Taha Kıvanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taha Kıvanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ağustos 2019 Pazar

UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A BÖLÜM 13

     UYUŞTURUCUDAN SUSURLUK'A  BÖLÜM 13


Özel Şartlar Dönemi,
20/7/2000 - 11:00 
Atin,


YEŞİL'in anlatımlarına dayanan yazımızdan sonra 13.07.2000 tarihinde Yenişafak Gazetesinde Sn. Taha Kıvanç (Fehmi KORU) "Yeşil konuşunca..." başlıklı bir yazı yayınladı. 

Fehmi KORU, değerli ve ilginç yorumları olan, iyi araştıran bir gazeteci. 

Taşanlar Ne Demiş?

KORU, yazısında dönemin Ankara Emniyet Müdürü Orhan TAŞANLAR'a atfen şunu nakletmiş: 
Yıl 1995. Ramazan ayı. Taşanlar iftar için eve her gidişinde, çorbayı kaşıklayamadan bir yerlerde patlama olduğu duyuruluyor. "Bir değil, iki değil, üç değil... Bombalarda 'Yeşil' imzası çok belirgin... Araştırın bakalım, buralarda mı?" diye tâlimat vermiş... 
O gece Ulus'taki gece kulüplerinden birinde bulmuşlar Yeşil'i... İçeri aldıkları kişinin Yeşil olduğunu polisler biliyor, ama muhataplarına çaktırmıyorlar... 'Yeşil' olduğunu hiç açık etmeden, ama 'Yeşil' imiş gibi ayrıntılı bir ifadesi alınıyor... "Ertesi gün, bizim elimize düşmesinden hiç mutlu olmayan devlet birimleri devreye girdi; tahmin edemeyeceğiniz kadar yukarılardan bir ilgi gösterildi. Biz de kendisini teslim etmek zorunda kaldık..." 

Bir kaç sual sormak istiyorum: 

-1995 yılının Ramazan ayında, yani YEŞİL'in göz altına alındığı 22 Ocak 1995 tarihinden önceki günlerde, Ankara'da nerede, ne zaman patlamalar olmuş? Bu patlamalar polis ceraimlerinde, resmi kayıtlarda var mı? 

-Bomba olaylarında "Yeşil" imzasının çok belirgin olduğu nasıl saptanmış? Daha önce YEŞİL tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiş, belli bir yöntemin kullanıldığı bombalama olayı veya olayları var mı?. Bu tespit, "güvenilir ve dürüst uzmanların çalıştığını bildiğimiz Polis Laboratuvarı tarafından mı yapılmış? Varsa ne gibi işlem yapılmış? 

-Orhan TAŞANLAR'ın başında bulunduğu Ankara Emniyet Müdürlüğü mensupları, gözaltına aldıkları kişinin YEŞİL olduğunu bildikleri halde bunu "muhataplarına çaktırmamaya, hiç açık etmemeye" neden özen göstermişler? 

Ayrıntılı İfadede Neler Var?

-Gözaltındaki soruşturma neticesinde YEŞİL'in TAŞANLAR'ın patladığını iddia ettiği bombalarla ne gibi bir ilişkisi çıkmış? 

-Ertesi gün, "YEŞİL'in Polis'in eline düşmesinden rahatsız olup devreye giren devlet birimleri" hangileri, " tahmin edilemiyecek kadar yukarıları" kimler? 

-TAŞANLAR'ın, YEŞİL'i herhangi kanuni işlem yapmadan salıvermesinin nedeni bu baskılar mı? 
Bu suallerimin muhatabı tabiyatıyla Sayın Fehmi KORU değil. Cevaplaması gereken Orhan TAŞANLAR. Ancak Sayın KORU yardımcı olursa seviniriz. 
Bir de küçük bir açıklama; YEŞİL ile ilgili olarak Ankara Emniyet Müdürlüğüne hiç kimseyi yollamadım. MİT'den, benim dışımdaki başka bir yetkilinin de yolladığını zannetmiyorum. Bu sayfalarda anlattığımızın dışında herhangi bir teşebbüsümüz yok. 

Bu durumda TAŞANLAR YEŞİL'i kime teslim etmiş? 

Suallerimden anlaşılacağı üzere, Orhan TAŞANLAR'ın bu anlatımında tutarsız, bir polis şefine yakışmayan, geçiştirme ağırlıklı bir ifade var? 
Bir cevap geleceğini zannetmiyorum ama ben yine de sorayım. 

***

Görüntü ve Gerçekler

Radikal Gazetesinden Sayın İsmet BERKAN da 12 ve 13 Temmuz 2000 tarihlerinde YEŞİL'in ifadesine değinen "Susurluk sırları" ve Neden yadırgamıyoruz?" başlıklı yazıları yazmış. 

Geçenlerde, değer verdiğim ve köşesini devamlı izlediğim BERKAN'ın bir yazısına tepki göstermiştim. Sonradan yanlış bir değerlendirme olduğu anlaşıldı ve konu kapatıldı. 

BERKAN, yazılarında haklı bazı tenkitlerde bulunmuş: 

"Yeşil, para alabileceği her yerden para almaktan çekinmediğini, Ceylanlar dahil herkesi haraca bağladığını ('vergi' diye adlandırıyor, aynen PKK gibi) bir devlet kurumu olan MİT'e rahatça söylüyor ve başına hiçbir şey gelmeden oradan ayrılabiliyordu. 

