31 Ocak 2017 Salı

28 Şubat Süreci


                                      28 Şubat Süreci



Yekta Güngör Özden


Demokrasiyi ulusal yaşamda somutlaştıran laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük Atatürk’ün, her alanda tam bağımsızlık ilkesini içtenlikle benimsemiş-özümsemiş bir yurttaş niteliğiyle, herhangi bir bağımlılıktan yana olamam. Görevlerimde ve özel yaşantımda buyruk almayı, inanmadığım oluşumlara katılmayı, uygun bulmadığım görüşlere destek vermeyi hiçbir zaman düşünmedim. Tartışmayı, uygar bir sonuç alma, kanı edinme yöntemi bilerek yeğledim. İnatlaşma ve zıtlaşmayı, yararsız ve yakışıksız buldum. Karşı çıktığım görüş ve düşüncelere kimi tartışmalar sonucu katılmayı, kendi yanlışımdan dönmeyi bir erdem saydım. Spor topluluklarının yandaşlığı türünde siyasal yakınlıkları da kınadım. Düşünceyi araştırma-eleştirme süzgecinden geçirilerek edinilmiş gerçekçi sonuçları temel almayan yapay yandaşlıklara hiç ilgi duymadım. İlkelerde, yürek-beyin birlikteliğini savundum. Bu nedenle kişileri, durum ve tutumlarını, olayları değerlendirirken o konuda kendimi yetkili ve yetenekli buluyorsam söz istedim. Yaranmak ya da gösteriş için yan tutmadım. Özellikle hukuksal konularda bilimsel yöntemleri gözardı ederek, gerçekleri yadsıyarak, usu bırakıp duygusallığa düşerek görüş açıklamadım. Düşünmeden konuşup yazmanın, öğrenmeden öğretmeye kalkışmak türü bir ilkellikten ayrılığı yoktur. “Adalet benim karakterimdir.” sözüyle özetlediğim bağımsızlık ve yansızlığımı kişiliğimn en onurlu göstergelerinden biri saydım. 

Kraldan Çok Kralcılık

“28 Şubat” adıyla ünlenip tarihe geçen olayın değerlendirilmesinde kimilerinin “kraldan çok kralcı” denilen tutumla karşı çıkışı tam bir siyasal katılık örneğidir. 28 Şubat sonucu iktidardan uzaklaşanlarla, iktidar nimetleriyle beslenmeleri kesilenler, 28 Şubat’a düşman kesilmişlerdir. Olanı-biteni, 28 Şubat’ın ne olduğunu anlamadan, irdelemeden, olmasaydı nelerle karşılaşabileceğimizi hiç düşünmeden. 28 Şubat’ı uygun bulanları anlamsız biçimde demokrasi karşıtı ve asker yönetimi yanlısı gösterip suçlayarak. İşlerine gelen uyarıları alkışlayarak.

28 Şubat kimi siyasal sonuçları yaşanmış bir olgudur. İktidarın aymazlıklarını yasal çerçevede öneri ve uyarılarla giderip, iktidar ortaklarını ahlak, hukuk ve anayasa sınırında tutmak kararıdır. Anayasanın 118. maddesine göre kurulup çalışan, kimi ülkelerde başka adlı, daha geniş yetkilerle donatılmış benzerleri bulunan Milli Güvenlik Kurulu; eğitim- öğretim, yönetimde yansızlık, hukuksal yapılanma, sağlık, çevre, terör, toplumsal barış sorunlarını, devletin ulusal siyasetiyle ilgileri yönünden incelemiş, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetimizin nitelikleri, devletin varlığı, bağımsızlığı, ülkenin bölünmez tümlüğü, toplumun erinci ve güvenliği için alınması gereken önlemleri saptayarak Bakanlar Kurulu’na bildirmeyi öngörmüştür. Bunun neresi sakattır? 

MGK’nın Yasallığı

MGK’nın varlığı, kuruluşu, yetkileri, yararı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak Anayasa’da yer alan bir devlet biriminin görevini yerine getirmesini sakıncalı bulup, ona karşı çıkmak, anlamsız olmaktan ötede bağnazlıktır. 6 Aralık 1983’den bu yana TBMM’nin değiştirme yetkisi içinde bulunan, bizim daha taslak durumundayken karşı çıktığımız bu Anayasa değiştirilir, bu konuda gerekli görülen ne ise o yapılırdı. Anayasa değişmeden MGK’nın kararlarını hukuka aykırı bulmak ağır yanılgıdır. 

İçeriğini uygun bulup bulmamak ayrıdır. Ortaya konulan görüşler, eleştiriler çoğunlukla amaçlı bir yönelişin belirtisidir. Zamanın iktidarının görevi bırakıp gitmesini, başarısızlıklarına değil, MGK’nın kararına bağlamak, Anayasa’ya aykırı davrananları değil Anayasa’ya uymaya, hukuka bağlılığa, devletin niteliklerine saygıya çağırmayı kınamak tam bir çelişkidir. Kim insan hakları ve demokrasi karşıtı olabilir? Kapatma davalarına konu olan olaylar demokrasi gereği midir? Demokrasi içte ve dışta ekonomik, hukuksal siyasal bağımlılıkların üzerine bir de şeriat zinciri takmak mıdır? Bunların hangisinin bağımsızlık, özgürlük, insanlık ve cumhuriyetle ilgisi vardır? MGK bu değerlere mi karşı çıkmıştır? Ne yapmıştır? Siyasal zikzaklarla, şeriat girişimleriyle giderek bozulan toplum yaşamını gözetip, yapılması gerekenleri bir dizi kararla Bakanlar Kurulu’na göndermiştir. Hem de katılanların oy birliğiyle. Yönetime, iktidara, başka birşeye mi el koymuştur? Hayır. Öyleyse gocunma, alınma, bağırıp çağırma, terbiye dışına çıkarak, yalan-dolanla Silahlı Kuvvetler’e saldırı niye? Siyasette asla gözü olmayan insanları, görev duyarlılıkları örnek kişileri karalayıp kötülemek, devlet organlarını yıpratıp yıkmak çabası niçin? 

Sözde Demokrat “ Liboş ” lar

İçimizdeki kimi sapkınlarla, sözde dostların kendilerini küçülten tutumlarının çıkara, siyasal katılığa, kirli ilişkilere dayandığı sezilmektedir. Sömürgeci ve yayılmacı yabancı güçlere karşı kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın, tam bağımsızlığı ve çağdaşlığı amaçlayarak kurulan cumhuriyetin bilincinde olmayanlar, yaşamımızı ve onurumuzu ve namusumuzu nasıl kurturdığımızı, yabancıların ülkemizde yaptıklarını ve yapmayı tasarladıklarını öğrenmeyenler, müslümanların çoğunlukta olduğu 54 ülke içinde dinini ve demokrasiyi en iyi şekilde yaşayanların Türkiye’de olduğunu anlamak istemeyenler, radikal liberal olmakla övünmeyi marifet sayan “ liboşlar ” elbet “ Ne mutlu Türk’üm diyene! ” özdeyişinin kıvancını ve coşkusunu duyamazlar. 

Kökten dinci terör örgütlerinin tiksinti uyandıran vahşeti onları etkilemez. Şeriat düzeninde korunup kollanacaklarını sanırlar. Yurt içindeki olağanüstü varlıkları gözetilirse yurt dışında da kaçacakları zaman kullanacakları yeterli olanakları da vardır. Kendini “liberal” diye tanıtıp sosyalbilimcilerden işine gelen alıntılarla bilgiçlik taslayan, faşist ruhunu şeriat yandaşlığıyla yamamaya çalışan, ilkesiz kimilerinin nerelerde bulunduğunu kamuoyu ibretle izlemektedir. Her yönden yepyeni devleti, olağan bir seçimle gerçekleşen iktidar değişikliğiyle bir tutmek, ulusal kurtuluş savaşı vermeyen ülkelerdeki oluşumları Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuyla eşdeğer göstermek, numaracı cumhuriyetçilerin söylemlerini yinelemek 28 Şubat adıyla insan haklarına, demokrasiye, cumhuriyete, laikliğe, tam bağımsızlığa karşıtlıklarını sergilemektedir. Yürekleri yetmediğinden, bu kavram ve kurumlara karşı olduklarını açıklayarak tepki almaktan korktuklarından, saldırılarını 28 Şubat üzerinden sürdürmektedirler. Laikliğin demokrasinin ön koşulu olduğunu bilmeyecek düzeyde yetersizdirler. Dalkavukluğuna soyundukları kişiler, kurumlar, tutumlar ve durumlar, eksiklik ve bozukluklarının kanıtıdır. İşgali, ihaneti umursamayanlar, yeni ihanetleri, yeni işgalleri çağrıştırır.
Şeriat Girişimlerine Göz YumulamazSiyasal partilerin durduk yere kapatılmasını kim ister, kim kapatır? Yaptıklarını bilmezlikten ve görmezlikten gelerek, ne yaparlarsa yapsınlar, kapatılmamalarını önererek demokrasiye hizmet edilmez. Demokrasiyi yozlaştırıp, kötüye kullananlara engel olunması yurttaşlık görevidir, gereğidir. İşgalleri, ihanetleri, isyanları, 31 Mart’ı, Şeyh Sait, Kubilay, Çorum, Kahramanmaraş, Sivas olaylarını, etnik ve dinsel terörü savunurcasına tutumlarla gazete-dergi köşelerinde, televizyon ve radyo önlerine kurulmak, düşmanlarımızı mutlu kılan davranışlardır. Öneri ve uyarıyı baskı olarak algılamak tümüyle yanlıştır. Ancak aymazlar, bağnazlar, yobazlar, dönekler, çıkarcılar, bölücüler, yıkıcılar; suçlular hukuku dışlayıp, Silahlı Kuvvetleri etkisiz kılarak sonuç almaya çılışmaktadırlar. Varlıklarını borçlu oldukları kurumları kişisel ve partisel çıkarları için yıpratmaya çekinmeyenler, kendi oyun ve düzenlerine engel gördükleri için korolarının çığlığı duyulmaktadır. MGK şeriat girişimlerine göz yumsaydı, kendilerine destek verseydi, övgüler yağdırmaları kaçınılmazdı. 
Laikler adam öldürdü mü, öldürttü mü? Laiklik karşıtlarından başına kötü şeyler gelen oldu mu? Din bilimcileri, din adamları, din görevlileri kadın-erkek ayırdedilmeden öldürülmedi mi? Kimin baskıcı, kimin canavar, kimin soyguncu olduğu açık değil mi? Kimin inançlarını yerine getirmesi önlendi. Yaygaracılar siyaseti din ögesini sömürü biçiminde taşımadan önce bu ülkede Allah’a inanılmıyor, dinler sayılmıyor, peygamberlere bağlılık yaşanmıyor, dinsel gerekler yerine getirilmiyor muydu? 

Dinle Değil Hukukla Yönetmek Mutluluk Vericidir

Devletin bir insan ve hukuk kurumu olarak dinle değil, hukukla yönetilmesi gerçeği çağımızın mutluluk veren bir olgusudur. Kamu düzeniin bozmak koşuluyla tam bir özgürlükle yaşanan inanç, bireyin ve toplumun devlet güvencesinde bulduğu aydınlıktır. Cumhuriyetçi demokrasinin değerini bilmek kendine ve ulusa saygının belirtisidir. Devleti şeriat batağından ve tuzağından kurtarmak için görev kapsamında sunulan önerileri, yapılan uyarıları, demokratik ortamın gerçekleşmesi için konulan ağırlığı, yinelenen anımsatmayı toplumsal istençten ayrı tutmak demokrasi bilinciyle bağdaşmaz. Çoğulcu, katılımcı kurallar ve kurumlar düzeninde toplumun dilek, öneri ve uyarılarını yalnız siyasal partiler yansıtmaz. Gönüllü kuruluşlar, demokratik kitle örgütleri, herkes ülkesi için söz sahibidir. Günlük siyaset ayrı, siyasete ışık tutup onu hukuksallaştırmak ayrıdır. Demokratik gelenekler dışına çıkanları yetkilerini yerinde ve zamanında kullanarak uyarmak onlara da yardımdır. Atatürkçülüğün yinelenmesi ve vurgulanmasıdır. 

Bu konuda nice şeyler söylenebilir. Unutmamamız gereken toplumsal barışın ulusal dayanışmanın temeli olduğu, bunun da dışarıda düzenlenen kuşatma-çevirmeye karşı en etkili savunmayı sağlayacağıdır. Türkiye Cumhuriyeti temel nitelikleriyle sonsuza değin bağımsız varlığını sürdüreceğinden bu koşuya karşı çıkanlar sürekli uyarılacak ve durdurulacaklardır. Cumhuriyeti savunmak özeni ve duyarlılığıyla birlikte 28 Şubat’lar hep sürecektir. Uyumayanlar ve uyutmayanlar uyarmaktan geri kalmayacaktır. Kişi ya da kurum. Bugün birileri, yarın başkaları. Tersini düşünmek boşuna.

http://turksolu.com.tr/ileri/03/ozden3.htm


***

Kavgadan, Uyduluktan Tüm Kötülüklerden Uzak Durun



Kavgadan, Uyduluktan Tüm Kötülüklerden Uzak Durun 







Varlık nedenimiz, yaşam felsefemiz, kendini yenileyerek ülkemizin ve dünyanın koşullarına uyum sağlayan Atatürk ilkelerini yürekten benimsemiş yurttaşlar özeniyle sorunlarımıza çözüm aramak için Türkiyemizin her yerinden koşarak Ankara' da buluşmanızı mutluluk veren soylu bir görünüm olarak karşılıyorum. Öğrencilik ve gençlik yıllarında sizler gibi uğraş vermiş, ödünsüz ve katıksız bir Atatürkçü niteliğiyle kısa bir söyleşide bulunacağım. Düzenleyici arkadaşlarınızın çağrısına olumlu yanıt vererek yanınızdayım.

