Emin Çölaşan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Emin Çölaşan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2020 Cumartesi

TÜRKİYE MİLLETİ., Leyla’nın Milleti!,

 TÜRKİYE MİLLETİ., Leyla’nın Milleti!


TÜRKİYE MİLLETİ

Emin Çölaşan

    SEVGİLİ okuyucularım, adına Leyla Zana denilen hanım bundan yıllar önce SHP listesinden milletvekili seçilmiş ve Meclis’te olay yaratmıştı. Son olaya gelmeden önce şimdi geçmişe, 1991 yılına dönelim. 

Seçim yapılmış, sıra Meclis’teki ant içme törenine gelmişti. Milletvekilleri tek tek kürsüye çıkıp anayasada öngörülen yemin metnini okuyordu.

Sıra Leyla ya geldi.

Kafasında PKK’nın sarı-yeşil-kırmızı ulusal renklerinden oluşan bir saç bandıyla kürsüye çıktı. Bunu özellikle yapıyor, daha il gün olay çıkarmaya yelteniyordu.

Kürsüde yerini aldı…

Ve yemin metnini okumaya başladı.

Birkaç saniye sonra Meclis kürsüsünde anlamsız sözler söylemeye başladı.

Kürtçenin bir lehçesiyle konuşuyordu.

Peki, O Kürtçe sözlerinde ne demişti? “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum!”

Ortalık kızıştı. Kavgalar çıktı. Sonrasında başka milletvekilleriyle birlikte Leyla‘nın da dokunulmazlığı kaldırıldı. Çeşitli mahkemelerde yargılandı ve uzun süre hapis yattı.

***

Aradan 20 yıl geçti, bu şahıs bu kez Kürtçü BDP’den Diyarbakır milletvekili seçilip yeniden Meclise döndü. Partili arkadaşlarıyla birlikte geçtiğimiz cumartesi günü Meclis te yemin (!) etti.

Anayasada öngörülen yemin metni şöyle bitiyor:

“…Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”

Hanımefendi ne olursa olsun olay çıkaracak ya!..

El çabukluğu değil ama dil çabukluğu ile o bölümü şöyle okudu:

“…Türkiye milleti önünde namus ve şerefim üzerine ant içerim!.. “

Böylece Türk milleti, tarihte ilk kez Türkiye milleti oluverdi!

Yemin böyle okununca itirazlar geldi. Yeminin tekrarlanması gerekiyordu ama özellikle kaynatıldı.

Gazeteciler kendisine sordular

“Niye böyle yemin ettiniz?”

Verdiği yanıt ilginçti:

“Yani bilinçli ve planlı değildi! O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı!”

Hay Allah, rastlantının böylesi!.. O anda ağzından bu çıkmış!

Utanmazlığın ancak bu kadarı olabilirdi.

Oturumu yönetmekte olan Meclis Başkanı Cemil Çiçek kendi ifadesine göre. o sözlerini duymamıştı!

Öyle ya, biz onların karşısında beş yaşında saf çocuklardık!.. Herkes yanlış duymuş, doğruyu (!) duyan yine onlar olmuştu.

Hemen ardından Cemil Çiçek’in talimatıyla TBMM Başkanlığı tarafından bir duyuru yayınlandı, şöyle diyordu;

“Leyla Zina’nın yemin ederken Türkiye milleti değil. Türk milleti ifadesini kullandığı tespit edilmiştir”

***

Şimdi şu işe bakınız, kadın diyor ki “Türkiye milleti dedim, o anda ağzımdan böyle çıktı.”

TBMM Başkanlığı ise diyor ki. “Yok, valla inanın ki Türk milleti dedi!’

Leyla böylece, TBMM Başkanlığı tarafından güya aklanmış oluyor.

Peki niçin?

Şunun için:

İktidar şimdi yeni bir anayasa değişikliği|www.emincolasan.info|daha gündeme getirdi ya, o konuda BDP’nin desteğine ihtiyacı var Ne kadar BDP’li milletvekili destek verirse. AKP Güneydoğudaki vatandaşlardan o kadar oy isteyecek.

Meclis’te gerekli kelle sayısına ulaşılmaz ve iş yine referanduma kalırsa onlara diyecekler ki “Bakın arkadaşlar, sizin partiniz olan BDP bile |vatansever.info|bu anayasa için kolları sıvadı, Meclis’te kabul verdi. Şimdi sıra sizde, Size özerklik verdik, Kürtçe eğitim getirdik, haydi bastırın evet oylarınızı!..”

Böylece, BDP’nin sırtından muhteşem bir siyaset ticareti ve oy avcılığı daha yapmış olup, kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları anayasayı kabul ettirecekler!

O yüzden Leyla’ya tavır koymaları mümkün olmadı.

***

Sevgili okuyucularım, Leyla Zana’nın Meclis kürsüsünde kullandığı ve hiçbir kesimden tepki gelmediği sürece Türk milletine yutturulmak istenen “Türkiyeli” sözcüğü, Tayyip’in geçmişte sık sık kullandığı bir sözcüktür.

Şimdi Başbakan olduktan sonra kullanmıyor, ya da kullanamıyor.

Bunu kullananların amacı “Türk” kavramını belleklerden silmek, unutturmak ve en sonunda da yok etmek.

Ne acıdır ki, günümüzde bu uygulamayla sık sık karşılaşıyoruz.

Bugün ülkeyi yönetenlerin ağzından “Türk” sözcüğünü pek duyuyor musunuz?“Türk milleti” kavramını ağızlarına aldıklarına tanık oluyor musunuz?

Şu iktidar yalakası korkak, entel, liboş gazete ve televizyonlara bakıyorum, varsa yoksa Kürtlük, varsa yoksa Kürtçülük. Bunların iktidarı döneminde bunlar tartışılıyor, hem de sadece bu kavramların savunucuları tarafından.

Bütün ulusal kavramlarla birlikte Atatürk de yok edilmek isteniyor.

Siz bakmayın birilerinin ulusal bayram günlerinde Anıtkabir’e gidip içlerinden küfrederek göstermelik saygı duruşunda bulunduklarına!..

***

Tayyip geçmişte kendisini “Türkiyeli” olarak tanımlardı. Bunu defalarca yazdım, belgeledim. Hiçbir biçimde itiraz etmesi, yalanlaması mümkün olmadı.

