa Monica) kıdemli araştırmacısı ve Alman-Amerikan Konseyi Başkanı Ronald D. Asmus, 1995 yılında Büyük Ortadoğu Projesini geliştirmek için Rand Corporation’da bu adla bir bölüm kurmuş ve çalışmaları yürütmüştür. Asmus, bugün önümüze getirilen projenin önemli hazırlayıcılardan biri olmuştur.

Projeye mimarlık eden biri de, azılı şahin görünüşlü ve sözde Türk dostu, İngiliz İmparatorluğu İstihbaratından Chatham House üyesi Prof. Bernand Levis’tir. Projeyi 1996 yılı başlarında İstanbul’da o açıklamıştır.
1997 yılında Prof. Zbigniev Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” ve “Kontrolden Çıkmış Dünya” adlı kitaplarında “Avrasya dikdörtgeni” kavramını ortaya atmış ve bunu “Avrasya Stratejisi” olarak açıklamıştır.
1997 yılında Başkan Bush’un yeni muhafazakârları, (Neo Cons) tarafından “Project For The New American Century” (Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi) adlı bir “Ting-Tang” kurulmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili çalışmalara burada devam edilmiştir.
1998 yılında, Ulusal Savunma Üniversitesi tarafından hazırlanan, “Stratejik Değerlendirme Raporu” nda Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanan ve dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz kaynaklarının, İç Bölgesini (Hinterlandını) kapsayan bölge “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP)” olarak tanımlanmıştır.
Amerikan Ordusunda Orta Asya’dan sorumlu güçlerin komutanlığı, Ekim 1999 da Pasifik Komutanlığından alınarak, Ortadoğu’dan sorumlu Merkez Kuvvetler Komutanlığına bağlanmıştır. (9)
23-24 Nisan 1999 tarihleri arasında Washington’da toplanan NATO zirvesinde aslında Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne yönelik tehditler ve bunların önlenmesi ele alınarak, “Yeni NATO Stratejik Konsepti” kabul edilmiştir. Konsepte yer alan tehditlere hızla karşılık verilebilmesi için NATO’da yeni bir yapılanmaya gidilmesine, tehditlere karşı NATO’nun Birleşmiş Milletler kararına bağlı olmaksızın karar almasına ve NATO’nun normal sorumluluk alanının dışında da kullanılmasına karar verilmiştir. Nitekim zirvede tespit edilen tehditler daha sonra GOP’a yönelik tehditler arasında aynen yer almıştır. Belgede yer alan tehditler sıralaması şöyle tespit edilmiştir. (10)

Kitle imha silahlarının Yaygınlaştırılmasını Önlemek,
İnsan Hakları ihlallerini önlemek,
Demokrasiyi yerleştirmek,
Etnik çatışmaları önlemek,
Din ve mezhep çatışmalarını önlemek,
Terörü önlemek,
Uyuşturucu trafiğini (ticaretini) önlemek,
Toprak (sınır) anlaşmazlıkları önlemek,
Sabotaj ve organize suçları önlemek,
Kitlesel göç hareketlerini önlemek,
Başarısız reformları önlemek,
Başarısız devletleri önlemek,
Hayati enerji ikmal yollarının kesilmesini önlemek,

Kökten Dinci akımları önlemek…

ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 31 Aralık2001’de “Nükleer Stratejinin Gözden Geçirilmesi” başlıklı bir gizli raporu Kongreye sunmuştur. Yeni konsepte ABD hegemonyasının sürekliği amaçlanmış ve bunun gereği olarak da üç unsurlu nükleer strateji hazırlanmıştır. (11)                                                                              
Nükleer olsun veya olmasın ABD’ye yönelik bir tehdide tek başına nükleer silahla vurma (önleyici vuruş) imkanı tanıması, önleyici nükleer saldırının; 1.nükleer, 2.biyolojik, 3.kimyasal, 4.nükleer olmayan ve 5.sürpriz saldırılar karşısında olmak üzere beş koşulda gerçekleştirilmesi. 
11 Eylül 2001 saldırılarının daha etkin bir savunma sisteminin hayati derecede önemli olduğunu kanıtlamış olması nedeniyle aktif tehditlere karşı son derece etkin bir savunma sisteminin inşa edilmesi.
Ortaya çıkan ve ileride çıkacak olan tehditlere karşı sisteminin; hızlı ve etkinliğini arttıracak biçimde değiştirilmesi. Üç unsurlu yeni konseptin işlevini etkin bir şekilde yerine getirebilmesi için Merkez Komuta Sistemi ile İstihbarat Sisteminin birbirlerini birebir destekleyecek bir yapıya kavuşturulması.