Aynı Yeşil, 'faili meçhul' bir cinayete kurban giden Kürt yazar Musa Anter'i bir PKK önde geleni aracılığıyla nasıl kandırıp tuzağa düşürdüğünü de yine MİT'e adeta övünerek anlatıyordu. Bu anlatımdan hareketle Musa Anter'i Yeşil'in öldürdüğüne kuşku duyulamaz artık. Tek bilinmeyen Yeşil'in talimatı kimden aldığı." 

"Yeşil, MİT tarafından günlerce 'de-brief' (sorgu değil, dikkat edin) ediliyor. Burada övünerek bazı cinayetleri anlatıyor. Sonra elini kolunu sallaya sallaya gidiyor. MİT'ten maaş almaya devam ediyor. 

Dün de yazdım, Yeşil'in MİT'te 'de-brief' edilmesi sırasında sorgucuların merak ettiği konu, Yeşil'in iki İranlı eroin tacirini kaçırma işine karışıp karışmadığı. Bu işe karışmış olsa ne yapacaklar Yeşil'i? Acaba MİT'le ilişiğini mi kesecekler? 

Yeşil geçmişte PKK'yı nasıl manipüle ettiğini anlatmak için bazı örnekler veriyor ve Musa Anter'i kendisinin öldürdüğünü övünerek anlatıyor.
Peki bunu anlatıyor da ne oluyor? MİT elemanları hemen meraka kapılıp Yeşil'e bu konuyla ilgili sorular mı soruyorlar? Hayır. Hiçbir şey olmuyor. MİT, Kürt yazar Musa Anter'le ilgili tek bir soru dahi sormuyor. 
Aynı şekilde, Yeşil'in anlatımlarının tümü okunduğunda, yıllardır aranan bir dizi cinayetin zanlısı olan Abdullah Çatlı'dan söz açıldığında da MİT'in uzman elemanları kıllarını kıpırdatmıyorlar. Şaşırmak ne kelime, söylenenleri yadırgamıyorlar bile. 
Yine Yeşil'in anlatımları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en önemli birimlerinden birinin, Özel Harekat Dairesi'nin başındaki bir insanın (İbrahim Şahin) çeşitli işadamlarını haraca bağladığı, o işadamlarının da 'vergi' adı verilen bu paraları çeşitli rütbeli polisler aracılığıyla gönderdiklerini, bu paralardan kendisinin de nasiplendiğini anlatıyor. Yine tık yok. Kimse yadırgamıyor anlatılanları, bu işte bir acayiplik var, diye düşünmüyorlar. 

MİT'in suçla mücadele ve suçluyu yakalama gibi bir görevi yok belki ama en azından vatandaşlık bilinci mesela Yeşil'in, İbrahim Şahin'in, Abdullah Çatlı'nın, 'Arnavut Sami'nin, Mehmet Ağar'ın, Korkut Eken'in vs. savcılara ve teftiş kurullarına ihbar edilmesini gerektirmiyor mu?" 

Bir de bu 'ifade' ya da 'bilgi notu' ve içerdiği bilgiler bunca yıl ortaya çıkmıyor, zamanında hukuki sonuç doğurma ihtimali varken hiçbir
işlem yapılmıyor. Bir tek ben mi yadırgıyorum bunları? 

Karanlıklarla Dolu Bir Dönem

Sayın BERKAN'ın soru ve tenkitlerine benim burada iki üç kelime ile tatmin edici bir cevap vermem mümkün değil. Esasında konu bir çok karanlık bölümleri bulunan bir devri ve sistemi ilgilendirdiği için, bu sistemin içinde belli bir rolü olan ve bu dönemin bir bölümünde (1994-96) resmi görevi bulunan beni fazlasıyla aşıyor. 
Ben yine de kendi sorumluluk sahamda kalarak bazı yanıtlar vereceğim. 
Bahsi geçen dönemde iki tip illegal faaliyet yürütülmüştür. 

Birincisi "Terör ve PKK ile mücadele kapsamında" yürütülen illegal faaliyetlerdir. 

"Birinci tip" diye adlandıracağımız bu faaliyetler, demokrasi rejimi ile bağdaşmasa da "yaşadığımız olağanüstü terör yılları", "şehit verdiğimiz ve ölen sayısız insanımız" nedeniyle haklı nedenler taşıyabilir. 
Yani " Olağanüstü " Şartlardaki, "Olağanüstü Mücadele Yöntemidir" 

Diğeri, yani "ikinci tip" illegal faaliyetler, "ülke yararına" görünümü altında yürütülen "maddi ve politik çıkar sağlamaya yönelik" -çete- faaliyetlerdir. 
Her iki faaliyet iç içedir ve her iki faaliyetin oyuncuları aşağı yukarı aynı kişilerdir. 
Hukuken bu iki faaliyeti bunlar suç, bunlar diğeri değil diye ayırabilmek mümkün değildir. Resmi olarak inkar edilse de, "ülke yararına yönelik illegal faaliyetler" belli bir karar mekanizması tarafından harekete geçirilmiş, belli bir emir ve komuta zinciri içinde yerine getirilmiştir. 
Emirleri icra eden kişiler, ulvi bir görevi yerine getirdikleri inancıyla bu işleri yapmışlardır. 
Emirler genellikle şifahen verildiği için, bu emri verenlerin sıkıştıklarında bu hususu inkar etmeleri ve suçu astlarına atmaları mümkündür. 
İcracı kişilerin, bazı hallerde menfaate yönelik faaliyetlerde, bilmeden kullanılmış olması da imkan dahilindedir. 

