Necati Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Necati Doğru etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2020 Pazar

Tırnağı Olamadınız…

Tırnağı Olamadınız…


Necati Doğru


Pusu davasının (Balyoz) yüksek yargı ayağı da beklenildiği gibi çıktı. 
Büyük rejisörün yerli figüranlarla sahneye koyduğu pusu; ülkenin iki bayraklı, iki vatanlı, iki uluslu, iki hukuklu olması için kuruldu.
PKK ile açılım oldu.

Türklük yasaklandı.

Arkası “birliği bozmak” hedefine yürüyecek aheste paketlerle gelecektir. Bölünmez birlik olalım. Birlikte üretelim. Birlikte paylaşalım. Birlikte “hakki mürşit (yol gösteren) olarak ilmi alalım ve uygarlığa birilikte yürüyelim” demek için 1933’de yazılmış andın 79 yıl önce ölmüş yazarını yuhalıyorlar.
Başbakan kinle sataşıyor.

Partilileri nefretle yuhalıyor.

11 yıldır iktidardalar; “bölünmez birlik olalım, birlikte uygar olalım” hedefini geliştirecek hiçbir katma değer adımı atmadılar.
Sadece rant ürettiler.
Yandaşlarına dağıttılar.

* * *
79 yıl önce toprak olmuş Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’i kinle yuhalayarak; çapsızlıklarını gizlemeye çalışmaktalar.
Tarihe bakın yazıyor.
Reşit Galip ilericiydi.
Tıp okumuştu.
Hem edebiyat doktoruydu.
Hem hukuk doktoru.
41 yıllık yaşına 400 yıl sığdırdı: Hiç durmadı. Tıp fakültesi ikinci sınıftayken; iki cepheye gitmek için gönüllü yazıldı. Balkan Harbi’nde savaştı. Yaralandı. Kafkas cephesine katıldı. Erzurum’da hastalandı. Çatalca Cephesi’nde verem mikrobu kapmıştı. Osmanlı ordusundan onbaşı rütbesiyle emekli oldu, tıp okumaya devam etti. Hocası ve 2 sınıf arkadaşıyla Fransız hardal şişelerini laboratuvar tüpü gibi kullanıp gaz lambası ışığında 37 derecede tutarak bakteri, aşı, serum ürettiler.
Savaş sürüyordu.
Orduya serum gerekli.
Yeterli zaman yoktu.
Vücudunu kobay yaptı.
Serumu kendinde denedi.
Cephede Mehmet’e yetiştirdi.

* * *
Osmanlı yenildi. Ülke parçalandı. “Kurtuluş Savaşı”na destek vermek için “Köycüler Cemiyeti”ni kurdu. Tavşanlı’da bir cepheyi örgütledi. Savaş kaçaklarını yargılamak için kurulan İstiklal Mahkemesi üyeliği de yaptı.
1925’de Milletvekili seçildi.

1932 yılında Bakan oldu.

11 ay Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. Yasaklanan andı; okullarda “bölünmez birlik ve bütünlük aşısı” olsun diye bakanlığı döneminde yazdı. Türk Tarihi Tetkik Heyeti Genel Sekreterliği yaptı. Türk Tarih Kurumu’nun temellerini o attı. Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni Türk Dil Kurumu’na o dönüştürdü. Halkevleri’nin kurulmasına emek verdi. Üniversite reformunu o yaptı. İstanbul Üniversitesi’nin 1 Ağustos 1933 günü açılışında: “Türk’ün öz malı bir bilim yaratmalıyız, bunu yapamazsak başka ilmi terakkilerin (bilimde ilerleyenlerin) haraçgüzarı( sömürgesi) oluruz” temalı konuşma yaptı. Köy Enstitüleri’nde ilk DNA çatısını o kurdu. Anadolu Medeniyetler Müzesi, Milli Kütüphane, İlimler ve Sanatlar Akademisi’nin kurulmasında emeği var. Bakanlığının hedefine o yıllarda bile; “içinde 1 milyon kitap olan kütüphane kurma çıtasını” da o koydu. Halk kendi dilinde dinini anlasın diye Ezanı da o Türkçeleştirdi.
1934’de öldü. 41 yaşındaydı.

Cebinden 5 lira çıktı.

Bütün serveti, cebinden çıkan kefen parasıydı. Sağlığında; Mustafa Kemal Atatürk’ü Beyoğlu’nda Rus karı-kocanın işlettiği bir bar (Rose Noir) sahibine İş Bankası’nın 15 bin liralık kredi mektubunu verdiği için en ağır eleştiriyi çekinmeden Reşit Galip yaptı.

* * *
79 yıl sonra yuhalıyorsunuz.

Siz sadece rant ürettiniz.

Ürettiğiniz rantı bile Reşit Galip’in “Bölünmez birlik olalım, birlikte uygarlığa koşalım” esası üzerine kurduğu Cumhuriyet’in malını-mülkünü satma sayesinde başardınız.

Tırnağı bile olamadınız.


***

14 Ekim 2019 Pazartesi

Softa Sevici.,

Softa Sevici.,


Necati Doğru.


