Behiç Gürcihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Behiç Gürcihan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

 Taraf Yeni Cumhuriyettir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.

Kategori: Siyaset
2008-09-23

Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat’taki “Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“ Taraf, yeni Cumhuriyet’tir. Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk/Cumhuriyet, “laiklik söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “demokrasi söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan/Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “karşı kamp”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum…
***


14 Aralık 2020 Pazartesi

Önümüz Tufanmış ne gam Nuhun Gemisidir Vatan!

Önümüz Tufanmış ne gam Nuhun Gemisidir Vatan!



Önümüz Tufanmış ne gam;   Nuh'un Gemisidir Vatan
Behiç Gürcihan
www.acikistihbarat.com
22 Şubat 2005 Salı



 
Çapulcu'yu Tanımaktır esas...

Talan'ın sinsileştiği çağımızda.
Kimi zaman takım elbise ile çıkar karşınıza
Hele bir de bir devletin başkanı sıfatı ile...
Kimi zaman üniformalıdır
Yüzünde "dostça" bir gülümseme; koskoca orduların düğmesi elinin altında; dilinde hoş bir "müttefiklik" masalı...
....
Düştüğünüz yerden "dostça" uzatır elini;
Dost zannedip kavradığınızda; ahtapotun kolları karşılar sizi.
.....
Cahilliği perdeler köşeler;
Hainlik mezedir lüks balık lokantalarında...
Kendi piçliklerinden olsa gerek
Tecavüzün teorisi dolanır dillere
Tecavüzden doğan çocuklara ebelik yakışır hainlere.
..............
Coğrafyaya harita düzeyinde bakanların hayalidir; İŞGAL
Kimi zaman çapulcu bir Pentagon generalinin odasındadaki Ortadoğu'dur
Kimi zaman "stratejist" geçinenlerin önünde bir Kafkasya
İpek perde misali sunulur hayaller
İpeğin doğuşu için unutulur feda edilen kelebekler.
..........
"Kitap taşıyan eşeklerden" sözetmiş şair
Yanılmış...
Sadece kitap taşımıyor artık o eşekler
Cephedeki çapulcunun silahı da...
Rampadaki füzenin yüküde artık sırtlarında...
Taşımak da yetmiyor artık;
Aç milletlerin kursağından geçirmek de lazım
Yoksa kızar harita önünde ahkam kesen generaller.
.............
Tarihin son perdesinde;
Haritalar değil topraklar üzerinde yaşanır SAVAŞ...
Toprağın değerini bilenlerin kabarıktır listesi...
Ekmek için emeğini tohum yapan çiftçi de...
Savunmak için şehit olan asker de...
Sevgili için; Kızkulesini gösteren aşık da...
İman'ı için secde eden de..
Ordu'dur; tarihin emrinde.
.............
Harita;
Toprağın piçleştirilmiş halidir
Ruhunda piçlik olanların;
Çapulcu generalleri adam sayanların;
Üzerinde ahkam kestiği bir kağıt parçası.
Vatan ise;
Toprağın gelinlik halidir.
Tarihini çeyiz;
Milletini damat yapmış bir gelin.
...........
Varsın önümüz tufan olsun;
Varsın;
Köşe bucak hain dolsun.
Takmayın kafayı...
Bir hainin deyimi ile...Karartmayın enseyi.
.........
Pentagon'un haritasında "entegre edilmemiş boşluk" diye gösterilmiş Vatan'ımız...
Bakmayın siz Pentagon'un Piçlerine..
Harita üzerinden tarih yazabileceğini zanneden eblehlere...
Haritada kendi yarattıkları "Boşluklar" yerine;
Beyinlerindeki boşluğu görmek isteyenlere
Hodri Meydan çağrısıdır Anadolu.
Hodri Meydan çağrısıdır bu Vatan...
Pentagon'un haritası değil;
Vatan'ın gelinliğidir Toprak;
Damadıdır Millet;
Çeyizidir Tarih!
.....

Önümüz Tufan'mış ne gam Nuh'un Gemisidir Vatan!

***
(Okuyucularımıza Not : Bir taşma anında yazılmış bu yazıdan sonra bir önceki yazıdaki konuya devam edeceğiz. )

***

Arkanızdan Dalga Geçiyorlar Edip Paşam!

Arkanızdan Dalga Geçiyorlar Edip Paşam! 


Behiç Gürcihan
22.11.2006


Paşa odadan ayrıldıktan sonra, masa başındaki üst düzey yetkili, gülerek, eliyle "ilahi adam" der gibilerden bir hareket yaparak;

"Bu adam çok komik, sanki toprağı alıp gidecekler" 
 mealinde bir cümle kullanır ve odadakiler hep beraber gülerler. 
Prensler Edip Paşa ile dalga geçmektedir. 

Yer : Başbakanlık yeni binası...

Tayyip Erdoğan'ın İsviçre'den getirdiği prensini başına geçirdiği kalkınma ajansının bürolarının bulunduğu kat...

"PKK Koordinatörü" sıfatını taşıyan Edip Paşamız neşeli bir şekilde odasına giderken; yolu üzerindeki odalardan birine kapıdan şöyle bir uğrayıp
"Çalışın çalışın çocuklar ama aman toprak satmayın" 
 der. 

 Paşa odadan ayrıldıktan sonra, masa başındaki üst düzey yetkili, gülerek, eliyle "ilahi adam" der gibilerden bir hareket yaparak;
"Bu adam çok komik, sanki toprağı alıp gidecekler" 
 mealinde bir cümle kullanır ve odadakiler hep beraber gülerler. 
Tayyip'in prensi Edip Paşa ile dalga geçmektedir. 
 Başbakanlıktaki Gözlemci arkadaşımız bu anektodu bize aktardığı günden bu yana saklıyor; zamanının gelmesini bekliyorduk. 

 Yerle yeksan olan karizmasını sürekli; "Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanıyım" sıfatını tekrarlayarak kazanabileceğini zanneden Batı Bey'in Can Polat'ı Tayyip Erdoğan'ın deyimi ile; 

"ABD'den bir yoğurt olacağı" zanneden Edip Paşamız'la ve onun şahsı üzerinden Türk Devleti ve Milleti ile birileri ciddi anlamda dalga geçiyor. 
 Ve bunlar Başbakanlıkta olanlarla sınırlı değil. 
 Daha başından beri  "PKK Koordinatörlüğü" gibi abuk subuk bir tanımlamayı taşımaktan sakınca görmeyen Edip Paşa'mız bir çok paşamızda gözlemlediğimiz dört temel konudan muzdarip: 

1) İyiniyet& Güven : Karşısındakini kendi gibi zannedip; tarihinde çapulculuktan başka bir şey olmayan ABD askeri olduğunu unutup, Türk Askeri olduğunu zannetmekten kaynaklanan zaaf. 

2) AB-D Cehaleti : "iç hukukunu korumak pahasına uluslararası hukuku çiğnemekten çekinmeyen" ve bu yolda binbir yalan/entrikaya bulaşan AB-D Devleti 'nin diabolik karakterini bilmeyip ; "uluslararası hukuka ve müttefiklerine sadıklık adına binlerce evladını da, iç hukukunu da feda etmekten çekinmeyen" Türk Devleti geleneğinden gelmekten kaynaklanan zaaf...

3) Refleks Eksikliği: Üniformasından, uçaklarında kullandığı uçuş cetvellerine kadar yıllardır AB-D'nin sistemine manen ve madden entegre olmanın getirdiği içselleştirmiş likle; ABD'den korkan ve onsuz bir şey yapılamayacağını zanneden algı çarpıklığından kaynaklanan zaaf...

4) Taktik/Stratekik Miyopluk : Maalesef; son süreçte çok net örnekleri ile gördüğümüz bu miyopluğu; Irak'ı fiilen bölen Çekiç Güç ve 32. Paralel uygulaması devreye sokulurken sesini çıkarmayıp, hatta peşmergelere subay eğitimi vermek gibi bir çok uygulama ile desteklerken, bugün Kuzey Irak'ta kurulan kürdistan'dan şikayet edenlerde de; AB projesine fiili destek verip, sonra ülkenin içine düştüğü durumdan şikayet edenlerden de görebilirsiniz. 

 Bir yanda Tayyip, öbür yandan AB-D, masaya "PKK Koordinatörü" olarak oturan Edip Paşamızın artık bu parodiye verme vakti gelip de geçmektedir. 
 Ankara'da; "Türkiye'nin hassasiyetlerinden dem vurup", 
 Irak'ın kuzeyinde "Barzani ile kolkola giren"

Ralston gibi bir Janus'la  Kandil Dağı tartışmaları da;

PKK içindeki bir kanadın diğerine karşı güçlenmesinden başka bir işe yaramayan Avrupa'daki operasyonlar da(Bkz : PKK içindeki güç çarpışmalarında Suriye-Dağ-Irak ve Avrupa kadroları arasında son yıllarda artan çekişme)  kimsenin karnını doyurmamaktadır Edip Paşam. 

Geçenlerde okumanız için yayınladık...

Kandil Dağı eteklerinde, PEJAK isimli PKK klonunun nasıl ABD himayesinde eğitim yaptığını....
ABD'nin PKK Koordinatörlüğü'nü Türkiye'ye karşı bir "plausible deniability" tuzağı olarak nasıl kullanacağını ortaya koyduk...
ve bugün yine uyarıyoruz : 

ARKANIZDAN DALGA GEÇİYORLAR PAŞAM

 Ama siz gözünüzün önünde; sizin 10'a biri zekanıza sahip sıradan bir vatandaşın bile çoktan farkettiği;
ABD'nin Türk Devleti ve Milleti ile yeni bir dalga geçme mekanizmasına dönüşen bu parodide hala rol almaya devam ediyorsunuz...
İşte o noktada bizim gözümüzde bu oyunun gönülsüz ama iyiniyetli oyuncusu olmaktan çıkıp; gönüllü bir oyuncusuna dönüşeceksiniz ki o zaman bizim yukarıdaki listeyi yenilememiz gerekecek. 
 PKK Koordinatörlüğü'nü kimin emri altında yaptığınızı daha bir netleştirmek için 
1991 yılında yayınlanan bir rapordan bir cümleyi dikkatinize sunuyorum : 
“PKK terörünü kınadığımız kadar, devlet terörünü de kınamak, Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek ve devletin ‘bölücü’, ‘terörist’, ‘ayrılıkçı’ şeklindeki eleştiri üslubunu benimsememek…” 

Bu rapor kime mi ait...

İki hafta önce; Başbakanlık'ta arkanızdan sizinle dalga geçenleri istihdam eden Tayyip Erdoğan'a....
Sizi Yaşar Paşamızla birlikte PKK Koordinatörlüğü'ne atayan Tayyip Erdoğan'a...
Yaşar Paşa mı nerede? 
PKK'yı alanen destekleyip besleyen ABD'ye mutad ziyaretlerinden birini gerçekleştirirken gördük geçenlerde kendisini...Ermeni konusu ile ilgili sitemlerini dile getiriyordu kendisini aşağıdaki ifadelerle... 
Silahlı Kuvvetler’in bir mensubu olarak, 50 senedir ABD Silahlı Kuvvetleri ile beraber çalışmış bir insan olarak, şunu ifade etmek istiyorum: Biz böyle bir şey olursa bundan inciniriz. ABD Silahlı Kuvvetleri’nin değerli komutanlarının hepsi de bunu paylaşırlar. 

