Sezgin Tanrıkulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sezgin Tanrıkulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2018 Pazar

CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım.

CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım. 



Hala y-CHP´den Ümit bekleyen var mi?
     
Murat Binzet  

2nd Kurdish Conference in Washington,DC organized by People's Democracy Party (HDP)

26.09.2014 tarihinde eklendi

Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve y-CHP'nin ABD’nin başkenti Washington’da 26 Eylül 2014 tarihinde AMERİKAN Bayrağı önünde düzenlediği “Ortadoğu’da Yeni Kürt Realitesi: Riskler, Beklentiler ve Fırsatlar ” başlıklı KÜRT konderansında y-CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkul' ndan tartışma yaratacak talepler:

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ise oturumda konuşmak üzere yazılı bir metin hazırladığını; ancak Kobani’de yaşananlardan dolayı bu konuya 
değineceğini ifade etti. Tüm gün Kobani’den gelen haberleri merakla takip ettiklerini belirten Tanrıkulu, “ Washington’dayız ama vicdanımız, kalbimiz, 
yüreğimiz orada.” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’ta basına pek fazla yansımayan bir ifadede bulunduğunu kaydeden Tanrıkulu, “Ayaküstü Türkiye’den gelen gazetecilere 
yaptığı sohbette aşağı yukarı şu cümleyi kurdu: ‘Biz Suriye’deki, Rojava’daki, Kobani’daki IŞİD meselesini, YPG meselesi ile Kürt meselesi ile eş tutarız. 
Eğer bir müdahale olacaksa, birşey olacaksa muhataplarımızdan bu şekilde bir tutum almalarını isteriz.’ Eğer Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi yöneten 
siyasi liderlik, Rojava’daki Kürt meselesi ile IŞİD meselesini aynı tutuyorsa; bizim için aynıdır diyorsa, Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünden de o kadar 
uzaktır. Zira bir tarafta IŞİD gibi küresel bir vahşet örgütü var. Küresel bir 'cihat' örgütü var. Rojava ile ilgisi olmayan bir örgüt var ve oradaki insanlara saldıran, 
kesen biçen katleden bir örgüt var; ama bir taraftan kendi topraklarını kendi canlarını kendi namuslarını korumaya çalışan bir halk var. Her ikisini bir tutan bir zihniyetten, Türkiye’de barış da çıkmaz, demokrasi de çıkmaz.” dedi. Tanrıkulu’nun bu sözleri izleyicilerden büyük alkış aldı. 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ÖZÜR DİLEMELİ,

Tanrıkulu, “Kürt meselesinin, çözüm sürecinin üç önemli ayağı” olduğunu vurgulayarak onarıcı ve onore eden bir adalet sürecinin işletilmesinden bahsetti. 
Onarıcı adalet kapsamında boşaltılmış köylerden, mayınlı arazilere ve faili meçhullere kadar pek çok konuya değinen Tanrıkulu’nun, pek çok konuda 
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özür dilemesi talebini de içeren “onore edici adalet önlemleri” kapsamında yer alan konular şunlardı:
- Nevruz bir kanunla bayram olarak kabul edilmeli ve Meclis şimdiye kadar bunu yapmadığı için özür dilemeli,
- Diyarbakır cezaevi, müze olmalı ve Meclis özür dilemeli,
- Halepçe bir katliam kanunu ile katliam olarak kabul edilmeli ve Meclis özür dilemeli, Siyasal partiler yasası, seçim barajı, demokratikleşme gibi konulara da değinen Tanrıkulu, “Ancak bunlardan sonra yeni anayasa konuşulabilir, silahsızlanma meselesi konuşulabilir.” diyerek, silahlı hareketin nihai olarak silahsız hale gelemeyeceğini, hükümetin hedefini küçültmesi gerektiğini ve Türkiye’nin gündeminden silahlı şiddeti, silahlı yöntemi nihai olarak nasıl çıkartabiliriz, onu düşünmesi gerektiğini vurguladı.  

CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımını dile getiren Tanrıkulu’nun açıklamaları salondaki izleyicilerin beğenisini kazandı. Bir izleyicinin “Bu sizin görüşünüz mü 
yoksa partinizin mi?” sorusu ile karşılaşan Tanrıkulu, “CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak buradayım. Bu görüşlerimi yazılı olarak dağıttım. 

Yarın sabah Saat 8’den itibaren partinin web sayfasında yer alacak.” cevabını verdi. 

TANRIKULU ANA DİLDE EĞİTİM İÇİN ANAYASANIN 42. MADDESİNİN DEĞİŞTİRİLMELİ

Gelen bir soru üzerine Tanrıkulu, “Ana Dilde Eğitim"i geçmişten farklı olarak, siyasi kutuplaşmanın odağı olmaktan çıkarmaları gerektiğini, Ana Dilde Eğitim”in, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yazdığı gibi çocukların ve eğitim alanların yüksek çıkarları gözetilerek, ona uygun eğitim modelleri yaratılarak çözüleceğini belirtti. Bu konuda pedagoglarla birlikte çalışma içerisinde olduklarını, yakında öneride bulunacaklarını, Anayasa’nın 42. Maddesi’nin de değişmesi gerektiğini vurguladı.

ÖCALAN SERBEST KALMALI

Oturumda konuşan Kerkük Valisi Necmettin Kerim ise Türkiye’nin geçmişte ABD’nin Afganistan’da yaptığı hataların benzerini yaptığını dile getirdi. 
Türk hükümetinin çözüm sürecinde iyi işler yaptığını belirten Kerim, hükümetin sınırlarını açması, Kürtlerin IŞİD’e karşı savaşmalarına yardım etmesi ve Abdullah Öcalan’ı serbest bırakması gerektiğini söyledi.
Ve Amerika’da bir Kürt oturumu daha böylece sona erdi. Akıllarda kalan soru ise Türkiye’deki silahlı şiddeti “terör” olarak değil “yöntem” olarak gören CHP Genel Başkan Yardımıcı Sezgin Tanrıkulu’nun kimi temsil ettiği oldu. Ve tabii ki Türk Milletini temsil eden Yüce Meclis’in bir üyesinin, 
Amerikan Bayrağı önünde Meclis’in özür dilemesi gerektiği konuları sıralarken yüzünün hiç mi kızarmadığı....

