Prof. Dr. Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Ümit Özdağ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2020 Pazartesi

KÜLT ÖRGÜTLER KAPSAMINDA FETÖ İLE MÜCADELE. BÖLÜM 2

KÜLT ÖRGÜTLER KAPSAMINDA FETÖ İLE MÜCADELE. BÖLÜM 2





FETÖ’nün Doğru Tanımlanmasının Önemi..,


FETÖ; işlev açısından casusluk ve terör örgütü olmasının yanı sıra, nitelik açısından kült en genel çerçevede tehlikeli bir kült örgüt olarak değerlendirilmelidir.

Fakat kült kavramı, zamana ve vakaya göre değişiklik göstermektedir. Bu noktadan hareketle, ilerideki çalışmaların sağlam bir temel üzerine inşa edilebilmesi amacıyla FETÖ meselesi bağlamında güncel bir kült tanımı ortaya koyabilmek; örgütün esasları, ideolojisi, motivasyonu, misyonu, yöntemleri ve dinamiklerini anlayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Bunu yapabilmek için güncel kült literatüründeki mevcut tanımlamaların ve genel itibariyle terminolojinin FETÖ vakasıyla ne ölçüde uyuştuğunun tespiti ve bu 
vakanın mevcut kült tanımlarının sınırları dışında kalan yönlerinin ortaya koyulması gerekiyor Kült örgütler bağlamında FETÖ’ye ilişkin yeni bir tanımlama gerekliliğinin önemini belirtmekle birlikte, bu yeni tanımlamanın daha geniş bir çalışmada sunulması gerektiği de bir gerçektir. Kamuoyuna yansıyan bazı rapor ve değerlendirmeler, bu çalışmanın vurguladığı teorik alt yapı ihtiyacının çarpıcı bir örneği olmaktadır. Çünkü pek çok çalışma daha baştan FETÖ’yle alakalı en kritik soruya cevap verememektedir: 

FETÖ’nün nihai amacı nedir? Bu soruya bir yanıt bulmak için öncelikle diğer bir sorunun yanıtını aramakta yarar var:

FETÖ’yü Farklı Kılan Nedir?

FETÖ’yü diğer kült örgütlerden ayıran özelliklerinin en başında; casusluk ve terör faaliyetlerinin örgütün yapısını ve davranış biçimini kuruluşundan itibaren etkilemiş ve şekillendirmiş olması gelmektedir. Bu yüzden de mevcut kült tanımlarının bu vakayı ele almada yeterli kalmadığı noktaları, buradan başlatmak doğru olacaktır.

FETÖ’yü diğer kült örgütlerden ayıran bu en önemli özelliğini anlamak için öncelikle pek çoğunun şu veya bu sebeplerle bir türlü sormadığı –ya da soramadığı- en temel sorunun cevabını vermeliyiz: FETÖ’nün amacı nedir? Bu sorunun yanıtı, örgütün eylem ve hareketlerinin kamuoyu nezdinde açığa çıkmış olması sebebiyle aslında büyük ölçüde nettir. Örgütün ontolojik amacı ve süreç içerisindeki motivasyonu açısından bakıldığında açıkça görülmektedir ki, ana hedef; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin esasları olan kuruluş ilkelerinin ortadan kaldırılıp örgütün sapkın sosyolojik ve çarpık bir şekilde dinsel temellere 
oturttuğu ideolojisinin tesis edilmesi amacıyla devletin temel kurumlarının ele geçirilmesi, tahrip edilmesi veya ortadan kaldırılmasıdır. Diğer bir ifadeyle FETÖ’nün asıl hedefi; somut manada hükümet değil, Türk devletinin kuruluş esaslarının tümden yok edilerek Fetullah Gülen diktatörlüğünde İslâm adı altında İslâm’a mugayir bir sözde mehdilik düzeninin tesis edilmesidir. Nihai hedef Sünnî görünerek, Osmanlıdan beri süregelen ve Cumhuriyetin kurucu iradesinin de devam ettirdiği geleneği bozarak; 12 Eylül darbesiyle birlikte kültleşmiş, dinde deformist; hem ılımlı, hem de radikal selefi ahirin (selefçi-deformist) örgütlere zemin hazırlamayı amaçlamıştır. Hanefi- Maturidi çizgiyi, ehlisünnet 
ana caddesini yozlaştırarak, deforme ederek İslâm’ a darbe indirmiş ve ihanet etmiştir. Yani asıl amaç hem Türk Devletini yıkmak, hem de İslâm’a zarar vermektir.

Türkiye bağlamında FETÖ’nün amacının bu şekilde ortaya konması yine de örgütün nihai amacını küresel bağlamda açıklamada yeterli değildir. Çünkü terörist başı Fetullah GÜLEN, kaleme aldığı eserlerinde kendisini “kâinat imamı” iddiasıyla öne sürmekte, bu durum örgütün yurtdışı faaliyetleriyle birlikte değerlendirildiğinde, FETÖ’nün küresel bir ayağının da olduğunu bize göstermektedir. Bu bağlamda muhtemelen Sünni toplumların liderliğine soyunmayı hedefleyen Fetullah GÜLEN, ilginçtir ki düşman olarak Müslüman 
toplumlara acı çektiren devletler değil kurucu ilkeleriyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef tahtasına koymuştur. Ayrıca örgütün yapmış olduğu kumpas ve cinayetlerde hedef alınanların bir bölümü ve yine örgütün kendi içindeki söylem ve motivasyonlarına bakıldığında, Alevi inancına mensup insanların da özellikle hedef alınmış olduğu ortadadır. 

Bu iki husus birlikte değerlendirildiğinde, FETÖ’yü farklı bir yere koyan bir özelliği de hedef olarak “uzak düşman” yerine “yakın düşmanı” belirleme yaklaşımıdır; bu durum ayrıca bir diğer terör örgütü olan IŞİD’de de bariz bir şekilde görülmektedir. Bilindiği üzere “mehdi, mesih” gibi kavramlar kuruluş, üye kazanma ve motivasyon için öne çıkarılmaları açısından kült örgütlerin ortak özellikleri arasındadır. Kurucu lider; kendi kendini atamış, dogmatik, mesihlik veya mehdilik iddiasında, sorgulanamaz ve karizmatik bir kişidir. Bu hususların atlanması halinde, örgütün faaliyetleri ve yöntemlerine yönelik yapılacak tespitler havanda dövülen sudan farksız olacaktır.

Gizliliğe azami riayet ve takiye, pek çok kült örgütte görülebilecek ortak bir husustur. 
Öte yandan örgütün kullandığı yöntemlerdeki bazı noktalar, literatürdeki mevcut kült tanımlarının sınırları dışına taşmaktadır. Tam da burada sorulacak soru, FETÖ’nün amacına giden yolda hangi vasıta ve kaynakları mobilize ettiğidir. Diğer kült örgütlerden farklı bir şekilde örgüt, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı vermiş olduğu – ve halen vermekte olduğu – gayrimeşru mücadelede yine devletin imkânlarını kullanma yoluna gitmiştir. Yani hem kamu kurumlarına sızdırdığı militanlarının operasyonel ve istihbarî faaliyetlerini, hem de 
kamusal kaynak ve vasıtaları bu mücadelede kullanmış; diğer bir deyişle devleti devletin silahıyla vurmuştur. Örgütün bugüne kadarki tüm terör ve casusluk faaliyetleriyle birlikte, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi de bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Yine aynı örgüt; düşman gördüğü devlet aygıtına, resmi veya sivil bilumum tüzel ve özel kişiliklere, hatta kendi içine yönelik de istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri yürütmüştür. Örgüt bu yolda yalnızca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarını kaynak ve vasıta olarak kullanmakla kalmayıp, muhtemelen yabancı istihbarat örgütleri ve devletlerle de işbirliğine giderek bunlardan akıl, destek ve emir almıştır. Bu yönüyle FETÖ’nün işlev açısından asimetrik bir casusluk örgütü olduğunu söylemek de mümkündür. Onlarca yıllık süreç içerisinde örgüt tarafından yürütülmüş olan kumpas, iftira, şantaj ve tehdit gibi faaliyetleri bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. Ayrıca örgütün yurtdışı resmî bağlantı ları, kurmuş olduğu “okullar” ve düzenlediği etkinlikler gibi bilumum dış 
bağlantıları; örgütün küresel boyutta da bir aktör olmayı hedeflemesi, bu savı destekler niteliktedir.

FETÖ, üye kazanma safhasında oldukça bilimsel ve oldukça karmaşık yolları kullanmıştır. Kendisine dâhil edeceği yeni üyeleri, en etkin görevlerde kullanabilmek adına Enneagram gibi kişilik profili belirleme yöntemlerini kullanmıştır. Bu açıdan FETÖ’nün kendi içindeki insan kaynaklarını yönetme bağlamında da çoğu istihbarat örgütüne taş çıkaracak bir yapısı olduğu ortadadır.

Bu düşünceler çerçevesinde FETÖ’yü bilindik diğer kült örgütlerden ayıran temel hususlar; casusluk, terör, devlet kurumlarını ele geçirme ve kendisiyle mücadele edebilecek kadroların tasfiyesi olarak sıralanabilir. Kült örgütlerin terör örgütlerine evrilmesi yeni bir durum değildir; fakat FETÖ örneği kült-terör-casusluk üçgeninde yeni bütüncül teorilere olan ihtiyacı ortaya çıkarmaktadır.

Yanlış FETÖ Değerlendirmeleri



Kamuoyuna yansıyan pek çok rapor ve değerlendirme; derlediği ampirik veriler 
açısından başarılı olabilirken, örgüte ilişkin değerlendirmelerde büyük yapısal sorunlar ve eksiklikler içermektedir. Birçok değerlendirmede ortak olan “FETÖ’nün nihai amacı kamu kurumlarına sızmaktır” benzeri ifadeler çok büyük bir yanlışlık içermektedir. FETÖ’nün kamu kurumlarına sızmış olduğu bir gerçektir, fakat bu durum örgütün başlıca amacı değil, ana amacını gerçekleştirmek için kullandığı temel bir vasıtadır, yöntemdir. Bu tarz 
söylemlerle karşılaştığında insan kendisine “FETÖ’nün nihai amacı kamu kurumlarına sızmaksa, herhalde bu eyleminin de bir amacının olması lazım gelir. Yoksa FETÖ’nün nihai amacı devletin tüm kurumlarına sızıp mensuplarını memur yaparak onların iş ve maaş kaygısını gidermekten mi ibaretti? FETÖ bir iş bulma kurumu mu, yoksa gerçek bir amacı olan bir terör örgütü mü?” diye sormadan edemiyor. FETÖ’nün nihai amacının ne olduğunu yukarıda belirtmiştim. Öte yandan FETÖ’nün “küresel bir amacı vardır” ifadesi de bize net bir şey söylememektedir. Çünkü örgütün ülkelere nasıl bir yön vereceği ve 
ne istikamete götüreceği yine örgütün nihai amacıyla ilgilidir. Fakat bunun ısrarla ve inatla bu şekilde ortaya konması iki ihtimal doğurmaktadır: ya bu konuyla ilgili çalışmalar yürütenler çok büyük ve ciddi bir “teorik altyapı eksikliği” yaşamaktadır ya da bu durum, o veya bu saiklerle bilinçli bir tercih olarak ortaya konmaktadır.

