Başkanlık sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Başkanlık sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2019 Pazar

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları, BÖLÜM 2

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları Ekseninde Türk Tipi Başkanlık Sistemi., BÖLÜM 2


    Türkiye’de Başkanlık sistemi ile ilgili tartışmalar Özal döneminden sonra, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel döneminde, kendisinin Türk siyasal sistemi ile ilgili ifade ettiği fikirler ve önerilerle yeniden başlamıştır. Demirel Türkiye’de parlamenter hükümet sisteminin tartışılır hale gelmesinde, cumhurbaşkanlığı döneminde 1997 yılına kadar 4 yıl 3 ayda tam altı hükümet onaylamasının etkili olduğunu belirtmiştir. Koalisyon hükümetlerinin istikrarsızlıklarının siyasî istikrarsızlığı pekiştirdiğini söylemiştir (Duman, 2013, s. 644). Demirel yürütmenin güçlendirilmesini bir zaruret olarak görmüştür. Tek bir siyasî partinin mecliste çoğunluğu sağlayarak istikrarlı ve etkin bir hükümet kurması ihtimalinin azalmasını, seçmen kitlesinin toplumsal yapının ürünü olmayan yapay partiler arasında savrulmasını güçlü yürütme arzusuna gerekçe olarak göstermiştir (Vergin, 2013, s. 452). Görev süresinin dolmasından aylar önce dahi hükümet sistemi tartışmaları konusunda görüşlerini bildirerek yeni dönemde 
cumhurbaşkanını halkın seçmesi gerektiğini ifade etmiştir (Duman, 2013, s. 649).

Demirel, başkanlık sisteminin doğru tartışılması gerektiği söyleyerek bütün olayın Türkiye’de meselelere tartışma zemininin bulunmaması olduğunu dile getirmiştir (“Cumhurbaşkanı ‘Başkanlık sistemi”, 1998). Başkanlık modelini kendisinden sonraki dönemlerde geçerli olmak üzere istediğini ifade eden, kendisinin bu yönde bir arzusunun olmadığı belirten bir diğer açıklamasında ise “Ben onu başkalarına havale ettim. Tartışılacak olan Türkiye’de istikrar arayışı. Eğer bulduysanız beni yormayın’’ şeklinde açıklamada bulunmuştur (“Cumhurbaşkanı Demirel”, 1998).

Görüldüğü üzere her iki lider de başkanlık sistemi tartışmalarında klasik Amerikan modeli üzerinde durmakla birlikte, dayandıkları en önemi gerekçe koalisyon hükümetlerinin ortaya çıkardığı istikrarsızlık problemidir. Esasen her iki liderin de hükümet istikrarı noktasında makul karşılanmasını sağlayan koalisyon tecrübesi Türk siyasal hayatının kilometre taşlarından olagelmiştir. Ancak 1961 ve 2002 yılları arasında aralıklarla var olan 22 yıllık koalisyon  döneminin, siyasî istikrarın sadece hükümet istikrarından ibaret olduğu çerçevesinde değerlendirilmesine yol açması, hükümet sistemi değişikliği taleplerinin neredeyse son 3 yıla kadar neredeyse aynı zeminde değerlendirilmesine yol açmıştır.

Erdoğan Döneminde Başkanlık Sistemi Tartışmaları ve Türk Tipi Başkanlık Modeli.,
Selefleri Özal ve Demirel gibi Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümet sisteminin başkanlık sistemi olması gerektiğini düşünmektedir. Erdoğan, 2003-2014 yılları arasında 11 yılı aşan başbakanlığı döneminde, farklı zamanlarda bu yöndeki görüşlerini beyan etmekle birlikte özellikle 2014 yılında cumhurbaşkanlığı makamına gelmesinden sonra başkanlık sisteminin yönetim modeli olarak benimsenmesi hususunda daha istekli bir tutum göstermektedir. Özellikle 2015 genel seçimlerinin bu noktada milat olması gerektiğini ifade eden Erdoğan, “Yeni Türkiye” vizyonu çerçevesinde başkanlık sisteminin daha 
güçlü ve kararlı bir yönetim modeli olarak benimsenmesi ile birlikte çok başlılığın yarattığı sıkıntılardan kurtulmanın mümkün olacağını dile getirmektedir. 

Erdoğan, klasik Amerikan modelinden farklı olarak Türkiye’ye özgü bir başkanlık sistemi modelini inşa edecek yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu söylemekte dir. Bu noktada “Türk tipi başkanlık modeli”nin nasıl bir hükümet modeli sunduğu ve arkasında yatan gerekçelerin irdelenmesi gerekir. 

Zira 2003 yılı Mart ayında göreve gelen ve kısa zaman sonra gönlündeki modelin Amerikan modeli olduğunu söyleyen Erdoğan’ın, özellikle son yıllarda ortaya çıkan Türk tipi başkanlık modeli arzusu nasıl açıklanabilir?

2002 genel seçimlerinden sonra 2003 yılı Mart ayında başbakanlık koltuğuna oturan Erdoğan, ülkedeki tüm kurumların halkla bütünleşmesi ve bir konsensüs sağlanması gerektiğini kaydederek kendisi için ideal modelin Amerikan tipi başkanlık modeli olduğunu söylemiştir. 

Bu görüşüne dayanak olarak ise yasama ve yürütme arasındaki müdahalelerin ortadan kalktığı, kuvvetler ayrılığının sağlandığı bir sisteme ülkenin duyduğu ihtiyacı göstermiştir (“Erdoğan’ın hayali”, 2003). Esasen Erdoğan’ın yasama ve yürütme arasında sert bir ayrıma ve tek adam iradesine dayanan başkanlık sistemini hükümet modeli olarak benimsemekteki isteğini, Ak Parti iktidarı öncesinde yaşanan koalisyon hükümetleri ile açıklamak makul bir yaklaşım olacaktır. Sadece 90’lı yıllardan 2002 genel seçimlerine kadar olan süreçte 9 
koalisyon hükümetinin iş başına gelmesi, Erdoğan’ın klasik ABD hükümet sisteminden yana bir tutum göstermesinde önemli bir rol oynamıştır.

2003 yılında başlayan başkanlık tartışmaları kimi zaman yoğunlaşan bir şekilde gündemde kalmaya devam etmiştir. Ancak özellikle 2012 yılında detayları ortaya çıkan, Erdoğan’ın Amerikan modelinden Türk modeline geçiş yaptığı başkanlık sistemi önerisiyle tartışmalar farklı bir boyut kazanmıştır. Kamuoyunda “Türk tipi başkanlık modeli’’ olarak yer alan ve Amerikan tipi başkanlık sisteminden önemli ölçüde farklılaşan hükümler içeren maddeler, kuvvetler ayrılığının ihlal edildiği ve çok güçlü bir başkan yaratılmak istendiği tartışmalarına maruz kalmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “367 yeter oy’’ sayısı nedeniyle tıkanması ve 
“kapatma davası’’ gibi tecrübe edilen gelişmelerin Erdoğan’ın kuvvetlerin ayrılığını öngören Amerikan modelinden, şiddetle kuvvetlerin birliği eleştirilerine maruz kaldığı Türk tipi başkanlık modeline geçmesinde etkili olduğunu söylemek mümkündür (Kırmacı, 2013, s. 521). 

Taslağı hazırlayan komisyon üyelerinden Burhan Kuzu, ABD başkanlık sisteminden farklı bir model önermelerinin gerekçesini, ABD Başkanı’nın kararname çıkarma yetkisi bulunmaması nedeniyle tıkanıklıklar yaşandığını, Başkan’ın istediği yasaları çıkartmakta ve bütçesini geçirmekte sıkıntıya düştüğünü açıklayarak ifade etmiştir (Ataay, 2013, s. 273-274). Ahmet 
İyimaya, önerilen modelin bir teklif değil, taslak model olduğunu söylemiştir. Bu taslak model üzerinde çalışarak emek verdiklerini dile getirmiştir (İyimaya, 2013, s. 58).

Ak Parti’nin önerdiği başkanlık modelinde ABD’dekinden farklı olarak başkan hiçbir kayıt ve şarta tâbî olmadan TBMM’yi feshedebilecektir. TBMM de aynı şekilde erken seçim kararı almak suretiyle başkanın görev süresini sonlandırabilecektir (Erdoğan, 2013, s. 546). 

Madde 28- (1) Türkiye Büyük Millet Meclisi veya Başkan tek başına her iki organın seçimlerinin yenilenmesine karar verebilir. Başkanın ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde Başkan bir defa da aday olabilir (İyimaya, 2013, s. 60). 

Bu uygulama başkan ile parlamento çoğunluğunun farklı partilerden olması durumunda doğabilecek uyumsuzlukların siyasî tıkanıklığa dönüşmesini önlemek için düşünülmüştür. 

Ancak erken seçim kararını ister başkan ister meclis alsın başkanlık seçimiyle parlamento seçiminin aynı gün birlikte yapılması öngörülmektedir. Oysa ABD başkanlık sisteminde başkanın parlamento üzerinde etkili olmasını engelleyen, başkanın, Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun farklı görev sürelerine tâbî olması ve Senato’nun yapılan ara seçimlerle üyelerinin bir kısmının yenilenmesi söz konusudur. Ayrıca başkan ile parlamento çoğunluğunun aynı ya da farklı partilerden olması durumunda dahi parti içi demokrasinin güçlü, parti disiplininin zayıf olması, partilerde uzlaşma kültürü yerleşmiş olması, partilerin ideolojik 
olarak katı olmamaları sebebiyle sistem işlemektedir. Oysa Türkiye’de aynı durumundan bahsetmek pek mümkün gözükmemektedir. Aynı gün yapılacak seçimler başkanın parlamentoda yer alacak çoğunluğu belirlemesini sağlayarak kuvvetler ayrılığı prensibini zedeleyecektir (Ataay, 2013, s. 275-276).

Kuvvetler ayrılığı ekseninde tartışmalara yol açan başkanın kararname çıkarabilme yetkisi, Ak Parti’nin öngördüğü başkanlık modelinin bir diğer özelliğidir.

Madde 23- (1) Başkan, genel siyasetin yürütülmesinde ihtiyaç duyduğu konularda Başkanlık kararnamesi çıkarabilir. Bir konuda Başkanlık kararnamesi çıkarabilmesi için kanunlarda o konuyu düzenleyen uygulanabilir açık hükümlerin bulunmaması şarttır. Kişi hak ve hürriyetleri ile siyasi hak ve hürriyetler kararname ile düzenlenemez. Kararnameler ile kanunlarda aynı konuda farklı hüküm bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır (İyimaya, 2013, s. 60).