Ölüm-Kalım Savaşı verilip yangın kalıntıları, kül yığınları temizlenerek şehit kanlarıyla sulanan topraklarda yepyeni bir Türk devleti kuruldu. " Yok "tan "var" edilen değerlerle, dışlanan ve yadsınan " Türk " adıyla, " Ulus " kurumunun tüm görkemiyle yaşama girmesi sonucunda çağdaş uygarlığın olanaklarına kavuştuk. Hiçbir inanç ve soy ayrımı gütmeksizin başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında "tam bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenliği" amaçlayan Türkiye aydınlanması, Atatürk ilkelerinin temelini oluşturduğu Türk Devrimi'yle gerçekleşti. Çok ırklı, çok dinli, çok dilli ve çok hukuklu bir teokratik monarşiden tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisi olan Cumhuriyet yaratılınca Büyük Atatürk "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Ulusu denir" açıklığına getirildi. Namık Kemal'in şiirlerinde bile belirginlikten uzak "vatan", Lozan Barış Antlaşması'yla kesinleşen sınırlarıyla yurdumuz, "Türkiye Cumhuriyeti" adıyla onurlu yerini almıştır. Yine Büyük Atatürk'ün "Kimsesizlerin kimsesi, temeli kültür olan en büyük Türk Devrimi" nitelemesiyle yönünü ve yolunu çizdiği cumhuriyetimiz özellikle Atatürkümüzü yitirdiğimiz yıllara değin en parlak dönemini yaşamıştır. Borç almayan, tersine Osmanlı borçlarını bir erdemlilik örneği vererek ödeyen, enflasyona ve devalüasyona gitmeyen, lirasının değeri dolara eşit, millileştirme işlemlerini hızla yürüten, ülkenin her yerinde bayındırlık çabalarını yükselten, zamanının başlıca saygın, güvenilir, barışçı ve demokrat on cumhuriyetinden biri idi. Bugün hepimizi üzen tutumu, durumu ve sorunlarıyla bocalaması, ekonomik buhranların nerdeyse siyasal bunalımlara dönüşmesi, Atatürk'ü unutmak ve unutturmaktan, Atatürkçülüğü sulandırıp bulandırmaktan, kimi çelişki, aykırılık ve sakıncayı "Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü kullanarak işlemekten ileri gelmektedir. Köktendincilerin din ve inanç sömürüsü yaparak din düşmanlığını; etnik ayrımcıların azınlık oluşturma çabalarıyla bölücülük ve yıkıcılıklarını sürdürmesi, hepsinin insan hakları ve demokrasiyi kötüye kullanarak amaçlarına ulaşma oyunları, kimi çıkarcıların siyasal yozlaşma ve soygun olaylarıyla birleşmektedir. Tüm bu olumsuzluklar karşısında "Yeniden Atatürk! Her zaman Atatürkçülük!" diyerek Atatürkçülerin okumasını, Atatürkçülüğün yenilenmesini, melez anlayışının benimsenmesini isteyen numaracı cumhuriyetçilerle medya maşalarına, Türk-İslam sentezcilerine, sahte demokratlara, sahte dindarlara, sahte milliyetçilere ve sahte Atatürkçülere bir kez daha doğruyu göstereceğiz. Faşizmin ve şeriatın sarmalında toplumbilimden işine gelen alıntılar yaparak bir şeyler söyleyip yazdığını sanan bozguncular da paylarını alacaklardır. 

Atatürkçülüğün Türkiyemize özgü düşün dizgisi olduğu gerçeği kimilerini uyarmıştır. Önceleri Atatürk'e ve ilkelerine çatanların, hergün siyasal zikzaklar çizerek, tiksindirici yalpalamalarla karalayanların, şimdilerde Atatürk'e ve O'nun yaşamsal ilkelerine sarılmış görünmelerine aldanmayınız. Kimlerin kimleri nasıl kullanıp ne duruma düştükleri ve maskelerinin nasıl düşürüldüğü ortadadır. 1919 öncesi karanlık dönemi hiç unutmadan, teknolojinin son gereklerine uygun bir bilim devleti olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni sözde dostlara, içimizdeki sapkınlara ve işbirlikçilerine karşı korumak, giderek güçlendirmek ülkümüzden asla ayrılamayız. Dışta dayatmalar, içte dönekliklerle sergilenen kapitülasyon ve Sevr özlemi, bilgiyle, ahlakla, adaletle, yurt ve ulus tutkunluğuyla karşılanacaktır. Demokrasi-nin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adı olan cumhuriyet, hepimize kıvanç veren geçmişiyle geleceğimizin de güvencesidir. "On yılda onbeş milyon genç yetiştiren, anayurdu demirağlarla ören" yürek ve beyingücü bugün sizlerle yankılanmakta ve dünyaya yansımaktadır. Fetva ve ferman dönemi geçmiş, kul-köle, tebaa düzeni yıkılmış, ümmet yapısı gömülmüş, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlükleriyle nitelikli, kişilikli bireyler ve bu yolla ulus kurumu hepimize yaraşır olduğumuz düzeye çıkarmıştır. "İnanıyorum o halde varım" dan "düşünüyorum o halde varım"a yükselerek yazgıcılıktan yaratıcılığa geçilmiştir. Sizler bu kutsal cumhuriyetin seçkin koruyucularısınız. Gerçek gücüsünüz. Temeli Atatürk ilkeleri olan bu cumhuriyeti sonsuza değin bağımsız yaşatma ödevi en büyük sorumluluğumuz ve onurumuzdur. Kendini "genç" bilen her Türk'ün insanlık ve yurttaşlık borcudur. Kötülüklerden ve kötülerden arındırmak görevi de damarlarımızdaki soylu kanın gereğidir. Benim "20 yaşında ihtiyar, 80 yaşında genç vardır" sözüm, "Akıl yaşta değil, baştadır" sözünün değişik bir biçimidir. Yeniliği, gücü, devingenliği, yapıcılığı, Atatürkçülüğü hiçbir yaşla sınırlamadan bilgili ve bilinçli herkese benimsetme çabamı, gereksiz anlatımlarla elelştirmeye kalkışan aymazlar vardır. Büyük Atatürk'ün gençlikle ve gençlerle ilgili tüm sözlerini özümsemiş bir yurttaş olarak sizlere desteğimin engin olduğunu yineliyorum. Çirkinliklerden, kavgadan, yolsuzluktan, çatışmalardan, uyduluktan, tüm kötülüklerden uzak kalarak anlayış, hoşgörü, barış ve yapıcı davranışlarla ulusumuzun aydınlığını sağlamak ve kesintisiz kılmanın önemini belirtiyorum. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Savaşı, yaşamsal olmak kaydıyla uygun buluruz. Dünyada müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler içinde bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, uygarlık ve çağdaşlık konusunda en önde gelen Türkiyemizin, inançlarını en mutlu yaşayanlar ülkesi olduğunu asla gözardı edemeyiz. Bu ülkelerden hiçbirisinde demokrasi ve insan hakları Türkiye'deki ölçüde yaşanmamaktadır. Daha anayasası olmayanlar vardır. Ülkemizdeki insan hakları, demokrasi, sosyal hukuk devleti sorunları, tüm sorunları Atatürkçü bir anlayışla çözmek, Atatürkçe düşünmek, çalışmak, başarmak, yaşamak ve yaşatmak zorundayız.
Atatürk, Türkiye aydınlanmasının kaynağı, tüm ulusal varlıklarımızın ve değerlerin simgesi, Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşan bir ilkeler anıtıdır. Sizler O'nun ilkelerinin bayraktarları olacaksınız. Başta inanç ve düşünce özgürlüğü tüm hak ve özgürlüklerin, bağımsızlığın, demokrasinin kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğin dayanağı; bilimselliğin, dostluğun, eşitliğin, uygarlığın en elverişli ortamı olan laikliği toplumsal barışın ve ulusal dayanışmanın en akılcı, en gerçekçi aracı bilerek, terörle tırmandırmak, başörtüsüyle dalgalandırmak istenen bağnazlığa, yobazlığa ve inanç düşmanlığına karşı çıkacaksınız. 

Kendileri için 15 dakikada kıyak emeklilik yasası çıkaranlar isteseler 15 günde 30 yasa çıkarırlar. Küreselleşme, globalleşme ve özelleştirme yoluyla ülkemizi tarihin çöplüğüne atılmış düzenlere, savaşarak içinden çıktığımız bataklıklara gömmek isteyen uygulamaları hukuk savaşımı vererek önlemek durumundayız. Uygarlığın çağdaş gereklerine, olanaklarına ve bağımsızlığımıza saygılı eşit uygulamalara ve birlikteliklere elbet karşı değiliz. Bayanları ve gençleri siyaset dışı bırakan, ülkemizi sorunlarla zayıflatan, ekonomimizi çökerten yozlaştırıcı uygulamalarla, baskı ve dayatmalardan, çıkar ilişkilerinden, sapkınlıklardan yakınıyoruz. İstediklerini silahla yapamayan düşmanlar, parayla yapmak isteyen dost postuna bürünmüşlerdir. ABD ve İngiliz mandacılarının yerini AB mandacıları almıştır. Karşılaştığımız olumsuzlukların, kötülüklerin, vahşi uygulamaların sorumlularını, kendilerinin, kuruluşlarının, ve yandaşlarının özel yararını gözeterek ödün verenleri, Atatürk sayesinde TBMM' ye girerek Medeni Yasa Gerekçesi'ni budamak isteyenlerin olduğu gibi Atatürk karşıtlıklarını kınıyoruz. Yabancıların bizi hiçe sayan davranışlarını iyi değerlendirip aramıza şu ya da bu nedenle soktukları ya da kiralamış gibi kullandıkları adamların yapmaya kalkıştıklarını durdurmalıyız. Bölücü, ayrımcı, yıkıcı girişimlerin sömürülerle ve terörle sürdürülmesi, ekonomik destekle yaygınlaştırılması laik Türkiye Cumhuriyeti'ne en büyük kötülük, en ağır zarardır. Hangi tür ve nedenle olursa olsun bu çılgınlıklara ve ırkçılığa karşıyız. Yurtaşlarımızın gereksiz ve anlamsız alt-üst kimlik tartışmalarıyla birbirine, bir insan ve hukuk kurumu niteliğiyle hepimizi kapsayan devlete karşı duruma getirilmesine olanak tanımamalıyız. Ulusal kimliğini yadsıyan asla yurttaş olamaz. 

Tarih hazinesi Anadolu-Türkiye nice isyan, ihanet ve işgalle çok kan ve can yitirmiştir. Zaman yitirmiştir. İç ve dış kaynaklı tüm oyunların üstesinden gelerek Atatürk ilkeleri üzerinden yükselen Cumhuriyet’i demokratik gereklerle donatarak "Cumhuriyetçi demokrasiyi" savunacağız. Sözde demokrat, sözde aydın işbirlikçilerin demokrasiye öncelik vermiş görünerek amaçladıkları "demokratik cumhuriyet" açmazına düşmeyeceğiz. Laikliğin olmazsa olmazı, önkoşulu olduğu cumhuriyetçi demokrasi, Atatürk ilkeleriyle yükselen gerçek demokrasidir. Birbirinin düşünce ve inancına katlanamayanların, dinsel gereklere öncelik verdiği biçimsel demokrasi değildir. 

Büyük Atatürk'ün Ruşen Eşref Ünaydın’a fotoğraf yazısını, 1927 CHP 2. Kurultayı'nda 6 günde, 36 saat 33 dakikalık Büyük Söylevi'nin sonunda Gençliğe Seslenişi'ni, 6 Şubat 1933 Bursa Konuşması'nı, "Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir" başta olmak üzere yarınlara ışık tutan sözlerini, özdeyişlerini, kendisini her zaman aradığımız, andığımız gibi unutmayacağız. Yaşasaydı ne yapardı, onu yapacağız.

Kişilere bağımlı kalarak ilkelerin kurumsallaşmasını engellemek, beceri değil ilkelliktir. Siyasete girip etkileyiniz. Çevreden devlet yönetimine, üniversite özerkliğine değin söz sahibi olunuz ki yakınmalar bitmese de azalsın, eskiler yenilensin, ulusal amacımız gerçekleşsin. Yaratıcı özelliğinizi, duygu ve düşünce gücünüzü yansıtan bilime, sanata, beden sağlığınızı ve ruh güzelliğinizi, devingenliğinizi kanıtlayan spora önem veriniz. Dostluğu, duyarlılığı, özenli ve özverili olmayı yeğleyiniz. Ödünü yenilgi sayınız. Yılmayınız, yorulmayınız, korkmayınız ve çekinmeyiniz. Gerçekleri söylemeyi en doğal hakkınız biliniz. Kendinizi sık sık sorgulayıp eleştiriye bağlı tutunuz. Kimseyi haksız yere övmeyiniz ve yermeyiniz. Kirli elleri sıkmayınız. Karşınızdakine saygıyı size saygının önkoşulu sayınız. Para peşinde koşmayınız, para sizin peşinizde koşsun. İnatçı ve kindar olmayınız. Tartışmanın doğruyu bulmada en iyi yöntem olduğunu benimseyiniz. En yüksek mevki yurttaşın yüreğindeki yer, en büyük ödül sevgi ve güvendir. Demokratik kitle örgütlerine girerek görev almayı zorunlu bir yurttaşlık anlayışı olarak algılayınız. Bir görevde çakılıp kalmadan, yenilenmeye ve değişmeye katkı veriniz. Başkalarına yol ve yer açınız. Hukukdışı oluşumlardan kaçınınız. Sesinizi yükselterek, uygar tepkilerle yıllardır özlediğimiz, başta Anayasa, yasal düzenlemelerin ve değişikliklerin gerçekleşmesini, haksızlıkların önlenmesini, her alanda adaletli doyumları sağlayacak çabalara omuz veriniz. Aldanmayınız ve aldatmayınız. İkiyüzlülükleri ve bencillikleri dışlayınız. Yerine getiremeyeceğiniz, tutamayacağınız sözleri vermeyiniz. Kültürü en sağlıklı varlıklılık olarak biliniz, okuyunuz ve çalışınız. 

