basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
basın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


15 Mart 2017 Çarşamba

12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


12 Eylül Askeri Darbesi ve Basın;


( BAŞKA BİR BAKIŞ AÇISI ELE ALINAN  VE O DÖNEMİ ANLATAN YAZI)
OKUYALIM..

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı.

İktidar mücadelesinde hangi yönetim biçimi olursa olsun siyaset ile iletişim araçları arasında ilişki her dönemde var olmuştur. Çünkü her iktidar kendi varlığını sürekli meşru kılmak zorundadır. İktidarlar, iletişim araçlarıyla bir yandan kendi meşruluğunu sağlamaya çalışırken, diğer yandan politikalarının kamuoyunca desteklenmesini ve uygulanmasını amaçlar. Siyasi otoriteler veya iktidarlar belirli konuların kamuoyuna açıklanması ve toplum fikirlerinin yönlendirilmesi için medyayı kullanır.
Medya politikası oluşurken kimi zaman sansür, toplatma, yasaklama ve kapatma gibi baskı politikaları uygulanır, kimi zaman da kaba müdahaleler değil, uygun çizgide düşünen personelin seçilmesi ve editörler ile çalışan gazetecilerin kurum politikasıyla uyumlu öncelikleri ve haber değeri kriterlerini içselleştirmeleri sağlanmaya çalışır. Medya devletin sözde amaçlarını gerçek diye kabul eder, devletin politikasının ve eylemlerinin gerçek nedenlerini ender olarak araştırır.

Medya ve siyaset arasındaki bu ilişki Türkiye siyasi tarihi içinde de karşımıza çıkıyor. Türkiye toplumunda siyaset odaklı değişim 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeleri ile kesintilere uğramış ve genelde basın siyasetin askeri çözümlerle belirlenen çizgileri karşısında destekleyici oldu. Zira iktidarların basın üzerindeki kontrolü, basın yasaları ila, kâğıt fiyatları, resmi ilan ve reklam gelirleri, ucuz maliyetli kredi kullandırma ve dağıtım gibi alanlarda belirleyicidir. Aksi halde, medya sansür, toplatma ve kapatma cezaları ile ilan ve reklâm gelirlerinden pay gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla gündem yaratma, kanaat ve tutum oluşturma, kamuoyu oluşturma, siyasallaştırma gibi işlevleri bulunan medya, askeri darbelerin ve iktidarları meşruiyetlerini sağlama aracı olur. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi ve darbeyle oluşturulan yeni yönetimin meşruluğunun sağlanmasında medya önemli bir araç oldu.

Darbeyi gerçekleştirenler, darbenin ilk gününden itibaren radyo televizyon ve gazeteler aracılığıyla propaganda çalışmaları yürüttü ve darbenin meşruluğunu ileri sürmeye çalıştı. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi'nin kararıyla sık sık TRT ekranlarına çıktı ve darbenin gerekçelerini sıralayarak kamuoyunu darbenin meşruluğu konusunda ikna etmeye çalıştı.

Darbe öncesinde tirajı en yüksek olan gazeteler, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Tercüman'da yayınlanan haberlerde ve köşe yazılarında ülkenin içinde bulunduğu kaos sık sık büyük puntolarla okuyucuya sunuldu ve kaosun mevcut hükümetçe sona erdirilemediği belirtildi. Gazetelerde hemen her gün manşet sayfada sunulan haberlerden bazıları şöyleydi:

" Anarşik olaylarda 25 kişi öldü " (27 Ağustos 1980-Milliyet), " Ocak'tan Eylül'e Anarşi Raporu: 8 ayda 1606 ölü. Son aylarda günde ortalama 10 kişi terör olaylarında hayatını kaybediyor" (2 Eylül 1980-Milliyet), "Demirel'in 170 günlük iktidarında 1361 kişi öldü" (12 Mayıs 1980-Cumhuriyet), "Terör eylem için pilot iller seçti" (9 Eylül 1980- Hürriyet)

TBMM'de Cumhurbaşkanı'nın 100'den fazla oylama yapılmasına karşın seçilemediği, " Meclis'te yine havanda su dövüldü ", " Meclis aday, vatandaş iş bekliyor" başlıklı haberlerle kamuoyuna yansıtıldı. Sonuçta ülkenin bir kaos içinde olduğu ve bu kaosa TBMM'nin son veremeyeceği mesajı verildi. Hürriyet gazetesinin 10 Eylül'den itibaren yayınlamaya başladığı "Lider" isimli araştırma yazısı orduya davetiye olarak değerlendirilebilir. Saldun Tanjun imzalı araştırma yazısında "Liderlerin sinirleri çelik gibi olmalı. Lider kendisini izlemekten pişman olmayacağımız Mustafa Kemal gibi sabırlı, akılcı, insanı ve toplumu bilmeli. Lider iç tehlikeleri saptamasını bilmeli. Lider halkın bütününü zafere ulaştıran adamdır" deniliyordu.