Başkan Bush 2002 yılında; önde gelen yeni muhafazakârların iştirakiyle,”ABD’nin 21. Yüzyıl Grubunu” oluşturmuştur. Grup: “ABD’nin 21. Yüzyıl Projesini” hazırlamış, Proje Bush tarafından uygulamaya sokulmuştur. Bush proje ile; Irak’ı kitle imha silahlarından arındırmayı, bölgeye demokrasi getirmeyi, Irak’tan başlayarak İran, Suriye, Kuzey Kore, Suudi Arabistan, Mısır, Libya, ve Sudan gibi ülkelerde rejim değişikliğini ve İsrail’i bölgede her istediğini yapabilecek konuma getirmeyi amaçlamıştır.                           
ABD; 2004 Mart’ında “Uzun Vadeli Kuvvet Yapısı 2005 Planı”nı yayınlamıştır. Plana göre; Ortadoğu, Afrika, Orta Asya, Güneydoğu Asya, Orta ve Güney Amerika’da düzensiz tehditler kapsamında; 1.aşırı ideolojiler, 2.terörizm, 3.gerilla faaliyetleri, 4.örgütlü suçlar ve 5.iç savaş olmak üzere beş tür tehdit öngörülmüştür. Konvansiyonel tehditlerin azalmasına karşı, bioteknoloji, siber savaş ve uzayın kullanımı felaket getirici tehditler olarak kabul edilmiştir. (12)                           
“Küreselleşmenin gelecek Haritası 2005 Raporu” 2005 yılında Başkan Bush’a sunulmuştur. (13)
CIA’nin düşünce kuruluşu olan, Ulusal İstihbarat Konseyinin 2020 yılında dünyanın nasıl olacağına dair geliştirdiği senaryoları içeren raporda: “Büyük Devletlerin savaşa girme olasılığının 1900’lerin başından bu yana en düşük düzeye indiği, 19. Yüzyılın Almanya, 20. Yüzyılın ABD yüzyılı olduğu, 21. yüzyıl da Çin ve Hindistan’ın ön plana çıktığı, AB içinde Müslüman nüfusun, toplumla bütünleşmesinin sorun yaratacağı, Türkiye’nin AB tam üyeliğinin topluluk için sorun olacağı, AB ekonomileri küçük büyümelerle yoluna devam ederse AB’nin uluslar arası gücü ve genişleme kabiliyetinin sınırlı kalacağı, Türkiye’nin AB üyeliğinin nüfusu, dini ve kültürel farklılıkları nedeniyle sorun yaratacağı, ancak karşılıklı anlayış fırsatlarını da beraberinde getireceği öngörülmüştür.” Raporda; 15 yıl içinde 3 temel öngörüde bulunulmuştur.

1. El Kaide’nin yerini alacak küçük örgütler, terör tehdidini sürdürecektir.
2. Çin ve Hindistan, uluslar arası platformda başrol oyuncusu olacaktır.  
3. AB toparlanmazsa, Türkiye’nin tam üyeliği tehlikeye girecektir.

     ABD; 11 Eylül 2001 saldırının ardından 2001’de yayınlandığı Savunma Strateji Belgesini yenilemiş ve ABD’nin Savunma Strateji Belgesi olarak 18 Mart 2005’te Savunma Bakanı Rumsfeld imzasıyla yayınlanmıştır. (14) Strateji Belgesi şu temel esasları içermektedir;
ABD halihazırda bir savaş içindedir. Her ulustan önca kendisini korumak zorundadır. 

   ABD’nin Anayasasının Gereği de budur.
ABD’nin Egemenliği dünyadaki tüm ulusların egemenliğinin üzerindedir. 
ABD dünyanın en üst egmenlikli gücüdür. 

Bu Nedenlerle;

Avrupa Ortadoğu, Doğu, Orta ve Kuzey Asya’da kendisine rakip eşdeğer bir gücün oluşmasına kesinlikle izin vermeyecektir.
Dünyada hiçbir güç, ABD’nin küresel hareket yeteneğini, karada, denizde, uzayda ve sanal uzayda (internette) engellemeyecektir.
Tehlikeler oluşmadan, daha gelişme aşamasında iken saptanacak ve ABD; NATO, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlara bağlı 
olmaksızın tek başına alacağı kararlarla “Önleyici vuruşla” önleyecektir.
ABD ulusal güvenlik sorunlarını çözmek için uluslararası işbirliğinde bulunacaktır. Ancak bu ülkeler, aşağıdaki 7 temel kritere kesinlikle uyacaktır.
ABD üst egemenliğine tabi olma koşuluyla ulus devletlerin güçlendirilmesi,
Demokrasinin yerleştirilmesi,
İnsan Haklarının önlenmesi,
Serbest piyasa ve rekabetçi pazarların korunması,
ABD’nin hareket kabiliyetinin hiçbir mekânda engellenmemesi,
Dünyanın önemli bölgelerinde hegemonya kurmaya kalkışılmaması,
ABD’nin uluslar arası yükümlülüklerinin yerine getirilmesinin maliyetini yükseltici girişimlerde bulunulmaması.
Güçsüz rakiplerin konvansiyonel olmayan yönetimleri kullanmamalarını önleyecek bir askeri yapılanma ve savaş tarzı ilkesini benimsemek koşuluyla;

Yerel çatışmalarda doğrudan taraf olunması, İsyancı güçleri bastırmak için hükumetlere yardım edilmesi,
Terörizme karşın, radikal İslam’la, ılımlı İslam arasında bir iç savaş olduğunun tüm Müslümanlara kabul ettirilmesi,
Bu gerekleri karşılayabilecek yeni ABD ordusu şu özelliklere sahip olacaktır.

İki cephede savaş doktrinden vazgeçilecek yapıda olması, Asıl caydırıcı gücün kara birlikler olması,
Yüksek riskli bölgelerde ordunun asker kapasitesi yüksek ülkelerle, güvenlik ilişkilerine daha fazla önem verilmesi,
Ordu üzerinden stratejik ortaklıklar kurmaya yoğunlaşması,
Başkan Bush; 1 Mayıs 2003 tarihinde Irak’ta güven tamamlandığını ilan etmesinden tam 30 ay sonra, 30 Kasım 2005 tarihinde, Irak ile ilgili olarak hazırlanan ilk kapsamlı stratejiyi; “Irak’ta zafer için Ulusal Strateji Belgesi” ile açıklayabilmiştir. Irak’ta mutlaka zafere ulaşılacağını İran ve Suriye’den rahatsız olduğunu açıklamıştır. (15)