Ayrıca örgütün 2012/2013 tarihinden önce zararlı bir örgüt olmadığı ya da emellerini ve yöntemlerini gizli tuttuğuna yönelik söylemler gerçeklikten oldukça uzaktır. Kökeni itibariyle FETÖ, Nurculuk damarından beslenmiştir. Said Norsi ve Nurculuk hareketi hakkında, öncelikle Türkiye’nin en yüksek dini makamı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dini yönden aykırı ve milli açıdan da zararlı bulunduğuna dair Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları tarafından “Nurculuk Hakkında” başlıklı 24 sayfalık bir broşür-kitapçık yayınlanmıştır22. 

Çünkü basına yansıyan haberlerde Ağustos 2004 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında "Türkiye’deki Nurculuk Faaliyetleri ve Fethullah Gülen konusu gündeme gelmiş, yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması uygun görülmüş"23 kararı alındığı ifade edilmektedir. Dolayısıyla en azından 2004 yılından itibaren FETÖ’nün devlet kurumlarına sızmasının bilindiği ortadadır ve bu durum “gizli ikame” şeklinde açıklanmaktan oldukça uzaktır.


Bunun yanı sıra pek çok çalışmada darbe girişimine karşı gazi veya şehit olmak pahasına direnen asker, polis, istihbaratçı güvenlik birimleriyle birlikte bilumum devlet görevlilerine yer verilmemektedir. Bu eksiklik; FETÖ’nün hedef aldığı kritik kurumlarda görevli olup FETÖ tehdidinin farkına zamanında varabilmiş ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin başarısız olması için canı pahasına mücadele etmiş kamu görevlilerinin çaba ve fedakârlıklarının görmezden gelindiği anlamının çıkarılmasına yol açabilir. 

Bu çalışmada ye alan tespit ve eleştiriler FETÖ ile mücadelenin doğru ve etkin bir düzlemde sürdürülmesi çaba ve arzusundan ibaret olarak değerlendirilmelidir. Daha uzun yıllar sürdürülecek bu mücadelenin henüz en baştan böylesi temel hususlarda büyük sorunlar ihtiva ediyor olması, ileride bu temel üzerine inşa edilecek olan binanın çok kolay yıkılmasına yol açabilir.

FETÖ’nün Algı Yönetimi Hileleri



Örgütün doğru tanımlanmasının önemiyle birlikte FETÖ’nün uyguladığı algı yönetimine karşı da büyük bir bilinç/farkındalık sağlamak gerekiyor. Çünkü FETÖ, algı yönetimi alanında profesyonel bir örgüt olarak karşımıza çıkıyor.

Bu kapsamda örgütün uyguladığı birçok propaganda ve psikolojik savaş örneği 
neredeyse her gün karşımıza çıkmakta. Bu algı yönetimi örnekleri sosyal medyadaki basit dezenformasyonlardan ibaret olabildiği gibi, insanlığın sahip olduğu en kutsal değerlerin bu uğurda kullanılmasına kadar varabiliyor. Bu raporda örgütün annelik ve şehitlik makamı üzerinden nasıl bir algı yönetimi yaptığı, Fetullahçı Anneler (örgüt ablaları) ve Yaşayan Şehitler (örgüte bağlı eski askeri öğrenciler) örnek olayları üzerinden gösterilmektedir.

Algı Yönetimi

Günümüzde bilginin manipülasyonu ve toplum mühendisliği uygulamaları neticesinde dünyanın farklı yerlerinde geniş çaplı yankılar ortaya çıkıyor; bu doğrultuda uluslararası ilişkilerin, hükümet yapılarının, siyasi ve etnik bağlamların, iktisadi ve mülki ilişkilerin görünümü ve dinamikleri değişiyor. 

Artık kamuoyunun iletişim yönetimi, propaganda ve kitle iletişim araçları ile şekillendirilmesi ve toplum mühendisliği uygulamaları, tanklardan veya roketlerden daha yıkıcı/öldürücü silahlar olarak görülüyor.24 

Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ’ın “Algı Yönetimi: Propaganda, Psikolojik Savaş, Örtülü Operasyon ve Enformasyon Savaşı” (2014) başlıklı kitabı,25 bu konuyla ilgili çok önemli bilgiler içeriyor. Kitapta algı yönetimi; reklamcılığı, imaj çalışmasını veya siyasal propagandayı da aşan kapsamlı bilimsel bir faaliyet alanı olarak ele alınıyor. Özdağ’a göre;

“Algı yönetimi, bisiklete binmek veya satranç oynamak gibidir. Kurallarını bilmek sizi algı yönetimini iyi yapabilmeye sevk etmez. Algı yönetiminde ancak uygulamalı olarak çalışırsanız ustalaşırsınız. Ancak kuralları bildiğiniz zaman size veya içinde bulunduğunuz topluma yönelik bir algı yönetimi yapıldığı zaman hemen algı yönetimini ve onun araçlarının hangisinin kullanıldığını tespit edebilirsiniz. Yaşadığımız çağda bu hiç küçümsenmemesi gereken bir husustur.”

FETÖ’nün algı yönetimi konusunda seçtiğimiz iki örneğini (Fetullahçı Anneler ve Yaşayan Şehitler) açıklamadan önce, yukarıda belirtildiği üzere konu hakkında birtakım temel bilgilere sahip olmamız gerekiyor.

Algı Yönetimi: 

Hedef toplum, grup veya kişinin duygu, akıl yürütme, karar alma ve 
eylemlerini belirlemek/etkilemek amacı ile yapılan enformasyon eylemleridir. Bu tür eylemler, psikolojik savaş ve harekât süreçleri ile yakından ilişkilidir fakat onlardan daha kapsamlıdır. Algı yönetimi sürecinde kullanılan araçlar şu şekilde sıralanabilir: Psikolojik savaş, çarpıtma/manipülasyon, haber/bilgi üretme, hile yapma, toplum mühendisliği, suçlama, komplo teorileri, karalama, taciz, reklam, sansür ve aldatma.

Propaganda: Propaganda insanın aklı yerine ruhunu hedef alan bir faaliyettir ve 
propagandanın hedefindeki insan, kitle içindeki manipüle edilmesi daha kolay olan insandır. En genel çerçevede propaganda mevcut görüş, tutum, eylem ve davranışları etkileyen, manipüle eden, kontrol eden, destekleyen, değiştiren, teşvik eden ya da koruyan bir sanat olarak değerlendirilebilir.26

Psikolojik Savaş: Bir milleti ve milletin içinden çıkardığı orduyu yenmek için psikolojik savaş kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bu yöntem artık sadece devletler arasında değil, iç siyasette rakip partiler/liderler arasında dahi kullanılmaktadır. Bu tür bir savaşın hedefi, düşmanın iradesini zayıflatmak, moral gücünü kırmak, gücünün verimliliğini azaltmak, düşman saflarında şüphe, memnuniyetsizlik ve karışıklık yaratmaktır. Bu savaşta bombaların hedefleri, askeri tesisler, köprüler, fabrikalar değil; bir milleti ayakta tutan temel manevi değerler ve özgüvenidir. Bir milletin özgüveni ağır bir yara alır veya yıkılır ise psikolojik savaş başarıya ulaşmış demektir.

Mağduriyet Psikolojisi: Mağduriyet psikolojisi, psikolojik savaşın çok önemli bir ayağını oluşturur. Örneğin PKK’nın sürdürdüğü psikolojik savaşın çok önemli bir ayağı, şüphesiz, etnik çatışma/ayrışma zeminini beslemek adına yapılan mağduriyet psikolojisini oluşturmaktır.

Yazının devamında örnek olarak aldığımız “Fetullahçı Anneler ve Yaşayan Şehitler” olayları bu kavramlar çerçevesinde anlamlandırılabilir.

Fetullahçı Anneler.,

Darbe girişimi sonrası yapılan araştırmalar neticesinde, örgüt mensubu kadınlara yönelik soruşturmalara başlandı. Bu kadınlar, tıpkı örgüt abileri/örgüt mensubu erkek yöneticiler gibi örgüt ablaları olarak birçok örgütsel faaliyette bulunuyordu. Fakat süreç içerisinde çok garip gelişmeler yaşandı. Gözaltına alınan örgüt ablalarının/örgüt mensubu kadın yöneticilerin birçoğunun hamile olduğu ortaya çıktı. Hatta yapılan bir operasyon neticesinde yakalanan 11 örgüt mensubu kadının 11’inin de hamile olması, bu garipliği fazlasıyla arttırdı.27 

Bu durum, hayatın doğal akışına aykırıydı. Araştırmalar neticesinde örgüt lideri F. Gülen tarafından örgüt mensuplarına “çocuk yapın” mesajı verildiği öğrenildi.

Bu garip gelişmeler neticesinde mensuplarının yatak hayatına kadar karışan bir kült örgüt ile karşılaşıldı. Hatta izdivaç sorumlusu olarak bilinen örgüt mensubu bir kadının bu yöntemi evli değilken dahi kullanarak hamile kaldığı öğrenildi.29 Bununla birlikte eşi 2 yıldır FETÖ firarisi olan bir örgüt mensubu kadının da hamile kalması üzerine mahkeme başkanı konuyu sanığa sordu. Örgüt mensubu kadının verdiği cevap şu şekilde: “Bebeğin babası eşim, bir gece ansızın geldi.”30 

Örgütün neden böyle bir taktiğe başvurduğu meselesi konumuz açısından çok önemlidir. 

Bu taktiğin görünen/açık iki temel nedeni şu şekildedir:

1. Kadınların hamile kalmalarını sağlayarak onları soruşturmalardan kaçırmak ve bu sayede, örgüt faaliyetlerini kadınlar üzerinden devam ettirmek.
2. Ulusal ve uluslararası alanda elleri kelepçeli, mahpus hamile kadın görüntüleri ile mağduriyet psikolojisi yaratmak.

