26 Ağustos 2016 Cuma

Türkiye’nin Terörle Mücadelesi ve ABD’nin tutumu




Türkiye’nin Terörle Mücadelesi ve ABD’nin tutumu


















ŞÜKRÜ ELEKDAĞ
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ
Cumhuriyet Gazetesi 23 Aralık 2010
ABD’nin Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının bir nedeni Obama yönetiminin ABD’nin baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP Hükümeti’nin destek verdiği yolundaki algılamasıdır. Türkiye ile ABD arasında karşılıklı çıkarların ayarına acilen ihtiyaç vardır. Halen, Öcalan, Barzani, PKK ve PEJAK, Amerika’nın piyonlarıdır
Terörle mücadelede Türkiye’nin ne durumda olduğuna göz attığımız zaman çok karanlık ve endişe verici bir tabloyla karşılaşıyoruz. Hükümet yaklaşan genel seçimler öncesinde PKK’nın terör eylemlerini durdurmak suretiyle siyasi getirim sağlamak için terör örgütüyle bir müzakere ve pazarlık süreci başlatmıştır. Bu süreçte, “Öcalan-Kandil ekseni”, “Demokratik Çözüm” adını verdiği şu şartları Hükümet’e dayatmıştır: Anayasada vatandaşlık tanımı değiştirilmeli, Kürt kimliği Anayasa’da güvence altına alınmalı, Kürtçe eğitim ve öğretime geçilmeli, Güneydoğu’ya özerklik verilmeli ve Öcalan’ı da kapsayan bir genel af çıkarılmalıdır.
Öcalan: “Korkunç bir iç savaş başlatırım !..”
Önerilerine şu ana kadar yanıt alamayan Öcalan 16 Aralık’ta avukatları vasıtasıyla bir açıklama yaparak “Demokratik Çözüm” şartları kabul edilmediği takdirde korkunç bir iç savaş başlatacağı tehdidinde bulundu. Açıklamanın çarpıcı bölümleri şöyle:
“Çok önemli bir 6 aya giriyoruz. Bu 6 ay iyi değerlendirilirse, çözüme kapı aralanabilir. Aksi takdirde kimsenin hesaplamayacağı kadar korkunç bir savaş gelişebilir.
Olumlu gelişmeler olmazsa Haziran’ı beklemem Mart’ta da aradan çekilirim. Önümüzdeki 6 ay Demokratik çözüm için son şanstır. Aksi takdirde çatışmalar başlar, korkunç bir savaş gelişebilir.
Ünlü bir tarihçi ‘Böyle dönemlerde ya ölürsün ya öldürürsün, gerisi yoktur’ diyor. Çözüm gelişmezse bizi böyle bir dönem bekliyor. Kimin öldürüleceği de belli olmaz, herkes tehlike altındadır. Bu ülkenin cumhurbaşkanı bile ağzında köpüklerle öldü. Çözümsüzlük uzarsa Türkiye’yi de böyle büyük tehlikeler bekliyor, onun için bu örneği veriyorum.”
Terörist başının hedef listesinin başına Cumhurbaşkanı’nı koyarak savurduğu bu dehşetengiz tehdidi, Hükümet’in terörle mücadelede gösterdiği zafiyetten aldığı cüret ve cesaretle yaptığı besbelli. Genelkurmayın sert mesajına yol açan BDP’nin “iki dilli yaşam” a geçileceği yolundaki meydan okumasının nedeninin kaynağında da yine Hükümet’in edilgenliğinin yattığı tartışma götürmez.
Türkiye bu Noktaya nasıl geldi?
Türkiye bu akla durgunluk veren noktaya AKP iktidarının şu dört hatasında ısrar etmesi sonucu gelmiştir:
(1) “Kürt açılımı” veya “demokratik açılım” denilen girişimin sakat temeller üzerine bina edilmesi.
(2) Terörle mücadelede aşırı zafiyete düşülmesi.
(3) Siyasi getirim hesabıyla PKK ile mütareke yapılması ve müzakereye oturulması.
(4) PKK’nın elindeki silahı bırakmamakta ısrar etmesine rağmen, devletin örgütle müzakereye oturmayı kabul etmesinin “Öcalan-Kandil ekseni” tarafından Hükümet’in teslim bayrağını çekmesi olarak yorumlanması.

Çizdiğim bu tablo, PKK’nın kuzey Irak’taki dağ kadrosu tasfiye edilmeden, Türkiye’nin ne PKK, ne de Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulamayacağını ortaya koyuyor. Bugünün koşullarında, Türklerle Kürtlerin eşit hukuku paylaşan vatandaşlar olarak huzur, barış ve kardeşlik içinde yaşamalarını sağlayacak, demokratik-sosyo-ekonomik nitelikte sivil önlemlerin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için PKK’nın kuzey Irak’taki vurucu gücünün muhakkak tasfiye edilmesi gerekiyor.
Washington PKK’yı neden canlı tutuyor?
İşte bu noktada, diplomasinin de devreye girmesi zorunlu oluyor. Burada bir gerçeği de tüm açıklığıyla dile getirelim. PKK’nın hayatta kalmasını ve vurucu gücünü muhafaza etmesini sağlayan ABD’dir.
Amerika’nın, Irak’ı işgal ettikten sonraki dönemde, Türkiye’ye karşı ikiyüzlü bir siyaset uyguladığı artık tamamen açığa çıkmıştır. ABD bir yandan, PKK ile mücadelede yanımızda olduğu izlenimini yaptığı açıklamalar ve sağladığı bazı jest niteliğindeki desteklerle yaratmaya çalışmıştır. Ama öte yandan da PKK’nın tasfiyesi için gerekli boyutta desteği Türkiye’ye hiçbir zaman vermemiş, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kuzey Irak bölgesine etkin ve sonuç alacak nitelikte kara operasyonları yapmasını önlemiştir. Bu bağlamda ABD, himayesine aldığı Barzani’nin de PKK’yı barındırmasına, korumasına ve lojistik ihtiyaçlarının karşılamasında yardımcı olmasına yeşil ışık yakmıştır. Washington’un NATO müttefiki Türkiye’ye karşı böylesine hasmane bir tutum içine girmesinin üç nedeni vardır.