Erdoğan’a göre bu yetki başkanın genel siyaseti belirleme yetkisinin doğal bir sonucu olarak görülebilirse de başkanın kanunlarda belli bir konuyla ilgili açık hükümler bulunmadığını ileri sürerek yasama alanına müdahalesini açık hale getirmektedir (Erdoğan, 2013, s. 546). 
Şu an ki parlamenter sistemde, KHK çıkarma yetkisi olağan dönemde de olağanüstü dönemde de nihaî onay makamı olan TBMM’nin oluru ile işlerlik kazanmaktadır. Oysa Türk tipi başkanlık modelinde öngörülen başkana kararname çıkarma yetkisi ile klasik başkanlık sisteminin en önemli özelliği olarak gösterilen “kuvvetler ayrılığının sağlanması” ilkesi zedelenmektedir 
(“Nasıl bir başkanlık sistemi”, 2015).

Türk tipi başkanlık modeli taslağında başkana bakanları, kamu görevlilerini, büyükelçileri, yüksek yargı mensuplarını, tek başına atama yetkisi verilmektedir (Ataay, 2013, s. 277). 

Madde 22- (5) Başkan ayrıca Anayasada verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır (İyimaya, 2013, s. 60). 

ABD tipi başkanlık sisteminden farklı olarak sistemi denetleyen herhangi bir mekanizmanın öngörülmediği atama işlemi ile çoğulcu demokrasinin ihlal edilerek belirli bir görüşü benimseyen kişilerin belirli makamlara getirilmesinin söz konusu olduğunu söylemek mümkündür. Bunların yanında yürütmeye bağlı idarî teşkilat üzerinde gözetim ve denetim yetkisine sahip ABD Başkanından farklı olarak, başkan “devlet başkanı’’ sıfatıyla anayasal kurumlar üzerinde gözetim yetkisine de sahip olacaktır. Ayrıca başkanın yasama organının 
onayı olmadan istisnaî rejime geçebilmesi ve bu dönemlere özgü kararname çıkarabilmesini öngören sıkıyönetim ve olağanüstü hal ilanı yetkisi gibi hükümler taslakta yer almaktadır (Erdoğan, 2013, s. 546-547).

Yanık’a göre Ak Parti’nin öngördüğü “Türk tipi başkanlık modeli’’ mevcut sistemin olmazsa olmaz unsurlarının değiştirilerek ortaya çıkan yeni bir sistemdir. Başkana verilecek yetkiler ile denetim ve denge sisteminin, dolayısıyla sistemin işleyiş mantığına aykırı bir durum ortaya çıkacaktır (Yanık, 2013, s. 667). 
Burhan Kuzu da Türk tipi başkanlık modeli önerisinin ortaya çıktığı 2012 yılından önce vermiş olduğu bir röportajda başkanın parlamentoyu feshedebilmesinin ve kanun yapma yetkisinin ABD dışındaki ülkelerde yanlış bir tipoloji oluşturduğunu 
belirtmiştir (Kuzu, 2011, s. 162). Özellikle başkanlık sisteminin olumsuz örneğini teşkil eden Latin Amerika ülkelerini yukarıda ifade edilen, Amerikan modelinden farklı olan yönlerinden dolayı dikkate almamak gerektiğini ifade eden Kuzu’nun görüşlerinin Türk tipi başkanlık modeliyle ters düştüğü görülmektedir.Çelik’in ifadesiyle, Türk tipi başkanlık sisteminde yasamaya, Osmanlı geçmişiyle uyumlu biçimde, neredeyse 1876 Anayasası’ndaki gibi yalnızca yasa yapma ile sınırlı bir işlev tanınmış, başkan ise güçlü yetkilerle donatılmıştır (“‘Türk tipi demokrasi’nin”, 2012).

2014 yılı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, cumhurbaşkanlığı makamına oturan Erdoğan, başkanlık sisteminin hükümet modeli olarak benimsenmesi yönündeki görüşlerini daha yoğun olarak dile getirmeye devam etmiştir. Siyasi karizmasının milli irade nezdindeki gücünün başbakanlığı döneminden itibaren giderek arttığının farkında olan Erdoğan, cumhurbaşkanı sıfatıyla 2015 genel seçimlerin başkanlık sistemi için dönüm noktası olacağını yoğunlaşan bir şekilde ifade etmektedir. Bu doğrultuda Amerikan sisteminden farklı olarak Türk tipi başkanlık modeli üzerinde durmaya devam etmektedir. Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen bir muhtarlar toplantısında, Meksika modelini örnek veren Erdoğan, başkanlık sisteminin Türk yönetim düşüncesinin genlerinde olduğunu söylemiştir. 2012 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu başkanlık sistemine geçiş önerisinden pek de farklı görünmeyen bu modelde başkan 6 yıllık bir dönem için seçilmekte ve bir daha seçilme hakkına sahip olamamaktadır.Meksika modeli, başkan yardımcısı ve başbakanın olmadığı bir sistem olmakla birlikte, meclise yasa tasarısı sunma hakkına sahip olan başkan neredeyse tüm yetkileri elinde toplamaktadır (“Her şeyin başı başkan”, 2015). Meksika modelinde öngörülen yeniden seçilme yasağı, yeniden seçilememenin yarattığı psikolojik baskı altında başkanın, akılcı olmayan, verimsiz, iyi planlanmamış politikalar izlemesi şeklinde tanımlanabilen topal ördek (lame duck) olgusuna yol açabilme tehlikesine sahiptir (Yazıcı 2014, s. 48).

Türk tipi başkanlık modeli farklı kesimlerden akademisyenlerin, siyasetçilerin, yazarların eleştirilerine uğramıştır. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hükümet sistemi değişikliği noktasında, Türk tipi başkanlık sisteminin olmaması gerektiği ifade ederek ABD’deki gibi kuvvetler ayrılığının keskin bir şekilde ayrıldığı bir sistemin de demokrasiye uygun bir model olduğunu ve benimsenmesi gerektiğini ifade etmiştir (“Gül’den ‘başkanlık’ çıkışı”, 2015). Aslında 
faklı birtakım kesimlerce dile getirilen eleştirilerin odak noktası, 21. yüzyıl Türkiye’sinde daha ileri ve çoğulcu bir demokrasi özlemine karşı bir konumda olan yönetim modelidir. 

Sonuç

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasî sistemi içinde 90 yıllık bir geçmişi olan parlamenter sistemin işleyişi sürecinde yaşanan birtakım sıkıntılar, hükümet sistemi değişikliği tartışmalarının her daim gündemde kalmasını sağlamıştır. Özellikle 1982 Anayasası ile birlikte yürütmenin güçlendirilmesi yolunda değişiklikler yapılarak bu minvalde yapılacak etkili düzenlemelerle işlerliği olan bir hükümet sisteminin, Türk siyasal sisteminin ilacı olacağı dile getirilmiştir. Ancak her ülke birçok farklı dinamik tarafından bir araya gelen ve kendisini 
diğer ülkelerden ayıran bir siyasî sisteme sahiptir. Ayrıca Türk siyasal sistemi için klasik Amerikan modeli başkanlık sisteminin bir kenara itilerek Türk tipi başkanlık modelinin benimsenmesi için güçlü ve makul sebepler ortaya konulamamaktadır. Özellikle 2012 yılında Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunulan Türk tipi başkanlık modelinin kuvvetler ayrılığını hiçe sayan özellikleri, örtülü bir monarşik yapının sunulmaya çalışıldığı yönünde ciddi eleştiriler 
almıştır.

Buradan hareketle siyasî sistemde yapılabilecek hiçbir değişikliğin, Türk siyasal kültüründe var olan teamülleri değiştirmeyeceği açıktır. Araçsal ve kurumsal düzenlemeler, sadece yasama-yürütme ilişkileri bağlamında yaşanacak sıkıntıları çözmek için faydalı olabilir. Bu doğrultuda ABD tipi başkanlık sistemi ve ortaya çıkarabileceği sonuçlar itibariyle daha fazla eleştiriye maruz kalan Türk tipi başkanlık modeli yerine düşünmekten ziyade parlamenter sisteme işlerlik kazandıracak düzenlemeler yapmak daha yerinde olacaktır. Sağlam bir parlamento çoğunluğuna dayanmayan hükümetlere istikrar ve etkinlik kazandırmaya yönelik hukuk kurallarına yer veren rasyonelleştirilmiş parlamentarizm bu yönde atılacak adımlardan biri olabilir. Bunun dışında 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte ortaya çıkan yarı başkanlık sistemine işlerlik kazandıracak birtakım uygulamalara da gidilebilir. 

Sonuç olarak, Türkiye’nin muasır medeniyetler seviyesine çıkması, güçlü bir yönetime ve ekonomiye sahip olarak modern kapitalist dünya sistemi içerisinde başat aktörlerden biri olması, Türk tipi başkanlık sisteminin antidemokratik yönetim modelinden geçmemektedir. 

Türk siyasal sisteminin sahip olduğu sorunların çözümü için temel argümanlarıyla oynanmış bir başkanlık modeli sisteminden daha fazlasına ihtiyaç olduğu aşikârdır.

Kaynakça

Akçalı, P. (2013). Genel özellikleri, yararları ve sakıncaları ışığında başkanlık sistemleri. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 406-411.
Akçalı, P. (2014). Siyasal istikrar ve başkanlık sistemi: Amerika Birleşik Devletleri örneği. İ. Kamalak (Ed.), (Yarı) başkanlık sistemi 
ve Türkiye içinde (s. 79-110).İstanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Ataay, F. (2013). Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘başkanlık sistemi’ önerisi üzerine değerlendirme.Alternatif Politika Dergisi, 
5(3),266-294.
Aydıntaşbaş, A. (2015, 5 Ocak). İyi de bu başkanlık değil. Milliyet gazetesi. http://www.milliyet.com.tr/iyi-de-bu-baskanlik-
degil/siyaset/ydetay/2008851/default.htm sitesinden 05.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

Başkanlık sistemini TBMM’de Özalcı milletvekilleri savunuyor, (1992, 11 Ekim), Cumhuriyet gazetesi, s. 5.

Cemal, H. (1989). Özal hikâyesi. Ankara: Bilgi Yayınevi.
Cumhurbaşkanı ‘başkanlık sistemi doğru tartışılsın’, (1998, 14 Temmuz), Cumhuriyet gazetesi, s. 7.
Cumhurbaşkanı Demirel ‘Başkanlık sistemi benim için bitti’, (1998, 24 Mayıs), Cumhuriyet gazetesi, s. 7.
Çelik. D. B. (2012, 24 Aralık). Türk tipi demokrasi’nin son durağı: Türk tipi başkanlık sistemi.T24.
http://www.T24.com.tr adresinden 25 Şubat 2015 tarihinde edinilmiştir.

Duman, S. (2013). Türkiye için başkanlık sistemi değerlendirmeleri. Yeni Türkiye Dergisi,51, 636-662.