Mağduriyet psikolojisi kapsamında dış basında, bilimsel makalelerde ve birtakım sosyal medya hesaplarında Fetullahçı Anneler konusunun nasıl işlendiğini bakarsak şu şekilde örneklerle sıklıkla karşılaşıyoruz:

• “The Turkey Purge” isimli bir internet haber sitesi üzerinden Fetullahçı Anneler 
konusunun sıklıkla işlendiği görülüyor. Bu site ülkemizde yasaklanmış. Baskıcı bir rejime maruz kalan Türk halkının sesi olmak için çalışan genç gazetecilerin yönettiği bir site olarak tanıtılıyor. Purge dilimizde; aklamak, temizlemek, temize çıkarmak, kusmak, bağırsaklarını boşaltmak anlamlarına geliyor. Türkiye Adalet Bakanlığı verilerine ve The Turkey Purge raporlarına göre, Türkiye'deki cezaevlerinde 2.250'den fazla anne bulunuyor. Bunların arasında 520’si altı yaşından küçük çocuklarını cezaevinde büyütüyor. Bu sitenin reklamını yapan ve Fetullahçı Anneler konusunu gündeme taşıyan sitenin attığı haber başlığı ise şu şekilde: “Doğum Yaptıktan Sonra Tutuklandı: Söylentilere Göre Türkiye’de Darbe Sonrası Kısıtlamalar Doğum Servislerini Hedef Aldı”. Türkiye’de doğum yaptıktan sonra tutuklanan kadınların çoğunun öğretmen olduğu belirtiliyor.31
• 2018 Haziran ayında ABD’de yayımlanan bir makalede, 2017 yılında tutuklandığı belirtilen 50.504 kişi arasında akademisyenlerin, gazetecilerin, doktorların, hamile kadınların, emniyet personellerinin, öğretmenlerin, askerlerin, hâkimlerin, avukatların ve ev hanımlarının olduğu belirtiliyor. Makalede FETÖ’den hizmet hareketi olarak bahsediliyor.32
• Örnek bir Türkçe tweet mesajı: “BÜYÜK REZALET...! Kahramanmaraş'ta Eşleri 
tutuklu ev hanımlarının birbiriyle yardımlaşarak geçimlerini sağladığını tes(p)it 
eden emniyet, 11 Ev hanımını gözaltına aldı. Ne yapsınlar? Ağaç kökü mü yesinler? Her şeye rağmen hayatta kalmaya, yaşamaya çalışıyor insanlar.”33

• Örnek bir yabancı tweet mesajı: “Türk mahkemeleri tarafından Gülen hareketinin üyeleri oldukları ileri sürülerek tutuklanan hamile kadınların hapis cezası, Türkiye’de Erdoğan yönetimi altında henüz doğmamış bebeklere uygulanan hukuksuzluklar dır.”34 

Bunlarla birlikte görünmeyen/kapalı bir neden olarak da örgütün toplumumuz açısından kutsal bir değer olan anneliğe (Cennet annelerin ayakları altındadır!) saldırdığı anlaşılıyor. 

Esasında FETÖ, toplumumuz açısından kutsal sayılan bütün değerlerimize saldırmıştır. Bu kutsal değerler içerisinde ilk akla gelenleri; din, askerlik, milliyetçilik ve vatan sevgisi, bayrak, üniforma, silah arkadaşlığı, şehitlik ve annelik olarak sıralayabiliriz.

Bu değerlerimiz üzerinde detaylıca düşünürsek, FETÖ’nün bunları nasıl çarpıttığını, karaladığını ve kirlettiğini daha rahat görmekteyiz. Aslında bu durum, ülkemize karşı yürütülen bir algı yönetiminin çok önemli fakat fazla açık olmayan stratejik bir noktasını oluşturmaktadır. Çünkü kutsal değerlerini kaybeden bir toplumu, silahla/tankla işgal edip esir etme ihtiyacı duymazsınız; değersizleşen bir toplum zaten FETÖ gibi bir kült örgüt liderinin iki dudağı arasında, küresel güç merkezlerinin menfaatleri doğrultusunda rahatça yönlendirilebilir.

Yaşayan “Şehitler”

Darbe girişimi sonrası askeri okulların hepsi kapatıldı. Bu okullarda okuyan yaklaşık 17 bin askeri öğrencinin ilişiği kesildi. Yapılan araştırmalar neticesinde özellikle 2012 yılı ve sonrasında yüzde 90’ı aşan oranda Fetullahçıların bu okullara sızdığı öğrenildi ve resmi ağızlardan böyle bir oran dile getirildi. Bu durum, soru çalma grafikleriyle de desteklendi. 

Bu yönde birçok örgüt mensubu askeri öğrencinin beyanı, itirafları oldu. Özellikle 2006-2014 yılları arasında yaklaşık dört bin askeri öğrenci, askeri okullardan Fetullahçı sözde subaylar tarafından zorla ayrılmaya sevk edildi. Sekiz yılda böylesi büyük bir sayıda, askeri okullarda yaşanan “ayrılma, atılma” olayları daha öncesinde, cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiştir, ilktir. Boş kalan yerlerin ise, özellikle 2008 yılı itibariyle, yığınlar halinde, çoğunlukla örgüt mensubu askeri öğrenciler tarafından doldurulduğu biliniyor.35 

Darbe girişimi sonrası FETÖ mensubu olma şüphesiyle, toptancı bir yaklaşımla bu askeri öğrencilerin hepsinin ilişiği kesildi. Fakat devletimiz ara dönemde olan Harp Okulu öğrencilerini kaliteli üniversitelerimizde olmak üzere, birçok bölüme sınavsız yerleşme hakkı tanıdı ya da sadece kendi aralarında sıralanacakları bir sınava tabi tutarak ülkenin en iyi üniversitelerinden başlamak üzere çeşitli eğitim kurumlarına girme hakkı tanıdı. Ülkemizin en iyi üniversitelerine sınavsız yerleşen, hiçbir maddi tazminat ödemeyen bu öğrencilerin durumu, 2006-2014 arası ayrılmak zorunda kalan öğrencilerle kıyaslandığında aradaki uçuk fark ortaya çıkmakta ve FETÖ ile mücadelede çeşitli kuşkuları beslemektedir. Çünkü Fetullahçı askeri öğrenciler, FETÖ’den arındırılmaya çalışılan devlet eliyle ödüllendirilmiş gibi bir görüntü ile karşılaşılmaktadır.

Bu öğrencilerin bir kısmı, ilk başlarda “Yaşayan Şehitler” adı altında örgütlenmeye çalışmıştır. Böylesine sivil bir grubun militarist anlamda dışarıda örgütlenmesi neticesinde alacakları tepkilerin sertliğini fark ettiklerinden dolayı, daha sonrasında bu isim altındaki propagandayı azaltmışlardır. Bu kavramı kullanarak örgüt şunları amaçlamıştır: 

1. “Yaşayan Şehitler” adı altında toplanarak tasfiye edilen askeri öğrencilerin sivil hayatta örgütlenmesini kolaylaştırmak, olası itirafçı olacakları engellemek, örgüt mensubu olan ve olmayan bütün askeri öğrencilerin insani duygularını kin, öfke, intikam kanallarına yoğunlaştırmak.
2. İntikam amacıyla 10-15 sene sonrasına yönelik ordu dışında bir ordu yaratmak.
3. Bir karışıklık esnasında belki de kullanabilecekleri canlı bombalarını/fedailerini 
(Karlov suikastı gibi) yetiştirmeye devam etmek.
4. Ulusal alanda şehitlik kavramı üzerinden lehlerine vatansever oldukları şeklinde bir algı yaratmak.

Fetullahçı annelerde görüldüğü üzere buradaki kapalı etki de şehitlik makamının 
Fetullahçılar tarafından kirletilmesidir. FETÖ mensupları bu değerimizi de hiçleştirmeye çalışmış, bu kutsal değerimize de saldırmışlardır.

FETÖ meselesinden açıkça deneyimlediğimiz üzere Türk toplumu çok yoğun bir şekilde algı yönetimine maruz kalmaktadır. Bu nedenle ülkenin genel stratejisi içerisinde milletini koruma amaçlı algı yönetimi, propaganda, psikolojik savaş gibi konulara ağırlık verilmesi gerekmektedir.

Bu noktada psikolojik savaşta bilerek veya bilinçsiz bir şekilde düşman servisler tarafından kullanılan kişi ve kurumları ikaz etmek veya etkisiz hale getirmek çok önemlidir. Ayrıca düşman servisin karar alıcılara veya halka yönelik olarak hangi mesajları verdiğinin tespit edilmesi hayati önem taşır. Bu yazıda sadece “Fetullahçı Anneler ve Yaşayan Şehitler” üzerinden kısa bir mesaj tespiti yapılmıştır. 

En genel çerçevede “her zehrin panzehri kendi içinde olur” düsturu ile olabildiğince itirafçılardan, çeşitli yabancı dillerden her türlü iletişim aracını da kullanarak yoğun bir şekilde yararlanmak; ulusal ve uluslararası alanda yürütülen bu psikolojik savaşın ilk etabında kullanılabilecek önemli bir karşı hamle olarak görülmelidir. Bununla birlikte Fetullahçı annelerin doğurdukları bebeklerin ve subaylık/askerlik hayallerinin mahvedildiğini düşünen 17 bin kişilik genç bir ordunun gelecekte FETÖ yönlendirmesiyle neler yapacağı, güvenliğimizi nasıl etkileyeceği, toptancı yaklaşımlardan uzak bir şekilde, acilen sorgulanmalıdır. 

Mücadeledeki Temel Hatalar

1. Çok Başlılık Sorunu ve Sivil İradenin Eksikliği: 

   15 Temmuz Darbe girişiminden 2019’un ilk aylarına kadar örgüt mensupları hakkında yaklaşık 20 bin soruşturma ve 8 bin dava açıldı. 105 bin kişi yargılanıyor, 50 bin kişi tutuklandı, 9 bin firari aranıyor, kamudan 109 bin kişi ihraç edildi.36 TSK'dan, FETÖ/PDY ile mücadele kapsamında 15 Temmuz 2016'dan Nisan 2019 tarihine kadar 16 bin 540 personel ihraç edildi, 6 bin 154 
personel hakkında süreç devam ediyor37. Bu sayılar her geçen gün değişebilir, önemli olan mücadeledeki çok başlılığın açtığı sorunları görebilmektedir. Örneğin örgüt tarafından mağdur edilen şahıslar davaları takip etmekte zorlanmış, birçoğu davalara müdahil olamamıştır. Bununla birlikte sürecin sulandırılmasına zemin hazırlanmıştır. Çünkü bu çok başlı yürütülen sürecin kontrolü çok zor bir hal almıştır. Yargılamalar, kripto FETÖ mensuplarının yönlendirmelerine karşı zayıflatılmıştır. Meselenin siyasallaştırılmasına ek olarak, kamuoyunu aydınlatmadaki zaaflar ve genel olarak kamu diplomasisindeki başarısızlık ve yetersizlikler, sivil iradenin ve uluslararası kamuoyunun bu konuya olan 
ilgisini, hatta güvenini gün geçtikçe azaltmaktadır. Başlı başına FETÖ’yü ve faaliyetlerini anlamak bile çok zor bir işken, açılan davaların bütün Türkiye’ye yayılması ile mesele çok daha karmaşık bir görüntü sergilemiş ve sivil irade konudan uzaklaştırılmıştır. Yargılamaların nesnelliğine dair olan inanç ise farklı yerlerdeki farklı uygulamaların etkisiyle yok olma noktasına gelmiştir.