Atatürk'ün Büyük Söylevi’ni öncelikle özümseyiniz. 

Atatürkçü kişiliğinize ve Yurttaşlık bilincine Gölge Düşürmeyiniz. 

Şimdilerde medya papağını kesilen eski faşizm kuklalarına, döneklere, şarlatanlara, şaklabanlara ve şakşakçılara, kopyacılara ve göstericilere kanmayınız. Genellemelerle herkesi zan altında bırakan ruhsal ve beyinsel özürlülere, yalana-dolana, çelmeye, engele aldırış etmeyiniz. Hiç ummadığınız zamanda, hiç ummadığınız kesimlerden, gerçekdışı ve olmadık nedenlerle saldırılar gelebilir. Hepsini Atatürkçü anlayışla durduracak, göğüsleyecek, yenecek ve aşacaksınız. O'nu yorumlayıp, O'na yaraşır çocuklar olacaksınız. Gülmeyi ve dayanışmayı bırakmayınız. En büyük tutkunuz laik Atatürk Cumhuriyeti'nin gönenci, çalışmak, üretmek ve onurlu ölmek olsun.
Atatürk çocukları, Atatürkçü gençler birer Atatürk bayrağıdır.
Gençlik, Türkiye bahçesinin solmaz çiçekleridir.
Sizlere güveniyoruz. Ne mutlu Atatürk'ü olanlara, ne mutlu Atatürkçü olanlara!
Hepinize esenlik, başarı, mutluluk, ülkemize dirlik-düzen; dünyaya barış diliyorum.

Atatürk Aydınlıklı güzel gelecekler için yolunuz açık olsun!

Sevgilerimi yineliyorum.

http://turksolu.com.tr/ileri/04/ozden4.htm

***

Krizler Dönemi ,



Krizler Dönemi ,


Yekta Güngör Özden


Ulusların, bireylerin, kurum ve kuruluşların, özetle herkesin yaşamında olumsuzluklardan söz edilebilir. Çözüm üretmekten çok sorun yaratmaya alışık olduğumuz yadsınamaz. Anlaşmaktan çok anlaşmazlığı, barıştan çok kavgayı, hoşgörüden çok sertliği, güç vermekten çok güçlük çıkarmayı yeğlediğimiz toplumsal bir gerçeği açıklamaktır. Doku bozukluğu yaşarcasına aykırılıkları, çelişkileri, daha ötesi kimi kötülükleri kanıksamış gibi izlemekteyiz. Uygar tepkiler yerine ya suskunluğu ya da yıkıcılığı öne çıkarıyoruz. Ülkemizin içinden geçmekte olduğu olumsuzluklar süreci gelecekte sanırım "Krizler Dönemi" diye anılacaktır. Hiçbir zaman bu kadar çok kriz birlikte yaşanmamış, hiçbir zaman birbirine bu denli bağlı olmamış ve bu kadar uzun sürmemiştir. Nerdeyse açık bir " Devlet Krizi " yaşanmaktadır. Kasım 2000 Ekonomik Krizini 19 Şubat zirve krizi izlemiş, aslında buna bağlanan ekonomik bunalım siyasal öngörüsüzlüğün, ekonomideki başarısız yönetimin ürünü iken, Cumhurbaşkanı-Başbakan tartışmasına bağlanmıştır. Bu siyasal bir bahanedir, gerçek dışı bir gerekçedir, yapay bir nedendir. Yıllardır serbest piyasa ekonomisi, liberalizm uygulamasının, küreselleşme ve özelleştirme özentilerinin gündeme taşıdığı çalkantı Batı’nın Türkiye'yi etkileyip egemenliğini dayatma çabalarıyla su yüzüne çıkmıştır. İktidarın yetersizliği muhalefetin yetersizliği ile tümleşerek siyasal bağlamda büyük bir boşluk doğmuştur. Ülke gerçeklerin ayırdında olmayan, sıkıntılarını yüreğinde duymayan ve genelde yaşamayan kimselerin üretecekleri çözümlerin, verecekleri katkıların ne ölçüde doyurucu olduğu tartışmalıdır. Yurtdışından getirilen-gönderilen kimselerin yönetimin ekonomik odağına yerleştirilmesi, Sevr'den bu yana düşmanlarımızın yapamadıklarını parayla yaptırmaya çalışmaları, AB dayatmalarını ABD'nin desteklemesi, AGSK oluşumunda Türkiye'nin dışlanması, yasama organının çoğu yıllardır beklenen yasaları para baskısıyla hızla ve genişleterek ele alması yurtseverleri düşündürmelidir. Öncülük yapması gereken aydınların duygusal karşıtlıklarını, kişisel çıkarlarını üstün tutarak yarattığı ayrılıklar ülkemizin doğal gücünü yıkmaktadır. Geleceği gözeterek ne yapılması, kimlerin uyarılıp çağırılması konusunda bile bir girişim yoktur. 

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının askerken yaptıklarını günümüzdeki siviller yapamamaktadır. Alan ilgililerden çok ilgisizlere kalmıştır. Denenmiş, nitelikleri bilinen, zararı görülen kimilerinin peşine düşülmüş ya da saplantılarını öğreti biçiminde yaşama geçirmek isteyenlere kapılınmıştır. Görev aldıkları siyasal yapılanmalarda, gönüllü kuruluşlarda en küçük yararı saptanmayan, söz kalabalığından başka bir yararı görülmeyen kimseler bir kurtarıcı gibi ortaya çıkmıştır. Bu durumuyla yaşanan, bir anlamda da insan krizidir. Öne çıkması, yol göstermesi, çağrıda bulunması umulanlardan ses çıkmamakta, bilinen belli ve kimi bıkkınlık veren kişiler ortada dolaşmaktadır. Kimileri de yıllardır yineledikleri söylemleri bırakarak içtenlik yoksunluğu sırıtan konuşmalarıyla halkımızı aldatmaya çalışmaktadır. İktidardan yakınmalar, muhalefetteki yetersizlik halkı yeni arayışlara ittiğinden, "Bunlar olmasında kim olursa olsun" düşüncesine " Yeni İnsan-Yeni Parti " çekiciliğinin etkilenmesinden umuda kapılanlar " Yeni oluşumlar" denilen çalışmaları izlemektedir. " Fena hükümetler oy vermeyen yurttaşlar tarafından seçilir" sözündeki gerçeği unutup seçimleri kendince boykot ederek gereken uyarıyı yapacağını sananlar hiçbir koşul koymadan yeni oluşumların sonuç vermesini beklemekte, sürecin hızlanmasını istemekte, kendince uygun bulduklarını da katılıma zorlamaktadır.

Kriz, ortaya çıkan olumsuzluktur. Sağlık bozukluğu türü bir kötüleşmedir. Olağandışı gidiştir. Sorun yaşanmasıdır. Ülkemiz yıllardır ne krizler geçirdi. Krizlere dayanıklı bir toplum oluştu. Demokrasi krizi, anayasa krizi, üniversite krizi, yargı krizi, çevre krizi, işsizlik krizi, banka krizi, parti krizi, banker krizi, deprem krizi, Apo krizi, sözde soykırım krizi, körfez krizi, Cumhurbaşkanlığı krizi, tütün yasası krizi vs. son elli yılın hemen anımsanan kimi krizleridir. Daha başkaları da eklenebilir. Şimdi geçti geçecek diye kandırıldığımız "ekonomik kriz" sonuçları yönünden en ağır, en kapsamlı kriz sayılmaktadır. Ekonominin izlencesi, yürütülmesi, ilkelerinin saptanarak yaşama geçirilmesi siyasetin, siyaset de hukukun öncülüğünde belirlenecektir. Birbirlerini etkileyip desteklemeleri ayrı, birbirlerinin geçersiz kılıp engellemeleri, işlerine doğrudan el atıp zarar vermeleri ayrıdır. Ülke ekonomisinin sistem (düzen) olarak ilke bağlamında öğretiden yaralanarak saptanıp yönlendirilmesi hiç kuşkusuz siyasetin işidir. Bu, gerçek bir özen ister. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak bu özeni saygın kılar.

Bu nedenle krizleri atlatmanın, krizden kurtulmanın, yeni krizler yaşamamanın yolu, siyaseti gerçek siyaset kılmaktan, iyi siyasetçi yetiştirip siyasal ahlakın üstünlüğüne inanmaktan geçer. Siyaset iyi olmazsa hiçbir şey iyi olamaz. Demokratik yaşamın tarihsel gerçeği özetle budur. Bunun için siyasal yapılanmanın önemi vardır. Demokrasiye sahip çıkmayan siyasetçiler ve siyasal partiler genelde krizin kaynağıdır. Yeni arayışlar bu nedenle ilgi çekmektedir.Yeni oluşumların krizleri nasıl önleyeceği kuşkuludur. Hatta yeni oluşumlar tıpkı krizin kriz yaratması gibi yeni krizler de getirebilir. Adı geçenleri, geçmişlerini, yapıp yapmadıklarını, kimilerinin sözlerini, tutku ve saplantılarını, ideolojik katılıklarını, etkilendikleri yerleri ve kimseleri bilince insanın burukluk duyması olağan karşılanıyor. Biri çıkıyor " Atatürk'e takılıp kalmayalım.." diyor. Kim takılıp kalmış? Atatürkçü olmak, Atatürk ilkelerini savunmak takılıp kalmak değil, Türkiye'ye özgün ve kendini sürekli yineleyen ilkeleri, çağdaş ulusal yaşamın düşün temelini oluşturan ilkeleri yeniden yaşama geçirerek ya da bu ilkelere yönelik karşıtlıkları kaldırarak ülkemizi gönenç ve erincin yurdu yapmaktadır. Atatürk'ü yorumlayarak " Bugün yaşasaydı ne yapar ne söylerdi? " diyerek, O'nu aşmaya çalışarak O'na yaraşır olmaktır. Kişisel takıntılarını, siyasal amaçlarını ve özel çıkarlarını gerçekleştirmek için kapalı biçimde Atatürk karşıtlığına girişenler kimseyi inandıramazlar. 

Kimi de TV yayınlarında boy gösterip dolambaçlı konuşmalarla amacını gizliyor. Açıkça Atatürkçülüğü savunmaktan çekiniyor, kaçınıyor. 

Kimi ayrılıkçı ve kökten dinci oyları alacaklarını sanarak şimdiden ödün vermeye kalkışıyorlar. Ama hiç kimsenin gözünden kaçmıyor, genelde Atatürk'e sığınıyorlar. Gemiyi batıranlar yüzdüremezler. Eskiden yeni olmaz. Birilerinin adamı olarak bilgisizlikten, bıkkınlıktan yararlanıp "bir şey"miş gibi pazarlanıp vitrinlere çıkarılanların da verecekleri sınırlıdır, hatta hiçbir şey yoktur. Atatürk'ü "asgari müşterek" ya da zorunlu ve geçiştirici ortak nokta gibi gündeme getirmeleri de sakıncalıdır. Siyasal özürlülerle ekonomik pazarlıların birbirinden ayrılığı da yoktur. Diktatörlüğe özenenlerin demokrat görünme çabası türlü çelişkili eylemler herkesi usandırmıştır. İngiltere ve Belçika'ya, öbür krallık düzenlerini " Niye Cumhuriyete geçmiyorsunuz? " diyemeyen Batı nerdeyse bizim özel yaşamımıza da el atacak. Kapılar açık bırakılınca ya da elverişli görününce dalmak isteyenlerin sayısı giderek artar. Ortadoğu krizi, petrol krizi, Boğazlar krizi, Bor krizi, operasyon krizi gibi başka krizlerin iç ve dış bağlamda yaşanması istenmiyorsa öncelikle kafalardaki krizleri gidermemiz gerekmektedir. Kanımca asıl kriz, Atatürk'ü unutmaktan ve unutturmaktan, tanımamaktan, anlamamaktan kaynaklanmaktadır. Ekonomik anlamda O'nun CHP 3. Kurultayı'nda tuttuğu notlardaki açıklığıyla uygulamalar yapılsaydı ekonomik kriz yaşanmazdı. Yozlaşan siyaset her krizi doğurur. IMF yetkilileri durduk yere buyruk yağdırmıyor. ABD ve AB durduk yere bastırmıyor. Lozan'ı anımsamamak olanaklı mı? Nerden nereye geldik? Kimler, niçin, nasıl getirdi? Düşünüp yeni oluşumları bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Lider krizi sürdükçe önümüze daha çok şey sürülecektir. Ahlak krizi oldukça daha nice olumsuzluklar yaşanacaktır. Kimi niçin övüp yerdiğimizi bilmezsek nice düş kırıklıkları çekeceğiz.

