Sabahattin Önkibar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sabahattin Önkibar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2020 Cuma

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !

İki MİT çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet Hikayesi !



Bülent Türker, Sabahattin Önkibar, ihanet hikayesi, Bülent Arınç, Fetullah Gülen, Fuat Doğu, Risale-i Nur, Kesire Öcalan, Şeyh Sait isyanı, Abdullah Öcalan,



Sabahattin Önkibar.,

26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere Müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.
Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı, Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur Cemaatinin 
içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.

Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.
_    Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e 
Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.

Onun amacı da o Dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.

Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, 
Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha Büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!
Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik,  diğerine 
‘ Büyük Kürdistan’ın kuruculuğu vadedilmişti.'
Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali 
efendisine ihanet etti.
   Aradaki fark şu:
_  ABD ihanet sonrası, El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.
SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!
Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.
Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.
Reklamdan sonra devam ediyor 
   Öyle, Çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.
Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.
Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.
_  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?  
Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.
Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.
İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.
Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.
Ve ABD medyasından son haber:
_   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.
Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.
   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:
Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?
Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?
https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi
İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayınpederi.,
Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayınpederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, 
Habertürk, Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri, Fuat Doğu, Rudolpf Giuliani, Kesire Öcalan,

11/11/2010 
Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.
Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında "Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim" demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 
1978'de Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 

Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.
Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı Diktatörlükle suçladı. Örgüt tarafından " Hain ve İşbirlikçi " ilan 
edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.
http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/


*******

Öcalan'ın Suriye'den Çıkışı

23/3/2000 - 11:00 - Atin Yorumlar Bu Yazıyı Bir Tanıdığına Yolla Bu Yazıyı Yazdır  
      
Yeni bir stratejinin başlangıcı mı?

PKK, Abdullah Öcalan ve bir grup arkadaşı tarafından, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Fis Köyü'nde kuruldu. Amaç Türkiye Cumhuriyeti' nin hakimiyeti altındaki topraklardan bir bölümünü ayırarak, yerine Marksist-Leninist temellere dayalı Kürt devleti kurmaktı.
Öcalan, 1979 yılında Suriye’ye geçti ve Şam yönetiminin himayesine girdi. Kanlı eylemlerini buradan sevk ve idare etti, erinden generaline, köylüsünden öğretmenine, sivil-asker 35 binin üzerinde kişinin ölümüne, şehit olmasına sebep oldu. Türkiye’yi kana boğdu.

Bölgenin en güçlü ordusuna sahip Türkiye, Suriye’nin PKK ve Aptullah Öcalan’a verdiği doğrudan desteğe tam 19 yıl sessiz kaldı. Diplomatik görüşmelerle, gidip-gelen heyetlerle sorunun çözümüne çalışıldı, hiç bir netice alınmadı. Teröristler Suriye’den girip eylem yapıyor, sıkışınca tekrar Suriye’ye dönüyorlardı. PKK terörü, Güneydoğuda’da, kendi topraklarımızda asayiş görevlilerini bile sokağa çıkamaz hale getirdi.

Bu 19 sene içinde PKK devamlı büyüdü. Ülke içinde silahlı gücünü, ülke dışında da siyasi örgütlenmesini geliştirdi. Hemen hemen dünyanın her yerinde temsilcilikler kurdu. Yayın organlarını, televizyonunu ve 1995 yılında ‘‘Sürgündeki Kürt Parlamentosu’’ nu oluşturdu. Büyüyüp yayıldıkça beynelmilel alandaki desteği de arttı. Bir yandan kanlı eylemler gerçekleştirirken bir yandan da ezilen halklar tiyatrosu oynanıyordu.

Eylül 1998’de sahne birden bire değişti. İlk tepki, “Suriye'ye karşı sabrımız kalmadı. Türkiye beklediği karşlığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır’’ şeklinde Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan geldi. Bunu diğer devlet büyüklerinin aynı mealdeki açıklamaları izledi.
Suriye mesajı almış, bu sefer “Öcalan Suriye’de değil. İsterseniz kendiniz gelin tetkik edin” şeklinde cevap vermemişti. Bir sure sonra Öcalan’ı topraklarından çıkardı.

Ondan sonrası malum, bir müddet köşe kapmaca, Kenya operasyonu ve Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi.

Tuncay Özkan’ın yeni yayımlanan “Operasyon” isimli kitabında bu bölüm en ufak ayrıntılarına kadar verilmiş.

“Günlerden perşembeydi. 4 şubat 1999 akşamı, olağan gibi gözüken her şey, az sonra gerçekleşecek randevuyla, bambaşka bir boyuta taşınacaktı.

Amerikan gizli servisi CİA’ nın Ankara temsilcisi, Yenimahalle’de bulunan, Türk gizli servisi MİT’in resmî konutundaki randevusuna tam saatinde geldi. İki gizli servis mensubu karşılıklı nezaket sözcüklerinin sonrasında iş konuşmaya başladılar. Amerikalı casus, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’a çok önemli bir teklifte bulunuyordu.

CİA yetkilisi, MİT Müsteşarı’na, PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ın ortak gerçekleştirilecek bir operasyonla yakalanmasını ve Türkiye’ye getirilmesini öneriyordu.

Saat 21.15 sularıydı. Şenkal Atasagun olayla ilgili biraz daha bilgi istedi. CİA yetkilisi ne istendiğini anlamıştı. Amerika, Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ı teklif ediyordu. Ama şartı neydi? Amerika Öcalan’ı niye Türkiye’ye verecekti?
Amerika’nın Şartı açıktı:
“Operasyonu Amerikan ve Türk ekipleri gerçekleştirecek. Ancak ne olursa olsun Abdullah Öcalan Türkiye’ye sağ olarak getirilecek, mahkemede adil olarak 
yargılanacak ve öldürülmeyecekti.”
Açıkça istenilen buydu. Ama sonradan yaşananlar olayın getirdiği olumlu rüzgârların Amerika’nın Usame Bin Laden, Saddam Hüseyin ve İran’a karşı 
girişeceği operasyonlarda MİT’in verdiği desteğin bu istek kadar önemli olduğunu ortaya koydu.
Amerika’nın şartı.,
Amerika şart olarak, Abdullah Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilip, yargılanması ve öldürülmemesi konusunda garanti ve güvence istiyordu. 
Onlara göre en önemlisi buydu. Türkiye’nin Öcalan’ı yok etmek konusundaki daha önce gerçekleştirdiği operasyonlardan haberdar olan Amerikan yönetimi,  Öcalan’ın sağ ele geçirilmesinde ısrarlıydı.
Şenkal Atasagun, Amerikalı temsilcinin sözlerini dikkatle dinledi. Bu konudaki kararı tek başına vermesinin mümkün olmadığını aktardı.
Atasagun, Başbakan Bülent Ecevit’e ulaştı. Ecevit o sırada Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in verdiği bir yemek nedeniyle Çankaya’da Başbakanlık Konutu’nun 
hemen altında bulunan Dışişleri Konutu’ndaydı. Konu çok özeldi ve hemen görüşmek gerekiyordu. Ecevit, ”gelin” dedi. Atasagun’a başbakanlık konutunda 
randevu verdi.
Saat 22.45’de Başbakan Ecevit ile MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun başbaşa görüşmeye başladılar. Ecevit, CİA yetkilisinin aktardıklarını duyunca, 
Cumhurbaşkanı’na bilgi vermek gerektiğini söyleyip, Süleyman Demirel’i aradı.
Çankaya Köşkü 4 şubat 1999 perşembe gününü yorgun geçirmişti. Cumhurbaşkanı Demirel’in “devlet günü” dediği günlerden biriydi. Sabah 09.00’dan, 
akşam 20.00’ye kadar yoğun bir şekilde çalışılmıştı. 
Saat 17.30’da MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, 18.00’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 19.00’da ise Başbakan Bülent Ecevit 
Çankaya Köşkü’ne gelerek brifing dosyalarını anlatmışlardı Demirel’e. Kapıda bekleyen gazeteci ordusu, bu haftalık ve olağan geçen görüşmelerden 
bir şey çıkmayacağını çok iyi biliyordu.
Ama Başbakan Ecevit’in telefonuyla sarsılan Çankaya Köşkü’nde az sonra gerçekleşecek zirve, hepsinden farklıydı. Saat 23.10’da olağanüstü zirveye 
kapılarını açmıştı Köşk.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun konuyu tartışmaya başladıklarında Genelkurmay 
Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da toplantıdaki yerini aldı. Kapıda gazeteciler yoktu. Toplantıdan bakanların dahi bilgisi olmamıştı. Ankara’da çıt çıkmıyordu.
MİT VE CİA’nın gizli protokolü, Atasagun kendisine iletilen teklifi aktardı. Amerika’nın şartı kabul edilebilir bulunuyordu. Öcalan, sağ olarak ele geçirilirse, Türk gizli servisinin elemanları kendisini “sağ ve sağlıklı” olarak Türkiye’ye getirecekler ve adalete teslim edeceklerdi.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Öcalan’ın “teslim edilebilirliği konusuna çok güvenmediğini” belli ediyordu. Ama bu operasyona girilmeliydi.
Operasyonun bütün sorumluluğu Şenkal Atasagun’a verildi. Operasyon başından sonuna kadar MİT’e ve müsteşarına teslim edildi. Atasagun’un isteği 
üzerine Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nin başında bulunan General Fevzi Türkeri de, çalışmaya dahil edildi.
Ankara soğuktu. Işıklar içindeki kentin manzarası üzerinde dumanlar vardı. Büyük sırrı saklayacak olan zirve konukları Çankaya Köşkü’nden ayrı ayrı çıktılar. 
Ayrı kapıları kullandılar. Sırlarıyla beraber kentin buz tutmuş yollarında gözden kayboldular.