Tamamına yansımasa dahi, bir çok olayda, her iki tip faaliyeti yürütenlerin aynı kişiler olduğu görülmektedir. Bu ise şahısların "ikinci tip" faaliyetler ve suçlardan dolayı itham edilmesini zorlaştırmaktadır. 
Hukuk karşısında ağır neticeler getirebilecek olan ikinci tip "çete" faaliyetlerin ortaya çıkma ihtimali, emir ve komuta zincirindekileri telaşlandırmakta ve bu nedenle bu zincirdekiler, "ikinci tip" faaliyetleri tasvib etmeseler dahi, suçlu etrafında bir koruma halkası oluşturmaktadırlar. 
Esasında suç işliyenlerin başlangıçta devlete hizmet felsefesi ile yola çıktıkları, gözlerinde çok büyüttükleri hedeflerini devletin imkanlarını kullanarak kolayca bertaraf ettikten sonra devletin gücünü kendi güçleri gibi gördükleri, kolayca elde edilen büyük rantlardan sonra devlet işlerini tamamen unuttukları, rahatlıkla ifade edilebilinir. 
Diğer önemli bir zorluk, her iki tip faaliyeti yürütenlerin ulusal güvenliğimizi korumakla görevli teşkilatlarımıza ve politik hüviyete mensup kişilerden oluşmasıdır. 
Bu teşkilatlarımıza has özel statüler ve politik kimlik, bir cins dokunulmazlık kabuğu yaratmakta ve adaletin düzgün işlemesini ve adil neticeler alınmasını önlemektedir. Neticede günümüzde yaşadığımız gibi, dokunulmazlık kabuğu en ince olan "bir kaç polisin" ve sivil vatandaşların yargılanmasının ötesine gidilememektedir.
http://www.atin.org/detail.asp?cmd=articledetail&articleid=229

14.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

2 Aralık 2018 Pazar

Yeni yıl Neşesi Niyetine,

Yeni yıl Neşesi Niyetine,

Selcan Taşçı,

Yılın ilk gününe -vurgunun, talanın, yalanın, dolanın, gafletin, ihanetin, dalaletin, sefaletin gölgesinde ne kadar mümkünse- neşeli başlayalım ki bütün senemiz tebessümle dolsun diye dünkü gazete köşelerinden bir seçki yaptım sizin için...
İlki Zaman’dan Abdülhamit Bilici’den. Özetle  “PKK ile bile müzakere yapılırken, camiayı Türkiye için en büyük tehdit gibi gösterme seferberliği ibretlik...” diyor.
İlahi Sayın Bilici, “PKK”  kim-ne-hani nerede? Öyle bir  “şey” var mı ki! “Süreç” kapsamında  “İmralı” diye değiştirmemiş miydiniz ismini? 

Ayy pardon 

 “İmralı” Öcalan’ın kod adıydı; PKK  “Kandil” diye anılıyordu değil mi?

Bir diğer “yüzümüzü güldüren(!)” adam İhsan Dağı. “İster cemaate mensup olsun, ister Kemalist, ülkücü veya Alevi, vatandaşların kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğraması kabul edilebilir değil” miş. E, kendi gazetenin referandum öncesi yargıyı hedef alır biçimde ‘Alevilerin arka bahçesi’ manşetleri atmasını niye kabul ettin o zaman? Yine kendi gazetende “Alevi subaylar”a dönük kara propaganda yapılmasını niye kabullendin? 1 Ocak bugün, ama belli ki sen bu satırları 1 Nisan sanıp da “şaka” niyetine yazdın!

Üçüncü  “gülmece-güldürmece”  Bülent Korucu’dan.  “Gazetecilik mesleğinin yediği darbe” den muzdarip beyefendi:

“Yalan haber diz boyu...” 

Yahu senin gazeten, hem de o darbe yemesine dertlendiğin gazetecilik mesleğini onuruyla, şerefiyle yapan insanları -alenen yalan söyleyerek- hedef gösterdi! Yalan haberlerle linç etti, itibarsızlaşmayı denedi! Daha fenası, senin gazeten, haberinin “yalan”  olduğu belgelenmesine rağmen “yalanından mağdur olan gazeteci meslektaşlarından”  bir özür dahi dilemedi. Düzeltme yapmak yerine sağıra yatmayı tercih etti! Şimdi sen böyle boğazına kadar yalana batmış sayfalardan “yalan diz boyu” diye çığlık atarken kendin karikatürize ediyorsun kendini!

Veee işte o; 007 Taha Kıvanç kod adlı Fehmi Koru;

“Paris’teki PKK bürosunda işlenen üç cinayete dahi Câmia’nın işi denmesi” ni hayretler içinde anlatıyor;

“Ergenekon” adı takılan  “torba dava”yı  “Agarta”ya dayandıran -hiç ucu Tibet’e, Mu’ya, Atlantis’e varan zırvaları anmıyorum bile- Teşkilat-ı Mahsusa eylemlerinden Dersim’e ve hatta PKK’nın kuruluşu da dahil, neredeyse esen yelin bile, Silivri’de zulüm gören milliyetperver insanlara yamanmaya çalışıldığı ülke Papua Yeni Gine değildi herhalde!

İyi ki bittin 2013...

Türkiye Cumhuriyeti’ni uçuruma sürükleyenler ve işbirlikçilerinin kendi kendilerini yalanlayacağı, birbirlerinin maskelerini düşüreceği, itirafçıya dönecekleri daha nice aylara inşallah; bu  ülkenin yeni “çağı”nın başlangıcını 31 Mart sabahı kutlamak ümidiyle...