Şaklabanlar, Şarlatanlar, Şamatacılar cirit atıyor. Medyanın büyük bir kesimi kriz öncesi olduğu gibi kriz sonrası da izleyenleri aldatıyor. Başarıdan söz eden, uygulamaların yerinde ve en sağlıklı yöntem olduğunu savunan açıkoturum bülbülleri yine ötmüyor mu? Dünkü durumların övgüsünü sıralayanlar bugün de yeni durumları övüyorlar. Kimisi de hukuktan hiç anlamamasına karşın bu konuda ders vermeye kalkışıyor. Hukukçuluk hukuk öğrenimi yapmak, belli stajı tamamlamak, belli giysiyi taşımak, etiketi kullanmakla, hukuk çalışmalarına katılmakla, gösteriyle, yazıyla, konuşmayla da olmaz. İçeriği boş yazı ve konuşmaların, kişiliksiz ve yüzeysel çabaların, katı ve saplantılı davranışların, gerçek dışı, üstelik saldırı niteliğindeki yönelişlerin, faşist çizgiden kökten dinci goygoyculuğuna soyunarak çıkar ilişkileri içinde yüzmenin hukuk çulukla hiçbir ilgisi olamaz. Okuduğunu ve dinlediğini anlamayanın, amaçlı yanlış ve gerçek dışı anlatımları düzeltmekten kaçınanın, insanlığa ve insan onuruna saygı duymayanın, hukuk diploması, avukatlık belgesi alması, bir iki davayı izlemiş olması onu hukukçu yapmaz. İlkeli ve tutarlı olmayan, dilini ve kalemini başkalarına kiralayıp satanlar adam olamazlar ki hukukçu olsunlar. Hukukçu, hukuk adamıdır. Güven krizi içinde medya papağanları önemli sorundur. Terbiye kurallarını gözetmeden, patron aylığıyla soyundukları ilke kavgası değil, arkadan vurmadır. Böyle bir ortamda gerçeklerin egemen olması giderek güçleşmektedir. Hiçbir şey olmayanlar herşeymiş gibi tanıtılmakta, uluslararası para gücünün tekeli ve kıskacı ağırlığını arttırmaktadır. Manda düzeni, sömürge boyunduruğu, kapitülasyon görünümü, Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş, Sevr'i yırtıp Lozan'ı imzalatmış bir ülkenin çocuklarına benimsetilemez.

Güçlükleri yenmek gücü yürek ve beyin birlikteliğini, dayanışmayı zorunlu kılar. Unutulması gereken dönemleri, geçilen dönemeçler durumuna dönüştürmek yurtseverlerin başlıca görevidir. Parti içi demokrasi gerçekleşmedikçe, demokratik gelenekler egemen olmadıkça, kişisel düzenler yıkılmadıkça karanlıktan kurtulunmaz. " İkinci Kurtuluş Savaşı "ndan yabancılar söz ederken bizim insanımız susamaz ve duramaz. Yeni oluşumları ilgiyle izlemek yeterli değildir. Unutmayalım ki elimizi altına sokmaktan kaçındığımız taşlar başımızı yarar. Herkes üstüne düşeni yapmalı, izleyici olmaktan çıkmalı, etkin duruma, yönlendirici konuma geçmelidir. Yeni oluşumların sorumluları belirdikçe, açıklamaları öğrenildikçe herkes seçimini daha uygun yapacak, kalması, gitmesi, gelmesi gerekenler daha iyi saptanacaktır. Dağların ne doğurduğunu o zaman görüp gerekeni daha kapsamlı biçimde söyleyip yazacağız. Umudumuzu koruyalım, yitirmeyelim ama boşa adım atmayalım, akıntıya kürek çekmeyelim.

Şimdi neyi alkışladığımızın bilincinde olmalıyız. Bugünlerde alkışlanan " Para "dır. Hem de borç olarak nazlana nazlana verilen para. Düştüğümüz durumların sorumluları ayrılacak yerde "alternatifsizlik" savunmasıyla yerlerinde durmakta, vitrine çıkardıkları insanı kalkan gibi kullanıp kurtulduklarına sevinmektedirler. Uygar ülkelerdeki ayrılma erdemi Türkiye'de kimsenin aklına gelmemektedir. Güdümlü ekonomi güdümlü siyasetle giderek Batı'nın buyruğuna girmektedir. Tütün gitmiştir, şeker gitmiştir, ulusal bankalar gitmiştir, tekel gitmektedir, halk bitmektedir, kimsenin umurunda da değildir. Yargıyı etkilemek için elinden geleni ardına koymayan medyanın patronlarının çıkarı için nelere gözyumduğu, neleri öne çıkarıp neleri gözardı ettiği iyice açıklık kazanmıştır. Parti kapatma konusunda yetersiz bilgilerinin demokrasi şövalyeliğine soyunarak dayatmaları da ayrı. Demokrasiyi demokrasi olmaktan çıkaranlara karşı hoşgörünün demokratlıkla hiçbir ilgisi bulunmadığını, etnik ve inanç bağlamındaki sömürünün nelere malolduğunu bilmeyenlerin okudukları "gazel"i ne yazık ki dinleyenler bulunmaktadır. Bunlar küreselleşme adıyla her türlü dayatmaya katlanırlar, bu durumların sorumlusudurlar ama ulusal devleti korumak konusunda sorumsuzdurlar. Uluslararası bağlantılar, ortaklıklar ulusal egemenlikle ulusalüstü egemenliği gündeme getirse bile ulusal devlet yapısını etkilemez. Batı’nın amacı ekonomik sarsmalarla ulusal devleti çökertmek, federatif yapıyı gerçekleştirerek Türkiye'yi avucunda tutmaktır. 

Bu yazı Haziran başında yazıldı. Gelecek neler gösterecek bakacağız. Kim dışa bağımlı, kimi kimler destekliyor, kimler biraraya geliyor, susanların ağzı birşeyler karşılığında mı ya da umutları kalmadığı için mi kapalı? Sağda, solda beş oluşum neyin belirtisi? İyi mi, kötü mü? Kuruluşu bırakıp gitmek yerine kalıp etkin ve egemen olup tarihsel çizgisinde özlenen düzeye çıkarmak yeğlenemez miydi? Yeni oluşumlarda adı geçenler kimlerdir, yeterlikleri nedir? Azınlık yaratma çabaları, çok-kültürlülük, alt-üst kimlik, dil sorunları ne amaçlıyor? Kimileri geç mi kaldı, kimileri erken mi kalktı? Başarıyı, deneyimi, güveni, umudu mu alkışlıyoruz, hayal peşinde miyiz? Beceriksizliği ve zayıflığı başıboşluk ve kuralsızlığı demokrasi sanıp AİHM kararlarını bilmeden alkışlayanlar, bilgiçlik taslayıp ders vermeye kalkışanlar kimlerin aracı durumuna düştüklerinin bile ayırdında değillerdir. Hizipçilik, kendini beğenmişlik, kıskançlık, bencillik bırakılmadan bir yere varılamaz. Batı’ya bağımlı, ülkesine yabancı kimi siyasal mankenlerle olumlu sonuç sağlanamaz. Giderek küçülen, kararan, komikleşen, fosilleşen siyasetçilerle siyaset yapılamaz. Halkın çektikleri ortada. "Zam ve gam yılları" birbirini izliyor. Maoculuktan apoculuğa, humeyniciliğe gidip gelenlerle ülke düzlüğe çıkamaz. Tutumları bilinen kuruluşlar, kimi hastalıklı, iki yüzlü, karanlık ve karışık, sapkın kişilerle aydınlık yaşanamaz. Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dinci kışkırtmalarıyla iç savaş tutmayınca ekonomik yangınlar çıkarılarak amaca ulaşılmak isteniyor. 

Kişilere bağlanıp kalmak baştan aldanmadır. İlkeler öncelik taşır. İlkeler kurumsallaşmalı, kurumlar güçlenmelidir. Biz düşüncelerden çok sahiplerine bağlanıyor, sürükleniyoruz. Sahipleri geçicidir, düşünceler kalıcıdır. Onları kişi olarak değil, düşünce ve yapıtlarıyla kurum olarak yaşatmak gerçekçiliktir. Elbet güneş doğacaktır. Gerçekçi, sağlıklı, başarılı, bilime ve ahlaka dayanan birleştirici, kaynaştırıcı oluşumlar beğeniyle ve ilgiyle karşılanıp güçlenecektir. Kişisel güdüleri doyurmak için girişenler sönecektir. Dönekler, denmeler, mandacılar, bağımlılar, Osmanlı'nın son döneminin sayrılıklarını yeniden sergileyenler tersini söyleyip yazsalar da Atatürkçü gençleri "birinci vazife"lerini yerine getireceklerdir. Müdafaa-i Hukuk ruhu ölmedi, Kuvvayı Milliye ateşi sönmedi. Göstermelik oluşumlar, fiyaskoyla sonuçlanmış eski ilişkileri yenileme çabaları bir süre oyalasa da sağduyu er-geç üstün gelecektir.


http://turksolu.com.tr/ileri/05/ozden5.htm

Cumhuriyetçiyiz



Cumhuriyetçiyiz


Yekta Güngör Özden
03.11.2008

Sayı:210


Mustafa Kemal’in demokrasinin yaşama geçiş biçimi, yönetimdeki adı olarak önerdiği ve amaçladığı, 10. Yıl konuşmasında “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü” dediği cumhuriyetimizin 85. yıldönümünü biçimsel törenler dışında özlenen coşkuyla kutladığımızı savunmak güçtür. Fener alayları, oyunlar, değişik etkinliklerle kutlanan cumhuriyet bayramları geride kaldı. Yönetimin lâik cumhuriyet karşıtlığı belirginliğini koruyor. Anayasa Mahkemesi kararlarını mahkemeye kapatmayı öngören bağnazlıklarla, tiksindirici yandaşlıklarla, bilgisizlik ve terbiyesizlikle eleştirmeye kalkışanların varlığı ve dayanışması bunu gösteriyor. İktidar partisi yöneticilerinden birinin resmî törenler dışında kutlama yapılmamasını istemesi tutumlarının göstergesidir. Oysa saltanat-hanedan yönetimiyle dinci düzenlere baksalar ya. Türkiye’de de benzerleri olsaydı günümüz yöneticilerinden çoğu milletvekili, bakan, yönetici vd. olabilirler miydi? Irkçı-ayrılıkçı bölücü ve yıkıcılar cumhuriyetin kaynaştıran özelliği olmasaydı günümüzdeki eşitliği yaşayabilir, olanaklara kavuşabilir miydi? Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözündeki gerçeği, içtenliği, insanlık ve çağdaşlığı anlamayanlarla anlamak istemeyenler cumhuriyetin neler getirdiğini iyi değerlendirmelidir.

Cumhuriyete sahip olmak kadar onu korumak, güçlendirmek de önem taşımaktadır. Bu bağlamda son günlerde görevini yerine getiren Anayasa Mahkemesi’ne kararları nedeniyle yöneltilen çirkinlikleri cumhuriyetin hukuk devleti ve lâik niteliğiyle bağdaştırmak olanaksızdır. Cumhuriyeti temsil eden iktidarın öncülüğü ve kışkırtmalarıyla başlayan saldırılar kimilerinin iğrenç yüzünü bir kez daha ortaya koymuştur. Lâik cumhuriyet karşıtlarının iktidarı ele geçirmelerinin, yönetime oturmalarının sakıncaları açıkça görülmekte, yaşanmaktadır. Kadrolaşma, partizanlık, baskı o ölçüde artmıştır ki yargılama işlemlerine, raporlara, görüş ve yazılı düşüncelere kadar yansıyan yandaşlıklar izlenmektedir.

Kötü gidiş

Başbakanın gezilerinden önce ve gezisi günlerinde güneydoğu illerinde izlenen taşkınlıkların demokratik tepkilerle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar, önceden de belirttiğimiz gibi, ayaklanma deneyimleridir. İktidar, ekonomik çöküntü olasılıklarını nasıl gözardı ederek yerel yönetim seçimlerinde elinin rahat olmasını istiyorsa, anayasal önlemleri savsaklayarak demokratlık taslama düşüncesindedir. Taşıtların kundaklanması Finlandiya’nın Başkenti Helsinki’deki Büyük elçiliğimizin kundaklanmasına kadar tırmanmıştır. Çocukları kullanarak devlete karşı eylemlerini sürdüren kürtçülerin söylem ölçüsüzlük ve sorumsuzluğu da hiçbir kural tanımamaktadır. İktidar bu patavatsızlıklara karşı anlaşılmaz bir duyarsızlık sergilemektedir. Ahmet Türk, “soykırım” savını belirgin dönüşlerle savunurken yandaşları ondan daha ileri giderek anlam değişikliğine çalışmaktadır. Sözlü kınamalar ve tepkiler cılız kalmaktadır.

Ülkenin bölünmesi istemli görüşleri TBMM üyelerine broşürle iletilmektedir.

Ekonomik güçlüklerin, iş çevrelerinin yakınmalarının ve isteklerinin gereken ilgiyle karşılandığı söylenemez. İktidar para almaktan ve istediği gibi harcamaktan başka bir şey düşünmemektedir. Borçlar ve açıklar artmakta, yaşam güçlüğü giderek ağırlaşmaktadır. Gerçekçi ve olumlu hiçbir önlem yoktur. Yakıt zamlarıyla, kimi kamusal görevlerin ertelenmesi, kaldırılması yoluyla direnme sürmektedir.