Şimdi Çankaya’da oturmakta olan AKP‘li yine geçmişte şu sözleri ederdi:

“Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ‘Ne mutlu Türküm diyene lafını tutup her yere yaza yaza özellikle bunu hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür”

Mustafa Kemal Atatürk 1933 yılında. Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü’nde yaptığı konuşmanın sonunda haykırıyordu:

“Ne mutlu Türküm diyene.”

Dikkat ediniz, “Ne mutlu Türk olana” deseydi. Irkçılık olurdu.“Ne mutlu kendini Türk olarak görene, hissedene” diyor. Asla ırkçılık, ayırımcılık yok.

İşte size bu iktidarın en üst düzey makamlarında bulunan iki kişinin kullandığı sözler!..

Atatürk’ün ağzından çıkıp tarihe geçen bu masum, ama çok anlamlı sözcükleri bile reddeden her şeyi İslam’da arayan kafalar şimdi bu ülkeyi yönetiyor…

Ve Kürtçü bir kadın daha üç gün önce Meclis kürsüsüne çıkıp “Türkiye milleti” diye açıkça zırvalarken, Meclis Başkanlığı açıklama yapıp “Valla billa öyle demedi, Türk milleti dedi” demek zorunda kalıyor!..

Ama kadın bunlardan daha yürekli, Hiç değilse zırvasını inkâr etmiyor da, başka türlü kıvırtıyor…

“O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı (!)” diyor

Görüyorsunuz işte… İyi ki Japonya milleti falan çıkmamış!

Yıllar önce Tayyip kendini ‘Türkiyeli’ olarak tanımlıyordu. Simdi aynı edebiyatı Leyla Zana yapıyor.

Tayyip’le Leyla’nın örtüşmesi, doğrusu pek hoş oluyor.

Onlar ermiş muradına, biz ” Türkiyeliler” de Türklüğümüzü bohçaya sarıp çıkalım kerevetine.


***

LEYLANIN MİLLETİ.,

EMİN ÇÖLAŞAN

21 Kasım 2015

Sevgili okuyucularım kadın Meclis kürsüsüne çıkıyor, hiç utanmadan abuk subuk konuşuyor. Sözlerine önce Kürtçe birkaç şey söyleyerek başlıyor da, ne dediği anlaşılmıyor.


Sonra yemin metnini okumaya başlayınca bir vecize daha yumurtlayıp “Türk Milleti” yerine “Türkiye milleti” diyor.
Bu kadın ve benzerleri komik, acınası tiplerdir.
Bu ülkede yaşarlar, hem de krallar gibi…
Yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındadır.
Devletin olanaklarından sonuna kadar yararlanırlar çünkü devlet onlardan lüks makam araçları dahil hiçbir şeyi esirgemez.
Bir de gidin bakın şehit ailelerinin duruma… Gencecik asker ve polis evlatlarını teröre kurban veren on binlerce ailenin çoğu, tek göz evlerinde yaşam mücadelesi veriyor.
Gidin bakın terör olaylarında yaralanıp gazi olan, kolunu bacağını, gözlerini yitiren babayiğit gazilerimize…
Bugüne kadar hiçbirinden bir yakınma, onları bu duruma düşürenlere hakaret
gelmedi.

* * *

Yıllar önce televizyonda görüntülerini izlemiştim. Bir astsubayımız patlayan PKK mayını ile ağır yaralanmış, tedavi için GATA'ya yatırılmıştı.
Kollarını, bacaklarını ve ayrıca gözlerini yitirmiş bir külçe idi.
Dönemin Genelkurmay Başkanı hastanede onu ziyarete gitmişti. Kameralar önünde astsubayımıza sordu:
“Evladım bizden bir isteğin var mı?”
Gazimizin çaresiz yanıtını duyduğum anda, artık kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım.
“Bana gözlerimi verin yeter komutanım.”
İsmini ne yazık ki bilmediğim o astsubayı daha sonra tedavi için İngiltere'ye gönderdiklerini, ancak orada vefat ettiğini duymuştum.

* * *

Türk Milleti'ne böylesine acılar yaşatan PKK'nın sempatizanı milletvekili kadın şimdi hiç utanıp sıkılmadan çıkıyor Meclis kürsüsüne, yemin ederken sırf ortalığı germek ve şov yapmak için “Türkiye Milleti” diyor!
Leyla Zana isimli ne idüğü belirsiz kadın yeminini tekrar edip adam gibi okumadığı sürece Meclis çalışmalarına katılamayacakmış!
Katılsa kaç yazar, katılmasa kaç yazar.
Oy kullanamayacak, komisyonlarda görev alamayacakmış!
Kim takar onu!
Bayan Leyla bu sürecin parasal boyutunu önceden mutlaka öğrenmiş ve planını ona göre yapmıştır.
Meclis çalışmalarına katılmayacak ama Meclis'in bütün parasal olanaklarından yararlanacak.
Eski milletvekili olduğu için emekli maaşı alacak. Yeniden seçildiği için bir maaş daha alacak.
Cebine her ay net olarak 23 bin lira girecek.
Üstelik milletvekillerine sağlanan bütün diğer olanaklardan yararlanacak. Hem de aile boyu…
Örneğin sağlık harcamaları için cebinden bir kuruş çıkmayacak. Onun ve
ailesinin sağlık ve tedavi harcamalarının tümü yine “Türkiye Milleti (!)”
tarafından, başka bir deyişle bizim vergilerden karşılanacak.

* * *

Yetkili bir makamda olsam, bugünden tezi yok bu kadın ve benzerlerine “Dur” diyecek önlemlerin alınması için çalışmaları hemen başlatırdım.
“Ya kürsüye yeniden çıkıp adam gibi yemin edersin, ya da devletin sana her ay vereceği 23 bin lirayı alamazsın. Hem de milletvekilliğin düşer, bundan sonra avucunu yalarsın.”
Yasa mı değişecek, İçtüzük mü yeniden gözden geçirilecek, ne gerekirse yapar ve bu saygısız, küstah kadına iyi bir ders verirdim.
İyi de bunu hangi devlet, hangi hükümet yapacak!..
Başkanlık ihtirasına kapılıp HDP ve PKK ile “Ver bana başkanlık, al sana özerklik” pazarlığını bir süre sonra başlatması beklenen Tayyipgiller hükümeti mi!