Konferansın son oturumuna ait video kaydı:

http://www.youtube.com/watch?v=BK5kaMbjmLQ




Sezgin Tanrıkulu CIA analistiyle ilişkisini kabul etti
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CIA analistine bilgi verdiğini kabul etti. CIA’nın yan kuruluşu Stratfor’un TR-705 kodu ile Numaralandırdığı Tanrıkulu, “ Emre’yi 15 yaşından beri tanırım”  dedi.
CIA’ya özel istihbarat üreten Stratfor’un Wikileaks’te yayınlanan iç yazışmalarındaki TR-705 kodlu bilgi kaynağının CHP Genelbaşkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu olduğu kesinleşti.




https://www.turkishnews.com/tr/content/2014/11/21/chp-genel-baskan-yardimcisi-olarak-buradayim-hala-ychpden-umit-bekleyen-var-mi/

***

21 Ekim 2017 Cumartesi

İŞİD ' MEYEN KALMASIN..,


İŞİD ' MEYEN KALMASIN..,


19 Haziran 2014

Yıldıray Oğur
yildiray.ogur
Önce bildiklerimizi tekrar hatırlayalım. Çünkü az sonra çok yoğun bir dezenformasyona maruz kalacaksınız.
IŞİD Irak Şam İslam Devleti demek. 2013 Nisan’ında Suriye’de kuruldu. Suriye’de isyan Mart 2011’de başlamıştı. Temelleri önce Afganistan’da, 2003’te ABD’nin işgal ettiği Irak’ta atıldı. El Kaide’den Zerkavi’nin kurduğu örgütün ilk adı Irak İslam Devleti’ydi. Zerkavi 2006’da öldürüldü. Şimdiki başkanı 1971 Samarra doğumlu Ebu Bekir el Bağdadi. Örgüt Suriye’de isyanın başlamasından 2 yıl sonra Suriye’ye geçerek IŞİD adını aldı. Diğer muhalif gruplara çarpıştı.
Gördüğünüz gibi IŞİD’in 11 yıllık Tarihini tek bir kere bile Türkiye demeden anlatmak mümkün.
Ama Türkiye’deki Gazetelere, Gazetecilere, Siyasetçilere, bazı uzmanlara bakılırsa IŞİD, MİT tarafından kurulmuş, TSK tarafından eğitilmiş, Diyanet tarafından fonlanmış, Dışişleri Bakanlığı talimatıyla desteklenmiş, liderleri Bilal Erdoğan’la yemek yiyip, Tayyip Erdoğan’ı alnından öpmüş Türkiye’nin ilk resmî terör örgütü…
İşte de delilleri:
-Bilal Erdoğan IŞİD liderleriyle:
Resme dikkatli bakanların göreceği gibi esas başlık; Bilal Erdoğan IŞİD liderleriyle ciğer yerken. İşin bu kısmını bile Suriye’den gelen ciğer sökme görüntülerine bağlayanlar çıktı nitekim. IŞİD’in komşu ülkede söktüğü ciğerleri, İstanbul’da pişirip yiyen bir Başbakan’ın oğluna karşı sadece tweet atarak tepki gösterenler yine de tahammülü yüksek insanlar olmalı.
Fotoğrafın İstanbul’un meşhur ciğercisi Ciğeristan’ın Başakşehir şubesinde çekildiği, Bilal Erdoğan’ın yanındaki sakallı, şalvarlı abilerin de Ciğeristan’ın ehli tarik sahipleri olduğu (Birinin adı İsmail Kember) artık biliniyor.
Ciğeristan’ın açtığı twitter hesabı fotoğrafı paylaşanları kibarca uyarıp, o “IŞİD liderleri”yle ciğer yemeye çağırıyor. Yine de onları bu iyi niyetli çabaları da son iki haftada Redhack, Natali Avazyan, Hüseyin Aygün gibi binlerce takipçisi olanların “ işte IŞİD-AKP iş birliğinin delili ” diye bu fotoğrafı paylaşmaya devam etmesini engelleyemedi. Muhtemelen de hiçbir güç de bu gönüllü dezenforme olma arzusuna nüfuz edemeyecek. Hem IŞİD’in kurmak istediği hilafet devletinin adı belki Ciğeristan’dır, ne biliyorsunuz.
-Erdoğan’ı alnından öpen El Kaide teröristi:
Yine Sözcü’nün, Yurt’un manşetlerinde, Twitter’da gazeteci, siyasetçilerin bolca paylaştığı bir fotoğraf. Bir hastane odasında Erdoğan’ı öpen adamın adının yazılışından şüpheler başlıyor: Mahti Al Harati. Mehdi El Harati yazmanın Sözcücesi. Ya da servisi yapanın dilinde okunduğu gibicesi. Fotoğraf karesi Haziran 2010’dan. Yani IŞİD’in kurulmasına 3 yıl, Suriye’de savaşın başlamasına bir yıl, hatta Arap Baharı’nın başlamasına bile altı ay var. Mavi Marmara’da yaralananlar Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirilmiş, Başbakan yaralıları ziyaret ederken Libya asıllı İrlanda vatandaşı Mavi Marmara yolcusu Mehdi El Harati “sizi alnınızdan öpebilir miyim” diyerek Başbakan’ı öpmüş, epey de haber olmuş. Harati, o sırada 20 yıldır Dublin’de İrlandalı eşi ve çocuklarıyla yaşayan bir Arapça öğretmeni.
Sonra bir yıldan fazla zaman sonra Libya’da Kaddafi’ye karşı devrim başlayınca Libya’ya gitmiş. Trablus Tugayı adlı direniş grubunu kurmuş. Trablus’da Kaddafi’nin mekanı Bab-i El Aziz’i grubu ele geçirince şöhreti artmış, devrimden sonra Libya Askeri Konseyi başkan yardımcılığına getirilmiş. Bu arada Libya’da Kaddafi’yi Türkiye ya da El Kaide’nin değil, NATO’nun devirdiğini hatırlatalım. O yüzden Mehdi El Harati’nin Libya’da Kaddafi’yi devirmek için CIA’den yardım ve para aldıklarını açıklamasına şaşırmıyoruz. Yani ille biriyle ilişki kurulacaksa Obama’yla kurulabilir.
Sonra Libya’daki iktidar mücadelesinde anlaşmazlıklar yaşanınca görevinden istifa etmiş. Suriye’ye gitmiş, Suriye muhalefetiyle birlikte hareket etmiş, Ümmet Sancağı adlı direniş grubunu kurmuş, altı ay sonra oradan ayrılıp, Özgür Suriye Ordusu’nda yer almış. Özgür Suriye Ordusu yani ABD’den Türkiye’ye bütün dünyanın açıkça desteklediği, silah verdiği Suriyeli muhaliflerin resmî ordusu. Mehdi El Harati, bırakın IŞİD’liğini, El Kaideciğini, Edinburgh Üniversitesi’nde Suriye’deki İslam üzerine uzman Thomas Pierret’e göre cihatçı, selefi bile değil. Libya devriminden Suriye devrimine desteğe gelmiş bir İslamcı Arap. Kurup ayrıldığı grup da El Kaide’nin cihadı için değil Suriye devrimi için savaşıyor. Yani elde var yine sıfır.
-AKP’li bakan Suat Kılıç IŞİD liderleriyle:
Bu IŞİDçiler ya çok aç ya da randevularını hep kebapçılarda veriyorlar. Eski AKP’li bakan Suat Kılıç’ın IŞİD liderleriyle fotoğrafı diye paylaşılan fotoğrafda 2013 Mayıs’ında Almanya’nın Köln şehrinde çekilmiş. Türk kebapçılarıyla meşhur Keup Caddesi’ndeki Urfalı bir ailenin işlettiği Kilim Restoranı’nda.
IŞİD’in kurulmasından bir ay kadar sonra. IŞİDçilerin Köln’deki kebapçılarda takılma rahatlığı dikkat çekici. Belki de IŞİD’in arkasında Almanya da vardır, kim bilir.
Suat Kılıç da çok rahat görünüyor. Fotoğrafta arkada görünenlerden biri dönemin Türkiye Köln Başkonsolosu. Rutin bir Almanya ziyaretinde uğranılmış bir kebapçıda yemek yiyen bir grupla çekilmiş spontane bir hatıra fotoğrafı bu. Peki kim bu uzun sakallı abiler o zaman.
Ceketli kısa sakallı olan Almanya’da epey meşhur bir isim olan İbrahim Ebu Naci. Filistinli selefi bir iş adamı. Selefi deyince korkmayın hemen. En bilinen eylemi ise Almanya’da epey tepki çeken “Her eve bir Kur’an” kampanyası. Bu fotoğrafın hikayesini yazan Alman WDR çalışanı Elmas Topçu hakkında hiçbir soruşturma olmadığı için Köln’deki kebapçılarda rahatça dolaşan, Barış Konferansı’nda tanıştıklarını İbrahim Naci ve yanındaki selefi gençler için sonunda kendini tutamayıp şöyle yazmış: “O karedeki dört selefinin IŞİD ve El Nusra ile bağlantıları bilinmez” İşte gazetecilik tam da bu. Bilinmeze pas atmak… Çünkü Bir Alman yetkili şöyle demiş: “Her selefi terörist değil belki, ama teşkilat olarak karşılaştığımız her teröristin bir selefilik geçmişi vardı."
Belki Suat Kılıç da ileride terörist olma potansiyellerini görerek o sakallılarla bir resmi olmasını istemiştir. Tek bir çare var: Yurt dışında kebapçı ziyaretinde tesadüfen karşılaştığı uzun sakallılarla fotoğraf çektirmemek.
-Hatay’da hastanede tedavi gören IŞİD Komutanı:
Yine son günlerde gazete manşetlerinde dönen, Suriye rejimine yakın Twitter hesaplarınca paylaşılan, CHP’li Muharrem İnce’nin basın toplantısı düzenlediği bir fotoğraf karesi. İddiaya göre fotoğraftaki kişi IŞİD komutanlarından Mezen Ebu Muhammed. Suriye’de yaralanıp, 16 Nisan 2014’te Hatay’da tedavi edilmiş. Sonra da iki ayda iyileşip Irak’a geçip Musul’u ele geçirmiş.
IŞİD’in Rambo misali Mazen Ebu Muhammed adlı bir komutanı olduğunu zaten dünya Muharrem İnce’den öğrenmiş oldu. Başka bir yerde öyle bir bilgi yok. Kim nereden tanıdı peki? Yoksa esas CHP’liler mi IŞİD’le ilişki içinde? Sakalından deyip keselim.
Esas mühimi yaralı IŞİD komutanın Hatay kapısından Türkiye girişi bayağı zor olması. Çünkü kapı IŞİD’in kanlı bıçaklı olduğu Ahrar-ur Şam’ın kontrolünde.
İddia ne kadar dökülse de inanan çok olunca üzerine Hatay Sağlık Müdürlüğü bütün hastanelere yazı yazmış. 16 Nisan günü Suriye’deki çatışmalarda yaralanıp Hatay’daki hastanelere 27 hasta getirilmiş. Ama aralarında Mazen Ebu Muhammed diye biri yok. Fotoğrafın çekildiği hastanenin bağlı olduğu Mustafa Kemal Üniversitesi rektörü tedavi ettikleri hastanın adının o gün Mezin Hatip olduğunu açıklamış. Rektörün açıklamasının can alıcı kısmı ise şurası:
“Biz hastanemize gelen yaralının terörist olup olmadığını, tedavisinden sonra suç işleyip işlemeyeceğini bilemeyiz. Kaldı ki bugün bile dağdaki yaralı bir teröristi askerimiz alıp en yakın hastaneye götürerek tedavisini yaptırıyor. Suriye’den gelen yaralıların çoğunun üzerine kimlik ve belge bulunmuyor. Yaralılar ambulanslarla getirilirken ‘Kardeşim evine git kimliğini, sevk belgeni getir’ diyemiyorsun ve öyle olunca hastanın beyanlarını esas alıyorsunuz. Ambulanslar haricinde hastanemize gelen yaralıları ise kamplara gönderiyor, orada polis tarafından kayıtları yapıldıktan sonra hastanemize getirilerek tedavileri yapılıyor.”
Suriye’deki çatışmalarda yaralananların tedavi edilmesine bile karşı çıkanlara Hipokrat’tan bahsetmek lüks kaçabilir. Savaşlarda düşman yaralı askerleri bile tedavi edilir diye hatırlatmak da. Mevzuya dönersek: O fotoğraftaki kişinin Mezen Ebu Muhammed olduğu, onun da bir IŞİD komutanı olduğuyla ilgili hiçbir somut hiçbir veri yok. Sakalları saymazsak… IŞİD’in bir komutanının Türkiye’nin desteklediği gruplarla savaşırken, hem de onlara bağlı bir kapıdan ambulansla geçerek ekim 2013’ten beri terör listesinde oldukları Türkiye’deki bir hastanede tedavi olduğunu, sonra iyileşip Musul’u aldığını düşünenlere gerçek hayatta başarılar…
-İçişleri Bakanlığı’ndan Hatay Valiliği’ne talimatın belgesi: Nusracı mücahitleri resmî kurumlarda barındırın!
En klasik belgelerden biri. Belgenin uyduruluşunun birinci yıl dönümü iki ay önce kutlandı. Defalarca yalanlandı ama yine ortaya çıktı. O yüzden bir klasik olmalı. Son olarak CHP’nin müftü vekili İhsan Özkes “Nusracılar Diyanet misafirhanelerinde mi kaldı” diye sorarken yine bu belgeye dayandırdı iddiasını. Özkes’ten ‘El Nusra genelgesi’ iddiası başlığı ise Zaman’dan. Tuhaftır bu belge bir buçuk yıl önce dolaşıma PKK’nın Oda TV’si Lekolin adlı site tarafından sokulmuştu. Meclis kürsüsüne çıkıp ilk okuyan da avukat kökenli BDP’li vekil Hasip Kaplan olmuştu. Böylece PKK’nın kara propagandası 1.5 yıl sonra CHP’den Zaman’a ulaşmış oldu.
Şu sahtelik akan, arada MİT’e iki taş atan cümle belgeden: “ Milli İstihbarat Teşkilatımız denetiminde çeşitli ülkelerden getirilerek bölücü örgüt PKK uzantısı PYD’ye karşı savaştırılan, ağırlıkta Çeçen ve Tunusluların bulunduğu El Nusra’ya bağlı mücahitlerin geçişlerinde gerekli desteğin sağlanarak, güvenliklerine ve konunun gizliliğine riayet edilmesi önem arz etmektedir. "
