Kuddusi Okkır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuddusi Okkır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2018 Pazar

Fedaiyim, Bahtiyarım

Fedaiyim, Bahtiyarım

Dr. Doğu Perinçek

Biz Ergenekon ve Balyoz tutukluları, nöbet yerlerimizde altı-yedi yıldır sevdiklerimize kavuşacağımız, evlerimize döneceğimiz günü bekliyoruz.
Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?

Şu anda evimize dönmeyi düşleyebilecek konumdayız. Fakat... birden o müthiş soru karşıma dikiliyor: "Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?"
Bu soruyu "Can kardaşı" olmaktan mutluluk duyduğum, ağabeyim Cemalettin Korkut 1 Kasım 2013 günlü mektubunda sormuştu. O gün onun asker ocağına girişinin 72. yıldönümüydü. Şimdi 90 yaşını arkada bırakmış kendisine şöyle sesleniyor: "Fedaisin, fedai kalacaksın, Ey Korkutoğlu Cemal!"
O soru bir çivi gibi saplandığı yerde beynimi kanatıyor: "Şehit olanlar geri döndüler mi kardaşım?"

Kuddusi Okkır evine geri dönecek mi?

Prof. Dr. Uçkun Geray kardeşim sevdiklerine sarılacak mı?

Dz. Kur. Alb. Berk Erden, Dz. Yb. Ali Tatar, Jnd. Alb. Abdülkerim Kırca'nın yollarını gözleyenler, hasretlerine kavuşacaklar mı?

Çanakkale, Kafkas, Yemen ve Sakarya şehitleri evlerine ne zaman dönecekler?
Fedainin çağrısı ve fedaiye çağrı

Sakarya Şehitliği Müzesi'nin kapısında bir cam fanus varmış. İçinde meçhul bir şehidin kuru kafası. Alnında kırmızı kanla şu yazıyormuş: "Beni hatırla, kanımı kanla öde!"

Kuşkusuz, şehidin kendisi yazmamıştır o yazıyı. Çünkü son damlasını veren fedainin bizden hiçbir şey istemeyeceğini biliyoruz. Her şeyini veren erdemlinin, alacağı bir şey de kalmamıştır. Alacağını içine koyacağı bir kasası, bir kesesi, bir cüzdanı, bir cebi, bir banka hesabı, bir ayakkabı kutusu yoktur artık.
Bizden hiçbir şey istemeyen fedainin bizden tek şey istediğini yine bizler icat etmişizdir. Zora düşünce hep onlara başvururuz ve topluma döner, fedailerin bizden fedai olmayı istediklerini söyleriz. Firdevsî, şehitlere "yattığınız toprağın altından kalkın" diye seslenir. Nâzım Hikmet de, bağımsızlık elden gidince, Kuvayı Milliye şehitlerine "Mezardan kalkmanın vaktidir" diye çağrıda bulunur.
Fedai, hatırasıyla da bizim için vardır. Fedainin anısı, yine bize vermek için yaşar. Şehidin kuru kafası bile, bize fedainin çağrısını yapmaktadır. Kendini vererek toplumu yaşatma çağrısıdır bu.

Toprağın altındaki fedai, bu çağrıyı yaparken tellal değildir. Belediye başkanından ve düğün sahibinden bahşiş almayacaktır. Tepeden tırnağa karşılıksız vermeye devam etmektedir. Hatırlanmayı istemek dahi bir fiyattır. Fedaiyi satın alamazsınız. Çünkü her şeyini vermiştir. Fedainin namusunda karşılık yoktur.

İlk kıvılcımı yakanların ödülü

Hiçbir toplum, fedainin yüzyılların içinden gelen o çağrısını duymadan yaşayamaz. Kabile toplumu, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum, hep fedailerle kurulmuş, fedailerle var olmuştur. O nedenle fedai, hangi iklime giderseniz gidin, son rütbedir.

Her yerde sizi bir Hallacı Mansur karşılayacak ve size şu büyük hakikati bildirecektir: "Her gerçek bir fedai ister. İlk kıvılcımı yakanlardır, en yüce fedailer."

İlk kıvılcımı yakmanın bütün iklimlerdeki ödülü, yanmaktır; kurşuna dizilmektir. Madalyası, boynundaki iptir. Fedai, darağacında en yüce makama çıkar. Erenler, "Miracımız dardır bizim" diyorlar. Bir dava uğruna insanın nesi varsa sonuna kadar her şeyini vermesi, bütün toplumlarda miraçtır.

Miraçtaki bahtiyarlık

Fedai, feda ederek bahtiyar olur.