Bir haftadır Türkiye, büyük devlet adamı, eski Milli Eğitim Bakanı ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “TV’deki sunucu kızın meme çatalı komiserliğine soyunması” konusunu konuşup yazıyor.
Olmaz ki…

Böyle giyinilmez ki…

AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın “softa azarlaması tonu verilmiş ikazı” etkisini hemen gösterdi.

Yapımcı şirket korktu.
Yayımcı kanal titredi.

Tiyatro eğitimi almış 30 yaşında genç sunucu Gözde Kansu’yu işinden dakikasında kovdular. TV’ye çıkan hanım sunucuların “kaç derecelik firikik verdiklerinin keskin gözlemcisi” iktidar partisi önde geleni, sonuç aldı. Sunucu Gözde Kansu; “Ben genç bir insanım. Eğlence programı sunuyorum. Memelerim aslında küçük… Ama görüntüsü büyük ülke meselesi oldu…” diyerek şaşırdığını anlatmaya çalışıyor.

* * *
Şaşırma insanlık hali.

11 yıldır iktidarlar. Başta AKP’nin kurucuları, genel başkanı ve öne çıkan tüm lider kadrosu; çok yoğun biçimde “yaratılan seviciliği” propagandası yapıyorlardı. Hemen her gün bir önde gelen AKP’li, TV’de, radyoda, gazetede, miting meydanında kürsüde, tarikat toplantısında, kültür törenlerinde, sanat şölenlerinde konuşurken söze “Yaratılanı severiz, Yaradan’dan ötürü…” diye başladı. Başbakan’ın kendisi; “Bizim İlkemiz: Yaratılanı severiz. Yaradan’dan ötürüdür” ilanı yaptı.
Yani biz demokratız.
Din diktatörü değiliz.
İnanç baskısı kurmayız.
Yaşam tarzına karışmayız.
Giyime yasak koymayız.
İran’a özenmeyiz.
Suudi’ye öykünmeyiz.
Birlikçiyiz. Bütünlükçüyüz.
Ayrım yapmayız.
Yunus Emre‘nin ilahi aşkla söylediği; “Elif okuduk ötürü. Pazar eyledik götürü. Yaratılanı hoş gördük. Yaradan’dan ötürü…” sözlerini değiştirip; “Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü” diye parti sloganı haline getirmişlerdi.

* * *
Gerçekte Yunus’un ilahi aşkı onlarda yoktu. Yunus’un sözlerine sarıldılar. Yaradan’ın yarattığı her şeye hoşgörüyle sevgiyle bakan, demokrat, birlikçi, bütünlükçü politikacılar oldukları görüntüsü vererek zaman kazanmaya oynadılar.
İktidar sağlama alındı.
Demokratlıkları, hoşgörüleri, birlik ve bütünlükçüleri TV sunucusu genç kızın meme çatalında eriyiverdi.
Hani yaratılanı seviyordun.
Softa sevici komiser oldun!

* * *
Hüseyin Çelik, iğne deliğinden deve geçirecek yetenekte yılların siyasetçisi. Softa tonuyla söylediği; “Böyle de giyinilmez ki…” azarlamasının atv adlı kanalın sahiplerini korkudan titreteceğini bilir.
atv, devletindi.

Devlet bankaları Başbakan’ın çok yakın arkadaşı işadamına kredi açtı. Başbakan’ın yakın arkadaşı devlet bankası parasıyla atv’nin yeni sahibi oldu. MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık‘ın soru önergesine verilen cevaba göre atv’nin RTÜK’e 7 milyon liralık borcu var.

11 yıldır ödemiyor.

Soru!

Eski bakanlardan Rıfat Serdaroğlu, şöyle yazdı: “Sayın Başbakan Erdoğan, siz Bakanlar Kurulu kararı ile “Kamuda Sıkmabaş Serbestliği” getirdiniz. 

Bu problem Bakanlar Kurulu kararıyla çözülüyor idiyse niçin 11 senedir çözmediniz. 

Bakanlar Kurulu kararı ne zamandan beri, Anayasa Mahkemesi kararlarından ve yasalardan üstün hale geldi? 

Müslüman bilerek yasaları çiğner mi? Her gün “Müslümanım” demekle Müslüman olunur mu? ”


***

2 Aralık 2018 Pazar

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik,

Halkın Tarih Yazacağı Bir Yıla Girdik,


Necati Doğru

Giden yıl hüzündür. Gelen yıl umut. Halkın tarih yazacağı yeni bir yıla girdik. Yeni yılınız kutlu olsun.
Seçimle getirdi.
Kutuları rüşvet doldu.
Seçimle gönderecek.
Tarihleri halk yazar.
2014 tarihi dönüm olacak.
11 yıldır korkutan.
11 yıldır sindiren.
11 yıldır susturan.
O olmuştu.
Yeni yıla girdik.
Şimdi korkan o oldu.
Bir kutudan ödü kopuyor.