Müsaade etsinler de incinelim. Saygıyla söylüyorum, ama inciriz.. 

Düşünüyorum da; aslında sizde haklısınız...

İncinmek için bile ABD'nin "saygıdeğer" komutanlarından saygıyla "müsaade isteyen" bir psikoloji ile; 

 danışmanı aracılığı ile delikten süpürülmemeyi talep eden; Devlet ile PKK'yı aynı kefeye koyan bir psikoloji arasında sıkışıp kalmışsınız...
 Yeriniz dar; nereye oynayacaksınız?

B.G. 
http://acikistihbarat.com/HaberGoruntule.aspx?id=6343

***

11 Aralık 2020 Cuma

100. Yıl Mutabakatı. Devletler Tıkanır.

100. Yıl Mutabakatı Devletler Tıkanır.



Oyun Bozan
www.acikistihbarat.com
Devletler ve Trumpları
Behiç Gürcihan - Açık İstihbarat

13 Kasım 2016 Pazar

100. Yıl Mutabakatı Devletler Tıkanır.

Damarlarında yılların biriktirdiği tortularla akan kan akmamaya başlar ve bürokratik organlar arasında iletişimsizlik had safhaya ulaşır. Bu tıkanıklığın toplumda ayna görüntüleri olarak cep cep huzursuzluklar baş gösterir.
İşte bu noktada Devletlerin içinde klikleşmeler başlar. Toplumda baş gösteren rahatsızlıklardan da referans alan bu klikler Devlet'e dair farklı mefkureler/idealler çevresinde toplanırlar. 

Topluma göre farklılıklar gösteren bu mefkureler çoğu zaman benzer bir dikotomi (iki kutupluluk) üzerinden birbirine karşı konuşlanır.
Osmanlı'da İslamcılık/Turancılık 'a karşı Anadolu hareketi; ABD'de küresel yayılmacılığa karşı izolasyoncular bu dikotomilere tarihten iki örnek olarak karşımızda.
Bu mefkurelere özenenlerin liberal veya muhafazakar kamplarda yeralması tamamen kendi toplumsal sosyoloji ve siyasi diyalektikleri ile bağlantılıdır ama "önce yurtta sulh" diyenlerle "dünyada sulh da bizden sorulur" un  çekişmesi kadimdir.
Tıkanan bir Devlet'in vücudu üzerinde bu iki farklı hayalet çatışmaya başladığı noktada yatay hiyerarşiler üzerinden cuntalaşmalar başlar. Devletin standart dikey hiyerarşi üzerinden işleyişine paralel bu yatay hiyerarşiler bir dava etrafında farklı bürokratik organlar bünyesinden adam devşirir.
Herkesin sorusu aynı ("Bu Devlet/ülke nasıl kurtulur?") cevabı farklıdır.

Devlet İçi savaşlar başlamıştır.

    Türkiye Devlet'i ve  Millet'i 1997-1999 aralığında en ciddi kalp krizlerini yaşadığında başlayan cuntalaşma 2000'lerin başına gelindiğinde iyice belirginleşmeye başlamıştı.

21. yy'a tıkanan Devlet bünyesinde tortulaşmış en az 3 cunta ile girdik.

    Bir cunta diğerinden daha akıllı idi ve ABD Devleti içindeki baskın cunta (neocon) ile müttefikti.

Bu cunta diğer iki cuntayı ustaca "Ergenekon" ve Balyoz süreçlerinin içine çekip kendi darbesini "darbe yapacaklar" yaygarası altında diğerlerinin üzerine yıktı ve hepimizin malumu tarihi tiyatroyu sahneledi.

Bu Cunta; 

hiç bir Devlet restorasyon projesinin Milletten bağımsız yapılamayacağını bilecek kadar akıllıydı ve o yüzden Devlet'in çevresine tadilat perdesini çekerken tadilat perdesinin yüzüne de Tayyip Erdoğan portresini astı.

Pınarhisar ceza evinde özel şartlarda son antremanı yaptırılan Erdoğan ideal adaydı. Duruşu ve karakteri; ahlakı ve aklı ile Türk Milleti'nin özgül ağırlığının "bizden biri" diyeceği bir profil idi. 

Zamanında  Hürriyet'in hakkında attığı "Kaçak evde oturuyor" manşetlerine sinirlendiğinde ona şu söylenmişti:
"Telaşlanma onlar sana çalışıyor. Bu ülkede kaçak evde oturan milyonlar var. O manşetleri görünce, 'bu adam bizden' diyorlar"

Türkiye'deki ve ABD'deki psikolojik harp üstadlarının(FETÖ'nün patronları) ustaca işlediği Tayyip Erdoğan figürü Devlet'in restorasyon projesinin yüzü haline getirildi.

Bu tarz restorasyon projelerinde ortaya çıkabilecek toplumsal ve bürokratik dirençler Dink suikasti ve "Ergenekon" operasyonları gibi toplumu ve bürokrasiyi paralize eden şoklarla aşıldı. Toplumun özgül ağırlığını temsil eden muhafazakar kitleler ise RTE'nin "networking" başarısının da katkısı ile tek bir lider arkasında ; kalan kitle de karşısında hizaya sokuldu.
 
Toplumu yönlendirmek  artık bir tahtırevalliyi idare etmek kadar kolay hale gelmişti.
Sonuçta Devlet içindeki savaşı Tayyip Erdoğan'ı sahaya süren cunta kazandı ve Devlet'i " Yeni Türkiye-Osmanlı " mefkuresi yolunda dönüştürdü; dönüştürmeye devam ediyor.

Bu iç akıl bu süreçte o kadar ustalaştı ki; Devlet içi yeni cuntaları tespit edip, onların ayranını köpürtüp kendi lehine yeni dinamikler yaratmadaki becerisini son olarak 15 Temmuz darbe girişiminde gördük. 

Bir kısım TSK içi muhalif, Fetullahçı ajanlar tarafından kışkırtılıp sahaya sürüldü ; yüzlerce masumun katli ile sonuçlanan süreçte bir kez daha darbe girişiminden darbe çıkartıldı.

Devlet'in restorasyon projesi sürüyor ; İçerdeki  ufak direniş odakları AKP'nin ufak adamlarla yaptığı geçici ittifaklarla aşılmaya çalışılıyor.
Bu restorasyon projesinin bir benzerine ise ABD'de start verildi.

     Tıkanmış bir diğer Devlet olarak ABD.

ABD Devletinin tıkanmışlığı bir kaç sene önceki bütçe sürecinde  iyice ayyuka çıkmıştı. ABD bütçesini geçiremedi, bütçesiz kaldı.
Hedefine koyduğu ülkeler için uydurduğu "failed state" kategorisine kendisi düştü.
Yıllardır finans kapitalin kucağında altyapısını, eğitim sistemini ve imalat sanayini ihmal eden ABD'de elitlerle avamın arasındaki fark 2008 krizinden sonra daha da açılmıştı. ABD şehirleri sadece alt sınıfın değil orta sınıfların da sessiz çığlıklarına sahne olmaya başladı. Avamın iyice huzursuzlanmaya başladığı noktada kimsenin şerif bile olamaz dediği bir portre tabandan yükselmeye başladı.
ABD'nin liberal kesimlerinin toplumun geneline empoze etmeye çalıştığı değerler bütününe (political correctness, lgbt hakları,eşcinsel evlilikleri,vs.)  alerji duymaya başlayan muhafazakar kitleler üzerinde sörf yapan muhafazakar muhalefet kanalları arttı. IŞİD projesi anti-İslamcılık üzerinden bu muhalefeti ayrıca güçlendirdi.

Bütün komplo teorilerinden bağımsız olarak 11 Eylül sonrasında ABD'de eyaletlerini merkezi federatif devlete bağlayan bağlar özellikle güvenlik bürokrasisi üzerinden güçlendirilmeye başlanmıştı (Bkz: Patriot Yasası). Özellikle eyalet polisleri ile FBI ; Homeland Security  bakanlığı kanalları ile daha sıkı bir işbirliğine girdi.

ABD Devleti içinde yaşanan cunta savaşlarında Neoconların tasfiyesi sonrasında özellikle FBI'ın "İsrail lehine casusluk" soruşturmaları perde arkasında hız kazandı; bir çok isim mini "Ergenekon" usullleri ile tasfiye edildi.
ABD  Devleti içinde , İsrail ile araya mesafe konmasını ve ABD'nin çıkarlarının İsrail çıkarları lehine  feda edildiğini savunmaya başlayan "ulusalcı" anlayış güç kazanmaya başladı.
Hem içindeki, hem dışındaki dengeler nedeni ile İsrail'e karşı açıkca cephe açamayacağını bilen ulusalcı ABD; İsrail'e "one minute" 'i  Türkiye/RTE üzerinden söyledi.

Her tıkanan Devlet yapısında olduğu gibi işte bu klik savaşlarının yoğunlaştığı bir noktada Trump figürü sahneye sürüldü.

Bu figür aynen Erdoğan gibi, ABD Devleti'nin çevresine çekilecek "Tadilattayız" perdesine asılacak posterdir.
Mevcut hakim elitlerin bu postere verdiği aşırı duygusal tepki ile zamanında RTE seçildiğinde şoke olan laik şehirli kitlenin tepkisi sosyolojik olarak aynı kulvarın yolcusudur. 

Alışık oldukları düzenin ayaklarının altından kaydığını hissederken yine de bunun geçici bir sapma olduğunu ümit eden bir gayretle sokağa düşen ABD'lilerin  "Cumhuriyet mitingleri"  

ABD Devleti içindeki klik savaşlarını kızıştıracaktır fakat tarih uzun vadede hep yükselen ve yaygın bir toplumsal dalganın enerjisini kullanabilenlerin galip geldiğini bize göstermiştir.

Türkiye'de RTE , ABD'de Trump işte bu sosyolojik dalganın önyüzleri olarak Devlet içindeki kliğin poster çocuğu olarak sahneye sürülmüştür.
ABD ile Türkiye arasında tarihsel süreci bizimkinden farklı kılabilecek bir dizi ayrıntı mevcut. Neticede toplumsal çeşitliliği bizden çok daha yüksek; devlet içi kontrol/denetleme mekanizmaları bizden daha güçlü ve yargı sistemi yapısal olarak farklı bir canlı olan bir organizmanın yaşayacaklarının Türkiye'nin yaşadıkları ile birebir paralellik arzedeceğini  öngörmek safdillik olacaktır.
Fakat ABD'nin sırf ABD olduğu için dünyayı dönüştürmeye soyunan küresel güçlerin hedefinde olmayacağı ve bu küresellere karşı ABD devleti ve toplumu içinde de karşı odakların kristalize olmadığını varsaymak da eşit derecede safdilliktir.