2. Teorik Alt Yapı Eksikliği ve Araştırma Merkezlerinin Hareketsizliği: 

   FETÖ meselesinin sadece bir siyasi mesele olarak algılanması ve böyle bir algının yaratılması araştırmacıların meseleye olan ilgisini azaltmış ya da en azından geçici bir ilgiyle sınırlamıştır. Oysaki psikoloji, sosyoloji, ilahiyat, yönetim, siyaset bilimi, ekonomi, uluslararası ilişkiler, hukuk, terör, güvenlik vb. gibi meselenin birçok akademik boyutunun bu bağlamda bir bütün halinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Üniversitelerin bir kısmı bu konudaki hassasiyetlerini çeşitli kongre ve sempozyumlarda gösterse de bu durum, 
tek bir merkez etrafında örgütlenip araştırmaların sürekli bir hale getirilmesin den uzaktır. 
Aynı zamanda geçmiş ve mevcut araştırmalarla birlikte açık kaynak verilerinin tek bir çatıda toplanamamış olması, akademik çalışma yürütme bağlamında meselenin yalnızca belli kısımlarına projeksiyon tutulmasına ya da tümden karanlıkta kalmasına yol açmıştır. 

Bu nedenle konuya kült örgütler temelinde yaklaşacak, teorik alt yapıyı güçlendirecek ve FETÖ ve benzeri yapılanmalara karşı bilinçlenme sağlayacak devlet dışında stratejik merkezlere ihtiyaç bulunmaktadır. Öte yandan örgütün genel ideolojik altyapısı yerine yalnızca örgütün militanlarının FETÖ’yle mücadele kapsamına alınması; mücadeleyi tabiri caizse “terörle mücadeleden ziyade teröristle mücadele” olarak şekillendirmiştir. Özetle; ideolojiler üstü, sivil bir çatı altında, FETÖ ve benzeri örgütleri kült örgüt temelinde terör, casusluk, din gibi diğer bütün yönleriyle değerlendirecek, meseleye eleştirel yaklaşacak, mevcut hatalara dikkat çekecek, muhtemel tehdit ve tehlikeleri öngörebilecek, gelecek 
odaklı düzenli çalışmalar yürüten bir merkezin şu ana kadar faal ol(a)mayışı, büyük bir eksikliktir. 

3. Yeni Adaletsizlikler: 

FETÖ ile mücadele ederken kısa vadeli siyasi sonuç beklentili yaklaşım ve söylemler ve yargılamalardaki zengin-fakir ayrımcılıkları iddiaları, toptancı 
yaklaşım iddiaları, FETÖ konusundaki kirli ilişkileri örtme iddiaları gibi durumlar 
neticesinde oluşabilecek sonuçlar o denli vahim olabilir ki, bu durum toplumun belirli kesimlerinde “Keşke darbe olsaydı” şeklinde bir yargıyla sonuçlanabilir. Bugün birtakım çevrelerde bilgi eksikliği sonucunda veya kasıtlı olarak yaygınlaştırılan “darbe girişimi bir senaryoydu” söylemleri, ileride oluşabilecek söylemlerin vahameti açısından bizlere çok şey ifade etmektedir. Adalet mülkün temelidir ve adalet herkes içindir. Çok net bir şekilde anlaşılmalıdır ki, binlerce yıllık Türk devlet kültürünün esaslarından olan adalet dairesi parçalandığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarına, kuruluş esaslarına ve bizatihi Türk Milletine karşı esas darbeyi adalete olan güveni sarsanlar ve adaletin işleyişinin 
bozanlar yapmış olacaktır.

4. İdeolojik Ayrımlar: 

FETÖ’nün ideolojisi çok çarpıktır. Hedeflerine ulaşırken de çeşitli 
ideolojilerden her grubu hedef almışlardır. Bu nedenle FETÖ mağdurları muhafazakâr, milliyetçi, devrimci, liberal gibi çeşitli gruplar içerisinde bulunabilir. Bu gerçeğin farkında olmadan, FETÖ’nün hedef tahtasında yer almış olan mağdurlardan yalnızca belli ideolojilere sahip olanların yaraları sarılıyorsa, bu bir anlamda FETÖ’ye destek manasına gelecektir. 

Yine aynı şekilde FETÖ ile mücadele edecek sorumlular, belli ideolojilere göre seçilip bunun sonucunda da mücadelenin daha kuvvetli ve etkili ilerlemesi engelleniyorsa, bu durum da örgütü güçlendirmeye yarayacaktır. Öte yandan kamu kurumlarına ve özellikle de güvenlik bürokrasisine personel alımlarında birtakım vahim iddialar mevcuttur. 

Belirli tarikat veya cemaat mensubiyeti olanlara göz yumulduğuna, hatta bu kişilerin desteklendiğine yönelik kamuoyunda vahim ve ciddi iddialar pek çok kez gündeme gelmiştir. Herhangi bir kamu görevlisinin mensubiyetinin ve itaatinin devlete değil de başka bir gruba ait olmasının nasıl sonuçlar doğurabildiği ortadayken, FETÖ’ye mensup olanların devlet kadrolarından tasfiye edilmesiyle ortaya çıkan boşluğun doldurulmasında bu yolun izlenmesi en az aynı derecede tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.

5. Kısa Vadeli Düşünmek: 

Bu mücadele uzun vade düşünülerek yürütülmelidir. FETÖ gibi çok boyutlu, doktrininin temel yapı taşlarından biri gizlilik olan ve yıllarca devlet 
bünyesine gizlice sirayet eden, yani bir kanser hücresi gibi yayılmış olan bir örgütle mücadele, belki onlarca sene sürecektir. Böylesine bir kült örgütle mücadelenin uzun vadede nelere yol açabileceğine dair çeşitli araştırmalar yapılmalıdır. Bu uzun süreçte başarılı olmak için maraton koşmayı öğrenmek gerekmektedir. Aksi takdirde FETÖ ile mücadelede kısa vadeli düşünmek, uzun vadede çok daha güçlü ve tehlikeli bir FETÖ gerçeğiyle sonuçlanacaktır.

Sonuç

FETÖ ile mücadele, Türkiye’nin bugünü ve geleceği açısından büyük önem arz etmektedir. Bundan dolayı mücadelenin birçok açıdan çeşitli eksiklikler ve yanlışlıklar içermesi, kabul edilemez. FETÖ, 1071 sonrası Türk tarihinde Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerinin bütününde karşılaşmış olduğu en büyük iç düşmandır. FETÖ’yle mücadelenin bugünü, sayısal anlamda birçok örgüt militanının adalet karşısına çıkarılması açısından oldukça geniş çaplı ve ciddiye alınmış bir durum olarak görünmektedir. Fakat en temelde 
bu mücadele birçok problem içermektedir. Bu problemlerin başında, FETÖ’nün aynı zamanda bir kült örgüt olduğu; örgütün yapısının, elemanlarının ve faaliyetlerinin bu çerçevede geliştiği gerçeğinin göz ardı edilmesi gelmektedir. Bunun bir sonucu olarak örgütün tam anlamıyla çözülmesi, eski örgüt üyelerinin geri kazanılması veya rehabilite edilmesi gibi gereklilikler mümkün olmamakta dır. Hapis cezalarını çektikten sonra toplumun arasına karışacak olan örgüt mensuplarının geri kazanılması gibi hususlardaki soru işaretlerine cevaplar bulunamamaktadır. 

Kamu kurumları dışında, kült örgütlerle mücadele bağlamında üniversiteler, STK’lar, düşünce merkezleri ve platformlar üzerinden kült örgütlerle mücadele konusunda bilinçlendirme, akademik faaliyetlerde bulunma ve alternatif politikalar sunma gibi etkinliklerin eksikliği söz konusudur. Bu nedenle FETÖ ile mücadele kurumsallaşamamış, sadece münferit atılımlar ve mücadeleyi içselleştirebilmiş şahıslar üzerinden yürütülür hale gelmiştir. Mücadelede çok başlılık sorunu da henüz bir standart veya genel bir mücadele konsepti/doktrini oluşturulamamasına yol açmıştır. Ayrıca meseleye yönelik ideolojik referanslarla yaklaşımların şekillenmesi, çok büyük bir sorun teşkil etmektedir. 

Bunun için FETÖ de dâhil olmak üzere tüm kült örgütlere yönelik gerek bütünsel gerekse öznel vakalara yönelik çalışmalar yürütecek bir merkeze ihtiyaç duyulmaktadır. Devlet içerisinde uzmanlar, akademisyenler ve bürokratlardan oluşturulacak bir merkez birimi; stratejik üst kurul olarak çalışır ve FETÖ ile mücadelenin farklı alanlarını ve safhalarını koordine eder ve stratejik doktrinler üretirse FETÖ ile mücadelede daha etkin ve hızlı sonuçlar alınacaktır.

Hasan Sabbah’ın İsmail-i Nizarî yapılanması, tarihte Büyük Selçuklu İmparatorluğu için hayati bir tehdit noktasına kadar gelmiştir. Selçuklu İmparatorluğu aldığı tedbirlerle bunun önüne geçmeye çalışmış, ancak ortadan kaldıramadı. Bizim için Anadolu’da son bin yıldaki en ciddi tehlike; bir casusluk ve terör örgütü olma özelliklerine sahip kült bir hareket olan FETÖ ile mücadelede en başta yapılması gereken, devlet ciddiyetiyle toplumumuza İslâm’ı doğru öğretmek olmalıdır. Çünkü din, sosyolojik bağlamda toplum  hayatından ayrıştırılamayacak bir olgu olup, doğru öğretilmezse bu ihtiyaç başkaları tarafından karşılanır. Bu ise yarınlarda FETÖ gibi başka örgütlerin de ortaya çıkmasına yol açar. 