Atasagun, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan sonra yeniden konutuna, kendisini beklemekte olan CİA yetkililerinin yanına döndü.
“Tamam” dedi, “Abdullah Öcalan sağ olarak getirilecek ve yargıya teslim edilecek. Bağımsız Türk yargısı kendisini en adil bir şekilde yargılayacak.”
Asrın gizli servis operasyonu işte bu sözlerle başlamış oluyordu. İki gizli servis arasında hemen oracıkta bir kâğıt üzerinde basit bir protokol yapıldı. 
Protokol içinde şunlar yazıyordu:

“Abdullah Öcalan’ın ele geçirilerek Türkiye’ye getirilmesinde Türk gizli servisi MİT ile Amerikan gizli servisi CİA birlikte ve ortak bir operasyon yapacaklardır. 
Öcalan sağ olarak ele geçirilip adil bir şekilde yargılanacaktır.”
Oturulup bir hazırlık planı yapıldı. Her şey bir anda gelişti. Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı.

Ankara’da CİA zirvesi,

4 şubat 1998 gününe Rusya’nın aksine Ankara, olağan alarm durumuyla girdi. Öcalan izleniyordu. Olağanüstülük yoktu. Akşam saatlerinde CİA’nın Ankara istasyon şefi, MİT Müsteşarı Atasagun’a Öcalan’ı teklif etti ve Türk devleti Amerika’nın şartını kabul edince oturulup bir protokol hazırlandı. 

Öcalan, operasyonuna ad bile konmadı. Amerikalılar Öcalan’ın Yunanistan’da olduğunu ve sonraki aşamalarda neler yapılması gerektiğini anlattılar.
Hemen MİT içinde bulunan özel eğitilmiş gruplardan bir ekip hazırlandı. Bu ekipte çoğunluk MİT Anti Terör Dairesi’nde yetişmiş daha sonra yakın koruma konusunda uzmanlaşmış genç elemanlar vardı.

Cavit Çağlar 200 000 dolar aldı,

Takvimler 5 şubat 1998 gününü gösterdiğinde hazırlanan bu yedi kişilik ekibe uzun menzil uçabilecek bir uçak aranmaya başlandı. Uçak hiç yakıt almadan 
uzun uçuş yapabilmeliydi. Hızlı olmalıydı. Dikkat çekmemeliydi. Yapılan aramalar sonucunda işadamı Cavit Çağlar’a ait jet uçağının aranan niteliklerde olduğu saptandı. MİT müsteşarı, Çağlar’ı aradı. Kendisinin çıkacağı bir yurtdışı gezi için uçağı kiralamak istediklerini söyledi. Çağlar bunu memnuniyetle karşıladı. Uçağın kiralanmasının bedeli olarak 200 000 dolar fiyat biçti. MİT, Çağlar’ın teklifini kabul etti ve karşılıklı olarak uçağın 200 000 dolara MİT için kiralanması konusunda anlaşıldı. Çağlar parasını kuruşuna kadar aldı.

Bu ödenen para, Öcalan operasyonunda dışardaki bir kurum veya kuruluşa ödenen tek para oldu. 
Ne Kenyalı yetkililere, ne de operasyona yardımcı olan Amerikalılar ile diğer ülke teşkilatlarına Öcalan için bir tek kuruş dahi para ödenmedi. 
Rüşvet veya hizmet karşılığı olarak herhangi bir ödeme yapılmadı.

Taşeron yok MİT yaptı,

Uçakta hiçbir ülkenin veya Türk tarafının taşeronu kullanılmadı. Uçakta operasyon sırasında hiçbir Amerikalı bulunmadı. Sadece Çağlar’ın uçak mürettebatı 
da operasyonda zorunlu olarak hazır bulundu.
Operasyon bittikten sonra da Cavit Çağlar “ Soğudum, uçak üzerinde tehdit var” diyerek, uçağı MİT’e satmak istedi ama bu istek MİT tarafından 
benimsenmedi. Daha sonra aynı amaçlarda kullanılmak üzere başka bir jet uçağı MİT tarafından satın alındı.

Yılmaz biliyordu,

Antalya’da yapılan Eğitim çalışmaları 4 gün boyunca devam etti.
Öcalan operasyonunu Türkiye’de bu sırada Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit,Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, Dışişleri Bakanı 
İsmail Cem, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Fevzi Türkeri, 
MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay resmî olarak bilien kişilerdi. Bilgi sızmaması için olağanüstü dikkat sarf ediliyordu. Başbakan Ecevit bu konuda 
hiçbir sızmanın olmadığını sanıyordu. Ama yanılıyordu. Yanıldığını daha sonra anladı. Olayla ilgili olarak ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın da bilgisi vardı. 
Yılmaz olayı bildiğini Ecevit’e nasıl aktardığını anlattı:
“Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’la Abdullah Öcalan yakalanmadan iki gün önce yemekteydik.Yemek sırasında Özkan hiç bu konuda konuşmuyor, susuyordu. 
Ama bir şeyler de var. Halinden belli. Ben şu Öcalan da gelince herşey iyi olacak diye bir şey söyledim. 
Çok şaşırdı.Bana haber geldi,böyle bir operasyon olacak diye, dedim. Öcalan yakalandığında da Ecevit’e tebrik ziyaretine gittim.”

Ankara sabırsızdı,

Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Demirel sürekli olarak operasyonu soruyorlar, sonuç alınıp alınamayacağını merak ediyorlardı.
10 şubat günü Antalya’dan Ankara’ya gelen MİT ekibi, Müsteşar Atasagun tarafından yolcu edildi. Atasagun ekibin içinde belirlenen iki lidere görevi açıkladı. 
Bunlardan biri uçağın MİT mensubu olan pilotuydu. Pilot aynı zamanda uydu telefonuyla uçaktan sürekli olarak Atasagun’a bilgi aktaracaktı. 
Olaylarla ilgili gelişmeler ve iletişim konusunda yetkili oydu. Elinin altında her an kullanıma hazır uydu telefon bulunuyordu. Diğer lider ise eski bir askerdi. 
Emekli albay uzun zamandır MİT içinde görev yapıyordu. O da 7 kişilik ekibin başında bulunacaktı. Atasagun Öcalan’ın sağ olarak Türkiye’ye getirilmesi 
talimatını verdi.Hiçbir şekilde zor kullanılmayacaktı. Ekip kendisini de bu anlamda kontrol edecekti. Öcalan sağ ve salim olarak Türkiye’ye getirilecekti.
10 şubat 1998’de uçak Türkiye’den Öcalan’ı almakla görevlendirilen ekiple birlikte havalandı. İlk rota Mısır üzerinden Uganda’ya göre çizilmişti. 