Kaynak: 
Erol Bilbilik / Geniş Ortadoğu Projesi, AsyaŞafak Y.2.B,s.11-20

(1) Greate Middle East, Broader Middle East, Wider Middle East, Boarder Middle East and North Africa Project ve Middle East Shatterbelt gibi tanımlar ABD için aynı anlamda kullanılmaktadır.
(2) Noam Chosmsky, Sam Amca ne istiyor? Minerva Y.I. Bas. 2000, s-16
(3) Noam Chosmsky, Turning The Tide: US İntervention in Central America and Struggle For Peace 6.baskı, Boston. South and Pres 1985.s.48
(4) George Mc Ghee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Bilgi Y.1992,s.116.117
(5) Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvetin Gölgesinde. Tekin Y.2. Basım s.40-48
(6) William Blum, Rouge State, Common Courage Pres. Monroe, Marina 2000 s.5
(7) Defance Organ Isation: The Need For Staff Report To The Senate . October 16,1985 s.293
(8) Hürriyet 29.5.2003
(9) Cumhuriyet 20.2.2004
(10) Erol Bilbilik, İçyüzü ve Perde Arkasıyla NATO İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Y. 1.Basım 2004 s.30-31
(11) Cumhuriyet 12.3.2002
(12) Hürriyet 15.1.2005
(13) Aydınlık 1.8.2004
(14)Cumhuriyet 30.3.2005
(15) Cumhuriyet, 17.3.2006

https://mrasar.wordpress.com/2015/11/06/genisletilmis-ortadogu-projesi-ve-turkiyeye-verilen-gorev/


***

26 Nisan 2020 Pazar

Sözde Aydınlar

Sözde Aydınlar 




Yekta Güngör Özden: 
Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com
3 Kasım 2012 


Gazetelerde zaman zaman düzenledikleri etkinlikleri, basın toplantılarını, duyurularını, “Aydınlar” tanıtımıyla haberlerini okuyup duyduğumuz 
kimselerin anımsattığı “Aydın sorunu” toplumumuzun irdelenmesi gereken bir yanıdır, hatta yarasıdır. 
Bilim adamlarının, yazar ve düşünürlerin bu konuya değinen konuşma ve yazılarında, kişilikten eğitime uzanan çizgide, rastlanan durumlar ele 
alınmakta, eleştiriler ve öneriler sıralanmaktadır. Biz bu yazımızda daha çok güncel görünümleri belirtmek istiyoruz.

Son yıllarda toplumsal dokudaki olumsuzlukların ortaya koyduğu gerçek, birçok yapının değiştiği, bozulduğu, yapaylarının arttığıdır. 
Sözde demokrat, sözde ilerici, sözde liberal, sözde Atatürkçü, sözde dindar, sözde dost, giderek yaşamın acı gerçekleri olmuştur. 
Sözde aydın da bunların hepsinin içinde bulunan gelgitli kişidir. Tutum ve davranışlarıyla güven sarstığı gibi düşünceleri ve görüşleriyle de “ne olduğuna, kim olduğuna ” bir türlü karar verilemeyen, kişiliği bir türlü anlaşılamayan okur yazar ya da görevli biridir.

Gerçek Aydın.,

Gerçek aydın, ahlaklı, adaletli, anlayışlı, çalışkan, özverili ve yürekli bireydir. Toplumuna karşı ödevlerini yüksünmeden ve bir beklentisi olmadan 
yerine getirir. Kültür, sanat, spor, iş dünyasında ya da yasal bir görevde olsun, kendinden başkasını düşünen, bilinçli ve çalışkan halk önderidir. 
Bilgisiyle ışık saçar, nitelikleriyle örnek olur. Yaşamda değer taşıyan, saygın insandır. Kiralanmaz, kullanılmaz, kışkırtılmaz, dönmez ve aldatmaz.

Okuma yazma bilen, diplomalı, iş, makam sahibi, görev ve yetki ile donatılmış, yöneten, öğreten herkes aydın olamaz. Günümüzde düş kırıcı, yanıltıcı, üzüntü ve tiksinti verici yansımaları yaşam biçimi ve ilişkileriyle karşılaştığımız kendini aydın sananlarla aydın sanılanların sesi çok çıkmaktadır. Ne yazık ki gerçek aydınlar daha çok suskunluk içindedir. Kırgın oldukları da gözlenmektedir.

Görünen İzlenen., 

Aydınlarımız alanı boş bırakınca sözde aydınlar ortaya çıkıyor. Aydınlarımızın kopukluğu, dağınıklığı, birleşme ve dayanışmadan uzak kalışları 
sorunun temelidir. Güç oluşturmayı, etkin duruma gelmeyi beceremiyorlar. Yalnız birbirlerine değil, kendi kendilerine de karşılar. 
Küçük nedenlerle tartışmaları kavgaya, ayrılığa dönüşüyor. Bencil davranışları toplumsal yapımızı karartıyor, yıkıyor. 
Seçimlerde anlaşma sağlayamıyor, bölünüp istenmeyenlerin kazanmasına neden oluyorlar. Çekingen davranmaları, aralarında korkak, tembel, 
ikiyüzlü kimselerin girmesi “pısırık, gösterişçi, rozetçi, palavracı” gibi suçlamalara yol açıyor.

    Sözde, sahte aydınlar yasal toplantılara gelmezler, sonuç, istenmeyenlerin olur. Gelir, Çizelgeye imza atar, giderler. 
Katılıp olumlu sonuç alınmasına yardımcı olmazlar. Görüş açıklamaktan kaçınır, açıklayanları da eleştirirler.
Meslek kuruluşlarına, derneklerine, vakıflarına ödentilerini düzgün ödemezler. Biriken i istenilince de ayrılırlar. 
    Oysa eğlenceye, içkiye, oyuna, başka giderlere para ayırırlar. Görevden kaçarlar, yükselme, para, gezi olanağı varsa hemen katılırlar.

Üstelik “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” sözünü anımsatırcasına kendi kusurunun özrünü dileyecek yerde karşısındakini suçlayarak sıyrılmaya bakar. 
Alıngandır, hırçındır, öfkelidir. Kendini beğenir, çabuk küser. Uzlaşmacı, uyumlu değildir. Her şeyi daha çok başkalarından bekler. 

Dinlemez, söylenir, sürekli konuşur. Halkı aldatır, çevresini usandırır, yorar, daraltır.