Oysa mevcut hali ile FETÖ’ye karşı mücadele tek boyutlu ve salt kriminal bir mücadele çerçevesine indirgenmemelidir. Böyle dar kapsamlı, stratejik hedeften yoksun bir yaklaşım tarzıyla FETÖ’ye karşı mücadelenin başarı kazanması mümkün değildir. Örgüte bir şekilde mensup olanların sayısı yüzbinlerle ifade edilmektedir. Dolayısıyla tüm bu kişilerin tek bir çerçevede değerlendirilmesi; hukukî, sosyal ve siyasal bazı sorunlar doğuracaktır. Raporda da belirtildiği üzere kült hareketlere dahil olmuş her insan veya grup farklı şekillerde 
örgütsel ve psikolojik bağ geliştirmiştir (seyirci, müşteri, sempatizan, militan vs.). Buradan hareketle, her bir alt grubun farklı hukukî yaptırım ve geri kazanma politikası gerektirdiği de açıktır. Tarihte Almanya bu yönteme 2. Dünya Savaşı sonrasında “Denazifikasyon” süreci adı altında başvurmuş ve bundan başarılı sonuçlar elde etmiştir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti de bu şekilde FETÖ’ye karşı örgütsel bağlılığı yüksek olmayan geniş taban geri kazanılabilecek, yeni mağduriyetlerin önüne geçilebilecek, hukuksal süreçler hem iç hem de dış kamuoyunda çok daha tatmin edici bir hâle gelecektir.

FETÖ ile mücadelede Türkiye Cumhuriyeti’nin işinin hiç de kolay olmadığı doğrudur. Çünkü FETÖ gibi ezoterik bir kült örgütü tam manasıyla bilmek, anlamak ve kavramak mümkün değildir. Öte yandan işlevsel olarak bir terör ve casusluk örgütü olarak FETÖ’ye karşı devletin güvenlik ve istihbarat bilimlerinin geliştirmiş olduğu tecrübelerin ve yeteneklerin kısıtlı olması da doğaldır. 

Bu durum yine yargı kurumları için de söz konusudur. Fakat FETÖ tehdidini bertaraf etmek için “FETÖ’cülerle mücadele” yeterli değilken; ideolojisi, 
yöntemleri, yapısı ve dinamikleri anlaşılabilmiş, tüm bunlara karşı stratejik bir mücadele doktrini geliştirilmiş bir “FETÖ ile mücadele” acilen gereklidir.

FETÖ’ye yönelik ilerideki çalışmaların sağlam bir temel üzerine inşa edilebilmesi amacıyla FETÖ meselesi bağlamında güncel bir kült tanımı ortaya koyabilmek; örgütün esasları, ideolojisi, motivasyonu, misyonu, yöntemleri ve dinamiklerini anlayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra Türk toplumu FETÖ de dâhil olmak üzere birçok cepheden algı yönetimine maruz bırakılmaktadır. Bu nedenle ülkenin genel stratejisi içerisinde milletini koruma amaçlı algı yönetimi, propaganda, psikolojik savaş gibi konulara ağırlık verilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde FETÖ ve benzeri yapılanmalara karşı 
etkin bir mücadele yürütülebilecektir. 

Kaynakça

Aksakaloğlu, Y. (2018). FETÖ Kıskacında Askeri Okullar, Galeati, Ankara, s. 130-146. 
Beyaz, Z. (2011). Said Nursi ve Nurculuk, 1. Baskı, Sancak Yayınları, İstanbul
Çaha, Ö. (2016). “Cemaatten Terör Örgütüne Gülen Hareketinin Anatomisi”, Liberal Düşünce, 21(83), s.99

Darbenin sinyali ilk ne zaman verildi? İşte MİT uzmanlarının analizi, Time Turk, https://www.timeturk.com/darbenin-sinyali-ilk-ne-zaman-verildi-iste-mit-uzmanlarinin-analizi/haber-231164

Demir, H. (2017). Gülen Örgütü: Ezoterik Bir Kült Cemaatin Radikalleşmesi, Ay Yayıncılık, Ankara, s.76

Doğum Sonrası Tutuklandı: Türkiye'nin Darbe Sonrası Çatlamasının Annelik Muhafızlarına Çarptığı Bildirildi, (2017). AlBawaba, https://www.albawaba.com/loop/arrested-after-giving-birth-turkeys-post-coup-crackdown-reportedly-hits-maternity-wards-1004186

FETÖ'den hamile kalın emri!, (2017). Haber7, 
http://www.haber7.com/guncel/haber/2403819-fetoden-hamile-kalin-emri

FETÖ davasından tahliye olmak için hamile kaldı, (2018). Ensonhaber, https://www.ensonhaber.com/feto-davasindan-tahliye-olmak-icin-hamile-kaldi.html 

Gülen'i bitirme planı 2004 MGK'da alındı, (2013). OdaTv, https://odatv.com/guleni-bitirme-plani-2004-mgkda-alindi-2811131200.html 

International Cultic Studies Association (ICSA), https://www.icsahome.com/aboutus

İncetaş, Y. (2018). Politics, Education, and a Glocal Movement: Gulen-Inspired Educators and Their Views on Education in Politically Turbulent Times, Journal of Educational Issues, Vol. 4, No. 1. https://files.eric.ed.gov/fulltext/EJ1183849.pdf adresinden alınmıştır.

İşte FETÖ bilançosu! Kaç tutuklu, kaç firari var? Kaç dava açıldı?, (2019). İnternet Haber, 
http://www.internethaber.com/iste-feto-bilancosu-kac-tutuklu-kac-firari-var-kac-dava-acildi-foto-galerisi-1817321.htm

James, T. Richardson, (1980). “People’s Temple and Jonestown: A Corrective Comparison and Critique”, Journal for the Scientific Study of Religion, 19(3), s.240. 
https://cultinformation.org.uk/question_what-is-a-cult.html adresinden alınmıştır.

Kelkitlioğlu, M. (2016). Adliyede 11 ‘abla’ da hamile çıktı!, Akşam, https://www.aksam.com.tr/murat-kelkitlioglu/yazarlar/11-abla-da-hamile-cikti-c2/haber-553133

Marks, A. (2018). Jim Jones ve Jonestown'un Dersleri, Rolling Stone, https://www.rollingstone.com/culture/culture-features/jonestown-jim-jones-lessons-terror-jungle-751924/ adresinden alınmıştır.

Miroslav Mitrovic, “Genesis of Propaganda As a Strategic Means of Hybrid Warfare Concept”, Vojno Delo, 2018, s. 34.

Papa ve FETÖ'nün sır görüşmesi arşivden çıktı!,(2017). İnternet Haber, http://www.internethaber.com/papa-ve-fetonun-sir-gorusmesi-arsivden-cikti-1749906h.htm

Philip G. Zimbardo Personal Website, http://www.zimbardo.com/zimbardo.html

Plous, S. (2016). Philip. G. Zimbardo, https://zimbardo.socialpsychology.org/ 

Suikast Planı Fetö Dizisinden Kurgulanmış, Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/suikast-plani-feto-dizisinden-kurgulanmis-ankara-yerelhaber-3175920/

Sutton, C. (2018). 918 ormanda öldü: 'Jonestown katliamından nasıl kurtuldum', NewsCom, 
https://www.news.com.au/world/north-america/how-i-survived-jonestown-massacre-of-918-dead-in-jungle/news story/b97d0a33834708eacb6565fbebeca5a7#.m2kdh

TSK'dan 3 yılda 16 bin 540 personel FETÖ'den ihraç edildi, (2019). TRT Haber, https://www.trthaber.com/haber/turkiye/tskdan-3-yilda-16-bin-540-personel-fetoden-ihrac-edildi-413509.html

Tutuklanmamak için hamile kalmış, (2018). Milliyet, http://www.milliyet.com.tr/
tutuklanmamak-icin-hamile-kalmis-gundem-2604496/

Özdağ, Ü. (2017). Algı Yönetimi: Propaganda, Psikolojik Savaş, Örtülü Operasyon ve Enformasyon Savaşı, 7. Baskı, Kripto, Ankara

Zimbardo, P. (1997). What Messages Behind Cults, American Psychological Association Monitor, p.14. https://www.icsahome.com/articles/what-messages-behind-cults-zimbardo adresinden alınmıştır.

Zimbardo, P. (2008). The Lucifer Effect: Understanding How Good People Turn Evil, Random House.

www.21yyte.org


DİPNOTLAR;

1 https://www.icsahome.com/aboutus
2 Hilmi Demir, 2017, Gülen Örgütü: Ezoterik Bir Kült Cemaatin Radikalleşmesi, Ay Yayıncılık, Ankara, s.76
3 https://cultinformation.org.uk/question_what-is-a-cult.html 
4 https://www.icsahome.com/articles/onusingtermcult
5 2004 yılında Amerikan Aile Vakfı’nın ismi, Uluslararası Kült Araştırmalar Derneği (International Cultic Studies Association-
   ICSA) olarak değiştirilmiştir. 
6 https://cides.fryshuset.se/files/2012/07/differences_and_similarities.pdf
7 Hilmi Demir, a.g.e., s.76-87
Jim Jones’un 900’den fazla takipçisinin Guyana bölgesindeki ormanda kitlesel katliamının acı verici fotoğrafı, 
Fotoğraf: David Hume Kennerly, Kaynak: Getty Images.
8 https://www.news.com.au/world/north-america/how-i-survived-jonestown-massacre-of-918-dead-in-jungle/news-story/
b97d0a33834708eacb6565fbebeca5a7#.m2kdh
9 https://www.rollingstone.com/culture/culture-features/jonestown-jim-jones-lessons-terror-jungle-751924/
10 James, T. Richardson, 1980, “People’s Temple and Jonestown: A Corrective Comparison and Critique”, Journal for the 
     Scientific Study of Religion, 19(3), s.240
11 James, T. Richardson, a.g.m., s.246
12 James, T. Richardson, a.g.m., s.251
13 James, T. Richardson, a.g.m., s.250 
14 Ömer Çaha, 2016, “Cemaatten Terör Örgütüne Gülen Hareketinin Anatomisi”, Liberal Düşünce, 21(83), s.99
15 https://www.timeturk.com/darbenin-sinyali-ilk-ne-zaman-verildi-iste-mit-uzmanlarinin-analizi/haber-231164
16 http://www.milliyet.com.tr/suikast-plani-feto-dizisinden-kurgulanmis-ankara-yerelhaber-3175920/
17 http://www.internethaber.com/papa-ve-fetonun-sir-gorusmesi-arsivden-cikti-1749906h.htm
18 https://zimbardo.socialpsychology.org/ ; http://www.zimbardo.com/zimbardo.html
19 https://www.icsahome.com/articles/what-messages-behind-cults-zimbardo
20 https://www.amazon.com/Lucifer-Effect-Understanding-Good-People/dp/0812974441/ref=as_li_ss_
tl?ie=UTF8&qid=1524331105&sr=8-1&keywords=lucifer+effect&linkCode=sl1&tag=bet0f5-20&linkId=f6d401f9799b697a4224e3f153530719
21 https://www.dr.com.tr/Kitap/Seytan-Etkisi/Philip-G-Zimbardo/Egitim-Basvuru/Psikoloji-Bilimi/
urunno=0000000640894?gclid=CjwKCAiAx4fhBRB6EiwA3cV4KhZUI0poU_m6tC1VdKdibF6a_OJxvH4h_
k6fD_4AVHX4nBDMB09OJxoCoQMQAvD_BwE
22 Zekeriya Beyaz, Said Nursi ve Nurculuk, 1. Baskı, Sancak Yayınları, İstanbul, 2011.
23 https://odatv.com/guleni-bitirme-plani-2004-mgkda-alindi-2811131200.html 
24 Miroslav Mitrovic, “Genesis of Propaganda As a Strategic Means of Hybrid Warfare Concept”, Vojno Delo, 2018, s. 34.
25 Ümit Özdağ, Algı Yönetimi: Propaganda, Psikolojik Savaş, Örtülü Operasyon ve Enformasyon Savaşı, 7. Baskı, Kripto, Ankara, 2017.
25 Miroslav Mitrovic, a.g.m., s. 40.
26 https://www.aksam.com.tr/murat-kelkitlioglu/yazarlar/11-abla-da-hamile-cikti-c2/haber-553133
27 http://www.haber7.com/guncel/haber/2403819-fetoden-hamile-kalin-emri
29 http://www.milliyet.com.tr/tutuklanmamak-icin-hamile-kalmis-gundem-2604496/
30 https://www.ensonhaber.com/feto-davasindan-tahliye-olmak-icin-hamile-kaldi.html 
31 https://www.albawaba.com/loop/arrested-after-giving-birth-turkeys-post-coup-crackdown-reportedly-hits-maternity-wards-1004186
32 https://files.eric.ed.gov/fulltext/EJ1183849.pdf
33 https://twitter.com/anlamiyorssun/status/1089941445610520577
34 https://twitter.com/AlonBenMeir/status/1030041007314927617
35 Yağız Aksakaloğlu, FETÖ Kıskacında Askeri Okullar, Galeati, Ankara, 2018, s. 130-146. 
36 http://www.internethaber.com/iste-feto-bilancosu-kac-tutuklu-kac-firari-var-kac-dava-acildi-foto-galerisi-1817321.htm
37 https://www.trthaber.com/haber/turkiye/tskdan-3-yilda-16-bin-540-personel-fetoden-ihrac-edildi-413509.html