İçişleri Bakanı Muammer Güler imzasıyla Hatay Valiliği’ne gönderilmiş bir genelge güya bu. Sahtelik en baştan başlıyor: İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinin tepesinde T.C. İçişleri Bakanlığı Hatay Valiliği yazıyor. Sonu daha da tuhaf Bakan valiye genelgeyi “arz” ediyor. Resmî yazışma kültürünü bile hiçe sayma pahasına epey kibar bir İçişleri Bakanımız varmış, kıymetini bilememişiz. Hazırlayan kişinin ömründe bir tek resmî genelge görmediği, o üslubu hiç bilmediği de açık. Peki ya yayınlayan avukat Hasip Kaplan, müftü İhsan Özkes, belgeler konusunda uzman Zaman gazetesi?
Nusra-Türkiye, İŞİD-Türkiye konularındaki pek çok belgenin ilk kaynağına gidilirse ya Suriye rejimine yakın sitelere, hesaplara ya da PKK’nın OdaTv’si olan bu Lekolin.org adlı siteye varılır. Daha önce Nusra’ya destek bahsinde bir Dışişleri Belgesi üretmişlerdi. Belge serbest üslubu ve “PKK’nin” ifadesiyle kendini ele verene kadar epey dönmüştü… Aynı site kökenli daha büyük bir prodüksiyonu ise önceden yazmıştık. Rus istihbaratının ricasıyla Türkiye’yi Şam’daki kimyasal saldırıya bağlayan bir sahte MİT-Nusra anlaşması belgesi. Merak edenler için; Rus istihbaratı bizim medyayı nasıl kullandı? (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/577165.aspx)
-Türkiye IŞİD’i terör örgütü listesine almadı:
Geçen hafta epey dönen bir iddiaydı bu. Nusra’nın terör listesine alınmasından, Musul baskınından hemen sonra. Önce Hurriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin IŞİD’in terör listesinde olmadığını Twitter’da iddia etti, IŞİD dezenformasyonlarına sorgusuz sualsiz atlayan CHP’li Sezgin Tanrıkulu da Arınç’a bir soru önergesiyle sordu: Ne zaman terör listesine alındı IŞİD?
Cevap verelim. IŞİD’in kurulmasından beş ay sonra, 2013 Eylül’nde. Bakanlar Kurulu kararının tam tarihi 30 Eylül 2013. 10 Ekim 2013’te de Resmî Gazete’de yayınlanmış. BM’nin terör listesine alması ise Mayıs 2013. Sadece Nusra’nın terör listesine eklendiği kararının yayınlandığı Resmî Gazete’ye bile dikkatle bakınca IŞİD’in adının çok daha önce listeye alındığını görmek mümkündü oysa.
Bu uzun litaratüre muteber iki gazetecinin son günlerdeki yazıları eklenebilir. Biri Amberin Zaman’ın “IŞİD’e destek hâlâ sürüyor" yazısı. Diğeri Murat Yetkin’in “Türkiye Irak’ta ‘Besle kargayı oysun gözünü’ durumunda mı?” yazıları.
Amberin Zaman’ın yazısının başlığı ve girişinde söylediği: İktidara yönelik eleştiriler aynı noktada birleşiyor: “Türkiye beslediği canavarın kurbanı oldu”yu destekleyen somut hiçbir veri yok yazıda. YPG komutanının “IŞİDçileri taşıyan ambulanslar Türkiye’ye girdi dürbünle gördük” iddiasından başka tabii. Ama yazıdan onun iddiasını bağlı olduğu PYD Başkanı Salih Müslim’in bile tam paylaşmadığını öğreniyoruz: “AKP iktidarı değil ama devletteki derin güçler hâlâ IŞİD’e destek veriyor” demiş.
Yazıda Amberin Zaman’ın telefonla görüştüğü Aşrar Aş Şam örgütü (yazıda iki kere geçiyor) yeni kurulmuş olabilir. Belki de Ahrar-uş Şam’ın Çin yapımı çakmasıdır.
Türkiye’ye yakın olduğu söylenen örgüt “IŞİD’le savaşıyoruz, bizim tarafta hastane var” demiş bir de. Tabii bütün bunlardan IŞİD’de destek sürüyor başlığı çıkar…
Murat Yetkin’in tezi ise “Türkiye kendisine yakın muhaliflere silah verirken ABD uyarmıştı bunlar radikallere gider diye.” Peki ABD’nin muhaliflere verdiği silahların radikallere gitmediğini nereden biliyoruz? Selefiliğe hassas bir GPS sistemi mi kurmuşlar?
Başakşehir’de unutulmuş, Irak Sünni siyasetinde Türkiye’de bir Ertuğrul Günay kadar etkisi kalmış Tarık Haşimi’nin IŞİD’in sivil lideri ilan edilmesine hiç girmiyoruz. Bu arada 2012’de IŞİD bile henüz kurulmamışken, Suriye’ye giden yabancı cihatçılar üzerinden yazdığım “Peki sakallı Che’nin Bolivya’da ne işi vardı” yazımı IŞİD’in Musul baskını sonrası manalı bir şekilde paylaşan Günay’ın Bosna Savaşı sırasında epey mesai harcadığı Bosna’daki yabancı mücahitler hakkında ne düşündüğünü de sormayı erteleyelim…
Zaten iddiaların, dezenformasyonların bütün sakallıları El Kaideci, IŞİD’çi sanmaların temeli bu büyük saptırmadan geliyor. Evet, Türkiye Suriyeli muhalif grupları Özgür Suriye Ordusu’nu, sonra İslami Cephe’yi destekledi. ÖSO’yu bütün Batı açıkça destekledi, zaman zaman silah gönderdi. Ama Türkiye hiçbir zaman IŞİD’i desteklemedi. Tam tersine IŞİD Türkiye’nin desteklediği gruplarla savaştı, onların önünü kesti. Türkiye’nin IŞİD’in Esed destekli olduğunu düşündüğünü o sızan Dışişleri kaydından biliyoruz. Kaydı bilerek doldurup, numara yapmadılarsa tabii…
Evet, Türkiye sınırlarını mülteciler için açtı. Bu sınırlarından geçip, Nusra’ya, IŞİD’e katılanlar da olmuştur. Peki, PKK’nın Suriye’deki ordusu YPG’ye katılanlar olmamış mıdır? Türkiye YPG’yi de mi destekliyor yani? Peki, Kandil’deki PKK’lılar arasında Avrupa’dan İstanbul Havalimanı’na inip, Türkiye üzerinden sınırı geçen hiç kimse yok mu? Buna bakıp Türkiye PKK’yı da destekliyor mu diyeceğiz? PYD lideri Salih Müslim’le Türkiye’de defalarca görüşüldü? Türkiye PYD’yi de mi destekledi? Sadece 150 kişi Hollanda’dan gelip Suriye’deki gruplara katılmış, Hollanda IŞİD’e mi göz yumuyor demektir bu?
Malzeme çok. Daha da uzatmak mümkün.
Diyanet’in CHP’li İhsan Özkes’i yalanlamasından bir cümleyle bitirelim: Kendisine ulaşan bilgilerin doğruluğunu kavrama konusundaki basiret… Amin…
https://stratejikoperasyon.wordpress.com/2014/06/19/yandas-gazeteci-yildiray-ogurdan-akp-ve-isid-dosyasi-isidmeyen-kalmasin-iste-o-delill-er/