İstihbaratçısın haberin yok!

Başbakan “12 Eylül referandumunda yanlış yaptık” dediğine göre şimdi sıra “yanlış yapanı destekleyerek”  daha büyük yanlış  yapan “yüzde 50”de!  “30 Mart” gibi bulunmaz bir “yanlıştan dönme” fırsatı var  önlerinde.
Dünkü gazetelerde, Mersin ve Gaziantep’teki “dinleme skandalları” -bu tür olaylar muhaliflere yönelikse etinden, sütünden, sesinden, görüntüsünden her türlü nemalandıktan sonra sümenaltı ediliyor da, iktidardakiler ’mağdur’olduğu vakit ’skandal’oluyor ne hikmetse- üzerine  “Dinleme işlemlerinin yapıldığı birimlere, ucunun nerede olduğu tahmin edilen, ’Paralel bir hat’çekildi mi?”   diye soruyordu AKP’nin kalemşorlarından biri.

İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın dikkat çektiği gibi bir  “paralel istihbarat”  mevcutsa “bunu yapanların yakasına yapışılıp hesap sorulmasını” istiyordu?
Böyle bir durumda -öncelikle- hesap sorulması gereken bir ülkenin istihbarat ağını bertaraf etmeyi becerebilenler midir yoksa kendi mahremini bile korumayı beceremeyen istihbarat servisi mi?

Yine yeni bir “bahçıvansın biberin yok” hikayesi;

Bahçıvansın biberin yok, biricik işi  “haber almak” olan, bunun için her türlü imkan, kadro ve yetkiye sahip olan istihbarat teşkilatısın haberin yok!
Başka  “skandal” arama!

***

3 Şubat 2015 Salı

Mavi Akım'ın Kareleri





  Mavi Akım'ın Kareleri 




13/7/2001 - 11:00 - Atin
İlgili Bağlantı Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  
      










Okuyucularımız sağ olsun, Eksik bilgilerimizi gideriyorlar.

Mavi Akıntı yazısından sonra bir çok mektup aldık. Bir kısmı, toplantı resmindeki bilinmeyenlerin kimliklerini, bir kısmı da başka hususları açıklıyorlardı.

Önce bu mektuplardan birkaçına yer verelim:


1.nci Okuyucu: 

"Mavi Akıntı adı altında yazılan yazıda Turgut Yılmaz'ın yanındaki zat, Emekli Sandığı'nın arsasına Emekli Sandığının parasıyla meşhur Conrad Oteli inşa eden, Turcas petrolün sahibi, ANAP kurucusu ve İstanbul İl Başkanı, Turgut Yılmaz'ın kankası meşhur Erdal Aksoy'dur."

2.nci Okuyucu: 

"Mavi Akım Olayında Moskova resminde Turgut Yılmazın solunda (kel olan ) Erdal Aksoy, CONRAT otelin sahibi (Özal 'ın zenginlerinden ) ve ANAP İstanbul eski il başkanı. Turgut Yılmaz'ın sağında oturan Av. Süha Özkan. Turgut'un avukatı, eski İstanbul il başkanı ve ANAP İstanbul Milletvekili."

3.ncü Okuyucu: 

"Mesut Yılmaz'dan sonra Nabi Şensoy, bayandan sonra gelen Conrad Otelin sahibi Erdal Aksoy, eski ANAP İl Başkanı, gecmiş dönemde kendisinin kaçak demir işi yaptığı söyleniyor (12 Eylül öncesi). Sonra Turgut Yılmaz, sonra Sühan Özkan (eski ANAP İstanbul İl Başkan Yardımcısı, THY Yönetim Kurulu Üyesi. Uçak alımlarında para aldığı söyleniyor bu ekibin, bunu da araştırmak lazım doğrumu diye? Şu an milletvekili Sühan Bey). Yılmaz Karakoyunlu, Tekstilbank, Koleksiyon Mobilya, Ulusal TV, Kastelli vs. yerlerde yönetim kurulu üyelikleri yapmış bir şahıstır."

4.ncü Okuyucu: 

"Uzun bir zamandan beri Moskova'da yaşıyorum. Sitenizi ilgiyle izlemeye devam etmekteyim.

Mavi Akıimla ilgili ödemeler için Haznedaroğlu'nun Amerika'daki hesaplarını incelemekte yarar var. Gazprom anlaşmasından sonra banka hesabında 6 milyon $'lık bir artış görülebilir.

Burada muhasebe kayıtları resmi ve gayrı resmi tutulduğundan, ancak gayrı resmi muhasebe kayıtlarından işin doğrusu anlaşılabilir. Herhalde bunları temin edebileceğim. O zaman bu bilgiler kesinlik kazanır.

Esasında bütün işler buradaki Haznedaroğlu firmasının üzerinden yürütüldü. Kaç milyon $'lık ihale aldıkları, burada ne kadar vergi verdikleri ve gerisinin nerede olduğu dökümler üzerinden incelenirse sonuca ulaşılır.

Bir de Güney Kıbrıs'taki banka bağlantılarını araştırmakta fayda var. Çok şaşırtıcı neticeler ortaya çıkabilir."

5.nci Okuyucu: 

"Moskova'daki geziye tesadüfen ben de şahit oldum. O kadronun hepsi oradaydı. Mesut, Turgut ,Berna ,Cumhur ,Fatih, Yılmaz Karakoyunlu.