Küreseller için ABD de bir hedeftir. Gerekirse parçalanması gereken bir hedef.
ABD içinde birileri , mevcut küresel gidişat ile ABD'nin bir bütün olarak kalamayacağını gördüler ve bu gidişata karşı cevap olarak ABD Devleti'nin federalizmden üniterleştirmeye doğru evriltecek bir konsolidasyon projesi başlattılar.

Bu proje küresellerin ekonomik ve politik düzeyde bir çok planına aykırı. (Örnek: Transpasifik, TransAmerika, TransAtlantik ticaret anlaşmaları)
Devletin konsolidasyon süreci yürütürken küresellerin kışkırtabileceği onlarca toplumsal dinamiğe karşılık (Bkz. California) ; ABD Devleti'nin toplumdaki özgül ağırlığı olan kitleyi gerektiğinde tutacak, gerektiğinde harekete geçirecek bir lidere ihtiyacı vardı.

Ve o lideri Trump'ta buldu.

Hem dili, hem vücud dile  ile sıradan ABD'linin "bu adam benden" diyebileceği ideal bir portre Trump.

Politik söylemi "Kadına wo-man demeyelim, çünkü o erkeğin önünde eğilme kökünden geliyor/Tarihe his-story demeyelim çünkü o erkeğin tarihi demek" düzlemine sıkıştıran dangalak liberal solcuların asla anlayamacağı bir damardan avamın özüne hitap ediyor.

Avamın açlığına midesinden; iktidarsızlığına "erkek" söylem üzerinden derman oluyor.
RTE'nin bir yandan kömür/makarna, bir yandan Osmanlı hayali dağıtması gibi;
Trump ta bir yandan iş/yol/altyapı , diğer yandan " Yeniden Güçlü Amerika " hayali dağıtıyor.

İzleyip hep beraber göreceğiz;

ABD Devleti'nin bu restorasyon projesinde koçluk yaptıkları bizimkiler kadar başarılı olup olamayacaklarını.
ABD'nin Diyarbakır'ı California 'ya ;

ABD'nin ABD'si İngiltere'ye ve ABD'nin Soros'u Soros'a özellikle dikkat etmeyi unutmadan.

Soruyorlar;

Açık İstihbarat bir yıl önceden beri nasıl "Trump Seç(tir)ilecek" tespitinde bu kadar ısrar etti diye?

Cevap soruda gizli:

Kendi eko odasından dışarısını duyabilen kulaklar;
Kendi yansımasından ötesini görebilen gözler;
Kendi derdinden başkasının derdini hissedebilen kalpler ve 
Kendi gururunda/goygoyunda boğulmayan akıllar için
Her şey 

AÇIK İSTİHBARAT.
B.G.

3 Hükümetli Anadolu Projesinin İlk Günü

3 Hükümetli Anadolu Projesinin İlk Günü 


16 Temmuz 2016 
( 3 Hükümetli Anadolu Projesinin İlk Günü )
Behiç Gürcihan - Açık İstihbarat
26 Eylül 2016 Pazartesi

Türü:İç Politika 

    Ordu komutanının müttefiklerin desteği ile İstanbul hava sahasının kontrol altına alındığına dair güvencesi olmasa idi her an bombalanmaya açık bu katı komuta merkezine çevirmeleri mümkün olmayacaktı.

Sabahın ilk ışıkları sökmeye başlarken havada görülen jetlerin hükümete bağlı hava kuvvetleri ile  dost müttefikler olduğu gerçeği içini rahatlatmıştı.

Adalara doğru uçan helikopterleri gösterip sordu:

" Bunlar nedir Paşam? "

Sabiha Gökçen'den Selimiye'ye gelene kadar yolda atlattıkları badireleri unutmaya çalışıyor,  önünde vermesi gereken çok daha büyük kararlara odaklanmaya çalışıyordu. 
Selimiye'de kendisine ayrılan komuta katından boğazın girişini ve Marmara'yı seyrederken bir yandan kulağı yüksek tavanlı odada sesi yankılanan TRT spikerindeydi.

Spiker Ankara'da kontrolü ele alan "Yurtta Sulh Konseyi" 'nin İstanbul'a çağrısını okuyordu. İstanbul'daki TSK "unsurlarına" şehri teslim etmeleri çağrısı yapan bildiride , kendisini Vahdettin'e benzeten ifadeleri duydukça gözlerine o karanlık ifade çöktü.

Fatih varken, Yavuz varken, Abdülhamid varken Vahdettin'e benzetilmesi öfkesini kabarttı. Gözü geniş makam odasının duvarında asılı görkemli üniformalı Gazi tablosuna takıldı.  

"Değiştirin şu kanalı, CNNTürk'ü  felan açın" 

Öfkeli sesi odada yankılanırken ekibi  kumandayı elinde tutan Hasan Doğan'a baktı. Hasan Doğan alışık olmadığı TV'de CNNTürk'ü bulmaya çalışırken arada FlashTV'de halay çekenlerin görüntülerini telaşla zaplamak zorunda kaldılar.
Ordu komutanının verdiği sözü yerine getirmesi içini rahatlatmıştı. Bir komuta kontrol merkezine çevrilen Boğaza nazır bu odada bu kadar rahat oturabilmelerinin bir nedeni de bu güvence idi. 
Ordu komutanının müttefiklerin desteği ile İstanbul hava sahasının kontrol altına alındığına dair güvencesi olmasa idi her an bombalanmaya açık bu katı komuta merkezine çevirmeleri mümkün olmayacaktı.
Sabahın ilk ışıkları sökmeye başlarken havada görülen jetlerin hükümete bağlı hava kuvvetleri ile  dost müttefikler olduğu gerçeği içini rahatlatmıştı.
Adalara doğru uçan helikopterleri gösterip sordu:

"Bunlar nedir Paşam?"

"Merak etmeyin efendim; ABD konsolosu adada mahsur kalan bir ABD'li grubu tahliye etmemizi rica etti,onları almaya gidiyorlar"
"ABD büyükelçisi geldi mi?"
"Yolda geliyorlar efendim"
Gözlerini ekibinin üzerinde gezdirdi:

"Bana hemen bu Ankara'daki hainlere karşı bir bildiri hazırlayın. Bizi işgal altındaki İstanbul hükümeti gibi göstermeye çalışacaklar, Atatürkçülük oynayacaklar. Gazi de biziz, Abdülhamid de biziz. Bizi İstanbul'a sıkıştırıp dostlarımızdan yardım istedik diye bir de çarmıha gerecekler bu deyyuslar." 

Yıllardır yanından ayırmadığı Hasan'a döndü:

--"Hasan bütün medyayı çağır, üç dört saate kadar dünyaya sesleneceğim. Hakan'dan haber var mı?"
--"Henüz ulaşamadık efendim. Genelkurmay karargahından onun da götürüldüğü bilgisi geliyor ama teyit edemedik."
--"Her şey kontrol altında diye diye geldiğimiz noktaya bak.Diğer merkezlerde durum ne?"
--"Ankara doğusunu ve iç anadoluyu kontrol altına almış durumda.Sahillerde ise kontrol bizde. Güneydoğu'da ise işler karışık."
Komutan araya girer:

--"Sahilleri müttefiklerimiz sayesinde kontrol altına aldık efendim. Neticede denizden desteğe ihtiyacımız olacak. Bazı komutanları bizzat NATO'daki meslektaşlarımıza arattım. Seçilmiş hükümet sizsiniz ve dünya sizden yana."
--"Sence bu ABD büyükelçisi bizden ne isteyecek?"

--"ABD'nin size tam desteğini açıklayacaktır."

Yıllar önce büyükşehir belediye binasının çıkışında ABD başkonsolosunun kendisini öven sözlerini hatırladı. O gün büyük şeytanla dansetmeye başlamış ve kimi zaman uzaklaşıp kimi zaman yakınlaşarak bugünlere gelmişti. Bu sefer yine ilk günkü kadar muhtaç noktada, reddedemeyeceği bir dans teklifi ile karşı karşıya kalacaktı.
O masadan bir şeyleri bırakmadan kalkamayacağını bilecek kadar tecrübeliydi artık.

Hasan yanaşıp kulağına bir şeyler fısıldadı.

"Ver bakalım, konuşalım" diyerek uzattığı telefonu aldı. Hattın ucundaki Barzani her türlü desteğe hazır olduğunu ve on binlerce peşmergesinin emrinde olduğunu bildirdi. Bir saat önce de aynı şekilde İran'dan üst düzey destek gelmişti.
İkisi de "tedbir amaçlı" sınırdan içeride darbecileri geriye doğru püskürtmeye başladıklarını "müjdelemişlerdi"
Bu arada CNN Türk ekranlarında ABD birliklerinin belli noktalara çıkartma yaptıkları haberleri yayınlanmaktay dı. İstanbul da Ankara da can derdindeyken ülkeye "vatandaşlarını koruma bahanesi" ile giren bu birliklerle eşzamanlı olarak Diyarbakır'dan yoğun çatışma haberleri gelmeye başlamıştı.
Barzani telefonda güvence verdi:
"Merak etmeyin bizimkiler darbeci birlikleri sınırdan püskürtmeye çalışıyor. ABD'li dostlarımız da bize yardımcı oluyor. Siz kontrolü ele alana kadar Ankara'dakileri sıkıştırmaya devam edeceğiz"