..

3 Mart 2015 Salı

PKK'nın Zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin bölünüşünü ilan Eden Kanun


PKK'nın Zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin bölünüşünü ilan Eden Kanun 


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü   
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi,
28 Haziran 2014 Cumartesi
Cahit Armağan DİLEK tarafından yazıldı.



Türkiye 2013 yılı başından itibaren sözde çözüm süreci olarak adlandırılan bir süreç yaşıyor. Türk milleti, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidar partisinin 
milletvekilleri ve hatta hükümet üyelerinin bile içeriğini bilmediği çözüm sürecini yasal güvence altına alacak kanun tasarısı 26 Haziran 2014 tarihli 
Başbakanlık yazısıyla TBMM'ye sevk edildi.

Kanun Tasarısı Üzerine Genel Değerlendirme 

Süreçten sorumlu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay konuyla ilgili yaptığı açıklamada "artan kamuoyu desteğiyle birlikte sürecin olgunlaştığı safhada 
bulunuyoruz ve nihai çözüme doğru, kararlı şekilde ilerliyoruz. Bu çerçeve yasa tasarısı tam da bu sırada bir gereklilik olarak ortaya çıkmıştı" diyerek yasa 
tasarısını niye şimdi hazırladıklarını açıklıyor. Türkiye daha çözüm sürecinin içeriğini bilmezken, kamuoyuna ilk sunulduğunda üç aşamadan (PKK'lıların 
çekilmesi, silahlara veda, entegrasyon) oluşacağı belirtilen sürecin daha birinci aşamasının tamamlanıp tamamlanmadığı konusunda hükümet, Kandil, 
İmralı'dan farklı açıklamalar gelirken, sonraki aşamalar önemli değil mühim olan kan akmaması denilerek eleştiriler geçiştirilirken, Başbakan Yardımcısı 
Atalay'ın açıklamasından anlaşılıyor ki hükümete göre çözüm sürecinde sona gelinmiş. Yasa tasarısının içeriğine bakmadan bile hükümetin açıklamaları ve 
gerçekteki gelişmeler arasında tam bir çelişki ve tutarsızlık olduğunu görüyoruz. Bu durum tasarının zamanlaması, gerekçeleri, içeriği, samimiyeti 
hakkındaki şüpheleri artırmaktadır.

Başbakan Yardımcısı Atalay'ın bu tasarıyla ilgili muhtelif zamanlarda yaptığı her açıklamada 19 Mayıs'ta yaptıkları toplantıya sürekli referans vermesi, 19 
Mayıs'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına giden yoldaki başlangıç noktası olduğunu hatırlanırsa, son dönemdeki moda tabiriyle "manidar"dır.

Bu yasayla ilgili en başta söylenecek husus, hükümetin kendi inisiyatifiyle anayasa ve yasalara aykırı olarak yanlış denklem ve şartlarla başlattığı bir 
süreci şimdi devlete mal etmeye, bir gün yasal bir yaptırıma maruz kalınması halinde sorumluluklarını ve muhtemel cezai yaptırımlarını devletin kurumlarına 
yansıtmayı hedeflediğidir.