Diğer yandan, Tercüman gazetesi de " Fikirler, Görüşler, Düşünceler " adlı yazı dizisiyle mevcut sorunların Anayasa'dan kaynaklandığını, 1961 Anayasası'nın değiştirilmesi gerektiğini aktardı. "Siyasi Hayat ve Anayasa Uygulamaları" başlıklı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı imzalı yazı, "Bizim gülmeye takatımız kalmamıştır... Gülemiyoruz, fakat seyrediyoruz... Katlanıyor... Bekliyoruz... (7 Eylül 1980)", "Terörle Mücadelede Metod Meselesi" başlıklı Mehmet Demir imzalı yazı da "İtalyan usulünün benimsenmesi, ülke şartlarına uygun bir mücadele programının yapısal bir çözüm olarak düşünülmelidir." (9 Eylül 1980) sözleriyle bitirildi. Tercüman gazetesi aynı zamanda "Türkiye'de en büyük 300 firma yöneticilerinin görüşleri" başlığı altında düzenlenen anketin sonuçları, "Devlet, otorite boşluklarını giderip, yasaları hakim kılmadıkça, çalışma barışı sağlanamaz" mesajıyla verildi.

Darbeyi meşrulaştıran haberler ve köşe yazıları, 12 Eylül Askeri Darbesi'nin ardından da devam etti. Askeri darbe, Milliyet gazetesinde 12 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu", Tercüman gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Silahlı Kuvvetler yönetime el koydu. MGK Başkanı Org. Evren Açıkladı: Yeni Anayasa Hazırlanacak", Hürriyet gazetesinde 13 Eylül tarihinde "Terörün sonucu: Yönetim Milli Güvenlik Konseyi'nde - Atatürk yolunda devam" başlığıyla okuyucuya sunuldu. Hürriyet gazetesi darbe yönetiminin kullandığı argümana uygun olarak, darbe haberine Atatürk'ün posterini ekleyerek, "Ne sağ, ne de sol../ Atatürk Türkiyesi doğrultusunda bir ülkenin haysiyetli kişileri olarak birlik içinde, dipdiri ve senin yolundayız / Şuna asla şüphen olmasın; Senin emanetin Cumhuriyet, ilelebet payidar olacaktır / Hainler, gafiller, tüm iç ve dış düşmanlar hakkettiklerini bulacaktır / Müsterih ol Atam" şiirini yayınladı.

Gazeteler darbe haberlerini verirken, dış basında darbeye ilişkin olumlu değerlendirmeleri de yayınlayarak, Avrupa'nın dahi darbeyi desteklediği mesajını verdi. Tercüman, "Dış Dünya: TSK'nın yönetime el koyması basın ve yayın araçları tarafından ilk olarak duyuruldu: Ordu Mecbur kaldı. (13 Eylül 1980)", Milliyet "Ordunun yönetime gelmesi dışta olumlu karşılandı (13 Eylül 1980), Hürriyet, "Observer: Teröristleri temizleyip yönetim sivillere devredilecek. (15 Eylül 1980) başlıklı haberlerle dış dünyanın darbeyi desteklediğini ileri sürdü. Darbenin gerçekleştiği haberlerinin yanı sıra "İstanbul Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ülkede bütünlüğü sağlamak amacıyla tüm yurtta yönetime el koymasını kutladı. (15 Eylül 1980 - Hürriyet)" şeklindeki haberlerle akademik dünyanın da darbeyi desteklediği mesajları verildi.

Kanaat önderi kabul edilen köşe yazarları da darbeyi destekleyen açıklamalar yaptı. 

Hürriyet gazetesi yazarı Oktay Ekşi 17 Eylül 1980 tarihli köşe yazısında, " Türkiye tam bir onarım yönetimi altına girmiş bulunmaktadır. Bu yönetim, özgürlükçü demokratik sisteme ve Atatürk ilkelerine bağlı olanları tatmin edecek bir tutum içindedir" diyerek darbe yönetimine destek çağrısı yaptı. Darbe öncesinde sık sık Org. Kenan Evren'in "Anarşi yaratıcıları Ordu'nun yumruğu altında ezilecektir. Türk ulusu bağrından doğan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yarattığı güven ortamı içinde sonsuza kadar birçok bayramları refah ve mutluluklarla kutlayacaktır (30 Ağustos 1980)" benzeri açıklamalarına manşette veya ilk sayfada yer veren Tercüman gazetesinin tüm köşe yazarları darbeyi desteklemiştir. Sadece Nazlı Ilıcak 10 Eylül 1980 tarihli "Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete..." içerikli yazısını 14 Eylül 1980 tarihinde "Kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse bile, demokrasinin sonu geldi..." sözleriyle devam ettirmiş ancak hemen ardından 16 Eylül tarihindeki yazısında " Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekatının başarısı ile neticelenmesidir " diyerek darbeyi meşru gösterdi. Basının darbeyi meşru gösteren yaklaşımı darbenin birinci yılında da sürdü. Darbenin birinci yılında Milliyet'in manşeti "Sağol Mehmetçik", Tercüman'ın manşeti "Huzur, 1 yaşında", Hürriyet'in manşeti "El ele, kol kola mutlu günlere gidiyoruz... Ve evet! Düzlüğe çıkıyoruz" oldu.