Başbakanın yayımladığı “Bir ve beraberiz, 70 milyon kardeşiz” ilân-Reklâmının inandırıcılığı var mı? Aynı din ve mezhepten olup da kendilerine karşı olanlara düşman gözüyle bakan, her tür siyasal ayrımcılığı ve ayrıcalığı kışkırtan, partizanlıkta sınır tanımayan kimselere nasıl inanılıp güvenilir? Tören ve belli gün konuşma ve iletileri nasıl içtenlikli olabilir?

Haftanın olayları

Çelişkiler, aykırılıklar ve tartışmalarla başlayan Ergenekon soruşturma ve kovuşturması gürültülü duruşmalarla sürmektedir. Yargının gölge almaması, hukukun dışlanmaması dileklerimiz yineliyoruz.

Anayasa Mahkemesi’ne dâva açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın “delilleri tahrif ettiği”ne ilişkin çirkin suçlamaya yanıtı gerçekleri göstermektedir. Hukuktan anlamayan, ancak hukuk öğrenimi diplomasını şöyle ya da böyle almış olabilecek kimileriyle gazete köşelerine çöreklenen kimilerinin uluorta yazıları, suçlamaları sorumsuzluk örnekleri olarak kalacaktır. İktidar şakşakçıları Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını isteyecek kadar kendilerinden geçmişlerdir.

Hüseyin Üzmez dâvasındaki Adlî Tıp raporu tartışılacaktır.

Rektör seçimlerine ilişkin Cumhurbaşkanı’nın görüşlerinin siyasal kesimce ciddiye alınacağını sanmıyoruz. Fakültelere dekanını, üniversitelere rektörünü kendi öğretim üyeleriyle seçtiremeyen bir düzenin özerkliği de gerçek değildir. Öğrenci konseylerinin de hukuksal tüzelkişiliği, bağımsızlığı yoktur.

Üniversite bütçelerine ayrılan ödeneklerin siyasal yandaşlık gözetilerek yapıldığı yazılmaktadır. Çelişki, aykırılık nerede yok ki?

CHP’nin yapısını yenileme çalışmaları yaptığı bildirilmektedir. Yeniden yapılanma gençleşme ve güçlenme demektir. Ancak, anlayışın, tutumun, kadronun ve yöntemin de yenilenmesi gerekir.

Kimi çevreler hâlâ dincilerden ve Kürtçülerden oy bekliyor. Soy ve inanç sömürüsü yapan kuruluşlar için etkin yaptırımlar olmazsa bunlar bildiklerini okumaktan vazgeçemezler. Yandaşları da başkasına oy vermez. Oy alacağını, tırtıklayacağını sanarak ilkelerinden ödün verenler de asla ilerleyemezler. Türkiye’de din kullanılarak oy alanlara özenenler aldanır. Yine olmayan “Kürt sorunu” söylemini kaparak oy artıracağını sananlar da aldanır. Türkiye’de Kürt sorunu yoktur. Kürtlerin sorunları vardır. Türklerin de sorunları vardır. Herkesin sorunu vardır. Kürtçüler yapay sorunlar yaratarak ayrı devlet amaçlarını gerçekleştirmek için aşama aşama ilerlemek istiyor. Bunu anlamayanların siyaset yapmaları da boşunadır. Cumhuriyetin 85. yıldönümünde bölücü, ayrılıkçı, yıkıcıları etkin biçimde uyarmak zorunluluğu açıktır.

Bir kez daha vurgulayalım: Cumhuriyet en büyük Türk Devrimi’dir. Cumhuriyet’i Atatürk’ten, Atatürk’ü Türkiye’den ayırmak olanaksızdır. Biz yürekten cumhuriyetçiyiz. Tüm nitelikleriyle bir bütün olan lâik Atatürk Cumhuriyetçisiyiz. Sözle cumhuriyetçi olunamaz. Olunsaydı günümüzdeki durumlara düşmezdik. Gerçek cumhuriyetçiler Atatürkçüdür.

Kitap

Okurlarımıza yayınlar konusunda yardım görevimizi sürdürüyoruz. Prof. Dr. Hamza Eroğlu’nun Atatürk ve Cumhuriyet adlı kitabıyla Türk İnkılâp Tarihi adlı kitabının yeni baskıları yapıldı. Yararlı kaynaklar niteliğiyle iki kitabını da salık veriyoruz.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi önceki Dekanı Prof. Dr. Necdet Adabağ’ın Nıccolo Machiavelli’den çevirdiği Hükümdar adlı kitabı da öneriyoruz.

İsmet Görgülü’nün “Çanakkale İlk Günde Biterdi” adlı kitabı da yararlanılacak kitaplardan biri olarak Bilgi Yayınları arasında satışa sunuldu.

http://www.turksolu.com.tr/210/ozden210.htm

***

Atatürk Hep Yaşayacak


Atatürk Hep Yaşayacak



Yekta Güngör Özden
10.11.2008

Sayı:211


İnsanımızı kul-kölelikten yurttaşlığa, toplumumuzu ümmetten ulusa yükselten, başarıp kazandırdıklarıyla Türkiye’mizi güvenilir, saygın, onurlu bir ülke durumuna getiren lâik cumhuriyetimizin 85. yılında kurucusu Büyük Atatürk’ü özlemle, en iyi duygularla anıyoruz. Yılda bir gün cumhuriyeti, bir gün Atatürk’ü anmak cumhuriyetci ve Atatürkçü olmaya yetmiyor. Söylem ve eylem tümlüğüyle içtenlikli, yürekli ve Atatürk’e yaraşır durumda olmadıktan sonra biçimsel duruşların hiçbir önemi yoktur. Türkiye’yi Türkiye yapan ilkeleri yıkılmaya çalışılırsa, Atatürk unutulup unutturulursa, armağan ve emaneti korunmazsa, gösterdiği yönden çizdiği yoldan ayrılınırsa, alaya alınıp karalanıp kötülenirse, düşünce ve inanç özgürlükleriyle demokrasi ve insan hakları sömürülerek her tür, biçim ve kılıkta Türkiye ve Atatürkçülük düşmanlığı yapılırsa, saldırılar yönetimi ele geçiren karşıtlarından, kimi kuruluşlardan, kimi yaşam, varlık, soyadı, konumlarını Atatürk ve arkadaşlarına borçlu olduklarını yadsıyan üniversite öğretim üyelerinden gelirse geleceğe ilişkin umutlar gölgelenir.

Cumhuriyetin ve Atatürk’ün değerini bilmediğimizi üzülerek yinelemeyi gerçekçiliğin gereği sayıyoruz. Atatürk Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşmış, evrensel kişiliği olan en yaraşır ulusal simgemizdir. Mustafa Kemal, yurtseverliği ve ileri görüşlülüğüyle 30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Savaşı’yla kazanılan zaferin açtığı yolda, gençliğinden beri düşündüğü güzellikleri gerçekleştirmeye koyulmuş, 1 Kasım 1922’de anlamlı ve sert uyarısından sonra TBMM’nin saltanatı kaldırma kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Barış Antlaşması, onu da 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilânı izlemiştir. “Ya istiklâl ya ölüm!” denilerek güçlüklere, yoksunluklara, isyanlara, ihanetlere karşın kazanılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız “Türk Mucizesi” olarak nitelenmiş, bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlikle uygarlık ve çağdaşlığı kapsayan Türkiye Aydınlanması amaçlı insanlık uğraşı, dünya ölçüsünde örnek olmuştur. Atatürk baskıcı rejimlere yönelmemiş, alkışlara kanmamış, gösterişe kaçmamıştır. Her sözünü tutmuştur.

Ne var ki günümüzde Çanakkale Savaşları’nı Mustafa Kemalsiz anlatan aymazlarla iktidar şakşakçısı bağnaz rehberler, Atatürk’ün yüceliğini, seçkinliğini, eşsizliğini vurgulayacak çabalarını geçiştirip şeriatçılarla iktidarcı döneklerin eleştirdiği doğal yanlarına ağırlık veren belgeselciler türemiştir. Atatürk’ün hiçbir övgüye, savunmaya gereksinimi olmamasına karşın nankörlere, değerbilmezlere, çıkar, mevki-makam, rütbe, unvan, san düşkünlerine söylenecek çok söz vardır. Onların düzeyine inmeden. Tarihsel gerçekleri tersine çevirmeye çalışan, Osmanlı’nın enkazını kaldırıp küllerini temizleyerek yeniden kurulan devletin zamanını, olanaklarını, koşullarını gözetmeden eleştiren sözde aydınlar, Türklüğe ve insanlığa yakışmayan durumlara düşmüşlerdir. İnanç sömürücüleriyle yıkıcıları tabulaştıranların Atatürk ve arkadaşlarına söyleyecek hiçbir sözleri olamaz. Bu tiplerin Atatürk’e övgüleri bile sövgü sayılır. Bunlara sayfalarını, kürsülerini, ekranlarını açanlar, olarak sağlayanlar, şımartanlar, tutum ve davranışlarıyla bahane verenler utanmalı, düşünmeli ve ne yaptığını bilmelidir. Tepki vermeyenler, susanlar, korkanlar, kaçınanlar, sinenler, iktidara el açanlar, yaranma yarışına girenler, yanaşanlar, kişiliksizliği ve aşağılanmayı içine sindirenler, çıkarlarına yenik düşerler, kullanılanlar, maşa ve kukla yerine konulanlar, kiralanıp satın alınanlar, bağnazlar, yobazlar, sapkınlar, vicdanları kararanlar, günümüz Damat Feritleri, Vahdettinleri, Ali Kemalleri, Dürrizadeleri ulusun nefretinden kurtulamaz.

Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşları’nda iki altın madalya ile ödüllendirilen başarıları kazandığı için mi suçlu? Mondros Ateşkesi’nin Osmanlı Devleti’ne kötülüklerine karşı Sarayı uyardığı, gençliğinden beri tasarladığı Türkiye’yi kurmak için Samsun’a çıktığı, milletin anılmadığı bir zamanda, milleti “sürü” kendini “çoban” yerine koyan Padişah-Halife görevdeyken “Bu milletin istiklâlini yine bu milletin azim ve kararı kurtaracaktır” diyen Amasya Genelgesi’ni yayımladığı, hukuk yolunu izleyerek Erzurum, Sivas Kongrelerini topladığı, cumhuriyetin kuruluşu sayılan TBMM’ni açtığı için mi suçlu? TBMM ordularının Başkomutanı olarak Sakarya Savaşı’ndan sonra Dumlupınar Meydan Savaşı’nı kazanarak düşmanları yurdumuzdan attığı, isyanları, ihanetleri ve tüm yoksunlukları göğüsleyerek bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü kazandırdığı, ulusal egemenlikle bize kendi kendimizi yönetme olanağı verdiği için mi suçlu? Temelini Atatürk ilkelerinin oluşturduğu Türk Devrimi ile her alanda yenilikleri gerçekleştirdiği, yurttaşlarımızı devletin sahibi yaptığı, kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı verdiği, 10. Yıl Marşı’nda vurgulanan atılımları gerçekleştirerek bugünleri hazırladığı için mi suçlu?

Düşünce, din ve vicdan özgürlüklerini laiklikle güvenceye kavuşturup sömürülmelerini, kötüye kullanılmalarını önlediği, Devrim yasalarıyla çağdaşlığın gereklerine ulaştırdığı, Allah, Peygamber ve İslâm dini için en güzel, en anlamlı sözleri söylediği, imam hatip okullarıyla İlâhiyat Fakültelerinin açılmasını yasaya koydurduğu için mi din düşmanı? Zamanında Almanya’dan Türkiye’ye 150’ye yakın bilim adamı sığındığı, Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ile Serbest Fırka’nın kurulmasına olur verdiği için mi diktatör? Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurduğu, Yunanlıların yakıp yıktıkları camileri onarttığı, Kur’an çevirisinin yapılmasını isteyerek “Benim halkım dindar olmalıdır” dediği için mi din karşıtı? 1930’ların dünya ekonomik buhranından Türkiye’yi esenliğe çıkardığı, fabrikalar, demiryolları, köprüler, yollar, uçak alanları, bankalar, okullar, halkevleri, millet mektepleri, üniversite açtığı, Tarih Kurumu ile Dil Kurumu’nu kurdurduğu için mi çağdışı? Türklüğün onurunu yükselttiği, yabancı devlet büyüklerinin Türkiye’ye gelerek kutladığı, Yunanistan Başbakanı’nın Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdiği, UNESCO’nun iki kez üye ülkelerde doğum yıldönümü 1981’de törenlerle anılmasına oybirliğiyle karar aldığı için mi tutucu ve gerici? Üç tür okulu, beş tür mahkemeyi, onbeş tür nikâhı kaldırdığı, insanımızı tutsaklıktan kurtardığı, kapitülâsyonlarla ezilmemizi önlediği için mi kusurlu? Yurdu kurtarıp devlet kurduğu, Başöğretmen olduğu, cumhuriyetle her katı her yurttaşa açtığı, eşitliği getirdiği için mi suçlanıyor?

Hiçbir sömürüye geçit vermediği, teröre, yoksulluğa, yolsuzluğa, soyguna, hırsızlığa, yalana-dolana, yobazlığa, bağnazlığa, ahlâksızlığa, adaletsizliğe, namussuzluğa, hortuma engel olduğu, iktidar gücünü kötüye kullanmadığı, yalan söylemediği, ulusunu aldatmadığı, mal-mülk peşine düşmediği, rüşvet yemediği, kamu mallarını sattırmadığı, devlet olanaklarıyla eş-dost, akraba, yandaş beslemediği, yapamayacağı işin sözünü vermediği, silâhlı kuvvetlere siyaset sokmadığı, yargıya etki ve baskı yapmadığı-yaptırmadığı, çalıp çırpmadığı, savurmadığı için mi karalanıyor? Şeyh Sait isyanını bastırdığı, Hatay’ı yurdumuza kattığı, her şeyini Ulus’a bıraktığı için mi? İslâm cumhuriyeti değil, insan cumhuriyeti, Türkiye cumhuriyeti kurduğu için mi?