Uçakta yolculuğu belgeleyecek video çekimleri yapıldı. Mısır piramitlerinin üzerinden geçerken, üzerinden uçulan ülkelerin kentlerinin hava görüntüleri alındı. 
Ekip Uganda’ya ulaştığında, Öcalan’ı almakla görevli olan yedi kişi uçaktan hiç çıkmadı. Hep talimat beklediler. Hareketlerine Amerikalılarla birlikte Ankara’dan gelecek emirler yön veriyordu. 10 şubatta Uganda ’ya ulaşan ekip 14 şubat akşamına kadar hep haber bekledi. Bu sırada tam iki kez Öcalan’ın alınması için harekete geçirildi. Ancak Öcalan Kenya’da baskılara karşı direniyordu. 

Amerikalıların ve Yunanistan’ın bastırmalarına karşın Yunan Büyükelçiliği’ni terk etmiyordu.

14 şubat akşamı uçağa Kenya’nın başkenti Nairobi’ye hareket etmesi emri verildi. 15 şubat pazartesi günü Nairobi’de geçirilecekti.

Uçak hazır

Nairobi Havaalanı’ndaki Türk ekibine öğlenden sonra her an hazırlıklı olması için gerekli talimat ulaştırıldı. Bunun üzerine herkes uçak etrafındaki görev 
yerine geçti. Sorun çıkması beklenmiyordu.

Akşam 19.20 sularında havalanının özel bölümündeki tel kapıların açıldığı görüldü. Beklenen an gelmişti. Uçağın içindeki ve etrafındaki Türk görevliler hazır 
bekliyorlardı. Aralarında Amerikalı yoktu. Bütün ekip MİT görevlileri ile asker kökenli kardiyolog doktordan oluşuyordu. Etrafta Kenyalılar bulunuyordu. 
Ama havaalanında ve Öcalan’ın gelişinde Almerikalılar sıkı bir izleme ve gözleme faaliyeti gerçekleştiriyordu. Amerikalılar Türk görevlilerin sözlerini yerine 
getirip getirmeyeceklerini merak ediyorlardı.Öcalan sağ olarak Türkiye’ye ulaştırılmalıydı.

Öcalan hiç şüphelenmedi

Öcalan’ı getiren otomobil aprona girdi. Türk ekibini taşıyan uçağın yanına kadar geldi.

Öcalan, Kenyalı yetkilerle birlikte gayet rahat ve neşeli bir biçimde elindeki çantasıyla uçağa doğru yöneldi. Hollanda’ya gideceğini sanmaktaydı. 
Uçağa şöyle bir göz atmış, ama dikkatini çekecek hiçbir şey görememişti. MİT ekibi nefesini tutmuş olanları izliyordu. Öcalan hızlı adımlarla uçağın 
merdivenlerine yöneldi. Kapıda duran uzun boylu, sarışın, yeşil gözlü Türk görevliyi hafif bir gülümsemeyle selamladı. Fizikî görüntüsü Batılıları andıran 
görevli kendisine gülümseyerek karşılık verdi. Rahat bir biçimde uçaktan içeriye girdi. Hiç şüphelenmemişti.

Öcalan’ın içeriye girmesiyle, MİT görevlilerinin Öcalan’ın üzerine atlamaları bir oldu.Öcalan bir anda, bir eşya gibi özel bir bant ve kelepçeyle paketlendi.
Abdullah Öcalan uçağın içinde hiç karşı koyamadı. Yere yatırıldığında da, sonrasında da hiç direnmedi.Türk görevliler kendisine karşı zor kullanmadılar.
Elleri, ağzı ve gözleri anında bantlandı.Askeri doktor sağlık kontrollerini yapıyordu. Öcalan iyiydi. Ama yakalandığını anladığında şoka girmişti. 

Kendisine de bir zarar vermemesi için olağanüstü dikkat gösteriliyordu.
Her dakika kayda geçti Öcalan uçağa girdiği andan itibaren videoyla kayıt yapılmaya başlanmıştı.Uçak yolculuğu boyunca toplam 90 dakikalık çekim gerçekleştirildi Öcalan uçağın içinde bir süre “paketlenmiş” olarak tutuldu. Uçak kalkış izni alıp pist başı yaptığında saatler 20.00’yi geçiyordu. 15 Şubat 1998 günü  Öcalan eldeydi ve Türkiye’ye doğru yola çıkıldı.
Öcalan uçak havalandıktan sonra bir koltuğa oturtuldu. Ellerinde kelepçe vardı. Gözleri ve ağzı bantlıydı. Önce ağzındaki bant açıldı. Sonra gözlerindeki. Öcalan yakalanmanın şokuyla midesinin yandığını belirten şeyler yapıyordu. 
Ama konuşamıyordu. Tutulmuştu.

Öcalan’a ne uçağa binmeden önce ne de bindikten sonra uyuşturucu, uyutucu veya bilincini bozacak hiç ilaç verilmedi.
Öcalan korkmuştu. Öcalan’ı sarmalayan özel bantlar çözülürken onlarca arkadaşını PKK’yla mücadelede şehit veren, MİT görevlisi o tarihî sözleri dile getirdi:
“Abdullah Öcalan, memlekete hoş geldin.”
Kenya’dan hareket eden uçak Öcalan’ın söylediklerinin aksine hiçbir yere uğramadan doğruca Türkiye’ye yöneldi. Uçak bunun için seçilmişti zaten. 
Kenya ekibi Ankara’yla direkt olarak görüşüyordu. Öcalan’ın yakalandığı operasyonu bizzat Şenkal Atasagun yönetiyordu. Atasagun önce operasyonun 
başarıyla gerçekleştiği mesajını aldı. Ardından da 15 şubatı 16 şubata bağlayan gece Öcalan’ı taşıyan uçağın Türk hava sahasına girmesini bekledi. 
Amerikalılardan da çek edilmişti, operasyon başarıyla tamamlanmıştı.

Saat 02.00

Öcalan’ı taşıyan uçak hava sahasına girdiğinde (16 şubat 1999) saat 02.00 sularıydı. Şenkal Atasagun sırasıyla Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve 
Cumhurbaşkanı’nı arayarak “Paket geldi” dedi. Bu Abdullah Öcalan’ın yakalanışının habercisiydi. Liderler heyecanlıydı. Ayrıntıları istediler. Operasyonun başarılışı ve uçağın Türk hava sahasında olduğu liderlere tek tek anlatıldı.
Olağanüstü uçuş İstanbul Havalimanı’nda sona erdi. Saat 03.30 sularıydı. MİT’in işi İstanbul’da sona erdi. Bu ana kadar operasyonun içinde bulunmayan askerler devreye girdiler. Öcalan’ı MİT mensuplarından askerler devraldılar.
Bu sırada Kenya, Yunanistan ve Hollanda’da bulunan Öcalan’ın avukatları ile Almanya’daki PKK büroları Öcalan’ın kaybolduğunu veya ele geçtiğini duyurmaya başlamışlardı.”