***

2 Aralık 2019 Pazartesi

Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi?

Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi? 















Yazar: Ümit Özdağ 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 


Suriye Ordusu’nun Birleşmiş Milletler gözlemcileri Şam’da iken Şam’ın stratejik önemi olmayan bir semtindeki direnişçilere yönelik olarak kimyasal silah saldırısı yaptıkları iddiası üzerine dönmeye başlayan Suriye’ye askeri müdahale çarkları dönemeye devam ediyor. ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde BM dahil her platformda söylenen yalanları unutmamış olan dünya kamuoyu Suriye’nin kimyasal silah 
saldırısı yaptığına inanmıyor. Bir İngiliz milletvekilin söylediği gibi, “Baas rejimi kimyasal silah kullanacak kadar kötü olduğunu biliyorum ancak gerçekten o kadar aptallar mı?” Bu soruya İngiliz parlamentosu üyelerinin çoğu “Hayır” cevabını verdikleri için İngiliz parlamentosu Suriye’ye müdahaleye “hayır” dedi. 

Üstelik kimse Amerikanlı gazeteci Dale Gavlak kimyasal silahın Suudi kaynaklı olduğu ve silahı kullanmayı bilmeyen isyancılar tarafından yanlışlıkla patlatıldığı şeklindeki çok önemli haberi üzerinde durmak istemiyor. Savaş haberleri konusunda uzman bir site olan infowar.com ve lifeleak.com başta olmak üzere değişik haber sitelerinde ve Türkiye’de Taraf gazetesinde çıkan bu haber sessizlikle öldürülüyor. Üstelik Dale Gavlak, kimyasal silahı patlatanların adlarını veriyor, silahı patlatan isyancının babası ile yaptığı söyleşi de babanın silahı gördüğünü açıklıyor. Batılılar, Suudi Arabistan’ın kimyasal 
silah bağlantısının ortaya çıkmaması için olayı bastırıyorlar. Çünkü bu olayın arkasında Suudi istihbarat servisi başkanı Prens Bandar var. Ve Prens Bandar çok uzun yıllar Washington’da büyükelçilik yapmış, çok güçlü bağlantıları olan bir isim. Zaten sıkıntıda olan petrol monarşisini şimdi bir de bu konuda 
sıkıntıya sokmak istemiyor Batı Başkentleri. 

Öte yandan ABD ordusundan ve askerilerinden gelen “bizi bu işe karıştırmayın” şeklindeki kurumsal ve bireysel mesajlara rağmen Amerikan yönetimi biraz da kendisini bağlamış olmanın neticesinde Temsilciler Meclisinden askeri müdahale için onay aldı ve gelecek hafta Senato askeri müdahaleyi görüşecek. Her ne kadar asker müdahale zaman sınırlı ve havadan olacak şekilde planlansa 
da daha şimdiden bütün askerlerin bildiği gibi ilk kurşun ateşlendikten sonra olacakları kimsenin bilmesi mümkün değil. 

Suriye, geçtiğimiz yıllarda çok güçlü bir hava savunma sistemi inşa etti. İran’da Suriye’den sonra kendisine bir saldırı yapılacağını düşünerek, Suriye’ye hava saldırısını, İran’a yapılacak bir saldırıda İran’ın kendisini savunmasının manevra alanı olarak değerlendirecek. Suriye’nin elindeki sistemlerin ne olduğu dahi tam olarak bilinmiyor.

    Örneğin Rusların ileri teknoloji hava savunma sistemi S 300 füzelerinin Şam’ın elinde bulunup bulunmadığı karanlık bir husus. Putin en son açıklamasında Şam’ın S 300 ’lerin birleşenleri ni teslim aldığını ancak teslimatın tamamlanmadığını ifade etti. Bu açıklama içinde sürpriz barındıran bir açıklamadır. Eğer, Amerikan saldırısı başladıktan sonra S 300’lerin devreye girdiği ortaya çıkar ise Amerikan hava kuvvetleri çok şaşırır. 

Amerikan saldırısını izlemek amacı ile Doğu Akdeniz ’e konuşlanmaya başlayan Rus ve Çin savaş filoları da varlıkları ile dahi bir gerilim yaratacaklardır. Moskova ’nın Suriye’ye Amerikan füzelerine karşı bilgi savaşı teknolojisi yardımı yapması, ABD ’nin çok güvendiği denizden karaya füzelerinin etkisiz kalmasını beraberinde getirebilir. İlk mermi atıldıktan sonra eğer 10 Amerikan savaş uçağı düşer, bir Amerikan savaş gemisi vurulur, dört Amerikan füzesi havada etkisiz hale getirilir ise dünya kamuoyunda “yenilen ABD” imajı gelişirken, Amerikan kamuoyunda da bu imajı ortadan kaldırmak amacı ile “karada 
savaş” görüşü güçlenecektir. 

Bütün bu ihtimallerin ABD başkentini de gerdiğini gören Moskova ve Tahran ise daha rahat görünüyorlar. Putin, Washington’a bir ikna heyeti yollamaktan bahsediyor. İran’da batı ile daha olumlu ilişkiler geliştirmek isteyen ve Batı tarafından olumlu karşılan yeni hükümette, Tahran’dan yansıyan 
olumlu havanın devam etmesinin ABD’nin Suriye konusunda alacağı tavra bağlı olduğunu açıklıyor. 

    İşte bu ortamda Amerikalı diplomatlar Tahran’da gizli görüşmelere başlamışlar. Tahran Masaya Nükleer çalışmalarını yavaşlatma sözünü sunar, İsrail’in yaşam hakkı ile ilgili rijit davranmayacağını ifade eder, karşılığında Suriye’ye yapılacak saldırının “makyaj” saldırı olmasını ister ve Esad rejiminin iktidarda kalmasını talep ederse Washington buna ne cevap verir? 



http://www.21yyte.org/tr/arastirma/suriye-krizi-izleme-merkezi/2013/09/05/7198/suriyede-perde-arkasinda-pazarlik-olabilir-mi

***

7 Kasım 2019 Perşembe

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!

Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye! 


Yazar: 
Prof. Dr. Ümit Özdağ, 



PKK ve BDP’li temsilcilerin saldırganlıklarının arttığı bir dönemden geçiyoruz. 
AKP Hükümeti, PKK ve BDP’lilerin politikaları ve eylemleri için özürler ürettikçe PKK/BDP’nin saldırganlıkları azalmayacak artamaya devam edecektir. 
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Katılımların yüksek olduğu kanaatinde  değiliz. 
Bu katılımların amacının ölecek veya öldürecek nitelikte değil başka amaçlarla olduğunu biliyoruz. Gelecek kaygısı. Yani dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli bir hal aldı” diyerek PKK/BDP adına özür dilemektedir.[1] PKK’ya katılımların gelecek endişesi ile yapıldığı ifadesi, gelecekte PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da insanlara iş ve aş verebileceğinin de dolaylı ifadesidir. 

Bir BDP milletvekili, Türkiye’nin üç tarafı “Kürdistan ile çevrili” diyerek, adeta, sadece Suriye, Irak ve İran’ın değil, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı da yok saymaktadır. Bu saldırgan yaklaşım, aslında Türkiye’de yaşanan meselenin de bir insan hakları ve demokrasi meselesi değil, toprak ve egemenlik meselesi olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Esasen, PKK/BDP’liler, sadece 
Türkiye’nin güney ve doğu sınırları dışında bir Kürdistan’dan bahsetmemekte yetinmemekte, Iğdır-Sivas-Mersin arasında kalan coğrafyayı da Kürdistan olarak, büyük Kürdistan’ın parçası olarak görmektedirler. PKK’nın Türkiye’den koparmayı hedeflediği coğrafya budur. Bazı PKK’lı/Kürtçü stratejistler, Iğdır’a kadar uzanan PKK yayılmasının Rize üzerinden Karadeniz’e açılabileceğini böylece Büyük Kürdistan’ın hep Karadeniz hem Akdeniz’den denizlere açılması nın mümkün olduğunu düşünmektedir. 