Diğer taraftan, sözde çözüm sürecinin başlamasından itibaren Öcalan ve Kandil sürecin TBMM'den geçirilmesi yani yasal güvenceye alınması gerektiğinde ısrar 
ediyorlardı.  Bu kanun tasarısı hükümetin derin değerlendirmelerinin sonucunda değil, PKK'nın dayatmalarıyla gündeme gelmişti, yani PKK'nın istediği ve 
hazırladığı bir yasadır. Bunu sağlamak için de Öcalan hükümeti sürekli olarak "bu yaptığımız kanunen suç, hepimiz yargılanacağız" diye adeta korkutuyordu. 
Zaten ömür boyu hapis cezası almış bir kişi başka bir ceza alsa ne olacaktı ki; ama amaç her zaman olduğu gibi tehdit ve şantaj politikasıyla hükümeti 
taleplerini kabule zorlamaktı. Ayrıca çözüm süreci altında hükümeti müzakere masasına oturtmuş olan PKK terör örgütü, Türk devletine karşı mücadelesinde 
ulaşabildiği en yüksek pozisyondayken bunu TBMM'den geçirtebilirse bundan sonra hükümet de değişse, süreç yarıda da kalsa yeni sürece ya da yeni mücadelesine bu pozisyondan (müzakere masasına oturmuş eşit iki taraftan biri) başlamayı garanti altına almış olacaktır.  Bu durum önümüzdeki dönemlerdeki uluslar arası girişimlerde ya da PKK'nın tek taraflı kararlar (müzakerede anlaşamadık biz ayrılıyoruz, kendi bölgemizde kendi yönetimimizi kuracağız gibi) almasında terör örgütüne hayati inisiyatifler verecektir.

Daha haberin duyulduğu ilk andan itibaren kamuoyunda bu yasa tasarısının Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olduğuna ilişkin oluşan genel kanıdır ve 
gerçekte de öyledir. Basına yansıdığı üzere 2006'dan bu yana hükümetin PKK ile yürüttüğü gizli görüşmeler o tarihten itibaren seçimler öncesinde hep PKK'nın 
eylemsizlik uygulamasıyla sonuçlanmış, hükümet bunu propaganda amaçlı kullanmış, seçimlerde başarılı çıkınca PKK'nın talepleri birer ikişer demokratikleş me paketleri adı altında uygulamaya sokulmuştu.  Şimdi de benzer ilişki ağı tekrar hayat buluyor. Ama bu sefer hem hükümet hem de PKK, her iki taraf açısından altın vuruş zamanı. PKK Türkiye'de iktidarın muhtemel el değiştirmesi nden önce müzakere yapabildiği AKP iktidarı döneminde nihai hedefine (Öcalan'ın özgür kalması, güneydoğuda bağımsız/özerk Kürt yönetimi) ulaşmayı arzu ediyor. AKP hükümeti de Kürt orijinli seçmenin de desteğiyle kendi adayının Cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Dolayısıyla her iki tarafta son kozlarını oynuyor. İşte Öcalan'ın taleplerinin hemen uygulamaya sokulması teknik olarak mümkün olmayacağından en azından bu taleplerin sağlanacağının yasal garantiye alınması, bu konuda hükümetin elinin kolunun bağlanmasını en iyi seçenek olarak görülmüştür. Bu yasa tasarısı işte bunu gerçekleştirmektedir. Yani hükümet kendi çıkaracağı yasayla aslında kendini hapisteki bir terör örgütü liderine mahkum etmektedir.

Yasa Tasarısının İçeriği Üzerine Değerlendirme

Yasa tasarısı 5 maddeden oluşmuştur. Şimdi sırasıyla bunları ele alalım. Ama önce şu ilginç saptamayı yapalım. Yasa tasarısının hiçbir yerinde PKK terör 
örgütünün adı geçmemektedir. Sadece madde 2.(1)(c)'de "silah bırakan örgüt mensupları..."   ifadesi geçmektedir. Metinde örgütle terör kelimeleri yan yana 
getirilmemiş, PKK'nın adı anılmamış sanki muhatap olunacak yapı terörle ilişkili değildir algısı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Birinci maddede amaç ve kapsamı açıklanırken terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesi için yürütülen çözüm sürecine ilişkin 
usul ve esasları belirlemek olarak ifade edilmiş. Evet, anladık çözüm süreci terörü sona erdirmek ve toplumsal bütünleşme için uygulanacak; ama çözüm süreci ifadesinin altında, içinde ne olduğu yasa tasarısı metninde geçmediği gibi çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayacak bir referans da verilmemiş (olmayan bir şeyi ya da sadece Öcalan'ın bildiği bir şeyi yazmak da kolay değil tabii). Yani içi boş istediği şekilde doldurulacak, Öcalan/PKK'dan talepler geldikçe yazılacak 
bir tanım ve süreç. İşte böyle içi boş hayali bir konuda hükümete ve uygulayı cılara anayasaya aykırı şekilde sınırsız yetki ve dokunulmazlık hakkı verilmesi isteniyor.

İkinci maddede uygulama, izleme ve koordinasyon başlığı altında hükümetin çözüm sürecinde yürüteceği çalışmalar sıralanmış. Normal şartlarda bu maddede belirtilen çalışmalar için hükümetin ayrı bir yetki almasına gerek yok ancak hükümet terör örgütüyle yürütülen ancak kendi kontrolünde olmayan sözde çözüm süreci kapsamında anayasaya ve yasalara aykırı biçimde uygulamalar yapıldığını, tavizler verilebileceğini, bizzat terör suçunun içinde olanlarla işbirliği-müzakere yapıldığını, devlete karşı suç işlemiş kişilere yetki ve pozisyonlar verilebileceğini öngördüğünden (zaten 2013 başından bu yana fiilen 
yapılıyor) olacak ki bunlardan kaynaklanabilecek yasal yaptırımlardan kurtulmak için yasal ve meşru olmayan yetki ve dokunulmazlık istiyor.  Düşünebiliyor 
musunuz, son 30 yılda 40.000 kişini hayatına neden olmuş terör örgütünün hapisteki lideri ve Kandil'deki diğer teröristler, şimdi kendi yarattığı sorunun 
çözümünde sözde iyi niyetli muhataplar olarak TC devletiyle eşit statüde masaya oturabilecek, devlet imkanlarıyla görüşmelere getirilip götürülecekler, korunacaklar, hiçbir şey yapmamışlar gibi el üstünde tutulacak, devletin yönetim ve karar mekanizmalarına girecekler, Türk milleti adına karar verecekler. 
Hayatın doğal akışına aykırı bu uygulamanın halk tarafından itirazsız kabul edilmesi isteniyor, bunun benimsenmeyeceği bilindiğinden şimdi anayasa ve 
yasalara aykırı meşru olmayan yasayla zorla uygulanmak isteniyor.