Ondan sorası malum. Başbakan’ın açıklaması, zafer işaretleri ve yargılama safhası. Öcalan asılsın mı, asılmasın mı münakaşaları, avrupa topluluğuna yeşil ışık, rencide olan şehit aileleri ve gaziler, gösteriler, mitingler.
Bütün bu gelişmeler, “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

Ne olmuş, ne değişmişti?. Sabrımızın taşması, meşru-müdafa hakkımızın kullanılması için 19 yıl kan akması mı gerekliydi? Yoksa olayın ne kadar ciddi 
olduğunun yeni mi farkına varmıştık. Neden bu çıkışlar 10 sene, 15 sene önce veya büyük bir katliamdan sonra yapılmadı? Türk İstihbaratı yıllardan sonra 
Suriye’de Öcalan’ın barınaklarını saptamış ve kontrol altına almıştı. Bataklık tespit edilmiş, kurutulması an meselesiydi. MİT içinde Öcalan’a karşı başarılı aktif faaliyet yürüten bu kadro neden birden bire dağıtıldı. Öcalan Suriye’den çıktıktan sonra Rusya gibi bir ülke onu himayesine alıp Suriye emsali “burada yok, isterseniz heyet yollayıp kendiniz bakın” deseydi ne yapacaktık? 19 yılın çalışmasını sıfırlayıp, yeniden yıllarca yerinin tespitine mi çalışacaktık? Amerika destek vermeseydi, gelişmeler ne şekilde olurdu? Öcalan’ı kendi imkanlarımızla, milli operasyonlarımızla yakalayıp getirebilir, zafer işaretleri verebilir miydik? Banka olaylarının gündemde olduğu bir tarihte neden Cavit Çağlar’ın uçağı? Amerika neden daha önce destek vermedi de simdi verdi? Kuzey Irak’taki yeni yapılanma ile Öcalan olayı arasında bir münasebet var mı?

İşte bu sualler, yeni bir suali: “Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması acaba yeni bir stratejinin, PKK’nın siyasallaştırılması ve legalize edilmesi hareketinin 
başlangıç noktası mı?” sualini akla getiriyor.

***

27 Mart 2020 Cuma

Tayyip'e, El Beşir gibi Uluslararası tutuklama.,

Tayyip'e, El Beşir gibi Uluslararası tutuklama.,


Sabahattin Önkibar
21 OCAK 2014

Adana'daki TIR'lar olayı, AKP El Kaide ortaklığının belgesidir.
MİT'in fedailiğini üstlendiği bu TIR'larla Suriye'ye silah sevkiyatı yapıldığı artık kesinleşmiştir.

Tersi olsa yani kuru fasulye ya da mercimek gönderilse TIR'ların aranmasına izin verilirdi.

Bu tablonun okuması ise Türkiye'nin dünyanın en kanlı terör örgütü olan El Kaide'ye yardım ve yataklık yapmasıdır.
Böyle bir tercihin uluslararası hukuktaki karşılığı bellidir.
Ya uluslararası Adalet Divanına gider ya da uluslararası ceza mahkemesinde yargılanırsınız.

Bazılarına mübalağa gelebilir ama Tayyip Erdoğan için tıpkı El Beşir gibi uluslararası yargıdan tutuklama kararı çıkabilir.
Türkiye'yi hedefe oturtan sadece El Kaide ile birliktelik değil, İran ile kurulan kara para ittifakı da bir başka olumsuzluktur. Dolayısı ile Erdoğan'ın gayrı meşru ilan edilmesi ihtimal dahilindedir.

AVRUPA'DAN DAMIZLIK HAKİM!

ROK yani Rasim Ozan Kütahyalı kim?
Tayyip'in kıymetlisi.
Başka?
Ahmet Hakan'ın yazdığına göre Cemaat bankasının ipoteksiz 5 milyon dolar verdiği genç!
Dahası, mağrur Aydın Doğan'ı öğle yemeği için ayağına pardon evine getirten çocuk!
İşte bu delikanlı önceki akşam TV'de "Avrupa'dan hakim savcı ithal edelim" dedi.
Rasim'in bu teklifini duyunca aklıma "Irkımızı düzeltmek için Avrupa'dan damızlık erkek getirelim" teklifinde bulunan Ahmet Rıza geldi!
Öyle ya ha ithal hakim, ha damızlık erkek!
Ha Rasim Ozan, ha Ahmet Rıza!
Bu Rasim AKP'ye pek yakışıyor!

DEVALÜASYON YÜZDE 27

Dün itibarı ile dolar 2 bin 250 TL idi ki bunun anlamı son 9 ayda Türk Lirasının yüzde 27 değer kaybetmesidir.
Evet kamuoyu farkında değil ama son dönem yüzde 27'lik bir devalüasyonla yüz yüzeyiz.
Açın bakın rakamlara bu oran 2001 krizinin bile ötelerindedir.
Devalüasyon ise malum peşi sıra zamları getirecek ki bunun işaretleri alınmaya başlandı ve mutfak enflasyonu şahlandı.
Çok sürmez pahalılık bütün piyasayı saracaktır.
Bu tablo sıcak paraya dayalı tüketim ekonomimizin iflası demektir.
Ucuz dolarla borçlanan özel sektörümüzde önümüzdeki aylar iflaslar başlayacak ve işsizlik tavan yapacaktır.
Felaket haberciliğini yapmak istemem ama 2014'da ekonomik tablo makberi yani zifiri bir karanlığı gösteriyor.

AKP, ÇAMUR OPERASYONLARINA BAŞLIYOR !

AKP'nin kendi anketlerinde bile hem Mustafa Sarıgül hem de Mansur Yavaş önde görünüyor.
Sarıgül, bir-iki puan ile Kadir Topbaş'ı geçerken Mansur Yavaş, Melih Gökçek'e karşı bu farkı yüzde 5'in üstüne çıkarmış durumda.
Bu tablo Tayyip Erdoğan'ın canını fena halde sıkıyor zira İstanbul ile Ankara'nın kaybedilmesi, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı hayallerinin ölmesi demek.
Dahası, AKP'nin çöküşü ve psikolojik üstünlüğün yitirilmesi anlamına gelecek.
İşte bunun içindir ki bugünden düğmeye basıldı ve itibarsızlaştırmalar yapılıyor.
Sarıgül için sahnelenen TMSF operasyonu bu çerçeve okunmalı zira hadise bütün çıplaklığı ile ortada.
Duyumlarıma göre Ankara'da Mansur Yavaş için günlerdir nasıl çamur atabiliriz çalışmaları yapılıyor.
Hülasa önümüzdeki günlerde AKP'nin çamur banyolarına dikkat diyoruz.

YOLSUZLUĞUN MİLLİSİ ?

Diyorlar ki Tayyip Erdoğan milli olduğu için yolsuzluk operasyonları ile yüz yüze geldi.
Pardon ama Tayyip Erdoğan'ın milliliği ABD, AB, Apo ile kolkola girmesi mi yoksa El Kaideye silah göndermesi mi?
Yok bunlar değil de Barzanistan'ı ve Suriye Kürdistan'ını inşa etmesi mi yoksa İsrail'i korumak için Füze Kalkanını Anadolu'nun boğazına dolaması mı?
Tayyip Erdoğan'a milli demek millilik kavramına yapılabilecek en dramatik yakıştırma olur.
Hem milli olmak yolsuzluk yapmaya yeter olamaz.
Yolsuzluğun milliliği-gayri milliliği olmaz, yolsuzluk yolsuzluktur.
Ayrıca hiç kimse milliliği yolsuzluğa örtü yapmasın, milli olmak için her şeyden önce temiz ve şaibesiz olmak gerekiyor!


***

28 Eylül 2019 Cumartesi

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !

İki MİT’çi Fetullah ile Öcalan’ın İhanet hikayesi !




Sabahattin Önkibar
26.4.2017

Fetullah Gülen’i MİT’e alan isim kurumun efsane isimlerinden 60’lı yılların ortalarından itibaren 2 kere müsteşar olan Korgeneral Fuat Doğu’dur.