Erdoğan, M. (1996). Başkanlık sistemini doğru tartışmak.Liberal Düşünce Dergisi, 1(2), 4-12.
Erdoğan, M. (2013).Başkanlık sistemi, demokrasi ve Türkiye.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 542-547.
Erdoğan’ın hayali Amerikan modeli, (2003, 21 Nisan), Milliyet gazetesi, s. 19.

Fedayi, C. (2013). Mazi, hâl ve istikbal boyutlarıyla başkanlık sistemi.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 679-691.

Gül’den ‘başkanlık’ çıkışı, (2015, 21 Şubat), Birgün gazetesi, s. 4.

Her şeyin başı başkan, (2015, 25 Şubat), Vatan gazetesi, http://www.gazetevatan.com/-her-seyin-basi-baskan--743795-gundem/ 
sitesinden 25.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

İyimaya, A. (2013). Başkanlık sistemini tartışmak yahut Ak Parti modeli. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 519-524.

Keser, H. (2013). Başkanlık sistemi. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 430-438.
Kılınç, Z. A. (2013). Siyasal istikrar açısından başkanlık ve parlamenter sistemler. M. Aktaş ve B. Coşkun (Ed.), Başkanlık sistemi 
karşılaştırmalı bir inceleme ve Türkiye için değerlendirmeler içinde (s. 401-427). Ankara: Nobel Yayınları.
Kırmacı, R. B. (2013). Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmaları.Yeni Türkiye Dergisi, 51, 519-524.
Kuzu, B. (2011). Her yönü ile başkanlık sistemi. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı.

Göktürk, G., (2015, 10 Şubat). Nasıl bir başkanlık sistemi. Akşam gazetesi, http://www.aksam.com.tr/yazarlar/nasil-bir-baskanlik-
sistemi/haber-380455sitesinden 10.02.2015 tarihinde edinilmiştir.

Powell, G. B. (1990). Çağdaş demokrasiler: katılma, istikrar ve şiddet. Ankara: S Yayınları.

Tosun, G. E. ve Tosun,T. (1999). Türkiye’nin siyasal istikrar arayışı başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri. İstanbul:Alfa Yayınları.

Vergin, N. (2013). Siyasal sistem arayışları ve yarı-başkanlık sistemi. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 449-455.
Vernon, M. C. (1961). Devlet sistemleri mukayeseli devlet idaresine giriş. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.

Yanık, M. (2013). Başkanlık sistemi ve Türkiye’de uygulanabilirliği. Yeni Türkiye Dergisi, 51, 663-667.
Yavuz, K. H. (2000). Türkiye’de siyasal sistem arayışı ve yürütmenin güçlendirilmesi. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Yazıcı, S. (2013). Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemleri Türkiye için bir değerlendirme. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, S. (2013). Başkanlık sistemi; ABD, Türkiye’ye örnek olabilir mi? Yeni Türkiye Dergisi, 51, 617-635.

***

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları,.BÖLÜM 1

Başkanlık Sisteminin Türkiye’de Uygulanabilirliği Tartışmaları,. Ekseninde Türk Tipi Başkanlık Sistemi., BÖLÜM 1


Samed Kurban*
* Arş. Gör., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.
  İletişim: samed_kurban@hotmail.com. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kurupelit 
Kampüsü, 55139, Kurupelit/ Samsun.


Özet: 

Bu çalışmada Türkiye’de 1980 darbesinden sonra sıklıkla dile getirilen başkanlık sistemi ve bu hükümet sisteminin Türkiye modeli üzerinde durulmuştur. 35 yıllık bir süreçte özellikle koalisyon hükümetlerinin zayıf ve parçalı görüntüsünün ve uygulamalarının uzun ömürlü olmamasının suçunun parlamenter sisteme yüklenmesi, başkanlık sistemi tartışmalarının çoğunlukla siyasî istikrar ekseninde yürümesine sebep olmuştur. Maalesef siyasî istikrarın sadece hükümet istikrarından oluştuğuna kanaat getiren düşüncelerin etkisiyle, güçlü yürütmeye 
duyulan ihtiyaç, genellikle analizlerin tek bir perspektiften yapılmasına neden olmuştur. Bu sebeple çalışmanın ilk başlığı siyasî istikrar ve hükümet istikrarı ikilemi üzerine olmuştur. Daha sonra detaylarına fazla inilmeden, klasik 
Amerikan modeli başkanlık sisteminin genel özellikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bölümden sonra Özal ve Demirel dönemindeki başkanlık sistemi tartışmalarına değinilmiştir. Son olarak Erdoğan döneminde yeniden 
alevlenen başkanlık sistemi tartışmaları ele alınarak özellikle son zamanlarda gündemi meşgul eden “Türk tipi başkanlık” modeli üzerinde durulmuştur. Erdoğan’ın başbakanlığı dönemindeki ilk 9 yılda hükümet modeli olarak 
benimsenmesini istediği Amerikan modelinden, 2012 yılından beri dile getirdiği Türkiye modeline giden süreçte yaşananlar analiz edilmeye çalışılmıştır. Sonuç kısmında ise Türk siyasal sisteminde uygun bir hükümet modeli 
oluşturacak düzenlemeler üzerine önerilerde bulunulmaya çalışılmıştır.


Giriş

Devletin temel işlev alanları olan yasama, yürütme ve yargının, görev yetki ve sorumluluk alanlarının, hangi organlar tarafından ne şekilde kullanıldığı meselesi esasen kuvvetler ayrılığı teorisinin özünü oluşturur. Söz konusu kuvvetlerden yasama ve yürütme arasındaki ilişki, bir başka ifade ile egemenliğin kullanılma biçimi ise bizi parlamenter sistem, yarı başkanlık sistemi ve başkanlık sistemi olmak üzere üçlü bir ayrıma götürür.

Türkiye’de 1921 Anayasası ile kabul edilen ve 1924 Anayasası’na kadar hükümet modeli olarak benimsenen meclis hükümeti sistemi hariç tutulursa, 1924’den günümüze yasama ve yürütme arasındaki ilişki parlamenter sistemin esaslarına uygun olarak işlemektedir. Ancak 35 yılı aşkın bir süredir, hükümet modeli değişikliğinin gerekliliği üzerinde görüşler dile getirilmektedir. Benimsenmek istenen modelin başkanlık sistemi olması, özellikle koalisyon dönemlerinde yasama ve yürütme erki arasındaki ilişkiden kaynaklı sorunların gerekçe olarak gösterilmesine dayanmaktadır. Esasen 2011 seçimlerinden sonra hükümet 
sistemi değişikliğinin başkanlık sisteminden yana olması yönünde dile getirilen talepler, önceki dönemlerde ve siyasî iktidarlar zamanında ortaya konulan sebeplerden, özellikle de hükümet istikrarsızlıkları açısından farklılaşmaktadır. Bu doğrultuda benimsenmek istenen model için gösterilen örnek uygulama da Amerika Birleşik Devletleri olmaktan çıkmıştır. 

“Türk tipi başkanlık sistemi” adıyla 2011 seçimlerinden sonra Ak Parti iktidarı tarafından ortaya konulan model, Amerikan tarzı başkanlık sisteminden neredeyse en temel yönleriyle bir hayli faklı görünüm arz etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 90 yılı aşkın bir süredir uygulanan parlamenter hükümet modelinin etkinliği üzerine yapılan tartışmaların çok boyutlu olarak irdelenmesi, bireysel isteklerin vücut bulduğu bir başkanlık sistemi üzerinde çalışıldığı yönündeki eleştirilerin anlaşılması için elzem görünmektedir. Bu sebeple farklı siyasî iktidarlar döneminde dile getirilen başkanlık sistemi taleplerinin arka planında yer alan dinamiklere bakmak gerekir.

Siyasî İstikrar-Hükümet İstikrarı İkilemi,

Türkiye’de başkanlık sisteminin bir hükümet modeli olarak benimsenmesi yönünde ortaya konan görüşlerin dayandığı en önemli gerekçe hiç şüphesiz, Türk siyasal hayatında yer edinmiş koalisyon hükümetleridir. Yasama ve yürütme arasında sert bir ayrıma dayanan, yürütme organının tek başlı bir görüntü arz ettiği, başkanın ve yasama organının birbirlerinin görevlerine son veremedikleri başkanlık sistemi kurtarıcı bir hükümet modeli olarak 
görülmüştür. Özellikle son 35 yıldır bu minvalde dile getirilen başkanlık sistemi tartışmaları, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde ve cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ise “Yeni Türkiye” vizyonu çerçevesinde hükümet istikrarsızlığı sebebinin önceliğini alan bir süreçte devam etmektedir. Tek başlı bir yürütme organının, kararların hızlı alınması yönündeki etkisiyle ülkenin bulunduğu konumdan daha ileri bir düzeyde olabileceğini savunan Erdoğan, hükümet istikrarsızlıklarının öncelikli sebep olmadığı bir başkanlık 
sistemi özlemini sürdürmektedir. Bununla birlikte, siyasal sistemin istikrarının sadece hükümet istikrarından geçtiği yönündeki ağırlıklı görüşler başkanlık sistemi tartışmalarının sağlıklı bir zeminde yürümesine engel olmaya devam etmektedir. Bu sebeple kısaca daha büyük bir resmi betimleyen siyasî istikrar olgusuna bakmak gerekir.

Siyasal istikrar, demokrasilerde parti sistemleri ve anayasal düzenlemelerle ilgili tartışmalarda temel bir temadır. Kısa ömürlü hükümetler, demokrasilerde ve diğer sistemlerde iyi olmayan bir başarının kanıtı olarak ele alınmaktadır (Powell, 1990, s. 13). Siyasal istikrarın ya da siyasal istikrarsızlığın ele alınmasında dikkat edilecek bazı hususlar vardır. Bunlardan ilki, yukarıda bahsedildiği üzere siyasal istikrar kavramından neyin anlaşılması gereğidir. Hükümet etkinliği-uzunluğu, siyasal meşruiyet, sivil düzen (siyasal şiddet gösterileri, toplu 
protestolar, iç savaş), anayasanın dayanıklılığı, yapısal değişimin yokluğu gibi olgular siyasal istikrara ait en bilinen göstergelerdir (G. E. Tosun ve T. Tosun, 1999, s. 15). Bu bağlamda sadece parçalı koalisyon hükümetlerinin sergilediği istikrarsız yönetimler siyasal istikrarsızlığa yol açmamaktadır.