* * *

Ancak bir konuda dua etmemiz gerektiğini de hatırdan çıkarmayalım…
Zira bu Leyla günün birinde şöyle diyebilir:
“Bana Türk Milleti demediğim için saydırıyorsunuz ama sizi yönetenlerin bir kez olsun Türk Milleti dediğini duydunuz mu?.. Kendilerinin Türk olduğunu bir gün olsun söylediler mi? O halde siz boşa konuşmuş oluyorsunuz!..”
Ağzından yel alsın, inşallah aklına gelmesin de söylemesin!
Yoksa hapı yuttuk demektir.

Hakaretin bedeli

Sevgili okuyucularım, Varşova Büyükelçimiz olan Yusuf Ziya Özcan isimli şahsın Facebook sayfasında aynen şu mesajı kullanılmıştı:
“Fransız piçleri, Cezayir'de bir buçuk milyon Müslümanı öldürürken hiç sesiniz çıkmıyordu.”
Bu adam Varşova'da devleti temsil ediyor. Diplomat falan değil, YÖK eski Başkanı. O göreve Tayyip hükümeti tarafından atandı.
Fransa'nın Cezayir'de 1950'li yıllarda sergilediği vahşet gerçekten inanılmazdır. Ancak bir büyükelçinin bu sözleri de aynı biçimde inanılmazdır. Bu konuya dünkü yazımda da değinmiştim.
Olayı dün Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı, emekli büyükelçi Onur Öymen'e sordum. Söylediklerini aynen size iletiyorum:
“Yurt dışında devleti temsil eden bir büyükelçinin bu gibi sözlerle herhangi bir kişi veya ülkeye hakaret etme hakkı yoktur. Diplomaside eleştiri vardır ama hakaret asla olamaz. Şimdi yapılması gereken şey, bütün diplomasi kurallarını altüst edip bu sözleri kullanan ve ülkemizi dışarıda rezil eden büyükelçiyi Ankara'ya çağırıp sormaktır. Arkadaş bu iş nasıl oldu, amacın nedir?..”

* * *

Konuştuğum başka bir Büyükelçi de şöyle dedi:
“Hiçbir diplomat bir başka ülkeye ve milletine kendiliğinden böylesine hakaret edemez. Fransa, Türkiye'nin AB üyeliğine en sert karşı çıkan ülkelerden biri. Acaba Ankara'dan Varşova Büyükelçimize bu kelimeleri kullanarak bir mesaj göndermesi mi söylendi? Zira alkollü falan değilse, aklı başında olan hiçbir büyükelçi ‘Fransız piçleri' diye başka bir millete hakaret edemez. Eğer Fransız Hükümeti bu konuyu mesele yapar, bizim Bakanlığa bir nota verip olayı protesto ederse, Türkiye olarak çok zor durumda kalırız. Belki de Fransa'dan gizlice özür dilemişlerdir. Bu şahıs meslekten diplomat olmadığı için biraz yüksekten uçmuş. Derhal geri çağrılması gerekir.”
Aradan tam 48 saat geçti… YÖK eski Başkanı, Varşova Büyükelçisi Yusuf Ziya'dan “Fransız piçleri” konusunda açıklama gelmedi! Günün birinde gelir inşallah!

Paylaş Tweet Whatsapp Paylaş

 https://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/emin-colasan/leylanin-milleti-991406/


**

27 Mart 2020 Cuma

Komşudaki Yangına benzin sıkanlar.,

Komşudaki Yangına benzin sıkanlar.,


Emin Çölaşan.,
21 OCAK 2014

Sevgili okuyucularım, Türkiye Cumhuriyeti bu ilkel kafaların oyuncağına döndü. 76 milyon insanımızla oyun oynuyorlar.
İçeride diktatörlük kurdular, çalıp çırpıyorlar.
“Bizim Allahımız var” diye bağırıp vurgun yapıyorlar. “Peygamber efendimiz” deyip malı götürüyorlar.
Kendilerini uyaranlara “Biz sandıktan çıktık, ister asarız ister çalarız” diye yanıt veriyorlar.

Din sömürüsüyle uyuttukları kitlelerin bir bölümü bunların iflah olmaz yandaşı!
Herif kendisini uyaranlara, “Bak arkadaş, bunların çaldığı paralar senin cebinden çıkıyor” diyenlere kızıp bağırıyor, “Soyuyorsa beni soyuyor, sana ne” diyor!

* * *
Rezaleti sadece içeride değil, dış politikada da izliyoruz. Suriye’nin durumu belli. Suriye’de yangın var. Üç yıl öncesine kadar Esad’la karılı kocalı öpüşüp sarmaş dolaş olan Tayyip, Amerika’dan aldığı emir doğrultusunda 180 derece çark edip Esad’ı devirmeye soyundu.
Suriye kan gölüne döndü, harabe oldu. Herkes birbirine karşı vuruşuyor. 
Kimin eli kimin kıçında, belli değil.
Şimdi bir devlet düşünün ki, komşusunda çıkan yangını ellerini ovuşturarak izliyor.
Üstelik yangına benzin sıkıyor ki daha da büyüsün, Tayyip ve iktidarının komplekslerini gidermek için daha çok insan perişan olsun ve ölsün.
İnsanlık dışı bir olay yaşıyoruz.

Önceki gün Adana’da yine MİT’in TIR’ları ortaya çıktı. Bu TIR’lar Suriye’de Esad’a karşı vuruşan şeriatçı örgütlere silah ve cephane taşıyor.
Birkaç gün önce Hatay’da MİT’e ait silah ve cephane yüklü TIR’lar yakalanmış, arama emrini veren savcı görevden alınmıştı. Önceki gün aynı olay Adana’da gerçekleşti.
Yine MİT’in TIR’ları, yine aynı yük! Daha çok insan ölsün diye devlet eliyle gönderilen ölüm malzemeleri.