   Cemaat, tarikat, aşiret ilişkileri içinde olanlar hiç sormadan varlıklarını Okyanus ötesine aktarır, ne istenirse verirler. 
Onlar ekonomik, siyasal alanda ağlarını örerken sözde aydınlar kaçış sayılacak tutarsızlıklar içinde zararlarını yoğunlaştırırlar. 
Bu nedenle, hiçbir yeterliği olmayanlar dinlenir, sayılır, güçlenir, siyaseti bile yönlendirir. 
Niteliklerin değeri bilinmez. Yayılan ve yakınılan, aydınların karanlığıdır. Atatürkçülükte birleşemeyen aydınlar bu durumun kanıtıdır. 

   Sözde aydınların yalanlar, yakıştırmalar ve iktidara yaranma çabasıyla Atatürk' e saldırıları aymazlık ve nankörlüğün ibretlik örnekleridir. 

Tarihçi geçinen kimi kadın ve erkek sözde aydın, güncel siyasetin içinde bu çirkinliklerle ad yapma çabasındaki zavallılardır.


https://www.sozcu.com.tr/2012/yazarlar/yekta-gungor-ozden/sozde-aydinlar-102009/


***

FETÖ., Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir,

FETÖ., Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir,  


Tarihçi Sinan Meydan : 
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI
FETÖ, Büyük Ortadoğu Projesi’nin hareketidir



     FETÖ’cü darbenin Büyük Ortadoğu Projesi’ nin bir hareketi olduğunu söyleyen Meydan, “AKP-FETÖ ortaklığı sürseydi cumhuriyet tasfiye edilecekti” iddiasında

   Tarihçi-yazar Sinan Meydan ile Türkiye’nin son günlerine damgasını vuran ana gündem konularını konuştuk. Meydan, yumuşak ve sıcak görünümüne rağmen cesur, ezber bozan ve zaman zaman sert olarak nitelenebilecek söylemlere imza attı. 
   Çay bahçesinde gerçekleştirdiğimiz söyleşimiz bazen halkın katılımı ve soruları ile bölünse de, biz bu söyleşi ile günümüz tarihine dair önemli notlar aldık ve kendi tarihimize notlar ekledik.

* “Resmi tarih yok, belgelere dayalı ideolojik tarih var” diyorsunuz. Siz ezber bozan bir tarihçi misiniz?

Tarihçinin işi zordur; yazılı belgeleri, resmi kayıtları, anıları ince eleyip sık dokuyarak ortaya koyar, tek tek analiz eder ve sonuçta gerçeğe ulaşmaya çalışır. 
Olayların olduğu dönemdeki koşulları dikkate almak çok önemlidir. Resmi tarih ve gayrı resmi tarih ifadesi ise sadece bizim uydurduğumuz kavramlar. 

Örneğin 12 Eylül’de Kenan Evren’in oluşturmaya çalıştığı bir resmi tarih vardır. 

O dönemin algısına bakarak hakikaten Atatürk’ün öyle olduğunu zannederseniz yanılırsınız. Tarihin resmisi yoktur, belgelere dayalısı ya da belgelere dayalı olmayanı yani ideolojilere göre çarpıtılanı vardır.

Tarih ve Din Emperyalizmin en güçlü silahlarıdır.

* Tarih bir Araç olarak kitleleri yönlendirmede ve Şekillendirmede kullanılır mı?

Bu çok önemli bir soru. Tarih emperyalizmin elindeki en güçlü silahlardan 
biridir. Sizin sorduğunuz bu soruya 18. yüzyılda İngiltere, Fransa daha sonra 
Amerika cevap vermiş. Tarihin çok güçlü bir silah olduğunu fark etmişler ve 
tarihi kullanmışlar. Aynı şeyi Türkiye’de de yapıyorlar. Bugün de emperyalist 
çevreler ve onların içerideki yerli iş birlikçileri tarihi kullanarak cumhuriyete, Atatürk’e ve CHP’ye saldırıyorlar. En çok din prim yaptığı için, Türkiye’de din üzerinden çarpık bir tarih okuması yaparak cumhuriyetin kuruluş felsefesine saldırıyorlar.

* Emperyalizm bu durumda dini de kullanmış olmaz mı?

Emperyalizm dini, tarihi, bilimi, her şeyi kullanır. Onların iş birlikçileri de aynı yöntemi uygularlar.

* Bu sistemli bir uygulama ise Türkiye üzerinde ne zaman başladı?

Türkiye üzerindeki emperyalist planların tarihi 1800’lerin öncesine kadar gider.
Batılılar buna ‘Doğu Sorunu’ diyorlar. Osmanlı İmparatorluğu’nu 1683 Viyana
Bozgunu ile birlikte Avrupa’dan, 1913 Balkan Savaşı ile Rumeli’den attılar.
Sonra Anadolu işgal edildi ve eğer Kurtuluş Savaşı’nı kaybetseydik Anadolu’dan
da atılacaktık. Atatürk, Lozan Anlaşması imzalandıktan sonra “Lozan Anlaşması 
ile 200 yıldır bizleri bu topraklardan atmak isteyen emperyalizme karşı çok
büyük bir zafer kazandık” diyor.

Lozan Anlaşması 2023’te bitmeyecek

* Lozan’ın tarihinin dolacağı, anlaşmanın 100 yıl süreli olduğu söyleniyor.

Lozan Anlaşması Türk tarihinin en onurlu, en başarılı anlaşmasıdır ve bu 
tartışmaya açık değildir. Lozan Anlaşması süreli değil, hiçbir maddesinde böyle 
bir ifade yok. Ben bu anlaşmanın eklerini, maddelerini, protokollerini satır 
satır okuyan bir tarihçi olarak söylüyorum ki Lozan Anlaşması 2023’te 
bitmeyecek.

Türkiye’de Diktatörlük Sistemi kurulmak isteniyor

* Bu noktada Büyük Ortadoğu Projesi’ne gelmek istiyorum.