Siyasal istikrar ile ilgili olarak değinilmesi gereken diğer bir önemli faktör de etkinlik olgusudur. Parlamenter sistem istikrarlı hükümet sağlıyorsa aynı zamanda etkin hükümeti de sağlıyor demektir. İstikrar, etkinlikle beraber işleyen parlamenter demokrasinin göstergesi olarak değerlendirilir (Yavuz, 2000, s. 159). Tek başına siyasal istikrar kavramı demokratik siyasal sistemler için gerekli değildir. Toplumu şiddet kullanarak sindirdiği için genel olarak istikrarlı 
bir profil çizen otoriter rejimler, siyasî, sosyal ve iktisadî gelişmenin gerçekleştirilmesi ve ülkelerin iyi yönetilmesi olarak tanımlanabilecek etkinlik açısından başarısızdır (Kılınç, 2013, s. 402). 

Sadece uzun bir dönem içinde ülkeyi yönetmek yetmemek de aynı zamanda 
sisteme işlerlik kazandıran etkinlik de gerekmektedir. Hükümet sistemi ise Montesquieu tarafından idealize edilen kuvvetler ayrılığı teorisine göre, yasama ve yürütme arsındaki karşılıklı ilişkiler çerçevesinde ortaya çıkan üç modeli betimleyen bir ifadedir. Bu doğrultuda, parlamenter sistem, yarı başkanlık sistemi ve başkanlık sistemi, hükümet sistemini oluşturan modeller olarak ortaya çıkar.

Siyasî istikrarsızlığı sadece hükümet istikrarsızlığına indirgemek, bu noktada sorunların çözümü için gerçek manada bir çözüm önerisi getirmeye engel olabilir. Hükümet istikrarı, siyasal sistemin dengeli ve kararlı idamesinde yararlı olmakla birlikte, hükümet istikrarının her zaman istikrar yarattığını söylemek mümkün değildir (Yavuz, 2000, s. 463). O yüzden siyasî istikrar ile gerçekte tam olarak ne kastedildiği iyi anlaşılmalıdır.

Bir Hükümet Sistemi Olarak Başkanlık Sisteminin Genel Karakteristiği

Başkanlık sistemi denildiğinde bu hükümet modelinin en iyi uygulama örneği gösterdiği Amerika Birleşik Devletleri kastedilir ve bu ülkedeki ampirik uygulamadan hareket edilerek sistemin genel çerçevesi çizilir. Başkanlık sistemi; yasama ve yürütme arasında sert bir ayrımın olduğu, yürütme organının başkan denilen tek adamdan oluştuğu, bu yürütme organını oluşturan başkanın halk tarafından seçildiği ve gerek görevine başlarken gerekse görevini icra etmesi sırasında parlamentonun güvenoyuna ihtiyaç duymadığı, aynı şekilde 
kendisinin de parlamentonun varlığına son veremediği bir hükümet sistemidir.

Ortaya konulan bu tanımdan hareketle başkanlık sisteminin ABD’de yasama ve yürütme organları ekseninde nasıl bir tablo çizdiğine kısaca değinmek gerekir. Aslında bu modelin en önde gelen özellikleri arasında güçler ayrılığı ilkesine dayanması, görev sürelerinin sabit olması ve yürütmenin tek kişinin elinde toplanması bulunmaktadır (Akçalı, 2013, s. 406). 
Kuvvetler arasında sert bir ayrımın yaşanmasından kastedilen, hem yasama organının hem de yürütme organının birbirlerinin mevcudiyetlerine son verememeleridir. Zira ABD’de başkan da kongre de farklı zamanlarda yapılan seçimlerle sabit bir görev süresi için seçilir. Yürütme organı tek adam yönetiminin elinde somut bir görüntüye bürünür. Başkan hem hükümetin 
hem de devletin başı sıfatıyla ülkenin genel siyasetinden sorumlu başlıca aktör olur.

Başkanlık sisteminde tıpkı başkan gibi yasama organı da belirli bir süreliğine halk tarafından seçilir. Başkan halk tarafından, başkana yardımcı sekreterler (parlamenter sistemdeki bakanlar gibi) de başkan tarafından meclis dışından seçildiğinden yasama organında yürütmenin herhangi bir temsilcisi yer almamaktadır. Esasen sahip olduğu bu konum ile yasama organının bağımsızlığı ortaya çıkmaktadır (Keser, 2013, s. 431). 

ABD’de 18. yüzyılda uzun tartışmalar sonucu vücut bulan başkanlık sisteminin aslında en önemli özelliği güçlü kral modelinin engellenmek istenmesidir. 

Bu ise yasama, yürütme ve yargının birbirini frenleyerek dengelemesi ile gerçekleşmektedir (Aydıntaçbaş, “İyi de bu başkanlık değil”, 2015). Başkanlık sisteminde güçler ayrılığı çerçevesinde, görev ve sorumlulukları belirtilmiş olan yasama, yürütme ve yargı organları arasında frenleyici ve dengeleyici 
işleve sahip birtakım mekanizmalar geliştirilmiştir (Akçalı, 2014, s. 97). Kuvvetler arasındaki bu denge, yasama ve yürütme organının birbirinin işlevine kısmen katılmasının sağlanması ve birbirlerini bir ölçüde durdurma yetkisine sahip kılınmaları sayesinde gerçekleşmektedir (Erdoğan, 1996, s. 6). Vernon’a göre bu sistemi kuranlar kuvvetli devlet kavramından korktukları için devleti denetim altına almanın ve sınırlandırmanın gerekli olduğunu düşünmüşlerdir 
(Vernon, 1961, s. 123). Bu fren ve denge mekanizmasının araçları içinde başkanın kullandığı araçları veto ve dolaylı yasa teklifi oluştururken, kongre ise malî denetim yetkisini, impeachment yetkisini, antlaşmaların ve atamaların onaylanma yetkisini elinde tutmaktadır.

Özal ve Demirel Döneminde Başkanlık Sistemi Tartışmaları ve Ortaya 
Konulan Gerekçelerin Analizi

Türkiye’de başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinin kapsamlı olarak tartışılması ilk olarak 1980 yılında Tercüman gazetesinin düzenlediği Anayasa Semineri’nde ve Yeni Forum dergisinin önerdiği Anayasa Projesi’nde tartışma konusu yapılmıştır. Farklı kuruluşların dile getirdiği ortak görüş, salt bir başkanlık ya da yarı başkanlık modelinin benimsenmesi yerine cumhurbaşkanına özellikle hükümet krizlerini çözecek fesih yetkileri gibi güçlü yetkiler tanınması 
yönünde olmuştur. Bunun nedeni ise başkanlık sisteminin Türkiye için uygulanabilirliği tartışmalarında öncelikli olarak öne sürülen diktatörlük kaygılarıdır (Yazıcı, 2013, s. 159-160).

Başkanlık rejiminin model olarak Türk siyasal sisteminde yer alması gerekti ğini kuvvetle savunan ilk siyasetçi Turgut Özal olmuştur. Bunun arka planında yatan çeşitli sebepler vardır. 

Bunlardan ilki 12 Eylül darbesinden sonra sivil hayata geçilmesiyle birlikte tek başına iktidar olan Anavatan Partisi Genel Başkanı Başbakan Turgut Özal’ın güçlü bir başbakan profili çizmek isteyişine karşılık her defasında Cumhurbaşkanı Evren tarafından engellenmesidir. Özal, planladığı birçok reformdan Bakanlar Kurulu’nu oluşturmak istediği kişilere kadar Evren ile anlaşmazlıklar yaşamıştır. Cumhurbaşkanı olduktan sonra planladığı reformları hayata geçirme noktasında istediği gibi bir ortam oluşmaması gerekçesine dayanarak tekrar başkanlık sistemi tartışmalarını gündeme taşımıştır. Vesayet altındaki rejimle icra etmek 
istediği uygulamaları hayata geçiremeyeceğini düşünmüştür (Fedayi, 2013, s. 684-685). Ayrıca uzlaşma geleneği zayıf olan Türkiye’nin koalisyon hükümetleriyle zaman kaybettiğini belirterek Türkiye’nin heterojen yapısına başkanlık sisteminin daha uygun olacağını dile getirmiştir. Ona göre bu, çoğunluğun seçtiği başkanın ülkenin bütünlüğünü temsil etmesi bakımından daha demokratiktir (Yılmaz, 2013, s. 630). Bütün bunların yanında Özal’ın hep 
birinci adam ya da tek adam olmaya yönelik tutkusunun da payı büyüktür. Amerikan sistemini benimsemek istemesinin arkasında bu yatmaktadır. “Benim önemli gördüğüm konu, Türkiye’yi belli bir noktaya götürebilmek. Bizim inandığımız bazı şeyler var. Onu ne şekilde yapmam daha güçlü olursa, orada olmaya çalışırım’’ şeklinde ifade ettiği beyanıyla Özal sadece kendi şahsında somutlaştıracağı sistemle Türkiye için uygulamaya koymak istediği 
reformlardan bahsetmiştir (Cemal, 1989, s. 122). 

Özal esas itibariyle, halk tarafından seçilen bir devlet başkanını arzulamıştır. Anayasanın cumhurbaşkanına tanıdığı yetkilerin korunmasından yana olmakla birlikte görev süresinin en fazla iki dönemi kapsayan 5 yıllık bir süreyi kapsaması gerektiğini ifade etmiştir. 

Özal’ın yarı başkanlık sistemini andıran önerisi, ona yakın kaynaklara göre Amerikan tipi başkanlık modeli için bir geçiştir (Yazıcı, 2013, s. 160-161). Turgut Özal’ın kardeşi ve dönemin Malatya milletvekili Yusuf Bozkurt Özal da reformist kararların alınmasında başkanlık sisteminin uygun model olduğunu öne sürmüştür. Başkanlık sistemini Osmanlı sistemine benzeten Özal, “Başkanlık sistemi Osmanlı sisteminin bir nevi demokrasiye adapte edilmiş şeklidir’’ 
demiştir (“Başkanlık sistemini TBMM’de”, 1992). Buna karşılık, Özal’ın bu istekleri kendisi için gündeme getirdiği iddia edilerek cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Özal’ın siyasî gücünün sınırlanmasını istemediği yönünde tepkiler doğmuştur (Duman, 2013, s. 643). 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

13 Eylül 2018 Perşembe

Başkanlık Sistemi Tartışmaları Sorular ve Sorunlar.,


Başkanlık Sistemi Tartışmaları  Sorular ve Sorunlar.,



DEVRİM AYDIN* 
Başkanlık Sistemi Tartışmaları: Sorular ve Sorunlar
16 Şubat 2015, Pazartesi 15:02

Türkiye'de yaklaşık iki yüz yıldır süren siyasal sistem tartışması ve arayışlarının temelinde daha fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olduğu unutulmamalı. 
Bu nedenle, hedeflenen siyasal değişikliklerin bunu sağlayıp sağlamayacağı iyi düşünülmeli. 

