3 Aralık 2018 Pazartesi

Bu ihaneti millet bilse, AKP barajı dahi aşamaz


 Bu ihaneti millet bilse, AKP barajı dahi aşamaz



Kocaeli Aydınlar Ocağı, geleneksel hale getirdiği aylık konferanslarında bu ay Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım'ı konuk etti. Yalım’ın “2004-2009 yılları arasında vatan toprakları nasıl işgal ve ilhak edildi” adlı sunumu büyük ilgi gördü. Programa katılanlar arasında Kocaeli Gazetesi Başyazarı M. Tanzer Ünal, Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Kalabalık, KOÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halis Aygün, Balıkesir Aydınlar Ocağı Başkanı Recep Sabit, Nihat Gürer ve Ahsen Okyar da vardı. Programın konuğu olan Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, yaptığı konuşmada AKP iktidarının vatana ihanet içerisinde olduğunu söyledi.
 "DANANIN KUYRUĞU KOPACAK"
İlk olarak konuşma yapan Aydınlar Ocağı Kocaeli Şube Başkanı Ruhittin Sönmez, 2015 yılının Türkiye açısından dananın kuyruğunun koptuğu ve çeşitli travmaların yaşanabileceği bir yıl olacağını söyleyerek, şunları kaydetti: “Bugün Yunanistan'daki gördüğümüz kriz yıllık milli gelirin 27 Bin dolardan 25 Bin dolara düşmesi neticesinde yaşanmaktadır. Bugün Türkiye ise tüm büyük devlet söylemlerine rağmen 10 Bin Doları geçemiyor. AKP iktidarının yıllık büyüme ortalama oranı %3 iken, Cumhuriyet tarihi boyunca ülkenin yıllık ortalama büyüme oranı %5'tir. Diğer bir taraftan çözüm süreci diyerek ülkenin doğusunda asayişi bozdular. Bölgede devletin bir etkisi kalmadı. Ülkemizi bölmeye çalışanlara karşı silah yardımı yapıldı. Başbakan teröristlerin alınlarından öptü, Türkiye bunu da gördü. Selahattin Demirtaş, artık dananın kuyruğu kopacak diyor ve bu sefer elimizde kalan dana olacak kuyruk değil diyor. PKK, bölgede özerk bir devlet kurarak Türkiye Cumhuriyeti devletine pamuk ipliği ile bağlanmak istiyor. Bölgedeki tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kullanmak istiyor.  23 milyon insan sosyal yardım sistemine kayıtlı görülüyor. Yani ülkemizde her üç kişiden biri sosyal yardımlarla geçiniyor. İnsanları kendilerine mecbur hale getirmişler”
"TERÖRİSTLE PAZARLIK YAPILIYOR"
Ruhittin Sönmez'in ardından konuşan Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Mustafa Erkal, Aydınlar Ocağı’nın hiç kimseden emir ve direktif almayan bir sivil toplum örgütü olduğunu ve ülkemizin gerçek manada hizmetler görebilmesi için Aydınlar Ocağı gibi bağımsız, kimseden emir almayan, yerli ve milli sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Konuşmasına devam eden Erkal şunları kaydetti: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti terör örgütü yöneticisi ile pazarlıklar neticesinde bir şekilde ülkeyi bölmeye çalışıyor. Ülkenin milli bütünlüğünü tartışmaya açıyor. Fakat dünyada hiçbir ciddi devlet milli birlik ve bütünlüğünü tartışmaya açmamaktadır. Açılım adı altında terörist başıyla pazarlıklar yapılmaktadır. Son günlerde yapılan araştırmaya göre ülkem için her şeyi yaparım diyen insanların oranı %10 azalmıştır. Türkiye hükümeti %5-8 arasında değişen marjinal grupların istekleri doğrultusunda anayasa değişikliği yapmaya çalışmaktadır. İşte milliyetçiliği ve milli menfaatleri içine sindiremeyenler bu ülkeye hiç bir fayda getirememiştir. Bizler milli ve dini kimliğimizden gurur duyarız. Bugün çeşitli oyunlarla insanımızın enerjisini farklı yönlere harcamasını sağlıyorlar. İnsanları ülkenin gerçek gündeminden uzaklaştırıyorlar”
 "YUNANİSTAN, İŞGAL ETTİĞİ 16 ADAYI BU İKTİDAR DÖNEMİNDE İLHAK ETTİ"
Son olarak konuşmasını yapan Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, iktidarın 2004-2009 yılları arasında Ege Denizindeki 16 tane adayı Yunanistan'a peşkeş çektiğini söyledi. Yalım “İngiltere gibi sömürgeci bir devletin bile bir toprağı ilhak etmesi 30 yıl kadar sürerken Yunanistan'ın 5 yıl gibi kısa bir sürede bizim adalarımızı ilhak etmesi anlaşılır bir şey değildir” dedi. Hükümetin bu duruma sesini çıkarmadığını söyleyen Yalım, “Hükümet ses çıkarmadığı gibi ses çıkaranların da sesini kısmaktadır.  1993'te de yine Yunanistan'ın Ege Adalarına sahip çıkmaya kalkmış ancak Tansu Çiller buna müsaade etmemiştir. Yunan askerlerini adalarımızdan çıkarmıştır. 462 yıldır bizim olan Eşek Adası, Rodos Adası gibi 16 adaya artık pasaportla giriyoruz. Atalarımızın canını vererek savaşarak aldığı toprakları bu iktidar savaşmadan Yunanistan'a peşkeş çekmiş ve bu millete en büyük ihaneti etmiştir” dedi.
 "BU MİLLET GERÇEKLERİ GÖRSE AKP BARAJI DAHİ AŞAMAZ"
AKP'ye oy verenlerin bu ihanetleri bilmediklerini, eğer bilse kesinlikle oy kullanmayacağını söyleyen Yalım, “Bu konuda muhalefet partileri de seslerini yükseltmiyor. Aslında ellerinde altın değerinde bir malzeme var ancak onlar bunu bir türlü değerlendiremiyorlar. Eğer bu konuyu gündeme getirip gerçekleri halkın görmesine katkı sağlarlarsa bu halk kesinlikle bu iktidara oy vermez. Bu millet ihanete asla oy vermez. Bu meseleler gerektiği gibi konuşulup gündemde tutulsa ve millete gösterilse AKP kesinlikle barajı geçemez. Bu ülkede vatan topraklarına sahip çıkanlar çeşitli davalarda yargılandılar ve cezaevlerine konuldular” dedi.
 "EGE’DE 150'DEN FAZLA ADA VAR"
Ege Denizinde Türkiye'ye 150'den fazla ada olduğunu ancak çoğunun boş olduğunu söyleyen Yalım, "Bizim hükümetimiz bu adalar sahip çıkmıyor. Sahip çıkmadığı gibi Yunanistan'a peşkeş çekiyor. Yani Ege Denizinde sadece Gökçe Ada ve Bozca Ada yok, genelde sadece bunların olduğu sanılır fakat orada çok fazla ada bulunmaktadır. Ege Adaları bu iktidar döneminde savaşılmadan kaybedildi. Bizim adalarımızı işgal eden Yunanistan başbakanı, bizim başbakanımız ve cumhurbaşkanımız tarafından atlı birliklerle karşılandı. İşgal edilmiş topraklarımıza pasaportla girer olduk. Artık batıda tek devlet kalmadı, ülkemiz bölünmüş ve topraklarımız işgal edilmiş durumdadır.
 "CHP BELEDİYELERİ YETKİLERİNİ YUNAN BAŞKANLARLA BÖLÜŞÜYOR"
Ege bölgesinde yer alan İzmir, Aydın ve Muğla belediye başkanları, başkanlık yetkilerini Yunanistan belediye başkanları ile bölüşmektedirler. Bu duruma kimse kalkıp bir şey demiyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu konuda söyleyecek bir sözü yok. Onun olmadığı gibi başka partilerin ve iktidarın da bir şey dediği yok. Milli Savunma Bakanlığı, Ege Adalarını Yunanistan'ın ilhak ettiğini inkâr ediyor. Hem de pişkin bir şekilde bunu yapıyor. Artık Savunma Bakanlığının Millisi kalmamıştır. Bu düpedüz bu millete ihanettir. Bakan da başbakan da genelkurmay başkanı da bu olanlardan dolayı mutlaka yargılanacaktır. Lozan anlaşmasında vermediğimiz, savaşla kazandığımız adalar bu iktidar döneminde savaşılmadan verilmiştir. Yunan Deniz Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri sınır ihlali yaptığı zaman hiçbir engellemeye takılmıyor ancak Türk Deniz ve Hava Kuvvetleri ufak bir sınır ihlali yaptığında hemen engellemeye maruz kalıyor. Aydın ili sınırları içerisinde Eşek Adası’nda Yunan SAT komandoları konuşlandırılmış ve füzelerin ve uçaksavarların namlusu İzmir'e çevrilmiş durumda. Yunanistan bir yıl içinde 1047 uçağımızı engellemiş durumda” dedi.
 "AKP, CAMİLERİ KAPATTI"
Yine adalardaki camilerin kapatılıp kapılarına kilit vurulduğunu ve altına alışveriş merkezi kurulduğunu, bazılarının ise altında meyhaneler kurulduğunu söyleyen Yalım şunları kaydetti: "Rodos Türk camisi ibadete kapatılarak altında meyhane açılmıştır. Rodos adasındaki 27 caminin kapısına kilit vurulmuş kapatılmıştır. Orada yaşayan 4 bin kadar Müslüman halk görmezden gelinmiş ve camileri kapatılmıştır. Müslümanların yaşadığı adalardaki camiler kapatılırken, Bursa'da olmayan Rum Cemaati için Metropolit ataması yapıyorlar, Hıristiyanların kiliselerini restore ediyorlar”
 "TERÖR SUÇUNDAN YARGILANACAKLAR"
Terörün kendi ülkesinin topraklarını başka ülkelere peşkeş çekmek olduğunu söyleyen Yalım, iktidarın batıda bu uygulamayı aynı şekilde yerine getirdiğini söyleyerek, “İktidar, terör suçu işlemiştir ve er ya da geç terör suçundan yargılanacaklardır. Onlar da bunun farkında oldukları için bugün terörist başıyla masaya oturmuşlar pazarlık yapıyorlar. Bir şekilde onu affetmeye çalışıyorlar. Aslında onu affederken kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Çünkü onların yatıkları da terör suçudur. Türkiye Cumhuriyeti'nin topraklarını başka ülkelere peşkeş çekmişlerdir. İşte bunun farkında olan hükümet yetkilileri eğer terörist başını bir şekilde affedebilirlerse aslında kendilerini de aklamış olacaklardır” ded.
 "28 ŞUBAT ERDOĞAN'I BAŞA GETİRMEK İÇİN YAPILDI"
28 Şubat darbesinin aslında Erdoğan'ı iktidara getirmek için oynanmış bir oyun olduğunu söyleyen Yalım, "O dönemde Erdoğan'ın dönemin MİT Müsteşarı ve Çevik bir ile ilişki içinde olduklarını ve  unun ne anlama geldiğini sordum ancak kendisi bunu cevaplayamadı. Bu dalgalar Türkiye'nin boyunu aşar diyerek aslında bunun dışarıda tezgahlanmış bir oyun olduğunu kabul etmiştir" şeklinde konuştu.
Ümit Yalım Kimdir?
1959 yılında Malatya / Yeşilyurt’ta doğan Yalım 1976 Yılında Kuleli Askeri Lisesi’nden, 1980 yılında Kara Harp Okulu İnşaat Mühendisliği Bölümünden, 1990 yılında Kara Harp Akademisi’nden, 1996 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. 1997 yılında İngiltere / Londra’da bulunan Savunma Lisan Okulu’nda İngilizce eğitimi aldı. Piyade Subayı olarak Komando ve Hava İndirme birliklerinde Takım ve Bölük Komutanı olarak, Kurmay Subay olarak, İç Güvenlik Tabur Komutanı, Tugay, Tümen ve Ordu Komutanlığı Karargahları ile Genelkurmay Başkanlığı Karargahı ve Milli Savunma Bakanlığı’nda Karargah Subayı olarak görev yaptı.2000 Yılında Bosna Hersek / Saraybosna’da konuşlu SFOR / NATO Karargahında, İhtimalat Harekat Planlaması ve Müşterek Harekat Planlama Başkanı olarak,2001-2003 Yılları arasında Ürdün / Amman’da Askeri  Ataşe olarak,2003-2005 Yılları arasında Kara Kuvvetleri Lisan Okul Komutanı olarak görev yaptı.2006-2009 Yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı Karargahı’nda; Harbe Hazırlık ve Harekat İhtiyaçları Şube Müdürü, Silahlı Kuvvetler Komuta ve Harekat Merkezi Amiri, Ortadoğu ve Afrika Şube Müdürü olarak görev yaptı.2009-2010 Yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri olarak görev yaptı ve aynı yıl emekliye ayrıldı. reelpiyasalar.com adlı İnternet Dergisi’nde yazarlık yapan Ümit Yalım'ın yazıları ve makaleleri değişik dergi ve gazetelerde yayımlanmakta ve Yalım Uluslararası İlişkiler alanında doktora çalışması yapmaktadır. Evli ve iki çocuklu olan Ümit YALIM İngilizce bilmektedir. 
Muharrem İBRAHİMOĞLU
***