Medya gerek açıktan gerekse de haberleri sunuş şekliyle darbeyi destekledi. Zaten darbeye veya orduya dair herhangi bir olumsuz haber veya yazı yayınlayan gazeteler veya dergiler sansür, toplatılma veya süresiz kapatma gibi yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. İlk olarak Arayış Dergisi ile Demokrat, Hergün ve Aydınlık gazeteleri temelli kapatıldı. Türkiye Gazeteciler Sendikası Ankara Şubesi Genel Sekreteri Mehmet Genç gözaltına alındı ve TGS Ankara Şubesi 9 Aralık 1980'e kadar kapatıldı. İstanbul'daki sekiz gazeteden Milli Gazete dört kez toplam 72 gün, Cumhuriyet dört kez toplam 41 gün, Tercüman iki kez 29 gün, Günaydın iki kez 17 gün, Güneş ve Milliyet birer kez toplam 10'ar gün, Tan bir kez 9 gün, Hürriyet iki kez toplam yedi gün kapatıldı. Bu gazetelerin yetkilileri ve yazarlarının defalarca ifadeleri alındı, her biri hakkında birçok dava açıldı, birçoğu mahkûm oldu, tutuklandı. Darbeden sonraki dört yılı kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre; gazete ve dergiler 41 kez toplatıldı veya yayımı durduruldu veya kapatıldı. Bazı sıkıyönetim komutanlıkları, kimi gazetelerin, kendi sorumluluk bölgelerine sokulması ve satışını yasaklamışlardır. Yarıya yakını Bakanlar Kurulu'nca olmak üzere 927 yayın yasağı getirildi. Bu dönemde basın dışı suçlananlar hariç, gazeteci, yazar, çevirmen ve sanatçılara verilen mahkumiyet kararlarının toplamı 316 yıl, 4 ay, 20 güne ulaştı.

Yeni Anayasa'nın onaylatılması

12 Eylül'ün ardından hazırlık çalışmaları çok öncesinden başlatılan ve sürekli gündemde tutulan anayasa tartışmaları sonuca ulaşmaya başladı. 1961 Anayasası'nın "anarşi" ve "terör"e neden olduğuna ilişin başlatılan kampanyaya Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) gibi ekonomi kuruluşları da açıktan destek verdi. Tercüman gazetesince hazırlanan bir dizi Anayasa semineriyle birlikte daha otoriter ve baskıcı bir anayasanın ideolojik temelleri atıldı. Bu seminerlerde oluşturulan "yeni anayasa"ya ilişkin önerilerin birçoğu 1982 Anayasası'nda yer aldı. Darbenin ardından bu kez SİSAV tarafından düzenlenen ve Tercüman gazetesi yazarları ile Aydınlar Ocağı yöneticilerinin danışman ve konuşmacı olarak katıldıkları seminerlerde dile getirilen düşünceler yeni anayasanın ideolojik çatısını oluşturdu.

Hazırlanan 1982 Anayasası'nın propagandası gerek ekonomi kuruluşları gerekse de bizzat darbeyi gerçekleştirenler tarafından basın aracılığıyla yapıldı. Kenan Evren TRT'de ve gazetelerde yeni Anayasa'yı tanıtıcı açıklamalar yaptı. Evren'e göre "Anayasa'ya Hayır" diyenler vatan hainleri, dış güçlerden emir alan anarşist ve teröristlerdi. Evren'in tanıtım faaliyetleri kapsamında Adana'da yaptığı konuşmada şu sözleri dikkat çekicidir: "Nusuh ile uslanmayanı etmeli tekdir/Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Gençler belki bilmez, bizde bu beyit çok yaygındır. Yani önce nasihat et, sonra ikaz et, en sonunda döversin. Biz önce işi nasihatle halletmeye çalışıyoruz".

Aynı günlerde sıkıyönetim komutanları da "Anayasa'ya Hayır" diyen "anarşist" ve "teröristlerin" yakalanacağını açıkladı. Anayasa halk oyuna sunuluncaya kadar, gazetelerde ve televizyonda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in açıklamaları, haberlerde ve köşe yazılarındaki mesajlar, seminerlerde yapılan konuşmalar, ekonomi kuruluşları temsilcilerinin açıklamaları yeni anayasanın propagandasını oluşturdu. Aksini savunanlar ise gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kaldı, gazeteler sansürlendi veya kapatıldı. Sonuç olarak referanduma sunulan yeni Anayasa, halkın yüzde 91,27'sinin katılımıyla yüzde 91,37 kabul oyuyla kabul edildi.(EK/EÜ)

* Bu yazı Marmara Üniversitesi Radyo-TV bölümü yüksek lisans öğrencisi Evin Katurman'ın hazırladığı " 12 Eylül ve Basın: Toplumsal Rıza Nasıl Sağlandı? " başlıklı makalesinden kısaltılarak alındı.


http://www.bianet.org/bianet/toplum/93099-12-eylul-askeri-darbesi-ve-basin

***

8 Şubat 2016 Pazartesi

1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN BÖLÜM 1





1945 -1950 ARASI “ DEMOKRATİKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN  BÖLÜM 1



1945-1950 ARASI “ DEMOKRATiKLEŞME ” SÜRECİNDE BASIN 

   BARIŞ  YETKİN
                        * Akdeniz Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Doktora öğrencisi, 
   yetkinbaris@yahoo.com 



ÖZET 

İkinci Dünya Savası’nın hemen öncesinden başlayarak ve savaş sürecinde basın çok sıkı kayıt altına alınmıstır. Savasın bitimiyle birlikte çok partili demokratik düzene geçilmis, bu süreçte gerek basında ve gerekse genel olarak siyasal yasamdaki kayıt ve kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırılmıştır. Bu süreç o dönemde “ Demokratiklesme ” olarak adlandırılmış bulunmaktadır. Bu çalısmanın konusu, bu kayıtların ve kısıtlamaların neler olduğuna değinildikten sonra bunların demokratiklesme ile birlikte hangi yasal düzenlemelerle kaldırıldığı, ancak uygulamada bu alanda neler yasandığı, gerek iktidar yanlısı ve gerekse muhalefeti tutan basın tarafından bu sürecin nasıl değerlendirildiğidir. 