Yaptığı iyilikler, önlediği kötülükler saymakla bitmez. Onbeş yıla sığdırdıklarını başaran başka ülke yoktur. İnsanlığa, barışa, uygarlığa, adam olmaya verdiği önem unutulamaz. Askerler, kadınlar, öğretmenler, sanatçılar, sporcular ve gençler için söyledikleri tüm sıcaklığıyla bilincimizdedir. Anzaklar için söyledikleri dünyanın beğenisini toplamıştır. Partizanlık yapmamış, görevinde yansızlığını korumuş, kimsenin ekmeğiyle oynamamış, sorun yaratmamıştır. Diktatörler döneminde demokrasiye öncülük etmiştir. Çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok hukuklu bir toplumdan çağdaş ulusu oluşturarak tutsak ve geri kalmış toplumlara Türkiye’yi ve Türkleri örnek göstermiştir. Askerlikten siyasete, eğitimden ekonomiye, sanattan spora her alana el atarak gelişmelere özendirmiş, kalınma atılımlarını desteklemiş, hepimizi her yönden en iyi biçimde temsil ederek en yaraşır ve yararlı biçimde yönetmiştir. Yeni yazıyı (abc’yi) yürülüğe koydurarak bilimin kapılarını açtırdığı, basın özgürlüğünü savunduğu, Arapçanın karanlığından, arap milliyetçiliğinin saldırganlığından koruduğu, milliyetçi, halkçı, devrimci olduğu, “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir- En gerçek yol gösterici bilimdir- Türk olduğum için övünüyorum- Ne mutlu Türk’üm diyene!” dediği, Müdafaa-ı Hukuk ruhu, Kuva-yı Milliye ateşiyle Anadolu İhtilâli’ni zafere taşıdığı, manda önerilerini geri çevirdiği, Misak-ı Milli’den sonra Misak-ı Maarif’i ve Ekonomi Misakı’nı benimsediği, Sevr’i tarihin çöplüğüne attığı için mi suçlu? Tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni, tam bir halk demokrasisi olan cumhuriyeti karşı çıkanlara aldırmayarak ilân ettiği için mi?

Özetlersek, bayrağımızı yere düşürtmeyip daha yükseklerde dalgalandırdığı, istenmesine ve beklenmesine karşın padişah-halife olmadığı, TBMM’ni açık tuttuğu, Emperyalist-yayılmacı-sömürgeci dış güçlerin kutsal toprakları ele geçirmesini Engelleyerek Müslümanların Hıristiyan olmalarını önlediği, camilerimizi kilise yaptırmadığı, yaşamımızı, namusumuzu, onurumuzu kurtarıp koruduğu, Batı’nın önünde eğilmeyip onların eğilmesini sağladığı, kendini halkının üstünde görmediği, halkına danıştığı, köylüyü ve çiftçiyi memleketin efendisi saydığı, onları dışlamadığı, azarlamadığı aralarında bulunmaktan mutluluk duyduğu, yenilikleri halkına danışıp görüşlerini alarak kotardığı, dalkavukluğa yüz vermediği, Müslümanlar içinde inancını en iyi yaşayanların Türkiye’liler olmasını gerçekleştirdiği, tutum ve davranışlarıyla herkese iyi örnek olduğu için mi suçlanıyor, ihalelere karışmadığı, kimseyi kayırmadığı için mi?

Aklı, ahlâkı, vicdanı, insanlığı, onuru, yurttaşlık bilinci, temiz inancı, değerlendirme yetisi olan hiç kimse Atatürk’ü suçlayamaz. Saldıranlar küstahtır, sapkındır, alçaktır, insan ve Türk değildir. Türkiye, Türklük ve Türk Devrimi düşmanlarının çabaları boşunadır. Sözde dostların, işbirlikçilerinin siyasal ve ekonomik baskılarla sonuç alma istekleri kursaklarında kalacaktır. Törenden törene Atatürkçü olanların, yapaylıklarıyla kınanan, sözlerini ve antlarını unutanların yalanları da işe yaramayacaktır. Atatürk karşıtı iktidarın gücü ve desteği de kötüleri başarılı kılmayacaktır. Atatürkçülüğün erdemi egemen olacak, Atatürk güneşi Türkiye’nin ufkunu sonsuza değin aydınlatacaktır. 

Türkiye Atatürk’tür, Atatürk Türkiye’dir.



http://www.turksolu.com.tr/211/ozden211.htm

***

Damlalar


Damlalar



Yekta Güngör Özden
17.11.2008

Sayı:212


Yapımcısının, destekçileriyle savunanlarının kişiliklerini, duygu ve düşünce yapılarıyla amaçlarını ortaya koyan saçma-sapan bir filmin neden olduğu tartışmalar sürmektedir. Abartılı, anlamsız yetersizliklere bağlı yorumlar ve gerçekleri tersine çevirme oyunlarıyla zaman yitirten film için meslektaş ve arkadaş dayanışmasıyla Türkiye Cumhuriyeti karşıtlarının ağız birliği dışında ele alınıp değinilecek bir belirti yoktur. Atatürk’ü insanüstü bir varlık göstererek bu anlayışa aykırı düşen insanî davranışları aşağılamak ve küçültmek için birleştirmek Türk Ulusu’na kötülüktür. Atatürk insanüstü bir varlık değildir. İçimizden biridir, bir halk çocuğudur. Atatürk İlkeleri adıyla nitelenen düşünceleri Türkiye’mizi Türkiye yapan özgün düşün dizgesidir, asla dogma değildir. Kendini sürekli yenileyen akıl ve yürek gücünün yansımasıdır. Stalin’i, Hitler’i, Mussolini’yi, Salazar’ı, Franko’yu, Tito’yu, Abdulhamit’i, Almanya’dan sığınan bilim adamlarını, hukuk yolunu izlemesini, dâvalara asla etki yapmamasını, yasalar içinde yaşamını unutup diktatörlükle suçlamak; Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar Savaşlarını göz ardı edip korkaklıkla suçlamak, Padişah-Halifeye karşı gelişini, Sadrazam’a “Hainler” diye telgraf çekişini, düzenlediği kongreleri, TBMM’ni açışını bilmezlikten gelmek; isyanların bastırılmasını, suikastların önlenmesini, İngiliz subaylarını tutuklatıp Malta sürgünlerinin yurda dönmesini sağlamasını unutarak yorumlara girişmek başarı değil yetersizliktir. Evrensel kişiliğini karalama çabaları boşunadır. Şeriatçı ümmetçilerle, ırkçı bölücülerin, yıkıcıların, düşmanların alkışlayacağı yapımlar bizden değildir, bizim olamaz. Doğal insanlık davranışlarını, kişisel özellikleri kötüye kullanarak yansıtmanın da insanlıkla bağdaştığı savunamaz. Ataürk’ün kadınlara saygısını, evlât edinmelerini, Vasiyetnamesindeki açıklıkları bile bile kadın düşkünü, hiçbir sapması olmamışken içkici göstermek, arkadaşlarına karşı acımasız, bencil tanıtmak çirkinliktir. Cumhuriyetin ilânına karşı çıkışlar, devrimleri engelleme, Halife-Padişah yanlılığı, partiler yoluyla demokratikleşmeyi gericilikle geçersiz kılma çabaları, Padişah-Halife olması önerileri, TBMM gizli oturumlarında söylenip yapılmaya çalışılanlar, suikast girişimleri, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Musul için savaşın sakıncaları göz ardı edilmiştir. Daha neler neler. Gelecek kuşakları Atatürk bilincinden soyutlamak için yapılanlar yeterli görülmeyip konuşmalar, yazılar, kimi etkinliklerle bir, benzersiz, eşsiz olan Atatürk “Başka Atatürk- Öteki Atatürk” olarak gözden düşürülmek, gönüllerden silinmek istenmektedir. Türk Ulusu için değeri ölçülemez, tanımlanamaz, kötülere, kötülüklere aldırmadan ama karşılıklarını, yanıtlarını vererek, gerçekleri anlatarak, doğruları savunarak, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı gözeterek bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, aydınlanma, ahlâk, adalet, onur, kişilik, saygınlık, güven, atılım- devrimi, insanlık, kardeşlik, dostluk, eşitlik, bilimsellik, yurtseverlik demek olan Atatürk’ü her zaman, her durumda, her koşulda savunacak, sevecek, sayacağız. Ne ölçüde özlenip arandığı 10 Kasım’larda karşıtlarını düşündürüp utandıracak düzeyde somutlaşmaktadır.

Kötü Gidiş

Yaşam koşullarını ağırlaştıran zamlar birbirine eklenip kartopu gibi büyüyor. Yaklaşan yerel seçimlerde aldatma yöntemine başvurulacağı şimdiden belirginleşiyor. Önce zam yapmak sonra indirmek. Siyasal oyunların sonu gelmiyor.

İktidar partisinde kırılmalar başladı. Tersliklerin sürgitliği beklenemez. İpin bir yerden kopacağı unutulmamalı. Güneydoğu sorunlarını “Kürt sorunu” diye dayatarak sonuç almak isteyenler Başbakanın yetersiz de olsa kendilerini doyurmayan tutumuyla karşılaşınca itirazlar ve bahaneler başladı.

AB raporları kendi amaçlarına uygun açılımlar için dolduruluyor. Gerçek sorunlar, gerçekleşmesi yarar getirecek durumlar için çıt çıkmıyor. Yargı bağımsızlığı, sağlık ve çalışma sorunları, eğitim-öğretim gerekleri, ekonomi çalkantıları gereken ilgiyi görmüyor. Ekonomik krizin giderek ağırlaşan yükü 2009 için tehlikeler çağrıştırıyor. AB, ABD dayatmaları bitmiyor. IMF reçetelerinin yararsızlığı bilinmesine karşın ilişkiler sürüncemede tutuluyor.

“ Mübadele”nin ulus birliğini güçlendirmesiyle azınlıkların insanlık ve çağdaşlık düzeyine etkisi birlikte savunulmuyor. Irk ve inanç ayrımı gözetmeyen ulusal yapı Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün ürünüdür. Kimi yazılar, kimi söylem ve sözler, kimi belgesel nitelikli rezalet sayılacak girişimlerle yadsınmak istenen gerçeklerin içinde “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözü Atatürkçülüğün erdemini yansıtmaktadır. Mübadelenin yanları için elbet yararları olmuştur ama ulusal yapı mübadele ile sağlanmış değildir. Azınlıklarla bir bütünlük sağlanmıştır.

Atatürk gibi dünyada örneği olmayan bir büyüğüyle kıvanç duyup övünmek varken başka lider arayanlara şimdi de Obamacılar katıldı. Önceleri Bush’u övenler şimdi tam dönerek Obamacı oldu. Obamacı olmalarının yüzde biri kadar Atatürkçü olamadılar. Katılıkları, kıskançlıkları, koşullanmışlıkları, bağımlılık ve bozuklukları, çıkarcılıkları, bilgisizlik, yetersizlik ve niteliksizlikleri, kişiliksizlik, aymazlık ve bağnazlıkları, saplantı ve sapkınlıkları, nankörlük ve onursuzlukları, maşa ve kukla oluşları, ahlâk ve terbiye düzeyleri, yürekleri ve beyinleri onları sürüklemektedir. Düşecek, çürüyecek, bitecekler. Yedikleri ekmeği, içtikleri suyu, soludukları havayı yadsıyanlar, içinde yaşadıkları topluma yaraşır olmaktan çıkanlar, nereden nereye, nasıl ve kimlerin sayesinde geldiğini bilmeyenler, yükümlülüklerini unutanlar elbet unutulacaktır.


http://www.turksolu.com.tr/212/ozden212.htm


***


CURCUNA.,


CURCUNA.,


Yekta Güngör Özden
08.10.2007

Sayı:157


Uzay çağında toplumsal ilkellik belirtisi olayların içinde, yüzüyoruz. Karşılaştığımız durumların çoğu Türkiye’mize yaraşır olmaktan uzak. Özellikle siyasal bağlamdaki çekişmeler, tartışmalar ve karşıtlıklar demokrasiden birşey anlamadığımızın canlı göstergesi biçiminde birbirine ekleniyor. İktidarın direnmeleri, muhalefetin iç kavgaları, halkımızın çektiği ve günden güne ağırlığını artıran güçlükler. İktidar yandaşlığı açık medya kesiminin yanıltıcı çabaları gerçeğe ulaşmamızı engelliyor. Hukukçuların değişik nedenlere bağlı değişik görüşleri de kimseyi doyurmuyor. Bir karışıklık, bir karmaşa sürüyor, kimse kimseyi dinlemiyor. Tayyip bülbülleri 21 Ekim şarkısı söylüyor.