2 Aralık 2018 Pazar

İsabet Etmişiz,

İsabet Etmişiz, 

Hasan Pulur

Televizyonda bir açık oturum; tabii “rüşvet” üzerine...    Sayın Başbakan savcıya esip gürledi geçenlerde, başka ne konuşulur ki! Ama, Sayın Başbakan gençlik günlerini aratmıyor: “Bu savcı” diye gürlüyor:
“Bizim gençliğimizde aşırı militanlar, üniversite kapısında bildiri dağıtırlardı, savcı onlar gibiydi.”

Başbakan, savcıya böyle söylüyor, sonra da, öyle parlıyordu ki:
“Dur bakalım, dur seninle görülecek hesabımız var!” diyordu.

***
Herhalde ağzının ucuna gelen cümleyi, Başbakan olduğunu hatırlayarak yutkunuyordu:
Oysa, cümle şöyle bitmeliydi:
“Çık dışarı, orada konuşalım.”
Dedik ya, Sayın Başbakan, başbakan olduğunu bir anda hatırlıyor, fren yapıyordu.

***
Biz tanımayız, bilmeyiz Sayın Başbakan niye bu kadar kızıp köpürmüştü ki?
Bilenlerden biri kulağımıza fısıldadı: “Oğlunu ikinci yolsuzluk davasına karıştırmak istediler!”
Haaa, şimdi iş değişir ama araya devlet girince...
Peki ama oğlunun günahı ne?
Bu belli olmadan, kızıp köpürmek biraz fazla değil miydi?
Kim ne derse desin babalarına kızıp, oğullarına bulaştırmak, katlanılır gibi değildir.
Onun için Sayın Başbakan’ın kızgınlığını, halisane anlayanlardanız, ama bu kadarı da fazla...
Bir de o savcıyı düşünsenize...
Adam, polise yasal emri “git şunları getir!” diyor. Polis, mızıkçı çocuklar gibi “bana ne?” diye omuz silkiyor.
Bir savcının adliye kapısında birileri dağıtır gibi belge dağıtması, hoş bir görüntü ve davranış değildir de, biraz böyle düşünsenize.
Televizyonda o gece Ankaralı genç gazeteciler, bir delikanlı vardı, bir de hanım kız...
Hemen hepsi iktidardan yanaydılar.
Bir kişi dışında... Saygı Öztürk...

***
Onu dinledikçe, isabet etmişiz, diye övünmeye başladık...
Kabataşlılar Derneği, her yıl değişik mesleklerden bir seçim yapar?
Mesleğin kıdemli ismine sorarlar:
“Sizce kim?”
Mesela; “sizce bu yılın gazetecisi kimdir?”
Bize de sormuşlardı, hem de bu olaylardan önce, “Saygı Öztürk” demişiz.
Birkaç gün sonra sonuçlar açıklanıyor, bizim Saygı Öztürk dediğimiz ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki günlerde açıklanacak...
Hasan Pulur’un seçtiği gazeteci, Saygı Öztürk!”
İşte bizim isabet etmişiz, dediğimiz bu...


***

Çetenin Kilidi 4 İsim


“Çetenin Kilidi 4 İsim”

Müyesser Yıldız

Ergenekon operasyonları sırasında İstanbul Emniyeti’nde CIA ajanlarını gördü, hayatı değişti. 4.5 yıldır hapiste. “Devlette bir çete var”  diye bağırıp, Genelkurmay Başkanlığı’nı uyaran ilk isim olan emekli Gazi Üsteğmen, Avukat Serdar Öztürk’e göre, “Sahte belgelerle kumpas projelerini yürütenlerin”  başında 4 kişi var ve bunların “ruh sağlığı” kesinlikle yerinde değil. Cemaat için,“ABD’nin emrinde köle yapılanması”  diyen Öztürk, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu da, “Tüm bu cinayetlerin faili, katillerle nasıl anlaşırsın. CHP bu işin altında kalır" sözleriyle eleştiriyor.

Öztürk’ü hep Silivri’de Ergenekon duruşmalarında görüyordum. Haberlerini alsam da 5 Ağustos’ta karar verildikten sonra bir daha görme şansım olmadı. Öztürk çocuklarından dolayı 2 ay önce Sincan Cezaevi’ne naklini istedi. Ve artık onun 3 kişilik ziyaretçi listesinde ben de varım.

İlk kez dün ziyaretine gittim. Silivri’den farklı olarak göz taraması değil, parmak iziyle giriliyor. Sincan F tipi ya, kapalı görüşlerin yapıldığı camlı bölmelerin önünde ayrıca demir parmaklıklar varmış, bunlar o gün kaldırılmış. Camın bu tarafındaki ailelerin, “Sevdiklerimizi daha iyi, daha net görebileceğiz”  sevincini görmeliydiniz!..

Serdar Öztürk tam saat 11.00'de camın arkasıydı. “Hoşgeldin Müyesser abla” diyerek telefonu kaptı. Küçük oğlu Berke’nin zamanını çalacağım için çok huzursuzdum. O yüzden hızlı hızlı konuştuk. Sesinde, son gelişmelerin mutluluğu hissediliyordu. Kolay mı, 4.5 yıldır “Çete var!..”  diye bağıran oydu. Nihayet devletin en tepesinin de itiraf ettiğini görüyordu.

“Benim tarihe kayıt düşmek için verdiğim dilekçeleri incelesinler, tüm isimler, deliller orada var” dedikten sonra, “kumpasın” başındaki 4 isimden bahsetti. Hakkında açılan o kadar çok dava var ki, yeni davalarla boğuşmaması için onun açık açık söylediği bu isimlerden baş harfleriyle söz edeceğim. İşte Öztürk’ün o iddiaları:

“Tüm projeyi yürüten R.G., A.F.Y., M.E. ve A.P.’dir. Maalesef bunlar ruh sağlığı yerinde olmayan insanlar. R.A’ya saldırıyorlar, ama onun kapasitesi bu işlere yetmez. 2006’da AB’ye terör kursu adı altında bunlardan hangisi gitmiş, ABD askerleri tarafından nasıl eğitilmiş onu araştırsınlar. Acilen yapılacak işlerden birisi de HSYK dahil, özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıdır.”

GEMİYİ BATIRMAYA ÇALIŞIYORLAR

Cezaevinde, “AKP ve Gülen’i Kurtarma Planı”  isimli koca bir kitap yazan Serdar Öztürk, şimdi Erdoğan-Cemaat savaşına nasıl bakıyor? Şunları söyledi:
“Bu işler tarihte hep böyle oldu. Birbirlerine düşmesi kaçınılmazdı. Ancak karşımızda bir legal, bir de illegal bir yapı var. AKP gelir gider, ama tehlikeli olan illegal yapılardır. Erdoğan’ı anlıyorum; İktidar olabilmek için bunlara yol vermek zorundaydı. Ama ne kadar tehlikeli olduklarını gördü. Cemaat tam bir köle yapılanmasıdır. Hem kendi içinde, hem ABD karşısında. ABD ne derse, onu yapmak zorundadır. Bu ekip bir yandan gemiyi batırmaya çalışıyor, bir yandan da ‘kaptan kasayı soyuyor’ diye bağırıyor. Kaptan değiştirilir, ama gemi batarsa, yapacak birşey kalmaz. Asker olarak şöyle düşünüyorum; Tankla, bir de piyade tüfeğiyle saldırıya uğruyorsunuz. Hangisi daha tehlikeli, en önce hangisini yok etmeli? Elbette tankı.”

Serdar Öztürk’ün, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da ağır eleştirileri oldu. Önce Gazeteci Soner Yalçın’ın, “Gelen yeni bir koalisyon hükümeti mi? Gül+Gülen ve CHP!.. CHP, ‘Gestapo’ ile örtülü bir işbirliği yapabilir mi? Tarih affeder mi?” tespitlerinin çok haklı ve doğru olduğunu belirtti, ardından ekledi:
“Yaşanan tüm cinayetlerin failleri, katilleriyle nasıl anlaşırsınız? Kur’an-ı Kerim’e göre, kafire hizmet eden kafirdir. Kılıçdaroğlu bu işin altında kalır.”

KÖPEK KULÜBESİNDEN HABERLER

Gelelim Serdar Öztürk’ün sağlık durumuna... Güneydoğu Gazisi olduğunu, vücudunun yarısında şarapnel parçaları bulunduğunu, Silivri’de ölümcül “uyku apnesi”ne yakalandığını, özel tedavi görmesi gerektiğini, nihai testler için Haziran 2014’e gün verildiği, Silivri’den getirdiği spor aletleri, hatta tartısına el konulduğunu biliyorsunuz. Sincan L tipine naklinin “terörist” olduğu gerekçesiyle reddedildiğini ve GATA’ya sevki için uğraştığını da...

Peki son durumu ne? Annesi Başak Öztürk üzülse bile, bir Gazimizin gördüğü muameleyi gözler önüne sermek için anlatmam gerektiğini düşünüyorum. İşte kendi ağzından sağlık durumu:

“Silivri’de zorla da olsa yürümeye çalışıyor, diyet yapıyordum. 2 ayda 15 kilo vermiştim. Ama burası bir köpek kulübesi kadar. Hareket edemiyorum, yeniden 8-10 kilo aldım. Kilo almam demek, şeker hastasına şeker verilmesi gibi birşey. Nefes alamıyorum. Yemek yemiyorum. Sadece domates, peynir yiyerek kiloyu engellemeye çalışıyorum.”

Görüşte ilk sorum, “Sincan’a alıştın mı?” olmuş, o da “Cezaevine alışmak mı? Asla!..” demişti.