* * *

Bu kafaları çok iyi tanımak gerek!.. Bakınız AKP sözcüsü olan Hüseyin Çelik isimli şahıs bu konuda ne dedi:

“ Bu TIR’ların çevrilmesi haddini bilmezliktir. Buradaki savcı arkadaşların niyeti savcılıktan öte bir şeydir. MİT’e ait bir işlem yapılacaksa başbakandan izin alınması gerekir. Uluslararası politikada bazı dengeler var. Devletin kendine göre bazı sırları var. Ne yapmaya çalışıyorsun? Sen kendini devlet içerisinde bir başka devlet olarak mı görüyorsun? Bu haddini bilmezliktir, başka bir şey değildir. Evet, bu MİT’e ait bir TIR’dır. Bunun içinde ne olduğu seni ilgilendirmez. İçinde herhangi bir şey olabilir. Savcı yanlış yaparsa hesabı sorulur. Bu arkadaş (arama emrini veren savcı) kimdir? Cemaat mensubu mudur?”

* * *

Dün mahkemeden karar alındı, TIR’larda bulunan malzemenin yazılmasına yasak getirildi.

İşte, devlette bu kafaların varlığı, bu kafaların ağzından çıkan böylesine ilkel ve gülünç sözler her şeyi anlatıyor.
Bunlar komşudaki yangına körükle giden, ateşe benzin sıkan aymazlar. Gönderdikleri o silah ve cephane ile daha binlerce insan ölecekmiş, ıstırap çekecekmiş, binlercesi daha Türkiye’ye kaçıp sefalet içerisinde yaşamaya mahkûm olacakmış, umurlarında bile değil.

Bunlar için varsa yoksa Esad’ı devirmek!.. İşi inada bindirdiler ama hep nasihat aldılar. Esad yerinde, harabeye dönen ülkesinin başında.
Bu olayda rezil olanları sıralarsak ilk sırada Tayyip, ikinci sırada onun Hariciye Nazırı olan Davutoğlu Ahmet!..

Üçüncü ise Çankaya’da oturup bu olayları etliye sütlüye karışmadan, masa tenisi maçı izler gibi izlemekle yetinen sorumsuz Cumhurbaşkanı!
Polisin ve milletvekilinin tarih bilgisi İstanbul’da Gezi olayları yaşanıyor, çevik kuvvet polisleri topluluğu gaz ve su sıkarak, döverek dağıtmaya çalışıyordu. İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürü Fatih Sarıyıldız, bütün personeline bir mesaj çekti:
“Çevik kuvvetimizin kahraman evlatları, Çanakkale destanından sonra ikinci destanı sizler yazıyorsunuz. Kahramanlarla dolu bir şubede görev yapmaktan onur duyuyorum. Sizleri yetiştiren ana babaların ellerinden, sizlerin alınlarınızdan öpüyorum!”
Düşman ordularına karşı verilen Çanakkale savaşlarının ne olduğunu ya bilmiyor, ya da İstanbul’da demokratik haklarını kullanan insanları düşman olarak görüyordu.

Şube müdürüne 7.500 lira ödül verildi.
Son operasyonlarda ise görevine son verildi! Maaşına zam, işine son benzeri bir durum ortaya çıktı!!

Attığı kahramanlık mesajları da böylece boşa gitmiş oldu.
(CHP Manisa milletvekili Sakine Öz tarafından bu konuda verilen soru önergesini Meclis Başkanı Cemil Çiçek geri çevirdi!)

* * *

Buna benzer bir şeyi son olarak MİT’in TIR’ları olayında yaşadık. AKP Gaziantep
Milletvekili olan Ali Şahin isimli biri, dün sosyal medyada bir mesaj paylaştı:
“Ha TIR’ları durdurmuşsunuz, ha Kurtuluş Savaşı’nda cephane taşıyan Nene Hatun’u durdurmuşsunuz.”

Cehaletin bu kadarının Meclis çatısı altında boy göstermesi ilginçtir!
1857 doğumlu Nene Hatun Kurtuluş Savaşında yoktur. O kahraman kadın tarihimizde 93 harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde ortaya çıkmış, Rus ordularının eline geçen Erzurum’u savunanlar arasında yer almıştır. O sırada 20 yaşında bir gelindi.

Milletin vekilinin yaptığı benzetmeye bakın siz:
Nene Hatun ve Suriye’ye silah-cephane taşırken enselenen TIR’lar!

İki savcı

Sevgili okuyucularım, son operasyonlar sonrasında görev yeri değiştirilen ve pasif görevlere atanan savcılardan ikisi öne çıktı.

İlki, Zekeriya Öz… Onu tanımayan yok. Ergenekon olayında yüzlerce masum insanın evlerini ve işyerleri polise bastıran, onları tutuklatan ünlü savcı.
Tayyip kendisinden hoşnut kalmış, “Ben bu davanın savcısıyım” deyip zırhlı makam aracını Öz’ün altına vermişti.

Şimdi görevden alındı. Dün ortaya çıktı, son olaylarda kendisi hakkında yayın yapan iktidar gazetelerine tekzipler göndermiş ama mahkeme bunları kabul etmemiş, geri çevirmiş.

Hey gidi geçmişin ünlü savcısı Zekeriya Öz!.. Bir zamanlar en önde koşan, istediği herkesi içeri tıktıran yüce savcı!.. Demek ki ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin.

Üzerinde o masum insanların “Ah”ları var. Acaba o “Ah”ların altında mı eziliyor.

* * *
İkincisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı. Küçük bir anımsatma yapayım. Zekeriya Öz, gücünün herkesi titrettiği o dönemde çok sayıda hakim ve savcıyla birlikte kendi başsavcısı Turan Çolakkadı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu’nu da dinletip izletmişti.
Tayyip’in HSYK’sı şimdi Turan Çolakkadı’yı da başsavcılık görevinden aldı, pasif bir göreve atadı. Dün çalışma ekibine şiirle veda etti:
“İşte geldik gidiyoruz şen olasın Halep şehri!..”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, İstanbul’da yargının en yüksek makamında oturan kimsedir. Yargıda ilah konumundadır.
Bu konuma gelmiş bir yargı mensubunun pasif göreve atanması, ona bir hakarettir. Generalin albay yapılması gibidir.
Turan Bey 1954 doğumlu, yani 60 yaşında. Emekliliğine beş yıl var. Eğer eskilerin deyimiyle bu tenzil-i rütbe olayında başka bir pazarlık yoksa, derhal emekliliğini isteyip onurunu çiğnetmemesi gerekir. Tercihini elbette yapacaktır.
Belki de kendisine “İlk seçimde seni Yargıtay’a üye seçeriz” denilip ağzına bir parmak bal çalınmıştır. Eğer öyleyse buna değer mi? Yanıtını Turan Bey versin!
İşte karşımızda Türkiye’nin yargısı, Türkiye’nin yüksek yargı mensupları!