Birinci nedeni, tarihte ilk defa olarak Ortadoğu bölgesindeki tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri ABD’nin denetim ve kontrolü altına girmiştir. Bu şekilde Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Bugünün koşullarında Barzani de, Öcalan da, PKK da, PEJAK da, ABD’nin piyonları konumundadırlar… Washington, PKK’dan ABD’nin Ortadoğu stratejisinde bir manipülasyon aracı olarak yararlanıyor. PKK’nın uzantısı olan PEJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor. PKK içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. Bu nedenlerle, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor.
İkinci neden, Obama yönetiminin, Irak’ın parçalanması durumunda kuzeyde kurulacak bağımsız Kürt devletine yerleşerek, burayı bir askeri üsse dönüştürme ve Ortadoğu stratejisinin önemli bir dayanak noktası yapmayı öngören bir planı bulunmasıdır. Washington bu nedenle de, Barzani’ye kol kanat geriyor ve kaprislerine boyun eğiyor.
ABD’nin Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının üçüncü nedeni ise, Obama yönetiminin ABD’nin baş düşmanı olarak gördüğü İran’a, AKP iktidarının destek verdiğine inanmasıdır. Ankara’nın İran’a yönelik politikası, Washington tarafından, İran’ın siyasi ve ekonomik baskı ve yaptırımlara karşı direncini artırdığı ve nükleer silah üretmesine yardımcı olduğu şeklinde algılanıyor ve ciddi tepkilere yol açıyor. Ankara’nın dikkatle değerlendirmesi gereken husus, başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası ile tüm Arap aleminin üzerinde ittifak ettikleri görüştür. Bu da, İran’ın nükleer silah yapmak hususunda kararlı olduğu ve Ortadoğu’nun bir cehenneme dönmemesi için İran’ın bu ihtirasının mutlaka önlenmesinin zorunlu olduğudur.
ABD ile çıkar ayarı
AKP iktidarı bu görüşte olmayabilir. Ancak, izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Şurası bilinen bir gerçek ki, Türk Hükümeti’nin İran politikası Obama yönetiminin tüylerini diken diken ediyor ve bu rahatsızlık nedeniyle, “Türkler ABD’nin baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine duyarlı olalım?” şeklinde bir tepkiye yol açıyor. Bu tepkinin fiiliyata intikali de, Washington tarafından, PKK örgütünün kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden şartların yaratılmasına ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlanması şeklinde oluyor.
ABD’nin dostlukla bağdaşmayan bu davranışı, dış politikamızın enine boyuna bir sorgulanmaya tabi tutulmasını gerektirmiyor mu? Bu söylediklerimiz, Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını göstermiyor mu?
Bu toplantıda, Türk Hükümeti, ABD’li muhataplarına, Washington’un kuzey Irak’a yönelik politikasının PKK’ya destek sağlanmasına yol açarak Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarına zarar verdiğini ve bu politikanın uygulanmasında ısrar edilmesi halinde, Türk kamuoyunun tepkisi nedeniyle, Türkiye ile Amerika arasındaki askeri ve siyasi işbirliğinin ve kurumsal ittifak ilişkilerinin tehlikeye düşeceğini en çarpıcı ifadelerle ortaya koymalıdır. Bu ortak değerlendirmenin amacı tabiatıyla, Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle, ilişkilerin, müttefik ilişkilerine ve işbirliğine yaraşır şekilde karşılıklı çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır. Bu şekilde Ankara ile Washington arasındaki havanın düzeltilmesini sağlayacak girişimlerin bir an evvel gerçekleştirilmesinde büyük yarar vardır.

LEŞ Mİ KESİLDİK.?



LEŞ Mİ  KESİLDİK.?























ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
23 ARALIK 2010



TBMM Genel Kurulu 23. Dönem 5. Yasama Yılı 40. Birleşim
( Bu konuşma 2011 Yılı Bütçesi görüşmeleri sırasında 14. Madde görüşülürken yapılmıştır. )
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 14’üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan önce bu kürsüde yaptığım konuşmada, Sayın İçişleri Bakanımızla Sayın Dışişleri Bakanımızın da hazır bulundukları bir oturumda, Türkiye için yaşamsal nitelikteki tehditleri ele almış ve bu konularda neler yapılması gerektiği hususunda bazı telkinlerde bulunmuştum.
Bu tehditlerden birincisi, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt devletine benzeyen bir siyasi yapılanma kurmak amacı ile başlatılan girişimdi. Açılım safsatası ile azdırılan terörist sözcüleri, artık hiç pervasız isyan bayrağını açmış ve “bağımsız özerk Kürdistan” modelini ilan etmişlerdi. Bu devletin bayrağı, öz savunma gücü, ayrı dili ve kendi meclisi olacak ve kendi kendisini yönetecekti. Bu devlet bölgenin ekonomik kaynaklarını kullanım ve tüketim hakkına sahip olacaktı. Türkiye Kürt halkıyla yeni bir sözleşme yapacak ve böylece esasta konfederal yani iki devletli bir sistem Türkiye’de uygulanacaktı.
BENGİ YILDIZ (Batman) – Hoş geldin Şükrü Bey!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Ama bu duruma, değerli arkadaşlarım, daha da vahamet kazandıran başka bir çarpıcı gelişme daha vuku buldu. Bu da devlete muhatap mertebesine çıkarılan Teröristbaşı Öcalan’ın devleti, Hükûmeti tehdit etmesi ve sanki bir ültimatom vermesiydi. Öcalan şunları vurgulamıştı, Öcalan diyordu ki: “ Önerimiz kabul edilmezse ve bu hususta bazı olumlu sinyaller bana gelmezse, o zaman ateşkese Mart ayında son veririm. Türkiye’de korkunç bir çatışma başlatırız; ölen ölür, kalan kalır. ” Öcalan, aynı zamanda, başlatılacak bu çatışmada kimsenin ölümden korunamayacağını, hatta bu tehdidinin Cumhurbaşkanını bile kapsadığını ima etmek cüret ve küstahlığını göstermişti. Bu arada güneydoğuda belediye başkanları Kürdistan bayrağını çektiler, yol tabelalarını Kürtçe yaptılar, iki dilli hayatı başlattılar ve böylece büyük Kürdistan’ın temellerini attılar.
Sayın İçişleri Bakanı Atalay benim açıklamalarımı dinledi fakat konuşma yapmak için bu kürsüye geldiği zaman, bu varoluşsal konuları doğrudan ele alıp bir görüş ortaya koymadı. O bir şey söylemediği gibi, Başkomutan konumundaki Sayın Cumhurbaşkanımız da bu konuda ses çıkarmadı ve böyle durumlarda yeri göğü inletmesini beklediğimiz Sayın Başbakan da bu konuda suspus oldu.
OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Sen titret yeri göğü, sen!
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Bu son derece vahim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü, varlığını, itibarını hiçe sayan tehdidi Türkiye’nin başındaki kişiler duymazdan geldiler. Burada bir sakatlık yok mu değerli arkadaşlarım? Hükûmet mensupları neden sessiz ve tepkisiz? Neden dilleri tutulmuş bir hâl içindeler? Bunun nedeni, seçimlerde bazı bölgelerde oy almak için eylemlerin durması zorunluluğundan mı ileri geliyor? Bunun için de PKK’yla yapılan pazarlığa uymak mı gerekiyor?
Değerli arkadaşlarım, bu tutum vatan sevgisiyle, ahlaki ilkelerle bağdaşıyor mu? Bu tutum ülkenin bölünmesine göz yummak değil mi? Bu tutum şeytanla ittifak değil mi? Bu tutum şu kürsüden ettiğimiz yemine ihanet değil mi?
Ülkemiz geçmişte böyle bir fetret devrini yaşarken bakın ünlü şairimiz Mehmet Âkif duygularını nasıl ifade etmişti:
“Ey dipdiri meyyit! ‘İki el bir baş içindir.’