“Köpek kulübesinde” bir Gazi... Bizim de alışmamamız, kabul etmememiz, o ve diğerleri için daha çok şeyler yapmamız gerekmiyor mu?

Serdar Öztürk’ün tanıyan, tanımayan herkese teşekkürleri ve selamları var.
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler…

***

Fedaiyim, Bahtiyarım

Fedaiyim, Bahtiyarım

Dr. Doğu Perinçek

Biz Ergenekon ve Balyoz tutukluları, nöbet yerlerimizde altı-yedi yıldır sevdiklerimize kavuşacağımız, evlerimize döneceğimiz günü bekliyoruz.
Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?

Şu anda evimize dönmeyi düşleyebilecek konumdayız. Fakat... birden o müthiş soru karşıma dikiliyor: "Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?"
Bu soruyu "Can kardaşı" olmaktan mutluluk duyduğum, ağabeyim Cemalettin Korkut 1 Kasım 2013 günlü mektubunda sormuştu. O gün onun asker ocağına girişinin 72. yıldönümüydü. Şimdi 90 yaşını arkada bırakmış kendisine şöyle sesleniyor: "Fedaisin, fedai kalacaksın, Ey Korkutoğlu Cemal!"
O soru bir çivi gibi saplandığı yerde beynimi kanatıyor: "Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?"

Kuddusi Okkır evine geri dönecek mi?

Prof. Dr. Uçkun Geray kardeşim sevdiklerine sarılacak mı?

Dz. Kur. Alb. Berk Erden, Dz. Yb. Ali Tatar, Jnd. Alb. Abdülkerim Kırca'nın yollarını gözleyenler, hasretlerine kavuşacaklar mı?

Çanakkale, Kafkas, Yemen ve Sakarya şehitleri evlerine ne zaman dönecekler?
Fedainin çağrısı ve fedaiye çağrı

Sakarya Şehitliği Müzesi'nin kapısında bir cam fanus varmış. İçinde meçhul bir şehidin kuru kafası. Alnında kırmızı kanla şu yazıyormuş: "Beni hatırla, kanımı kanla öde!"

Kuşkusuz, şehidin kendisi yazmamıştır o yazıyı. Çünkü son damlasını veren fedainin bizden hiçbir şey istemeyeceğini biliyoruz. Her şeyini veren erdemlinin, alacağı bir şey de kalmamıştır. Alacağını içine koyacağı bir kasası, bir kesesi, bir cüzdanı, bir cebi, bir banka hesabı, bir ayakkabı kutusu yoktur artık.
Bizden hiçbir şey istemeyen fedainin bizden tek şey istediğini yine bizler icat etmişizdir. Zora düşünce hep onlara başvururuz ve topluma döner, fedailerin bizden fedai olmayı istediklerini söyleriz. Firdevsî, şehitlere "yattığınız toprağın altından kalkın" diye seslenir. Nâzım Hikmet de, bağımsızlık elden gidince, Kuvayı Milliye şehitlerine "Mezardan kalkmanın vaktidir" diye çağrıda bulunur.
Fedai, hatırasıyla da bizim için vardır. Fedainin anısı, yine bize vermek için yaşar. Şehidin kuru kafası bile, bize fedainin çağrısını yapmaktadır. Kendini vererek toplumu yaşatma çağrısıdır bu.

Toprağın altındaki fedai, bu çağrıyı yaparken tellal değildir. Belediye başkanından ve düğün sahibinden bahşiş almayacaktır. Tepeden tırnağa karşılıksız vermeye devam etmektedir. Hatırlanmayı istemek dahi bir fiyattır. Fedaiyi satın alamazsınız. Çünkü her şeyini vermiştir. Fedainin namusunda karşılık yoktur.

İlk kıvılcımı yakanların ödülü

Hiçbir toplum, fedainin yüzyılların içinden gelen o çağrısını duymadan yaşayamaz. Kabile toplumu, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum, hep fedailerle kurulmuş, fedailerle var olmuştur. O nedenle fedai, hangi iklime giderseniz gidin, son rütbedir.

Her yerde sizi bir Hallacı Mansur karşılayacak ve size şu büyük hakikati bildirecektir: "Her gerçek bir fedai ister. İlk kıvılcımı yakanlardır, en yüce fedailer."

İlk kıvılcımı yakmanın bütün iklimlerdeki ödülü, yanmaktır; kurşuna dizilmektir. Madalyası, boynundaki iptir. Fedai, darağacında en yüce makama çıkar. Erenler, "Miracımız dardır bizim" diyorlar. Bir dava uğruna insanın nesi varsa sonuna kadar her şeyini vermesi, bütün toplumlarda miraçtır.

Miraçtaki bahtiyarlık

Fedai, feda ederek bahtiyar olur.

Bana bu yeni yıl yazısını yazdıran, sevgili arkadaşım Prof. Dr. Tülin Oygür'dür. 19 Kasım 2013 günü şöyle yazıyordu:

"Gazi Üniversitesi'nde bölüm başkanıydım. Bir öğretim üyesi olarak en verimli denebilecek dönemimdeydim. Türkiye şartlarında iyi maaş alıyordum. Ama gözümü ve yüreğimi Türkiye gerçeklerine kapatamaz dım. Kendini çok sevenlerden olamazdım. Kendi şartlarımız ne kadar iyi olursa olsun, yanı başımızdaki yoksulluk, ülkemizdeki gericilik, dünyadaki büyük sömürü, bizi kanatan yaradır. Anlarsınız ki, yaşamınızı anlamlı kılacak tek şey, verebileceklerinizi çıkarıp vermektir.
2012 yılı yazında bir gün Toros Sokağa gittim. İçeri girdim ve 'Partiye kaydolmaya geldim' dedim. Artık İşçi Partiliydim ve Nâzım Hikmet gibi bahtiyarım.

"Kendi rahatını bilme kültürü ortamında kendimi yalnız hissediyordum. Artık kendimi yalnız hissetmiyorum. 'Feda olsun' sözünün toprak gibi, güneş gibi doğal durduğu böylesi bir topluluk içinde, ancak bahtiyar olunur."

2014 yılında bahtiyar olmanızı diliyorum.

***

2013’ten 2014’e Geçerken: Gezi, Yolsuzluk ve Sandık


2013’ten 2014’e Geçerken: Gezi, Yolsuzluk ve Sandık

Utku Çakırözer

Dün sona eren 2013’ün akıllardan gitmeyecek olayı Gezi Parkı Direnişiydi. On bir yıllık AKP iktidarının baskıcı, müdahaleci politikalarına halk ilk kez kitlesel bir biçimde isyan etti. Sadece Taksim Gezi Parkı’nda da değil, yurdun dört bir yanında günlerce meydanlardan inmedi. Hem de polisin görülmemiş şiddetteki müdahalesine rağmen. 

2014’ün en konuşulanının ne olacağı ise daha ilk günden belli: Sandık! 
Bu yıl, önce yerel seçimler, ardından Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemi zaten biliniyordu. Ancak 2013’ün son günlerinde patlayan yolsuzluk soruşturmaları, bu seçimlerin niteliğini değiştirdi.

Seçimler birçok siyasi aktörün geleceğini, kaderini belirleyecek. 
Bunların başında Başbakan Erdoğan geliyor. Gezi protestoları ve yolsuzluk operasyonları öncesinde hedefi Çankaya Köşkü idi. Aldığı tüm darbelere karşın hedef hâlâ aynı. Yerel seçimde yüksek oy almak ve dört ay sonra yapılacak Çankaya seçiminde halkın oylarıyla seçilecek ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmek. Peki, bu hedef için nasıl bir kampanya yürütüyor? 

Yolsuzluk operasyonunu yapan Emniyet birimlerine yönelik tasviye ile yetinmeyip savcıyı halka meydanlarda şikâyet etmeye başladı. Gezi’de olduğu gibi, yolsuzluk soruşturmalarının da arkasında “iç ve dış komplo” olduğuna halkı inandırmaya çalışıyor. Görünen o ki, seçimde alacağı destekle kabinesine, bakanlarına ve hatta aile bireylerine uzandığı ileri sürülen yolsuzluk iddialarını yargıda değil, sandıkta aklamak istiyor. Geçmişte kazandığı oy oranını yakalaması halinde kendini aklanmış da sayacak. 

O nedenle “sandık” öncelikle Erdoğan’ın kaderini belirleyecek 
Kaderleri birbirine bağlı 

Erdoğan’ın kaderi, AKP’yi birlikte kurduğu yol arkadaşı Cumhubaşkanı Abdullah Gül’ün durumuna da netlik kazanacak. Yerel seçimde alınacak düşük oy Erdoğan’ın Köşk yolunu kapatırken, Gül’ün ikinci kez seçilmesi olasılığını güçlü biçimde gündeme getirebilir. 
Yolsuzluk operasyonuna karşı meydanlarda yüksek sesle işlemeye başladığı “paralel devlet”, “devlet içinde çete” söylemleriyle Başbakan aslında Fethullah Gülen Hareketi’ni de sandıkta oylatacak. Erdoğan’ın oylarındaki düşüş de yükseliş de kaçınılmaz biçimde “Cemaat” ile bağlantılandırılacak. Erdoğan’ın zayıflamasıyla eli güçlenecek olan Cemaati, tersi durum yaşanırsa zor günler bekliyor olacak. 

Kılıçdaroğlu da oylanacak 

Kader seçimine giren bir diğer aktör CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu. Sadece soldan isimlerle değil, geniş halk kesimlerine hitap edecek geniş yelpazede adaylarla meydana çıkan CHP de kampanyasını yolsuzluk ve rüşvet operasyonu üzerine kuracak. CHP son seçimlerdeki oyu yüzde 26. Bu oyu kazanması Kılıçdaroğlu’nu rahatlatmaz. İki psikolojik sınır var. Birincisi tüm oyların en az yüzde 30’unu almak. İkincisi ise AKP’nin kalesi İstanbul’u kazanmak. 
İşte bu noktada CHP’nin İstanbul adayı Mustafa Sarıgül, alacağı oylarla sadece kendinin değil, aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun da kaderini çizecek. 

***
Kaderleri birbirine bağlı siyasetçilerin yarışında bakalım kim gülecek, kim ağlayacak...  
Yeni yıl ‘özgürlük’ getirsin En büyük dileğimiz Tuncay Özkan, Hatice Duman, Deniz Yıldırım, Füsun Erdoğan, Hikmet Çiçek, Turhan Özlü ve Erol Zavar’ın da aralarında bulunduğu 64 meslektaşımıza yeni yılın “özgürlük” getirmesi... Dışarıdayken “tutsak” düşen arkadaşımız Bünyamin Aygün’ün bir an önce sağ salim ailesine kavuşması... Ve hepimize özgürlük ve demokrasi dolu bir yıl...

***

Yeni yıl Neşesi Niyetine,

Yeni yıl Neşesi Niyetine,

Selcan Taşçı,

Yılın ilk gününe -vurgunun, talanın, yalanın, dolanın, gafletin, ihanetin, dalaletin, sefaletin gölgesinde ne kadar mümkünse- neşeli başlayalım ki bütün senemiz tebessümle dolsun diye dünkü gazete köşelerinden bir seçki yaptım sizin için...
İlki Zaman’dan Abdülhamit Bilici’den. Özetle  “PKK ile bile müzakere yapılırken, camiayı Türkiye için en büyük tehdit gibi gösterme seferberliği ibretlik...” diyor.
İlahi Sayın Bilici, “PKK”  kim-ne-hani nerede? Öyle bir  “şey” var mı ki! “Süreç” kapsamında  “İmralı” diye değiştirmemiş miydiniz ismini? 