Gönülsüzce teşekkür etti. Barzani'nin ne kadar sinsi bir politikacı olduğunu bildiği halde her zamanki gibi yılana sarılmaktan başka çaresi olmadığı bir denize düşmüştü. Her türlü finansmana ve lojistiğe ihtiyacı olacağı bu dönemde Barzani'ye ihtiyacı olacağını biliyordu.
Komutan düşüncelerini böldü:
"Efendim sabah namazını kılmak isterseniz mescidimiz hazır. Sonrasında da ABD büyük elçisini huzura alabiliriz"
Bugüne kadar onun hep önünü açan Allah'ına sığınmıştı. Bütün günahlarının tek şahidi huzurunda rüku ederken kafası bir yandan büyük şeytanla oturacağı pazarlıkla meşguldü. 
ABD büyük elçisi görüşme için ayarlanan özel odanın girişinde kendisine "Sayın Başkan, nasılsınız?" dediğinde komutan ve Erdoğan gözgöze geldi; komutan gülümsedi.
--"Bizler iyiyiz, esas siz Ankara'dan nasıl çıktınız"
-- "Sağ olsun sizinkiler bizi de önceden haberdar ettiği için gerekli tahliye protokollerini devreye almıştık"
-- "Bu arada komutanımız anlattı , biz havadayken çok büyük destek vermişsiniz.İyi ki Atatürk hava limanına inmemişiz"
-- "Görevimiz Sayın Başkan. Dostlar bugünler içindir. Atatürk havalimanına ineceğiniz söylentisi işe yaradı.Sabiha Gökçen merkezli olarak sizi daha rahat koruyabildik."
Büyük elçi görüşme boyunca ABD'nin ve Batı dünyasının seçilmiş hükümetten yana olduğu ve Ankara'daki darbecileri püskürttmek için her türlü desteği vermeye hazır olduğunu belirtti.
Büyük elçi elinde özel bir dosya ile gelmiştti. Başından beri şüphelendiklerinin somut kanıtları ile dolu bir dosya.
"Sayın Başkan;  Fetullah Gülen'in bu darbeyi planlayan odak olduğuna eminiz ve ABD bu kanıtlar çerçevesinde bu zatın ülkenize iadesi için şu anda kendisini gözaltına almakla meşgul.Yalnız sizden bu zatın hukuka uygun olarak yargılanacağı ve idam edilmeyeceği konusunda güvence almamız lazım ki bunu kendi kamuoyumuza anlatabilelim"
Yıllardır devletin her kademesini ele geçirmesine izin verdikleri bu şebekeyle yollarını ayırdıkça darbe söylentileri artsa da bu kadar erken harekete geçeceklerini tahmin etmemişti.
Hatta kendisini ziyarete gelen bir emekli diplomat "bunlar iç savaş bile çıkarabilirler" diye uyardığında, "çıkarsınlar ezer geçeriz" dediği günü hatırladı. Çok güvendiği müsteşarının güvencesi ile  her şeyin kontrolü altında yürüdüğünü zannettiği bu süreçte bir anda her şey kontrolden çıkmıştı. 
Büyük elçinin getirdiği dosyayı gözden geçirdikçe Ankara'daki hainlere karşı oyun planı kafasında daha da netleşti.
"Hasan yapacağım konuşmayı hazırladınız mı?"
"Üzerinde çalışıyorlar efendim."
"Bunların Ankara/İstanbul , Mustafa Kemal/Vahdettin oyununa izin vermemeliyiz. ABD imamı Fetullah'ın askerleri oldukları vurgusunu ön plana çıkarın.Bu savaşta herkese ihtiyacımız var"

Büyükelçinin yanında daha fazla ayrıntıya girmeden Hasan'ı yolladı ve büyükelçiye döndü:
-- "Öncelikle bu durumun geçici bir durum olduğu ve herşeyi kontrol altına alınacağını siz de biliyorsunuz"
-- "Tabiki Sayın Başkan. Ama yine de hiç bir şeyi şansa bırakmamak için Marmara üzerindeki hava sahasını kontrol altına almamız ve bu Fetullah'ın adamlarının İstanbul içinde karışıklık yaratmaması için ek desteğe ihtiyacınız olduğunu düşünüyoruz. Davetinizle gemilerimiz ve askeri birliklerimiz sizinkilerle beraber gerekli noktaları kontrol altına alacaktır.NATO'nun beşinci maddesini hemen devreye alabiliriz"
-- "Evet 5. madde doğru olacaktır.Neticede bir NATO müttefiki askeri saldırı altında ve milletimize bunu anlatmamız daha kolay olur"
-- "Zaten şu anda İstanbul'un bütün meydanlarında size destek için toplanmış durumdalar. Dünya da sizin arkanızdaki halk desteğini görüyor. Bu aynı zamanda İstanbul'u hayallerinizdeki noktaya taşımak için Allah'ın size sunduğu bir fırsat"
Büyükelçi ile görüşmesi sonrasında kafası daha netleşmişti.
Ankara'yı dünya nezdinde yalnızlaştırırken ilk günlerindeki gibi İstanbul'dan güç alarak 2023 hedefine yürüyecekti. 

Komutanla kahvaltı masasında başbaşa kaldıklarında kafasını meşgul eden soruyu ona da sordu:

"Paşam, sence bu ABD büyükelçisi neden sürekli Başkan deyip durdu görüşme boyunca?"
"Efendim ABD'lilerin siyaset tarzları bu. Böyle dolaylı yolları seviyorlar. "
"Uzun süreli bir askeri karargahta kalmamız yanlış mesajı verecektir. NATO'nun 5. maddesi için gerekli hazırlıkları yapın. Dolmabahçe'de gerekli önlemleri alın. Padişahlarımızın da Gazi'nin de ortak mekanı orası. İlk bakanlar kurulu toplantısını orada yapacağım."

"Emredersiniz"

Kısa bir istirahat için kendisine hazırlanan odaya geçerken artık ailesini Kısıklı'ya yollayacak kadar İstanbul'da durum kontrol altına alınmıştı. 
Kendisine aylardır "merak etmeyin herşey kontrolümüz altında her adımları takip ediliyor" diyen müsteşarından hala haber alınamadığını hatırladı. Son bir kez yanından ayrılmayan Hasan'a sordu:
"Ne oldu,bizimkinden hala mı haber yok?"
"Hayır efendim, en son Akıncılara götürülürken görülmüş"
"Ankara'da bu hainlerin başı belli olmadı mı hala?"
"Hayır efendim; bilinçli olarak muğlak tutuyorlar"
"Özel Kuvvetlerdeki Semih Terzi ne oldu?"
"Yaralı olarak çıkıp herşey kontrolümüz altında demeci verdi ama liderliği açıkca üstlenmedi. Askeri değil siyasi bir figüre ihtiyaçları var ve Batının desteğini yanlarına almaya çalışıyorlar. Sizin konuşmanızı duymadan hamlelerini yapmayacaklardır"

"O deyyusu yaralayan astsubayımız ve  Aksakal  generalimiz  etrafında bütün şehitlerimizi sembolleştirelim. Bana Olçak'ı çağırın, bütün propaganda operasyonunu o halledecek. Bu işin gerçek yüzünü dünyaya duyurmadan, propaganda savaşını kazanmadan askeri başarıyı kazanamayız "
Hasan odanın kapısını kapatıp dışarı çıkarken gözü koridorun ucunda toplanan kalabalık içinde Erol Olçak'ı aradı. Olçak yanındakilere hararetle talimatlar veriyor,herkesin kulağında cep telefonu bu talimatları canlı olarak uçlara iletiyordu.

Olçak'ı kolundan tutup komuta odasında bir köşeye çekti.
"Abi top sende. Reis özellikle astsubayımız ve Aksakal generalimiz üzerinden şehitleri sembolleştirip milleti meydanlarda tutmanı istiyor"
"Merak etme Hasanım, herşeyi ayarladım. Sosyal medya üzerindeki savaş sahadaki kadar çetin olacak ve bütün askerleri cepheye sürdüm."
"Seni çok rahat gördüm abi. Sanki bir kaç saat önce ölümden dönmemiş gibisin."
"Sen düğünden mi döndün Hasan, sen de Reis'le az badire atlatmadın"
"Sorma da ben çok endişeliyim. Bu ABD'ye fazla mı güveniyoruz abi? Bizim Hakan Bey'den bile haber alamadığımız Ankara'dan bu adamlar nasıl ellerini kollarını sağlayarak çıktı bunlar?"

"Olum ABD bu, boru değil. Vardır onların A,B, C planı. 

Merak etme, ben o konuda ordu komutanının öngörülerine güveniyorum. ABD Türkiye'nin uzun süre bu kaosta kalmasına izin vermeyip Ankara'yı tepelememize yardım edecektir. Tabi sonra Cumhuriyet'le birlikte İstanbul nasıl kaderine terkedildiyse, yeni Cumhuriyet'le birlikte de Ankara'da kaderine terkedilecek."
"Reis Ankara'ya dönmez diyorsun yani.Sarayı boşuna mı yaptık şimdi?"
"Dolmabahçe'nin ağırlığı ile o binanın ağırlığı bir mi Hasan.Reis hep İstanbul'a aşıktı. İlk aşkına geri dönecektir.Sen de planları ona göre yap"
" Eyvalah abi, boşuna sana Goebbels demiyorlar "
Erdoğan'ın iki sırdaşının köşede gülüşmeleri odadaki ağır havayı dağıtır. Hazır patronları istirahattayken diğerleri de bunu üzerlerindeki o ağır havayı silkeleyip bir nebze olsun rahatlamak için fırsat bildiler.
Ceketler çıkarılıp salondaki geniş koltuklara yerleşilirken TV'de Binali Yıldırım basın mensuplarına karargahın kapısı önünde açıklama yapmakta idi:
" Evet Bolu hattında darbecilerle çatışmalar yaşandığı doğru fakat İstanbul'a ilerleyişlerini durdurmuş durumdayız. 
Buradan bütün halkımıza sesleniyoruz. Ülkenin meşru hükümeti İstanbul'dadır. Dünya liderleri tek tek desteklerini açıklıyor. 
Ankara'daki isyancılar daha fazla geç olmadan teslim olsunlar.
Bundan sonra yaşanacakların bütün veballeri Ankara'daki bir kaç maceraperest generalin omuzundadır ve buna Türkiye Cumhuriyeti 
devleti olarak ne pahasına olursa olsun izin vermeyeceğiz.
Başkomutanımız Cumhurbaşkanımız bir kaç saate kadar bütün dünyaya sizlerin huzurunda bir açıklama yapacak.
Siz de bu arada dinlenin arkadaşlar. 
Önümüzde uzun günler var. "

****

19 Ocak 2020 Pazar

Taraf.., Yeni Cumhuriyettir.,

Taraf.., Yeni Cumhuriyettir.,


Kategori: Siyaset
2008-09-23
Behiç Gürcihan, Açık İstihbarat, taki 

“Taraf Yeni Cumhuriyettir” yazısında, her zaman olduğu gibi, bazı orijinal fikirler ve bilgiler içeren, okunmaya değer olan, ama temeli doğru olmayan bir analiz yapmış. Behiç Gürcihan, “liberal-demokrat kesim”i sert şekilde eleştiren birçok diğer fikir adamı(Nihat Genç, Yalçın Küçük vb.) gibi, orijinal şeyler söylüyor ama yanlış noktada duruyor.

Behiç Gürcihan yazıya şöyle girmiş:

“Taraf, Yeni Cumhuriyet’tir.
Mehmet Altan da yeni İlhan Selçuk.”

İlhan Selçuk / Cumhuriyet, “Laiklik Söylemi”nin medyadaki ve hatta toplumdaki temel imtiyaz sahibi/sembolü gibiydiler. Ama “Demokrasi Söylemi”nin temel imtiyaz sahiplerinin/sembollerinin Mehmet Altan/Altanlar/Taraf olduğunu iddia etmek pek gerçekçi değil.