Ama en samimileri Cumhur'la Turgut'tu. Kol kola geziyorlardı. Bir bira fabrikasının açılışına gidildi, oradan da Bolşoy Tiyatrosuna

Mesut, bir işi bitirmenin rahatlığı ile mutlu mutlu sigarasını tüttürüyordu. Fatih'in Mesut'a yaptığı figürler ise görülmeye değerdi.

Sizinle paylaşmak istedim. Adımı yazmayın başım belaya girmesin."

"Türkistan Bülteni"nden alıntı yaptığımız, Mavi Akım, daha doğrusu Mesut Yılmaz ile ilgili iki yazı var.

Birinci yazının ekinde, Mesut Yılmaz'a ABD ve Rusya seyahatlerinde refakat eden Zeyno Baran'ın "Mavi Akım" konusundaki İngilizce raporu da bulunmakta.

Turkistan Newsletter Mon, 7 May 2001 00:55:48
Türkistan Bülteni ISSN:1386-6265

----------------------------------------------------------

Mesut Yılmaz'ın Mavi Akim açıklaması


Sayın Türkistan Bülteni üyeleri dünkü Hürriyet gazetesinde Mesut Yılmaz’ın bir açıklaması yer aldı. Bu açıklamaya göre 18 Eylül 1999'da Moskova'da çekilen fotoğrafta o dönemde hükümette bakan olmayan ANAP Lideri Mesut Yılmaz, yanında Enerji Bakanı Cumhur Ersümer, bazı milletvekilleri ve kardeşi Turgut Yılmaz olduğu halde, Moskova Belediye Başkanı Yuriy Lujkov'la toplantıda görülüyordu. Mesut Yılmaz'a göre bu fotoğrafta Moskova'ya gittiklerinde, orada 'mavi akim' projesi üzerinde görüş alış-verişinde bulunmamış, Moskova belediye başkanının 'sanat danışmanı' Zurab Tsereteli ile heykel ve resim sohbeti yapmışlardır...

Zurab Bey, heyeti Arbat Sokağı’na götürmüş ve sokak ressamlarını sevindirmiş bile olabilir... Aşağıda Mesut Yılmaz’ın bu konuda da yalan söylediğinin ispatını kamuoyunun dikkatine sunuyoruz.

Önce bu konuda Yenişafak'tan Taha Kıvanç (Fehmi Koru) 6 Mayıs 2001 tarihli köşesinde aşağıdaki bilgileri veriyor:

" Önce fotoğrafla ilgili bilgi: ANAP lideri Mesut Yılmaz, "Beni önce aklayın, sonra hükümete gireyim" günlerinde kalabalık bir heyetle ABD ve Rusya'ya gitmişti. Başbakan yardımcısı da olan enerji Bakanı Cumhur Ersümer ile kardeşi Turgut Yılmaz heyetin ana gövdesini oluşturuyordu. O sıralarda petrol işine merak sarmış ANAP il Başkanı Erdal Aksoy, "Rusya" denildiğinde akla gelen iki işadamından biri olan Şarık Tara... Bu ekip yanlarına Türkiye'nin Moskova büyükelçisi Nabi Şensoy’u da almış ve Moskova belediye başkanı Lujkov'lu bir grupla fotoğraf çektirmişlerdi. Fotoğraf 18 Eylül 1999 tarihini taşıyordu. Bugüne kadar "Türkiye'den giden devlet ve işadamları, Moskova'da bos oturmadılar, 'gönül bağı ile bağlı oldukları mavi akim projesi' konusunda görüşmeler yaptılar" diye düşünmemize sebep olan fotoğraf... Çünkü Lujkov'un yanında oturanların Rus enerji Bakanı ile Gazprom başkanı oldukları biliniyordu.

Hürriyet'e göre gerçek farklı. Masanın Rusya tarafında oturan bir heykeltraşmış. ANAP'ın enerji sever ekibi, Rusya'da, bir heykeltraşla sanat üzerine söyleşi yapmış...

Aslında, Hürriyet'in kafa karıştırıcı lâf kalabalığını da, benim saatlerimi verip İnternet'te dolaştıktan sonra bir tutam saça takılıp kalmamı da gereksiz kılacak bir çözüm yolu var: O geziyi heyetin bir üyesi gibi izleyen iki basın mensubunun gerçeği açıklaması... Günlerdir, o geziye iki gazetecinin katıldığı yazılıp çiziliyor, ama kimlikleri bir türlü açıklanmıyor. Sanki sırmış gibi... Oysa bu bir 'sır' değil; çünkü, daha o günlerde yazdığım bir Kulis'te, Şarık Tara'nın misafiri olarak geziye Star yönetmeni Fatih Çekirge'nin de katıldığını yazmıştım. Öteki 'gazeteci' ise, Washington'a yerleşik ve Yılmaz’ın ABD temaslarını da sağlayan Sabah'la
irtibatlı Zeyno Baran'dı."

Fehmi Koru'nun bu bilgilerinden anlaşıldığı kadarıyla Zeyno Baran Mesut Yılmaz’ın Moskova görüşmelerinin en yakın şahidi.

Mesut Yılmaz’ın heyetinde bulunan Zeyno Baran'ı bugün aradık ve Moskova’daki görüşmeler ile bilgi istedik. Sayın Baran Amerika’nın önemli Think-Thank'lerinden CSIS (Center for Strategic and International Studies) de çalışıyor ve aşağıda bize gönderdiği yazıda Yılmaz’ın Mavi Akim görüşmelerinin detaylarını yazmış. Buna göre Mesut Yılmaz o meşhur Moskova gezisinde Gazprom yetkilileri ile görüşmüş.