Devrim Aydın*  
Ankara - BİA Haber Merkezi 
* Yrd. Doç. Dr. Devrim Aydın, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi

Denenmedik bir Başkanlık Sistemi Kalmıştı.

Türkiye’de siyasal sistem ve hükümet biçimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından başlayan özgürlük ve parlamento kurulması mücadeleleriyle, 
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Cumhuriyetin felsefesi ile şekillenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda meşruti monarşi ile tanışan Türkiye, daha sonra halkın seçtiği bir meclisle, Cumhuriyet Senatosu kaldırılıncaya kadar çift 
meclisle, meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanıyla tanışmıştır.

Bugün de Türkiye’de yeni bir anayasa yapılması, başkanlık sistemine geçilip geçilmemesi ekseninde bir tartışma vardır. İki yüz yıldır süren siyasal sistem 
tartışması ve arayışlarının temelinde daha fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, hedeflenen siyasal değişikliklerin bunu 
sağlayıp sağlamayacağı iyi düşünülmelidir.

Türkiye’nin Ciddi sorunları için başkanlık sistemi çözüm olabilir mi?

Dünya’nın en büyük 20 ekonomisinden biri olan Türkiye, Ortalama yaşam süresinde dünyada 96., Kişi başına düşen milli gelirde 59., Gelir Adaletsizliğinde  57. İşçi Ölümlerinde ise dünya 2.sidir.

Cinsiyet Eşitliği bakımından 136 ülke arasında 120. sıradadır.

2011 Dünya Demokrasi Endeksinde 167 ülke içinde 88. sırada,

2012 Dünya özgürlük araştırmasında 194 ülke arasında 112. sırada yer alarak “kısmen özgür, melez demokrasi” kategorisinde yer almıştır.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Dünya Adalet Projesi’nin 2012 yılı raporunda “hukukun üstünlüğü” konusunda 97 ülkenin karşılaştırıldığı araştırmada 71. sırada,

2012’de İnsani Gelişmişlikte 169 ülke içinde 85. sırada yer almıştır.

Fredoom House 2014 raporunda basının özgür olmadığı ülkeler arasında gösterilmiştir.

Türkiye, kişi başına günde ortalama 5 saat televizyon izlenen, buna karşın yılda sadece 6 saat kitap okunan, 123 kişiye 1 kitabın düştüğü bir ülkedir.  

Açıkçası bu tablo bile tek başına, başkanlık sisteminin düne ve bugüne rahmet okutmasına neden olabilir. Kim bilir belki de başkan bizi bu tablodan 
kurtaracaktır!

Türkiye’nin vahim ekonomik durumu için çözüm başkanlık mıdır?

Şubat 2015’te açıklanan resmi rakamlara göre; Merkez Bankası, kamu, bankalar, reel sektör ve vatandaşın toplam 234.8 milyar dolarlık varlığı, 672.9 milyar dolar da borcu var. Yani ülke olarak 438 milyar dolarlık açığımız var! BDDK rakamlarına göre bankaların sattıkları hariç batık kredi tutarı 36 milyar lira civarında.

Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi; Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Aralık Ayı Raporu’na göre bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı  yasal takibi devam eden kişilerin sayısı, geçen senenin aralık ayına göre yaklaşık 15 bin arttı. Bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi  sayısı, geçen yıla göre, yüzde 4 artarak 669 bine, bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe intikal etmiş kişi sayısı ise yüzde 1 artışla 1 milyona  yükseldi. Buna göre bireysel kredi veya bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girmiş tekilleştirme yapılmasıyla hesaplanan toplam kişi sayısı,  2014’te, geçen yıla göre yüzde 7 artışla 1,3 milyon kişi oldu.

Bireysel kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girip hâlâ yasal takipte olan kişi sayısı ise son ay içerisinde yüzde 1.2 artarak 2 milyon kişi oldu. 

2014’te 1.3 Milyon kişi battı.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu tarafından hazırlanan rapora göre Türkiye, Avrupa ülkeleri olarak değerlendirilen ülkeler arasında erken evlilik 
oranında yüzde 17 olan Gürcistan'ın ardından yüzde 14 oranıyla ikinci sırada olup Türkiye’de her üç kadından biri çocuk evliliği yapmaktadır. 
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün raporlarına göre adam öldürme, uyuşturucu, hırsızlık, yaralama ve cinsel suçlardaki artış nedeniyle Türkiye genelinde toplam 150 bin 866 hükümlü ve tutuklu olup, 361 cezaevinin kapasitesi neredeyse dolmuştur. Yurttaşların bir kısmı haklarını televizyonlarda “kadın programlarında” aramaktadır. 

Başkan bizi bu Tablodan kurtarabilir mi?

Türkiye’de öteden beri kişilere ve olaylara göre değişen tepkisel-panik nitelikli çözümler aranması, aceleye getirilmiş anayasa ve yasa değişiklikleriyle yapısal 
kimi sorunların süratle aşılacağı yanılgısı egemendir. Bunlardan biri de başkanlık sistemi olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Abdullah Gül, apar topar yapılan bir 
Anayasa değişikliğinin ardından Cumhurbaşkanı olmuş, görev süresinin ne kadar olduğu ise görevinin beşinci yılında Anayasa’daki bir değişiklikle kesinlik 
kazanmıştı. Bugün de kimi siyasal çevreler, iktidar partisinin başkanlık sistemine geçmekle amacının yapısal sorunları aşmak ya da daha demokratik–özgür 
bir siyasal ortamın oluşturulmasının değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a daha uzun yıllar ve daha güçlü bir yöneticilik yolu açmak olduğu görüşündedirler. 
Türk sağının öteden beri güçlü lider etrafında dönen siyasal seyri, 21. yüzyıla uygun değildir. AKP tek başına iktidar olmasaydı, Erdoğan ısrar etmeseydi, 
basın yönlendirilmeseydi, başkanlık ısrarı da bu denli hararetle yürütülmeyecekti.

Türkiye’nin yapısal siyasi sorunları acil demokrasiyle çözülebilir 

Parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçilmesi sanıldığı gibi sadece bir anayasa değişikliği meselesi olmayıp yıllar içinde oluşan gelişen-şekillenen 
bir siyasal/hukuksal kültürle ilgilidir. Krallığın olduğu tüm ülkeler İngiltere gibi demokratik olmadığı gibi, başkanlıkla yönetilen ülkelerin tüm ülkeler de ABD 
gibi demokratik değildir. Nitekim ABD’de başkanlık konutu önünde her isteyen protesto gösterisi düzenleyebilmektedir ancak başkanlık sisteminin olduğu 
ancak siyasal kültürün farklı olduğu diğer bir ülkede başkan adeta diktatördür. Adı cumhuriyet olan, demokrasinin ve birey özgürlüklerinin oturmadığı kimi 
ülkelerde ise toplantı ve gösteri özgürlüğü, basın özgürlüğü, devlet yönetimine katılma hakkı ve siyasal iktidarı eleştirme özgürlüğünün varlığı bir yana, tüm 
bunlar çok ağır kolluk müdahalesine, suçlamalara ve cezalara neden olabilir. Siyasal tartışmaların biçimi, çözümleri ve siyasal yönetimler o ülkenin insani 
gelişmişlik, kadın erkek eşitliği, eğitim kalitesi, üretim biçimi, iş-çalışma ilişkilerinin niteliği, gelir dağılımındaki adalet, demokrasi ve özgürlükler konusundaki yeriyle bağlantılıdır. Siyasal iktidar çevreleri, başkanlık sistemini siyasal istikrarın korunması ve yürütmenin denetlenebilmesi için zorunlu gördüklerini söylemektedirler. Başkanlık sisteminin siyasal istikrarı sağlamakta daha başarılı olduğuna dair kesin bir veri olmadığı gerçeği bir yana, 
Türkiye’de 12 yıldır tek parti iktidarı mevcut olup Türkiye’de siyasal istikrarsızlıktan bahsedilemez. Ancak Türkiye’deki çok ciddi siyasal sorunların varlığı da bir gerçek olup bunların nedeni siyasal sistemin biçimi değil; Kürt sorunu, din ve inanç özgürlüğü, gelir adaletsizliği gibi yapısal siyasal sorunların 
çözülememesidir. Bu sorunların çözümü de tek başına başkanlık sistemine geçilmesiyle ilgili değildir.

Başkanlık sisteminin tek adam sistemine dönüşmemesi için ciddi kurumsal güvenler olmalıdır

Başkanlık sistemi, keyfi ve kötü yönetim demek değildir. Başkanlık sistemlerinde genellikle iki meclis söz konusudur ve bu meclislerin görev süreleri 
birbirlerinden farklıdır. Başkanlık sisteminin salt başkan adını verilen bir kişiyle olmayacağı, görev süreleri birbirinden farklı çift meclisin de bu sistemin 
genel özelliklerinden biri olduğu bilinmelidir. Başkanlık sistemi, denge ve denetime dayalı olarak çalışır. Çift meclisin amacı, başkanı “tek adam” olmaktan 
alıkoymak ve denetleyebilmektir. Bunun için de meclisin, başkanın denetiminde olmaması gerekir. Bunun temel güvencesi ise siyasi partilerin ve 
milletvekillerinin başkanın denetiminde olmamasıdır. Başkanın faaliyetleri parlamento tarafından denetlenir. Bunun sağlanamadığı ülkelerde başkanlık 
sistemi fiili diktatörlüğe dönüşmüş durumdadır. Üstelik başkanlık sisteminin en eski ve en iyi örneği olan ABD’de Temsilciler Meclisi, Senato ve Başkan 
olmak üzere üç ayrı kurum bulunmaktadır.

Türkiye’de başkanlık sistemini destekleyenlerin çift meclisten ve başbakanın bulunmamasından söz etmemeleri ilginçtir. Belki de istenen Fransa’daki gibi 
başbakanın da olduğu bir yarı-başkanlıktır ki bu durum da her halde Türk tipi başkanlık sistemi ya da tek adam rejimi olacaktır. Öte yandan 1961 Anayasası 
ile getirilen ve 1980 darbesiyle kaldırılan ikinci bir meclis sistemine geçilmesi de Türk siyasetindeki kararsızlığı gösterecektir. Kaldı ki halkın seçtiği başkanla 
halkın seçtiği meclis arasında “milli irade”yi kimin temsil ettiği tartışması yaşanacaktır.

Başkanlık sistemini savunanların en güçlü argümanı halk tarafından seçilecek güçlü bir cumhurbaşkanı ile parlamento arasında çıkabilecek olası iktidar 
yarışına son vermektir. Görüldüğü gibi bir inatlaşma ile cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin yolu açılmış, ancak bunu sağlayanlar şimdi bunun 
getireceği sorunları aşmanın yollarını aramaya başlamışlardır.      