Mehmet Altan/Taraf, “liberal-demokrat sesler”in içindeki odak noktalarından sadece bir tanesi. Kendine İlhan Selçuk’u ve Cumhuriyet’i idol bellemiş, onları tabulaştırmış elitimsi bir (gerçi Türkiye’deki hiçbir elit gerçek elit değil ya, anladınız siz ne demek istediğimi) kitle var. Ama kendine Mehmet Altan ve Taraf’ı idol belleyen, tabulaştıran (avam ya da elit) kitlelerin varlığından söz etmek çok gerçekçi değil. (İlle de liberal kesimin tabulaştırdığı bir olgudan söz edilecekse, o olgu Orhan Pamuk’tur.) Ağırlıklı olarak Cihangir kafelerinde okunduğunu düşündüğüm Taraf’la ve tüm popülerliklerine rağmen her zaman için tartışmalı bir konumda olmuş olan Altanlar’la “Cumhuriyet eliti”nin sembolleşmiş gazetesini ve bu gazetenin sembolleşmiş başyazarını kıyaslamak mantıklı değil.

Behiç Gürcihan’a, Altanlar’ın da tıpkı İlhan Selçuk gibi kendilerini tekrarladıkları konusunda hak veriyorum; Altanların siyasi/sosyolojik konularda yazdıkları şeylerin yaratıcılık düzeyi de tartışılabilir, ama buna rağmen varlıklarının olumlu. Bir gazetecinin gerekli ve yararlı olması için, sosyolog/siyasetbilimci olması gerekmez. Altanlar, bildikleri doğruları sürekli tekrarlıyor olabilirler ama en azından İlhan Selçuk gibi yanlışları tekrarlamıyorlar. Behiç Gürcihan’ın bazı düşüncelerini Altanlar’ınkilere kıyasla daha orijinal bulmama rağmen, Altanlar’ın duruşlarını daha sağlam ve doğru buluyorum. Behiç Gürcihan’ın, yaratıcılık sorunu çeken yüzlerce köşe yazarı içinde seçe seçe Altanlar’ı hedef olarak seçmesi, asıl öfkelendiği noktanın yaratıcılık olmadığını gösteriyor bence.

“Demokrasi söylemi”, “Laiklik söylemi” gibi tepeden inmeci değil. Demokrasi söyleminin bir “entelijensiya grubu"nun manipülatif kontrolü altında olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. Demokrasi söylemi, tabandan, halktan, Anadoludan yükseldi, entelijensiya ise “olay”a sonradan dahil oldu. Türkiye’deki demokrasi söyleminin (doğrularıyla/yanlışlarıyla) sembolü olarak bir isim seçilecekse, o isim Mehmet Altan vb. bir gazeteci/entelektüel/kalemşör değil Recep Tayyip Erdoğan olacaktır. İlhan Selçuk’un “öteki kamp”taki karşılığı Mehmet Altan değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Hatta Recep Tayyip Erdoğan, yarattığı polemiklerle, kendine özgü hitabet üslubuyla, esprileriyle vb. Altanların toplamından çok daha etkili ve orijinal bir köşe yazarı olarak görülebilir. (Zaten Ahmet Hakan’ın, Aydın Doğan’a Tayyip Erdoğan’ı köşe yazarı yapması için teklif götürmesi de boşuna değildir.) Gazete köşelerinden, entelektüel ahkamlarından, elit gruplardan yükselen laiklik söyleminden farklı olarak, demokrasi söylemi, halktan yükselmiştir, o halkın sözcüsü de Recep Tayyip Erdoğan’dır; Mehmet Altan / Taraf vb. çevrelerse, işin “ekstra”sıdır, deyim yerindeyse Cihangir şubesidir.

Behiç Gürcihan, “Yeni Devlet’in ideolojik totemi demokrasidir” demiş. Yeni devletin laiklik gibi her türlü manipülasyona açık bir kavramdansa demokrasi gibi klasik ve net bir kavramın üzerinde yükselmesi daha olumlu değil mi? Totemleştirilmiş olsa bile, demokrasi, yeterince net bir kavram değil mi? Behiç Gürcihan Ahmet Altan’ın sürekli demokrasiden bahsederek demokrasinin içini boşalttığını söylemiş. Gazete köşelerinde sürekli demokrasiden bahsedilmesi, demokrasinin içini boşaltmaz, bir “demokratlık faşizmi”ne de yol açmaz; en kötü ihtimalle, sürekli demokrasiden bahseden köşe yazarlarının okura sıkıcı gelmesine ve okur kaybetmesine yol açabilir, bu da söz konusu olan köşe yazarlarının sorunudur, rejimin sorunu değildir. Behiç Gürcihan’ın şu cümlesi de ilginç ama yanlış : “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”, Altanlar’a da “bilgi çağının” sona erdiğini anlatması gerekir.” Doğrusu bence şu olmalı: “Birilerinin Selçuk’a “aydınlanma çağının”bittiğini, Altanlar’a da “bilgi çağından” bahsetmenin artık orijinal olmadığını anlatması gerekir.”

Behiç Gürcihan, Altanlar’ı ve Taraf’ı çok sert bir şekilde eleştiriyor olmasına rağmen, onları obsesif bir ölçüde ciddiye alıyor ve büyütüyor. Peki nasıl oluyor da Taraf’ı ve Altanlar’ı benden çok daha fazla ciddiye alan Behiç Gürcihan, onlara bu kadar karşı olabiliyor? Acaba Behiç Gürcihan, bilinçaltında Taraf’a ve Altanlar’a gizli bir hayranlık duyuyor olabilir mi? Onlara kafasında onların bile sahip olma iddiası taşımadıklarını tahmin ettiğim büyüklükte bir güç atfetmesine başka açıklama bulamıyorum. Taraf, “öteki kamp”ın Behiç Gürcihan gibi onu aşırı ciddiye alan insanları sayesinde büyüyor. Taraf’a karşı olanlar, Taraf’ı, Taraf’ın okurlarından daha fazla ciddiye alıyorlar. Örneğin Taraf’a karşı olan kimi tanıyorsam hepsi bana sürekli Alev Er’den bahsediyor, ama Taraf okuyan arkadaşlarımın çoğu Alev Er’in adını bile bilmiyor. Kısacası, Taraf’ı bir yerlere getiren asıl güç, İslami sermaye değil, Behiç Gürcihan gibi “fanatik liberalizm eleştirmenleri”dir. Behiç Gürcihan ve onun frekansındaki insanlar, Taraf'ı adeta Türkiye'deki en büyük karanlık güç olarak görmekteler. Ben de komplo teorisyenliğine eğilimli olsam, Behiç Gürcihan'ın Taraf'ı (negatif yönde olsa bile) bu kadar büyütmek için Taraf'tan para aldığını düşünebilirdim...

Kısacası: Taraf da Altanlar da, “ Karşı Kamp ”a göründükleri kadar güçlü ve etkili değiller, ama ne olursa olsun, var olmaları olumlu. Behiç Gürcihan, Nihat Genç, Yalçın Küçük gibi yanlış ama orijinal şeyler düşünen insanların var olmaları da aynı derecede olumlu. Ulusalcılık gibi yaratıcılıktan uzak bir ideolojiye bu kadar yakın olan insanların orijinal fikirlere sahip olabilmelerinin nedenini ise ayrı bir yazıda incelemekte fayda görüyorum… 

http://acikistihbarat.com/Haberler/7849-Haberler-Behi%C3%A7%20G%C3%BCrcihan,%20Taraf%20ve%20Cumhuriyet%20-Re%C5%9Fat%20%C3%87al%C4%B1%C5%9Flar

***

6 Aralık 2018 Perşembe

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 9

17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu Olarak Bilinen olayın SONUÇLARI., BÖLÜM 9


3. Resmi evrakın yok edilmesi.,

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının talimatları doğrultusunda Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce yapılan çalışmalar neticesinde tahkikat aşamasını takip etmekle görevli Nitelikli Dolandırıcılık Büro Amirliğince hazırlanmış olan söz konusu soruşturmaya ilişkin polis fezlekesi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere sıralı amirlerin inceleyip paraflaması akabinde ise şube müdürünün imzalaması amacıyla hiyerarşik silsile doğrultusunda sıralı amirlere sunulmuştur. 
Görevlerine başladıkları andan itibaren sırasıyla Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN, Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI ve İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ’a; Nitelikli Dolandırıcılık Büro Amiri Başkomiser Mehmet Akif ÜNER, soruşturmadan sorumlu ekip amiri Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ ve Kom. Yrd. Savaş AKYOL tarafından soruşturma kapsamında her türlü bilgi ve belgeyi detayları ile birlikte kendilerine aktarılmıştır. 
Başta İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ olmak üzere Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI ve Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN soruşturmanın her safahatından ve içeriğinden bilgi sahibi olmuşlardır.
Soruşturma kapsamında hazırlanan polis fezlekesi Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ ve Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ tarafından paraflanmak suretiyle büro amiri olan Başkomiser Mehmet Akif ÜNER’e sunulmuş, Mehmet Akif ÜNER tarafından da paraflanan fezleke Şube Müdür Yardımcı Arzum NAZMAN’a Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ tarafından sunulmuştur. 
Hazırlanan fezleke Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN tarafından Emniyet Müdürü Vefa KARAKURDU odasında incelenmiş ve kendisi tarafından paraflanmıştır. Fezlekeyi Arzum NAZMAN’a bizzat Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ götürmüş ve Arzum NAZMAN’ın evrakı parafladığını bizzat görmüştür.
Ancak Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN parafladığı fezlekeyi Şube Müdürü Hakan SIRALI’ya sunmak gerekçesiyle fezlekeyi alarak şube müdürlüğü katından dışarı çıkarmıştır. Yaklaşık 2 saat kadar söz konusu fezleke şube müdürlüğü katından dışarıda kalmış ve bu zaman diliminde Arzum NAZMAN tarafından ne yapıldığı bilinmemektedir. Bu arada Soruşturma Savcısı Celal KARA ise sürekli Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ’I arayarak fezlekenin bir an önce ulaştırılması talimatını vermiş, Arzum NAZMAN geldikten sonra, önce Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ’A fezlekenin imzasız haliyle adliyeye gitmesini emretmiş, yoldayken tekrar arayarak geri dönmesini emretmiştir.
Belirtilen yaklaşık 1,5 - 2 saat süreden sonra Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hakan SIRALI hazırlanan fezlekenin imzalanmayacağı belirtmiştir. Başkomiser Mehmet Akif ÜNER tarafından, kendisine fezlekenin imzalanmamasının gerekçesi sorulduğunda; Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ ve İl Emniyet Müdürü Selami ALTINOK tarafından fezlekenin imzalanmaması yönünde talimat geldiğini belirtmiştir. Bu sırada Başkomiser Mehmet Akif ÜNER, Şube Müdürü Hakan SIRALI’yı zora sokacağını, Soruşturma Savcısı Celal KARA’nın fezlekeyi beklediğini belirtmesi üzerine, İl Emniyet Müdür Yardımcısı Selami YILDIZ ile bir görüşme gerçekleştirmişlerdir. Buradaki görüşmeler sonrasında, söz konusu fezleke Şube Müdürü Hakan SIRALI tarafından kendisine soruşturma kapsamında her türlü bilgilendirme yapılmış olmasına rağmen gerekçesiz bir şekilde kasıtlı olarak imzalanmamıştır.