PKK’lılar ve Kürtçü teorisyenler, Iğdır, Sivas, Mersin alanının Kürdistan laştırılmasının demografik bir savaş olarak görmektedirler. Öcalan 1989’da şöyle demektedir: “Kürt nüfusu ikiye katlanırken Türkler yerinde sayıyor. 
Ve önümüzdeki 2000’li yıllara doğru Kürt nüfusunun Türk nüfusunu aşması işten bile değil. Bu çok önemli. Nasıl bir dönem Türkler doğudan Rum asıllı Anadolu’ya doğru akıp halkı Rum olan devlet içinde yer aldılarsa da, hem de saldırı ruhuyla bu topraklarda kendilerine yer açtılarsa, biraz daha değişik de olsa benzer bir tarzda Kürtlerin akışı var. Gene doğudan batıya. Şimdiden İstanbulları 
biliyorsunuz. İzmirler, Adanalar milyonlarca Kürt’e sahip. Hem de en aktif en dinamik kesimler… Türkler ise biraz rehavette!”[2] Bu yaklaşım ile hareket eden PKK/BDP geleneği şimdi şöyle demektedir: Iğdır’daister Azeri ol ister zenci Kürdistan’da yaşadığını bileceksin. BDP’nin Iğdır’da belediye seçimlerini 
kazanmasından hemen sonra BDP’nin önde gelen temsilcilerinden birisi Pelvin Buldan, 29 Mart seçimlerinde Kürdistan' sınırlarını belirledik. Yani, Van'ı aldık, Siirt'i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır'ı aldık” amaçlarının ne olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.[3] 

AKP Hükümeti, PKK açılımı sürecinde almış olduğu kararlar ile Başbakan Erdoğan adını vermediği bir “tek millet”ten bahsetse de ayrı bir “Kürt milletleşmesi” sürecini güçlendirmektedir. AKP tarafından demokratikleşme adı altında atılan her adım “etnik kimliğin kurumsallaştırılması” sürecinin bir parçasıdır. 

Kısa vadede AKP’nin attığı etnik hakların kurumsallaştırılması televizyon, Kürtçe eğitim, Dersim söylemi, “devlet haksızlık yaptı özür dileyelim” politikaları sahte bir rahatlama sağlayacak, ancak etnik kimliğin kurumsallaştırılması ülkemizi bir arada tutan Türk milli kimliğini eritecek ve nihayet Türkiye’de iki milletli bir yapıya dönüştürülecek tir. 

Ayrı milletleşme sürecine giren ve demografik savaş duygusu ile hareket ettirilen bir yapının varacağı nokta son kertede kişi başına milli gelirin Avrupa’da birinci olduğu Belçika’da Valonlar ile Flamanların vardığı noktadan çok farklı olmayacaktır. 

Üstelik, Irak parçalanmış kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmiştir. Şimdi Suriye parçalanmakta ve Kuzeyine bir Kürdistan yerleştirilmektedir. Bunu İran’ın parçalanmasının izlemesi hedeflenmektedir. 

AKP Hükümetinin izlediği ayrı milletleşme sürecini ile Türkiye’nin milli birliği ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmesi mümkün görünmemektedir. 

Bugün PKK’nın ulaşmış olduğu nokta PKK’nın gücünden değil, Türkiye’yi yöneten kadronun PKK ile mücadele etmemesinden kaynaklanmaktadır.Bundan dolayı mevcut kötü gidiş bir süre daha devam edecektir. Türkiye dibe vuracaktır. 

Bu arada PKK’nın şımarıklığı artarak devam edecektir. Ancak sonunda 
Türk Milletinin büyük bir bölümü (Hepsi değil. İstiklal Harbi’nde de hepsi katılmadı. Daha kötüsü düşman yanında yer alanlarda vardı. Bugün ihanet içinde olanlar kimin çocukları zannediyorsunuz.) ülkenin ve milletin bölünme noktasına geldiğini gördüğü an arkalarında en çok % 6 destek olan PKK’lılar ile nihai bir hesaplaşma içine gireceklerdir. Bu hesaplaşma sonucunda Türkiye’nin üç tarafı 
Kürdistan mı yoksa ne ortaya çıkacaktır. 

[1] http://siyaset.milliyet.com.tr/-herkes-tef-gibi-gergin-/siyaset/ydetay/1741273/default.htm 
[2] İki Bine Doğru, 22.10.1989 
[3] Habertürk, 28 Nisan 2009, “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü 

http://www.21yyte.org/ adresinden 31.07.2013 10:57 tarihinde indirilmiştir


5 Kasım 2019 Salı

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler,

2013 Küresel ve Bölgesel Gündem Üzerine Düşünceler


Ümit Özdağ tarafından yazıldı. 


2013 yılı küresel politik ve jeopolitik gerilimler açısından ne dünya ne de bölgemiz için sakin bir yıl olmayacak. Büyük bir kısmı tarihin 2012'ye taşıdığı ve çözülemeyen sorunları geliştirerek yaşamaya devam edeceğiz. CNN International bu sene dünyanın ve tabii Türkiye'nin gündeminde önemle yer alacak konuları bu konuda iyi bir çalışma yapmış. 
Bu çalışmayı da değerlendirerek ve genişleterek, bu sene dünyanın, bölgemizin ve Türkiye'ninkonuşacağı konuları aşağıdaki başlıklar altında toplamadık.

1) PKK ile Müzakereden Mütarekeye: Hiç şüphesiz bir yandan İmralı'daAbdullah Öcalan ile yeniden başlayan öte yandan Avrupa'da PKK ile gizli olarak da olsa düşük seviyede yürümeye devam eden müzakere süreci, artık mütareke evrilerek devam edecek bir zemine doğru yaklaşıyor.  AKP'nin son Kongresi'den sonra "AKP'nin Kürt Açılımı En Radikal Aşamasında" başlıklı yazımda,(Yeniçağ, Ekim 2013)  Hükümetin "Kürt Sorunu" diye nitelendirdiği PKK sorununu çözmek amacı ile Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli ve üniter devlet karakterini değiştirecek, bir dizi  önlemi alacağını kaydetmiştim.

Büyükşehir yasası ile idari federalizmin zeminin hazırlanması, Kürtçe'nin ikinci resmi dile götürecek adımların kararının açıklanması anılan Kongre sonrasındaki 
gelişmelerdir. Başbakan Yardımcısı ve Müzakere sürecinin yönetici olan ….'da İmralı ile ikinci görüşme sürecinin başlamasından sonra, sürecin AKP Kongresi 
sonrasında başladığını açıklamıştır. Öcalan ve PKK ile müzakereler 2013 senesinde Türkiye'nin olduğu gibi ilgili dünyanın ve bölgenin en önemli gündem 
maddelerinden birisini oluşturacak. 

    Ancak bu görüşmelerin 2013 senesi içinde sona ereceği anlamına gelmiyor. Çünkü PKK için görüşmelerin kabul edilebilir bir sonuca varması demek, 
    1)  Öcalan'ı da kapsayacak bir genel af, 
    2)  PKK'nın Türkiye'de legal bir parti olması, 
    3)  Büyükşehir yasasına valilerin de seçimle gelmesi maddesinin eklenmesi, 
    4)  Kürtçe eğitimin kabul edilmesi, 
    5)  Anayasaya Türkiye Cumhuriyeti'nin Türkler ve Kürtlerden oluştuğu hükümlerinin yerleştirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde PKK bugün olmaz ise yarın diyerek çatışmalara devam edecektir. AKP ise cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bu taleplere "evet" diyemeyecektir. 

Özetle, 2013 içinde de artık mütarekeye doğru giden ve geri dönülemez süreç devam edecektir. Mütarekenin halkta yaratacağı tepkiyi eritmek için KCK operasyonları, dağda PKK alt yapısına yönelik askeri operasyonlar devam edecektir.

2) PKK'nın Hakkari ve Van'da etkinliğini artırma çabaları: PKK, İmralı'da ve Avrupa'da yapılan görüşmelerin 2013 ilkbaharına kadar sonuç üretmemesi durumunda PKK, Hakkari'de 2009'dan itibaren uyguladığı ve "kurtarılmış bölge", "demokratik özerklik" ve en son "gazzeleştirme" diye anılan stratejiyi, Van'a da taşıyarak yaygınlaştırmaya çalışacaktır. PKK'nın izleyeceği bu politika, 2013 ilkbahar ve yazı Hakkari ve Van'da kırsal ve kentsel alanlarında PKK ile güvenlik güçleri arasında sert çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. Örgüt, 2013 içinde 2012'de denediği ancak başaramadığı kent ayaklanmaları girişimini tekrar deneyecek ve TSK'yı "meskun mahal çatışmasına" zorlamak isteyecektir.

3) Suriye İç Savaşı ve Savaşın Irak-Ürdün-Lübnan ve Türkiye'ye Etkileri: Suriye iç savaşı Esad "bugün düştü, yarın düşüyor" psikolojik propagandasına rağmen devam edecektir. Suriye'de iktidar 2013 içinde güç kaybetse de muhalefete dışarıdan büyük bir askeri destek gelmediği sürece, muhalif unsurlar Şam rejimini deviremeyeceklerdir. Üstelik, iç savaş Şam'da iktidarın el değiştirmesi ile bitmeyecektir. Şam'da iktidar isyancıların eline geçer ise Lazkiye'den başlayıp Akdeniz boyunca Suriye sahillerine yayılan Nüsayristan'da Esad'ın yeni savaşı başlayacaktır. Muhtemelen, Esad bu aşamada Suriye Kürtlerinin bağımsızlığını destekleyerek, hem isyancıları hem Türkiye'yi baskı altına almak isteyecektir. Öte yandan Suriye'deki parçalanma, diğer bir ifade ile Suriye'nin "Somalileşmesi", Irak'ın da parçalanmasına giden yolu açacaktır.

4) Kerkük, Kuzey Irak ve Irak: 2012'de Irak ve Kuzey Irak savaşmanın eşiğine gelmişlerdir. 2013'de Barzani ile Maliki arasındaki çatışma, Suriye'deki gelişmelerin de etkisi daha da sertleşecektir. Suriye'de rejimin devrilmesi ve Esadın savaşı Lazkiye'den sürdürmek istemesini Barzani, Kuzey Irak'ta Suriye'nin Kuzey bölgelerini de kapsayacak bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması için kullanabilecektir.Kerkük başta olmak üzere diğer Türkmen bölgelerinin Barzani'nin eline geçmesi Irak'ın Osmanlı döneminde Musul Vilayeti diye anılan bölgesinde ve Suriye'nin kuzeyinde Halep'e kadar uzanan alanda bağımsız Kürdistan'ın kurulmasına yol açacaktır. Şii Maliki Hükümetinin Irak'ın bölünmesini engelleyememesi, Sunni Arapçılığın ayrılmak için dışarıdan da tahrik ile harekete geçmesine neden olabilir. Kuzey Irak'ın bağımsızlığı Arap milliyetçiliğini geliştirip, sunni-şii geriliminin aşılmasına da neden olabilir.
     Barzani, Kerkük ve diğer Türkmen bölgeleri üzerindeki fiili hakimiyetini hukuki hakimiyete dönüştürmek için Irak Ordusunu yenmek veya en azından savaştan caydırmak zorunda olduğunu biliyor. Bu noktada son günlerde uluslar arası basında gittikçe sık yer alan bir haber/yorum, Başbakan Erdoğan'ın Barzani'ye bir Kuzey Irak-Irak savaşında, Türkiye'nin Kuzey Irak'ı destekleyeceğine dair söz verdiği hususudur. Irak başbakanı Maliki, Ankara'yı Türkmenlere, Kerkük ile birlikte Barzani'ye katılın telkininde bulunmak ile suçlamaktadır. Kerkük konusunda Ankara'dan da karışık sinyaller gelmektedir.