“ Lozan 100 yılda bitecek ” Masalının nedeni de Büyük Ortadoğu Projesi, tam üstüne bastınız. Lozan iki şey kazandırdı; biri tam bağımsız bir ülke, ‘İstiklal-i tam’ diyor Atatürk, diğeri de ‘bilakaydüşart egemenlik’in olduğu bir ülke. Şimdi 
Lozan’ı yırtmak isteyenlerin amacı bu iki temel ayağı devirmektir. Türkiye tam
bağımsızlığını kaybederse bölünür, parçalanır. Eğer ulus egemenliği etkisiz
hale gelirse Türkiye’nin başına yeni sultanlar, padişahlar, halifeler gelir.

Türkiye’de milletin egemenliğinin ortadan kalktığı ve tamamen kişilerin egemen
oldukları bir diktatörlük sistemi kurulması isteniyor.

Başkanlık Sistemi Sevr’in bir Ayağıdır

* Başkanlık sistemi buna hizmet eden bir olgu mudur?

Evet, benim gördüğüm kadarıyla başkanlık sistemi Sevr projesini yeniden hayata geçirme planının bir parçasıdır. Emperyalizm sömürdüğü ülkelerde, milletin egemen olduğu bir rejim istemez; sömürebileceği, kendine biat ettirebileceği liderler ister. Bakın bir kişiyi kontrol etmek çok kolaydır, mesela Kurtuluş Savaşı’nda Vahdettin’i kontrol ettiler ama bir milleti kontrol edemezsiniz, çok daha zordur.

FETÖ’cü Darbe BOP’un bir Hareketidir

*Erdoğan’ın “Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanıyım” sözlerini hatırlıyoruz. 
Daha sonra “Bu proje ölü doğdu” dedi. BOP devam ediyor mu, yoksa ölü mü doğdu?

BOP devam ediyor. Türkiye’deki FETÖ’cü darbenin de bu projeye dönük bir hareket olduğunu düşünüyorum. ABD için projenin aktörünün kim olduğu önemli değil, önemli olan projenin hayata geçmesi. Emperyalizm çıkarlarından, planlarından ve projelerinden kolay kolay vazgeçmez. FETÖ’cü darbe siyasilere, hükümete ya da muhalefete yönelik bir darbe değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısına, kurumlarına yönelik bir darbe. Hedef Türkiye’yi büyük bir kaosa sokmak ve dış müdahaleyi gerektirecek siyasi otorite boşluğu yaratmaktı. ABD zamanı gelince Erdoğan’ı süpüreceğini ifade etmişti, eğer Erdoğan’dan vazgeçtilerse onun yerine başka birini hazırladıklarından emin olabilirsiniz. Aktörlere çok takılmamak lazım; kişilere odaklı konuşuyoruz, konuşmamak lazım.

AKP-FETÖ Ortaklığıyla Cumhuriyet tasfiye edilecekti

* 17-25 Aralık yaşanmasaydı ne olacaktı?

Allah’tan 17-25 Aralık’ın hayırlı bir yönü oldu; AKP ile FETÖ evliliği boşanma 
ile sonuçlandı ve büyük bir kavga başladı. Taraflar bir türlü mal paylaşımında
 anlaşamadılar, burada mal Türkiye oluyor. Erdoğan’a yönelik bir kumpas olabilir
 ama 17-25 Aralık’a kadar FETÖ ve AKP kol kolaydı, bunu biliyoruz. Tarih ve
 arşivler unutmaz, gazeteler elimizin altında. Eğer bu ortaklık devam etseydi,
 darbeye ihtiyaç olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiye edileceğini, BOP’un 
hayata geçirileceğini çok rahat bir şekilde söyleyebilirim.

 Yeni Osmanlıcılık aslında Büyük İsrail Projesi’dir

* Yeni Osmanlıcılık kavramı son günlerde çok kullanılıyor. Nedir bu kavram?

AKP, Türkiye Cumhuriyeti’ni dönüştürmek istiyor, bunu saklamamak ve bu gerçeği  ifade etmekten de korkmamak lazım. Bizimkilerin Yeni Osmanlı diye hayal ettiği şey aslında ABD’nin ve İsrail’in Büyük İsrail Projesi ve bilerek ya da 
bilmeyerek bu projeye destek oldular. Türkiye Cumhuriyeti tasfiye edilmeden Yeni Osmanlı’nın hayata geçirilmesi imkânsızdır. AKP Yeni Osmanlı’yı kurmak isterken sadece Türkiye’nin bağımsızlığıyla, egemenliğin millete ait olmasıyla kavga etmiyor. Aynı zamanda laiklikle kavgalı, çünkü laik bir cumhuriyet varken yeni Osmanlı olmaz. Şurada yanılıyoruz, 15 Temmuz darbe girişimi ile Atatürk’ün, laikliğin önemini anladılar sanıyoruz; bunu sadece biz anladık. Bakın hiç yarım ağız söylemeyelim, AKP’nin 15 Temmuz’dan önceki amacıyla, sonraki amacı  değişmedi. Yani Laik ve bağımsız Türkiye’yi bir din devletine dönüştürme projesi… Yani Yeniden Osmanlılaşma projesi hızlanarak devam ediyor.

 Atatürk’e elit demek ahmakça

* Bir de elitler meselesi var; Atatürk elitist bir lider miydi?

Elit dedikleri adam harfleri değiştirdikten sonra köy köy, şehir şehir 
Anadolu’yu geziyor. Böyle elit olur mu? Cumhuriyeti kuran adamlara elit demek 
son derece ahmakça ve gerçek dışı. Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’ni açarken sivil elbisesi yok, Erzurum Valisi Münir Bey’in ceketini getiriyorlar, ceket 
dökülüyor aşağılara. Erzurum Kongresi resimlerine bakın, Atatürk’ün ceketi 
pardösü gibi duruyor. Şimdi bu Mustafa elit oluyor, bugün sarayda oturanlar ve 
onları plazalar da destekleyenler de halk oluyor, biz de salak oluyoruz bu 
durumda.