İkinci maddede ifade edilen "silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır" 
ifadesiyle PKK'lı teröristlere sorgusuz sualsiz, yaptırımsız, 40.000 kişinin hayatının kaybetmesine neden olan suçlar için herhangi bir ceza öngörmeyen bir nevi af uygulamasının hayata geçirileceği kabul ediliyor. Bir nevi af diyorum çünkü PKK af istemiyor (çünkü onlar haklı bir mücadele yaptıklarını af edilecek 
pişman olunacak bir şey yapmadıklarını iddia ediyorlar, bunu da hükümete kabul ettirmiş gözüküyorlar ilk işaretini de Habur olayında vermişlerdi), onun için 
zaten bu maddede af kelimesi kullanılmamış. Bu maddeye göre olacak olan şudur; Öcalan/PKK taleplerinin tamamen karşılandığını ve uygulamaya sokulduğunu, anayasa ve yasaların değiştirildiğini görünce biz silah bıraktık deyip hiçbir şey olmamış gibi içimize karışacaklar, yaptıklarıyla övünecekler, siyaset yapacaklar.  Yani inisiyatif onlardadır, sürecinin yürüyüp yürümediğine, bitip bitmediğine, tamamlanıp tamamlanmadığına, silahı bırakıp bırakmadıklarına, ne zaman döneceklerine onlar karar vereceklerdir.

Üçüncü maddede yetki ve sekretarya başlığı altında "çözüm sürecine ilişkin gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle hükümete sınırsız yetki veriliyor. İkinci maddede belirttiğimiz gibi içi boş, sanal bir çözüm süreci ifadesini bu maddedeki "gerekli kararları almaya yetkilidir" ifadesiyle birlikte  düşündüğümüz de hükümet yaptığı her şeyi, aldığı kararları (askerin operasyon yapmasının engellenmesi, askerin bölgeden çekilmesi, Kuzey Kürdistan adının resmileşmesi, PKK asayişlerinin bölgede kontrolü ele almasını, bölgede fiili özerklik uygulaması na göz yumulması ve fırsat buldukça yasal düzenlemelerin yapılması, Öcalan'ın karşı tarafın tek yetkilisi olarak doğrudan basına ve halkla irtibat kurabilmesi, Öcalan'ın önce ev hapsine sonra tamamen özgürlüğüne kavuşturulması, Kandil 'in doğrudan hükümetle ve Öcalan'la görüşmesinin sağlanması vs) çözüm süreci içine sokabilir.

 "Gerekli" kelimesi o kadar geniştir ki hele bir de yaptıklarınızdan dolayı cezai sorumluluğunuzun olmayacağını (dördüncü madde) bilirseniz kararlarınızın 
ve yaptıklarınızın anayasal ve yasal olmasına bakmazsınız. Dördüncü maddede kararlar ve yerine getirilmesi başlığı altında " verilen görevleri yerine getiren 
kişilerin hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz" ifadesiyle hükümete ve hükümetin kararlarını uygulayanlara tam dokunulmazlık sağlamaktadır.

Hem üçüncü hem de dördüncü maddede verilen sınırsız yetki ve dokunulmazlık /sorumsuzluk TC anayasasının ruhuna ve maddelerine (Başlangıç Kısmı, 38.madde, 91.madde) aykırıdır. Çünkü hiç kimse anayasadan kaynaklanmayan bir yetkiyi kullanamaz, işlenen suçlar suçun işlendiği tarihteki yasaya göre 
cezalandırılır. Bu yasa tasarısının beşinci maddesine göre yasa yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerlidir. Ama hükümet basına da yansıdığı gibi 2006'dan itibaren gizlice, 2009'dan itibaren açılım politikaları kapsamında, 2013 başından itibaren de açıkça sözde çözüm süreci kapsamında PKK terör örgütüyle görüşmektedir, PKK'nın dayatmalarını hayata geçirmektedir. Bunlar mevcut Anayasa ve yasalara göre suçtur ve şimdi çıkarılacak bir kanunla o suçların yok sayılması anayasa ve yasalara göre mümkün değildir. Yasa bu haliyle hükümetin yasal açıdan sorgulanmasını engelleyemeyecek, sadece Cumhurbaşkanlığı 
seçimlerinde Kürt orijinli seçmenlerden oy alınmasını sağlayabilecektir (bu yasa çıktıktan sonra gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kürtlerin AKP 
adayına oy vereceği nasıl garanti edilecek (belki gizli bir anlaşma imzalanmıştır) soru işareti olarak kalmaktadır). Ama yasa bu haliyle PKK'nın zaferini, kazanımlarını güvence altına alacak dolayısıyla da pratikte sadece ona yarayacaktır.

Genel Gerekçe Metni Üzerine Değerlendirme

Genel gerekçe metni çözüm sürecini öven, hamisi ifadeler içeren, gerçekleri yansıtmayan (toplumda ayrışma-bölünme artmasına aidiyetin arttığından 
bahsediyor, terör örgütünün süreç boyunca saldırı, adam kaçırma, tehdit, şantaj ve köy korucularını şehit etme olaylarına rağmen 19 aydır hiçbir terör olayının 
olmadığı ifade ediliyor) ifadelerle doludur.

Bu yasa tasarısının Öcalan'ın dayatması olduğunu, PKK'nın talebi olduğunu gösteren en önemli kanıt da bu gerekçe metninde yer alan ve Öcalan'ın söylediği "çözüm süreci çok boyutlu ve değişik aşamalar içeren dinamik bir süreçtir" ifadesinin tam olarak metne dahil edilmesidir. Çünkü hükümet bu söze dayanarak yeni durumlarda yeni adımlar atmak gerekir bu yasa da şu aşamada gereklidir savıyla bu yasayı gündeme getirmişlerdir.