İşte aşağıdaki Zeyno Baran’ın Yılmaz’ın görüşlerini açıklayan yazısından alıntılar:

"In fact, Turkey has been under conflicting pressure from Russia and the United States for some time on the competing gas projects. Yılmaz, whose Motherland Party is the junior member in the current three-party coalition, tried to communicate to American officials the importance of Blue Stream in a visit to Washington in September. He followed up with a visit to Moscow, accompanied by Energy Minister Cumhur Ersumer, a week later. Clearly,
Yılmaz wanted to define the framework prior to Ecevit's own visits to Washington and Moscow."

Evet CSIS'ten Mesut Yılmaz’ın heyetinde bulunan Zeyno Barana göre Yılmaz ve Ersumer Moskova'da Mavi Akim tartışmalarının yolunu açmak için gittiler ve orada Rus yetkilileri ile konuyu bağladılar.

Simdi soruyoruz. Bu Mesut Yılmaz’ın Kaçıncı Yalanı. Türkiye'nin geleceğini ve Türk Dünyasının geleceğini Ruslara teslim eden ve bu isten yandaşlarına ve kendisine çıkar sağlayan ve 3 kuruşluk rüşvet için Türk dünyasının geleceğini karartan Mesut Yılmaz utanmayacak mı? Hadi o arsız diyelim. Mesut Yılmaz ne zaman Yüce Divan'da hesap verecek. Türkiye’deki bu soruşturmayı yürüten savcılar zahmet etseler de Fatih Çekirge ve Zeyno Baran'a bir müracaat etseler gerçekler ortaya çıkacak diyoruz....

Saygılarımızla

Türkistan Bülteni
Mehmet Tütüncü / Cengiz Turan


*************

Turkey: Blue Stream Dynamics

by Zeyno Baran

The much-discussed Blue Stream gas project was at the top of the agenda during Prime Minister Bulent Ecevit's visit to Moscow last week, his second visit to Moscow as Turkish leader after a gap of over 20 years. The previous prime ministerial contact between Turkey and Russia occurred in December 1997, when the two countries signed the take-or-pay bilateral gas agreement. Since then, the project has confronted a series of problems, ranging from geopolitical concerns to corruption allegations. The timing of Ecevit's Moscow trip-two weeks before the upcoming Organization for Security and Cooperation in Europe (OSCE) summit in Istanbul November 17-19-only served to underscore the geopolitical significance as well as the controversial nature of this project.

BLUE STREAM VERSUS TRANS-CASPIAN GAS

Turkey is the only regional market with significant demand and the hard currency to pay for natural gas. Over the past few years, however, the Turkish government's gas policy has baffled most observers. After signing a gas agreement with Iran in 1996, Turkey signed the Blue Stream agreement with Russia in December 1997 and then signed a gas agreement with Turkmenistan in May 1999. Turkey is expected to purchase gas from Azerbaijan and has indicated interest in buying Egyptian gas and also Iraqi gas when Iraq opens up. With Turkish authorities arguing that demand will rise to justify all the gas projects, there has been a veritable gas rush to Turkey.

But Turkish estimates of 53 billion cubic meters (bcm) gas demand by 2010 and 82 bcm by 2020 are generally considered to be unrealistic. Even if its demands reach those figures, Turkey has now signed contracts to purchase gas at volumes that exceed even those optimistic demand projections.

Consequently, the two giant gas projects, Blue Stream and the Trans-Caspian gas pipeline (TCP), are racing to "get to the Turkish market first," knowing that the loser will probably be shut out for some time. There will simply not be enough gas demand to justify and finance both of these projects.

The Blue Stream project envisions bringing 16 bcm of additional Russian gas directly to Turkey via a pipeline under the Black Sea. It is environmentally challenging, as a rupture in the pipeline would release a highly dangerous hydrogen-sulfite gas to the detriment of coastal life. Many observers, however, believe that available technology could overcome such environmental and technical challenges.

A more serious problem associated with Blue Stream is its threat to the TCP project that is scheduled to bring 16 bcm of Turkmen gas to Turkey via the Caspian and the Caucasus. The TCP was originally going to bring Turkmen gas to Turkey via a pipeline under the Caspian and across Azeri and Georgian territories. Newly discovered Azeri gas fields and the smaller Georgian gas fields have complicated this project.

TCP is favored by the United States and Turkey as a key component of the ambitious Eurasian Corridor project that will bring Caspian oil and gas to international markets via Turkey, free from Russian and Iranian influence. It will also provide an alternative source of gas supply to Turkey. Blue Stream, on the other hand, will increase Turkey's dependence on Russia, which currently supplies 70 percent of Turkey's gas. Nevertheless, as Blue Stream is supposed to bring gas to Turkey a year sooner than TCP, it is touted by the Turkish energy ministry as the answer to the predicted energy shortage.

The competition between these projects has become part of the strategic competition over the future of the region. With Russia identifying the Blue Stream project as a top priority, the fate of this project will surely help determine the direction of Turkish-Russian relations as well as that of the Caspian basin. Significantly, Russia has made it clear that it wants to not only to continue to monopolize the Turkish gas market but also participate in the profitable local distribution.

THE SELLING OF BLUE STREAM

Russia and Turkey signed the Blue Stream agreement in December 1997 under the direction of then-prime ministers Victor Chernomyrdin and Mesut Yilmaz. From the outset this has been a highly debated project in Turkey, as the agreement was reached behind close doors. The Energy Ministry, under Yilmaz's direction, was accused of hiding the full content of the agreement from the rest of the Turkish state. In fact, if the president and the Foreign Ministry had not intervened at the last minute, the agreement would have given excessive concessions to Russia.