Baskılar-Dayatmalar

Türkiye’yi sevmeyenler-sevemeyenler, Türkiye karşıtlarının çağrısı üzerine ya da kendiliklerinden yurtdışından gelerek yıkıcı-bölücülerle şeriatçı, ırkçı, darbeci Kürtçülere destek gösterisine girişiyorlar. Sakıncalı, zararımıza ne varsa yanlarında yabancı militanlar var. Başka önemli olaylara ilgisizler. Rektör, yargıç, hekim, mühendis, işçi, öğrenci, memur, asker yargılanırken kılları kıpırdamayan Avrupalılar; çözümlenmesi beklenen önemli sorunlar için suskunluklarını sürdüren yabancılar işlerine gelen entüpüftan konularda gözlemci, danıştan denetçi kesilerek Türkiye’nin içişlerine karışıyorlar. Genelkurmay Başkanı’nın siyaset değil görevi gereği olan görüşlerine karşı çıkıp Türkiye düşmanlarını tutuyorlar. Silâhlı Kuvvetlerin siyasete müdahalesi yorumlarını yapıp demokrasi sömürücülerini -eleştirecek yerde- kışkırtıyorlar. Kara Kuvvetleri Komutanı’yla Genelkurmay Başkanı’nın katıldığımız görüşlerinden rahatsız olan sözde dostlar baskılarına, dayatmalarına hız verdiler. Abdullah Gül’ü Strazburg’a çağıran Avrupa Komisyonu Parlamenterler Meclisi Başkanı Van der Linden “Askerin siyasal rol üstlenmesi kabûl edilemez” derken Bn. Roth da Kürtçülerin Meclis’ten kovulmak istendiklerini ileri sürüyor. Ama hiçbirisi biçimsel demokrasinin, lâikliği dışlayıp ya da kâğıt üzeride bırakıp ılımlı islâm savıyla dinci diktatörlüğe geçiş kalkışmalarını eleştirmiyor. Ümmet düzeni, şeriat uygulamaları, Ramazan manzaraları, oruç tutmayan ve tutamayanları dövmek, kültürel farklılık adı altında ırk ve inanç ayrımcılığını tırmandırmak, terörü yaymak, tarikat ve cemaat yapılanmasına çalışmak, işsizlik, üniversite özerkliği, yargı bağımsızlığı onları asla ilgilendirmiyor. Ama düşünce özgürlüğü adı altında Türklüğe hakaretin serbest bırakılmasını istiyorlar.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde konuşan Abdullah Gül’ün sorulara yanıtlarındaki tutukluğu ve zayıflığı dikkat çekici. Avrupalıların ikilemleri, taraf tutmaları, sözlerinde durmamaları, oyalamaları, Türkiye karşıtlıkları konularında güçlü çıkışlar, etkin eleştiriler yapamadı. Ödün verici biçimde konuştu. Gezinin en olumsuz yanı sıkmabaşlı eşini uluslararası protokole sokması idi. Yalnız Batı’nın değil, tüm dünyanın gözünde Türkiye artık bir islâm devleti olarak nitelendiriliyor. Lâik ve modern Türkiye, ülkesi, ulusu ve devleti için beklenen davranışı göstermeyen kişiler yüzünden yanlış tanınıyor. Özveri değil, doğal bir gereksinim cumhuriyetin niteliğine uygun Cumhurbaşkanı eşi olarak toplum karşısında ve içinde bulunmaktır. Seksen yıllık kanıyı olumsuzluğa dönüştürmek kimsenin hakkı ve haddi değildir. 27 Eylûl’de İstanbul Atatürk Havalimanı apronunda namaz kılan cüppeli ve kara çarşaflılar Türkiye’nin yüzünü kararttılar. Millî Eğitim Bakanlığı’nın sıkmabaşlı küçük öğrencilere bulduğu bahane gibi buna da bir bahane bulacaklardır. Yavaş yavaş alıştırıyorlar.

Malezya-İran-Afganistan

Asya’nın güneyinde, Türkiye’nin yarısı büyüklüğünde, 25 milyon nüfusunun yarısından biraz fazlası Müslümanlardan oluşan Malezya’nın ülkemizden birçok farklılıkları olmakla birlikte ekonomik çabalarının başarıya ulaşması sonucu kimi ilerledikleri alanlar da var. Temelde ve genelde benzetilmesi olanaksız iki ülkenin son günlerde Türkiye’deki dinci açılım nedeniyle yan yana getirilmesi dinciliğe kayış ve köktendinci yaşam biçiminin giderek artması, dinci baskıların yaygınlaşıp güç kazanmasıdır. Yöneticilerimizin tersini savunmalarına karşın ülkemizin Malezya ile yetinmeyeceğini gösteren olumsuzluk belirtileri birbirini izlemektedir. Aydınları böyle dağınık ve birbirine karşı, siyasetçileri aymaz kimi insanları çıkarcı ve değerbilmez oldukça İran da olunur, Afganistan da. 21 Ekim halkoylaması bu kuşkuyu haksız çıkarırsa mutlu oluruz. Örnek gösterilen Türkiye niçin kötü örneklere bağlansın?

Niye inkâr ediliyor? Giysi ve sıkmabaş yönünden Malezya’yı geçeli yıllar olmadı mı? İstanbul’un kimi semtleri, giderek Ankara’nın cadde ve sokakları, kimi il ve ilçelerimiz kadın giyimi yönünden köylerden bile geri değil mi? Malezya nüfusunun çoğunluğu Müslüman ama Hintliler, Çinliler, Pakistanlılar, başka ülkelerden olanlar da var. Türkiye’nin büyük çoğunluğu müslüman. Beklenen, anayasal destek. Onu sağlarlarsa dincileri kimse tutamaz. Baksanıza “Liberaller AKP tabanının istemlerini evrensel özgürlükçü dile çevirerek meşrûlaştırıyor” diyen teorisyenleri(!) var. Bağımsızlığı, özgürlüğü, evrenselliği, modernleşmeyi, dili, meşrûiyeti (geçerliği) yozlaştıran bu amaçlı kötü görüşler, geleceğimizin nasıl çizilmek istendiğinin kanıtıdır. Kadınlarımız daha önce dinsiz ve ahlâksız mıydı? Ayıp.

21 Ekim Halkoylaması

IMF ile bağlarını kopardıktan sonra ekonomik gelişmesi hızla ve gerçekçi biçimde büyüyen Arjantin yanında Türkiye dış ticaret ve câri açıklarıyla, ikiye katlanan borçlarıyla hiç içaçıcı bir görünüm vermiyor. Ustaca bir gündem değişikliğiyle en önemli sorunların çözümü bırakılıp gereksiz bir anayasa tartışması sürdürülüyor. Abdullah Gül’ü Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçtiremeyen iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin kararını çirkin biçimde eleştirdikten sonra kızgınlıkla bir Anayasa değişikliğinin halkoyuna sunulmasına neden oldu. Anayasal tümlüğü, ilgili organların ilişkilerini, ilgili kurallarla uyumu gözardı eden anayasa değişikliği, seçmeni aldatan “Doğrudan demokrasi, Cumhurbaşkanını artık halkımız seçecek” sloganlarıyla savunulup dayatılıyor. Halkoyuna tümü sunulan 5678 no.lu Yasa’nın geçici 19. maddesi bu yasanın kabûlünden sonra 11. Cumhurbaşkanı seçiminin yapılacağını söylerken, Başbakan da 12. Cumhurbaşkanı için uygulanacağını söylüyor. Başbakanın sözüyle Yasa kuralı, kabûl edilirse ulusun istenciyle yürürlüğe girecek Anayasa kuralı çelişiyor. İktidar, kendi kusurunu Yüksek Seçim Kurulu’na ve hukuka aykırı biçimde kaldırtmak istiyor. Oysa Anayasa değişikliğini öngören bir yasa ile çarpıklığı düzeltip uygulamanın 12. Cumhurbaşkanı seçimi için olacağı belirtilerek zaman yitirten tartışmalara son verilebilir. Başbakan ne Meclis, ne Anayasa, ne de yasadır. Sözü ancak kendini ve kendi gibi düşünenleri bağlar. Hükûmet ve partiler anayasa değişikliği de öneremez. Anamuhalefetin uzattığı eli tutup anayasal sorun giderilmelidir. Tersine tutum, ilkelliği çağrıştıran inat ve zıtlaşma şimdi TBMM’ce 28.8.2007’de seçilen Cumhurbaşkanını güç durumda bırakır, değişik söylemlere, görüşlere, öneri ve eleştirilere neden olur. Cumhurbaşkanının konumu, katın özelliği ve saygınlığı gözetilerek bu tutarsızlıktan kaçınılmalıdır. Ama onlar tatili yeğliyor. Halkoylaması sonucu yerine getirilmeden onu geçersiz kılacak hiçbir düzenleme yapılamaz.

Ilımlı İslâm Gösterileri

Anayasa Mahkemesi, siyasal parti hesaplarını denetlerken dini siyasete âlet ederek iftar yemeği veren bir siyasal partinin iftar masrafı tutarındaki parasının Hazineye gelir yazılmasına karar vermişti. 1961 Anayasası dönemindeki bu duyarlığın hukuksal dayanağı sonradan kaldırıldı. Cumhurbaşkanı Gül, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde şehit aileleriyle gazetelere iftar yemeği verdi. Lâik bir hukuk devleti niteliğiyle bağdaşmaz bu tutum, şirin görünme çabası kadar dinsel yandaşlık ve dinci tırmanmanın da bir göstergesidir. Hakkındaki olumsuz söylentilerin doğru olmadığını kanıtlamak çabasıyla Abdullah Gül’ün konuşmaları, tutumu, eşinin sıkmabaşlı olarak yanında bulundurması değişmediğini, değişmeyeceğini göstermektedir. Gönül almak için verdiği iftar yemekleri öyle. İftar yemeğini dışarıda kişisel olarak verebilirdi. Duygu sömürüsüyle hiçbir yere varılmaz. Şehit ailelerini ve gazilerimizi devletin temsil ettiği katta ağırlamaktan önce şehit vermeyi önleyecek çabalar gerekir. Irak’la imzalanan zorunluyu dışarıda bırakan anlaşma ortada. Şırnak kıyımı, İzmir saldırıları yine yürekleri yaktı ama yüzler kızarmıyor bile. Ayrıca bölücü yıkıcıların adamları, Kürtçüler kapalı biçimde savu-nuluyor. Bu destek de sayılabilir. Başbakanın Apo’yla bir tutulmasına ses çıkarılmıyor.

On yıldan fazla oldu. İstanbul Barosu ile Avrupa Barolar Birliği’nin eski Çırağan Sarayı’nda ortaklaşa düzenlediği hukuksal etkinliğin “Lâiklik” bölümünün benden istenen yöneticiliğini yaparken konuşmacılardan Cezayir’li Bayan Bakan’ın şu sözlerini dehşete kapılarak dinlemiştim: “İşte elimdeki dosyada size gösterdiğim renkli fotoğraflar. Cezayir’de mâsum isteklerle başlayan köktendinciliğin yaptığı kıyımlar. Siz bütün müslüman çoğunluklu ülkeler için örneksiniz. Size bir şey olursa hepimize olur. Lütfen çok dikkat ediniz, dincilik lâik düzeninizi bozmasın.” Kadın ülkesine döndükten bir hafta sonra dinciler öldürdü. Dinci ve azınlıkçı terörü bir an olsun unutmayalım ve gözardı etmeyelim. Köktendinci Hıristiyan destekçileriyle liberal yaftalı-etiketli dönekler, sapkın ve terbiyesizler yalanlarını ve yaygaralarını sürdürüyor. “Anayasa’yı istemeyenlerle Malezya örneğine değinenler darbeciler, askerciler, lâikler, Atatürkçülerdir” diyerek. Bu saldırı tam bir ahmaklık çıkışıdır, gerçek yurtsever aydınlara, yargıya, üniversiteye, halkın büyük bir kesimine hakarettir. Ülkemizin sürüklendiği durumu anlamayanların, anlamak istemeyenlerin iktidar dalkavuklarının herkesi kendileri gibi sanmasının örneğidir. Avrupa organlarının kararları, Avrupalıların kararlılıkları belli iken sıkmabaşı eğitim özgürlüğüne engel göstererek takıntılarını yineleyenler, devlet yapısını, hukuk ve yargı gereğini, eğitim özelliğini unutmaktadırlar. Askerî okullara, polis okullarına, yargıya, sağlık kuruluşlarına (zaten göz yumuluyor) da sıkmabaş serbestini isteseler ya.

Not: Bu yazı son Anayasa değişiklik önerisi verilmeden, 3 Ekim 2007 tarihinde yazılmıştır.



http://www.turksolu.com.tr/157/ozden157.htm


***

Şaşkınlık



Şaşkınlık


Yekta Güngör Özden
24.11.2008

Sayı:213


Şaşkınlık, genellikle yetersizlikten ve yeteneksizlikten, daha doğrusu beceriksizlikten kaynaklanır. Yeterli bilgisi, olanağı oymayanlar yapabilecekleri konusunda şaşkınlığa düşer, başarısız olurlar. İlkeli, tutarlı, bilgili olanlar sorunları karşılamasını bilir, çözüm üretir, amaçladıkları sonuca ulaşırlar. Şaşkınlar çabuk çözülür, çabuk kandırılır, yönlendirilir ve kullanılırlar. Düşüncesi sağlıklı olmayan, değişik alandaki ve konudaki gelgitleri, yalpalamaları, zikzakları inan ve güveni sarsan kişiler (bunlar kurumlar da olabilir) aldatıcı kazanımlar elde etse de kalıcı ve yararlı sonuç sağlayamaz. Siyasal yaşamdaki çarpıklıkların, çelişkilerin ve aykırılıklarla kötü sonuçların çoğu şaşkınlıklara bağlanabilir. Nasılsa ele geçirilmiş olan makamlar, yüklenilmiş görevler, ulanılan yetkiler yeterli bilgiye, eğitim ve öğretime, deneyime dayanmıyorsa sahibine kazandırmaktan çok yitikler getirir. Siyaseti nutuk atarak, halk dalkavukluğu yaparak, toplumu aldatarak, geçici görünümler, gösterişler, yalanlar kabadayılıklar ve ödünler kotaracağını sananlar sonunda yenik düşerler. Zayıfa karşı güçlü, güçlüye karşı zayıf duruş şaşkınlıktır ve sağlıksızdır. Türkiye’mizin ABD ve AB karşısındaki durumu böyledir. Önceleri karşı çıkılıp sonra yakınlaşıldığı söylenen İMF’e karşı tutum da böyledir. Ülke ekonomisinin gereklerini yeterince kavrayamayan iktidarın yerel seçim öncesi oy sağlamaya yönelik açılımları nedeniyle değişen tutumu, şaşkınlığının kanıtıdır. Ancak, iktidar bildiğinden şaşmamaktadır. Gündemi değiştirme oyunları sürmekte, Başbakanın ve kimi Bakanların sözleriyle yaratılan olumsuz havayı yatıştırmak, teröre ve suçlara karşı yetersizliğin üstünü örtmek için yeni söylemlere yönelme başlamıştır.