Diğer yandan, fezlekenin paraflı suretinin bulunduğu sayfanın klasörde olmadığını fark edilmiş, bunun üzerine Mehmet Akif ÜNER tarafından Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN’a, Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ’in, Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ, Başkomiser Mehmet Akif ÜNER ve Şube Müdür Yardımcısı Arzum NAZMAN’ın paraflarının olduğu sayfanın nerede olduğu sorulmuş, kendisinin de parafının olduğu o sayfayı imha ettiğini belirtmiştir. Bahse konu evrakın paraflı suretinin (son) sayfası tekrar çıktı alınarak Polis Memuru Hakan ÜRKMEZ, Kom. Yrd. Hüseyin KORKMAZ ve Başkomiser Mehmet Akif ÜNER tarafından paraflanmış, paraflanarak Arzum NAZMAN ve Hakan SIRALI’ya parafa/imzaya çıkarıldığına dair tutanak tutulmuş, Emniyet Müdürü Hakan SIRALI ve Emniyet Amiri Arzum NAZMAN da fezlekeyi imzalamadıklarına dair tutanak tutmuşlardır.
Bu hadise ile ilgili kamera kayıtlarının incelendiğinde bilgiler teyit edilecektir.
Örgüt hiyerarşisi kapsamında Hakan SIRALI, Arzum NAZMAN Selami YILDIZ ve Selami ALTINOK’UN talimatları doğrultusunda hareket ederek suçluyu kayırma, resmi evrakı yok etme ve görevini kötüye kullanma suçlarını işlemişlerdir.

ÖRGÜT FAALİYETLERİ KAPSAMINDA İŞLENEN DİĞER EYLEMLER

EYLEM XIII.,

MEHMET KILIÇLAR SUÇ DUYURUSU

ADLİ MAKAMLARCA YÜRÜTÜLEN KAMUYOUNCA 17-25 ARALIK SORUŞTURMALARI OLARAK BİLİNEN 2012/120653 VE 2012/656 SAYILI SORUŞTURMALARLA İLGİLİ İFTİRA, HAKARET VE ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEYİ TÜŞEBBÜS EYLEMLERİ

EYLEM XIV.,

HAKARET, İFTİRA, HEDEF GÖSTERME. ADİL YARGILAMAYI ETKİLEMEYE TEŞEBBÜS.




11 Haziran 2014 tarihli Takvim Gazetesi ve Sabah Gazetesinde muhabir Ferit ZENGİN imzalı, içerik itibariyle birbirinin hemen hemen aynısı olan bir haber yayınlanmıştır. Takvim gazetesinin ilk sayfasında, 12 ve 13.sayfalarında “Gülen İstihbarat Teşkilatı” başlığı ile yayınlanan haber (EK-), aynı tarihli Sabah Gazetesinin 22.sayfasında “Mit Krizi Fırsatçılarına Taviz Yok- Casusluktan Yargılanacaklar!” başlıkları ile yayınlanmış (EK-), haberlerde fotoğrafım ve adım, başkaca isimlerle birlikte verilerek kişilik haklarımı ve itibarımı zedeleyici nitelikte ve gerçeğe aykırı olarak kurgulanmış bir yayın yapılmıştır.
Haberin içeriği incelendiğinde, haberi yapan muhabir tarafından kamuoyunda 17 ve 25 Aralık “Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları” olarak bilinen ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü adli soruşturmalara “darbe”, bu operasyonu yapan biz görevlilere ise “casus” dendiği anlaşılmaktadır. Muhabir tarafından hiçbir hukuki veri ile desteklenmeyen ve hemen hemen tamamı yalan olan haber, şüpheli muhabirin mesleki yetersizliği ve tecrübesizliği varsa anlayışla karşılanabilecekken, ülkemizin iki saygın ulusal gazetesi ve internet sitelerinde düzeltilmeden, doğrulatılmadan yayınlanmış olması, ilgili yayın kuruluşlarının yıllardır yayın yapmalarından dolayı tecrübesizlik ve mesleki yetersizlikle açıklanamayacağı açıktır.  
Kişilik haklarımı ihlal eden, ayında, şahsiyet, itibar ve saygınlığıma yönelik gerçek dışı ithamlarda bulunularak, kişilik haklarıma saldırıda bulunulan haber incelendiğinde; 

“Gülen İstihbarat Teşkilatı Paralel yapı 2012'deki MİT krizi sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan ve MİT Başkanı Hakan Fidan'ı takibe aldı. Kanunsuzca yapılan dinleme ve takip görüntüleri CD'lerle dış basına ve yabancı örgütlere servis edildi. Operasyonu yapan müdürler Mahir Çakallı ve Yakup Saygılı meslekten atıldı. İki paralel amire casusluk soruşturması açılması bekleniyor.” 
Hükümeti düşürmek için 17 ve 25 Aralık sürecini yürüten paralel yapının, iki yıl önce yaşanan MİT krizinin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ile yakın çevresini takibe aldığı ortaya çıktı. İki darbe girişimi sonrası işleme sokmak üzere önceden hazırladıkları fezlekede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için 'dönemin Başbakanı' ve 'örgüt lideri' ifadelerini kullanan paralel yapının, Başbakan ve yüksek derece devlet görevlilerini takip ettiği, dinleme yaptığı ve elde ettikleri bilgileri de yurt dışına servis ettikleri de belirlendi.” satırlarına yer verilmiştir.
Yukarıdaki satırlar incelendiğinde muhabirin hayalinde oluşturduğu, Gülen İstihbarat Teşkilatı diye başlık attığı ve adına paralel yapı dediği bir suç grubunun Başbakanı, yüksek dereceli devlet görevlilerini ve Mit Müsteşarını takibe aldığı, yasadışı olarak telefonlarını dinlediği, bu dinlemeleri yabancı basına ve örgütlere servis ettiği, 17 ve 25 Aralık isimlerinde iki adet darbe girişiminde bulunduğu anlaşılmaktadır. 

Gerçekte ise konu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü 2012/120653 ve 2012/656  sayılı soruşturmalar kapsamında, 17 ve 25 Aralık 2013 tarihinde adli makamların operasyon yapılması emrini vermiş olması sonucu icra edilen faaliyetlerdir. 17 Aralık 2013 tarihinde adli amirlerin emirlerini uygulayan veya basından öğrendiğim kadarıyla 25 Aralık 2013 tarihinde uygulamayan birimin adı ise Gülen’e bağlı paralel yapı değil, sivil otoriteye bağlı, devlet tarafından eğitilen, görev verilen, maaşları ve operasyon giderleri devlet tarafından karşılanan adli kolluk görevlileridir. 

O tarihte operasyonları icra eden birim olan Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü idim.  2012/120653 ve 2012/656 sayılı soruşturmalar kapsamında, ben ve arkadaşlarım tarafından imzalanarak adliyeye gönderilen hiçbir dokümanda muhabirin iddia ettiği gibi 'dönemin Başbakanı' ve 'örgüt lideri' ifadelerinin kullanılmadığını 08.06.2014 tarihindeki www.twitter.com internet sitesinden açıklamama rağmen (EK-) muhabir bu iftirayı gündemde tutmayı tercih etmiş ancak söz konusu gazetelerin bu durumdan neyi amaçladığı anlaşılamamıştır.  Sn Başbakanın Yalova Mitinginde söz ettiği 17 Aralık fezlekelerinde kendisinden bahisle “Dönemin Başbakanı” tabirlerinin kullanıldığı iddiasının doğru olmadığına dair Sn Başbakan hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’na 28.05.2014 tarihinde 2014/2360 sayısı ile suç duyurusunda bulundum. Bu konu medyada yer aldı (Ek-). Yayın grubunun ve muhabirin bu durumu bilmelerine rağmen şahsımı ve mesai arkadaşlarımı karalama, itibarsızlaştırma amacına hizmet ettiği anlaşılmaktadır. 

Ayrıca yine 08.06.2014 tarihinde twitter.com adresinden (EK-) kamuoyuna yaptığım açıklamada haberdeki ifadelerin aksine, Başbakan dâhil yasama dokunulmazlığı olan hiç kimsenin ve Başbakanın aile fertlerinin telefonlarının dinlenmediğini duyurmuştum. Bu durum bilinmesine rağmen haberde konunun bu şekilde işlenmesi sadece iftira kapsamında değerlendirilebilir. 
Haberde yine muhabir tarafından yasa dışı dinlemelerden bahsedilmekte ve bu dinleme verilerinin yabancı servislere verildiğinden casusluk soruşturmasının açılacağı belirtilmektedir. Bu durumun gerçek dünyadaki gerçek adli işlemlerle bağdaşmadığı açıktır. Bahsedilen operasyonlar, adli birimlerin onayı ve emri ile yapılan adli telefon dinlemeleri (CMK md.135) ve adli izlemeler (CMK md.140) ile gerçekleştirilmiştir. Bu da dinleme ve izlemelerin mahkeme kararlarına dayandığı ve tamamen yasal olduğunu gösterir. Haberde kastedilen dinlemeler, adli birimlerin talimatıyla tarafımızca icra edilen operasyona ait dinlemeler ise, bu durum habercinin mesleki yeterliliğini tekrar tartışmaya açacaktır ki adli kolluk tarafından şüpheliler sadece mahkeme kararı ile dinlenebilir ve bu da dinlemeleri kanuni yapar. Yok, eğer kastedilen sosyal medyada yayınlanan dinlemeler ise şahsım da bu dinlemeleri yayınlayan twitter sosyal platformu kullanıcıları hakkında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına 2014/21966 sayısı ile suç duyurusunda bulundum. Bütün bu açıklamalara rağmen haberci tarafından hakkımda casusluk suçlaması başlatılacağı iddiasıyla “İŞTE CASUSLAR” diyerek fotoğrafımı basmasını şaşırtıcı buluyorum. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu iddianın, bırakın hüküm giymeyi, yargılanmayı, kendisine casuslukla ilgili bu güne kadar hiçbir soru yöneltilmeyen bir kişinin “İŞTE CASUSLAR” diye ilan edilmiş olması sadece son günlerde tırmandırılan bir algı çalışmasının parçası olarak izah edilebilir. Zira hakkımda, suç uydurularak, sahte delillerle operasyon yapılacağına dair yapılan algı çalışmaları sebebiyle Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN, İçişleri Bakanı Efkan ALA, Gazeteci Elif ÇAKIR, gazeteci Abdülkadir SELVİ ve bazı bazı kamu görevlileri hakkında savcılık makamına 2014/2561 sayı ile suç duyurunda bulundum. Bu suç duyurusundan sonra dahi, bu tip hiçbir dayanağı olmayan haberlerin yayınlanıyor olması, suç duyurusu konusunda şahsımı haklı çıkarmaktadır.   

      Haberde Ayrıca;

GİZLİ ÖRGÜTE SERVİS.

Darbe sürecinin ardından İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nde yer alan paralel yapıya bağlı bazı polislere soruşturma açılmıştı. Yaklaşık 5 ay süren soruşturmaların ardından, daha önce görev yerleri değiştirilen, silah ve rozetlerine el konan ve açığa alınan eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mahir Çakallı ile eski İstanbul Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı, geçen hafta meslekten ihraç edildi. 