***

2 Aralık 2018 Pazar

Yeni Yılın İlk Gününde Türkiye

Yeni Yılın İlk Gününde Türkiye

Emin Çölaşan

Sevgili okuyucularım, 11 yılı aşkın bir süredir adına AKP denilen bir partinin baskı ve zulmüne, yolsuzluklarına tanık oluyoruz. Şimdi biraz belleğimizi tazeleyip, geride bıraktığımız şu bir yılı kısaca anımsayalım lütfen…
- Belli bir azınlık dışında, insanlarımız sabahları mutlu uyandı mı? Siz mutlu musunuz? Ayın sonunu rahatça getiriyor ve ailenizle birlikte insanca yaşayabiliyor musunuz?
- Evinizden dışarı çıktığınız zaman mutlu insanlar mı görüyorsunuz, yoksa herkes halinden şikayet mi ediyor?
- Durumunuz iyi mi? Memur, işçi, emekli, işveren, esnaf, çiftçi, ev kadını, öğrenci… Her gün bir sürü haksızlıkla mı boğuşuyorsunuz, yoksa her şey tıkırında mı?
- Ülkede torpil bitti mi? Yandaşlara, işbirlikçilere kıyak yapılıyor mu? Vatanın milletin malları eşe dosta, para babalarına peşkeş çekiliyor mu? – Emekliler ne durumda? En azından ayın sonunu getirmeleri mümkün oluyor mu?
- Çiftçi ne yapıyor? Emeğinin karşılığını alıyor mu? – Yolsuzluklar patladı mı, lağım sızıntı yaptı mı?

* * * * *
Şimdi işin farklı boyutlarına bakalım. Dış politikada Türkiye’yi ve dünyayı uyutmaya kalkıştılar. Yanlış politikaları nedeniyle üç yeni düşman kazandık: Irak, İran ve Suriye. Türkiye’ye hiçbir zararı olmayan Suriye yönetimini ABD’den gelen emir doğrultusunda hedef aldılar ama avuçlarını yaladılar. Esad’a “Haydi defol” diye seslendi, cuma namazını Şam’da kılmaktan söz etti! Bu nasıl bir devlet yönetimidir, nasıl bir ağızdır?

* * * * * *
Ülkemizin her yerini yandaşlara satmayı sürdürdüler. Geçmiş iktidarlar döneminde yapılan tüm tesisler, fabrikalar, limanlar, madenler, köprüler, otoyollar, barajlar, elektrik santralları birer birer satıldı ve satılıyor. Yerli ve yabancı işbirlikçiler sıraya girmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal varlıkları bunlara peşkeş çekiliyor. Bunu örtbas edebilmek için malum şahıs yıl boyunca düzmece toplu açılış törenleri düzenledi. 11 yıllık tesisleri, bitmemiş binaları açmış oldu! Kim kimi kandırdı? – Cari açık korkunç boyutlarda. Bunu önlemek için bazı karanlık işler dönüyor. Açığı örtmek için her yıl ülkemize Katar, Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerinden kaynağı belirsiz, niçin geldiği belli olmayan milyarlarca dolar kara para girişi oluyor. İran’a altın satmışız da yine birkaç milyar dolar gelmiş gibi gösteriliyor.

* * * * * *
- Bir yılın çoğunu Abdullah-Tayyip sürtüşmesiyle geçirdik. Önümüzdeki ağustos ayında hangisi cumhurbaşkanı seçilecek!.. Karıları çoktandır küstü, şimdi kocalarının arasına da kara kedi girmiş oldu!
- Türk Ordusu dahil bütün kurumlar ele geçirildi. Türk Ordusu kışlasına çekildi. Hepimizin güvendiği ordumuz artık yok!
- Polis devleti olanca hızıyla bastırıyor. – Telefonlar yine dinleniyor.
- Toplum üzerindeki baskı inanılmaz boyutlarda. AKP, toplumu bu yolla sindirip korkutmayı, tepkisizleştirmeyi başardı!
- Ama en kötüsü, yargının iktidar tarafından ele geçirilmesi. Bir düşünün bakalım, vatandaş olarak yargıya güveniyor musunuz? Acımasızca karara bağlanan Balyoz davasını, gerekçeli kararı henüz açıklanmayan Ergenekon davasını düşünmekle kalmayın. Cezaevlerinde tam 138 bin hükümlü ve tutuklu var. Onların pek çoğunun uğradığı haksızlıkları, şu anda çok sayıda cezaevi inşaatının sürdüğünü de aklınıza getirin!

* * * * * *
- 2013 yılı boyunca da fakir fukaraya nohut, bulgur, fasulye paketleri dağıtmayı sürdürdüler! Ya kendilerinin süperlüks yaşamları!.. Ya kutulardan fışkıran milyonlar!.. Emirlerinde özel uçaklar, altlarında dünyada eşi benzeri çok az olan son model makam araçları, koruma orduları.. İnanılmaz bir saltanat.
- Onları bir gün olsun halkın arasında gördünüz mü?.. Bir gün sokağa çıkıp korumasız yürüdüklerine, bir sinemaya gittiklerine, toplumun içine karıştıklarına tanık oldunuz mu? Olmadınız çünkü korkuyorlar. Sürekli olarak ölüm ve öldürülme korkusu yaşıyorlar. – Toplum sürekli olarak yalanlarla uyutuluyor. Her olaydan bir propaganda malzemesi çıkaran ustalar bunlar! Kafalar karıştırılıyor, beyinler yıkanıyor, insanlar korkutuluyor ve amaca böyle ulaştıklarını zannediyorlar.
- İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerimizin belediyeleri 1994 yılından beri bu kafaların elinde. Ne değişti, hangi sorun çözüldü? İki santim kar yağınca bu kentlerde hayat duruyor, milyonlarca insana çile çektiriliyor.
- Medyanın çok büyük bölümü ellerinde. Bazı medya patronları zaten bunların adamı. Bazılarını ise korkutup dize getirdiler. Az sayıda gazete ve televizyon kanalı dışında medyadan bu yıl da ses, tavır ve eleştiri beklemeyin.
- Ellerindeki en güçlü silah din ticareti-din sömürüsü. Kendilerini topluma “Müslüman” diye yutturmayı başardılar. Fakat gelin görün ki, aralarında beklenmedik bir kavga çıktı. – Atatürk, tahammül edemedikleri en başta gelen varlık. Atatürk’ü belleklerden kazımak için ellerinden geleni yaptılar, siyaseti ve okul programlarını ona göre ayarladılar.
- Yolsuzluklar derseniz, en büyüğü yapılıyor. Kendi adamlarına, çocuklarına köşe döndürülüyor. Her yandaş, sıranın kendisine gelmesini sabırla bekliyor… Ve sabır gösterene sıra mutlaka geliyor! – Neyse ki son olaylar patlak verdi, milletin gözü biraz açıldı.
- Bunların döneminde demokrasi falan palavra. Tek adam yönetimi var. Tayyip ne derse o oluyor. İkinci bir adamları yok. Meclis emirlerinde, otomatik oy makineleri hızla çalışıp gece yarısı kanunlarıyla işi bitiriyor.
- İmralı’da Abdullah Öcalan’la pazarlık masasına oturan yine bunlar. – Amaç, Öcalan’a af çıkarmak! Onu salıvermek için Türk Ordusu’nun Balyoz davasında hapis cezası verilen subaylarını, Ergenekon’da yağdırılan cezaları kullanacaklar. Öcalan sayesinde belki onlar da kurtulmuş olacak.