Ayy pardon 

 “İmralı” Öcalan’ın kod adıydı; PKK  “Kandil” diye anılıyordu değil mi?

Bir diğer “yüzümüzü güldüren(!)” adam İhsan Dağı. “İster cemaate mensup olsun, ister Kemalist, ülkücü veya Alevi, vatandaşların kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğraması kabul edilebilir değil” miş. E, kendi gazetenin referandum öncesi yargıyı hedef alır biçimde ‘Alevilerin arka bahçesi’ manşetleri atmasını niye kabul ettin o zaman? Yine kendi gazetende “Alevi subaylar”a dönük kara propaganda yapılmasını niye kabullendin? 1 Ocak bugün, ama belli ki sen bu satırları 1 Nisan sanıp da “şaka” niyetine yazdın!

Üçüncü  “gülmece-güldürmece”  Bülent Korucu’dan.  “Gazetecilik mesleğinin yediği darbe” den muzdarip beyefendi:

“Yalan haber diz boyu...” 

Yahu senin gazeten, hem de o darbe yemesine dertlendiğin gazetecilik mesleğini onuruyla, şerefiyle yapan insanları -alenen yalan söyleyerek- hedef gösterdi! Yalan haberlerle linç etti, itibarsızlaşmayı denedi! Daha fenası, senin gazeten, haberinin “yalan”  olduğu belgelenmesine rağmen “yalanından mağdur olan gazeteci meslektaşlarından”  bir özür dahi dilemedi. Düzeltme yapmak yerine sağıra yatmayı tercih etti! Şimdi sen böyle boğazına kadar yalana batmış sayfalardan “yalan diz boyu” diye çığlık atarken kendin karikatürize ediyorsun kendini!

Veee işte o; 007 Taha Kıvanç kod adlı Fehmi Koru;

“Paris’teki PKK bürosunda işlenen üç cinayete dahi Câmia’nın işi denmesi” ni hayretler içinde anlatıyor;

“Ergenekon” adı takılan  “torba dava”yı  “Agarta”ya dayandıran -hiç ucu Tibet’e, Mu’ya, Atlantis’e varan zırvaları anmıyorum bile- Teşkilat-ı Mahsusa eylemlerinden Dersim’e ve hatta PKK’nın kuruluşu da dahil, neredeyse esen yelin bile, Silivri’de zulüm gören milliyetperver insanlara yamanmaya çalışıldığı ülke Papua Yeni Gine değildi herhalde!

İyi ki bittin 2013...

Türkiye Cumhuriyeti’ni uçuruma sürükleyenler ve işbirlikçilerinin kendi kendilerini yalanlayacağı, birbirlerinin maskelerini düşüreceği, itirafçıya dönecekleri daha nice aylara inşallah; bu  ülkenin yeni “çağı”nın başlangıcını 31 Mart sabahı kutlamak ümidiyle...

İstihbaratçısın haberin yok!

Başbakan “12 Eylül referandumunda yanlış yaptık” dediğine göre şimdi sıra “yanlış yapanı destekleyerek”  daha büyük yanlış  yapan “yüzde 50”de!  “30 Mart” gibi bulunmaz bir “yanlıştan dönme” fırsatı var  önlerinde.
Dünkü gazetelerde, Mersin ve Gaziantep’teki “dinleme skandalları” -bu tür olaylar muhaliflere yönelikse etinden, sütünden, sesinden, görüntüsünden her türlü nemalandıktan sonra sümenaltı ediliyor da, iktidardakiler ’mağdur’olduğu vakit ’skandal’oluyor ne hikmetse- üzerine  “Dinleme işlemlerinin yapıldığı birimlere, ucunun nerede olduğu tahmin edilen, ’Paralel bir hat’çekildi mi?”   diye soruyordu AKP’nin kalemşorlarından biri.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın dikkat çektiği gibi bir  “paralel istihbarat”  mevcutsa “bunu yapanların yakasına yapışılıp hesap sorulmasını” istiyordu?
Böyle bir durumda -öncelikle- hesap sorulması gereken bir ülkenin istihbarat ağını bertaraf etmeyi becerebilenler midir yoksa kendi mahremini bile korumayı beceremeyen istihbarat servisi mi?

Yine yeni bir “bahçıvansın biberin yok” hikayesi;

Bahçıvansın biberin yok, biricik işi  “haber almak” olan, bunun için her türlü imkan, kadro ve yetkiye sahip olan istihbarat teşkilatısın haberin yok!
Başka  “skandal” arama!

***

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik,

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik,


Necati Doğru

Giden yıl hüzündür. Gelen yıl umut. Halkın tarih yazacağı yeni bir yıla girdik. Yeni yılınız kutlu olsun.
Seçimle getirdi.
Kutuları rüşvet doldu.
Seçimle gönderecek.
Tarihleri halk yazar.
2014 tarihi dönüm olacak.
11 yıldır korkutan.
11 yıldır sindiren.
11 yıldır susturan.
O olmuştu.
Yeni yıla girdik.
Şimdi korkan o oldu.
Bir kutudan ödü kopuyor.

* * * * * *
Bir karton ayakkabı kutusunu, uzun namlulu suikast tüfeği gibi görüyor. Kıtalararası balistik füze sayıyor. Kitle imha
silahından daha öldürücü buluyor. Yanında 170 korumayla gezen Başbakan’a ayakkabı kutusunu uzaktan göster; koca Tayyip panikliyor!
İçi boş, rengi soluk.
Dilsiz, elsiz, ayaksız.
Karton kutuya bakıyor.
Korkudan dehşete düşüyor.
Çatal yürekli, altın kalpli, gerçekten halk gibi halk Akhisarlı Nurhan Gül, meydana bakan evinin çatı balkonunda elinde
bir karton ayakkabı kutusunu “yeni mağduriyet narkozuyla afyonlama masalı anlatmakta olan Başbakan’a gösterdiğinde”
suikastçı, balistik füze ateşleyicisi sayıldı.
Polisler evi bastılar.
Nurhan kapıyı açmasaydı.
Koçbaşı getirmişlerdi.
Kapıyı kıracaklardı.

* * * * * *
Türkiye’yi ne hale getirdi!
Türkiye’yi ibiş ülke yaptı.
Bir karton ayakkabı kutusunu 100 metre uzaktan göstermek bile “yılın annesi Akhisarlı Nurhan Gül’ün ifade özgürlüğünü yok etmeyi” kabule zorlanan ülke olduk!

Bir karton kutu görüyor:

Akhisarlı Nurhan’ın konut dokunulmazlığını ihlal etmeye, yasayı savunan soruşturma savcısı Muammer Akkaş’ı linç etmeye, hukuk devletini polis devletine çevirmeye, oğluna kadar geleceğini haber aldığı soruşturmayı kendine bildirmediler diye
Türkiye ölçüsünde 800 Emniyet mensubunu, hiçbir gerekçe göstermeden, yerlerinden etmeye, adaleti rüşvet doları dolu bir ayakkabı kutusunda öldürmeye karar verecek kadar kendinden geçiyor.

* * * * * *

Giden yıl zavallıdır.

Türkiye’nin Başbakanı olacak, bir karton kutudan korktu; “Bırakın yolsuzluğun dibine kadar gidilsin” diyemedi. 11 yıl “askeri vesayet önümüzü kesti” diye bağırıp, 11 yılın sonunda yolsuzluğu örtmek için “devlete paralel Fethullah vesayeti önümüzü kesiyor” mağduriyeti üretti.

Fethullah ile birlik oldu.

Vesayetçi askerleri(!) hapse koydu.
Şimdi Fethullah’a da vesayetçi diyor.
Halk bu kadarını artık yemez.
Türkiye Akhisarlı Nurhan’ın ülkesi. Halkın tarih yazacağı bir yıla girdik.
Gelen yıl umuttur.
Yeni yılınız kutlu olsun.

***

Tayyip'te Bilal paniği!

Tayyip'te Bilal paniği!

Sabahattin Önkibar




Bir Başbakan meydan meydan dolaşıp sıradan bir savcıyı bu şekilde niye hedef alır?
-"Seninle daha işimiz bitmedi.
-İş takipçisi.

-Militanlar gibi bildiri dağtıyor."

Muharrem İnce bu durumu "Bilal korkusu", Kemal Kılıçdaroğlu ise "Abdestine güvenmemesi" diye yorumluyor...
Savcının engellenen ikinci dalga operasyonda Bilal Erdoğan'ın yanı sıra büyük ihaleler alan çok sayıda müteahhidin kurtarıldığı dillerdedir.
Söyleyin; değil böyle bir tabloda, zerre bir fısıltıda bile Başbakan'ın hodri meydan demesi gerekmez mi?

Reza Zarrab itirafçı olur korkusu

Tayyip Erdoğan'ın bunu yapmayıp operasyon kararını veren savcıyı alanlarda yargı hükmü olmaksızın "iş takipçisi" diye suçlaması hukuka suikast değil midir?
Bir Başbakanın, yolsuzluk operasyonunun merkezinde olan Reza Zarrab gibi somut suç unsurları ile yakalanan bir şüpheliye yargılama sürecinin başında arka çıkması ve onu medya önünde peşinen dürüst ilan etmesi adliyeye örtülü talimat değil midir?

Bu sözler üzerine muhalefet Başbakan'a dönüp, "Reza Zarrab'ın itirafçı olmasından mı korkuyorsun ki, ona ben arkandayım mesajını veriyorsun" diye bir soru sorsa ne cevap verecek?

Aynı şekilde evinde ayakkabı kutularının içinde 4,5 milyon dolar ile suçüstü yakalanan banka müdürüne yine peşin bir hükümle arka çıkmanın bırakın hukuk, hangi kanunda yeri var?

Bir Başbakan'ın görevi, işlenen cinayetin faillerini aramak mıdır, yoksa üstünü örtmek mi?

Eğer ikincisi ise insanların zihnine "yoksa Başbakanın o cinayetle bir alakası ya da ilişkisi mi var" gibi bir kuşku düşmez mi?

Düşeceğine ve Tayyip Erdoğan'ın bunun farkında olacağına göre, buna rağmen böyle davranılıyor ise durum gerçekten vahim ötesidir; zira böyle bir risk ancak suçüstü hallerinde üstlenilir.

İmamın suç ortakları

Efendim, bütün bu tavırlar yargının içindeki çete'ye dur demek içinmiş!
Tekrarından imtina etmeyip soracağız, o çeteyi yeni mi keşfettiniz ve kim açtı önünü?
Siz değil misiniz "Ne istedilerse verdik" diyen?
Siz değil misiniz dün o çete ile beraber iş tutup bu ülkenin Ordusunu terör örgütü ilan eden?
Siz değil misiniz o çetenin tertipleri ile yüzlerce kahramanı hapsettirip darbe mugalataları yapan?
Siz değil misiniz bu çeteyi demokrasi mücahitleri diye selamlayıp millete takdim eden?
Siz değil misiniz Yargıtay imamının dava dosyasını Pensilvanya'ya gönderirken susan ve bunu bugüne kadar gizleyen?
Siz değil miydiniz bizzat oluşturduğunuz HSYK'yı yargının bağımsızlık tanrısı gibi sunan?
Ve o siz şimdi hiç utanmadan yolsuzluğu araştıran bir savcıya arka çıktı diye o HSYK'yı hain ilan edebiliyorsunuz.
Tamam devletin içinde bir değil birkaç çete var da onların tamamı sizin eseriniz!
Yıllar önce yargıda örgüt var dediğimizde bizi dava eden siz değil miydiniz?