Davransana…Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok…Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana…Sen böyle değildin.”

Evet değerli arkadaşlarım, hepimiz AKP’nin şu sorusunu yanıtlamamız lazım: Leş mi kesildik? Leş mi kesildik?
BENGİ YILDIZ (Batman) – Mehmet Akif’i sizin zihniyetiniz Mısır’a gönderdi. Şimdi, Mehmet Akif’e sahip çıkıyorsunuz.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Dışişleri bütçesinin tartışılması sırasında Sayın Dışişleri Bakanına bazı sorular yönelttim fakat Sayın Bakan işine gelmediği için hiçbir sorumu yanıtlamadı. Amerika ile gayet iyi dostluk ve ittifak ilişkilerimiz bulunduğu mealinde birkaç üstün körü sözle konuyu geçiştirmeye çalıştı. Oysa, bu devleti yöneten herkes biliyor ki, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin eden şartları yaratan ve örgüte Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek sağlayan Amerika Birleşik Devletleri’dir.

Bunun sebebini anlamak için biraz geriye gitmemiz zorunlu oluyor değerli arkadaşlarım.

BENGİ YILDIZ (Batman) – Yeterince geridesin zaten.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – 2003 Martında Amerika’nın Irak’ı işgaline kadar Batı dünyasında iki ayrı Kürdistan projesi mevcuttu. Bunlardan birincisinin temellerini, Amerika, Birinci Körfez Savaşı sonrasında Saddam’a karşı Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerini Türkiye’de konuşlanan Çekiç Güç kuvvetiyle himaye ve denetimine alarak atmıştı. İkinci proje ise: Avrupa’nın PKK’yı himaye ederek kurmayı tasarladığı Kürt devleti idi. Amerika, Irak’ı işgalinden sonra kendi projesinin gerçekleşmesi için elinden geleni yaptı. Bugün Kuzey Irak’ta tüm organlarıyla fiilen oluşmuş fakat resmen ilan edilmemiş bir Kürt devleti var.
Bu gelişme, Avrupa merkezli bir hareket olan PKK’yı etkiledi ve onlar da kendilerine destekte pasif kalan Avrupa yerine kaderlerini Amerika’ya bağlama kararını aldılar. Esasında PKK’nın silahlı gücü Kuzey Irak’ta bulunduğundan böyle bir yöneliş kaçınılmazdı. PKK yok olmamak için Amerika’ya biat etti ve onun vereceği her göreve razı oldu.
Bu şekilde değerli arkadaşlarım, tarihte ilk defa olarak, Amerika’nın denetim ve koordinasyonuyla tüm Kürt örgüt ve faaliyetleri arasında uzlaşma sağlandı. Kısa süre önceye kadar kendi aralarında iç savaş veren Kürt örgütleri, son üç yıldır rakip değil, soydaş ve kardeş gibi hareket etmeye başladılar. Bugüne kadar büyük Kürdistan’ı kurmayı kendi görevleri bilen Kürt kuruluşlar, artık ayrı cepheler kurmaktan ve kendi aralarında dalaşmaktan vazgeçmişlerdir çünkü artık bu hedefin ancak Amerika’nın öncülüğüyle gerçekleştirilebileceğine inanmışlardır.
Bu şekilde Barzani de, PKK da, PJAK da, Öcalan da Amerika’nın piyonları hâline dönüşmüşlerdir. Amerika’nın kendileri için çizmiş olduğu senaryonun dışına çıkamazlar. Barzani’nin de, PKK’nın da, PJAK’ın da dizginleri Amerika’nın elindedir.
Tekrar ediyorum: Tarihte ilk defa olarak Orta Doğu bölgesinde tüm Kürt örgütlü faaliyetleri Amerika’nın denetimi ve kontrolü altındadır. Bu şekilde, Washington, icabında bölge jeopolitiğinin dizaynında kullanabileceği müthiş bir diplomatik levyeye sahip olmuştur. Washington, PKK’dan Amerika’nın Orta Doğu stratejisinde bir manipülasyon aracı olarak yararlanıyor, PKK’ın uzantısı olan PJAK’ı İran’da rejimi çökertmek için kullanıyor, PKK içindeki Suriyeli elemanları Suriye’ye karşı kullanmayı tasarlıyor. İşte bu nedenlerle, Amerika, PKK’nın tasfiyesini arzu etmiyor, onu silahlı bir örgüt olarak elinin altında tutmak istiyor.
Fakat değerli arkadaşlarım, Amerika’nın Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynamasının bir nedeni daha var. Bu da Obama yönetiminin Amerika’nın baş düşmanı olarak gördüğü İran’a AKP İktidarının destek olduğuna inanmasıdır. Washington, Ankara’nın İran’a yönelik politikasının ulusal çıkarlarına zarar verdiği kanısındadır. Türkiye’nin tutumunu İran’a uygulanan siyasi ve ekonomik baskı ve yaptırımları zayıflattığı ve İran’ın nükleer silah üretmesine yardımcı olduğu şeklinde değerlendiriyor.
Burada önemli bir nokta daha var değerli arkadaşlarım. Bu da Başkan Obama’nın kamuoyunda popülaritesini bir hayli yitirmiş olması nedeniyle İran’ı dize getirerek sağlayacağı başarının 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmasını garanti edeceği yolundaki görüşün Amerika’daki siyaset kulislerinde genellikle paylaşıldığıdır.

Başta Amerika olmak üzere, tüm Batı dünyası, İran’ın nükleer silah yapmak hususunda kararlı olduğu ve Orta Doğu’nun bir cehenneme dönüşmemesi için İran’ın bu ihtirasının muhakkak önlenmesinin zorunlu olduğu hususunda anlaşmışlardır. İlginç olan, değerli arkadaşlarım, Arap dünyasının da aynı görüşte olmasıdır. O kadar ki Suudi Arabistan Kralı’nın WikiLeaks ifşaatı yoluyla öğrendiğimiz ABD yetkililerine yaptığı açıklamalar son derece çarpıcıdır. Kral, Amerika’dan -tırnak- “Yılanın başının kesilmesini” -tırnağı kapat- istiyor.

NURİ YAMAN (Muş) – Tırnağı açık bırak, açık. Tırnak aç, tırnak kapat…
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek, Ürdün Kralı ve diğer Arap devletleri aynı şeyi söylüyorlar. Suudi Arabistan Kralı’nın bu şedit ifadelerinden, İsrail İran’a bir hava saldırısı düzenlediği takdirde, Suudi Arabistan’ın İsrail’e hava sahasını açabileceği gibi bir sonuç çıkarmak dahi kabil görülüyor artık.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı İran’a karşı yapılan bu değerlendirmeleri ve Tahran’ın dünya barışı için bir tehdit oluşturduğu görüşünü benimsemeyebilir. Ancak, bu konuda Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde yaptığı söylenebilir mi? Bu soruyu bir kere, daha önce bu kürsüden dile getirmiştim. Evet, bu konuda Hükûmetin Amerika’ya karşı izlediği politikanın Türkiye’ye çıkardığı ve çıkaracağı ağır faturanın hesabını gerçekçi bir şekilde -acaba- yaptığı söylenebilir mi?