Anahtar Kelimeler: İkinci Dünya Savası, Demokratikleşme, basın, basın özgürlüğü, 1945 – 1950 arası Türkiye. 


Basın, hemen her ülkede olduğu gibi, ama Türkiye’de belki daha da çok, siyasal gelişmeler içinde yer almıştır. Bu özelliği nedeniyle siyasal iktidarlar basını kısıtlayıcı önlemler almak yoluna giderken, iktidar karşıtları da basın özgürlüğü nü sağlamak ve genişletmek amacını gütmüştür. Osmanlı Devleti’nde hükümet in 1858 tarihli Ceza Kanunu ile basını ceza tehdidi altına almasına, 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi ile gazete çıkarmanın izne bağlamasına ve 1867 tarihli bir Kararname ile de basın üzerindeki baskıyı arttırmasına karsılık, Yeni Osmanlılar da yürüttükleri muhalefette çıkardıkları gazeteleri baslıca bir silah olarak kullanmışlardır. 

II. Meşrutiyet’in ilanı üzerine, toplumsal ve siyasal alanda yasanan karmasa, aynen basında da görülmektedir. Bu dönemde gazeteler, siyasal gelişmelerin önde gelen belirleyicileri arasında yer almışlardır. Millî Mücadele sırasında ise, Atatürk’ün önce Sivas’ta İrade-i Milliye ve arkasından Ankara’da Hakimiyet-i Milliye gazetelerini çıkarmış olması, basının siyasal gelişmeler içindeki yerinin ve öneminin baslıca kanıtı olarak gösterilebilir. Millî Mücadele sırasında ve hemen sonrasında işbirlikçi, mandacı, hilafetçi ve saltanatçı yayın yapan İstanbul basınındaki gazetecileri yargılamak üzere, millî güçlere karsı yürüttükleri kampanya nedeniyle, TBMM İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi göndermişse de bu mahkeme tüm gazeteci sanıkların beraatlarına 2 Ocak 1924’te karar vermiştir. Bu karar gerçekte Cumhuriyet rejiminin basın özgürlüğüne saygılı olacağının ilk göstergesidir. 

Bununla birlikte Seyh Sait isyanı üzerine 4 Mart 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, hükümete basın özgürlüğünü kısıtlama ve gazete kapatma yetkisini tanımıştır. Bu yasanın varlığına karsın, 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, basında yeni bir canlanmaya ve yeni muhalif gazeteler in çıkmasına neden olmuştur. Ancak yine de, bu dönem uzun sürmemistir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendini feshetmesinden sonra hükümet basın üzerindeki denetimini yeniden kurmak yoluna gitmiştir. 

İşte, 1945’ten baslayan çok partili yasama geçiş sürecinin basın açısından hukukî ve fiilî çerçevesi, bir yandan 25 Temmuz 1931 tarihini taşıyan 1881 
sayılı Matbuat Kanunu’nda 1940 yılında yapılan değişiklik ve ona eslik eden ya da izleyen yasal ve kurumsal düzenlemelerle; bir yandan da, 1 Eylül 1939’da resmen başlayan II. Dünya Savası’nın gerektirdiği önlemlerle çizilmiştir. Ancak, “ Demokratikleşme ” 1 olarak anılan 1945-1950 arası dönemde basına  konulmuş olan bu kısıtlamalar ve engellemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. 






1 İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945’teki “ Gençliğe Hitap ” konuşması Türkiye’deki Siyasetin özgürleştirilmesi ve demokrasiye geçisin ilk isareti sayılmaktadır Bkz. Ek-1. 


1. II. DÜNYA SAVASI DÖNEMİ 

1.1. Yasal Düzenlemeler 

Basın Özgürlüğünü kısıtlayan ve denetim altına alan yasal düzenlemelerin basında, 25 Temmuz 1931 tarihli 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile 29 Nisan 
1940 tarihli 3812 sayılı yasada yapılan değişiklikler gelir. Yasanın 30. maddesi su şekli almıştır: 

“ Millî Hisleri inciten veya da bu maksatla millî tarihi yanlış gösteren yazıları neşredenler elli liradan beş yüz liraya kadar cezalandırılır. ….kendilerine mevdu 
vazifenin ifasından dolayı Büyük Millet Meclisi azasından, İcra Vekilleri Heyetinden ve resmî heyetler devlet  memurlarından biri veya birkaçı hakkında isim ve madde gösterilmeyerek mübhem ve suizanı davet edecek mahiyette mütecavizan yazı ve resimlerle  Büyük Millet Meclisi’nin ve İcra Vekilleri Heyetinin resmî heyetlerle devlet memurlarının veya da bir kısmının seref ve haysiyeti ihlal olunursa üç aydan altı aya kadar hapis ve yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası hükmolunur.” 2 

Ayrıca, yasanın 35. Maddesinin (g) bendinin yeni biçimi, “ Devlet Emniyeti ile alakadar meseleler hakkında yapılmakta olan tahkikattan ve yine devlet emniyeti bakımından alınan tedbirlerden bahseden yazılar yasaktır….” 3 biçiminde olmuştur. 