Fuat Doğu’nun Gülen’i teşkilata alma amacı,Yeşil Kuşak Projesi bağlamında Risale-i Nur guruplarını Komünizme karşı örgütlemek ve Nur cemaatinin içinde devlet damarı oluşturup içerden bölmekti.
Fetullah Gülen bunun için MİT’de 2 yıla yakın özel eğitim gördü.

?    Bülent Arınç’ın, “ Mülkiye’de iken Namazlı-Abdestli çocuktu ” dediği Abdullah Öcalan’ı MİT’e alan isim ise Fuat Doğu sonrası bütün 70 yıllarda MİT’e Müsteşar ve vekil olarak hakim olan general Bülent Türker’dir.
Onun amacı da o dönem ortaya çıkan ayrılıkçı Kürt hareketini içerden kontrol altında tutmaktı.
Hayır bu aktardıklarım sır değil, Fetullah’ın önce Nurculara, sonrasında ise Erbakan hareketine karşı panzehir olarak görülüp Kenan Evren dahil, Özal ve Demirel tarafından bile desteklendiği yaşananlarla kanıtlıdır.
Keza APO’nun eşi Kesire Öcalan’ın babasının MİT mensubu olduğu kayıtlardadır. 
Bknz; http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

   Peki niye mi ihanet ettiler?

Daha büyük bir güç onlara kişisel ikbal vadettiği için!

Öcalan 80’lerin başlarında, Fetullah ise 90’ların başlarında MİT’i aşıp CIA’den teminat ve talimat almaya başladılar ki birine Mehdilik, diğerine ‘Büyük Kürdistan’ın 
kuruculuğu vadedilmişti.

Benzer şey Afganistan’da ABD’nin başına geldi... El Kaideyi SSCB’ye karşı var eden CIA iken, bu örgüt daha sonra bizdeki Fetullah ve Öcalan misali efendisine 
ihanet etti.

   Aradaki fark şu:

?  ABD ihanet sonrası,El Kaide’yi bahane edip sadece Afganistan’ı işgal etmedi, aynı zamanda önderi Usame Bin Ladin’i yok etti.

SOKAK VE YENİ GEZİ DİRENİŞİNE HAYIR!

Doğrudur referandum kirli ve YSK’nın tutumu endişe vericidir.

Ancak buna karşı çıkmanın yolu yeni Gezi direnişlerini tertiplemek olmamalıdır.

Reklamdan sonra devam ediyor 

   Öyle, çünkü böyle bir teşebbüs abartısız Türkiye’yi iç savaşa taşır.

Sadece FETÖ’cü casuslar değil, bütün terör örgütleri ile yabancı istihbarat örgütleri devreye girer ve olmadık sabotajlar yapılır.

Etnik, inanç ve mezhep ekseninde ajitasyonlar yapılıp toplum karşı cepheleştirmelerle patlatılmaya çalışılır.

?  Hülasa yeni Gezi’ye de sokağın çare yapılmasına da Türkiye’nin bekası adına hayır diyoruz.

ZARRAB KÜRDİSTAN TAKASI!

Rudolpf Giuliani kim?

Newyork eski Belediye Başkanı ve ABD Başkanı Trump’ın yakın arkadaşı.

Dahası, Reza Zarrab’ın avukatı.

İşte bu Giuliiani, Doğu Perinçek’in açıkladığına göre Ankara gelip Tayyip Erdoğan ile gizlice buluşmuş.

Ne konuştukları sır, lakin Batı medyasına göre buluşma Reza Zarrab dosyası ile alakalı imiş.

Ve ABD medyasından son haber:

?   Buna göre Giuliani ile Tayyip Erdoğan Zarrab dosyası ile PYD’nin takası bağlamında anlaşmışlar.

Dolayısı ile artık Türk Ordusunun Suriye’de Rakka ve veya Münbiç diye bir hedefi ve zerre bir amacı kalmamış.

   Eğer bu haber doğru ise soru şudur:

Fırat Kalkanı isimli hareketla Suriye’ye sürülen 71 Mehmetçik neden şehit oldu?

Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye niçin girdi ve şimdi nerede duruyor?

https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/sabahattin-onkibar/2017-nisan/iki-mit-ci-fetullah-ile-ocalan-in-ihanet-hikayesi

*******

İşte Öcalan'ın MİT'çi Kayınpederi.,

Abdullah Öcalan,  MİT çi Kayınpederi, Ali Yıldırım, Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi, İsmet İnönü, PKK, Hollanda,Türkiye, Habertürk,Uğur Mumcu, Milli Emniyet Hizmetleri,


11/11/2010 


Abdullah Öcalan'ın MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafı ortaya çıktı.


Habertürk gazetesi Abdullah Öcalan'ın yıllarca MİT'te çalışan kayınpederi Ali Yıldırım'ın fotoğrafına ulaştı. 
Ancak Ali Yıldırım'ın nerede olduğu halen bilinmiyor. 
Kızı ve aynı zamanda bir dönem Öcalan'ın eşi olan Kesire Öcalan ise Hollanda'da yaşıyor. 
Öcalan eşi hakkında " Son derece iyi eğitilmiş biri. Ajan olup olmadığını çözemedim " demişti.

KIZININ ÖCALAN EVLİLİĞİ.,

Ali Yıldırım Türkiye 'nin ilk istihbarat teşkilatı olan Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti'nde (MAH) çalıştığı biliniyor. 
Ali Yıldırım karşı çıksa da kızı Kesire'nin 1978'de 
Öcalan ile evlenmesine engel olamamış. Uğur Mumcu'nun bu konuyla ilgili araştırma yaptığı biliniyor.

ŞEYH SAİT VE DERSİM İSYANINDA ATATÜRK 'ÜN YANINDA,

Ali Yıldırım'ın 1970'lerde MİT ile bağlantısını kesse de Öcalan hakkında teşkilata bilgi verdiği iddia ediliyor. 
Şeyh Sait isyanında Atatürk'ün safında yer aldı. 
Kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde sanıklara yöneltiler suçlamaların bilgi kaynağı ondan geldi. 
İsyan sonrası Şeyh Sait taraftarları arasında sarık ve cübbe giyerek bilgi topladı.

Dersim isyanında da devletin yanında yer aldı. O isyana katılmayan tek aşiret Ali Yıldırım'ın da üyesi olduğu Şadi aşireti oldu. 
General Abdullah Alpdoğan aracılığıyla İsmet İnönü ile görüşüyordu. 1970'li yıllarda Karakoçan'da CHP 'de belediye başkan adayı oldu. 
Ancak Adalet Partisi taraftarlarınca linç edilmek istendi.

ÖCALAN İLE KAVGALI AYRILDILAR

Kızı Kesire ise halen Öcalan ile evli görünüyor. 10 yıl birlikte yaşadıktan sonra Öcalan'ı diktatörlükle suçladı. 
Örgüt tarafından "Hain ve işbirlikçi" ilan edilen Kesire, Hollanda'ya kaçtı. 22 yıldır PKK ve Öcalan hakkında konuşmadı.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/iste-ocalanin-mitci-kayinpederi-1028554/

***

2 Aralık 2018 Pazar

Tayyip'te Bilal paniği!

Tayyip'te Bilal paniği!

Sabahattin Önkibar




Bir Başbakan meydan meydan dolaşıp sıradan bir savcıyı bu şekilde niye hedef alır?
-"Seninle daha işimiz bitmedi.
-İş takipçisi.

-Militanlar gibi bildiri dağtıyor."

Muharrem İnce bu durumu "Bilal korkusu", Kemal Kılıçdaroğlu ise "Abdestine güvenmemesi" diye yorumluyor...
Savcının engellenen ikinci dalga operasyonda Bilal Erdoğan'ın yanı sıra büyük ihaleler alan çok sayıda müteahhidin kurtarıldığı dillerdedir.
Söyleyin; değil böyle bir tabloda, zerre bir fısıltıda bile Başbakan'ın hodri meydan demesi gerekmez mi?