Başkanlık sisteminin ülkedeki özgürlük ve demokrasiyi zedelemeden yürüyebilmesi için yargının güçlü ve bağımsız, yargıçların iyi eğitimli ve tarafsız olması şarttır. Yapısı ve varlığı yıllardır eleştirilen HSYK’nın mevcut hali eskisinden daha demokratik değildir. Yargıç bağımsızlığı ve teminatı, eskisinden hiç de iyi yerde değildir. Hâkimlerin gece yarısı tayin kararnamesinden korkmadığı, yerlerinin değiştirileceği endişesi taşımadan karar verebilecekleri, gazete manşetlerinden fotoğraflarıyla hedef gösterilmedikleri hukuksal güvencelerinin olması gerekir. 1960’lı yıllardaki “yargıcın keyfi olarak görev yaptığı yerin değiştirilmemesi güvencesi” bugün unutulmuştur. Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçim biçimi ve niteliği başkanlık rejimi açısından oldukça önemlidir. 

Yüksek mahkemelerinin kararlarına saygı duyulmadığının bizzat devleti temsil edenlerce dile getirildiği, yargıçların suç örgütü üyesi olarak afişe edildiği bir 
yerde başkanlık sistemi,  mahkemeleri başkanın yargısına dönüştürecektir. 

Basın-yayın şirketlerinin iktidarlara yakın durarak ihale alıp ayakta kalmaya çalıştığı bir yerde basın özgürlüğü de söz konusu olamaz. Uluslararası Sınır 
Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye, 180 ülke içerisinde 154. sırada gösterilmiştir. Bu gerçeklik de 
göstermektedir ki bugünkü haliyle basın, başkanlık sisteminde tam bir propaganda aracına dönüşecektir. Basının yanı sıra üniversitelerin ve sivil toplum örgütlerinin de çekingenliği eklendiğinde “şark tipi başkanlık” sisteminin ortaya çıkması kaçınılmazdır. 

Türk tipi Başkanlık nasıl bir şey olur?

Siyasi Partiler Kanunu 12 Eylül darbesinin ürünü olup, demokratikleşmenin önündeki ciddi engellerden biridir. %10 gibi yüksek bir seçim barajı, siyasal 
tercihlere ciddi bir darbe vurmaktadır. Bu Kanun parlamenter sistemdeki siyasal partiler düzenine göre hazırlanmış olup siyasi partiyi genel başkanın kontrol 
edebilmesi imkânı veren katı disiplini öngören, parti içi demokrasiyi zayıflatan hükümler içermektedir. Oysa başkanlık sisteminde siyasal partiler çok daha 
özgürlükçü hükümlere göre örgütlenmişlerdir ve milletvekilleri parti tüzel kişiliğine, parti yönetimine ve başkana karşı çok daha güvenceli ve bağımsızdırlar. Bu kanun mevcut haliyle bile genel başkan sultasına neden olduğuna göre başkanlık sisteminde siyasal parti başkanın denetiminde, milletvekilleri ise başkanın meclisteki memurlarına dönüşecektir. Kaldı ki başkanlık sistemi çok partili bir sistemle de bağdaşmamaktadır ve Türkiye örneğinde Tek Adam - Tek Parti” sonucuna da neden olabilir. 

Başkan, Hepimizin Başkanı olabilecek mi?

Türkiye’nin sosyolojik ve siyasal gerçekleri karşısında başkanın da Cumhurbaşkanlarımız gibi Türk, sunni, sağcı, erkek olacağı gerçeği bir yana, başkanlık seçiminde belirli bir bölge (Doğu ve Güneydoğu Anadolu) seçimi kazanamasa bile çok yüksek bir oy oranıyla fiili bir bölgesel lideri işaret edebilir. 
Nitekim bu bölgelerde oy oranı %70 -80 civarında olan siyasal partinin işaret ettiği adayın bu kadar yüksek bir oy alması durumunda bu kişi bölgenin 
“fiili-siyasal lideri” olacaktır. Bu durum da ülkenin geri kalanında bölgesel ve siyasal bölünme endişesi doğuracaktır. Bölge meclisleri ve federasyon 
düşünülmediğine göre başkanlık seçiminin bu sonucu doğurabileceği de düşünülmelidir. Esasen aynı durum cumhurbaşkanı seçiminde de söz konusu 
olmuştur. 

Başkanlık sistemine ilişkin siyasal kültürün ve birikimin çok yeni olduğu, başkanlık sisteminin gerektirdiği kurumların bulunmadığı ülkelerde bu sistemin 
bir sakıncası ise çok yüksek oranda (örneğin %80) bir oyla seçilen başkanın diktatöre dönüşmesi, % 51 gibi kıl payı bir oyla seçilen başkanın ise toplumun 
tümünü temsil edememesi olasılığının bulunmasıdır. Genel olarak demokratik rejimlerde yerelliği öne çıkarma çabası varken Türkiye’nin mevcut siyasal yapısı, siyasi partiler düzeni çok katı bir merkeziyetçiliğin ortaya çıkmasına neden olabilir. 














Erdoğan “ Başkan” olacak mı, Davutoğlu “ Başbakan ” kalacak mı?   

12 yıldır tek başına iş başında olan güçlü bir siyasal iktidar, birçok anayasa değişikliklerine gitmiş olmasına rağmen daha iyi bir yönetim için Erdoğan 
başbakanken sıkça başkanlık sistemini savunmuş, bu amaca ulaşılamayınca cumhurbaşkanını halkın seçmesi için çok güçlü bir propaganda yaparak bu 
yönde anayasa değişikliğini başarmıştır. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıyla unutulan tartışma, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilmeye 
başlanmış, 400 milletvekili sayısına ulaşılırsa bunun başarılabileceği Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Türkiye’de yaşadığımız için tarafsız Cumhurbaşkanı’nın 
hangi partinin 400 vekile ulaşmasını istediği, olur da bu başarılır ve anayasa değiştirtilerek başkanlığa geçilirse kimin başkan olacağı/seçileceği, başkanlığa 
geçilmesi halinde mevcut Cumhurbaşkanı’nın konumunun ve görev süresinin ne olacağı konusunda kafamızda herhangi bir soru oluşması gerekmiyor. 
Ancak 1992 yılında yaptığı bir konuşmasında başkanlık sisteminin Türkiye karşıtı bir ABD oyunu olduğunu söyleyen Erdoğan, belki de başkanlık sistemini 
kendisi için istemiyordur. Belki de bu konudaki fikrini değiştirmiştir ve yarın çıkıp “Başkanlık sistemine geçildiğine dair anayasa değişikliği ile mevcut 
Cumhurbaşkanı bendenizin de görevi sona ersin, zaten ben başkan olmak istemiyorum” diyebilir.  Erdoğan 2019 Ağustosundan sonra ikinci kez cumhurbaşkanı, belki bu tarihten önce bile başkan olmayı düşünebilir. Kesin olan ise Erdoğan’ın 2019 Ağustosuna kadar Cumhurbaşkanı olduğu.      

Ancak AKP içtüzüğündeki en çok 3 dönem üst üste milletvekili seçilebilme koşulu nedeniyle aralarında Beşir Atalay, Bülent Arınç, Bekir Bozdağ, Ali Babacan gibi bakanların da olduğu yaklaşık 70 kişi haziran 2015 seçimlerinde aday olamayacak. Türk bürokrasisinde birçok kişinin gönlünde bir gün 
milletvekili olma hayali olduğu bir gerçek. Her şeyden önce inanılmaz bir özlük hakkı ve hukuki-siyasi güvenlik söz konusu. Dikkat edilirse üçüncü dönem 
kuralına takılan hiçbir vekil başkanlık konusunda Erdoğan’ı destekleyen açıklamalar yapmadı. Aynı şekilde, Başbakan Davutoğlu da ya da partinin diğer 
yetkilileri de bu konuda kesin bir açıklamada bulunmuş değiller. Dikkat edilirse M. Metiner ve Ş. Tayyar dışında başkanlığı ve açıkçası Erdoğan’ın başkanlığını 
destekleyen kimse de yok. İktidar partisi içindeki aday belirleme ve aday listelerini oluşturma süreci içinde yaşanacak gerilim ve tartışmalarla beraber 
başkanlık sistemi destekçilerine listelerde yer verilmemesi, aynı zamanda parti içindeki Erdoğan destekçilerinin dışlandığını da gösterecektir. 

Kısacası, üç dönem kuralına takılmayan mevcut vekillerin asıl telaşı yeniden vekil olabilmek, aday adaylarının telaşı ise seçilebilecekleri bir yerden aday 
olabilmektir. Ancak burada insanın ve siyasetin doğasından gelen bir ikilem söz konusu olacaktır. Açıkça başkanlık sistemini ve yüksek sesle Erdoğan’ın 
başkanlığını destekleyenlerin aday olup olmayacaklarına nihai olarak Davutoğlu karar vereceğine göre, kendisinden çok Erdoğan’a bağlı olan bu kişilere 
partide yer verecek midir? Kısacası iktidar partisinde adayların asıl derdi sistemin ne olacağı, kimin başbakan ya da başkan olacağı değil, kendilerinin 
seçilip seçilemeyeceğidir.

Sonuç

Bir ülkedeki siyasal kültür, insani gelişmişlik, demokrasi ve özgürlüklerin düzeyini de belirler. Demokratik ve özgürlükçü bir toplumda rejimin adının krallık, başkanlık ya da cumhuriyet olması siyasal sorunların çözülmesine engel değildir, ancak demokrasi ve özgürlükler konusunda sorunlar yaşayan ülkelerde 
rejimin adının değişmesi sorunları çözmeye yetmediği gibi daha yeni sorunlara neden olur. Çünkü başkanlık sistemi, demokratik bir rejimin önşartı değildir.

Türkiye’de bugün yaşanan yapısal ve ciddi kimi siyasal sorunların geçmişte bulunan-denenen panik çözümlerden kaynaklandığı unutulmamalıdır. 
Türkiye açısından bakıldığında başkanlık sisteminin kimi avantajları da olabilir. Hatta Türkiye’de bakanların başbakanlar karışındaki konumları, başkanlık 
sisteminde sekreterlerin başkan karşısındaki konumlarından çok daha zayıftır. Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler konusundaki eksiklikler başkanlık 
sistemini tek adam rejimine dönüştürebileceği gibi, Türkiye’deki siyasal sorunlar başkanlık sisteminin bölgesel fiili liderler çıkarmasına da neden olabilir. 
1946’dan beri süregelen çok partili siyasal sistemin apar topar değiştirilmesi çok daha yeni sorunlara neden olabilir. Mevcut parlamenter sistemin daha 
demokratik olması için acilen yapılması gerekenleri erteleyerek başkanlık sistemiyle tüm bu sorunların çözülebileceğini zannetmek Türkiye için “rus ruleti” 
oynamaktır.  Mevcut sistem bu sorunları çözmediği gibi başkanlık sistemine geçilmesi de bunları çözemeyecektir. Olası bir Türk tipi başkanlık sisteminde 
meclis fiilen ve hukuken daha da zayıflayacağı için siyasal sorunların daha da derinleşeceği açıktır.