Ama gerekçe metninde yer alan "bir hukuk devletinde çözüm süreci çerçevesin de görevin ifası niteliği taşıyan faaliyetler nedeniyle kişilerin hukuki, cezai ve idari yönlerden sorumlu tutulma tehdidi altında kalmaları da kabul edilemez" ifadesi tam bir hukuk garabetidir. Hiç bir suç cezasız kalamaz. Hem hukuk devletinden bahsedeceksiniz, hem de kurum ve kişilere karar ve uygulamaların dan kaynaklanan hata ve suçlara karşı hiçbir hukuki ve cezai sorumluluk verilmeyeceğini aynı cümlede yazabileceksiniz.

Yine aynı metinde "dünyadaki benzer süreçler incelendiğinde sorunun niteliğin den ve ülkelerin kendi özgün şartlarından kaynaklanan farklı fiili ve yasal uygulamaların söz konusu olduğu dikkat çekmektedir" ifadesi aslında bugüne kadar söylenenlerin ve yapıların yanlış olduğunun ifadesidir. Çünkü PKK ile görüşülmesini, müzakere edilmesini savununlar, destekleyenler hep İRA, ETA, Mandela örneğini vermişler, bizim de onların metodunu izlememiz gerektiğini 
dayatmışlar ve sonunda uygulatmışlarıdır. Şimdi gerekçe metninde sanki hükümet farklı bir yöntem izliyormuş, bu yasa onu sağlayacaktır demek abesle iştigaldir.

Yasa Tasarısına Tepkiler

Hükümet çok iyi bir şey yaptığını düşünmektedir. Tek muhatapları Öcalan ise bunu tarihi bir gelişme olarak nitelemiş ve kendisinin tarih yazdığını ima etmiş, her zaman olduğu gibi en büyük payeyi kendine vermiştir. Öcalan ve hükümet baştan bu yana CHP'yi bu sürece angaje etmeye çalışmıştı. CHP verdiği tepkiyle bu sürece artık dahil olmuştur. Aslında CHP'de bu konuda tek belirleyici olan milletvekili Sezgin Tanrıkulu ilk açıklamalarında neredeyse AKP milletvekillerin den bile daha fazla tasarıya destek (hukuki, ,idari, adli, cezai sorumsuzluk verilmesi uygun değildir görüşüyle) vermiştir. CHP genel başkanı da aynı görüşü dillendirmiştir. 
TBMM'de bu husus biraz yumuşatılıp örneğin hukuki-idari-adli soruşturma açmaya izin yetkisi Cumhurbaşkanına verilebilir ve CHP'nin yasaya oy vermesi 
sağlanabilir. Böylece hükümet Türkiye'nin bekasını tehdit eden sürecin uygulanması konusunda siyaseten daha güçlü hale gelebilir. Evet bu madde 
önemlidir; ama tasarının ikinci maddesinin hükümete sınırsız yetki veren hükümlerinin anayasaya aykırılığı ortadan kaldırmıyor.

Sonuç Olarak;

Hükümet altını, içini dolduramadığı çözüm sürecini yasal zemine oturtmak maksadıyla bir yasa tasarısını TBMM'ye sevk etmiştir. Bu yasa tasarısındaki iki 
maddeyle hükümet sınırsız yetki ve dokunulmazlık istemektedir. Ucu açık ifadeler içeren, yetki ve sorumsuzluk açısından sınır tanımayan, uygulama ve kullanma açısından zaman sınırlaması koymayan bu tasarı anayasa ve yasalara aykırıdır. 

Hükümet çözüm sürecinin ne olduğunu açıklayamamaktadır. Çünkü Türkiye'nin bekasını tehdit eden hususlar içeren, ne zaman ve nasıl ilerleyeceğini sadece 
Öcalan'ın bildiği sözde çözüm sürecini Türk milletine açıklamak ve ikna etmek kolay değildir. Çünkü süreç hükümetin ya da zaman zaman Öcalan'ın kamuoyuna açıkladığı içerikte değil kamuoyuna sızdırılan Oslo ve İmralı görüşme tutanaklarındaki esaslar ve mutabakatlara göre yürümektir. İşte bu yasa tasarısı bu sızdırılan tutanaklarda bahsedilenleri yasal güvenceye alacak bir metindir. 

Bu yasa tasarısının mantığı yeni MİT kanunundan farklı değildir. MİT kanunu MİT personeline sınırsız yetki ve sorumsuzluk, dokunulmazlık verirken, yeni tasarı 
hükümet üyelerini ve çözüm sürecinde görev alanlara ve tabii ki MİT personeline ikinci kat yetki, sorumsuzluk, dokunulmazlık sağlayacaktır. Tabi hükümete 
"gerekli" gördüğü kararları alma ve uygulama yetkisi vermekte, bunların anayasa ve yasalara aykırılığı durumunda suçlanma kaygısı olmayacak. Belki uzun vadede bunlardan da önemlisi bu yasa tasarısı bu haliyle geçerse PKK tarihinin en düzey kazanımlar seviyesine ulaşmış olacak, bir devletle müzakere yapan eşit taraf statüsü kazanacak, herhangi bir şekilde bu süreç aksar, yarım kalırsa bu statüden yeni mücadelesine başlayacak, daha alt seviyeye geri dönüşü olmayacaktır.

Çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte hükümetin askerin operasyon yetkisini almasıyla en zor durumdayken bile alanda askere karşı üstün pozisyona geçen, 
askeri bertaraf eden PKK bu yasayla siyasi alanda da zaferini ilan etmiş olacaktır. Sızdırılan zabıtlarda Öcalan'ın dediği  "bu süreç sonunda hepimiz 
özgür olacağız" sözü gerçekleşmiş olacak, çünkü bu yasa Öcalan'ın özgürlük kapısını açmaktadır. Ayrıca bugün fiilen PKK'lı teröristlere terk edilmiş 
bölgede Kuzey Kürdistan adıyla ayrı bir bölge olduğu kabul edilmiş olacaktır. Bütün bu gelişmelerden sonra Türkiye'nin bölündüğü gerçeği de ortaya çıkmış 
olacaktır.  

19 Mayıs 1919 Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlık yolculuğunun başladığı gündür. Türk milleti açısından anlamlı bir gündür. Ümit ederim başka bir 19 Mayıs günü hükümetin ilk toplantısını yaptığı toplantıyla gündeme gelen bu yasa tasarısının yasalaşıp Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmesinin önünü açması gerçekleşmez.

Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi
..