Şunu iyi biliyoruz, o da Türk Hükûmetinin İran politikasının Obama yönetiminin tüylerini diken diken ettiğidir. Bu rahatsızlık nedeniyle şöyle bir görüş ileri sürülüyor Washington’da: “Türkler Amerika’nın baş düşmanına ve maruz kaldığı tehdide açıktan destek veriyorlarsa, biz neden onların karşılaştığı PKK tehdidine duyarlı olalım?” Evet, tepki bu Washington’da değerli arkadaşlarım. Bu tepkinin fiiliyata da nasıl intikal ettiğini biliyoruz. Washington, PKK örgütünün Kuzey Irak’taki vurucu gücünün ayakta kalmasını temin ediyor, bu şartları yaratıyor ve örgüte, aynı zamanda Barzani vasıtasıyla moral ve maddi destek verilmesine de yeşil ışık yakıyor. Tabii, Amerika’nın bu tutumu, bu davranışı, ittifak ilişkilerimizle ve dostlukla bağdaşmıyor ama her hâlükârda bu durumu Amerika’yla görüşmemiz gerekiyor, dış politikamızın enine boyuna bir sorgulanmaya tabi tutulması icap ediyor.
Evet, değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, Türkiye ile Amerika’nın ilişkilerini ortaklaşa masaya yatırarak etraflı bir değerlendirme ve karşılıklı ayarlamalara tabi tutmalarının çok acil ve ciddi bir ihtiyaç olarak ortaya çıktığını gösteriyor. Tabiatıyla bu ortak değerlendirmenin amacı, Amerika’nın da görüş ve duyarlılıklarının özenle dikkate alınması suretiyle, ilişkilerin müttefik ilişkilerine ve iş birliğine yaraşır şekilde karşılıklı çıkar ve yarar dengesine oturtulması olacaktır.
Sayın Davutoğlu’nun, bu yolda belirttiğim fakat daha özetle belirttiğim görüşler hakkında bir yorum yapması gerekmez miydi değerli arkadaşlarım? Genellikle çok konuşkan olan ve konuşmayı seven Sayın Davutoğlu’nun bu değerlendirmelerim hakkında bir şey söyleyememesini “Sükût ikrardan gelir.” deyimiyle izah ediyorum.

Sözlerime son verirken, açıklanan WikiLeaks belgeleri arasında bulunan, Almanya’daki Amerikan Büyükelçisi tarafından Washington’a gönderilen 12 Kasım 2009 tarihli gizli rapora da temas edeceğim. Bu konuyu daha önce ele almıştım fakat zaman darlığı nedeniyle bu konudaki görüşlerimi tam anlamıyla izah etmek imkânını bulamadım.

Değerli arkadaşlarım, raporda Avrupa’daki Amerikan kontrolündeki taktik nükleer silahların görüşme konusu olduğu belirtildikten sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un Almanya Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’e şu ifadelerde bulunduğu yer alıyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.


KÜRDİSTAN HARİTASI HAVA RAPORU




KÜRDİSTAN HARİTASI HAVA RAPORU..,  


 UYAN  HALKIM..
BU HARİTA  VE HAVA RAPORU  PARÇALANDIGIMIZIN KANITIDIR..
DIŞİŞLERİ BAKANIM BU DURUMU GÖRMÜYORMU.? 
ALENİ KÜRDİSTAN DİYOR VE HARİTA ÇİZİYORLAR ARTIK





 < 17 Kas 2014 tarihinde yayınlandı.,

Türkiye veya resmî adıyla Türkiye Cumhuriyeti (Bu ses hakkında Türkiye Cumhuriyeti (yardım·bilgi)), Asya ve Avrupa kıtalarının her ikisinde de toprağı bulunan bir parlamenter cumhuriyet ülkesi. Topraklarının büyük bölümü Anadolu'ya, küçük bir bölümü ise Balkanlar'ın uzantısı olan Trakya'ya yayılmıştır. Kuzeybatıda Bulgaristan, batıda Yunanistan, kuzeydoğuda Gürcistan, doğuda Ermenistan, İran ve Azerbaycan'a bağlı Nahçıvan, güneydoğuda ise Irak ve Suriye komşusudur. Güneyini Akdeniz, batısını Ege Denizi ve kuzeyini Karadeniz çevreler. Marmara Denizi ise İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı ile birlikte Anadolu'yu Trakya'dan yani Asya'yı Avrupa'dan ayırır.[10] Türkiye, Avrupa ve Asya'nın kavşak noktasında yer alması sayesinde önemli bir jeostratejik güce sahiptir.[11]

Türkiye Cumhuriyeti Anadolu toprakları üzerinde kurulmuştur. Anadolu'da ilk yerleşmeler Eski Taş Çağından itibaren görülür. Neolitik Çağ ve Kalkolitik Çağ larda Çatalhöyük, Aşıklı Höyük gibi pek çok yerleşim birimi kurulmuştur. Erken Tunç Çağına Troia,Alacahöyük, Alişar önemli yerleşim birimleri olmuştur. Tunç Çağında Yunanistan bölgesinden gelen Dor'lar ve İonlar Anadolu'nun Batı ve Güney kıyılarına yerleşmişleridir. Demir Çağlarında ise Hititler Anadolu'da hüküm süren büyük devletler olmuşlarıdır. İç Anadolu'da Hititlerden başka Frigler, Güney'de Lidyalılar , İç Batı Anadolu'da Pisidyalılar , Güney Kıyılarında ise Pamphilyalılar ve Doğu Anadolu'da Urartular önemli Demir Çağ devletleridir.Hitit Devletinin yıkılmasının ardından Güney Doğu'da Geç Hitit devleti kurulmuştur. [12] [13][14][15][16] Ardından Büyük İskender egemenliği altındaki Helenleştirme dönemi geldi, İskender'den sonra sırasıyla Roma ve Bizans dönemleri yaşandı.[15][17] 11. yüzyılda Selçukluların göçleri sonucunda topraklar üzerinde Türkleştirme başladı ve 1071 Malazgirt Muharebesi sonrasında gelen Selçuklu zaferiyle Anadolu'daki Bizans üstünlüğü büyük ölçüde kırıldı.[18] Anadolu Selçukluları, Anadolu'yu 1243'teki Moğol istilasına kadar yönetti. İstila sonrasında pek çok küçük Türk beyliği ortaya çıktı.

13. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlılar, Anadolu'nun yanı sıra Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika üzerinde toprakları bulunan büyük bir imparatorluk kurarak erken modern dönemde Avrasya ve Afrika'nın büyük bir gücü oldu. İmparatorluk zirvesini 15. ve 17. yüzyıllar arasında, özelikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşadı. 1683 II. Viyana Kuşatması ve 1699 Kutsal İttifak Savaşları sonrasında Türklerin Avrupa topraklarından çekilişi başladı ve Osmanlı İmparatorluğu uzun bir gerileme dönemi yaşadı. Ülkenin birçok alandaki yetersizliğini kanıtlayan 19. yüzyıldaki Tanzimat ıslahatları, modernleşmeyi sağlayamadı ve dağılmayı engelleyemedi.[19] Osmanlı, I. Dünya Savaşı'na (1914-1918) İttifak Devletleri'nin yanında girdi ve yenik düşerek yıkıldı.[20] Savaşın ardından imparatorluğa bağlı milletler ayrılarak çeşitli yeni devletler kurdular.[21] İşgalci kuvvetlere karşı yapılan Kurtuluş Savaşı (1919-1922) başarıya ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923'te günümüz Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.[22]

Türkiye pek çok kültürel mirası barındıran demokratik, laik, üniter bir anayasal cumhuriyettir. Resmî dili, nüfusun %85'inin anadili olan Türkçe'dir.[23] Ülkede yaşayan en büyük etnik grup Türkler, ikinci en büyük etnik grup Kürtlerdir.[2] Nüfusunun büyük bölümü Müslümandır. Avrupa Konseyi, NATO, OECD, AGİT ve G-20 topluluklarına üye olan Türkiye, Batı dünyasıyla bütünleşmiştir. 1963'te Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun ortak üyesi olmuş, 1995'te AB Gümrük Birliği'ne katılmış ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik müzakerelerine 2005'te başlamıştır. Ülke ayrıca Türk Konseyi, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi örgütlere de üyedir. Büyüyen ekonomisi ve diplomatik girişimleri sayesinde bölgesel güç olarak tanımlanmaktadır.

 < https://www.youtube.com/watch?v=tuIU1KLNgdM >


..

1 Mart Tezkeresi’nin bilinmeyen yanları.,



1 Mart Tezkeresi’nin bilinmeyen yanları.,



_ Hükümetin ve Askerlerin iddiasının aksine 1 Mart Tezkeresi Türk Askerine PKK’ya karşı operasyon izni vermiyordu. 

_ PKK’ya Karşı silah kullanmayı Yasaklayan Bush yönetimi, Siyasi düzenlemelerde Türkiye’ye söz hakkı tanır mıydı?


Şükrü M. ELEKDAĞ-KONUK YAZAR
ABD’de başlayan başkanlık seçimi sürecinde adaylar arasındaki geleneksel TV tartışmalarında,  2003 yılında Irak’ın işgali konusu hayli sık gündeme geliyor. Tartışmalarda, adayların hemen hemen hepsi, Irak’a yapılan müdahaleyi, yalan ve sahte gerekçelere  dayanan gayrimeşru bir savaş olması, bunun ötesinde,  Irak’ta büyük bir yıkıma, yağma ve soygun  ile  ülkeyi mahveden korkunç bir  iç savaşa yol açması nedeniyle kınadılar ve Ebu Gureyb gibi işkence merkezlerinde insanlara yapılan alçaltıcı muameleleri yansıtan mide bulandırıcı fotoğrafların yayınlanmasının,ABD’nin itibar ve prestijini yerle bir ettiğini dile getirdiler. 

Irak savaşına katılsaydık…

Irak savaşına başka bir pencereden bakan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, fırsat düştükçe Türkiye’nin Amerika’nın yanında savaşa katılmamış olmasından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Nitekim, Güney Amerika gezisi dönüşünde  gazetecilere yaptığı şu açıklama dikkat çekici:  “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz… 1 Mart Tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye Irak’ta masada olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı… Ufku görmek çok önemli, şimdi Suriye’de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider, bir yerden sonra böyle gitmez, hassasiyetlerimizi korumak zorundayız.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu ifadeleri şöyle yorumlanabilir: Irak savaşına katılsaydık, barış masasına bizim de yerimiz olurdu; bu da bize Irak’ın düzeni hakkında söz hakkı sağlar ve ülkenin felaketli duruma düşmesini  önlerdik. Türkiye de iyi bir konumda olurdu. Suriye’ye yönelik politikamız Irak’taki hatamızdan ders alınarak saptanmalı.

Temel dayanak Mutabakat Muhtırası 

Ancak ben, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu görüşünün hatalı olduğu kanısındayım. Görüşüm sağlam bir kanıta dayanıyor. Bu da, 1 Mart Tezkeresi’nin temel dayanağını oluşturan ve ABD ile imzalanmış bulunan Mutabakat Muhtırası’dır (MM). Anımsanacağı üzere, Tezkere’nin reddinden sonra Hükümet üyeleri ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, yaptıkları açıklamalarda  “ Tezkere’nin geçmesi halinde, Türk askeri birlikleri  kuzey Irak’a girecek  ve PKK terör yuvalarını temizleyecekti… Şimdi bu imkânı kaybettik!..” diyerek hayıflandılar. Oysa bu sözler doğru değildi.  Zira, MM, Türk askerinin, PKK teröristlerine karşı, meşru savunma  hariç, silah kullanmasını  yasaklıyordu. Yani, Türk askeri Kuzey Irak’ta dar bir kuşakta konuşlanacak, fakat PKK unsurlarını izleyip imha etme yetkisine sahip olmayacaktı.

Şimdi, bu gerçek ışığında Cumhurbaşkanı’nın ifadelerini değerlendirelim… Ancak önce, ABD’nin Irak’ı işgalinin BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmaması dolayısıyla   gayri-meşru olduğunu,  bu nedenle  de ABD ile imzalanan MM’nın  Anayasamızın 92. maddesine aykırı olduğunun altını çizelim. Bu durumda  AKP Hükümeti’nin, Anayasa’nın  ihlali pahasına, Irak’ı gece gündüz bombardımanla hallaç pamuğu gibi dövecek  255 ABD savaş uçağının ve Irak’a saldıracak 60 bin ABD askerinin  topraklarımızda  konuşlandırılmasına izin vererek  ağır riskler üstlenirken,  Washington’dan, Kandil de dahil tüm PKK üslerinin yok edilmesini ve teröristlerin tasfiye edilmesi istemesinden  daha makul bir şey olabilir miydi?  Fakat  Bush yönetimi,  bırakın  PKK’nın tasfiyesini,  Türk askerlerinin  PKK’ya karşı operasyon yapmasını   yasaklayan  bir anlaşmayı  Türkiye’ye  empoze etmiştir. Bu bağlamda, Hükümetin, bu denli riskli, adaletsiz ve hukuka aykırı bir anlaşmayı  imzalamış  olmasının, akıl ve izanla izahının mümkün olmadığını da belirtmeliyim... Bu gerçekler ışığında,  Sayın Cumhurbaşkanı’nın hoşgörüsüne güvenerek kendilerine şu soruyu sormak isterim: Türkiye’nin  en haklı  olduğu bir alanda, ona böylesine haksız  bir muameleyi reva gören  Bush yönetiminin,  savaş sonrasında Irak’ın siyasi düzenine ilişkin  çalışmalarda Türkiye’ye  söz hakkı vereceği umuduna kapılmak,  aşırı iyimserlikten de öteye hayalperestlik olmaz mı?