5) İran ve Nükleer Silah: İran, İsrail'in saldırı çağrılarına, ABD'nin başını çektiği Batının ekonomik ambargosuna rağmen hızla nükleer santrallerini inşa etmeye devam etmektedir. İran, bir askeri saldırıya da boyun eğmeyeceğini gösterecek şekilde konvansiyonel silahlanmaya devam etmekte ve sürekli yeni füze tipleri üreterek denemektedir. Öte yandan İran'a yapılacak bir İsrail ve/veya ABD saldırısı ilk kez çalışmakta olan nükleer tesislerin bombalanması gibi bir sonuç ortaya çıkaracak. Böyle bir bombardımanın ortaya çıkaracağı nükleer kirlilik muhtemelen Çernobil'den kat ve kat fazla olacak. İsrail İran'a saldıracak mı? ABD böyle bir saldırıya katılacak mı yoksa aktif destek vermekle yetinecek mi? 2013 yılında da İran dünya gündeminin önemli meselelerinden birisi olmaya devam edecektir.

6) Sallanan ve Etnikleşen Avrupa Birliği: 2013 senesi içinde AB ekonomik ve politik krizi yaşamaya devam edecek. Bu ekonomik kriz, eğer dağılmak istemiyor ise AB'nin yeni bir şekil almasına neden olacak. Ayrıca, başka faktörlerin yanında Brüksel bürokrasinin etnikçi politikalarının sonunda Belçika parçalanma süreci devam edecek. Katalonya ve Bask'ın İspanya'dan ayrılma süreçleri güçlenecektir. İtalya ekonomik krizinde etkisi ile milli bilincin daha da zayıfladığı, zengin Kuzey Ligi'nin, fakir güneyden ayrılmak isteğinin güçlendiği bir dönemden geçecek. 2013'de AB'nin sorunlarını ve geleceğini konuşmaya devam edeceğiz. 2013'de Türkiye'de AB'ciler biraz daha mahcup, "Ama AB standartları ..." demeye devam edecekler. Ankara'da artık AB dışında seçenekler üzerinde arayışlar başlayacak.

7) Çin'in Ekonomik ve Politik Yükselişi-ABD'nin Pasifik'e Dönüşü: Çin ekonomik yükselişi devam ediyor. ABD'nin Ortadoğu savaşına angaje olduğu bir dönemi çok akıllıca değerlendirip, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına uzanan Çin, düşük profilli bir dış politika sürdürmeye devam ediyor. Ekonomik ve politik gelişmesine uygun bir askeri yapılanma içinde olmasına rağmen, Pekin düşük profilli bir dış politika izleyerek Washington'u kışkırtmamaya çalışıyor. 2013'de Çin'in yükselişinin konuşulmaya ve ABD'nin muhtemel cevapları konuşulmaya devam ediliyor.

8) Müslüman Kardeşlerin Yükselişi ve Mısır: 2012 Mısır'da ilk demokratik seçimlerin ve Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesinin yılı oldu. Müslüman Kardeşler demokratik seçimle iktidara geldiler ancak daha ilk hamlelerinde demokrasiden çok hoşlanmadıklarını gösterdiler. Müslüman Kardeşler ve muhalifler arasındaki gerilim 2013 senesinde de sürmeye devam edecek. Müslüman Kardeşlerin iktidarı uzun bir iktidar mı olacak yoksa bir yaz yağmuru mu olacak? 2013 bunun büyük ölçüde anlaşılacağı sene olacak.

9) Libya'nın Afganistanlaşması Süreci: Libya'da Kaddafi yönetimin devrilmesinden sonra bir hükümet oluştu ancak bir iktidar oluşmadı. Ülke değişik radikal gruplar ve aşiretler arasında parçalanmış durumda. Bugünlerde uluslar arası basında çok bahsedilmese de Libya'nın parçalanması büyük bir ihtimal. Radikal İslamcı gruplar, bu ülkede Kaddafi'nin cephaneliği üzerinde oturmuş, ülkeyi Afganistanlaşıyorlar. Libya'da otoritenin çöküşü ve cihadist gruplar, Mali'nin Kuzeyinde yönetimi ele geçirmiş durumdalar. 2013'de Libya Kuzey Afrika'ya istikrarsızlık ihraç etmeye devam ederken, kendi parçalanması sürecinin dinamiklerini de geliştirecek.

10) Afganistan ve Pakistan dağılacak mı?: 2012'ye kadar Afganistan'da bir devlet yapısının nasıl kurulacağı üzerinde duruldu. Ancak 2012'den itibaren Afganistan'ın bir devlet olarak geleceğinden gittikçe ümit kesildiği görülüyor. Amerikan strateji yazınında 2012 içinde "acaba Afganistan'ı kuzey ve günye olarak bölmek daha mı faydalı olur?" tartışmasının yapılmaya başlandığı görülüyor. Bu tartışmanın 2012 sonundan itibaren daha belirgin bir şekilde "ABD'nin düşmanı olarak Pakistan ve Pakistan bölünmeli mi?" sorusunun eklendiği görülüyor. 2013 senesi içinde Afganistan ve artan oranda Pakistan konusunu tartışmaya devam edeceğiz.

11) Chavez Sonrasında Latin Amerika: Latin Amerika'nın sempatik anti-amerikan lideri Hugo Chavez'in kanser hastalığı ilerliyor. Yerine yardımcısının geçmesi için gereken hazırlıkları yaptı. Eğer süreç bu şekilde devam eder ise Chavez, 2014 senesinde iktidarda ve hatta dünya da olmayabilir. Chavez'in ölümü Latin Amerika'da gelişen anti-Amerikancı dalganın ağır bir darbe almasına, liderine kaybetmesine ve yeni bir lider üretememesi durumunda da erimesine yol açabilir. Türk medyasının ve üniversitelerin "radarları" dışındaki Latin Amerika ve ABD bu sene Chavez sonrası Venezuella'yı ve Latin Amerika'daki gelişmeleri çok konuşacak.

12) Kuzey Kore kendi roketi ile kendi uydusunu yörüngeye oturttu: Türkiye, toplama bir yapı olan (bu işler böyle başlar ve bu da önemlidir) Göktürk-2'yi Çin'den yörüngeye yollarken, Batı medyasında geri kalmış, insanları açlıktan ölen olarak gösterilen Kuzey Kore kendi yaptığı uyduyu kendi füzesi ile uzaya yolladı ve dünyanın yörüngesine oturttu. Bu noktada ABD'yi ilgilendiren husus,olması. Türkiye'de çok ilgilenilmeyen bu ülke 2013'de de dünyanın gündeminde olmaya devam edecek.

13) Hegemonyanı Zayıflaması Tartışmalarının Yoğunlaşması: ABD hala dünyanın en güçlü ülkesi. Daha bir süre öyle olmaya da devam edecek. Ancak artık Amerikan hegemonyasının kırıldığı Washington'da kabul ediliyor. Bush döneminde yapılan son büyük atak, hegemonyanın ömrünü uzatacağı yerde kısalttı. Ancak henüz çok kutuplu bir dünya sisteminin kuralları da oluşmadığı için sahte bir hegemoni ile dengesiz bir süreç uluslar arası ilişkilere egemen olmuş durumda. 2013 senesinde de hegemonyanın zayıflaması tartışmaları uluslar arası ilişkiler gündeminin önemli parçalarından birisi olmaya devam edecek.

14) Küresel ekonomik kriz: Devam ediyor

15) Küresel Isınma: Konuşmaya devam edeceğiz.


Uzman Hakkında
Ümit Özdağ
uozdag61@gmail.com


Uzmanın Diğer Yazıları;

2014’de Türk Ekonomisi ve İktidarın Sıkıntısı
Enerji Kıskacı, Zihniyet Ve Kıskacı Aşmak
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Çalışıyor
Kıbrıs Tekrar AKP Uğruna Feda Ediliyor, Sırada Sözde Soykırım Var
Türkiye’nin Gelecek Üç Yılı Üzerine Düşünceler
Ege Denizinde Türk Adaları Yunan İşgali Altında
Ankara Valisi Jandarma Genel Müdürü Mü Olacak?
PKK-KCK “Paralel Devleti”
Genelkurmay Başkanlığı’nın Dikkatine: Tekrar İzmir’deki Casusluk Davası
17 Aralık 2013 Sonrasında Türkiye'de Neler Oluyor?
PKK-AKP ve Cemaat
İsrail’de Stratejik Yarılma
Türkiye’nin Gayri Milli Suriye Politikası
Davutoğlu’nun Yeni Ermeni Açılımında Damat Ferit Politikasından İzler
Jandarma Genel Müdürlüğü İmiş?
Türk Milleti Yokmuş?
Türk Subaylarının Oslo’da PKK ile Yapılan Anlaşma Uyarınca Soruşturulmasına Başlanmıştır
Türkiye Bölücülüğü Aşacak
Güneydoğu Anadolu’da Neler Oluyor?-Büyük Resim
Genelkurmay Başkanlığı ve PKK’nın Açıklamaları
AKP Barzani’yi Ağırlarken PKK Suriye’de Devlet Kuruyor
Mete’nin, Atilla’nın Alparslan’ın Fatih’in ve Atatürk’ün Ruhunu Taşıyan Bir Türk Subayı
Türk Subayı
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Yeni Bir Şekil Vermek
Türk Ordusu PKK’yı Yenmiştir ve Tekrar Yenebilir
PKK ve Andımız
AKP’nin PKK’ya Son Tavizleri
Genelkurmay Başkanlığından Gelen Telefon
Biz Söylemiştik: ABD ile İran Arasındaki Gizli Pazarlıklar
PKK Çekilmiyordu ki Çekilmeyi Durdursun
Suriye’de Perde Arkasında Pazarlık Olabilir Mi?
Kutuplaştırmanın Milli Güvenlik Üzerindeki Öngörülmez Etkileri
Gerçekten Güneydoğu Anadolu’da Artık Şehit Vermiyor muyuz???
PKK’nın Derin Planı
Mesut Barzani Türkiye’nin Dostu Mudur?
2013 Sonbaharı Sıcak Geçecek Mi?
Ergenekon Davası ve Türk Ordusu
AKP Hükümeti PYD/PKK ile Neden Anlaştı?
Üç Tarafından Kürdistan ile Kuşatılmış Türkiye!
PKK Suriye’nin Kuzeyinde Ne Yapmayı Hedefliyor?

***