Bu yasal Düzenleme ile basına Ağır kısıtlamalar getirilmiştir: 

a-“ Millî hisleri inciten veya bu maksatla millî tarihi yanlış göstermek ” ifadesi, gerçekte bir “ Resmî Tarih ” Anlayışının sonucudur. Tarihsel olay ve gelismelerin yönetim tarafından tanımlanmalarının dısında baska yorum ve değerlendirme yapılamayacağı anlamına gelmektedir. 

b-TBMM ve Bakanlar Kurulu üyeleri ile devlet memurlarına iliskin düzenleme ise, hukukun temel ilkelerinden olan “ Kanunsuz Suç ve Ceza olmaz ” hükmüne aykırıdır. 

Yasada açıkça belirtilmemiş bir eylemin suç sayılamayacağı ilkesi ve hükmü böylece ortadan kaldırılmıştır. 

c-35.Maddenin (g) bendi ise, söz konusu soruşturma ve tedbirleri basının ilgi alanı dışına çıkartmaktadır. 


2 Yasanın metni için bkz. 8 Ağustos 1931 günlü Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C.XII, Tesrinisani 1930-Tesrinievvel 1931, s. 1069-1085. 
3 Söz konusu değisiklikler için bkz. 6 Mayıs 1940 tarihli ve 4501 sayılı Resmi Gazete ve Düstur, 3.Tertip, C. XXI, Tesrinisani 1939-1940, s. 754-756. 


Basının yasal olarak denetim altına alınabilmesi amacıyla, devlet kurulusları oluşturulmuş ve zaman içinde güçlendirilmiştir. 21 Eylül 1939’da kurulan Başvekâlet Matbuat Bürosu, 2837 sayılı ve 22 Mayıs 1940 tarihli yasayla Başvekâlet Umum Müdürlüğü yapılmıştır. Adı geçen yasanın 4. maddesinde bu kuruluşun görevinin basına kamuoyunu aydınlatmak ve ülke çıkarlarına uygun yayın yaptırmak olduğu öngörülmüştür.4 4475 sayılı ve 16 Temmuz 1943 tarihli “ Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Teşkilât, Vazife Ve Memurları Hakkında Kanun ” un 1. maddesi bu kuruluşun görevleri arasında hükümetin uygulamalarının basında doğru ifade edilmesini sağlamak, ulusal çıkarlara aykırı yayınları denetlemek olduğunu belirtmistir.5 Tüm bu yasal düzenleme ve uygulamalar, “ Güdümlü ” bir basını işaret etmektedir. 

Basın üzerindeki yaptırımlar için yalnızca 1881 sayılı Matbuat Kanunu ile yetinilmemistir. 1936’da 3038 sayılı yasa ile Türk Ceza Kanunu’na eklenen 141 ve 142. maddelerdeki hükümler, 1938’de 3531 sayılı ile daha ağırlastırılmıs, ancak ele aldığımız dönem içinde 1946 yılında 4934 sayılı yasa ile maddeye “ Memleket içinde, cemiyetin siyasî veya hukukî herhangi bir nizamını zorla değistirmek gayesiyle cemiyet tesis, teskil, tanzim veya sevk ve idare eden kimse ” lerin Cezalandırılacağı hükmü eklenmiştir. Böylece, bu maddenin uygulama alanı içine sol girisimler ve partiler de alınmıstır.6 142. Madde ise, bu amaçla propaganda yapmayı cezalandırmakta ve bu propagandanın basın yoluyla yapılmasını, öngörülen cezayı yarı oranında arttırmayı hükmetmektedir. Bu, 7,5 yıl ağır hapis cezasına eşdeğerdir. 

Bu dönemde ve sonraki yıllarda tanık olunacağı üzere, toplumsal ve ekonomik düzene yöneltilen hemen hemen her türlü elestiri 142. madde kapsamında değerlendirilmiştir. 

20 Kasım 1940’ta İstanbul ve daha yedi ilde ilan edilen sıkıyönetim de basın üzerinde ciddî bir denetim ve yönlendirmede bulunmustur. Gazete ve dergi kapatma yetkisini geniş bir biçimde kullanmıştır. İstanbul’un basının merkezi olduğu ve yine sıkıyönetim kapsamı içinde bulunan Ankara’nın da basın dünyasın da ikinci önemli kent olduğu düşünülürse, sıkıyönetimin basın üzerinde çok büyük bir denetim kurduğu söylenmelidir. 

4 Server İskit, Türkiye’de Matbuat İdareleri Ve Politikaları, Ankara, Basvekâlet Basın Ve Yayın Umum Müdürlüğü Yayını, 1943, s. 312. 
5 A.e., s. 335. 
6 Çetin Özek, 141-142, Dstanbul, Ararat Yayınevi, 1968, s. 127. 