YASA DIŞI DİNLEME. 

Başını, Çakallı ile Saygılı'nın çektiği ilk kadronun, Başbakan Erdoğan'ın 10-17 Nisan 2012'de Haliç Kongre Merkezi'nde yaptığı bir görüşmeyi takip ettiği ve elde ettiği görüntü ve dinleme kayıtlarını servis ettiği ortaya çıktı. İddiaya göre; Çakallı, Organize ve Narkotik Suçlardan Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı görevindeyken kendi sorumluluk alanına girmemesine rağmen, resmi yazıyla Haliç Kongre Merkezi'ne başvuran Çakallı, kongre merkezinden temin ettiği güvenlik kamerası görüntülerini müfettiş raporlarına göre dönemin Mali Suçlarla Mücadele Müdürü Yakup Saygılı'ya verdi. Saygılı ve ekibi de bu görüntüleri, fotoğrafa ve CD'ye dökerek önce iç basına ardından da dış basın ve gizli örgütlere servis etti. 

CASUSLUK DAVASI. 

Bu örgütlerin arasında Türkiye'ye düşman tutumları olan devletlerin gizli örgütleri de var. Yine Başbakan Erdoğan ve yakın çevresini kanunsuz dinleyip, dinleme kayıtlarını sosyal medyadan yayan paralel yapı, sözde suç kapsamına sokmaya çalıştığı bu görüntü ve dinleme kayıtlarını topladıktan 20 ay sonra ise sözde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarına kalkıştı ve devletin parasıyla otomobil kiralayıp bakan takip etti. Müfettiş raporlarıyla belgelenen bu gerçekler ışığında ihraç edilen isimlerin casusluk suçlamasıyla yargılanmaları bekleniyor. 

100'DEN FAZLA İHRAÇ VAR.

İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu, önceki günlerde Yakup Saygılı'nın yardımcısı Kazım Aksoy ile emniyet amiri İbrahim Şener, başkomiser Arif İbiş, komiser Mustafa Demirhan ve polis memuru Ercan Taş'ı meslekten ihraç etti. Kurul, müfettiş raporları doğrultusunda İstanbul Emniyet Müdürlüğü'yle ilgili 30'un üzerinde raporu değerlendirmeye aldı. İçinde mükerrer ihraçların da bulunacağı 100'ün üzerinde ihraç kararının, önümüzdeki günlerde açıklanacağı belirtildi. 

İŞTE O CASUSLAR. 

Yakup Saygılı Mahir Çakallı .,

Paralel müdürler 10-17 Nisan tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşen görüşmelerde MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı da izleyerek dinleme yaptılar Dönemin İstanbul Narkotik Şube Müdür Yardımcısı Mahir Çakallı, Başbakan'la ilgili kayıtları yetkisini aşarak topladı ve paralel meslektaşı Yakup Saygılı'ya verdi. İfadeleri kullanılmaktadır. 

Aynı konu ile ilgili Cumhuriyet Gazetesinin 21 Şubat nüshasında “Haliçte Karanlık Zirve” olarak yayınlandı (EK-5). O haberde takip edilen şahsın Başbakan ve devlet büyükleri değil, hakkında mahkeme kararı olan, o dönemde ülkemize girişi yasak olan, başbakanlık koruma ekipleri tarafından pasaport kontrolünden geçirmeden ülkeye sokulan ve korunan Yasin El-Kadı isimli şahsın bulunduğu Haliç Kongre Merkezinin güvenlik kamerası görüntülerinin alınması ile haberdeki fotoğrafların ortaya çıktığı belirtilirken, şüpheli muhabir ve yayın grubunun  aslında takip altındaki Yasin El-Kadı’nın fotoğrafına ve bilgilerine hiç yer vermemesi ile, sanki Başbakan’ın takip edildiği izlenimini oluşturarak bir algı faaliyeti gerçekleştirerek,  neredeyse tamamı yalan olan bir habere imza atmalarına sebep olmuştur. Soruşturmanın gizliliği sebebiyle burada göreve ilişkin bilgiler tarafımca açıklanmayacak, gizlilik kalktıktan sonra bu bilgiler ek bir dilekçe ile tarafınıza bildirilecektir. 
Haberde müfettişler tarafından suç işlediğimizin tespit edildiğinden bahsedilmektedir. Bahsedilen disiplin soruşturmasını başlatan  Emniyet Genel Müdürü Mehmet KILIÇLAR, soruşturmayı yöneten Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı, soruşturma müfettişleri Erhan GÜLVEREN  ve Kenan AYDOĞAN hakkında Görevi Kötüye Kullanma, Adil Yargıyı Etkilemeye Teşebbüs, Göreve İlişkin Sırrın Açıklanması,  Evrakta Sahtecilik, Suç Uydurma suçlarını işlemesi iddiası ile adli makamlara suç duyurusunda bulundum. 
Kaldı ki soruşturmanın başlaması sonrası istifa etmek zorunda kalan ve hakkında fezleke hazırlanarak TBMM’ne gönderilen eski İçişleri Bakanı yerine atanan yeni İçişleri Bakanı Afkan ALA’nın 18 Aralık 2013 gecesi İstanbul Valisi H.Avni MUTLU ile yaptığı telefon konuşmaları (EK-6), sosyal medyada yayınlandıktan sonra  13.03.2014 Perşembe günü CHP  Milletvekili Umut ORAN tarafından Adana CHP binasında yaptığı basın açıklamasında bu sesleri tablet bilgisayarından dinleterek alenileştirdiği konuşmalara(EK-7) göre Sn ALA 18 Aralık tarihinde tarafımı görevden aldırmış ve İl Valisine “görevden derhal alın ki ifade alamasınlar. İş işten geçer yoksa” anlamında bir ifade kullanarak tarafsızlığını yitirmiştir. Şimdi ise dönemin Başbakanlık Müsteşarı olan SN ALA günümüzün İçişleri Bakanı’dır ve tarafımı ihraç eden kurul doğrudan kendisine bağlıdır. Bu durumda soruşturmanın  tarafsız ve bağımsız” yapılması ilkesinin uygulanmasının mümkün olmadığı soruşturma dosyasına bakıldığında net bir şekilde görülmektedir. 
Sonuç olarak habere imza atan ve yayınlayanlar, gerçekle ilgisi olmayan haberlerle kişilik haklarımı ihlal etmiştir. Yayında, şahsiyet, itibar ve saygınlığıma yönelik gerçek dışı ithamlarda bulunularak, kişilik haklarıma saldırıda bulunulmuştur. Haberin somut verilere değil, tümüyle yanlış varsayımlara dayandığı açıkça görülmektedir. Yazıda kamuoyuna aktarılan bilgilerin hiçbirinin doğruluğu teyit edilmemiş, yazının konusu ile ilgili hiçbir araştırma ve soruşturma gerçekleştirilmemiş, kısacası basın meslek etiği hiçe sayılarak şahsımı karalama politikası izlenmiştir.  Haberde iddia edildiği gibi görev aldığım hiçbir soruşturmada gizliliği ihlal etmedim ve görevin gereklerine aykırı davranmadım. Aksine meslek hayatım boyunca Sicil Notum her zaman yüksek puanlardaydı. Görev aldığım soruşturmalar neticesinde onlarca Takdirname, Başarı Belgesi, Üstün Başarı Belgesi ve yüzlerce taltif aldım.
Bu haber ile şahsi itibarım ve kişilik haklarım açık ve ağır bir şekilde saldırıya uğramıştır. Bu haber başlıkları ve içerikleri hukuk kuralları ve basın meslek ilkelerine açıkça aykırı olup kişilik haklarını ihlal eden kara propaganda niteliğindedir. Haberde ismim başkaca isimlerle anılarak ihlal daha da ağır bir hale getirmiştir. Haber ve içerik, görevini layıkıyla yapan kamu görevlilerini ve icra ettikleri görevleri itibarsızlaştırma ve haklarında sahte delillerle yapılacak olası bir operasyonu kamuoyuna haklı gösterme amacı gütmektedir.





 Türk Ceza Kanunu'nun 125'inci maddesinde;
 "(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir. 
  (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. 
  (3) Hakaret suçunun; 
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, 
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. 

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır.  " denilmektedir.
Türk Ceza Kanunu'nun 126'inci maddesinde ise;

"(1) Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır."
Türk Ceza Kanunu'nun 125'inci ve 126'ıncı maddelerinin gerekçelerine bakıldığında ise; 
"MADDE 125– Madde metninde hakaret suçu tanımlanmıştır. Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukukî değer, kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığıdır. 
Bu düzenlemede 765 sayılı Türk Ceza Kanununda benimsenen haka¬ret ve sövme suçu ayırımı kaldırılmıştır. 
Hakaret suçunun oluşabilmesi için, kişiye somut bir fiil veya olgu is¬nat edilmelidir. Örneğin, kamu görevlisinin bir kişiden bir iş karşılığında belli bir miktar rüşvet aldığı yönünde isnatta bulunulması durumunda haka¬ret söz konusudur. Kişiye isnat olunan somut fiilin gerçek olup olmaması¬nın, hakaret suçunun oluşması bakımından bir önemi yoktur. Ancak, iddia olunan hususun gerçek olduğunun ispat edildiği durumlarda, fail cezalandı¬rılmayacaktır.
 Maddenin dördüncü fıkrası hakaret suçunun alenen işlenmesi, bu su¬çun bir nitelikli şekli olarak kabul edilmiştir. Aleniyet için aranan temel öl¬çüt, fiilin, gerçekleştiği koşullar itibarıyla belirli olmayan ve birden fazla kişiler tarafından algılanabilir olmasıdır. 
Keza, aleniyetin basın ve yayın yoluyla gerçekleşmesi durumunda ar¬tırma oranı ayrıca düzenlenmektedir. 
MADDE 126: Hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun belli veya belirlenmesinin olanaklı bulunması gereklidir. İşte bu maddeyle suçu işleyen tarafından mağdurun kimliğinin açıkça belirtilmediğinde, ne gibi bir durumun varlığı hâlinde ismin belirtilmiş ve hakaretin açıklanmış sayılaca¬ğına ait ölçü gösterilmektedir. 
Madde, aslında usûl hukuku bakımından ispata yönelik, karineye ben¬zer bir ölçü getirmiş bulunmaktadır." denilmektedir.
Basın Kanunu'nun 3. maddesinde, basın özgürlüğü ve hakları tanımlanırken "Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. " denilmektedir. Ne haberin manşeti, ne de haberin içeriği kanun koyucu tarafından basın yayın organlarına tanınan bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma hakları cümlesinden değildir.
Söz konusu haber yukarıda yer verilen eylemlerden tarafımın da ihraç edilmesi sonrasında basında yer almıştır. Bu durum benzer haberlere imza atan gazeteci ve yayın organlarının kamuoyunca 17 ve 25 Aralık olarak bilinen soruşturmaları etkilemeye yönelik olduğunu göstermektedir. Nitekim tarafımın ve birlikte görev yaptığım adli kolluğun hukuk dışı yöntemlerle meslekten ihracı yapılan soruşturmaları itibarsızlaştıran doneler olarak haberde yer almıştır. İsimlere kadar varan detaylı bilgilerin haberde yer alması da süreklilik prensibi içinde yukarıda adı verilen örgüt üyelerinin ve yöneticilerinin işlediği suçlara katkı sağlamakla birlikte ancak adı geçen kamu görevlisi olan şüphelilerden temin edilebilecek bilgilerdir.