* * * * * *
Bir karton ayakkabı kutusunu, uzun namlulu suikast tüfeği gibi görüyor. Kıtalararası balistik füze sayıyor. Kitle imha
silahından daha öldürücü buluyor. Yanında 170 korumayla gezen Başbakan’a ayakkabı kutusunu uzaktan göster; koca Tayyip panikliyor!
İçi boş, rengi soluk.
Dilsiz, elsiz, ayaksız.
Karton kutuya bakıyor.
Korkudan dehşete düşüyor.
Çatal yürekli, altın kalpli, gerçekten halk gibi halk Akhisarlı Nurhan Gül, meydana bakan evinin çatı balkonunda elinde
bir karton ayakkabı kutusunu “yeni mağduriyet narkozuyla afyonlama masalı anlatmakta olan Başbakan’a gösterdiğinde”
suikastçı, balistik füze ateşleyicisi sayıldı.
Polisler evi bastılar.
Nurhan kapıyı açmasaydı.
Koçbaşı getirmişlerdi.
Kapıyı kıracaklardı.

* * * * * *
Türkiye’yi ne hale getirdi!
Türkiye’yi ibiş ülke yaptı.
Bir karton ayakkabı kutusunu 100 metre uzaktan göstermek bile “yılın annesi Akhisarlı Nurhan Gül’ün ifade özgürlüğünü yok etmeyi” kabule zorlanan ülke olduk!

Bir karton kutu görüyor:

Akhisarlı Nurhan’ın konut dokunulmazlığını ihlal etmeye, yasayı savunan soruşturma savcısı Muammer Akkaş’ı linç etmeye, hukuk devletini polis devletine çevirmeye, oğluna kadar geleceğini haber aldığı soruşturmayı kendine bildirmediler diye
Türkiye ölçüsünde 800 Emniyet mensubunu, hiçbir gerekçe göstermeden, yerlerinden etmeye, adaleti rüşvet doları dolu bir ayakkabı kutusunda öldürmeye karar verecek kadar kendinden geçiyor.

* * * * * *

Giden yıl zavallıdır.

Türkiye’nin Başbakanı olacak, bir karton kutudan korktu; “Bırakın yolsuzluğun dibine kadar gidilsin” diyemedi. 11 yıl “askeri vesayet önümüzü kesti” diye bağırıp, 11 yılın sonunda yolsuzluğu örtmek için “devlete paralel Fethullah vesayeti önümüzü kesiyor” mağduriyeti üretti.

Fethullah ile birlik oldu.

Vesayetçi askerleri(!) hapse koydu.
Şimdi Fethullah’a da vesayetçi diyor.
Halk bu kadarını artık yemez.
Türkiye Akhisarlı Nurhan’ın ülkesi. Halkın tarih yazacağı bir yıla girdik.
Gelen yıl umuttur.
Yeni yılınız kutlu olsun.

***

16 Kasım 2018 Cuma

Almanya kimleri yemliyor ortaya bir dökülse


Almanya kimleri yemliyor ortaya bir dökülse




Necati Doğru



Necip Hablemitoğlu, “Alman Vakıfları’ndan kimlerin yemlendiğini ve neler yaptığını” anlatan bir yazardı.

Öldürüldü.

Katili bulanamadı.

Hatırlıyorum; Hablemitoğlu, Alman vakıflarından Türkiye’de “etki ajanı” gibi çalışanların beslendiğini sürekli yazıyordu.
Dış gezilere götürür.
Seminerlerini destekler.
Projelere para aktarır.

Alman Vakıfları, “kim cumhuriyet değerlerinden vazgeçilmesi gerektiğini söylüyorsa” onlara her türlü desteği veriyordu.

Başta gazeteciler var.
Araştırma kuruluşları.
Ulusal ve yerel gazeteler.
Belediyeler. Sendikalar.
Çevreci örgütler.
Özel üniversiteler.
Üniversiteden profesörler.
Bölücü yapılanmalar.
Şeriatçı örgütler.
Tarikat önderleri.
Cumhuriyeti alttan oyanlar.

Kıbrıs sorununda, Ermeni sorununda, Kürt sorununda kimler; “Verelim kurtulalım, özür dileyelim kurtulalım, bölünelim mutlu olalım” görüşlerinin şu ya da bu şekilde borazanlığını yapıyorlarsa Alman Vakıfları’nın yemlediği kişi ve kurumlar onlar oluyordu.

Hablemitoğlu haklıydı.

Kim Atatürk’e söverse!
Kim Türklüğe küfür ederse!
Kim bölünmeye katkı sunarsa!
Alman Vakıfları onları eğitiyor ve yemleyerek destek akıtıyordu.

***
Hablemitoğlu’nun öldürülmesi üzerine; “Alman Vakıflarından yemlenenlerin isimlerinin ve kurumlarının halka açıklanması” konusu gündemden düştü.
Konu yeniden canlandı.
Başbakan’ın elinde ciddi bir belge mi var, yoksa eski MİT ajanlarından Mahir Kaynak’ın altını çizdiği gibi “Başbakan, Deniz Feneri soygunu ortaya çıkartan Almanya’ya yönelik bir uyarı mı” yapıyor?
Gelmeyin üstümüze!
Biz de geliriz üstünüze!

Her neyse!

Başbakanın amacının CHP’yi vurmak üzerine olduğunu anlıyoruz. Ancak CHP için de altın fırsat doğdu. Muhalefet partisi olarak CHP, son 30-40 yıl içinde Alman Vakıfları’ndan “kimlerin beslenip desteklendiğini, hangi gazetecilerin gezilere götürüldüğünü, hangi araştırma şirketlerine, üniversite hocalarına, hangi çevreci örgütlere, hangi sendika ve belediyelere nelerin ne yolla aktarıldığını ” ortaya çıkartacak bir ciddi çalışmayı yapabilir.
Sonuna kadar kovalar.