The argument in favor of the project was that Turkey and Russia are two giant neighbors that would gain from cooperation instead of regional rivalry. To underline the significance of the newfound partnership, Prime Minister Chernomyrdin declared after the signing, "No more Chechen and no more PKK problems." He was referring to Russia's belief that Turkey aided the Chechens during the 1994-1996 war and to Turkey's own suspicions that Russia supported the terrorist PKK group. Prior to his arrest last February, the PKK leader Abdullah Ocalan sought shelter in Russia to the dismay of Turkey. Ecevit's visit last week saw the conclusion of a broad bilateral agreement against the harboring of any terrorist forces. It has been argued by Blue Stream advocates that certain Russian circles could revitalize the PKK unless there was strong commercial cooperation, with Blue Stream at the heart of the strategic partnership.

Since 1997, the Russian gas giant Gazprom has worked with the Italian firm ENI on the technical feasibility and financing of Blue Stream. While Saipem, ENI's construction arm, believes the project to be feasible, the companies involved have so far failed to secure the necessary financing. The failure of Russia to comply with its obligations on the required deadlines legally permits Turkey to cancel the project, but Turkey has chosen to honor the agreement. In fact, Russia was hoping that Prime Minister Ecevit's visit would see the signing of two additional protocols that would make the project more bankable.

TWO TRIPS TO MOSCOW

Prior to Ecevit's trip, Russia had declared that the success of the visit would be measured by progress on Blue Stream. The Turkish side, however, indicated that Turkey would indeed move ahead with the project, but the timing was bad. Reaching additional agreements prior to the OSCE summit would create unnecessary pressure on the project from the United States as well as the Caspian region states.

In fact, Turkey has been under conflicting pressure from Russia and the United States for some time on the competing gas projects. Yilmaz, whose Motherland Party is the junior member in the current three-party coalition, tried to communicate to American officials the importance of Blue Stream in a visit to Washington in September. He followed up with a visit to Moscow, accompanied by Energy Minister Cumhur Ersumer, a week later. Clearly, Yilmaz wanted to define the framework prior to Ecevit's own visits to Washington and Moscow.

While Yilmaz does not have a formal government portfolio, he is deeply involved in Turkey's energy policy and Ersumer is a member of his party. Yilmaz' active engagement in Blue Stream may also be an indication of his interest in the upcoming presidential elections in May 2000. While still an undeclared candidate, Yilmaz is widely presumed to be running. Massive support from the media and the business community, most of whom have huge business interests in Russia, might yet turn him into a serious challenger. Yilmaz believes that closer cooperation with Russia is the key to long-term regional stability. Turkish president Suleyman Demirel, on the other hand, has excellent relations with all the leaders of the Caspian region, who are extremely cautious about Russia.

GEOPOLITICAL IMPLICATIONS

When Yilmaz and Ersumer were in Moscow to support Blue Stream, President Clinton's special Caspian envoy, John Wolf, visited Ankara to promote TCP and raised concerns that such uncoordinated initiatives could undermine efforts on the entire Eurasian corridor. Wolf was given assurances that Turkey would not do anything to harm the TCP project. But the United States wanted direct confirmation from Ecevit in Washington, and the administration used his visit to give Ecevit additional warnings about the geopolitical ramifications of the Blue Stream project while the TCP was at such a critical stage.

The leaders of the Caspian region are in a particularly tight geopolitical spot because, parallel to Blue Stream, Russia is interested in controlling their participation in the gas equation. In the absence of full Turkish cooperation on the TCP, it would be highly risky for these countries to resist Russian pressure to work on alternative gas projects. Turkmenistan had stopped selling its gas to Russia due to unfavorable terms, but lack of progress on TCP may lead it to resume negotiations with Gazprom. The situation is even worse for Georgia. Geographically sandwiched between Turkey and Russia, Georgia is trying to balance its support for TCP with Russian insistence on a pipeline that would run from Russia to Turkey via Georgia.

In a recent meeting with Ersumer, The Turkmen president, Saparmurad Niyazov, made regional dissatisfaction very clear. After consultations with Ecevit, the U.S. administration asked Turkey to help encourage the Turkmen and Azeri leaders to reach an agreement on the TCP. When Ersumer went to Turkmenistan, however, he was criticized by Niyazov for having gone to Moscow to advance the Blue Stream project. In front of journalists -- - a common regional method to embarrass visitors -- - Niyazov accused Ersumer and Yilmaz of supporting Blue Stream at the expense of TCP. Niyazov claimed Turkmen gas would cost Turkey only $70 per unit, while Russia would sell its gas via Blue Stream for $114. Moreover, Russia would buy Turkmen gas for Blue Stream at $32 and sell it much more expensively to Turkey. The Turkmen trip provoked a major public outcry in Turkey on Blue Stream, and opposition parties, led by the Islamist Virtue Party, threatened a parliamentary investigation to evaluate all aspects of the project, including corruption allegations.

In this highly charged domestic and foreign policy atmosphere, Ecevit even considered postponing the Moscow trip until after the OCSE summit. He compromised by going ahead but delaying the conclusion of the expected agreements with Russia. He confirmed that they would be signed after the OSCE summit and that Turkey would abide by all the agreements to move Blue Stream forward.