1.2. Basında CHP Egemenliği 

Bu yıllarda Gazete sahiplerinin ve yazarlarının büyük çoğunluğu CHP Milletvekili ya da bu partinin üyesidir. 1939 tarihli CHP Nizamnamesi’nin 160. maddesi bunlara parti çıkarlarına ve siyasetine uygun, hükümetin uygulamalarını kamuoyuna benimsettirici yayın yapmak ve bu çizgide olmayan yazı ve haberleri yasaklamak yükümlülüğünü getirmiştir.7 Bu dönemde baslıca partili yazarlar şunlardır: Yavuz Abadan, Falih Rıfkı Atay, Fazıl Ahmet Aykaç, Abidin Daver, Vedat Dicleli, Nihat Erim, Ahmet Sükrü Esmer, Sadi Irmak, Recep Peker, Necmeddin Sadak, Resat Semsettin Sirer, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Kutsi Tecer, Esat Tekeli, Asım Us, Hüseyin Cahit Yalçın, Suut Kemal Yetkin… Bu dönemde birçok yazarın CHP’ye yakın olması denetim ve yasal düzenlemelerin yapılmasını engellememiştir. 

1.3. Uygulama 

Görüldüğü gibi, gerek yasal düzenlemelerle, gerek kurumsal denetimle ve sıkıyönetim tarafından getirilen kısıtlamalar nedeniyle II. Dünya Savası boyunca basın özgürlüğünden söz etmek olanaksızdır. Ancak, bu yılların bir dünya savasının dünyayı sardığı ve sınırlarımıza dayandığı yıllar olması, bu durumu doğal karsılamayı zorunlu kılmaktadır. 

Başbakanlık önce Basvekâlet Matbuat Bürosu, arkasından da Basvekâlet Basın-Yayın Umum Müdürlüğü aracılığı ile basında hangi haberlerin ne biçimde yer alacağını ve hangilerinin yer almayacağını sağlamıstır.8 Bununla birlikte, bu konuda asırılığa kaçıldığı da görülmektedir.9 Nadir Nadi, bu kısıtlamaların gerçekte hükümetin ne olursa olsun hiçbir sekilde elestirilemeyeceği anlamına geldiğini belirtmektedir.10 
Sıkıyönetim ise, 
Cumhuriyet gazetesini 2, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 4, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Haber’i 2, 
Vakit, Yeni Sabah ve Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır. 
Ayrıca Hükümet de 
Cumhuriyet’i 3, 
Tan’ı 4, 
Vatan’ı 5, 
Tasviri Efkâr’ı 4, 
Son Posta’yı 4 ve 
Vakit ile Akbaba’yı 1’er kez kapatmıstır.11 

7 Cemil Koçak, “Dkinci Dünya Savası Ve Türk Basını”, Tarih Ve Toplum Dergisi, Cilt VI, 1986, s.286. 297. 
8 A.e., s. 312. 
9 Uygulamadan örnekler için bkz. Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, 2. basım, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999, s. 160-161. 
10 Nadir Nadi, Perde Aralığından, 2. basım, Dstanbul, Cumhuriyet Yayınları, 1965, s.22. 
11 Alpay Kabacalı, Baslangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, Dstanbul, Gazeteciler Cemiyeti Yayınları, 1990, s. 143. 

2. ÇOK PARTİLİ DÖNEM 

2.1. Yasal düzenlemeler 

II. Dünya Savası’nın sona ermesiyle birlikte iç ve dış kosullar nedeniyle, bilindiği gibi, çok partili düzene geçilmistir. Çok partili düzenin baslaması ile tek partili dönemde geçerli kılınmış bazı yasalarda değisiklikler yapılması ve ayrıca yeni yasalar çıkarılması, çok partili demokratik düzene aykırı olan düzenlemelerin kaldırılması yoluna gidilmiştir. Bu “ Demokratikleşme ” sürecinde basını cendere altında tutan önlemlerin kaldırılması ayrı bir önem tasımaktadır. Basın özgürlüğü nün olmadığı bir yerde demokrasinin de olamayacağı o dönemde sıkça dile getirilen bir konu olmustur. Basın alanındaki bu demokratiklesme sürecine Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesi alınmamış, tersine kapsamı daha da genisletilerek uygulanması sürdürülmüsse de, Türkiye’nin demokratikleşme süreci olarak nitelendirilen bu dönemde basın 
özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uygulamalar söz konusudur. Eski dönemin izlerini silmek adına bazı uygulamalar söz konusudur. Öncelikle hükümete gazete ve dergi kapatma yetkisi veren, 1881 sayılı Matbuat Kanunu’nun 50. maddesi değistirilmistir. TBMM’nin 13 Haziran 1946 tarihinde kabul ettiği söz konusu madde değisikliğinde, bundan böyle bir yayın organının ancak mahkeme kararı ile kapatılabileceği öngörülmüstür.12 
Bu değişikliği basın suçlarından mahkum olanlar için bir af yasası çıkarılması izlemistir. 14 Haziran 1946’da TBMM tarafından kabul edilen bu af yasasına göre; 

“ Gazete, Kitap veya mecmua vasıtasıyla veya 1881 sayılı Matbuat kanununa aykırı hareket suretiyle 7.VI.1946 tarihine kadar islenmiş olan suçlardan dolayı kovusturma yapılamaz. Bu suçlar sebebiyle verilmiş olan cezalar ortadan kaldırılmıştır.” 