SUÇ İŞLEMEK AMACI İLE KURULAN YARGI AYAĞI VE FAALİYETLERİ EYLEM I.,

SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME SUÇLUYU KAYIRMA

Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde 18 Aralık 2013 tarihine kadar birlikte adli kolluk görevini yerine getiren emniyet personeli hakkında Efkan ALA’NIN talimatı ile başlayan hukuksuzluklar dizisinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na 17 Aralık 2013 tarihinden sonra yeni atanan Başsavcı ve Cumhuriyet Savcılarının de önemli bir yer aldığı görülmektedir.
Suç işlemek amacı ile kurulan örgütün emniyet birimlerine yeni atanan vasıfsız personeli marifeti ile atılan iftiralar, düzenlenen sahte belgeler vasıtası ile görevini hakkıyla yerine getiren 17 Aralık 2013 öncesi personeli hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurularında bulundukları ve asılsız suç duyuruları ile ilgili Başsavcı Hadi Salihoğlu’nun görevlendirdiği Cumhuriyet Savcılarının harekete geçtikleri görülmüştür. Atılan iftiralar ve düzenlenen sahte belgeler hakkında, ayrıca idari soruşturmalar yürüten Polis Başmüfettişlerinin tarafsızlıklarını yitirdikleri ve görevini kötüye kullandıkları iddiaları hakkında yapılan tüm suç duyurularının da yine Hadi Salihoğlu’nun görevlendirmesi ile Cumhuriyet Savcısı Basri Aydın’a yönlendirildiği görülmüştür. 18 Aralık 2013 tarihine kadar İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapan, başarısını ispatlamış, adli kolluk görevini ifa etmiş personel hakkında yürütülen soruşturmalarda CMK’daki usulleri uygulamaktan çekinmeyen Cumhuriyet Savcılarının 18 Aralık 2013 tarihinden sonra aynı birimde görev yapan yeni personel ve Polis Başmüfettişleri hakkında yürütülmesi gereken soruşturmalarda aynı hareketleri sergilemedikleri görülmektedir. Nitekim yapılan suç duyurularının nerdeyse tamamı aynı Cumhuriyet Savcısına, Basri Aydın’a, tevdi edilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu’ndaki tek Cumhuriyet Savcısının Basri Aydın olmadığı da bilindiğine göre örgütün emniyet ayağını teşkil eden personelin korunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim yapılan suç duyuruları üzerine herhangi bir yaptırımla karşılaşan emniyet personelinin olmadığı bilinmektedir.
Örgütün adliye ayağında görev yapan Cumhuriyet Savcılarından İsmail UÇAR da 17 ve 25 Aralık soruşturmalarında görev yapan personel ile ilgili soruşturmaları yürütmektedir. Şahsın aynı zamanda İrfan FİDAN, Murat ÇAĞLAR ve Fuzuli AYDOĞDU ile birlikte 25 Aralık dosyası olarak bilinen 2012/656 sayılı soruşturmayı yürütmekle görevli Cumhuriyet Savcısı olarak atandığı da görülmektedir. Bu üç Cumhuriyet Savcısının 18 Aralık yargı darbesi ile içeriği bakımından oldukça vahim iddialardan müteşekkil bir dosyaya atandıktan sonra yaptıkları ilk iş soruşturmanın başından sonuna kadar görev almış emniyet personeli Kazım AKSOY, M. Habip KUNT ve M. Fatih YİĞİT’İN tanık ifadelerini almak olmuştur. Bağımsız olduklarına inanmak istenilen bu Cumhuriyet Savcılarının soruşturmadaki iddiaları ve şüphelileri soruşturmak yerine soruşturmayı yürütenleri şüpheli olmakla itham edip tanık ifadelerini almaları, soruşturmayı yaklaşık 2 (iki) yıl boyunca yürüten Cumhuriyet Savcısı Muammer AKKAŞ’IN verdiği gözaltı talimatını kaldırdıkları, soruşturmada şüpheli iş adamları ve diğer şahıslar için verilen mahkeme kararının kaldırılmasında rol oynadıkları ve sonrasında adı geçen şüphelileri adliyeye çağırıp ifadelerini aldıktan sonra saldıkları görülmüştür. Bu durum adil olmaları gereken Cumhuriyet Savcılarının başka saiklerle ve örgütün ihtiyaç duyduğu nitelikte çalışmalar yaptıklarını göstermektedir. Nitekim 23.08.2014 tarihi itibari ile kamuoyunun yakından takip ettiği dosya hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.
Soruşturmayı ilerletmek bir yana 2012/656 sayılı soruşturma kapsamında elde edilen delillerin karartıldığı kamuoyuna yansıyan aşağıdaki belgeden anlaşılmaktadır. Soruşturmanın ilk savcısı Muammer AKKAŞ tarafından …… tarihli verilen sonlandırma kararı bulunmasına rağmen kamuoyuna da yansıyan ses kayıtlarından da anlaşılacağı üzere örgüt üyelerinin kuvvetle muhtemel suça konu görüşmelerinin olabileceği ses kayıtları imha edilmek istenmiştir. Söz konusu ses kayıtlarının suç unsuru içerip içermediğine bakmak yerine suç işlemek amacı ile kurulan örgütün adliye ayağındaki Cumhuriyet Savcıları İsmail UÇAR, İrfan FİDAN ve Murat ÇAĞLAR suç unsuru içerme ihtimali olan ses kayıtlarının imha edilmesi talimatı vermişlerdir .

Ayrıca 2012/656 sayılı soruşturmayı yürüten yeni savcılardan İsmail Uçar, 2012/656 ve 2012/120653 sayılı soruşturmalarda görev alan emniyet personeli hakkında da soruşturma yürütmektedir. Bu durum da aynı savcının tarafsızlığına muhalif bir durumdur.

Cumhuriyet Savcısı İsmail UÇAR’IN örgütün ihtiyaç duyduğu şekilde hareket ettiğini ve örgütün amaçlarına uygun düşecek şekilde 2012/656 ve 2012/120653 sayılı soruşturmalarda görev alan personel hakkında gerek psikolojik gerekse maddi baskı uyguladığını gösterir bir durum da, daha önce İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü adli kolluk görevini yerine getiren emniyet personeli hakkında 2014/40457 sayısına kayden yürüyen soruşturmadır. Soruşturma usulü ve kapsamı bu gayeyi anlamakta bize yardımcı olacaktır. Nitekim soruşturmaya konu belgeler incelendiğinde-soruşturma savcısından yazılı dilekçe ile CMK 153 kapsamında alınan dosya suretinden herhangi bir belgenin gizlenmediği varsayılırsa- adli kolluk olarak görevini yerine getirmiş personel hakkında Polis Başmüfettişleri tarafından hazırlanan raporlar ile suç isnadında bulunulduğu, Cumhuriyet Savcısı İsmail UÇAR’IN herhangi bir soruşturma ve araştırma faaliyetinden ziyade dosyaya gelen evraklar üzerinden soruşturmaya devam ettiği, soruşturma kapsamında ilgili-ilgisiz tüm evrakların değerlendirildiği ve böylece normal şartlar altında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu tarafından yürütülmesi gereken ayrı ayrı soruşturmaların ortada bir ‘örgüt’ varmış gibi topluca ve bir arada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından İsmail UÇAR tarafından örgütlü bir soruşturmaya konu edindiği, ancak 2014/40457 sayılı soruşturma kapsamında şüpheli olduğu iddia edilen şahıslara teslim edilen dosya suretlerinde örgütün TCK 220. Maddesi ve Yargıtay içtihatlarında belirtilen; 

1- Suç işlemek amacı ile kurulmak,
2- Suç işleme kastında süreklilik,
3- Suç işleme imkân ve kabiliyetine sahip olmak,
4- Suç işleme kastında hiyerarşik hareket etmek

Unsurlarından herhangi birine rastlanılmadığı anlaşılmıştır.  Dosyanın sipariş usulü maddi gerçeği araştırmak yerine bazı siyasi yakınlarının ve siyasilerinin adlarının karıştığı yolsuzluk dosyalarında çalışan adli kolluk görevlilerini itibarsızlaştırmak, dolayısı ile soruşturmaları itibarsızlaştırmak için açık tutulduğuna dair Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 07/05/2014 tarih ve 29367668.2039 sayılı yazısı örnek gösterilebilir. Bu yazı içeriğinde bahse konu yolsuzluk dosyalarında görev almış Komiser Mustafa DEMİRHAN’IN yasal haklarının kullandırılması konusundaki bir telefon görüşmesinde suç işlediği değerlendirilmiş ve evrak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk edilmiştir. Yazı sonunda “… Şikâyetimizin Başsavcılığınız uhdesinde bulunan 29.04.2014 tarih ve 2014/2-2081 sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmesi…” şeklinde soruşturma Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’na ve C.S. İsmail UÇAR’A yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu da mesnetsiz iddialardan oluşan soruşturma dosyasının kabarık gösterilmesi amacı ile örgüt üyelerinin kendi aralarında önceden yaptıkları anlaşmaya uygun olarak yürümektedir. Aksi halde, sadece bir şahsı içeren şikâyetin Terör ve Örgütlü Suçlar bürosunda yürüyen 2014/40457’ye dâhil edilmesi mümkün değildir.

Benzer şekilde 2014/40457 sayılı soruşturma ekinde yer alan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na hitaben yazılan 27/02/2014 tarihli yazıda birtakım internet sitelerinden yayınlanan ses kayıtlarını sızdıranlar hakkında soruşturma yapılması hususu talep edilmiş olup dosya 2013 Aralık ayına kadar Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görev yapan adli kolluk görevlilerinin şüpheli olarak yer aldığı 2014/40457 sayılı soruşturma ile birleştirilmiştir.  Bu da yukarıdakine benzer bir durum olmakla birlikte yukarıda adı geçen müştekilerin itibarsızlaştırılarak haklarında sahte ve gerçeklikten uzak delillerle hazırlanacak bir örgüt soruşturmasında kullanılmak üzere gönderilmiş bir evrak olduğunu göstermektedir. Nitekim 2014/40457 sayılı soruşturmada 18 Aralık 2013 tarihinden sonra İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevine başlayan Hakan Sıralı, Arzum Nazman gibi isimler söz konusu ses kayıtlarını ve bilgi-belgeleri sızdırabilecek iken şüpheli dahi olmamışlardır. Bu durum da aynı örgütün üyelerinin çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini göstermektedir. 



***