 Türkiye’de Tarihçi olmak delilik gibi bir şey

* Size gelen yorumları inceledim de herkes bir tarihçi gibi sizin karşınızda. 

Türkiye’de Tarihçi olmak nasıl?

Türkiye’de tarihçi olmak çok zor, çünkü bir bilim dalı olarak görülmüyor. Tarih, 
herkesin hakkında söz söyleyebileceği amatör bir iş olarak görülüyor. Ben 
Cumhuriyet Tarihi ve Atatürk uzmanıyım. Kimse bir tıp doktoruna yol ve yöntem göstermeye kalmaz ama herkes tarihçiye yol göstermeye ve aşık atmaya kalkıyor. 

Maalesef Türkiye’de tarih bir bilim olarak kuramsallaşamadı ve burada tarihçi 
olmak delilik gibi bir şey.

* Peki, Tarihin Tekerrürden ibaret olmaması için ne yapmak lazım?

Geçmişten ders alırsak geçmiş geçer ama geçmişten ders almazsak geçmiş geçmeyen olur. Biz geçmişten ders alamıyoruz. 

Gelmişiz 2016’ya hala Yeni Osmanlı diyoruz.


Benzer İçerikler
   
BOP DOSYASI /// HALUK DURAL : Büyük Ortadoğu Projesi Haritaları
   
BOP DOSYASI /// DR. ERGİN YILDIZOĞLU : KÜRESELLEŞME VE GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU PROJESİ
   
BİP DOSYASI /// VİDEO : ABD'li gazateci BÜYÜK İSRAİL PROJESİ'ni anlatıyor !!!!
   
BÜYÜK İSRAİL PROJESİ DOSYASI /// VİDEO : Esad Büyük İsrail Devleti’nin 
Kurulmasına Engel (Prof. Dr. Haydar Baş)
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI : BOP'ta tüm renk'ler beyaz'a boyandı !
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// ESKİ MİT DAİRE BAŞKANI MAHİR KAYNAK : BOP 
PROJESİ NEDİR NE DEĞİLDİR ???
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// Süleyman Çelik /// BOP : SIRA TÜRKİYE’DE Mİ ?..
   
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DOSYASI /// Kenan AKIN : Atatürk'ün "Büyük Orta Doğu Projesi"
   
BOP DOSYASI /// BATUHAN ÇOLAK : BOP, Komplo Teorisi mi ?
   
BOP DOSYASI /// Alperhan Baysan : BOP'a karşı SOP (Türkiye’nin Sınırsız Ortadoğu Projesi)
   


Özel Büro İstihbarat

Bizi Tanıyın
ÖZEL BÜRO GRUBU KİMDİR ??? FAALİYETLERİ NELERDİR ?? 
İletişim Bilgileri
Ankara 
E-Posta : ozel-buro@mit.ist
Fax : +1 305 203-1302 
2020 Özel Büro İstihbarat.   
    

***   

GÖRÜNEN KÖY,

GÖRÜNEN KÖY,



Yekta Güngör Özden: 
– Sözcü Gazetesi 
yektagozden@sozcum.com
12 Şubat 2015 



     Sözde kalan demokrasimiz, yeni cumhurbaşkanı ile yeni başbakanın başını çektikleri adalete, hukuka, yargıya aykırı tutum ve davranışlarla amaçlanan 
dinsel ağırlıklı bozuk düzene sürükleniyor. Yıldız Teknik Üniversitesi “İkinci Abdülhamit Uygulama ve Araştırma Merkezi'' kuruyor, İstanbul AKP Gençlik Kolları kızıl sultanı ölümünün 97. yılında anma etkinliği düzenliyor. 

    İktidar yetkilileri, PKK ile görüşmeleri Kandil ve İmralı üzerinden yürütürken Oslo toplantısının baş aktörü AKP'den milletvekilliği adaylığına soyunuyor. 
Cumhurbaşkanı da “Uluslararası ortamda cemaatin yaptığını PKK bile yapmadı'' diyor. “Çözüm süreci mutlaka başarıya ulaşacak'' diye haykıran şimdiki başbakan, konumuyla bağdaşmayan konuşma içeriğindeki sertlik ve çirkinlikle seçim okşamalarını sürdürüyor. Devlet kadrosunun parti militanlarıyla dolduğunun yeni bir göstergesi, iktidar partisinden adaylığını koyan bürokrat kafilesi… Siyasi Donkişotların at koşturduğu ortamda gerçek demokrasi için umut ışıkları bir türlü yanmıyor.

İnat

İktidar, dayatmalarını yaşama geçirmek için inadında direniyor. İç Güvenlik Paketi bir bomba tasarıdır. Tehlikelerini, demokrasiye, Anayasa'ya, hukuka 
aykırı, polise ve yönetime öngördüğü yetkilerle yargıyı dışlayan, etkisizleştiren, diktaya olanak içeriğiyle özetleyen Türkiye Barolar Birliği ve İstanbul, Ankara, İzmir Baroları toplumu uyarmak için ayaktalar. Yalnız büyük barolar değil, Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği, ilerici, bağımsız sendikalar, bağımsız medya kesimi de iç karartan, kötü olasılıklarla çekindiren yeşil-kara paketten yakınıyor. Orantısız cezalar, iktidar buyruğunda yargı, yönetime açılan yetkilerle hukuk devletinin gömütü hazırlanmaktadır. Siyasette hukuksuzluk inadı, bir tür intihardır.