Alman Vakıflar kimi yemlemiş, niçin desteklemiş ortaya dökülür. Halk da görür.

***
Başbakan iddia etti:
Yemlenen CHP belediyesi kim?
PKK’ya Para nasıl gitti?

Başbakan herhalde ortaya belge koyacaktır. Belgesiz konuşuyorsa yalancı, iftiracı, çamurcu ve çürütmeci olur.

Bundan 2 yıl önce de “CHP’nin Almanya’daki bir Vakıf’tan yüklü bir para aldığı, Deniz Baykal’ın kızının 1 milyon dolarlık hesabı olduğu, CHP Genel Başkanı iken Deniz Baykal’ın rüşvet aldığı” iddia edilmişti.
Hepsi yalan çıktı.

CHP yalanı seyredemez.
Çıktığı yere sokabilmeli.


***

1 Mart 2018 Perşembe

Kendini Söğüşleten CEO!

Kendini Söğüşleten CEO!


Necati Doğru,

Ukalalık saymayın. twitter kelimesi nasıl Türkçeye olduğu gibi girdiyse CEO’da geldi dilimize vidalandı. İngilizce; Chief Executive Officer dedikleri “Baş Yönetici’nin” kısaltılmışı CEO oluyor.
Şirketleri yönetiyor.
Satışları artırıyor.
Kârları patlatıyor.
Ciroyu sıçratıyor.
İşte ona CEO diyorlar.
Her CEO’ya yıl sonunda çok yüksek başarı primi veriyorlar.
Başarısızsa!
İşten atıyorlar.
Ben çok tanık oldum.
Bir keresinde başarısız CEO, omzuma yaslanıp uzun uzun ağlamıştı.

* * * *
Siz de görüyorsunuzdur. Gazetelerde partilerin tam sayfa “seçim reklamları” yayınlanıyor. İktidar partisi AKP, verdiği her tam sayfa ilanda Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın bir fotoğrafını kullanıyor.
Tam sayfa anlatıyorlar.
Türkiye büyüyor.
Tarımda Avrupa’da birinciyiz.
Tarım ihracatını 4 kat artırdık.
Çiftçiye 60 milyar verdik.
İlk kez mazot desteği yaptık.
Gübre katkısını yükselttik.
Kredi faizini indirdik.
Hayvancılıkta faizi sıfıra çektik.
Verimde patlama yarattık.
Böyle uzayıp gidiyor.
Ve sarı zemin üzerine tam sayfa reklamın altında Tayyip Erdoğan’ın yandan çekilmiş güzel bir fotoğrafı yer alıyor.

* * * *
Yani Türkiye bir holding.
Holding ciroyu artırdı.
CEO Erdoğan başarılı.
Holdingin çalışanları (halk) cironun artışından, büyümeden, kârlılıktan payını; faizsiz kredi, gübre desteği, ucuz mazot, inek başına sıfır faizli kredi olarak aldılar.
Başarılı CEO ne aldı?
Onun ne aldığı ilanda söylenmiyor. Halkın anlayışına bırakılmış. Ayakkabı kutularındaki dolarlar, para kasalarındaki avrolar, oğulların evlerinde “sıfırlanma telaşına” düşülen paralar, oğul vakıflarına bağışlanan arsalar, evler, sayıları beşer beşer artan villalar da CEO Erdoğan’ın başarısından dolayı aldığı primler sayılıyor.

* * * *
CEO çalıştı.
Türkiye’yi büyüttü.
Kutudan çıkanlar prim.
Kasada gizlenenler ikramiye.
Halk böyle mi görüyor?
Sandığa 6 gün kaldı.
Halkın, “baş yönetici ve bakanları için ortaya çıkan rüşvet tapeleri ile montaj, dublaj dedikleri kasetleri “ nasıl gördüğünü anlayacağız fakat önceki gün CEO Erdoğan, “Paralel Fethullah Gülen bizi söğüşledi” diye özetleyeceğim bir itirafta bulundu.
Tek tek sıraladı.
Yavaş yavaş anlattı:
Şöyle açıkladı:
“Hem paralarımızı aldılar.
Sadaka, zekat dediler.
Koyunlarımızı aldılar.
Kuzularımızı kaptılar.
Bizi böyle söğüşlediler.
Bundan sonra…
Hak getire…
Bunlara su yok, su…”

* * * *
CEO kendini söğüşletmiş!
Söğüşleyen de 12 yıllık paraleli, yoldaşı, destekdaşı. 12 yıl birlikte yürüdüler, ne istedilerse birbirlerine verdiler ve ortada bir büyüme, gelişme, ciroyu ve kârları artırma varsa “paralel ile birlikte” kotardılar.
Şimdi beni söğüşledi diyor.
Söğüşleyenin de ağzı var.
Pensilvanya’dan konuşuyor.
“Uzun adam çok hainlik yaptı”
Özetle diyeceğim şudur: Gazetelerde seçim reklamlarını atlamayın, dikkatle inceleyin. Gizli mesajla dolular.
Sarayına oturamadan gidecek!
Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği arazisi üzerinde ağaçlar kesilip, 8 şeritli yollar yapılarak dikilmekte olan yeni Başbakanlık Binası’na halk “Tayyip Erdoğan’ın yeni sarayı” benzetmesini yapıyor. Ancak Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı dava sonucunda 5. İdare Mahkemesi, Saray’ın inşaatı için yeni bir durdurma kararı verdi. Bu arada muhalefet partisi sözcüleri de “seçimlerde Başbakan’ın ve partisinin büyük bir yenilgiye uğrayacağını ve iktidardan gideceklerini” söylemeye başladı. Sanki sarayına oturamadan gidecek.