Reza Zarrab itirafçı olur korkusu

Tayyip Erdoğan'ın bunu yapmayıp operasyon kararını veren savcıyı alanlarda yargı hükmü olmaksızın "iş takipçisi" diye suçlaması hukuka suikast değil midir?
Bir Başbakanın, yolsuzluk operasyonunun merkezinde olan Reza Zarrab gibi somut suç unsurları ile yakalanan bir şüpheliye yargılama sürecinin başında arka çıkması ve onu medya önünde peşinen dürüst ilan etmesi adliyeye örtülü talimat değil midir?

Bu sözler üzerine muhalefet Başbakan'a dönüp, "Reza Zarrab'ın itirafçı olmasından mı korkuyorsun ki, ona ben arkandayım mesajını veriyorsun" diye bir soru sorsa ne cevap verecek?

Aynı şekilde evinde ayakkabı kutularının içinde 4,5 milyon dolar ile suçüstü yakalanan banka müdürüne yine peşin bir hükümle arka çıkmanın bırakın hukuk, hangi kanunda yeri var?

Bir Başbakan'ın görevi, işlenen cinayetin faillerini aramak mıdır, yoksa üstünü örtmek mi?

Eğer ikincisi ise insanların zihnine "yoksa Başbakanın o cinayetle bir alakası ya da ilişkisi mi var" gibi bir kuşku düşmez mi?

Düşeceğine ve Tayyip Erdoğan'ın bunun farkında olacağına göre, buna rağmen böyle davranılıyor ise durum gerçekten vahim ötesidir; zira böyle bir risk ancak suçüstü hallerinde üstlenilir.

İmamın suç ortakları

Efendim, bütün bu tavırlar yargının içindeki çete'ye dur demek içinmiş!
Tekrarından imtina etmeyip soracağız, o çeteyi yeni mi keşfettiniz ve kim açtı önünü?
Siz değil misiniz "Ne istedilerse verdik" diyen?
Siz değil misiniz dün o çete ile beraber iş tutup bu ülkenin Ordusunu terör örgütü ilan eden?
Siz değil misiniz o çetenin tertipleri ile yüzlerce kahramanı hapsettirip darbe mugalataları yapan?
Siz değil misiniz bu çeteyi demokrasi mücahitleri diye selamlayıp millete takdim eden?
Siz değil misiniz Yargıtay imamının dava dosyasını Pensilvanya'ya gönderirken susan ve bunu bugüne kadar gizleyen?
Siz değil miydiniz bizzat oluşturduğunuz HSYK'yı yargının bağımsızlık tanrısı gibi sunan?
Ve o siz şimdi hiç utanmadan yolsuzluğu araştıran bir savcıya arka çıktı diye o HSYK'yı hain ilan edebiliyorsunuz.
Tamam devletin içinde bir değil birkaç çete var da onların tamamı sizin eseriniz!
Yıllar önce yargıda örgüt var dediğimizde bizi dava eden siz değil miydiniz?

Yeni dosyalar

Size ilişince birden "Örgüt var" diye hoplayan siz, aslında onlarla suç ortağısınız; zira yıllar yılı yardım ve yataklık yaptınız ve açılacak olan soruşturmada siz de bunun hesabını vereceksiniz!
Bir başka şey, hiç utanıp sıkılmadan "TSK'ya kumpas kurdular" demiyor musunuz?
Peki, o zaman siz uzayda, Jüpiter de mi, nerede idiniz?
Tayyip Erdoğan değil midir kumpas dediğiniz o hadisede savcılığa soyunan?
Kumpas söyleminde samimi iseniz Hakan Fidan olayında olduğu gibi hemen harekete geçsenize!
Yok sizin maksadınız, üzüm yemek yani TSK'ya sahiplenmek değil, bağcıyı yani cemaati süpürmek için TSK'yı sevenleri yanınıza çekmeyi istemektir.
Biz bu oyuna gelmeyiz ve adına F tipi denen o çete ile dün olduğu gibi bugün de yarın da boğuşuruz. Ama biliniz; bizim gözümüzde sizin onlardan zerre farkınız yok.
Hülasa telaşın ötesinde paniktesiniz; zira sırada başka dosyaların olduğunu biliyorsunuz.
Bunun için komplo diyerek yeni bir algı peşindesiniz ama gayrı mızrak çuvala sığmıyor.
Bittiniz, tükendiniz, suçüstü oldunuz ve hesap vereceksiniz!

NOT: Bütün Okurlarımın yeni yıllarını kutluyorum.

***

4 Kasım 2017 Cumartesi

AKP Minareleri ve Mimarbaşı Tayyip!



AKP Minareleri ve Mimarbaşı Tayyip!

Sabahattin Önkibar

-"Zeytinburnu sahilinde silüeti kirleten o devasa yapı için itiraz edip yazılar yazdım.
-Başbakan o binayı korudu ve itirazımıza karşı çıktı.
-O devasa yapı Başbakan sayesinde yükseldi.
-İstanbul'daki bütün büyük imar projelerinin arkasında Sayın Erdoğan var.
-Tayyip Bey İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını hiç bırakmadı."
Bu ifadelerin sahibi Tayyip Erdoğan'ın bir önceki Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dır ve Taraf Gazetesine verdiği mülakatta söylemiştir.
Günay bu şekilde Tayyip Erdoğan'ın silüeti kirleten bina bağlamında daha önce ettiği "Benim haberim yoktu" sözünün doğru olmadığını kanıtlamış oldu.
Aksi zaten düşünülemezdi zira haftada en az iki kere o ucube gökdelen inşaatının önünden geçen Başbakanın benim bundan haberim yok demesi İstanbul'un yüzüne atılan kezzabın sorumlusu olarak tarihe geçmemek istemesindendi.

İşte Tayyip Erdoğan'ın Bakanı Ertuğrul Günay ifşa ediyor ki aynı şeyi imardan sorumlu olan diğer Bakan Erdoğan Bayraktar da söyledi, İstanbul'da her şey Başbakanın emri ve onayı ile oluyor. Günay hatta bu durumu Erdoğan'ın Belediye Başkanlığı görevini bırakmaması şeklinde sunuyor.
Bu durumda yeni ve kirli İstanbul'un Mimarbaşısı Tayyip Erdoğan olmuş olmuyor mu?

Mimar Sinan'ın minarelerine karşı AKP'nin gökdelenleri.
Bu fotoğrafın bize göre okuması şudur:
AKP islamının minaresi bu ucube gökdelenlerdir.
Akdoğan'ın ikiyüzlülüğü!

Tersi olsa şaşardım.

Ha Başbakan ha danışmanı, al birini vur ötekine.
Sabah söylediğini akşam inkar ediyor.

Evet Tayyip Erdoğan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'dan söz ediyorum.
Ne imiş efendim Orduya kumpas kuruldu derken sözleri yanlış anlaşılmışmış!
Milyonlarca insan zeka özürlü ya, hepimiz söyleyeni doğru anlayamamışız.
Hadi biz AKP karşıtları salağız ve hiçbir şeyi doğru okuyamıyoruz. Peki AKP'nin Pravdası Sabah gazetesinin istihbarat müdürü Ferhat Ünlü öyle midir?
Bakın çocuk Yalçın Akdoğan'a kıyameti koparıyor ve açıktan kıvırma diyor.
Maalesef koskoca Türkiye'yi işte bu gibi adamlar yönetiyor.
Anlaşıldı ki Başbakan'ın devlette çete var ifadesi ile danışmanını orduya kumpas kuruldu beyanı tamamen taktik hesapların ürünüdür..
Hırsızlıktan mağduriyet çıkarmak

Adam İstanbul'un merkezinde 5 katlı imar izni olan yere 21 kat çıkınca Emniyet'te sorguya çekiliyor, Başbakan bu işin arkasında İsrail var bize komplo kurdular diye ortalığı inletiyor.
Yahu izni veren İsrail değil sensin ki bunu bizzat İmar Bakanın Erdoğan Bayraktar açıklıyor ama o İsrail diye vaveylaya devam ediyor.
Adamın evinde kutu kutu dolarlar çıkıyor, bu işin içinde Amerika var diyor.
Sanki "Kocacığım yeşiller geldi" diyen Halk Bank Müdürünün karısı değil de, Obama'nın NASA'sı uzaydan ışınladı o banknotları.
Peki göz göre yapılan bu çarpıtmalar niçin mi?
Hırsızlıktan mağduriyet devşirmek için.
Bizim millet sürü ya, ne verirsen yer diye Göbels taktikleri ile algı inşası peşindeler.