Yeni dosyalar

Size ilişince birden "Örgüt var" diye hoplayan siz, aslında onlarla suç ortağısınız; zira yıllar yılı yardım ve yataklık yaptınız ve açılacak olan soruşturmada siz de bunun hesabını vereceksiniz!
Bir başka şey, hiç utanıp sıkılmadan "TSK'ya kumpas kurdular" demiyor musunuz?
Peki, o zaman siz uzayda, Jüpiter de mi, nerede idiniz?
Tayyip Erdoğan değil midir kumpas dediğiniz o hadisede savcılığa soyunan?
Kumpas söyleminde samimi iseniz Hakan Fidan olayında olduğu gibi hemen harekete geçsenize!
Yok sizin maksadınız, üzüm yemek yani TSK'ya sahiplenmek değil, bağcıyı yani cemaati süpürmek için TSK'yı sevenleri yanınıza çekmeyi istemektir.
Biz bu oyuna gelmeyiz ve adına F tipi denen o çete ile dün olduğu gibi bugün de yarın da boğuşuruz. Ama biliniz; bizim gözümüzde sizin onlardan zerre farkınız yok.
Hülasa telaşın ötesinde paniktesiniz; zira sırada başka dosyaların olduğunu biliyorsunuz.
Bunun için komplo diyerek yeni bir algı peşindesiniz ama gayrı mızrak çuvala sığmıyor.
Bittiniz, tükendiniz, suçüstü oldunuz ve hesap vereceksiniz!

NOT: Bütün Okurlarımın yeni yıllarını kutluyorum.

***

Yeni Bir Gün Doğuyor

Yeni Bir Gün Doğuyor


Melih Aşık,


Yeni bir gün gibi ufuktan doğuyor yeni yıl... Neler getirecek tam bilemesek de nelerin gittiğini hep birlikte görüyoruz.

Örneğin... 

Biten yılla birlikte İslamcı siyaset bitiyor, Müslüman maskesiyle siyasete girenlerin karizması sönüyor.  İç politika hırsızlık, dış politika yalnızlık çukurunda debeleniyor. Mısır’da darbeyle bitirilen istismarcı siyaset, Türkiye’de iç kavga sonucu fiyaskoya dönüşüyor... Nihat Genç bunu Odatv’de güzel anlatıyor:
“İki İslami örgütün iç savaşı, bir savaştan daha çok anlamlar taşıyor. Anayasa hukuk tanımazlıkları bir yana, gizli gündemleri bir yana, seks kasetleri bir yana, Allah’ı, dini en pis işlerine alet etmeleri bir yana, sefahatları şatafatları bir yana, halkın parasını dünya tarihinde görülmemiş büyüklükte çalmaları bir yana, El Kaide’yi Suriye’de silahlayıp İran’a karşı savaştırırken arkadan İran’la kara para temizlemeleri bir tarafa, bir devlet için felaket denecek polisi savcısını ikiye bölmeleri bir tarafa, ordusuna işgal güçleri gibi kumpas kurması bir tarafa, yazarlarına suç inşa edip yalancı tanıklarla içeri tıkmaları bir tarafa, sayıştayı meclisten kovmaları bir tarafa, suçlamaları, iftiraları, ithamları, yalanları, yalıları, halkın parasıyla sövüşledikleri bankaları, maaşa bağlanmış kiralık liberalleri bir tarafa... İler tutar hiçbir yanları kalmadı...”

Laiklik, din ile siyasetin birbirini yozlaştırmaması için oluşturulmuş düzenin adıdır. Laikliği yok ederek varacağınız nokta işte burasıdır.

Hırsız imam...

Yaklaşık 11 yıldır ama özellikle şu son birkaç aydır adeta “hırsız” kelimesiyle yatıp kalkıyoruz. Hele hele konu siyasetten açılmışsa bu kelimeyi geçirmeden cümle kurmak neredeyse imkansız. Sadece sohbetler değil, fıkralar da öyle... İşte size ülkemizde yazıldığı ihtimali güçlü olan bir hırsız fıkrası
Efendim, köyün birinde camiye bir hırsız dadanmış.
Cemaat her namaza durup imam “Allahüekber” dediğinde bu hırsız hem caminin içinde hem dışında faaliyete geçiyor, ne bulursa çalıyormuş. Bir gün, iki gün derkeeennn... Köylülerden biri hırsızı iş üstünde yakalamış, ne yapalım, nasıl bir ceza verelim diye köy ihtiyar heyetinin karşısına çıkarmış.
Uzun tartışmalardan sonra heyetten biri;

- Bu hırsızı camiye imam yapalım demiş, hem pişman olur hem de biz namaz kılarken gözümüzün önünde olur.

Ve hırsızı imam yapmışlar. Uzun süre köyden ayrı kalan bir köylü yıllar sonra geri döndüğünde hırsızı merak etmiş. İlk karşılaştığı arkadaşına sormuş:
- Şu bizim hırsız ne yapıyor, imam olunca uslandı mı, hırsızlıklar bitti mi?
- Ne gezer, demiş arkadaşı... İmamlığa devam ediyor ama hırsızlığı da sürdürüyor...

- O nasıl oluyor?

- Allahı var artık çalmıyor. Hatta günde beş vakit, “Hırsızlık günahtır ey cemaat, aman ha...” diye vaaz bile veriyor.

- Ee...
- Ama iki adam tuttu onlara çaldırıyor... 

Malı yine götürüyor...

PARRA

Yeni yıl ikramiyesi bu yıl 50 milyon lira... Tabii ilgi de o denli büyük...
Hep merak ederim... Neden örneğin her ay verilen 2 milyon liralık ikramiyelere ilgi böyle değildir de rakam büyüyünce ilgi büyür...
Piyangoya hücum edenler az ve orta gelirli yurttaşlar olduğuna göre...
2 milyon lira onların neyine yetmemektedir?

50 milyonu alıp fabrika yatırımı mı yapacaklardır?

Anlaması zordur...

Bazı siyasetçiler de aynen... Çalmaya bir türlü nokta koyamıyor.
Bir milyon, üç milyon, beş milyon, on milyon, 100 milyon...
Adam doymuyor. Tabii kutuyu sürekli doldururken yakayı ele veriyor.
Oysa birkaç milyon çalıp bıraksa! Hem ömür boyu yetecek hem de hırsızlığa ortaya çıkmayacaktır...

Para insanın gözünü kör ediyor derler. Doğru...

Yolsuzluğun üzerine gideceğiz diyen Başbakan’a, ayakkabı kutusu gösterdiği için gözaltına alınan kadın, bize neyin üzerine gidildiğini gösterdi.

Gözde Bedeloğlu

***
Kamuda yeni servis: “Alo 155: Dahili numarayı biliyorsanız tuşlayın, bilmiyorsanız hükümet polisi için 1’i, cemaat polisi için 2’yi tuşlayın.”

Burak Özçetin

KAÇ

Savcı Muammer Akkaş’ın 41 kişi hakkındaki arama ve gözaltı talebi emniyetçe uygulanmıyor.

Şüpheliler bu fırsattan istifade kanıtları yok ediyor.

Bu arada iktidara çok yakın 7 işadamı ve iki şirket hakkında da yargıç Süleyman Karaçöl tarafından 25 Aralık’ta alınan tedbir kararı var. Bu işadamları; Abdullah Tivnikli, Latif Topbaş, Cemal Kalyoncu, Ömer Faruk Kalyoncu, Mehmet Cengiz, Usame Kutub ve Cengiz Aktürk... Aradan bir hafta geçmesine rağmen bu tedbir kararı da uygulanmadı. CHP’li Aykut Erdoğdu, önceki gün Sokak TV’de, tedbir konulan paraların kaçırıldığı, malların ise süratle başkalarına devredildiğini anlattı.

Yargıda komplo varsa mahkemeye çıkmak ve aklanarak oyunu boşa çıkarmak gerekmez mi?

***

Yeni yılda hükûmete yüz nakli

Yeni yılda hükûmete yüz nakli


Arslan Bulut

Akdeniz Üniversitesi’nde yüz nakli yapılan hastalar, yeni yıla yeni yüzle girerken, AKP hükümetinin yüzüne de estetik ameliyat yapıldı. Yolsuzluk operasyonundan sonra 10 bakan değiştirildi. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olarak ilk konuşmalarından birini yapan Fikri Işık ise “Bugün yolsuzluktan filan bahsediyorlar. Önemli olan toplum vicdanıdır. Mahkemeler, bazen ‘kanunu uygulayalım’ der ama hukuku uygulamayabilir. Toplum vicdanının adalet terazisi hiç şaşmaz. Sayın Başbakanımız şiir okudu diye mahkûm edilmişti ama o kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı. Biz o noktada önce Allah’a, sonra milletimize güveniyoruz” dedi. 

Tayyip Erdoğan da, “kararı millet verir” diyor! Peki millet, hırsızlığı onaylar mı?

***
Bu durumda, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in deyimiyle, oğlunun “pinti” olduğuna inanacağız çaresiz! Muammer Güler, oğlunun yatak odasında yedi kasa ve para sayma makinesi ile 1.5 milyon dolar bulundurma sebebini böyle açıklamıştı. Yine Halkbank Genel Müdürü’nün evinde ayakkabı kutularının içinde 4.5 milyon dolar bulundurmasının sebebinin de “saflık” olduğuna inanacağız. Başbakan böyle demişti. Hem sonra bu para, imam-hatip lisesi yaptırmak içindi değil mi? Bir de Bosna’ya Yunus Emre Üniversitesi kuracaklardı? Yani genel müdür, bu parayı evinde dini amaçlar için saklıyordu! 
Önemli olan toplumun buna inanıp inanmadığıdır. Zaten, “isterseniz porno kasetlerini çıkarın, inanmayız” diyen destekçileri de var, bilmem neresinin kılı olanlar da... 
Bütün mesele, iktidarın eskiyen, çürüyen yüzünü yenilemekti, genç bakanlarla onu da yaptılar. 

***
Tıpkı Muaviye’nin Küfeli tüccarın erkek devesini Şamlılara dişi deve diye kabul ettirebilmesi gibi değil mi? İyi de bu çıplak gözle görünen yolsuzluklar ne olacak diye sorduğunuzda cevap hazır: İmam-Hatip yaptıracaktım!
-AB Bakanlığı ve Başmüzakereciliğe atanan Mevlüt Çavuşoğlu’nun babası Osman Çavuşoğlu da “Seviniyoruz, Başbakanımızı Allah gönderdi. Başbakanımızın takdiriyle de oğlum bakanlığa geldi. Türkiye’ye hayırlı olsun, Türkiye için çalışsın istiyorum” diyordu zaten!
AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin ise Başbakan Tayyip Erdoğan’ı överken “O’na dokunmak ibadettir” demişti! Tayyip Erdoğan, bu şirk kokan ifadelerle ilgili hiçbir açıklama yapmamıştı! 