- Yeni yıl zamları seçime kadar ertelendi. Bütçe açıkları ve cari açık dayanılmaz boyutlarda. Tek çareleri yeni vergiler getirmek, zamları birbiri ardına patlatmak.

* * * * * *
Bu iktidar yönetiminde bir yılı daha bitirdik, yenisine girdik. Ama şunu hiç kimse, özellikle umutsuzluğa kapılanlar asla unutmasın: Bu milletin yarıdan fazlası bunlara karşı. Dolayısıyla bunlar yakında gidici. Bugünden yarına olmasa bile gidecekler. Yalanlar, gerçek dışı beyanlar, kürsülerden atılan palavralar, tehditler, satılık yandaş medya gücünün çizdiği pembe tablolar, vurgun, yolsuzluk, hırsızlık, hepsi bir yere kadar. Suyu ısınan hiçbir iktidarın kalıcı olması mümkün değil. Üstelik 2014’te iki seçim var. Türkiye bunların yüzünden yine gerilecek, birbirine girecek. Bir ülkeyi Ankara’dan Tayyip, ABD’den Fethullah, İmralı’dan Apo yönetiyorsa, o ülke iflah olmaz. Bugün 2014’ün ilk günü. Bakalım başka neler olacak, hangi yolsuzluklar, hangi vurgunlar patlayacak, hangi yalanları söyleyecekler! 

Yeni yılınız kutlu olsun!


***


16 Kasım 2018 Cuma

Türkiye Milleti

Türkiye Milleti




Emin Çölaşan



SEVGİLİ okuyucularım, adına Leyla Zana denilen hanım bundan yıllar önce SHP listesinden milletvekili seçilmiş ve Meclis’te olay yaratmıştı. Son olaya gelmeden önce şimdi geçmişe, 1991 yılına dönelim.

Seçim yapılmış, sıra Meclis’teki ant içme törenine gelmişti. Milletvekilleri tek tek kürsüye çıkıp anayasada öngörülen yemin metnini okuyordu.
Sıra Leyla ya geldi.

Kafasında PKK’nın sarı-yeşil-kırmızı ulusal renklerinden oluşan bir saç bandıyla kürsüye çıktı. Bunu özellikle yapıyor, daha il gün olay çıkarmaya yelteniyordu.
Kürsüde yerini aldı…
Ve yemin metnini okumaya başladı.

Birkaç saniye sonra Meclis kürsüsünde anlamsız sözler söylemeye başladı.
Kürtçenin bir lehçesiyle konuşuyordu.

Peki, O Kürtçe sözlerinde ne demişti? “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum!”

Ortalık kızıştı. Kavgalar çıktı. Sonrasında başka milletvekilleriyle birlikte Leyla‘nın da dokunulmazlığı kaldırıldı. Çeşitli mahkemelerde yargılandı ve uzun süre hapis yattı.

***
Aradan 20 yıl geçti, bu şahıs bu kez Kürtçü BDP’den Diyarbakır milletvekili seçilip yeniden Meclise döndü. Partili arkadaşlarıyla birlikte geçtiğimiz cumartesi günü Meclis te yemin (!) etti.

Anayasada öngörülen yemin metni şöyle bitiyor:
“…Büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Hanımefendi ne olursa olsun olay çıkaracak ya!..
El çabukluğu değil ama dil çabukluğu ile o bölümü şöyle okudu:
“…Türkiye milleti önünde namus ve şerefim üzerine ant içerim!.. “
Böylece Türk milleti, tarihte ilk kez Türkiye milleti oluverdi!
Yemin böyle okununca itirazlar geldi. Yeminin tekrarlanması gerekiyordu ama özellikle kaynatıldı.
Gazeteciler kendisine sordular

“Niye böyle yemin ettiniz?”

Verdiği yanıt ilginçti:

“Yani bilinçli ve planlı değildi! O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı!”
Hay Allah, rastlantının böylesi!.. O anda ağzından bu çıkmış!
Utanmazlığın ancak bu kadarı olabilirdi.
Oturumu yönetmekte olan Meclis Başkanı Cemil Çiçek kendi ifadesine göre. o sözlerini duymamıştı!

Öyle ya, biz onların karşısında beş yaşında saf çocuklardık!.. Herkes yanlış duymuş, doğruyu (!) duyan yine onlar olmuştu.
Hemen ardından Cemil Çiçek’in talimatıyla TBMM Başkanlığı tarafından bir duyuru yayınlandı, şöyle diyordu;
“Leyla Zina’nın yemin ederken Türkiye milleti değil. Türk milleti ifadesini kullandığı tespit edilmiştir”
***
Şimdi şu işe bakınız, kadın diyor ki “Türkiye milleti dedim, o anda ağzımdan böyle çıktı.”