LOOKING AHEAD

Ecevit is clearly still squeezed between the competing gas projects and U.S. and Russian pressure. Signing the additional Blue Stream agreements prior to the conclusion of the TCP agreement at the OSCE summit with President Clinton would have resulted in serious political tension with the United States and the Caspian states and may even have harmed progress on the parallel Baku-Ceyhan oil pipeline talks. After the OSCE summit, however, the Russian prime minister is expecting concrete and rapid progress on Blue Stream.

The strong Russian push for Blue Stream may give the Azeri, Turkmen, Georgian, and Turkish energy teams meeting in Ankara an additional incentive to finalize the intergovernmental agreement for TCP in time for the OSCE summit. Some key issues remain to be resolved, such as Azerbaijan's desire to have its gas included in the pipeline instead of being only a transit country for Turkmen gas, but there is likely to be an agreement.

It will be a real challenge for Turkish leadership to continue supporting all the gas projects -- Turkmen, Russian, Azeri -- in the coming months as negotiations get more specific. An equally daunting challenge also confronts the U.S. government after the OSCE summit, which is to sustain its high-level engagement and bring the complex energy projects to completion.

*************

Turkistan Newsletter Wed, 9 May 2001 18:51:00
Türkistan Bülteni ISSN:1386-6265

--------------------------------------------------------------

Sayın Türkistan Bülteni üyeleri,

Daha önce Mesut Yılmaz'la ilgili yaptığımız Yılmaz Yalan Söylüyor ilgili yayınımıza ilave olarak aşağıda Mesut Yılmaz’ın yalan söylediğini destekleyen başka belgeleri de dikkatinize sunuyoruz.

Vardığımız netice su:

Mesut Yılmaz Yalan Söylüyor;

Ama hangi Mesut Yılmaz (1999'daki Moskova’daki Mesut Yılmaz mı, 2001 de Ankara’daki Yılmaz mı?)

Yoksa Mesut Yılmaz her zaman mı yalan söyler.

Ama bozuk bir saat bile günde 2 defa doğru vakti gösterirmiş. Mesut Yılmaz’ın yalan söylediği kesin ve Bu yalan söyleyen Mesut Yılmaz Ankara'da 2001 yılında Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz.

Ama yine de yorum ve hüküm sizlerin.

***********
Aşağıda Yılmaz'ın sözleri

Mavi Akim ve fotoğraf

Mesut Yılmaz 2001 (5 Mayıs 2001) Hürriyet'te yayınlanan açıklamasında aynen söyle diyor:

"Rusya'ya Moskova Belediye Başkanı Sayın Lujkov'un davetlisi olarak 1999 Eylül ayında yaptığım özel ziyarette, hiçbir resmi toplantıya katılmadım. Gazprom temsilcileriyle ne resmi, ne de özel, hiçbir temasım olmadı."

************




Mesut Yılmaz 1999 Moskova’da

Gazete arşivleri



Hürriyet, 21 Eylül 1999

Hürriyet: "ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Rusya'dan 16 milyar metreküp doğalgaz akışını sağlayacak olan boru hattının, ekim ayında Karadeniz'in altından döşenmeğe başlayacağını söyledi. Yılmaz, projenin 2001 Nisan'ında tamamlanacağını açıkladı.

Moskova'ya üç günlük bir gezi düzenleyen Yılmaz, dün Rusya’nın en büyük şirketi Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı ve eski başbakan Victor Çernomirdin ile görüştü. Yaklaşık 1,5 saat süren görüşmeden sonra Yılmaz, Rusya tarafının Mavi Akim ile ilgili inşaat vergi muafiyeti talep eden bir protokol önerdiğini, kendilerinin bunu değerlendirdiklerini söyledi." (Şükrü Küçükşahin - Moskova - 21 Eylül 1999)

Milliyet: 21 Eylül 1999

"Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Başbakan Yardımcısı Cumhur Ersümer'le birlikte, Rusya'daki temaslarını sürdüren Yılmaz, 'Rusya'ya inanıyoruz' dedi.

Mavi Akım projesinin, dünyanın en önemli enerji projelerinden biri olduğunu vurgulayan Yılmaz, 'Bu proje ile Rusya'dan doğalgaz alımımız yılda 30 milyar metreküpe çıkacak' seklinde konuştu" (Hakan Şanlıtürk - Moskova)

Ve Anadolu Ajansı’nın 20 Eylül'de bürolara geçtiği fotoğraflı haber:


Fotoğrafta, Mesut Yılmaz, Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Victor Çernomirdin'le görünüyor.

Haberde de, görüşmenin muhtevası aktarılıyor.


"Mesut Yılmaz dün sabah kahvaltısında, Gazprom firmasının Yönetim Kurulu Başkanı Victor Çernomirdin ile görüştü. Yılmaz görüşmelerin ardından, gazetecilere yaptığı açıklamada, Rusya'dan Türkiye'ye Karadeniz yatağından geçirilecek yeni doğalgaz hattı olan Mavi Akim projesini ele aldıklarını belirtti. Yılmaz, bu konuda iki taraf arasında tam bir görüş birliği bulunduğunu ayrıca, hattın Rusya'daki siyasi gelişmelerden etkilenmemesi gerektiği konusunu Çernomirdin'e ilettiğini ifade etti. Hattın, Rusya ve Türkiye kısımlarında bulunan kara bölümünün inşaatının başladığını kaydeden Yılmaz, 'Karadeniz'deki sualtı kısmının gemilerle döşenmesine gelecek ay başlanarak, deniz kısmı 4 ay içinde tamamlanacak' dedi. Yılmaz, bu güzergâhtan ilk doğalgazın 2001 nisan ayında Samsun'a ulaşacağını bildirdi."