Türkiye ve hiç kimse birkaç ay sonraki seçimin sonucunu kestiremez. Seçim anketleri ve TV’lerde saatlerce süren propagandaya rağmen Türkiye’de halkın 
gündemi bambaşka. Rakamların gösterdiği, Türkiye’nin iktisadi ve sosyal olarak istiap hacminin üstüne çıktığı, kültürel olarak dibe vurduğu,  Ciddi hukuki-siyasi-iktisadi sorunlarının kangrene dönüştüğü açıktır. Bu sorunlar ancak daha çok özgürlük, demokrasi ve gelir adaleti ile çözülebilir. 
Türkiye’nin ciddi sorunları, sokakta biber gazıyla, siyasette başkanlık sistemiyle çözülemeyecek derecede vahim boyutlara ulaşmıştır. 
Bir toplum için en tehlikelisi de budur zira uysal atın çiftesi sert olur ve ne zaman nasıl patlayacağı belli olmaz. 

(DA/HK)


http://bianet.org/bianet/siyaset/162308-baskanlik-sistemi-tartismalari-sorular-ve-sorunlar

***

19 Mart 2017 Pazar

Anayasa Değişikliğinin ' Evet 'çilerden bile Saklanan İçeriği,



Anayasa Değişikliğinin ' Evet 'çilerden bile Saklanan İçeriği,


2017-01-23 00:09:03
          
SEÇTİKLERİMİZ 
Özge Ozan'ın 
Sendika. Org'daki yazısı: 



Anayasa değişikliğinin “Evet”çilerden bile Saklanan İçeriği

Anayasa değişikliğinin 'Evet'çilerden bile saklanan içeriği 
Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçti. Şimdi sıra referandumda. Anketlerde Anayasa değişikliğinin içeriğini “hiç” bilmeyen, “çok az” ya da “biraz” bilenlerin oranı yüzde 78. Nasıl bilinsin? Düşünce, ifade özgürlüğü ve gösteri hakkının dahi kısıtlandığı, muhalif medyanın kapatma kararları ile susturulduğu bir Olağanüstü Hal döneminde, kapalı kapılar ardında hazırlanıp, kavga dövüş Meclis’ten geçirilen bir teklif bu.

Ülkenin nasıl yönetileceğini belirleyen bir Anayasa değişikliği, hakkındaki Meclis görüşmelerinin canlı yayımlanmadığı, haber bültenlerinde görüntülerin kırpılarak kendine yer bulduğu, tartışma programlarında az doğru çok yanlış “bilgi”nin halkın üzerine boca edildiği, “Hayır” diyenlerin ekranlarda yer bulamadığı bir süreçle Meclis’ten geçirildi.

Üniversitelerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, hukukçuların, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin, meclis dışı siyasi partilerin, halkın özgürce Anayasa değişikliğini tartışmasına izin verilmeyen, hızıyla insanları serseme çeviren bu süreçte herkesin hemfikir olduğu bir şey var, halkın çoğunluğu bu Anayasa değişikliğinin ne anlama geldiğini, içeriğini bilmiyor. O zaman iş başa düşmüştür. Anlatacağız. Bu ülkenin gördüğü en büyük “konuşma seferberliği”ni yapacağız.

“ Kararsızım ” diyen, “ İçeriğini bilmiyorum ama ‘güçlü Türkiye’ için evet diyeceğim” diyen yurttaşlara seslenelim: “Sadece bu Anayasa değişikliğini önerenleri değil, “ hayır ” diyenlerin gerekçelerini de dinleyin”. Gerçekten dinlediğinizde neden “ #TekAdamRejimineHayır ” dediğimizi anlayacaksınız…

Maddelere boğulmadan işin özetini versek yeterlidir, mesele “Güçlü Türkiye” değil tüm gücün bir “Tek Adam”da toplanmasıdır… Ayrıntı isteyen için ise durum aşağıdaki gibidir…

Anayasa değişikliği ne getiriyor?*

Kısaca özetlersek, “cumhurbaşkanlığı sistemi” diye sunulan Anayasa değişikliği teklifinin asıl hedefi dünyadaki örneklere benzer bir “başkanlık sistemi” kurmak değil kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırıp “kuvvetler birliği” sistemi kurarak tüm yetkiyi “Tek adam”a devretmektir. Yasama ve yürütme kuvvetlerini “Tek Adam’da birleştirmektir.

Anayasa değişikliği ile bildiğimiz parlamenter sistem ortadan kalkıyor. Başbakan ve Bakanlar Kurulu ortadan kaldırılıyor.

Yasama organı olarak Meclis’in ana işlevlerinden biri olan yürütmeyi dengeleme ve denetleme imkanı tamamen ortadan kaldırılıyor. Devlet organlarının kanunla düzenlenmesi kuralının terk edilmesi gibi birçok alanda Meclis’in yasa yapma yetkisi elinden alınıyor.

Tek bir kişiye, oylarımızla seçtiğimiz Meclis’i feshetme, ülkeyi sürekli olağanüstü halle, kanun hükmünde kararname ile yönetme yetkisi veriliyor.

Bu sistemin dünya üzerinde başka bir örneği yok.

Bu sistemde tüm yetkiler bir kişinin/ Tek Adam’ın elinde toplanacak. Nasıl mı? Madde madde anlatmaya çalışalım…

Tek Adam karşısında hükümsüz Meclis

Anayasa değişikliğinin getirdiği sisteme göre tüm yetkileri elinde toplayacak “Tek Adam” TBMM seçimleri ile birlikte yapılacak “cumhurbaşkanlığı” seçimleri ile seçilecek. Genel seçimler 4 yıldan 5 yıla çıkarılacak. Ve Tek Adam ile Meclis’in görev süreleri mutlak biçimde birbirine bağlanacak. İki seçimin aynı anda yapılması ile Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğunun aynı siyasi partiden olması yani yasamanın yürütme güdümünde oluşması hedeflenecek.
Meclis çoğunluğu, Tek Adam’ın partisinde değil de başka parti veya partilerin milletvekillerinden olsa dahi mevcut sistemde olduğu gibi bakanlar kurulu ve başbakanı seçemedikleri için, milletvekili seçimlerin yapılmasının anlamı da kalmayacak. Asıl olan tek seçim Tek Adam’ın seçilmesi olacak. Milletvekili sayısı 600’e çıkarılacak ama ana işlevleri “maaşlarını” düzenli alıp, ayrıcalıklarını korumak olacak.
Tek Adam, partisinin başında yer alabilecek. Yani “cumhurbaşkanı” partili olacak, partisinin genel başkanı olabilecek. “Tarafsız” ve “bağımsız” olmayacak.

Meclis’i millet değil Tek Adam seçecek

Tek Adam, partisinde de egemen olduğu ve hangi milletvekillerinin seçileceğine karar vereceği için seçimleri partisi kazandığında Meclis çoğunluğu da Tek Adam tarafından belirlenmiş olacak. Meclis’in Cumhurbaşkanı karşısında bir bağımsızlığı kalmayacak.

Hiç seçmediğiniz Bilal’i o koltukta görmek ister misiniz?

Tek Adam, tüm bakanları ve yardımcılarını kendisi belirleyecek. Örneğin Tek Adam oğlunu cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atayabilir. Değişiklik teklifine göre cumhurbaşkanlığı makamının geçici/sürekli boşalması halinde yenisi seçilene kadar Tek Adam tarafından atanan Cumhurbaşkanı yardımcısı cumhurbaşkanının tüm yetkilerini kullanabilecek. Oğul örneğinden gidersek böyle bir durumda tüm bu yetkiler seçim olmaksızın babadan oğula devredilebilecek. Gözünüzün önüne oğlu getirmek bile yeniden düşünmek için bir neden olabilir (!)

Millet bakacak, Vekilleri bakacak, Tek Adam’ın adamları yönetecek

Sayısı belli olmayan bu söz konusu bakan ve cumhurbaşkanı yardımcılarının maaşlarını biz vergilerimizle ödeyeceğiz ancak onlar Meclis’e dolayısı ile halka karşı değil Tek Adam’a karşı sorumlu olacak. Onun ağzından ne çıkarsa onu yapacak. Tek Adam atadıklarını istediği zaman görevden alabileceği için, ona itiraz etmeleri de mümkün olmayacak. Tek Adam’ın yaptığı atamalar Meclis ya da başka bir organın denetimine ve onayına bağlı olmayacak.
Tek Adam, üst kademe kamu görevlilerini atayabilecek, görevlerine son verebilecek, atamalara ilişkin esaslar yine tek adamın çıkaracağı kararname ile belirlenecek. Tüm bürokrasi sadece Tek Adam’a karşı sorumlu olacak.

Tek Adam sorgulanamayacak, soru bile sorulamayacak

Halk yine oy verip Meclis’teki milletvekillerini seçecek ancak halkın seçtiği Meclis’in yürütme organını-Tek Adam’ı denetlemesi mümkün olmayacak. Meclis’e karşı sorumlu bir hükümet (yürütme) oluşmayacak, güven oylaması kalkacak. Doğalında milletvekilleri ortadan kaldırılan bakanlar kurulu için gensoru veremeyecek. Düzenleme ile sözlü soru ortadan kaldırılacak. Mevcut sistemde yürütmenin başı olan başbakana yazılı soru sorabilirken değişiklik referandumdan geçerse milletvekilleri Tek Adam’a soru bile soramayacak. Ancak yardımcıları ve bakanlarla muhatap olabilecek. Üstelik değişiklikte yazılı sorular cevaplanmazsa ne olacağı yazmadığı için bu uygulamanın da hiçbir etkisi olmayacak.

Tek Adam sevmediği Meclis’i feshedebilecek

Bugünkü gibi Mecliste basit çoğunlukla (Meclis’teki vekil sayısının yarısı) erken seçim kararı alınamayacak. Meclis’in beşte üçü bu kararı verebilecek. Seçim kararı verildiğinde “Tek Adam” seçimi de birlikte yapılacak. Ancak hazırlanan sistemde Meclis çoğunluğu Tek Adam’ın partisinden olduğunda o istemediği sürece yasal süre dolmadan ülkeyi seçime götürmek mümkün olmayacak. Tabi Tek Adam isterse her şey çok “kolay” olacak.
Tek Adam Meclis seçimlerinin yenilenmesini istediğinde. Meclis’i feshedebilecek. “Ben yaptım oldu” demesi yeterli olacak. Tek Adam’a oy vermeyenlerin de temsil edilmesi gereken Meclis sadece Tek Adam’ın kararı ile yenilenecek. Halkın kolektif çıkarı değil Tek Adam’ın siyasi çıkarı belirleyici olacak. Seçim tehdidi Tek Adam’ın elinde Meclis’in üzerinde salladığı bir kılıca dönüşebilecek.