Daha önce Cumhuriyet Bayramı’nın 85. Yıldönümünü Çoşkuyla kutlamak için ellerinden gele-ni yapmaları önerilecek belediyelere resmî törenler dışında bir etkinlik yapmamaları için genelge gönderilmiştir. Borçlu belediyelerin oy için armağan ve yardım yandaşlığı unutulmuş, halkın gözlerinin içine baka baka hukuk tanımaz iktidar ve yandaşları varlıklarını borçlu oldukları cumhuriyet karşıtlığını dolaylı biçimde uygulamaya koyulmuşlardır.

Bir yurttaşımız güneydeki bir ilde Türk Bayrağı yerine PKK renklerini taşıyan bezlerin sıklıkla asıldığını üzülerek anlatmıştır. İçindeki Kürt kökenlilerin tepkilerine neden olmamak için Türk Bayrağı’na karşı özen göstermeyen iktidar Anayasa’nın 3. maddesinin değişmesi önerisiyle dışardan destek almaktadır. Değişmezliğin nedenlerini, gereklerini, değiştirmenin hukuksal yöntemlerini bilmeyen kimileriyle siyasete boğulan yandaş bilimsel sanlı kimilerinin zayıf önerileri gündemi doldurmaktadır.

“ Cumhuriyetin halkın bayramı olmadığını ” sıkılmadan yazanlar halkın dışında kalan iktidar bağımlıları dır. Devletin, ülkesi ve ulusuyla oluşan bir insan ve hukuk kurumu olduğunu bilmeyen sözde aydınlar, cumhuriyeti cumhuriyet olmaktan çıkarmak için uğraşanları bırakıp cumhuriyeti suçlamak kolaylığını seçen nankörler ve tembellerdir. Filmlerle, gazetelerle, dergilerle, satılık televizyon ve radyolarla yol olmaya çalışanların çağrıştırdığı karanlık Türkiye’yi kaplayamaz. Soy ve inanç sömürücüleriyle terör taşeronları, militanları, siyasal tetikçiler amaçlarına ulaşamayacaklardır. Hiçbir yargıç ve savcı desteği onlara kazandırmayacaktır. Atatürk’ü tanımayan, Türk Devrimini anlamayan, Cumhuriyeti kavrayamayan, Kurtuluş ve Kuruluşu değerlendiremeyen, önemlerinin bilincinden yoksun olan çıkarcı, nankör ve amaçlılar başaramayacaklardır. Sırıtan karşıtlıkları, nitelikleri ve düzeyleriyle baş başa kalacaklardır. Bir şey yapmış görünerek yıkmak oyunları kendilerini altedecektir.

Mustafa ” adı verilen karalama filminin Almanya’da Atatürk, Türkler ve Türkiye için kötü, Çirkin, Düşmanca ve insanlık dışı değerlendirmelerle nitelemelere neden olduğu yakınmaları yoğundur. Hepimize saldırı nedeni yapılmış, onurumuz çiğnenmiştir. Neden olanları ne kadar kınasak azdır. Dış işleri Bakanlığı, Büyükelçilik, Konsolosluk ne yapıyor? Yazıklar olsun! Avrupa’da “ Dersim ” toplantısında söylenenler hangi yanıtı aldı söyleyenlere ne yapıldı? Atatürk’e saldıran aymaz ve sapkınlara ödül verilmesi aşamasına gelindi. Binlerce kez yazıklar olsun!

http://www.turksolu.com.tr/213/ozden213.htm

***

İzler İzlenimler


İzler İzlenimler



Yekta Güngör Özden
01.12.2008

Sayı:214


Abartılı bir Barack Obama karşılanışı ve beklentisiyle rüzgârlanan siyaset ekonomik kriz tehlikesiyle zikzaklara başladı. Başkanlarının geleneksel ABD siyasetini kimi konularda sınırlı değişikliklerle uygulamaları dışında genelde ve temelde bir sapma olmadan yürütme gerçeğini gözardı eden lâfazanlar umut çiçekleri serpmeye başladılar. Ermenilere yakın duruşunu açıklayan Obama’nın Abdullah Gül’ü telefonla aramasını sıcak yakınlaşma olasılığına bağlamak yanılgıdır. Türkiye ABD yeni Başkanıyla yeni olmasa bile yenilenen-yinelenen sorunları yaşayacaktır. Bu bir kestirme (tahmin) değil, tutum ve davranışlarındaki belirtilerin verdiği izlere dayanan içtenlikli gerçekçiliktir. İstese Irak’ın kuzeyinden gelen terörü bir saatte durduracak ABD, ılımlı İslâm girişimini Fethullah Gülen’i beslemek ve kimi medyaya Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne vermediği uydu görüntülerini sağlamakla sürdürmektedir. ABD’nin AB ile danışıklı dövüş biçiminde sergilediği, sözden ileri gitmeyen dostluğu ve stratejik ortaklığı Vatikan’ı bile etkilediğinden Hıristiyanlar arası Birlik Kurulu Başkanı (Papalığa bağlı) Kardinal Walter Karper Soykırım bir gerçektir ” diyerek Ermenileri okşamıştır. Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın Abdullah Gül’ü ziyaretini “ bilgece ” nitelemesi de işlerine gelen açılımın övgüsüdür.

Barzani’nin silâhlandığı söylentileri önemsenmelidir. Bulgaristan’dan gizlice silâh alındığına ilişkin haberler öncelikle Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Ne var ki Irak’ın kuzeyinde “Türk Üniversitesi” denilen kuruluşun açılışında bulunan AKP milletvekilleri, Fethullah Gülen’in ABD destekli yayılmasına katkının yeni bir izini göstermişlerdir.

Baskılar bunlarla sınırlı kalmıyor. Ekonomik kriz kapıyı çalmaya başlayınca IMF’le ilişki kurulamayacağını söyleyen Başbakan’ın kısa bir süre sonra dönüp ilişkiyi açıklaması da ilginçtir. Yerel seçimler nedeniyle halka yüklenen iktidar sunumlarının yarattığı ağırlık önümüzdeki yıl yakınmaları artıracaktır. Siyasal amaçlı giderlerin yükü geçim-yaşam koşullarını daha da güçleştirecektir. Durgunlukların yıkım durumunu alması da olasıdır. İşyerlerinin kapanması, işsizliğin artması, borçların ve açıkların büyümesi, alım gücünün düşmesi, üretimin azalması olumsuz belirtilerin kimileridir. Ama iktidarın gözü oydan başka bir şey görmemektedir. Deniz Feneri olayı umursamazlık sayılacak bir yavanlıkla sessizliğe gömülmekte, sorumlu tutulanlardan RTÜK Başkanı yerinde oturmakta, kadrolaşma ve partizanlık sürmekte, iktidar partisinin kimi taşra yöneticilerinin yolsuzluk olayları medyanın ilgisi oranında duyulmaktadır.

Başka neler

Hüseyin Üzmez olayında Adlî Tıp Kurumu’na yönelik eleştiriler sürürken bu kez İmralı’da yeni yapılar oluşturularak terör örgütü liderine tanınacak olanaklar tartışılmaya başlandı. AB ölçütleri gereği olduğu söylenen düzenlemeler cezalının esenliğine ilişkindir. AB Türkiye’de başka hiçbir tutukla ya da cezalı için bu ilgiyi göstermemektedir. Emekli 1. Ordu Komutanı, emekli Jandarma Genel Komutanı çok ağır sağlık koşulları içindeyken bile AB’nin kılı kıpırdamamaktadır. Yalnız komutanlar mı? Yazarlar, düşünürler aylardır iddianamesi yazılmamış bir soruşturma nedeniyle tutukevindedir. Değişik cezaevlerinde başka cezalılar, durumu kötü olanlar yok mudur? Ölenler için ne yapılmıştır? İşkence bir sorun değil midir? AB yoluyla sağlanan olanaklar gerçekte PKK’ya verilen ödünlerdir. Ülkenin her şeyi AB ve ABD için fedâ edilmektedir. İnsanî ve hukuksal yön elbet gözetilecektir ama herkes için olduğunda anlam taşır. Ayrıcalıklar bu anlayışla bağdaşmayan çözülmeler ve yitiklerdir. Apo, dışarıdakilerin çoğundan iyi durumdadır. Şimdi saltanat istemektedir. PKK’cı kişi ve kuruluşlarla görüşmek yanlıştır.

CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün Ergenekon dâvasının iddianamesiyle ilgili olarak Adalet Bakanı’na yönelttiği sorular yargı-adalet-hukuk bağlamında kaçınılması zorunlu çok büyük sakıncaları gündeme getirmektedir. Ayrıca, tutukevinde bulunan emekli 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon’un sağlık durumu da endişe vericidir. Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral ve ADD Genel Başkanı Şener Eruygur’un ivedi düzelmesini dilediğimiz sağlık durumu da hepimizi ilgilendirmelidir. Yargılamanın aydınlatma ve gerçeği saptayarak olumsuzlukları önleme yerine yıldırma, yıkma, önceden cezalandırma yöntemi olduğu düşünülemez.

Yunan u çaklarının Ege’deki tâcizi önlenemiyor ki yıl içinde 590.sına girişebiliyorlar. Bir yerde öyle, bir yerde böyle.

Almanya’da yönetim yargısı öğretmenin sıkmabaş yerine bere kullanmasına bile olur vermezken karaçarşafı çocukça savunan ve destekleyenlere şaşmamak elde değil. Ne günlere kaldık. Alman Düddeutache Zeitung gazetesinin 14 Kasım günlü sayısında yayımlanan hezeyanlara neden olan Mustafa Filminin sorumluluğu büyüktür. Yüzkarası denilecek tutum yazı okununca kınanacaktır.

Suçların, özellikle cinsel saldırı suçlarının artması toplum yaşamındaki bozuklukların kanıtıdır. Önemle ele alınması gerekirken kimi toplum kuruluşları dışında ciddî bir ilgi içlenmemektedir.

Maliye Bakanlığı’nın dernek ve vakıflara yaptığı yardımların gizli tutulması yandaşlık ve partizanlık kuşkusunu çağrıştırmaktadır.

CHP’nin kendini inkâr anlamındaki “çarşaflıları üye yaparak rozet takma” girişiminin eleştirileri sürmektedir. CHP’ne onun ilkelerini benimseyen, yanlışlarını bırakan, özveri gösteren katılabilir. Partinin ödüm vermesi istenemez. Ödüncülerin, destekçileri aymaz yazarların savunmaları gerçekleri değiştiremez.

Denizli’de padişahlığı öven öğretmen yakında yöneticiliğe yükseltilirse şaşılmasın. Böyle kötü örnekler çoktur ama duyulmamaktadır. Öğretmenler Günü’nün mutluluğuna gölge düşüren olumsuzluklara karşın sevindiren durumlar da yaşanmıştır. Ulusal Eğitim Derneği’nin Prof. Dr. Şerafettin Turan’a “ Eğitim Onur Ödülü ”nü, Anadolu Eğitim Sendikası’nın Denizli önceki milletvekillerinden Mustafa Gazalcı’ya “ Başöğretmen Onur Ödülü ” vermesi bunlardan ikisidir. İki saygıdeğer eğitimciyi ve ödül veren kuruluşları bu nedenle içtenlikle kutluyoruz. Gereken coşkuyla kutlanmama burukluğu değerbilirlik örneği yaklaşımlarla daha az üzmüştür.

Ayrıca

Anayasa Mahkemesi ilgillerinden kimilerinin Anayasa’nın değiştirilmesi önerilemez kurallarını tartışmaya açma zaman ve nedenlerinin yarattığı tartışma medya yönlendirmeleriyle çizgi dışına çıkmıştır. Konuşmaların yapıldığı etkinliği düzenleyenlerle sonuçta alınan karar gözetildiğinde bilimsel görüşlerden çok siyasal tutumun öne çıktığı saptanmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını, anayasa yargısını ilgilendiren kuralların ele alınmadığı etkinlikler beklenen yararı veremez.

Kitap

Başbakanlık önceki Müsteşarlarından Yaşar Yazıcıoğlu’nun Kripto yayınları arasında yer alan Bitmeyen Hesap adlı yeni kitabı günümüz iç ve dış olumsuzluklarımızın kaynaklarını, nedenlerini, sonuçlarını bilgece ve kapsamlı biçimde açıklamaktadır. Kişisel ve kurumsal sorumlulukları da değerlendiren kapsamlı yapıtı okurlarımıza salık veriyoruz.


http://www.turksolu.com.tr/214/ozden214.htm

***