TBMM Başkanlığı ise diyor ki. “Yok, valla inanın ki Türk milleti dedi!’
Leyla böylece, TBMM Başkanlığı tarafından güya aklanmış oluyor.

Peki niçin?

Şunun için:

İktidar şimdi yeni bir anayasa değişikliği|www.emincolasan.info|daha gündeme getirdi ya, o konuda BDP’nin desteğine ihtiyacı var Ne kadar BDP’li milletvekili destek verirse. AKP Güneydoğudaki vatandaşlardan o kadar oy isteyecek.

Meclis’te gerekli kelle sayısına ulaşılmaz ve iş yine referanduma kalırsa onlara diyecekler ki “Bakın arkadaşlar, sizin partiniz olan BDP bile |vatansever.info|bu anayasa için kolları sıvadı, Meclis’te kabul verdi. Şimdi sıra sizde, Size özerklik verdik, Kürtçe eğitim getirdik, haydi bastırın evet oylarınızı!..”
Böylece, BDP’nin sırtından muhteşem bir siyaset ticareti ve oy avcılığı daha yapmış olup, kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları anayasayı kabul ettirecekler!
O yüzden Leyla’ya tavır koymaları mümkün olmadı.
***
Sevgili okuyucularım, Leyla Zana’nın Meclis kürsüsünde kullandığı ve hiçbir kesimden tepki gelmediği sürece Türk milletine yutturulmak istenen “Türkiyeli” sözcüğü, Tayyip’in geçmişte sık sık kullandığı bir sözcüktür.
Şimdi Başbakan olduktan sonra kullanmıyor, ya da kullanamıyor.
Bunu kullananların amacı “Türk” kavramını belleklerden silmek, unutturmak ve en sonunda da yok etmek.

Ne acıdır ki, günümüzde bu uygulamayla sık sık karşılaşıyoruz.
Bugün ülkeyi yönetenlerin ağzından “Türk” sözcüğünü pek duyuyor musunuz?“Türk milleti” kavramını ağızlarına aldıklarına tanık oluyor musunuz?
Şu iktidar yalakası korkak, entel, liboş gazete ve televizyonlara bakıyorum, varsa yoksa Kürtlük, varsa yoksa Kürtçülük. Bunların iktidarı döneminde bunlar tartışılıyor, hem de sadece bu kavramların savunucuları tarafından.

Bütün ulusal kavramlarla birlikte Atatürk de yok edilmek isteniyor.
Siz bakmayın birilerinin ulusal bayram günlerinde Anıtkabir’e gidip içlerinden küfrederek göstermelik saygı duruşunda bulunduklarına!..
***
Tayyip geçmişte kendisini “Türkiyeli” olarak tanımlardı. Bunu defalarca yazdım, belgeledim. Hiçbir biçimde itiraz etmesi, yalanlaması mümkün olmadı.
Şimdi Çankaya’da oturmakta olan AKP‘li yine geçmişte şu sözleri ederdi:
“Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ‘Ne mutlu Türküm diyene lafını tutup her yere yaza yaza özellikle bunu hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında İLKEL bir hale dönmüştür”
Mustafa Kemal Atatürk 1933 yılında. Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü’nde yaptığı konuşmanın sonunda haykırıyordu:

“Ne mutlu Türküm diyene.”

Dikkat ediniz, “Ne mutlu Türk olana” deseydi. Irkçılık olurdu.“Ne mutlu kendini Türk olarak görene, hissedene” diyor. Asla ırkçılık, ayırımcılık yok.
İşte size bu iktidarın en üst düzey makamlarında bulunan iki kişinin kullandığı sözler!..

Atatürk’ün ağzından çıkıp tarihe geçen bu masum, ama çok anlamlı sözcükleri bile reddeden her şeyi İslam’da arayan kafalar şimdi bu ülkeyi yönetiyor…

Ve Kürtçü bir kadın daha üç gün önce Meclis kürsüsüne çıkıp “Türkiye milleti” diye açıkça zırvalarken, Meclis Başkanlığı açıklama yapıp “Valla billa öyle demedi, Türk milleti dedi” demek zorunda kalıyor!..
Ama kadın bunlardan daha yürekli, Hiç değilse zırvasını inkâr etmiyor da, başka türlü kıvırtıyor

“O anda ağzımdan Türkiye milleti çıktı (!)” diyor
Görüyorsunuz işte… İyi ki Japonya milleti falan çıkmamış!
Yıllar önce Tayyip kendini ‘Türkiyeli’ olarak tanımlıyordu. Simdi aynı edebiyatı Leyla Zana yapıyor.

Tayyip’le Leyla’nın örtüşmesi, doğrusu pek hoş oluyor.
Onlar ermiş muradına, biz ” Türkiyeliler” de Türklüğümüzü bohçaya sarıp çıkalım kerevetine.

***

4 Kasım 2017 Cumartesi

Vurun Kahbeler Vurun



Vurun Kahbeler Vurun


Emin Çölaşan


Sevgili okuyucularım,

siyasetin düzeyi iyice düştü. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu içler acısı durum olanca hızıyla sürüp giderken, vıcık vıcık ve utandırıcı olaylara tanık olmaktayız.
AKP milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı olan Burhan Kuzu isimli şahıs önceki gün Tayyip’i eleştirenler için mesaj attı:
“Hedef Sayın Başbakan. Vurun, haydi vurun kahbeler.”
Bir siyasetçi bu sözleri ayık kafayla yazamaz.
Belli ki fazla miktarda alkol almıştı. Nitekim kendisine yine mesajlarla sordular:
“Bunları yazarken ne içmiştin?”
Yanıt verdi!
“Çay içmiştim!”