Tek Adam koltuğu bırakmak istemezse…

Peki ya Tek Adam koltuğu bırakmak istemezse? Değişikliğe göre cumhurbaşkanının iki kez seçilme hakkı var. Ancak ikinci dönemde yasal süre bitmeden Tek Adam Meclis’i feshedip yeniden seçime giderse iki kez sınırına takılmadan bir kez daha aday olabilecek.
Tek Adam’ın yürütmeye ilişkin konularda kararname çıkarma yetkisi olacak. Ülkeyi Meclis’e hiç sormadan çıkardığı kararnamelerle yönetebilecek. Mevcut sistemde KHK çıkarma yetkisi parlamentonun kabul edeceği ve konu, amaç ve süre gibi unsurlar açısından sınırlandırılmış bir yetki yasasına dayanır ve sonrasında da parlamentonun KHK’yi onay yoluyla denetlemesini içerirken, yapılan değişiklikle TBMM’nin denetim olanakları tamamen ortadan kaldırılacak. Tek Adam yetkisini doğrudan Anayasa’dan almış olacak.

Tek Adam’ın partisi Meclis’i kilitleyecek

Anayasa’ya göre yasama yetkisi devredilemez, ancak Anayasa değişikliği referandumdan geçerse Tek Adam’a kanunla düzenlenmeyen bir konuyu kararnameyle düzenleme, yasal boşlukları kararnameyle doldurma yetkisi verilecek. Tek Adam, eğer yasayla düzenlenmiş bir alan varsa o konuda kararname çıkaramayacak. Ve eğer çıkardığı kararname yasa ile çatışırsa o yasa uygulanacak, ancak Meclis çoğunluğu da Tek Adam’ın partisindeyse Meclis’in kanun çıkarması engellenerek “yasal boşluk” alanlarında at koşturabilecek.
Tek Adam, “cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile Bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görev ve yetkileri, teşkilat yapısı, merkez ve taşra teşkilatlarının kurulmasını sağlayabilecek. Örneğin Aile Bakanlığı ya da örneğin Çevre ve Şehircilik bakanlığı bir gecede kapatılabilecek, bu kamu kurumlarında halkın yararına işletilebilecek tüm mekanizmalar Tek Adam’ın bir sözü ile kaldırılabilecek.

Devlet Denetleme Kurulu bile Tek Adam’ın oyuncağı olacak

Tek Adam örneğin Atatürk Kültür, Dil, Tarih Yüksek Kurumu, TRT, YÖK, Kredi ve Yurtlar Kurumu, Üniversiteler, Devlet Tiyatroları, Türk Patent Enstitüsü, Sosyal Güvenlik Kurumu gibi…“kamu tüzel kişiliği” kurma konusunda da kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip olacak. Yine Devlet Denetleme Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği gibi kritik kurumların tüm işleyiş ve teşkilat yapılarında kararname ile değişiklik yapabilecek.
Tek Adam, yönetmelik de çıkarabilecek.

Tek Adam’ın canı sıkılırsa OHAL ilan edecek

Tek Adam, olağanüstü hal (OHAL) ilan edebilecek. Üstelik kendi bakanlarından bile görüş almasına gerek yok. Bir sabah uyanıp olağanüstü hal ilan edebilir. Yapılan değişiklikle olağanüstü hal ilan nedenleri de arttırılıyor. Savaş, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, doğal afet, salgın hastalık ve ağır ekonomik bunalım gibi birbiri ile ilişkisiz konular OHAL ilanına gerekçe yapılıyor.
Değişiklikte olağanüstü halin kaç kez uzatılabileceği konusunda bir sınır getirilmediği için, örneğin Tek Adam görevde bulunduğu süre boyunca ülkeyi sürekli olağanüstü halle yönetebilecek.
OHAL ilan ettiğinde OHAL kararnamesi çıkarabilecek ve çıkardığı kararnameler “kanun” hükmünde kabul edilecek. Anayasaya uygunluk denetimi dışında bulunan bu kararnameler ile Tek Adam bu kararnamelerle Anayasa hükümleri de dahil olmak üzere hukuk düzeninde kalıcı değişiklikler yapabilecek. Yani olağanüstü ilan ettiği dönemde Anayasayı da fiilen askıya alabilecek.

Tek Adam istediği suçu işleyecek, yargılanamayacak

Bu kadar yetkiyi elinde toplayan Tek Adam nasıl mı yargılanacak? Bekir Bozdağ diyor ki şimdiye kadar Cumhurbaşkanı yalnız vatana ihanetten yargılanabiliyordu, değişiklikle siyasi sorumluluk veriliyor, cezai sorumluluk getiriliyor. Elbette Bozdağ tüm yürütme yetkisini Tek Adam’ın elinde topladığını, bahsedilenin aynı “cumhurbaşkanı” olmadığını söylemediği gibi, ceza almasının neredeyse imkansız olduğundan da bahsetmiyor. Şöyle ki Tek Adam hakkında ancak 600 vekilin salt çoğunluğu yani 301 vekil soruşturma açılmasını teklif edebilecek, ancak beşte üçünün onayıyla (360) bu teklif kabul edilecek ve yine ancak 400 vekil “evet” derse Yüce Divan’a gönderilebilecek. Yani Tek Adam Meclis çoğunluğunu elde tutan bir partinin genel başkanı olursa kendi partisi istemediği sürece yargılanamayacak. Tek Adam iktidarı bittikten sonra da eğer Meclis’in nitelikli çoğunluğu “evet” demezse yargılanmayacak.
Hadi diyelim olmayacak şey oldu. Tek Adam Yüce Divan’a gönderildi. Yani Meclis’in üçte ikisi Tek Adam suçludur diye düşündü. Tek Adam’ın yargılanmak için gideceği yer Anayasa Mahkemesi yani üyelerinin büyük bölümünü atadığı yer. Hadi diyelim burada da olmayacak şey oldu. Tek Adam mahkum oldu. Eğer mahkumiyet “cumhurbaşkanı seçilmeye engel” bir suçtan değilse Tek Adam görevde kalmaya devam edecek.

Tek Adam istemezse kimse yargılanamayacak

Tek Adam’ın atadığı bakanlar ve cumhurbaşkanı yardımcıları eğer suç işlerlerse, yani aşina olduğumuz o “dörtlü” gibi hırsızlık, yolsuzluk yaparlarsa, rüşvet alırlarsa ne olacak? Onların da Yüce Divan’a sevk edilmeleri için yine üçte iki (400) oy gerekecek. Yani Tek Adam istemediği sürece hiçbir bakan ve yardımcısı yargılanamayacak. Görevleri bittikten sonra da yargılanmaları için aynı oran gerekecek.

“Bağımsız yargı” yok, “Tek Adam’a bağımlı yargı” var

Peki ya yargı? Tek Adam, Anayasa değişikliği ile yeni adı HSK (Hakimler ve Savcılar Kurulu) şeklinde değişecek olan HSYK’nin, neredeyse yarısını kendisi seçecek. HSK Başkanı, Tek Adam tarafından atanan Adalet Bakanı olacak. Tek Adam tarafından atanan Adalet Bakanlığı müsteşarı ise tabi üye olacak. Sayısı 13’e indirilen üyelerden 4’ünü Tek Adam kendisi atayacak. Tek Adam’ın atadığı HSK üyelerinin göreve başlaması için Meclis’ten onay aranmayacak. Kalan üyeler TBMM’de, yani hâkim meclis çoğunluğu yani iktidar partisi ve değişikliğe destek veren parti tarafından belirlenecek. Yani Meclis çoğunluğu Tek Adam’ın partisindeyse HSK’nın tüm yapısını o belirleyecek. Yargı bağımsızlığı tamamen ortadan kaldırılacak.

Dosta düşmana o karar verecek, sonra kandırılmışım deyip işin içinden çıkacak

Tek Adam ülkenin “milli güvenlik siyaseti”ni belirleyecek. “Milli Güvenliğin sağlanması ve TSK’nın yurt savunmasına hazırlanmasından” Meclis’e karşı Tek Adam sorumlu olacak. Yani istediğini düşman istediğini dost ilan edebilecek. Ülkenin savaşa sürüklenmesine ya da ülkedeki bir toplumsal kesimin “iç düşman” olarak belirlenmesine tek başına karar verebilecek, sorun çıktığında “kandırıldım” deyip işin içinden çıkabilecek.
Tek Adam, TSK başkomutanı olacak. Askerleri istediği gibi savaşa sokup çıkarabilecek. Zorunlu askerlikle TSK’ya katılan gençler Tek Adam’ın ağzından çıkan söz ve aldığı kararla ölüme gönderilebilecek. Genelkurmay Başkanı Tek Adam’a karşı sorumlu olacak.

Memleketin kasası Tek Adam’a

Biraz da “paradan” haber verelim. Yapılan Anayasa değişikliği ile Tek Adam bütçeyi de kendisi oluşturacak, Meclis’e kendisi sunacak. Halkın parasının nereye aktarılacağına, eğitime, sağlığa, savaşa ne kadar bütçe ayrılacağına kendisi karar verecek. Dünyadaki “başkanlık sitemlerinde” Meclis’in elindeki en önemli koz “başkanın” bütçesi üzerindeki onay yetkisiyken “Türk tipi başkanlık” diye sunulan Tek Adam sisteminde bu denetleme/denge unsuru da ortadan kaldırılacak. Tek Adam bütçesi Meclis tarafından onaylanmazsa, geçici bütçe kanunu çıkarılacak o da çıkarılamazsa eski bütçe yeniden değerlenme oranına göre arttırılarak yürürlüğe girecek. Meclis tamamen işlevsizleşecek. Tek Adam Meclis onayı dahi olmadan harcama yapabilecek.

Maddeleri de örnekleri de çoğaltmak mümkün. Ama bu kadarı da referanduma götürülen Anayasa değişikliğinin temel özelliğini anlatmaya yetiyor. 80 milyonun iradesi, bu memleketin bugünü ve geleceği tek adama teslim edilebilir mi? HAYIR!

* Yazıda Önce Demokrasi’nin “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine teknik ve bilimsel rapor” metninden, mecliste.org’ta yayımlanan uzman görüşlerinden yararlanılmıştır.

Etiketler: anayasa değişikliği, Erdoğan, AKP, Başkanlık sistemi, TBMM

http://siyasihaber3.org/anayasa-degisikliginin-evetcilerden-bile-saklanan-icerigi

***