Türk askerine Irak’ta verilen görev hakkında Türk kamuoyunun  aldatıldığının ilk farkına varmam, ABD ile müzakereleri yürüten  Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın yazdığı “ 1 Mart Vakası  Irak Tezkeresi ve Sonrası ” başlıklı  kitabını incelemem sırasında oldu.  Bölükbaşı, kitabında, MM’nın analizini yapıyor ve bu kilit belgenin, Irak topraklarında derinliği 40 kilometreye ulaşan ve  PKK’nın kullandığı kamplar ile silah ve cephane depolarını kapsayan bir kuşağın Türk askerinin kontrolüne bırakılmasını  öngördüğünü belirtiyordu. Bölükbaşı’nın altını çizdiği diğer önemli bir husus da, belgenin bölgedeki “Türk birliklerine resen  PKK unsurlarına karşı imha harekâtına girme yetkisi verdiği” idi.
Oysa, MM’nın Türk askeri birliklerinin hangi hallerde silah kullanabileceği hakkındaki  7. maddesinin “Kuzey Irak’taki faaliyetler” başlıklı (b) fıkrasının 3. paragrafı, Bölükbaşı’nın iddiasının tam tersine, Türk askerine, PKK’ya karşı operasyon yapmayı yasaklıyor. Sözkonusu  paragraf aynen şöyledir: “Alıcı taraf özel harekât  kuvvetleri, terörist saldırılara, (PKK/KADEK, kendini  savunma hakkı  ya da 4. paragrafta belirtilen durumlar dahil) cevap verme dışında, Irak kuvvetleri ve muhalif  gruplarla  herhangi bir çatışmaya  girmeyecektir.” 

‘Muhalif gruplar’la Kastedilen kim?

Burada “alıcı taraf”la kastedilen Türkiye’dir. “ Muhalif gruplar ”la kastedilen, ABD işgal ordusuna direnen Saddam taraftarları ve diğer silahlı güçlerdir. Sözü edilen “ 4. paragrafta belirtilen durumlar” ise muhalif grupların saldırılarını veya muhalif gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaktadır. Görüleceği üzere, MM’nın 7. maddesi, TSK’nin meşru savunma dışında, bölgedeki PKK/Kadek  unsurlarına karşı silahlı operasyonda bulunmasını engelliyor. Yani, Bölükbaşı kitabında resmen yalan söylüyor.  

Gizlilik dereceli bir belge olan MM’nın metni Bölükbaşı’nın kitabının ekleri arasında yer almıyordu. Bu metni bir hayli aradımsa da bulamadım. Ancak,  Sayın  Fikret Bilâ’nın yazdığı “Ankara’da Irak Savaşları” adlı Kitap imdadıma yetişti. ABD’nin Irak’a müdahaleye hazırlık sürecinde Ankara’da yapılan pazarlıkları tüm belgeleriyle açıklayan bu kitap yayınlanınca, Bilâ hakkında devletin gizli belgelerini yayınlamaktan ağır hapis talebiyle dava açılmış, fakat beraatla sonuçlanmıştı. Aradığım belge, yani MM metni, Bilâ’nın kitabının 7 sayılı ekini oluşturuyordu.  Hemen belirteyim ki, Irak savaşı öncesinde Türkiye ile ABD arasındaki gizli müzakereleri ve ABD’nin manevralarını açıklayan bu fevkalade kitap, aynı zamanda TSK’nin savaşa katılma ve aktif olma isteklerinin şart ve gerekçeleri hakkında da detaylı bilgiler içeriyor ve bu meyanda dönemin Genel  Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün MM’nın kuvvetli bir savunucusu olduğunu  da ortaya koyuyor.    

Özkök de  Yanıltıyor,

Nitekim Orgeneral Hilmi Özkök, 2012’de  gazeteci/yazar Murat Yetkin’e verdiği röportajda, “ Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile güzel bir Mutabakat Muhtırası Hazırlamıştık… ” dedikten sonra da şöyle devam etmişti:
“Tezkere  geçseydi çok miktarda askerimiz yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz de oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik…  PKK konusunda bugünkünden çok daha avantajlı bir konuda olacağımızı söyleyebilirim.” (Radikal-28. 08. 2012).
Özkök  Paşa  bu ifadeleriyle,  hem “güzel” diye övdüğü MM’nın askeri birliklerimize PKK’ya karşı silah kullanmayı yasakladığını gizliyor,  hem de birliklerimizin  PKK’ya karşı harekâtta bulunacaklarını söyleyerek Türk kamuoyunu  bilinçli olarak yanıltıyor…  

İslam Alemi lanetlerdi,

ABD’nin Irak’ı işgali, Türkiye’nin asla ortak olmayı istemeyeceği korkunç boyutları olan bir felakete yol açmış, Irak’ı parçalanma girdabına sokmuştur. ABD’nin  Irak’a ayak bastığı andan itibaren körüklediği siyasi mezhepçilik ve mezhep kavgası bugün Ortadoğu’nun  başına bela olan IŞİD’i doğuran şartları yaratmıştır. Yani IŞİD’in “kuvözü” Iraktır. İşgal sırasında bir ila 1.5 milyon sivil ölmüş; 2 milyon kadın dul kalmış; yetim sayısı 4 milyonu bulmuştur. Dünyanın üçüncü petrol zengini Irak’ın 26 milyona varan nüfusunun 7 milyonu hâlâ açlık sınırı altında yaşıyor. Bunlar, Bush yönetiminin inanılmaz basiretsizliği ve ABD askerlerinin  korkunç gaddarlık, vahşet ve yağma hırsı sonucunda vuku bulmuştur. Türkiye, ABD’nin kuyruğunda bu insanlık faciasına katılsaydı, bu vebalin altından kesinlikle kalkamazdı. Tüm Arap ve İslam âlemi kıyamet gününe kadar Türkiye’yi lanetler, nefret duygularını ülkemize yöneltirdi...
Etiketler:
ABD,TSK,PKK,Irak,Kitap,İslam,bugün,Suriye,Ankara,Kandil,Amerika,Anayasa,Ortadoğu,Kuzey Irak,Washington,Hilmi Özkök,Murat Yetkin,Güney Amerika,Deniz Bölükbaşı

..

1 Mart tezkeresi TSK’ya operasyon izni vermiyordu


11 Mart 2015






















ÖZKÖK PAŞA DA BİLİYORDU!
CHP eski Milletvekili, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar'a verdiği son röportajında, çok konuşulacak bir iddiayı dile getirdi. Elekdağ, “Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de bu yalana ortak oldu” dedi…

2003 YILINDA MECLİS'TEKİ O TARİHİ OYLAMAYA KATILAN İSİMLERDEN BİRİ OLAN EMEKLİ BÜYÜKELÇİ ŞÜKRÜ ELEKDAĞ, O TEZKEREYLE İLGİLİ ÇOK ÇARPICI BİR İDDİAYI ORTAYA ATTI. ELEKDAĞ “ BU YALAN, 1 MART TEZKERESİ'NİN TEMEL DAYANAĞI OLAN FAKAT KAPALI OTURUMDA MİLLETVEKİLLERİNE DAĞITILMAYAN GİZLİ DERECELİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ MUTABAKAT MUHTIRASI'NA İLİŞKİNDİR” DEDİ.