***


Konsometris Gazeteci,

Konsometris Gazeteci!

Necati Doğru,

Baktım da gençlik yıllarımı hatırladım. Büyüyüp, benliğime kavuştuğum Adana’da o yıllarda pamuk hacıağalarının, buğday tüccarlarının, küncü (susam) ve karpuzun iyi para yaptığı yıllarda tarla sahibi para babalarının gittiği gece pavyonları vardı.
Pavyonlar akşam dolardı.
Sabah 03:00’te boşalırdı.
Çukurova’nın güç ve kudret sahipleri gerilim atmak, öfke boşaltmak, derdini dökmek, rahatlamak için konsomatris kızlara koşardı.
Zennube sahne alır.
İbrahim Tatlıses türkü söyler.
Para babası kızar.
Anlatır, öfkelenir.
Gerilimini kusardı.

* * *
Konsomatris kızın işi bu; para sahibinin kızdığına kızar, küfür ettiğine küfür eder, öfkelendiğine öfkelenir, yarı çıplak gece elbisesi içinde İskenderun Soğukoluk’ta öğrendiği seksi kıvrak dişi figürler yaparak ve memesi ile kalçalarını elleterek hacıağaları memnun ederdi.
Baktım da…(!)
Konsomatris kıza benzettim.
Önceki gün Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisi’nde basın toplantısına özel davetli çağırılan 47 gazeteci-yazar (bunların 7’si akademisyen tüccar) Adana pavyonlarının konsomatris kızları gibiydiler.
Tam 4 saatlerini verdiler.
Başbakan’ın öfkesini aldılar.
Kızgınlığını emdiler.
Stresini boşalttılar.
Yazarlıklarını ellettiler.
Gazeteciliklerini okşattılar.
Başbakan’ı rahatlattılar.
Türkiye yolsuzluktan, rüşvetten çürümüştü. Başbakan, yolsuzluk ve rüşveti örtmek için baskı ve yalanı kullanan bir gücü temsil eder olmuştu. Adalet çökmüş, savcı polisin esiri yapılmış, dosyalar rafa kaldırılmış, belgeler, kanıtlar karartmaya alınmış, ülke ciddi bir ekonomik ve adalet (hukuk) krizine yelken açmıştı. Türkiye bodoslama sivil dinci diktatörlüğe gidiyordu. Bu 40 gazeteci yazar ve

7 Akademisyen tüccar, Başbakan’a halkın merak ettiği 1 tek soruyu dahi sormadılar.

* * *
Dün teşekkür ettin.
Bugün inine gireceğim dedin.
Dün altına zırhlı araba verdin.
Bugün kumpasçı savcı dedin.
Dün Hoca Efendi diye sarıldın.
Bugün paralel devlet dedin.
Dün rüşvet almaz o dedin.
Bugün kutu işi yanlış dedin.
Dün benim bakanım temiz diyordun.
Bugün rüşvetçinin uçağına bindirdin.
Umreye günahtan arınmaya gönderdin.
Dün hortumları keseceğim dedin.
Bugün öz oğlunu adaletten kaçırdın.
Bunun gibi milyon tane soru var.
Konsomatris olmayan gerçek bir gazeteci 47 kişilik davetliler arasında olsaydı; bu soruların cevabını, halk merak ettiği için, Başbakan’a sorar, sonra gazetesinde yazar, TV’sinde halka anlatırdı.

* * *
Dolmabahçe’de gazeteci- yazarlığı “Başbakan’ın konsomatrisliğine” dönüştürdüler. Toplantıya katılanlardan biri olan Ali Bulaç; “…(!) Beni dehşete düşüren, toplantıya katılan gazetecilerin ve köşe yazarlarının Sayın Başbakan’ı bir tür tahrik etmeleri, şahin bir dil kullanmaları…” oldu diye yazdı.
Aynı konsomatrisler gibi.
Güç sahibini rahatlatacak.
Gazeteciyim diyor.
Yaptığı konsomatris figürü!

Yazdığımız gibi!

Başbakan’ın Dolmabahçe Ofisi’ndeki toplantıya Star Gazetesi’nden 11, Yeni Şafak’tan 7, Sabah’tan 5, Akşam’dan 4, Yeni Akit’ten ve Türkiye’den 3, Zaman’dan 2, Hürriyet, Milliyet, Habertürk, Vatan ve Takvim’den 1 gazeteci yazar katıldı. Niçin Star’dan 11 kişi? Star Gazetesi en az okuru olan gazete olmasına rağmen son 3 yılda devlet bankaları ile devlet ağırlığı olan şirketlerden en yüksek reklam akıtılan gazete oldu. Her halde bunun için 11 kişiyle Dolmabahçe’ye doluştular. Gör beni, göreyim seni yapılarak “konsomatris gazeteciliğin” yaratıldığını ben size 23 kasım 2013 günü bu köşede “Pis Mucize” başlığıyla yazmıştım. Dolmabahçe toplantısı bu yazıma ilave bir kanıt oldu.