Gül'den saklambaç ya da gölge oyunu!

Abdullah Gül Anayasa'ya göre başkomutan ama Ordusu terör örgütü ilan edilirken o saklanıp perde gerisinden operasyona omuz verdi.
Türkiye Suriye bataklığına gömülürken O yine gizlenerek destek oldu.
PKK paralel devletini inşa ederken saklanarak teşvik etti.
Cemaatin devlet içindeki çeteleşmesine yine gizlenerek suskun kaldı.
AKP hakkındaki hırsızlık iddialarına da aynı tavırları takındı.
Sorsanız Cumhurbaşkanı ama adeta gölge oyunu oynuyor.
Dudağında yapay bir gülümseme, saklambaç oynayan çocuklar misali sobe demek için fırsat kolluyor.

Söyleyin hiçbir hadise tavır koymasını ve pozisyon almasını bilmeyen birinden değil devlet, siyaset adamı olabilir mi?
Heyhat böyle biri 6 yıldır Türkiye'de Cumhurbaşkanı!
Mansur, Bahçeli'nin kabusu!
Ankara bağlamında iki ayrı anket gördüm.
Birinci ankete göre Mansur Yavaş yüzde 47.
Melih Gökçek yüzde 34.

Adını bilmediğim MHP adayı ise yüzde: 6
Geri kalan kararsızlarla diğer seçenekler.
AKP'nin yaptırdığı ankette ise Mansur Yavaş yine önde ve yüzde 44 olarak görünüyor.
Gökçek onu yüzde 41 ile izliyor.
MHP adayı ise yüzde 4.
Keçiören BBP adayı Turgut Altınok da bölgesinde hem AKP'ye hem MHP'ye duman attırıyor ve önde görünüyor.
Devlet Bahçeli Ankara'daki bu tablo sonrasında panik içinde zira seçim sonrasında faturanın kendisine kesileceğini biliyor. MHP Ankara'da Mansur Yavaş ile seçimi kesin alabilecek iken sırf Bahçeli'nin, "Seçilirse genel başkanlığımı elimden alır" korkusu ile onu aday yapmadı... Bahçeli şimdi Ankara'da MHP'ye kazandırmaktan ziyade Mansur'u kazandırmamak için çırpınıyor.


***

29 Mart 2017 Çarşamba

SIRA: 242 KOD: 34.09.003



SIRA: 242 KOD: 34.09.003 


Rifat Serdaroğlu

Perşembe, Temmuz 14, 2011

Kamu Yararına Çalışan Derneklerin listesine veya herhangi bir arama motoruna yukarıdaki sıra numarasını ve dernek kodunu girdiğinizde karşınıza  “Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”  çıkar. Bildiğiniz gibi, bir derneğin “Kamu Yararına Çalışan” dernek olmasına Bakanlar Kurulu karar verir.
Bu statüyü kazanan dernek,  büyük bir maddi yükten kurtulur ve bazı vergi-harç ve ödemelerden muaf tutulur.
Deniz Feneri Derneği, ayrıca Gıda Bankacılığı yapan Derneklerden sayılmış ve; 5035 Sayılı bazı kanunlarda değişiklik yapan kanun ile, 3065 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 ve 89 uncu ve Katma Değer Vergisi Kanununun 17. Maddesine eklenen açıklamalara göre, Gıda Bankacılığı yapan Dernek ve Vakıflara yapılan bağışların, Gelir ve Kurumsal Vergilerden, Katma Değer Vergilerinden muaf tutulma hakkına da sahiptir.  Albayrak Vakfı’da bu istisnadan yararlanan vakıflardandır…
Bu teknik ve mali bilgilerden sonra sizleri, değerli, dürüst ve yakın tarihin en önemli tanıklarından olan  gazeteci Sabahattin Önkibar’ın,  ilkini 3 Ocak 2008 de, ikincisini ise 4 Eylül 2008 de yazdığı yazısına götüreceğim;
“Yıl 1993. O yıllar Refah Partisi Milletvekili olan İ.Melih Gökçek arar ve aramızda şu diyalog geçer.
Sebo, Tayyip Erdoğan’ı tanıyor musun? Partimizin İstanbul İl Başkanı.  –Tanırım hemşerimdir. Niçin sordun?  -Ya kendisi yarın Ankara’ya geliyor. Bir özel TV kurma konusu var. Sen TGRT nin kuruluşundan tecrübelisin, sana bazı teknik sorular soracaklar. Öğlen yemekte beraber olabilir miyiz?
-Elbette oluruz, ama Tayyip Bey Ankara’ya misafir geliyor, ayıp olur, davet sahibi ben olayım. Yarın için Büyük Ankara Otelinde yer ayırtıyorum.  –Tamam Sebo, yarın öğlen buluşuyoruz. Yemekte buluştuk. Yemekte o güne kadar görmediğim ve tanımadığım iki isim daha var. Sanki Tayyip Bey’in asistanları gibi… Peki kim midir bunlar? Zekeriya Karaman ve Zahit Akman. Bugün bunlardan biri Türkiye’nin en önemli kanallarından birinin (Kanal 7) sahibi, diğeri de Türkiye adına TV’lerin devlet komiseri. 
Tam burada duralım ve soralım: Zekeriya Bey, bugün değeri yüzlerce milyon dolar olan ve o günün şartlarında kuruluşu da abartısız 200 milyon civarı kaynak gerektiren bu TV’ye söyler misiniz hangi kaynakla sahip oldunuz? Evet kamu adına, inanç adına, ahlak adına, vicdan adına soruyorum, bu parayı nerden buldunuz?
Siz ki Kanal 7 öncesi maaşla çalışan sıradan bir insandınız…” (18 Yıl önce yaşanan gerçek bir olay)
Aysel Ketenci, Başbakan Erdoğan’ın halasının kızıdır. Aysel hanımın eşi Osman bey aslen Rizelidir. Kasımpaşa Huzur Taksinin işletmecisi idi. Aysel-Osman çifti, 2001 yılında kızları Esma’yı, Başbakan Erdoğan’ın oğlu Burak ile evlendirdiler ve akrabalıkları katmerli hale geldi. Damat Burak Erdoğan ile eski taksici kayınpederi Osman Bey, Turkuaz Gemicilikte ortak oldular ve baba-oğul beraberce çalışıyorlar. Ketenci ailesi, ikinci kızları Şehriban Hanımı da, Kanal
7 nin patronu  Zekeriya Karaman’ın oğlu Habib Bey ile 2007 yılında muhteşem bir düğünle ve başta Başbakan Erdoğan olmak üzere çok sayıda AKP’linin şahitliğinde evlendirdiler.Böylece  Başbakan Erdoğan ile Zekeriya Karaman arasındaki, en az 25-30 yıllık dostluk ve iş arkadaşlığı, akrabalıkla da mühürlenmiş oldu…
Gelelim şimdi konunun en önemli yerine;
Sayın Özel Yetkili Savcılar;
Sizler Türkiye’yi temizlemeye karar vermiş cesur kanun adamlarısınız. Tarih hepinizi yazacak. O kadar güçlüsünüz ki, Eskişehir’de bir çay bahçesinde internet üzerinden yapılan, fakat ihbarcısı bulunmayan bir elektronik ihbarla, koskoca Orgeneral’i bile içeri tıkıverdiniz. Lütfen benim ihbarımı da ciddiye alın ve gereğini yapın;
1) Deniz Feneri davası sizden özellikle kaçırılıyor. Şüphelilerin tutuklama kararında; “nitelikli dolandırıcılık ve usulsüz para transferi” deniyor. Almanya’da ki davada ise; “ Teşekkül halinde dolandırıcılık, emniyeti suiistimal, dernekler yasasını ihlal, tüzüğe göre yardım amaçlı kullanılması zorunlu paraları amaç dışı kullanma, yasa dışı para transferi…” diye yazmaktadır. Mesleğinize ve yasalara olan saygınızdan dolayı bu işi sizin sahiplenmenizi ve Müslümanların sadaka paralarını dolandırıp,  siyaset yapmak üzere örgüt kuran bu “teşekkül halindeki” suçluların ipliğini pazara çıkarmanızı istirham ediyorum…
2)Adı geçen dernek, hem “Kamu Yararına Çalışan Derneklerden” hem de “Gıda Bankacılığı” yapan derneklerdendir. Bu nitelikleri ile milletimizin paralarından  haksız yere yararlanmaktadır.
Bu derneğin ve ona mal veren, hizmet satan, gıda bankacılığı yoluyla devlete vergi vermeyen kuruluş ve kişilerin incelenmesi ve trilyonlarca lira dolandırılan Türk Milletini hakkının teslim edilmesi ve adı geçen derneğin bu imtiyazlarının kaldırılması en büyük temennimizdir.
3)Yukarıda alıntı yaptığım Sayın Sabahattin Önkibar’ın da ifadesine başvurmanız halinde, karanlık ilişkiler açığa çıkacaktır. Ayrıca Başbakan Erdoğan’a da Zekeriya Karaman ve, Zahid Akman’la olan yakınlıkları ve ticari ilişkileri sorulabilir. Dokunulmazlığı var diye çekinmeyin. Siz davet edin, Sayın Başbakan delikanlı adamdır, cesur adamdır,  yasalara saygılıdır  gelir ve aslanlar gibi ifadesini verir.
Türk Milleti olarak biz de, Sayın Başbakanımızın çevresini bu dolandırıcıların nasıl sardığını öğrenmiş oluruz.