* * *
Meclis’teki anayasa çalışmalarını yöneten ve yönlendiren bu şahıs, Tayyip’i eleştirenleri hiç utanmadan, hiç sıkılmadan “Kahbe” olarak tanımladı.
Bu sözcüğün, yani kahbenin anlamı için Ferit Devellioğlu’nun bu konuda kaynak eser olan Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat isimli sözlüğüne baktım.
Tam karşılığı aynen şöyle:
“Kahbe: Namussuz kadın. Fahişe. Hilekar, kalleş, kancık, dönek (adam.)”
Beyefendi kendisine yakışır ölçüde güzel bir benzetme yapmış!
Tanımına göre Tayyip’i eleştirenler kadın ise namussuz ve fahişe, erkek ise hilekar, kalleş, kancık, dönek!
Şu utanmazlığa, kepazeliğe bakar mısınız!
Burhan’ın Tayyip’i eleştiren milyonlarca kadınımıza, analarımıza, bacılarımıza ve üstelik erkeklerimize reva gördüğü bu sözcük döner dolaşır, kendisini vurur.
Bu sözler AKP’yi eleştiren milyonlarca yurtsever insanımıza karşı sergilenen en ağır hakaretlerden biridir. Haddini aşmış, işi terbiyesizliğe vurmuştur. Buna hakkı yoktur.
Biraz edep, biraz düzey ya huu!
Derhal özür dilemelidir, derhal.
Türkiye’yi yöneten adam!
Sevgili okuyucularım, burada sık sık yazıyorum… Türkiye’yi Ankara’dan Tayyip, Amerika’dan Fethullah, İmralı’dan Apo yönetiyor. Şimdi yolsuzluk-hırsızlık iyice kızıştığı için Apo gündemden düştü, sesi pek çıkmıyor. Yakında uygun ortam geldiğinde mutlaka ötmeye başlayacaktır.
Kavga şimdi Tayyip’le Fethullah arasında.
Bu kavga nedeniyle bunların yayın organları da bölündü. Örneğin militan yandaş gazeteler ikiye ayrıldı.
Tayyipçiler: Sabah, Star, Yeni Şafak, Akit.
Fethullahçılar: Zaman, Bugün.
Bir taraf saldırınca öbür taraf savunmaya geçiyor, sonra öteki saldırıp karşı taraf aleyhine belgeler yayınlıyor falan filan!

* * *
Son hortumlama belgeleri sonrasında iki tarafın arası iyice açıldı. Tayyip tayfası, Fethullah takımını zor duruma düşürmek için şimdi yeni bir taktik uyguluyor.
Biliyorsunuz, Fethullah ekibi nurcu.
Önderleri ise Said-i Nursi.
Geçmiş yıllarda benzer olaylara karışmış, 31 Mart 1909 irtica ayaklanması sonrasında İstanbul’dan Sinop’a sürgün edilmiş, sonra başka olaylara karışmış, Isparta’da oturup bir sürü nur kitapları yazmış biri.
(Burada bir parantez açıyorum. Onu daha iyi tanımak ve Allah’la kendisini nasıl eşdeğer gördüğünü anlamak istiyorsanız, ilahiyatçı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın “Kendi Belgeleriyle Said Nursi ve Nurculuk” isimli kitabını okumanızı öneririm. Parantezi kapıyorum.)
Şimdi anlatacağım olay, Türkiye Cumhuriyeti’nin 21. yüzyılda kimlerin, hangi kafaların elinde kaldığının, medyanın hangi düzeye düştüğünün göstergesidir.

* * *
Tayyip-Fethullah kavgası kızışınca, Tayyip medyası yeni bir arayışa girdi.
Fethullah’a Said-i Nursi üzerinden vurmak.
Gazeteleri birkaç günden beri bu konuyla ilgileniyor! İşte size dünkü birinci sayfa manşetlerinden birkaç örnek:
Star: “Nur’dan uzak düşmeyin. Bedüizzaman (Sait’in) talebeleri: Milletin oyuyla gelen hükümetten yanayız. “
Yeni Şafak: “Bediüzzaman’ın talebelerinden cemaate (yani Fethullah’a) ortak uyarı. Sakat anlayış.”
Akit: “Nur talebelerinden manifesto. Cemaat adına siyasi faaliyette bulunmak, siyasi partilerle pazarlık yapmak, devlet içinde kadrolaşmak, iktidara ortak olmak gibi faaliyetler Risale-i Nur’un iman ve Kur’an hizmetiyle çelişki teşkil etmektedir.”
Bu üç gazetenin her birinin manşetlerinde Fethullah’a karşı Tayyip’ten yana tavır koyan beş adet ihtiyar Said-i Nursi talebesinin fotoğrafları var.
Belli ki Tayyip taktik değiştirmiş, onları konuşturarak Fethullah takımını kendi içlerinden vurduruyor.
Özetle, Nurcular çağrıda bulunuyor, Fethullah’a mesaj veriyor:
“Bu yaptıkların hazretimizin öğretisiyle bağdaşmaz. Geri adım at ve kavgayı bitir.”

* * *
İş bu kadarla da kalmıyor. Tayyip’in Sabah gazetesinde dün iki ilan var ki, ikisi de tam sayfa.
İlkini veren Mehmet Tanrısever (İmzası: Feza Film, yönetmen, sanayici) isimli biri. Fethullah’a sesleniyor:
“Müminler müminleri bırakıp kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’la ilişiğini kesmiş olur. Ali İmran 28. ayet.
Müminler sadece kardeştir. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, onun merhametine nail olasınız. Hucurat 10. ayet.”
Sabah’ta bir tam sayfa ilan daha var.
“Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden kamuoyuna açıklama” başlığı ile çıkmış, öteki yandaşların manşetten verdiği sözleri ilanda tekrar ediyor, yine isim vermeden Fethullah’a çağrıda bulunuyor:
“Bu yaptığın yanlıştır. Çek elini siyasetten. Yaptıkların Nurculukla bağdaşmaz.”
İlanın altındaki imzalar:
Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayramoğlu, Salih Özcan, Mehmet Fırıncı, Abdülkadir Badıllı.
Allah bu ilanları verenlerin tuttuğunu altın etsin, hayırlı işler, bol kazançlar versin. Amin!

* * *
Sevgili okuyucularım, daha yeni yılın ilk gününde zamlar kafamızda patladı. Asgari ücrete alay eder gibi 43 lira zam yapıldı.
Türkiye, parası 2013 yılında dolar karşısında en çok değer kaybeden beşinci ülke oldu. Bizden daha kötü durumda Arjantin, Brezilya, Endonezya ve Güney Afrika var.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin “Yargıtay’ın imamı inceleyip karar versin diye Pensilvanya’ya dosya gönderdi” dedi. Kim bu Yargıtay üyesi?
21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti işte bu kafaların elinde.
Siz kahbeler, hepsini boşverin ve unutun!
Biz kahbeler, hepimiz, demek ki bunlara, bu kafalara layıkmışız!

***