Gezgin cumhurbaşkanının “Yeni Anayasa ve başkanlık sistemi'' öneri ve çağrılarıyla başbakanın demokrasi açılımı, 2015 genel seçimlerinde nitelikli 
çoğunluğu sağlarlarsa Anayasa'dan “Türk, Atatürk, devrim, Atatürk ilkeleri, laiklik, bağımsız yargı'' kavramlarının çıkarılacağı kuşkusuna neden olmaktadır. 
Önceki cumhurbaşkanlarını TBMM seçiyordu. Meclis'i halk seçmemiş gibi şimdiki cumhurbaşkanı için “Halkın seçtiği'' nitelemesi yapılıyor. “Doğrudan seçim'' o 
kadar. Öncekiler de halkın seçtiği cumhurbaşkanları idi. Kenan EVREN de 1982 Anayasası'nın halkoylamasıyla cumhurbaşkanı oldu.

Kabadayılık

Bay Recep Tayyip‘in başbakanı, elindeki yetki gücü, siyasal konumu, yasama çoğunluğu desteği, olanakları ve koruma ordusuna dayanarak gürlüyor. Devlet 
kuran CHP'ye yakışıksız suçlamalar yönelterek yüklenirken Atatürk ve İnönü‘yü karalayarak haddini aşıyor. Oysa döneminde artan sakıncalı olayları unutuyor. 
Silahlı kuvvetler ile kolluk güçlerinin özellikle Güneydoğu'da nasıl tutuk-tutuklu durumunda olduğuna değinemiyor. Bakanlığı zamanında bozulan dış 
ilişkilerin günümüzdeki sıkıntılı boyutuna hiç yaklaşamıyor. 

27 Mayıs mağdurunun çocuğu duygusallığıyla değerini anlamadığı, bilmediği  27 Mayıs'a saldırdı.

Son belirtiler

Anayasa ve yasa değişiklikleriyle kan yitiren hukuk devletiyle yargı bağımsızlığına iktidarın indirdiği darbeler ürünlerini vermektedir. Hakimler ve 
Savcılar Yüksek Kurulu'nun önceki 800'ü aşan atama kararnamesinden sonra önceki Kurul üyelerine ilişkin son cezalandırma sayılan atamalarını Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Başkanlığı seçimleri izledi. Adalette, hukukta ve yargıda AKP döneminde olanlar, hiçbir dönemde izlenmedi. Son seçimlerde şimdiye kadar görülmemiş yandaşlık, grup oluşumu ve siyasal etki tartışmaları yaşandı. 

Önceleri tümüyle kişisel nitelikler bağlamında geçen seçimler siyasal, partisel, örgütsel, değişik ilişkiler gölgesi altında geçiyor. Yargı için yaşamsal koşul, 
olmazsa olmaz meslek gerekleri, yansızlık gözardı ediliyor. Yargının kuşkuyla güven vermesi olanaksızdır. Siyasete dayanan ve siyaset yapan ne yargıç olur ne de yargı. Ele geçirilen yargıda “kriz'' giderek büyüyeceğe benziyor.

Cumhurbaşkanı'nın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na yönelik baskıları ortada. İktidarın hukuku yasayla çiğneme alışkanlığının yeni çıkışı, 23 değişik yasada değişikliği getiren 132 maddelik İç Güvenlik Yasa Tasarısı ortada. Ülkenin ve halkımızın durumu ortada. Gerekenlerin ve yaraşanların tersi yapılarak karanlığa çağrılar seslendiriliyor. Olanlar yine Türkiye'mize oluyor.

http://www.turksolu.org/58/

https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/yekta-gungor-ozden/gorunen-koy-2-740649/

***

Demokrasi Kahramanlığı, Demokrasi Masalı, Gerçek Demokrasi,

Demokrasi Kahramanlığı, Demokrasi Masalı, Gerçek Demokrasi,




Demokrasi Masalı
Yekta Güngör Özden
Arka Kapak Yazisi:



Demokrasi siyasal bir oyun ya da siyasal bir müsamere değildir. Odağında insanın bulunduğu, insan haklarını en yüksek düzeyde yaşama geçiren bir yönetim biçimidir. İnsanın değeri bilinmiyor ki hakkına saygı olsun. Herkese göre, partilere göre bir demokrasi var. Öyle ki ayrımcılık ve bölücülük terörle dayatmalarını sürdürebiliyor. Etnik milliyetçilik demokrasiye dayanarak terör örgütünü destekleyip onun desteğiyle azgınlıklarını sergileyebiliyor. Bir "sürü" anlayışıyla insanları yönetenlerin siyasal çobanlığındaki düzen asla demokrasi olamaz.
Kimse kimseyi kandırmasın. İnanç sömürücülerinin elinde, liboşların kaleminde, döneklerin dilindeki demokrasi gerçekten yapaydır. Halk parayla, değişik sunumlarla avutulup dinle uyutulmaktadır. Yıllardır aradığımız, kavuşmaya çalıştığımız demokrasi ufukta görülmemektedir. Yurdun kurtarılması, ümmetten ulus oluşturulması, yurttaşın devletin sahibi kılınması, namusunun ve onurunun korunması bağlamında temelini Atatürkçü düşüncenin oluşturduğu cumhuriyeti bırakıp "İdeolojisiz Anayasa" ve Türk ulusu ile Türklüğü dışlayan bir yapı demokrasi olamaz. Nerelerden nasıl bugüne geldiğimizi, korumak zorunda olduğumuz değerleri atarak demokrasi kuramayız. Yıllardır demokrasi masalıyla oyalanıyoruz. Umut çiçekleri bakalım nasıl açacak?.. (416 Sayfa)

Gerçek demokrat, insan haklarından üretilen hukukun üstünlüğünü içtenlikle benimseyen, hak ve özgürlükleri bu çerçevede kullanıp geliştirerek güçlendiren, yaşamın her alanını her zaman...