YAZI İÇERİSİNDE  MM  OLARAK KISALTILAN ( MUTABAKAT MUHTIRASI ) ANLAMINI TAŞIR.,

_ Sevgili okurlarım,
1 Mart 2003'te AKP iktidarının TBMM'ye sunduğu tezkereyle Türkiye, 60 bin kişilik bir ABD askeri kuvvetini ve keza 255 ABD uçağını kendi topraklarında konuşlandırmak suretiyle Irak'a saldırı için Kuzey Cephesi'ni oluşturmayı kabul ediyordu. Türkiye böylece, çok ağır riskler üstlendiği gibi hukuki meşruiyetten yoksun bu askeri harekat nedeniyle uluslararası sorumluluk altına giriyordu. TBMM'nin Tezkere'yi reddetmesi, Türk-ABD ilişkilerinde ciddi bir kırılma noktası oluşturdu ve bugüne değin iki ülke işbirliği üzerine düşürdüğü gölge tam anlamıyla kaybolmadı. Bu konunun Türkiye'nin siyasi gündeminden düşmemesine ve Tezkere'nin Meclis'te görüşüldüğü gizli oturum tutanaklarının 10 yıllık gizlilik süresinin dolmasına rağmen, AKP tutanakları açıklamamakta ısrar ediyor. Bu konuyu İstanbul Milletvekili olarak gizli oturuma katılmış olan emekli büyükelçi, bilge diplomat Şükrü Elekdağ'la yaptığımız ve bu sütunlarda 17 Mart 2013'te yayımlanan söyleşimizde ele almıştık. O günden bugüne kadar bazı yeni ve çarpıcı gelişmeler oldu. Ben de bu gelişmeleri Sayın Elekdağ'a sordum.

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Efendim anladığım kadarıyla AKP Hükümeti, tutanakların açıklanmasıyla büyük bir skandalın ortaya çıkmasından korkuyor. Nedir bu skandal?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Ulusal çıkarlarımıza ilişkin korkunç bir yalan, dev bir sahtekarlık kamuoyundan gizlenmek isteniyor. Bu yalan, 1 Mart Tezkeresi'nin temel dayanağı olan fakat kapalı oturumda milletvekillerine dağıtılmayan “gizli” dereceli bir belge niteliğindeki Mutabakat Muhtırası'na ilişkindir. Bilindiği üzere, Tezkere'nin reddinden sonra muhtelif tarihlerde yaptıkları açıklamalarda Hükümet üyeleri ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Tezkere'nin geçmesi halinde, Türk askeri birlikleri Kuzey Irak'a girecek ve PKK terör yuvalarını temizleyecekti… Şimdi bu imkanı kaybettik!..” diyerek hayıflandılar. Oysa söyledikleri büyük bir yalandı. Zira, Türk askeri birliklerinin, Mutabakat Muhtırası (MM) gereğince, Irak topraklarında sınırımız boyunca uzanan bir kuşakta konuşlanmalarına izin veriliyor, fakat Türk askerinin, PKK teröristlerine karşı, meşru savunma hakkı hariç, silah kullanması, altını çizerek söylüyorum, yasaklanıyordu. Yani, Türk askeri Kuzey Irak'ta dar bir kuşakta konuşlanacak, fakat PKK unsurlarını izleyip imha etme yetkisine sahip olmayacaktı…

AFFEDİLMEZ YALANA BAKIN
(U.D.): Söyledikleriniz iddiadan mı ibaret, yoksa kesin ve somut kanıtları var mı?

(Ş.E.): 
Evet var!.. ABD ile müzakereleri yürüten Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı milletvekili olduktan sonra “1 Mart Vakası – Irak Tezkeresi ve Sonrası” başlıklı iddialı bir kitap yazdı. Kitabında, Türkiye'nin çıkarlarını koruyan bir belge olarak değerlendirdiği MM'nin analizini de yapıyor. Bu belgenin açık adı şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Irak'a Karşı Türkiye'de Geçici Olarak Konuşlandırılacak Olan Kuvvetlerin Durumunu Saptamak ve Temel Politika, Prensipler ve Sürecin Oluşturulması Hakkındaki Anlaşma”
İsminden de anlaşılacağı üzere, kilit önemdeki bu belge, Türkiye, ABD'nin yanında savaşa katıldığı takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne verilecek görev ve yetkileri de tanımlıyor. Bölükbaşı kitabında, MM'nın, azami derinliği 40 kilometreye ulaşan ve PKK'nın Türkiye'ye yönelik terör eylemleri için kullandığı kampları ve silah ve cephane depolarını kapsayan bir alanın Türk askerinin kontrolü altına girmesini öngördüğünü ve bu bölgedeki “Türk birliklerine resen PKK unsurlarına karşı imha harekatına girme yetkisi verdiğini” vurguluyor. Oysa ben MM'yi incelediğimde, Bölükbaşı'nın bu ifadelerinin hiçbir şekilde gerçeği yansıtmadığını gördüm. Zira bu belge, Türk askeri birliklerinin Irak topraklarında PKK yuvalarını bulup tahrip etmesini yasaklıyor.

İŞTE YALAN VE HIYANETİN KANITI
(U.D.): Müzakerelere Genelkurmay Başkanlığı da katıldığına göre, böyle bir hainlik nasıl gerçekleşebilir?

(Ş.E.): 

Şimdi bakınız, Türk askeri birliklerinin hangi hallerde silah kullanabileceği MM'nin 7. maddesinin “Kuzey Irak'taki faaliyetler“ başlıklı (b) fıkrasının 3. paragrafında belirtilmiştir. Bu parag- raf aynen şöyledir:
“Alıcı taraf özel harekat kuvvetleri, terörist saldırılara, (PKK/KADEK, kendini savunma hakkı ya da 4. paragrafta belirtilen durumlar dahil) cevap verme dışında, Irak kuvvetleri ve muhalif gruplarla herhangi bir çatışmaya girmeyecektir.”
Burada “alıcı taraf”la kastedilen Türkiye'dir. “Muhalif gruplar”la kastedilen, ABD işgal ordusuna direnen Saddam taraftarları ve diğer silahlı güçlerdir. Sözü edilen “4. paragrafta belirtilen durumlar” ise muhalif grupların saldırılarını veya muhalif gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaktadır.
Görüleceği üzere, MM'nin 7. maddesi, TSK'nın meşru savunma dışında, bölgedeki PKK/Kadek unsurlarına karşı silahlı operasyonda bulunmasını engelliyor. Yani, Bölükbaşı kitabında resmen yalan söylüyor.