4)  Kanal 7 televizyonunun hisselerinin çalındığı, sahtekarlıkla başkalarına devredildiği konusunda  Sayın Recai Kutan’ın beyanları ve feryatları olmuştu. Rahmetli Erbakan’ı şahit olarak dinleyemeyeceğinize göre onun en yakını ve sırdaşı Recai Kutan Beyi, Fatih Erbakan’ı ve İ.Melih Gökçek’i dinlerseniz, gerçek ortaya çıkacaktır.

Sayın Özel Yetkili Savcılarımız;

Alman meslektaşlarınız tarafından “Avrupa’da Yüzyılın En Büyük Soygunu” olarak nitelendirilen ve hepimizin başımızı öne eğdiren bu lekeyi Türk Milletinin alnından temizlemek sizin öncelikli ve önemli görevlerinizdendir. Eğer bu soygunu araştırmazsanız, sorarım size neyi araştıracaksınız?
Size inanıyor ve güveniyoruz. Başarılar..

Değerli Okurlar, 

Sizlerden bir ricam var. Ben bu yazıyı Sayın Özel Yetkili Savcılara Ulaştırmaya çalışacağım. Aynı çabayı da sizlerden rica ediyorum. 
Bana yardımcı olur musunuz?. 
Bu yazıyı ekleyip sizler de Sayın Özel Yetkili Savcılara şikayette bulunabilirsiniz…
Sağlık ve başarı dileklerimle,
Rifat Serdaroğlu

https://haberguncel.blogspot.com.tr/2011/07/sira-242-kod-3409003-rifat-serdaroglu.html





***

26 Kasım 2016 Cumartesi

Türkiye 12 Yılda Nereden Nereye Geldi...



Türkiye 12 Yılda Nereden Nereye Geldi...




Tayyip Erdoğan sık sık nereden nereye der ya, bugün size Türkiye’nin 12 yılda nereden nereye geldiğini başlıklar halinde sunmaya çalışacağım.
1) 12 yıl önce Türkiye’nin ülke borcu 218 milyar dolardı, bugün Türkiye’nin ülke borcu 715 milyar dolar.
2) 12 yıl önce bankalar, limanlar, büyük sanayi kuruluşları, Telekomünikasyon milli İdi; bugün tamamına yakını yabancı sermayenin elinde.
3) 12 yıl önce PKK tükenmiş terör örgütüydü, bugün PKK mütareke şartlarını dayatan meşru taraf kimliğinde.
4) 12 yıl önce APO katildi, bugün kahraman!
5) 12 yıl önce Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın en prestiji orduların başındaydı, bugün TSK kendini bile korumaktan aciz durumda.
6) 12 yıl önce MİT devletin istihbarat kurumuydu, bugün MİT Tayyip Erdoğan’ın özel örgütü imajında.
7) 12 yıl önce Türkiye’de bağımsız bir yargı kurumu vardı, bugün bizzat Başbakan’ın beyanı ile yargımız haşhaşi örgütün işgali altında.
8) 12 yıl önce Türkiye, bölgesinin en itibarlı ülkesiydi; bugün Türkiye Kıbrıslı Rumların ve IŞİD’li soytarıların bile takmadığı şamar oğlanı hüviyetinde.
9) 12 yıl önce hırsızlar mahkemede yargılanırdı, bugün iktidarın hırsızları sandık sonuçlarını mahkeme hükmü sayıyor.
10) 12 yıl önce iktidarın hırsızlığını sorgulayan savcılar eller üstündeydi, bugün o tür savcılar tehdit altında.
11) 12 yıl önce medya bağımsızdı, bugün bir kısım medya iktidarın köpekliğini yapıyor.
12) 12 yıl önce Türkiye’nin Kerkük diye bir davası ve kırmızı çizgisi vardı, bugün Kerkük “Kürdistan”ın parçası.
13) 12 yıl önce Barzani aşiret reisiydi, bugün Barzani AKP sayesinde devlet başkanı.
14) 12 yıl önce halk borçsuzdu, bugün bütün ahalinin her şeyi ipotekli.
15) 12 yıl önce Camiler Allahın Eviydi, bugün camiler adeta AKP’nin örgüt evleri.
16) 12 yıl önce İmam Hatipler meslek lisesiydi, bugün İmam Hatipler genel lise.
17) 12 yıl önce polis devletin güvenlik örgütüydü, bugün polis F tipi yapının militan merkezi.
18) 12 yıl önce Türk olmak övünç kaynağıydı, bugün TC ibareleri devletin kurumlarından indiriliyor.
19) 12 yıl önce İslam inançtı, bugün İslam ideoloji.
20) 12 yıl önce Diyanet Müslümanlara hizmet ederdi, bugün AKP’ye hizmet ediyor.
21) 12 yıl önce Üniversiteler özerkti, bugün köle.
22) 12 yıl önce basılmamış kitap bomba muamelesini görmezdi, bugün görüyor.
23) 12 yıl iktidarı protesto etti diye insanlar dövülerek öldürülmezdi, bugün öldürülüyor.
24) 12 yıl önce Başbakanların oğulları ve servetleri konuşulmazdı, bugün konuşuluyor.
25) 12 yıl önce Başbakanlığın 1 uçağı varken, bugün Başbakanlığın 4 uçağı 2 helikopteri ve onlarca lüks aracı var.
26) 21 yıl öncesinin Başbakanları örtülü ödenekten yılda en fazla 50 milyon dolar harcarken, bugünün başbakanı yılda 1 milyar doların üstünde harcıyor.
 Sabahattin Önkibar