12 TBMM TD, C. XXII, s. 222. 


Böylesine olumlu bir yasal girisime karsın sıkıyönetimin varlığı basın özgürlüğü açısından bir sorundur. Savaş nedeniyle alınmış olan önlemlerin basında gelen sıkıyönetim, savasın bitmesine karsın, iki yıl daha sürmüş ve ancak 22 Aralık 1947’de saat 24.00’te kaldırılmıştır.13 


2.2. Uygulamada Basın Özgürlüğü 

Çanakkale, Edirne, Dstanbul, Kırklareli, Kocaeli ve Tekirdağ illerinde 2 yıl daha süren sıkıyönetim basın üzerindeki denetimini aynen sürdürmüştür. 
Örneğin; 1946 milletvekili seçimlerinin sonuçlarının basında tartısılmaya başlanması üzerine İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı gazetelere 24 Temmuz 1946 tarihli şu Tebliğ ” de bulunmuştur: 

“…..Bazı Gazetelerin bilhassa seçim sonuçları hakkında vatandasları şüpheye düsürücü ve bu yüzden memleketin huzurunu sarsıcı ağır neşriyatın[a] devam ettiği görülmektedir. Sıkıyönetim bölgesinde bu gibi ağır tahriklere müsaade edilmeyeceği ve bu kabil yazılara karsı Sıkıyönetim Komutanlığının harekete geçeceği tebliğ olunur. 
 _ Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Asım Tınaztepe.”14 

Bu tebliğe uymadıkları gerekçesiyle Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri süresiz olarak kapatılmışlardır. Arkasından Tasvir ve Demokrasi gazeteleri de aynı akıbete uğramışlardır.15 

Demokrat Parti, Sıkıyönetim’in bu gibi uygulamaları karsışında harekete geçmek zorunluluğunu duyarak Başbakan lık’a başvurmuştur. Buna ilişkin gazete haberi, 

“ D.P. Sıkıyönetimin devamının Anayasaya aykırı olduğu[nu], Tarafsız davranmadığını, İstanbul’da basına baskı yaptığını söyleyerek kaldırılması için Başbakanlığa dilekçe veriyor ” 16 biçiminde kamuoyuna yansımıştır. 

Çok partili demokratik düzenin daha baslangıcında basın özgürlüğüne gölge düsmüstür. Zekeriya Sertel’in sahibi ve basyazarı olduğu ve hükümete muhalif yayın yapan Tan gazetesinin idare binası ile basımevi, Demokrat Parti ileri gelenlerinin de yazar kadrosunda yer alması düsünülen ve kurulusuna da katkıda bulundukları Tan Basımevi’nde basılan Görüşler Dergisi, 4 Aralık 1945 günü, büyük bir kalabalık tarafından basılarak tahrip edilmiştir. 

13 Ulus, 23 Aralık 1947. 
14 Vatan gazetesinin 25 Temmuz 1946 günlü sayısında yayınlanmıstır. 
15 Vatan, 22 Nisan 1947. 
16 Vatan, 29 Temmuz 1946. 



Bu olay, gazetenin ve derginin yayın yasamını sona erdirmiştir.17 

Zekeriya Sertel’in ve esi Sabiha Sertel’in gazetede yer alan yazıları incelendiğin de, ana fikir olarak, CHP iktidarının demokrasiye geçiş söylemlerinin içtenlikli olmadığı, zaten gerçekte bir diktatör olan İsmet İnönü’nün bu geçişi yapamayacağı, ama Amerika Birleşik Devletlerinin destek ve yardımını sağlamak ve bu ülke yardım için demokratik bir rejimi şart koştuğu için demokrasiye geçildiği kanısının uyandırıldığı konularının işlendiği ve başka alanlarda da CHP iktidarının sert bir biçimde eleştirildiği görülür.18 
Zekeriya Sertel, daha sonra Anılarında bu konuda söyle demiş bulunmaktadır: 

“İnönü, Amerika’ya dayanabilmek için, Lafta olsun Demokrat görünmeye çalısıyordu. Demokrasiden yana olduğuna dış âlemi inandırmak zorundaydı. 
Çünkü, Amerika, Türkiye’nin bir Diktatörlük olmasını beğenmez görünüyor, Demokratik bir düzene geçemedikçe Türkiye’ye yardım elini uzatamayacağı izlenimini veriyordu.”19 

Bu noktada belirtmek gerekir ki, Savas’ın bitiminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 19 Mart 1945 tarihinde Türkiye’ye bir nota vererek 1925 yılında iki ülke arasında imzalanmış olan Türk - Sovyet Tarafsızlık Ve Saldırmazlık Antlaşması’nı feshettiğini, 7 Haziran 1945 günlü bir nota ile de doğu sınırımızda kendi lehine değişiklikler yapılmasını, Boğazlar’ın yönetiminde Türkiye ile birlikte bulunmak istediğini ve kendisine üs verilmesini bildirmiştir.20 

Bu durum, Türkiye’nin ABD ve İngiltere’nin yardımını isteme gereksinimini doğurmuştur. Dolayısı ile Tan’ın bu yayınlarının hükümeti rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. 