(U.D.): Siz bu görüşleri Mutabakat Muhtırası (MM)'nın aslına dayanarak dile getiriyorsunuz. Peki bu metnin aslını nasıl elde ettiniz?

(Ş.E.): Bölükbaşı'nın kitabında bu belgenin aslı yoktu. Ancak, halen Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Fikret Bila, 1 Mart Tezkeresi'nin reddinden sonra, ABD'nin Irak'ı işgaline hazırlık sürecinde Ankara'da yapılan pazarlıkları tüm belgeleriyle açıklayan “Ankara'da Irak Savaşları” başlıklı fevkalade bir kitap yazmıştı. Kitap yayınlanınca, Bila hakkında devletin gizli belgelerini yayınlamaktan ağır hapis talebiyle dava açıldı, ama dava beraatle sonuçlandı. Aradığım belge, yani MM metni, Bila'nın kitabının 7 sayılı ekini oluşturuyordu. Ancak, Bila kitabında, MM'nin “Kuzey Iraktaki faaliyetler” başlıklı fıkrası ışığında Türk askerinin operasyon yetkisi konusunu ele almamıştı.

HİLMİ ÖZKÖK DE YALANA ORTAK
(U.D.): Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün tutumunu da değerlendirir misiniz?

(Ş.E.): Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, MM'nın kuvvetli bir savunucusuydu. Nitekim, kendisiyle röportajlar yapmış olan Fikret Bila'nın bir makalesinde şu hususlar yer alıyordu: “… Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin TBMM'den geçmesini istiyordu. Bu konudaki görüşünü dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na  iletmiş, ilgili kurullarda bu yönde açıklamalar yapmıştı. Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin eki olan Mutabakat Muhtırası'nın Türkiye'nin milli çıkarlarına uygun olduğunu, çok iyi bir  anlaşma sağlandığını düşünüyordu.” (Milliyet- 10.04.2010). Nitekim, Orgeneral Özkök, gazeteci/yazar Murat Yetkin'e verdiği röportajda, “Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile güzel bir Mutabakat Muhtırası hazırlamıştık…“dedikten sonra da şöyle devam etmişti: “Tezkere geçseydi çok miktarda askerimiz yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz de oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekatı oradan sürdürecektik… PKK konusunda bugünkünden çok daha avantajlı bir konuda olacağımızı söyleyebilirim.” (Radikal-28. 08. 2012).
Bu açıklamayı, geçen yıl Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde sırasıyla 2 Şubat'ta ve 26 Ekim'de yayımlanan makalelerimde ele aldım ve Orgeneral Özkök'ün “güzel” diye övdüğü MM'nın ne denli sakat ve ulusal çıkarlarımızı zarar verici olduğunu vurguladım. Özkök'ün, bu sözleriyle Türk halkını aldattığını, zira MM'nın, Türk askerine PKK yuvalarını bulup imha etmeyi yasakladığını vurguladım.

AKP HÜKÜMETİ ANAYASA SUÇU İŞLEDİ
(U.D.): Bu açıklamanıza emekli Orgeneral Özkök'ten bir yanıt geldi mi?

(Ş.E.):  Hayır gelmedi!.. Şimdi, serinkanlılıkla düşününüz… ABD'nin Irak'ı işgali, bir BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmadığından, tam anlamıyla gayri-meşrudur. Bu niteliğiyle ABD ile imzalanan MM'da, Anayasamızın 92. maddesinin hükümlerini ihlal etmektedir. Bu duruma rağmen, AKP iktidarı, ABD'nin peşinden giderek resmen  anayasa suçu işlemeyi, ahlaka, adalete ve hakkaniyete ters düşen bir eyleme ortak olmayı öngörmüştür. Bu durumda, Genelkurmay Başkanı'nın “sorumluluk, milli iradeyle ülkeyi yöneten iktidarındır” diyerek, Hükümet talimatlarına göre hareket etmesi hukuken savunulabilir… Ama, ABD'nin Irak'ı gece gündüz bombardımanla hallaç pamuğu gibi dövecek  255 savaş uçağının ve Irak'a saldıracak 60 bin askerinin topraklarımızda  konuşlandırılmasına izin verilmesi suretiyle, ağır riskler üstlenilirken ABD'den, Kandil de dahil tüm PKK üslerinin yok edilmesini ve teröristlerin tasfiye edilmesinin istenmesi ve bunda diretilmesi gerekmez miydi? Fakat burada çok daha vahim olan, ABD'nin dayatmasıyla, askeri birliklerimize PKK'ya karşı operasyon yetkisi vermeyen bir anlaşmanın imzalanması, sonra da böyle yaşamsal önemde bir konuda Türk halkına yalan söylenmesidir.

ARAP-İSLAM ALEMİ BİZİ LANETLERDİ
(U.D.): ABD'nin Irak'a saldırması ve işgal etmesi ABD'nin siyasi tarihine bir kara leke olarak geçecek affedilmez bir insanlık faciası. ABD'de bu konuda yazılan düzinelerce kitapta bu savaş ve uygulanan yöntemlerin ABD değerlerini ihlal ettiği, insanlığa karşı suç oluşturduğu ve utanç verici olduğu belirtilerek kınandı. Hal böyleyken ben Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde “Tezkere geçmiş olsaydı şu anda Kuzey Irak'ta olurduk ve Kuzey Irak'ta verilen kararlara Türkiye olarak ortak olurduk” dediğini hatırlıyorum. Bu nedenle Türkiye'nin siyasi liderlerinin dünya gerçeklerinden bu denli kopmalarına bir anlam veremiyorum. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
(Ş.E.): 
ABD'nin Irak'a saldırısı, Türkiye'nin asla ortak olmayı istemeyeceği korkunç boyutları bulunan bir felakete sebebiyet vermiş, Irak'ı mahvetmiş ve parçalanma girdabına sokmuştur. Washington'un Irak'a ayak bastığı andan itibaren izlediği Sünnilerle Şiileri çatıştırma politikası, bugün Ortadoğu'nun başına bela olan IŞİD'i doğuran şartları yaratmıştır. İşgal sırasında 1 ila 1,5 milyon sivil ölmüş; 2 milyon kadın dul kalmış; yetim sayısı 4 milyonu bulmuştur. Dünyanın üç numaralı petrol zengini Irak'ın 26 milyonluk nüfusunun 7 milyonu hâlâ açlık sınırı altında yaşıyor. Bunlar, Bush yönetiminin inanılmaz basiretsizliği ve ABD askerlerinin korkunç gaddarlık, vahşet ve yağma hırsı sonucunda vuku bulmuştur. Şu noktayı hep vurguluyorum:Türkiye, ABD'nin kuyruğunda bu insanlık faciasına katılsaydı, buna ortak olsaydı, bu vebalin altından kesinlikle kalkamazdı. Tüm Arap ve İslam alemi kıyamet gününe kadar Türkiye'yi lanetler, nefret duygularını ülkemize yöneltirdi. Bu gerçeği görmemekte ısrar için stratejik körlükle malul olmak lazım.



..