***
CHP İstanbul Milletvekili, emekli müftü İhsan Özkes, Tekin Yayınevi’nden çıkan “Emevi Siyaseti; Dinin Saltanata Dönüşmesi” adlı kitabında “Emevi halifeleri kendilerini Allah, Kur’an ve Peygamber adına hareket edenler olarak tanıtırken, muhaliflerini de Allah, Kur’an ve Peygamber karşıtı göstermişlerdir. Hz. Muhammed’in sevgili torunu Hz. Hüseyin bile Yezit tarafından Kerbela’da Allah adına (!) hunharca şehit edilmiştir” diyor: 
“Şayet, ‘şeytanın dahi aklına gelmez’ diyebileceğiniz entrikalarla karşılaşıyorsanız ve bunların 1400 yıl önceki Emevi versiyonunu biliyorsanız, asla şaşkınlık içinde olmazsınız. Günümüzde yaşananlarla ilgili sanki ‘kimi siyasetçiler Muaviye ile sabah akşam görüşüyorlar mı?’ diye düşünebilirsiniz. Emevilerin uygulamalarıyla günümüz politikalarının bu kadar örtüşmesine ‘tarih tekerrür ediyor’ diyebilirsiniz.
O gün, Müslümanlar eğer haksızlık karşısında yekvücut olsalar ve Hakk’a ayna olmak için melun Yezit’e biati değil, baş vermeyi tercih eden Hz. Hüseyin’in yanında olmayı seçselerdi; İslam dünyası bugün kardeşlik, eşitlik, adalet, hakça paylaşım ve demokrasi konularında dünyanın yıldızı olurdu. Ne acıdır ki o günlerin baskı, şiddet ve istismarı günümüze uyarlanmış olarak devam etmektedir.” 

Kısacası, AKP’nin yüzü, Emevi yüzüdür vesselam!


***


Yeni Yılın İlk Gününde Türkiye

Yeni Yılın İlk Gününde Türkiye

Emin Çölaşan

Sevgili okuyucularım, 11 yılı aşkın bir süredir adına AKP denilen bir partinin baskı ve zulmüne, yolsuzluklarına tanık oluyoruz. Şimdi biraz belleğimizi tazeleyip, geride bıraktığımız şu bir yılı kısaca anımsayalım lütfen…
- Belli bir azınlık dışında, insanlarımız sabahları mutlu uyandı mı? Siz mutlu musunuz? Ayın sonunu rahatça getiriyor ve ailenizle birlikte insanca yaşayabiliyor musunuz?
- Evinizden dışarı çıktığınız zaman mutlu insanlar mı görüyorsunuz, yoksa herkes halinden şikayet mi ediyor?
- Durumunuz iyi mi? Memur, işçi, emekli, işveren, esnaf, çiftçi, ev kadını, öğrenci… Her gün bir sürü haksızlıkla mı boğuşuyorsunuz, yoksa her şey tıkırında mı?
- Ülkede torpil bitti mi? Yandaşlara, işbirlikçilere kıyak yapılıyor mu? Vatanın milletin malları eşe dosta, para babalarına peşkeş çekiliyor mu? – Emekliler ne durumda? En azından ayın sonunu getirmeleri mümkün oluyor mu?
- Çiftçi ne yapıyor? Emeğinin karşılığını alıyor mu? – Yolsuzluklar patladı mı, lağım sızıntı yaptı mı?

* * * * *
Şimdi işin farklı boyutlarına bakalım. Dış politikada Türkiye’yi ve dünyayı uyutmaya kalkıştılar. Yanlış politikaları nedeniyle üç yeni düşman kazandık: Irak, İran ve Suriye. Türkiye’ye hiçbir zararı olmayan Suriye yönetimini ABD’den gelen emir doğrultusunda hedef aldılar ama avuçlarını yaladılar. Esad’a “Haydi defol” diye seslendi, cuma namazını Şam’da kılmaktan söz etti! Bu nasıl bir devlet yönetimidir, nasıl bir ağızdır?

* * * * * *
Ülkemizin her yerini yandaşlara satmayı sürdürdüler. Geçmiş iktidarlar döneminde yapılan tüm tesisler, fabrikalar, limanlar, madenler, köprüler, otoyollar, barajlar, elektrik santralları birer birer satıldı ve satılıyor. Yerli ve yabancı işbirlikçiler sıraya girmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal varlıkları bunlara peşkeş çekiliyor. Bunu örtbas edebilmek için malum şahıs yıl boyunca düzmece toplu açılış törenleri düzenledi. 11 yıllık tesisleri, bitmemiş binaları açmış oldu! Kim kimi kandırdı? – Cari açık korkunç boyutlarda. Bunu önlemek için bazı karanlık işler dönüyor. Açığı örtmek için her yıl ülkemize Katar, Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinden kaynağı belirsiz, niçin geldiği belli olmayan milyarlarca dolar kara para girişi oluyor. İran’a altın satmışız da yine birkaç milyar dolar gelmiş gibi gösteriliyor.

* * * * * *
- Bir yılın çoğunu Abdullah-Tayyip sürtüşmesiyle geçirdik. Önümüzdeki ağustos ayında hangisi cumhurbaşkanı seçilecek!.. Karıları çoktandır küstü, şimdi kocalarının arasına da kara kedi girmiş oldu!
- Türk Ordusu dahil bütün kurumlar ele geçirildi. Türk Ordusu kışlasına çekildi. Hepimizin güvendiği ordumuz artık yok!
- Polis devleti olanca hızıyla bastırıyor. – Telefonlar yine dinleniyor.
- Toplum üzerindeki baskı inanılmaz boyutlarda. AKP, toplumu bu yolla sindirip korkutmayı, tepkisizleştirmeyi başardı!
- Ama en kötüsü, yargının iktidar tarafından ele geçirilmesi. Bir düşünün bakalım, vatandaş olarak yargıya güveniyor musunuz? Acımasızca karara bağlanan Balyoz davasını, gerekçeli kararı henüz açıklanmayan Ergenekon davasını düşünmekle kalmayın. Cezaevlerinde tam 138 bin hükümlü ve tutuklu var. Onların pek çoğunun uğradığı haksızlıkları, şu anda çok sayıda cezaevi inşaatının sürdüğünü de aklınıza getirin!

* * * * * *
- 2013 yılı boyunca da fakir fukaraya nohut, bulgur, fasulye paketleri dağıtmayı sürdürdüler! Ya kendilerinin süperlüks yaşamları!.. Ya kutulardan fışkıran milyonlar!.. Emirlerinde özel uçaklar, altlarında dünyada eşi benzeri çok az olan son model makam araçları, koruma orduları.. İnanılmaz bir saltanat.
- Onları bir gün olsun halkın arasında gördünüz mü?.. Bir gün sokağa çıkıp korumasız yürüdüklerine, bir sinemaya gittiklerine, toplumun içine karıştıklarına tanık oldunuz mu? Olmadınız çünkü korkuyorlar. Sürekli olarak ölüm ve öldürülme korkusu yaşıyorlar. – Toplum sürekli olarak yalanlarla uyutuluyor. Her olaydan bir propaganda malzemesi çıkaran ustalar bunlar! Kafalar karıştırılıyor, beyinler yıkanıyor, insanlar korkutuluyor ve amaca böyle ulaştıklarını zannediyorlar.
- İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerimizin belediyeleri 1994 yılından beri bu kafaların elinde. Ne değişti, hangi sorun çözüldü? İki santim kar yağınca bu kentlerde hayat duruyor, milyonlarca insana çile çektiriliyor.
- Medyanın çok büyük bölümü ellerinde. Bazı medya patronları zaten bunların adamı. Bazılarını ise korkutup dize getirdiler. Az sayıda gazete ve televizyon kanalı dışında medyadan bu yıl da ses, tavır ve eleştiri beklemeyin.
- Ellerindeki en güçlü silah din ticareti-din sömürüsü. Kendilerini topluma “Müslüman” diye yutturmayı başardılar. Fakat gelin görün ki, aralarında beklenmedik bir kavga çıktı. – Atatürk, tahammül edemedikleri en başta gelen varlık. Atatürk’ü belleklerden kazımak için ellerinden geleni yaptılar, siyaseti ve okul programlarını ona göre ayarladılar.
- Yolsuzluklar derseniz, en büyüğü yapılıyor. Kendi adamlarına, çocuklarına köşe döndürülüyor. Her yandaş, sıranın kendisine gelmesini sabırla bekliyor… Ve sabır gösterene sıra mutlaka geliyor! – Neyse ki son olaylar patlak verdi, milletin gözü biraz açıldı.
- Bunların döneminde demokrasi falan palavra. Tek adam yönetimi var. Tayyip ne derse o oluyor. İkinci bir adamları yok. Meclis emirlerinde, otomatik oy makineleri hızla çalışıp gece yarısı kanunlarıyla işi bitiriyor.
- İmralı’da Abdullah Öcalan’la pazarlık masasına oturan yine bunlar. – Amaç, Öcalan’a af çıkarmak! Onu salıvermek için Türk Ordusu’nun Balyoz davasında hapis cezası verilen subaylarını, Ergenekon’da yağdırılan cezaları kullanacaklar. Öcalan sayesinde belki onlar da kurtulmuş olacak.

- Yeni yıl zamları seçime kadar ertelendi. Bütçe açıkları ve cari açık dayanılmaz boyutlarda. Tek çareleri yeni vergiler getirmek, zamları birbiri ardına patlatmak.

* * * * * *
Bu iktidar yönetiminde bir yılı daha bitirdik, yenisine girdik. Ama şunu hiç kimse, özellikle umutsuzluğa kapılanlar asla unutmasın: Bu milletin yarıdan fazlası bunlara karşı. Dolayısıyla bunlar yakında gidici. Bugünden yarına olmasa bile gidecekler. Yalanlar, gerçek dışı beyanlar, kürsülerden atılan palavralar, tehditler, satılık yandaş medya gücünün çizdiği pembe tablolar, vurgun, yolsuzluk, hırsızlık, hepsi bir yere kadar. Suyu ısınan hiçbir iktidarın kalıcı olması mümkün değil. Üstelik 2014’te iki seçim var. Türkiye bunların yüzünden yine gerilecek, birbirine girecek. Bir ülkeyi Ankara’dan Tayyip, ABD’den Fethullah, İmralı’dan Apo yönetiyorsa, o ülke iflah olmaz. Bugün 2014’ün ilk günü. Bakalım başka neler olacak, hangi yolsuzluklar, hangi vurgunlar patlayacak, hangi yalanları söyleyecekler! 

Yeni yılınız kutlu olsun!


***


RTE’siz yeni bir yıl dileyerek 2014’ü Selamlıyorum!


RTE’siz yeni bir yıl dileyerek 2014’ü Selamlıyorum!  


Dün Gece Herşeyi İstediniz, bir şeyi Unuttunuz!

Mustafa Mutlu

Dün gece tamamınıza yakınınız bir şekilde eğlenerek girmeye çalıştınız yeni yıla...
Öyle ya; yılbaşı kutlamalarını günah sayanlardan olsanız; bu gazetede, bu sütunlarda işiniz ne?

Peki; ne dilediniz yeni yıla girerken?

***
Biliyorum; öncelikle sağlık...

Hele hele sevdikleriniz arasında hasta olan varsa, bu kaçınılmaz...
Sonra mutluluk...
Aşk...
Belki de evlilik!
Ya da tam tersi:
Tekdüzeleşen bir evlilikten kurtulmak ve huzur!
Çocuk...
Başarı...
İş...
Kazasız, belasız bir yıl...
Sevdiklerinize kavuşma...
Ve elbette para... Hem de en zahmetsizinden ve bolundan!
Başka?
Seyahat örneğin! Çok kişinin aklına gelmese de "dileyen" olmuştur muhtemelen...
Ve arkadaş...
Ne dilediyseniz, hepsine ulaşırsınız umarım!