17  4 Aralık 1945 sabahı saat 10’da Dstanbul Üniversitesi öğrencilerinden olusan bir grup öğrenci Beyazıt Meydanı’nda toplanıp Babıâli’ye yürüdüler. Babıâli’deki Tan gazetesi ve sol yayınları satan kitabevleri yağmalandı. Ardından da grup, Beyoğlu’na giderek Görüsler Dergisi, Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerine saldırdı. Bkz. Ek-2. 





18  Zekeriya Sertel’in bu konuyu ele alan baslıca basyazıları için bkz. Tan, 22 Ağustos 1945, 8 Eylül 1945, 15  Eylül 1945, 21 Eylül 1945, 7 Ekim 1945, 20 Kasım 1945, 22 Kasım 1945, 23 Kasım 1945, 30 Kasım 1945; Sabiha Sertel’in yazıları için bkz. Tan, 5 Ağustos 1945, 24 Ağustos 1945, 2 Eylül 1945. Bkz. Ek-3. 

19 M. Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (1905-1950), Dstanbul 1968, s.259. 

20 Gelismelerin ayrıntıları için bkz. Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet Dliskileri Ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968. 



Tan’a saldırıyı tetikleyen Hüseyin Cahit Yalçın’ın 21 

3 Aralık 1945 günlü Tanin Gazetesinde yayınlanan “ Kalkın Ey Ehli Vatan ” başlıklı yazısı olmuştur. 

CHP’li olan Yalçın, Sovyet ve komünizm tehdit ve tehlikesinden söz etmekte, bu tehdide karşı “ Mücadele her vatandaşın hakkı ve vazifesidir ” ve “ Bu işte cevap hükümete düşmez, söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır ” çağrısında bulunmuştur. Bu yazıyı bir işaret gibi algılayan hükümet yanlısı gençler, ertesi gün polisin de önlem almamasından yararlanarak Tan gazetesi ve Görüsler dergisine saldırmıslardır. Tan, Görüşler tahrip edilecek ve bir daha yayınlanamayacaklardır. Sıkıyönetimin de hiçbir engellemede bulunmaması, olayı gerçeklestirenlerden hiçbirinin yakalanmaması ve yargı önüne çıkarılmaması ayrıca dikkat çekicidir.22 

Diğer yandan, Türk basın tarihinin önemli yayın organlarından Marko Pasa, muhalif yayın nedeniyle peş pese kapatılma cezasına çarptırılmıstır. Aziz Nesin ve Sabahattin Ali tarafından kurulan Marko Pasa, yazarları arasında Rıfat Ilgaz ve Haluk Yetis’in yer aldığı, karikatürleri ile Mim Uykusuz’un katkıda bulunduğu 23 Muhalif çizgisiyle ilk sayısı 25 Kasım 1946 tarihinde24 olmak üzere yayınına baslamıstır. Marko Pasa ve devamı gazetelerin isledikleri ve eleştirdikleri konular, Türkiye’de yabancı asker bulundurulması, yabancı sermaye, irticanın yeniden gündeme gelmesi, yoksulluk, yolsuzluk… v.b olmuştur. 

Kısa sürede yüksek tiraja ulasmıssa da arka arkaya kapatılması, yazarlarının da sıklıkla tutuklanması nedeniyle düzenli bir biçimde yayını sürdürememistir. 
Hükümete yönelttiği elestiriler yüzünden kapatılması nedeniyle, Malumpasa adıyla yayınını sürdürmek istemistir. Malumpasa da kapatılınca bu kere Ali Baba adını almışsa da yeniden bir kapatılma cezasından kurtulamamıstır. 


Tan olayı üzerine Zekeriya Sertel’in Hatırladıklarım, 1905-1950 (İstanbul 1968) ve Sabiha Sertel’in Bir Roman Gibi, 1919-1950 (Ant Yayını, Dstanbul 1969) adlı anılarının ve Alpay Kabacalı’nın adı geçen Türk Basınında Demokrasi kitabının yanı sıra çok sayıda yayın yapılmış bulunmaktadır. Bu çalısmada bunlardan yararlananların baslıcaları şunlardır: 

Oral Çalışlar, “ Tan Matbaası Davası Bitti Mi? ”, 

Cumhuriyet, 4 Aralık 1945; Alpay Kabacalı, “Tan Olayı ”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.IV. 1985, s.374378; Yıldız Sertel, “Çok Satan, Ciddî Günlük Gazete Tan”, Cumhuriyet Dergi, 28 Ocak 1996; Yıldız Sertel, “ Özgürlük Savasçılarına Baltayla Saldırı ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Yıldız Sertel, “ Tarihten Bir Yaprak –Tan Olaylarının Perde Arkası ”, 

Cumhuriyet, 1 Aralık 1998; Hıfzı Topuz, “ Tan ve Bitmeyen Devlet Terörü ”, Cumhuriyet, 4 Aralık 1995; Mete Tunçay, “ Tek Parti Döneminde Basın – 1925 Takrir-i Sükun’dan Tan Olayına”, Tarih ve Toplum Dergisi, C.VII, 1987, s. 48-49; Çetin Yetkin, “Tan Gazetesi Olayı ” başlıklı bölüm, Karşıdevrim, 1945-1950, Antalya, Y.A.R. Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 6. basım, 2007, s.463-476. 

23 Bkz. Ek-6. 
24 Bkz. Ek-5. 

2. Cİ  BÖLÜMLE DEVAM  EDECEKTİR



..