***

4 Kasım 2017 Cumartesi

Halkın Arazisi Kutunuza Kustu!


Halkın Arazisi Kutunuza Kustu!

Necati Doğru

Gördünüz mü ne oldu? Rüzgar döndü. Dün başında “AK” olan iktidar partisinin verdiği aynı imar iznine “AK” diyenler şimdi “KARA” der oldular. Ve adalet dediğimiz kutup yıldızı; “hadsize haddini bildirmek, öksüze gömlek giydirmekten önde gelir” gerçeğini hatırladı.
Adalet (mahkeme) karar verdi.
TEKEL’in Likör arazisi.
Rüşvet kutunuza kustu.

* * *
TEKEL devlet şirketiydi.
TEKEL’in 17 rakı ve şarap fabrikası arazileriyle ve tüm mülkleriyle birlikte, son yolsuzluk soruşturmasında adları geçen, Başbakan arkadaşı müteahhitlere, önce 292 milyon dolara satıldı. Bu müteahhitler aynı fabrikaları ABD’li firmaya 892 milyon dolara devrettiler.

TEKEL yabancılaştırdı.

Bu yabancılaştırma sırasında TEKEL’in İstanbul Likör Fabrikası ve üzerine kurulduğu 24 dönüm şehir arazisi satışın dışında tutuldu.

Saklı cennetti burası.

24 dönüm şehir arazisi içinde asırlık çınarlar, sedir çamları, nadide yüz çeşit çiçekler, dünya mimarlık tarihe geçen Likör Fabrikası Binası bulunuyordu. Robert Williams Stewens adlı ünlü mimar 1931 yılında Mustafa Kemal Atatürk‘ün davetiyle gelip bu farikayı yapmıştı. 24 dönüm arazi İstanbul’da şehir rantının şaha kalktığı Şişli Meydanı’ndan Dördüncü Levent’e uzanan 2 kilometrelik güzergahın üzerinde bulunuyordu. Bu güzergah üzerinde 41 tane AVM, lüks rezidans gökdeleni (Canyon, Akmerkez, Metrocity, Astroia gibi) yapılmasına imar izin verilmiş, dikilen çirkin ve ucube gökdelenlerin metrekaresi 10 bin-15 bin dolardan satılmış, 100 milyar dolarlık bir rant doğmuştu.

* * *

İktidar rant yediriyor.
Ekonomiyi büyütüyor.
Rant yiyiciler doymuyordu.
Gözler Likör arazisindeydi.
Dursun Çaltı adlı Şişli doğumlu (bu arazi Şişli sınırları içindeydi) ve Hüseyin Sağ adlı Belediye Meclis üyesi ve Mimarlar Odası İstanbul Şubesi omuz omuza vermişti. Bu arazinin yüksek gökdelenlere kurban edilmesi yerine halk için park yapılması mücadelesi veriyorlardı.

İktidarın ise gözü dönmüştü.

Likör Fabrikası arazisi Ankara’da alınan kararla Hazine’den Maliye’ye, Maliye’den TOKİ’ye devredildi. TOKİ’nin başında geçen hafta Başbakan’a; “İstanbul’da Belediye’yi devre dışı bırakıp imar izni çıkarttığımız girişimlerde sen dedin, ben yaptım. Ortada rüşvetçilik varsa ben Bakan olarak ve sen de Başbakan olarak sorumlusun. Benimle birlikte istifa etmelisin.” diye özetleyeceğim çıkışı yaparak hem bakanlıktan ve hem milletvekilliğinden ayrılan Erdoğan Bayraktar bulunuyordu.

* * *

Dursun Çaltı çırpınıyordu.
Hüseyin Sağ çırpınıyordu.
Mimarlar Odası çırpınıyordu.
Likör arazisi yeşil alan kalsın.
TOKİ ise dinlemiyordu. TOKİ, Likör arazisine “parsel bazında” (kişiye ve şirkete özgü demek) imar planı çıkarttı ve “bodrum katlar emsale dahil değildir” plan notunu (yandaş işadamları bu notlarla rant zengini oluyor) koydu. Böylece 24 dönüm arazi üzerine 70 bin metrekare bina yapılacakken 143 bin metrekare bina yapma yaratıldı.
Böylece rant yeme başladı.
Dinleyin. Şu tablo oluştu:
Yaşar Aşçıoğlu, Aziz Torun, Eray Kapıcıoğlu iktidar yandaşı 3 işadamı ortak olarak Likör Fabrikası arazisi ile hemen bitişiğindeki Ali Samiyen Stadı’nın 36 dönümlük arazisini TOKİ’den imar izni çıkartılmış olarak satın aldılar.
Hemen hafriyata başladılar.
Fakat birbirlerine düştüler.
Tayyip zengini olmuşlardı.
Pasta kavgasına tutuştular.
Biri öbürünü suçladı.
Mahkemelik oldular.