***
Bir de ülkemiz ve tüm insanlık için istediklerimiz var elbette:
Barış her şeyden önce...
Kardeş kanının dökülmemesi...
Sonra bizi yönetenlere akıl fikir ve vatan sevgisi!
Felaketsiz, depremsiz, selsiz, yangınsız, soygunsuz, rüşvetsiz, ayakkabı kutusuz, bol adaletli, demokrasili günler...

***
Peki; kaçınız kendiniz için özgürlük istedi dün gece?
İtirazları duyar gibiyim:
"Canım, ben tutsak mıyım, neden özgürlük isteyecekmişim ki?.."
Evet; içeride ya da dışarıda... Hepimiz tutsağız eninde sonunda!
Bu kapitalist sistem; öylesine sardı sarmaladı ki çevremizi, paranın esiriyiz en azından!
Kendimizi ne kadar özgür sayarsak sayalım; paramız yoksa eğer, bulunduğumuz yer koca bir zindan!
Para yoksa yol yok, seyahat yok, konaklamak yok, eğlence yok!
Ama benim tam olarak dediğim; bu değil.

***
Düşüncenize ket vuruluyorsa...
Yazmanız, konuşmanız kısıtlanıyorsa...
Ayıplar, cıslar, yasaklar, cezalar durmaksızın artıyorsa...
Devlet her yerde ve her zaman karşınıza çıkıyorsa...
Boğulacak gibi hissediyorsanız kendinizi...
Durmaksızın izlendiğinizi, dinlendiğinizi, özel hayatınızın kalmadığını düşünüyorsanız...
Ve başlayan her gün birilerine "sayım" veriyorsanız...
Birileri durmadan vıdı vıdı edip beyninizin etini yiyorsa...
Sizin de özgürlüğünüz yok aslında!
Ama benim anlatmak istediğim; bu da değil.

***
Dün herkesin yukarıda saydığım şeyleri istediği saatlerde sizin aklınıza sadece "özgürlük" dilemek geldiyse...
Yani Balyoz'dan, Ergenekon'dan, Askeri Casusluk ve Fuhuş davası gibi uydurma davalardan içerideyseniz...
Silivri'de, Hasdal'da, İzmir'de, Maltepe'de, Kandıra'da, Sincan'daysanız...
Dışarıda girilecek bir yeni yıla hasret kalmışsanız...
Karınızın, sevgilinizin dudakları, peri masalı kadar uzak geliyorsa artık ya da ananızın saçlarınızda dolaşan o yumuşacık elleri...
İstediğiniz kapıyı açıp, dilediğiniz yere gitmek; imkânsıza dönüştüyse uzunca bir süredir...
Ve dün gece 10'dan 0'a kadar sayıldığında, yani herkesin sarıldığı, öpüştüğü o anda, sizin yalnızlığınızı paylaşan tek şey gözlerinizden süzülen birkaç damla yaş olduysa...
İşte; benim anlatmak istediğimi bir tek siz anlarsınız o zaman!

***
Özgürlüktür; hakların en anası...
Hava gibi...
Su gibi...
Ekmek gibi ihtiyaç...
Büyümek, yaşamak, ölmek kadar haktır!
Siz, siz olun; özgürlüğünüzün kıymetini bilin:
Allah, yılbaşlarında özgürlük dileyeceğimiz günleri bize yaşatmasın!

BAŞBAKANZADE!

Bu yılın ilk saatlerini cezaevinde geçirenler arasında iki de bakan çocuğu vardı.
Tamam; gündüz saatlerinde ziyaretçileri gelip gitti de gece hapishaneye dansöz soktuklarını sanmıyorum!
Rutinleri bozuldu yani, bakanzadelerin; keyifleri kaçtı!
Başbakanzade ise... Hâlâ ortada yok!
Daha bir ay önce milletvekillerine hakaret yağdırırken, şimdi günlerdir babasının konutundan çıkmıyor; iddialara göre!
Allah kimsenin çocuğunu kızartmasın, morartmasın...
Ama en önemlisi böyle yüz kızartıcı iddianamelerin muhatabı yapmasın!

YILIN İLK SORUSU

Milli Piyango'da büyük ikramiye kime ya da kimlere çıktı? Bu talihli ya da talihliler, o paranın hakkını verebilecek birikime sahip mi? Değillerse... Parayı hakkıyla yemek için yardım isterler mi?
Her b.ku bilen beyler!
Günlerdir yandaş kanalları izliyorum; bütün çokbilmiş beyler ve bayanlar hep aynı cümleyi kuruyor:
"İktidar birkaç gün içinde cemaate yönelik bir operasyon başlatacak ve medyadan, polisten, yargıdan, iş dünyasından ve bürokrasiden çok sayıda ünlü isim tutuklanacak!"
İyi de... Nereden biliyorsunuz kardeşler?
Hepiniz casus bardağında yarım kalan sudan mı içtiniz?
Hepiniz CIA'da, KGB'de, MOSSAD'da mı yetiştiniz?
Hepiniz MİT'li misiniz, bitli misiniz?
Kim, neden sizinle paylaşıyor bu çok önemli bilgileri?
Savcının sol kulağı, emniyet müdürünün dinleme aleti misiniz?

***
Kusura bakmayın ama... Hiçbirinizin bildiği bir b.k yok aslında...
Sadece biriniz uyduruyor; geri kalanınız onun dediğini tüm ülkeye yayıyorsunuz!
Bu arada kendinize esrarengiz havalar verip, yandaş kanallardan banknotları cebinize indiriyorsunuz...Doğa; sizden soracak hesabını ama... Bekleyin!
Daha zamanınız var!

YILIN İLK İSYANI!

Al işte... Her şey aynı... Yine hiçbir şey değişmemiş!


***


Yeni Yıl

Yeni Yıl

Cüneyt Arcayürek.,

Bugün yeni yılın ilk günü. 

Bir gazetemize göre birçok il ve ilçede belediyeler sokakları ışıklarla süsledi. 
“Işıl şıl yeni bir yıl” diyor başlığında. 
Sokaklar ışıl ışıl. Peki, ya kafalar, yürekler?.. 
Aynı gazetenin bir yazarı eski yılı özetliyor: 
“On bir yılda (RTE’nin) inşa ettiği kibir dağlarına kar yağdı” diyor. 
Kâğıttan karizma dağıldı ve bir daha kendine gelemedi. 
Kötü bir yıldı! 

Artık Partinin adındaki “ak”; ak değil! 

***

Yeni yıl daha iyi mi olacak? 

RTE devam ettiği sürece yeni yılın daha aydınlık günler içermeyeceğini söylemek için falcı olmaya gerek yok. 
Korku imparatorluğunun uygulamaları nedeniyle medyamızda görülmeyen yorumlar yoğun biçimde yabancı basında yer alıyor. 
RTE’nin geleceğinin artık parlak olamayacağını gerçekçi anlatımlarla yorumlayan bazılarından birkaç örnek verelim: 
Financial Times’da yayımlanan yazı “Erdoğan’ın sonu mu” diye soruyor başlığında. 
“Erdoğan’ın ustalık döneminin bitmesine Türkiye’nin ihtiyacı var.”(Bloomberg) 
“Gönüllü sürgündeki imam Türkiye Başbakanı’na meydan okuyor.”(Christian Scienne) 

***
Kibir ve burnu Kafdağı’ndaki Başbakan hataları kendinde ve yönetiminde olduğunu kabul etme erdemini göstereceği yerde tam 11 yıldır hatalarına yenilerini ekliyor.. 

İşte son örnek. Yolsuzluk soruşturmasını başlatan, dört bakanın hükümet dışına atılmasına neden olan ve oğlumuz Bilal’in da adı geçen bir ikinci 10 milyar dolarlık yolsuzluk dosyasını açan savcının, başsavcılıkça engellendiğini içeren yazıyı basına dağıttığı bahanesine sığınarak savcılık kurumunun yetkilerini kısıtlayan ve hatta yürütmenin denetime alan yasal olanaklar hazırlığına girişiyor. 
Yolsuzlukları ortaya çıkaran savcıya veya savcılara teşekkür edeceğine, savcıların üzerine giden açıklamaların yarattığı olumsuz havayı dağıtmak amacıyla özür dileyeceği yerde, demokrasiyi sindiremeyen zorbacı doğasının emrini yerine getirecek kısıtlayıcı yeni önlemler düşünüyor, tasarlıyor. 

***
Siyaset erbabı, tabii başta Başbakan RTE, yaptığı hatalardan dönerken türlü çeşit nedenlerle üstünü örteceğine, hatadan dönmeyi fazilet bilip halktan özür dilemeyi başarabilmeli. 
Örneğin milyonlarca oyu temsil eden ana muhalefet liderini küçümseyici sözcüklerle, genel başkanı yerine genel müdür gibi anlamsız, söylediğini değil söyleyeni küçülten yakıştırmalar yapmaktan da vazgeçmeli. 
Özür dilemeyi etik bir davranış olarak sindirebilmişse, jet bombalarıyla Uludere’de öldürülen 34 insanımızın ailelerinden… 
…emrindeki devletin istihbarat kurumlarının hataları yüzünden Reyhanlı’da patlayan bombayla ölen 35 insanımızın ailelerinden özür dilemeli... 

***
Bu ülkeyi yönetenler, yandaşları ve çok yakınları, zaten yaptıkları hatalardan dönerken özür dilemeyi erdemli olmanın gereği saymıyorlar. 
Örnek çok ama yakın günlerden bir örnek verelim: 
Başbakan’ın siyasal başdanışmanı Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan; “milli orduya kumpas kurulduğunu” itiraf etti. 

Yılın itirafıydı bu söz! 

TSK’ye yönelik bu suçlama, Balyoz davasının eleştirilere neden olan geniş içeriği yeni tepkilere yol açınca; Yalçın Akdoğan “İfadem maksadını aşan biçimde gündeme taşındı” diye bir açıklama yaptı. 

Hatasını kabul ederek özür dilemesi beklenirken; hayır, neredeyse kumpas vurgulamasının sorumluluğunu, amacına uygun biçimde yorumlayanlara yüklemeyi yeğledi. 
Bu ülkeyi yönetenler hatadan dönerken özür dilemekle değer yitireceklerini sanıyorlar ve tabii yanılıyorlar. 
Siyaset dışı bir örnek vereyim: 
Mesleksel sorumluluğunun bilincinde olan bir gazeteci olarak dünkü yazımda AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin’e ait sözleri; İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya aitmiş gibi yazıp yorumlayarak sehven yaptığım hata nedeniyle okurdan özür diliyorum. 

***

CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım.

CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım. 



Hala y-CHP´den Ümit bekleyen var mi?
     