www.turkkitap.de , 
Türk Kitabevi / Araştirma Serisi.
Yazar: Yekta Güngör Özden
Yayın evi: Ileri Yayinlari


http://www.turksolu.org/65/


***

Gerçek Demokrasi,

İnsan hak ve özgürlüklerinin hukuksal güvencelere bağlı olarak en görkemli yaşama alanı olan demokrasiyi sözde ve biçimsel kılan tutum ve davranışlar, siyasal bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Bireylerin ulusal dayanışma, toplumsal barış ve geleceğe açılım yönünden başlıca dayanağı olan demokrasi, anlayıştan uygulamaya uzanan geniş bir alanda içtenlikli, ilkeli, çağdaş, ahlâklı ve gerçekçi çabalar ister. Toplumcu anlayışın siyasal bağlamda yaşama geçme yöntemi sayılan demokrasinin haklar ve özgürlükler için siyasal açılımların en hoşgörülüsü olduğu gerçeğini herkes paylaşmakla birlikte uygulamada tersini yansıtan durumlar değişik oluşumlarla izlenmektedir.
Bencillikten ve ilkellikten kurtulamamış kimi yöneticilerle çıkarcı ve partizan kimilerinin doğasını bozduğu demokrasi, bir aldatmaca olarak toplumların üzerinde baskı kurmakta, hukuksal yapının gerçeğiyle hiçbir ilgisi olmayan tutum ve davranışlar, adı söylenmekten çekinilen diktatörlük (despotizm) olarak ağırlığını artırmaktadır. Adında “Cumhuriyet-Demokrasi” bulunan kimi yönetimlerin kişisel egemenlik kurumu biçiminde sürdüğü dünya gerçekleriyle ortadadır.
Her yönden tam eşitlik, ulusal egemenlik, ödünsüz hukuksallık, bağımsız yargı, yönetimin hesap vermesi, üniversite özerkliği, ana damarlar olarak demokrasinin varlık nedenidir. Açıklık, yaşamsal güvencelerle kişisel ve toplumsal açılımlar, hak ve özgürlükler. Hepsinin disiplin ve düzenle değişik renkli varlığı sömürüye, kötüye kullanmalara ve her tür diktaya karşı toplumsal istenç (irade).
“Orta demokrasi, yarım demokrasi, gölgeli demokrasi, Batı demokrasisi” gibi değişik nitelemelerle demokrasi ayrımlarının yapıldığı, demokrasiye kıyılan yerlerde demokratlık savunmasının yapıldığı gözetilirse kavramda birleşmenin güçlüğü daha iyi anlaşılır. Önemli olan yaşanan durumdur.

DUYARLILIK,

Açıklık, saydamlık, gerçeklik demokrasinin niteliğinin olmazsa olmaz öğeleridir. Bu bağlamda özellikle yönetime gelmek isteyenlerle yönetimde olanların halka, seçmene kendilerine ilişkin bilgileri çekinmeden vermeleri gerekir. Seçmen, oy isteyenlerle ilgili bilgi edinmeli bu yolla oy vereceği kimseleri uygunlukla belirlemelidir. Adayların kimlik ve kişiliklerine ilişkin doyurucu bilgi edinmek her seçmenin en doğal hakkıdır. Yurttaş, yöneticileriyle övünmese bile onların durumundan yakınmamalı, sıkılmamalıdır. Türklüğün ve kürtlüğün kimilerince bir tutulduğu ortamda gerekli bilgilerin alınması ulusal yaşam yönünden yararlı olur. Yanlış bilgilerle yanlış kanı taşınacağına gerçek durumu bilmek en doğrusudur.
Demokrasinin beşiği sayılan Atina'da AKP genel başkanının Yunanlı yöneticilerle tartışmasında Ege adaları acaba konuşuldu mu? RTE'ın “Lozan'ın güncelleşmesi” sözünün “tam uygulanması” olarak algılanması gerekir. Trakya'daki soydaşlarımıza ilişkin haklı eleştirisi Yunanlı yöneticileri güç duruma düşürdü.
İktidarıyla muhalefetiyle Türkiye'nin, Kudüs'le ilgili ABD kararına karşı çıkması da siyasal yönden olduğundan fazla insan hakları yönünden de örnek bir uyum ve birlikteliktir. Atatürk'ün 1937'de “ Burada yabancı bir oluşuma olur verilemez. Her şeyi altüst eder” sözü anımsanmalıdır.

Bu arada Diyanet İşleri'nden yansıyan boşanmaya ilişkin açıklama, çağdışı bir görüşü içermektedir. Okullarda din dersi önerisiyle yaygınlaşan akıl-inanç çelişkisi yeni olumsuzlukların, yeni sorunların habercisidir.

BİR KEZ DAHA

And, en bağlayıcı, en onursal, en düzeyli, en güçlü ve en sorumlu kılıcı sözveridir. ATATÜRK 1919'da “And, kutsal bir söz vermek demektir. Namus sahibi olan bir kimse verdiği sözden dönemez” demiştir. Yürürlükteki Anayasa'nın 103. maddesi gereğince cumhurbaşkanının göreve başlarken içtiği and da ayrıntılı içeriğiyle bu anlamdadır. Cumhurbaşkanı bu açık gerçeği asla yadsıyamaz, gözardı edemez. Bu tartışmasız ve kesin bağlayıcılıkla parti genel başkanlığının bağdaşması, ağır bir aykırılıktır. Anayasa'daki tarafsızlığın tersine konum, grup toplantılarına katılma, karşı partilere saldırı, toplumda ayrışma ve karşıtlıkları kışkırtan tutum ve davranışlarla konuşmalar, demokrasiyi sözde bırakan siyasal olumsuzlukların yoğunlaşmasıdır. Böylece Anayasa çiğnenmektedir. Gerçek demokrasi, gerçek hukuk devletidir. Gerisi, sözden öteye gitmez, geçmez.

https://www.koseyazisioku.com/sozcu/yekta-gungor-ozden/11-12-2017/gercek-demokrasi


***