* * *
Likör Fabrikası arazisi İsviçreli Viatrans ve Türk ortağı Meydabey şirketine geçti. Onlar bu araziye 50 kattan yükseklikte (60 metreyi geçen) 220 odalı otel, bütün katları deniz gören 250 rezidans dairesi yapmaya başladılar. Adına da yıldızlardan daha parlak ışıklar saçan Quasar ismini taktılar. Milyonlarca ton demir, çimento, çelik bu son cennet araziye rüşvet kokan paslı bir hançer gibi saplandı. Katlar yükselmeye başladı. Ancak mahkeme yılın son günü yapılan plan değişikliğini halkın aleyhine (kamu yararına aykırı) bularak iptal etti.
Halkın arazisi!
Kutunuza kustu!
Utanmanız var mı!


***

9 Mart 2017 Perşembe

ALLAH I UNUTTU.., RÜŞVETE SARILDI,



Allah’ı Unuttu, Rüşvete Sarıldı,


Necati Doğru


Bu kadar günahkar bir unutkanlık nasıl oldu?” diye sorarsanız cevabını “Gök Kafes” adlı gökdelenin dikilme hikayesinde bulabilirsiniz derim. Gök Kafes, İstanbul silüetini ilk bozandı.

Hikayesi şuydu:

Gök Kafes’ti adı.
Orada İTÜ binası vardı.
İTÜ binasını geçmeyecekti.
Göğü delerek yükseliyordu.
İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nin sınırları içinde; Beşiktaş İnönü Stadı’nın hemen arkasında, Boğaz’ın atlas renkli sularının en manzaralı kucağında ve elini uzatsan Dolmabahçe Sarayı’nı tutacak yakınlıktaydı.
O tarihte ismi bilinmiyordu.
Tayyip Erdoğan yoksuldu.
Oturacak evi bile yoktu.
Zor geçinen halktan biriydi.
Bu tarihi arazi üzerine “imar planına aykırı olarak göğe doğru yükselen Gök Kafes’in yapılmasına” yoksulların ve Allah’a inananların partisi Refah’ın Beyoğlu İlçe Başkanı Tayyip Erdoğan da karşı çıkıyordu.

İstanbul’u ise CHP yönetiyordu.
Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen, Gök Kafes’in şehir planına aykırı yapıldığını, rantçılığın İstanbul tarihini hançerlediğini mahkeme kararıyla saptayıp, yapımı durdurmuş, inşaatı mühürletmişti.

* * *
Nurettin Sözen’in rantçılığa isyan eden kararını boşa çıkartmak ve iktidara yandaş işadamına yüksek imar rantı yedirmek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi Ankara’dan alınan bir kararla devreden çıkarıldı. Ankara’da adı yolsuzluk, rüşvet, hortumculukla anılan ANAP iktidarı vardı.
Bir gecede karar alındı.

600 Yıl hiçe Sayıldı.

Gök Kafes’in üstünde yükseldiği şehir arazisi Osmanlı’dan beri 600 yıl Beyoğlu toprakları sayılırken, bir gecede “Gök Kafes’in arazisi Beyoğlu’ndan alındı ve Şişli Belediyesi sınırlarına” katıldı. Şişli Belediyesi’nin başında o zaman iktidar partisi ANAP’lı belediye başkanı vardı.
Refah’lı Erdoğan çok kızdı.
Hak mı bu dedi?
Adalet mi bu?
Diye isyan etti?

Bundan ötürü açılışı kendi başbakanlığı dönemine rastlamasına rağmen nutuk söylemeye gelmedi. Gök Kafes’te yapılan hiçbir toplantıya katılmadı.

* * *
O günlerde “hak mı-adalet mi bu” diye isyan ettiği yolsuzluğu bugün kendisi yapıyor. Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Sen dedin… Ben yaptım… Yolsuzluk varsa… Sen de İçindesin…” Uyarı şamarını atarak istifa etmişti ya Gökkafes’te yapılanın Aynısı son 11 yıldır uygulanmış,İstanbul şehri hemen tamamı rüşvet kokan Gök Kafesler Ormanına Tayyip Erdoğan döneminde dönüşmüştü.

Ne oldu biliyorsunuz.
Gök Kafes kaya oldu.
Tayyip’in başına düştü.

Rüşvetle vidalı şüphesiyle istifa eden bakanlardan birinin oğlu Barış Güler, 6 çelik kasa ve para sayma makinesiyle aylık kirası 60 bin TL olan Gök Kafes’teki dairesinde yakalandı. Tayyip Erdoğan, tarihi unutmuş, Gök Kafes’i, Kafes dairesinde yakalanan rüşvet kasalarını görmüyor; “Bana Darbe Yapıldı” diye halka yeni narkozlar sunuyor. Soruşturmanın oğlu Bilal Erdoğan’a ulaşmasının yolunu kesmeye çalışıyor.

Gücünü rüşvetten alıyor.
AKP oylarına güveniyor.

ANAP da yüzde 50’leri geçen yüksek oy almıştı. Yolsuzluğa battı. Gücünü rüşvete dayadı.

Tabela partisi oldu.
ANAP kapandı.
Ders alınmıyorsa eğer.
Tarih tekerrür eder.
AKP tabela olmaya gider.

Yılın ilk akıl açıcı sorusu!

Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Başbakan Erdoğan’a yanıtlaması için yılın ilk akıl açıcı sorusunu sordu. Emine Ülker Tarhan, soru önergesinde; “Aksaray Valisi iken İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Selami Altınok hakkında 40 ayrı soruşturma var mıdır ve Selami Altınok’un müteahhit kardeşine usulsüz ihaleler verilmiş midir?” dedi.


***


29 Ocak 2017 Pazar

Kimden Aldın? Kime Verdin?




Kimden Aldın? Kime Verdin?


Necati Doğru

Hoca Efendi (Cemaate) ne istediyse verdim. Rabbim şahit, benden geri dönen hiçbir şey yok ” diyen Başbakan’dan gerçekten;“ Ne verdin açıkla? ” diye sormak için kalemlerin özgür, vicdanların hür, ahlakın temiz olması gerekir.
Besleme gazete olmamışsan.
İktidardan yemlenen borazan yazar durumuna düşme hafifliğini kabul etmemişsen. Devlet bankalarının (Ziraat, Vakıflar, Halk) en yüksek ilanı pompaladığı en az okuru olan gazetelerden birinde yazıyor değilsen…

Özgürce sorabilirsin:
Ne verdin?
Nereden verdin?
Kimden aldın da verdin?

Sorularının cevabını alıncaya kadar yazmak sadece bizim görevimiz değil.
Herkes sormalıdır.

* * *
Bir “verme kaynağı” var.
Sürekli örtülüyor.
Adı da zaten “Örtülü Ödenek” konulmuş. Örtülü Ödenek’in son 20 yılını ve bugünkü durumunu özetleyeceğim:
İlk 10 yılda 4 Başbakan geldi.
Tansu Çiller, örtülüyü kullandı.
Mesut Yılmaz’a devretti.
Mesut Yılmaz örtülüyü harcadı.
Necmettin Erbakan’a devretti.
Necmettin Erbakan dağıttı.
Bülent Ecevit’e devretti.

Bu 4 Başbakan, üst üste konulduğunda ülkeyi yaklaşık 10 yıl yönettiler ve “Örtülü Ödenek’ten toplam 312 milyon 029 bin 987 TL” harcama yaptılar.
Beşinci Başbakan geldi.

Tayyip Erdoğan döneminde (2003’ten 2013’e 10 yıl) örtülü ödenek harcaması 2 milyar 982 milyon 532 bin 759 TL oldu. Tayyip Erdoğan, kendinden önceki 4 Başbakan’dan 16 kat daha fazla örtülü ödenek harcaması (2013’ün sadece ilk 8 ayında 874 milyon TL) yaptı.
Bu rekor artış neden?
Nerelere harcandı?

Kimlere Aktarıldı?

* * *

Büyük Millet Meclisi’nde sayıları üçü-beşi geçmeyen birkaç milletvekili “örtülü ödeneğin nerelere aktarıldığını” birkaç kez sordular. Tek bir satır cevap dahi alamadılar.
Evet, yasa var.
Örtülü açıklanmıyor.
Fakat dünyadaki 193 ülkeden hiçbirisinde; bir başbakan, kendisinden önceki 4 başbakandan 16 kat daha fazla “örtülü ödenek harcaması” yapmış değil. Biz dünya savaşına mı girdik? Kime aktarıldı 16 kat daha fazla para?
Egemenlik milletindir.
Meclis yasayı değiştirir.
Örtülüden; Türk halkı ve dünya insanlığı adına hangi faydalar umularak, kime ne kadar, ne amaçla ne kadar hazine parası aktarıldı, açıklanır.
* * *
Sadece biz sormayalım.
Star, Akşam, Yeni Şafak, Zaman, Akit, Sabah, Bugün, Türkiye gibi iktidar borazanı gazeteler. Başbakan’ı üzmekten korkan Hürriyet, Milliyet, Haber Türk, Vatan, Taraf, Radikal gibi baskı altındaki gazeteler ve bu gazete patronlarının sahibi olduğu TV kanallarının hepsi yazmalı, yayınlamalı, anlatmalı… Yazı ahlakı cevap alıncaya kadar sorar:
Ne verdin?
Nereden verdin?
Kimden alıp kime verdin?
3 sorunun cevabını vermeden halkın önüne seçim sandığı koymak; toplumu sürüleştirmeye girer.
Seçimler geliyor.
Halk sandıktan “ben sürü değilim bildirisi” çıkartmalı, çıkartabilir.

Tekvando!

Tekvando Federasyonu’nu yönetenlerin sporculara; “Bana şu kadar rüşvet getir, kazandığın ödüllerden yüzde şu kadarını bana vermeyi kabul et, seni tekvando milli takımına alayım” diye özetlenecek bir iddiaya savcı el koymuştu. Savcılık ses kayıtlarını bilirkişiye gönderdi. Bilirkişi ses kayıtlarını inceledi ve konuşmaların Milli Takımlar Teknik Direktörü Ali Şahin, kamp müdürü Metin Açıkalın, Ankaraspor Kulübü Antrenörü Mustafa Görsoy arasında geçtiğini tespit etti. Tekvando, çıplak el ve ayakla yapılan mantığın dövüş sanatı sporudur, günümüz Türkiye’sinde ne hale geldi!


***