Murat Binzet  

2nd Kurdish Conference in Washington,DC organized by People's Democracy Party (HDP)

26.09.2014 tarihinde eklendi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve y-CHP'nin ABD’nin başkenti Washington’da 26 Eylül 2014 tarihinde AMERİKAN Bayrağı önünde düzenlediği “Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi: Riskler, Beklentiler ve Fırsatlar ” başlıklı KÜRT konderansında y-CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkul' ndan tartışma yaratacak talepler:

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ise oturumda konuşmak üzere yazılı bir metin hazırladığını; ancak Kobani’de yaşananlardan dolayı bu konuya 
değineceğini ifade etti. Tüm gün Kobani’den gelen haberleri merakla takip ettiklerini belirten Tanrıkulu, “ Washington’dayız ama vicdanımız, kalbimiz, 
yüreğimiz orada.” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta basına pek fazla yansımayan bir ifadede bulunduğunu kaydeden Tanrıkulu, “Ayaküstü Türkiye’den gelen gazetecilere 
yaptığı sohbette aşağı yukarı şu cümleyi kurdu: ‘Biz Suriye’deki, Rojava’daki, Kobani’daki IŞİD meselesini, YPG meselesi ile Kürt meselesi ile eş tutarız. 
Eğer bir müdahale olacaksa, birşey olacaksa muhataplarımızdan bu şekilde bir tutum almalarını isteriz.’ Eğer Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi yöneten 
siyasi liderlik, Rojava’daki Kürt meselesi ile IŞİD meselesini aynı tutuyorsa; bizim için aynıdır diyorsa, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünden de o kadar 
uzaktır. Zira bir tarafta IŞİD gibi küresel bir vahşet örgütü var. Küresel bir 'cihat' örgütü var. Rojava ile ilgisi olmayan bir örgüt var ve oradaki insanlara saldıran, 
kesen biçen katleden bir örgüt var; ama bir taraftan kendi topraklarını kendi canlarını kendi namuslarını korumaya çalışan bir halk var. Her ikisini bir tutan bir zihniyetten, Türkiye’de barış da çıkmaz, demokrasi de çıkmaz.” dedi. Tanrıkulu’nun bu sözleri izleyicilerden büyük alkış aldı. 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ÖZÜR DİLEMELİ,

Tanrıkulu, “Kürt meselesinin, çözüm sürecinin üç önemli ayağı” olduğunu vurgulayarak onarıcı ve onore eden bir adalet sürecinin işletilmesinden bahsetti. 
Onarıcı adalet kapsamında boşaltılmış köylerden, mayınlı arazilere ve faili meçhullere kadar pek çok konuya değinen Tanrıkulu’nun, pek çok konuda 
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özür dilemesi talebini de içeren “onore edici adalet önlemleri” kapsamında yer alan konular şunlardı:
- Nevruz bir kanunla bayram olarak kabul edilmeli ve Meclis şimdiye kadar bunu yapmadığı için özür dilemeli,
- Diyarbakır cezaevi, müze olmalı ve Meclis özür dilemeli,
- Halepçe bir katliam kanunu ile katliam olarak kabul edilmeli ve Meclis özür dilemeli, Siyasal partiler yasası, seçim barajı, demokratikleşme gibi konulara da değinen Tanrıkulu, “Ancak bunlardan sonra yeni anayasa konuşulabilir, silahsızlanma meselesi konuşulabilir.” diyerek, silahlı hareketin nihai olarak silahsız hale gelemeyeceğini, hükümetin hedefini küçültmesi gerektiğini ve Türkiye’nin gündeminden silahlı şiddeti, silahlı yöntemi nihai olarak nasıl çıkartabiliriz, onu düşünmesi gerektiğini vurguladı.  

CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımını dile getiren Tanrıkulu’nun açıklamaları salondaki izleyicilerin beğenisini kazandı. Bir izleyicinin “Bu sizin görüşünüz mü 
yoksa partinizin mi?” sorusu ile karşılaşan Tanrıkulu, “CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım. Bu görüşlerimi yazılı olarak dağıttım. 

Yarın sabah Saat 8’den itibaren partinin web sayfasında yer alacak.” cevabını verdi. 

TANRIKULU ANA DİLDE EĞİTİM İÇİN ANAYASANIN 42. MADDESİNİN DEĞİŞTİRİLMELİ

Gelen bir soru üzerine Tanrıkulu, “Ana Dilde Eğitim"i geçmişten farklı olarak, siyasi kutuplaşmanın odağı olmaktan çıkarmaları gerektiğini, Ana Dilde Eğitim”in, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yazdığı gibi çocukların ve eğitim alanların yüksek çıkarları gözetilerek, ona uygun eğitim modelleri yaratılarak çözüleceğini belirtti. Bu konuda pedagoglarla birlikte çalışma içerisinde olduklarını, yakında öneride bulunacaklarını, Anayasa’nın 42. Maddesi’nin de değişmesi gerektiğini vurguladı.

ÖCALAN SERBEST KALMALI

Oturumda konuşan Kerkük Valisi Necmettin Kerim ise Türkiye’nin geçmişte ABD’nin Afganistan’da yaptığı hataların benzerini yaptığını dile getirdi. 
Türk hükümetinin çözüm sürecinde iyi işler yaptığını belirten Kerim, hükümetin sınırlarını açması, Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşmalarına yardım etmesi ve Abdullah Öcalan’ı serbest bırakması gerektiğini söyledi.
Ve Amerika’da bir Kürt oturumu daha böylece sona erdi. Akıllarda kalan soru ise Türkiye’deki silahlı şiddeti “terör” olarak değil “yöntem” olarak gören CHP Genel Başkan Yardımıcı Sezgin Tanrıkulu’nun kimi temsil ettiği oldu. Ve tabii ki Türk Milletini temsil eden Yüce Meclis’in bir üyesinin, 
Amerikan Bayrağı önünde Meclis’in özür dilemesi gerektiği konuları sıralarken yüzünün hiç mi kızarmadığı....

Konferansın son oturumuna ait video kaydı:

http://www.youtube.com/watch?v=BK5kaMbjmLQ




Sezgin Tanrıkulu CIA analistiyle ilişkisini kabul etti
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CIA analistine bilgi verdiğini kabul etti. CIA’nın yan kuruluşu Stratfor’un TR-705 kodu ile Numaralandırdığı Tanrıkulu, “ Emre’yi 15 yaşından beri tanırım”  dedi.
CIA’ya özel istihbarat üreten Stratfor’un Wikileaks’te yayınlanan iç yazışmalarındaki TR-705 kodlu bilgi kaynağının CHP Genelbaşkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu olduğu kesinleşti.




https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/11/21/chp-genel-baskan-yardimcisi-olarak-buradayim-hala-ychpden-umit-bekleyen-var-mi/

***

Öcalan’a Verilen Taviz: Türkiye’nin (Eyaletlere) Bölünmesi

Öcalan’a Verilen Taviz: Türkiye’nin (Eyaletlere) Bölünmesi 


Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

Büyükşehir yasasının Türkiye’yi idari federasyona sürükleyen bir adım olduğu yasanın çıkması aşamasında ve sonrasında gerçekleşen sert tartışmalar sırasında bir çok kez gündeme geldi. Yasanın çıkması aşamasında AKP Hükümeti cenahından bu eleştirilere sert cevaplar geldi. Ancak tasarının yasalaşmasından hemen sonra Başbakan Erdoğan, “Aslında bugün gündemimizde olmamasına 
rağmen, valiler de seçimle gelebilir” diyerek, gizli gündemini açıklamıştır. Valilerin seçimle gelmesi ile büyükşehirlerin Türkiye içinde devletçiklere dönüşeceğini görünen bir gerçektir. Böylece mevcut idari federasyondan adı konulmamış bir siyasi federasyona geçilecektir. Büyükşehir yasası ile aynı 
süreçte çıkar diğer bir yasa Kürtçe savunmayı mümkün kılan yasa olmuştur. Bu iki yasanın TBMM’de görüşüldüğü sırada hapishanedeki PKK’lılar sahte bir açlık grevi başlatmışlar ve Öcalan açlık grevinin sona erdirerek, siyasal sahneye tekrar güç olarak dön(dürül)müştür. Bu adımlar A. Öcalan ile PKK’nın Türkiye dışına çekilmesi müzakerelerinin kamuoyuna açıklanması izlemiştir. 

Başbakan Erdoğan, Öcalan ile müzakereler sırasında “PKK’ya hangi tavizlerin verildiği” sorusuna “sadece televizyon verdik” şeklinde önceden çalışılmış bir psikolojik operasyon cevabı verse de Öcalan’a hangi tavizin verildiğini, Türkiye’nin 2023’de yani on sene sonra eyaletlere ayrılacağını söyleyerek açıklamıştır. Erdoğan “Güçlü ülkeler eyalet olmaktan korkmaz” demektedir. Erdoğan’ın “On sene sonra eyalete geçeceğiz” diyerek hem şimdiden daha yakın bir tarihte eyalet sistemine geçişin hazırlığını gerçekleştirmekte hem PKK ile pazarlığın sonucunu açıklamaktadır. Böylece Türk Milleti, psikolojik operasyon ile zihinlerde federasyona hazırlanmaktadır. Türkiye, hazırlanan mastır plan gereği 2023’e kadar federalleştirilmek için beklenmeyecektir. “Artık güçlü ülke olduk, 2023’e kadar beklemeye gerek” yok denilerek, 2015 sonrasında atılacak birkaç şok adım ile “Yeni Türkiye”nin kuruluşu ilan edilecektir. Bu çerçevede Öcalan serbest kalacaktır. 

Kandil’deki PKK’lılar Türkiye’ye dönecek ve siyasete gireceklerdir. Türkiye’de başkanlık sistemi ve eyalet modeli aynı yasal düzenleme ile oluşturulacaktır. Daha şimdiden “eyaletler etnik esasa göre değil, coğrafi esasa göre olacak” şeklinde bir yalan söylenerek Türk Milletinin direnci kırılmaya ve Türk Milleti bölünmeye alıştırılmaya çalışılmaktadır. Aynı yalanın Irak’ta “etnik değil coğrafi 
federasyon olacak” diye Iraklılara da söylendiğini unutmamak gerekmektedir. 
Başbakan Erdoğan, “ Güçlü ülkelerin federasyondan/eyaletlerden korkmaması gerektiğini” söylemektedir. Oysa bir ülkenin siyasi yapısını tarihin belirli bir döneminde o ülkenin mevcut gücü değil, tarihi, siyasi, coğrafi, etnik, kültürel yapıları belirler. Osmanlı İmparatorluğu’ nu eyalet modeli için gerekçe göstermek insan aklı ile alay etmektir. 16. Yüzyılda 19. Milyon kilometrekarelik bir alana yayınlan dev bir coğrafyayı yönetmek için bulunan formül ile 780 bin kilometrekarelik son hatta çekilmiş Türkiye Cumhuriyetini yönetmek için uygulanması gereken formül aynı olamaz. 

Üstelik, Osmanlı padişahları egemenliği paylaşmamışlardır. Oysa, 21. Yüzyılın eyalet modeli egemenliğin paylaşılmasını beraberinde getirecektir. 

Tarihin en zorlu coğrafyası olan ve devletleri, halkları yutan bir şeytan üçgeni olan Anadolu’da bu şekilde örgütlenmiş bir devlet modelinin parçalanmadan yaşama imkanı yoktur. Üstelik, eğer bu federasyonu Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ın kuzeyini içine alacak şekilde bir genişletme ile kurmak ve böylece Türk Milletine kabul ettirmek gibi bir zihin haritası mevcut ise ki, öyle olduğu görülmektedir, 
bu proje ile Türkiye kısa bir süre içinde Kerkük’e kadar büyür ve sonra Türkiye Cumhuriyeti federal devletinin parçalanması ile Iğdır-Mersin hattına kadar küçülür. 

Özetle, bir devlet en güçlü zamanı dikkate alınarak değil, en zayıf zamanı dikkate alınarak kurulur ise tarihin en çetin sınavlarını aşarak yaşar. 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 14:10 tarihinde indirilmiştir.

https://21yyte.org/tr/merkezler/islevsel-arastirma-merkezleri/milli-guvenlik-ve-dis-politika-arastirmalari-merkezi/ocalana-verilen-taviz-turkiyenin-eyaletlere-bolunmesi