Bana bu yeni yıl yazısını yazdıran, sevgili arkadaşım Prof. Dr. Tülin Oygür'dür. 19 Kasım 2013 günü şöyle yazıyordu:

"Gazi Üniversitesi'nde bölüm başkanıydım. Bir öğretim üyesi olarak en verimli denebilecek dönemimdeydim. Türkiye şartlarında iyi maaş alıyordum. Ama gözümü ve yüreğimi Türkiye gerçeklerine kapatamaz dım. Kendini çok sevenlerden olamazdım. Kendi şartlarımız ne kadar iyi olursa olsun, yanı başımızdaki yoksulluk, ülkemizdeki gericilik, dünyadaki büyük sömürü, bizi kanatan yaradır. Anlarsınız ki, yaşamınızı anlamlı kılacak tek şey, verebileceklerinizi çıkarıp vermektir.
2012 yılı yazında bir gün Toros Sokağa gittim. İçeri girdim ve 'Partiye kaydolmaya geldim' dedim. Artık İşçi Partiliydim ve Nâzım Hikmet gibi bahtiyarım.

"Kendi rahatını bilme kültürü ortamında kendimi yalnız hissediyordum. Artık kendimi yalnız hissetmiyorum. 'Feda olsun' sözünün toprak gibi, güneş gibi doğal durduğu böylesi bir topluluk içinde, ancak bahtiyar olunur."

2014 yılında bahtiyar olmanızı diliyorum.

***

4 Aralık 2014 Perşembe

Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı..,





Sahte Kahramanlar Galerisinde Bir Şımarık Subay Kızı.., 

( SULÜETİMİZİ MORARTAN HABER )





Emekli Orgeneral Ergun Saygun'un Balyoz davasından aldığı cezanın infazının "sağlık sebebiyle" ertelenmesi, siyasi ve magazin boyutuyla bir hayli yankı buldu.

İstenen de zaten buydu. Olayın, kamuoyunun zihnine siyasi bir projeksiyon olarak yerleştirilmesinde Tayyip Erdoğan her zamanki gibi başrolü üstlendi.

"Magazin" boyutunda ise Ergun Saygun'un kızı, rolü kimselere kaptırmadı.


Ergenekon ve Balyoz davaları, özü itibarıyla zaten bir sahne tasarımından ibaret. Usta işi sahne dekorunun önünde rol yapanların "yaratıcılığı" ise giderek alkışlanacak bir zenginliğe ulaşıyor.

Sahnenin bir tarafından "sanık" olarak girip, diğer tarafından "gizli tanık" olarak çıkabildikleri gibi,

"Darbelerle mücadele eden cesur siyasetçi" kostümüyle işe başlayıp, "Haksız tutukluluklara isyan eden vicdan sahibi Başbakan" kostümüyle devam edebiliyorlar.

Ne yapsalar, kendilerini alkışlayacak bir seyirci bulmakta sıkıntı yok nasılsa...

Ergun Saygun meselesinin siyasete ve magazine tahvil edilmesinde Tayyip Erdoğan ve Ece Saygun iyi iş çıkardılar.
 Kendilerini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Tabii medya olmasa, bu başarı taçlandırılamazdı; bu vesileyle medyayı da hararetle tebrik ediyor ve saygılarımızı sunuyoruz.

Hint melodramına çevrilen bu olayda, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin mağduru olmuş kesimlere mensup kimi şahısların naifliği, öngörüsüzlüğü, boş kafalılılığı ve ahmaklara özgü duygusallığı ise ayakta alkışlanacak kıvamdadır.

Tabii, "insani asgari müşterekte buluşmak" adı altında, genel af sürecinin altına odun süren "ulusalcı kesim" görevlilerinin durumunu ayrı ele alacağız..

"Ece Saygun, babasına düşkün bir kız çocuğu. Ziyaret konusunda asıl Tayyip Erdoğan'ı eleştirmek lazım"

diyenlerle başlayalım:

Ergun Saygun'un kızını eleştirenler sanki Tayyip Erdoğan'ı eleştirmiyormuş gibi bir çarpıtma var bu yaklaşımda. Tayyip Erdoğan'ı eleştirme konusunda kendimizi kanıtlamaya girişecek değiliz; kaldı ki lütfedip kabul ederlerse, bu konuda Tayyip Erdoğan'ı değil, Ece Saygun'u eleştireceğiz.

Çünkü Tayyip Erdoğan bu sürecin başından sonuna kadar siyasi rolü üstlenmiş bir baş aktördür.


Dün, meydanlarda çıkıp yargılanması devam eden askerler hakkında "Ülkeyi kana bulayacaklardı" diye bağırırken de vazifesini yapıyordu, bugün "Komutanlarımız haksızlığa uğradı, savaşa gönderecek asker bulamıyoruz" derken ve Ergun Saygun'u ziyaret edip elini tutarken de görevini yapıyor.

İki tavır arasındaki farkı ve çelişkiyi, "Vicdanı en sonunda harekete geçti" veya "Biz kazandık, pes ettiler; şimdi kaçacak delik arıyor" şeklinde okumak ise bir zekâ sorunudur.

"Ece, küçük bir kız çocuğu" şeklinde söze başlayıp, konuyu Tayyip Erdoğan'ın "insaniliğine", "nezaketine" getirenler ise ya olayları okuyamayan sıfır numara salak, ya da Atatürkçü-ulusalcı kesimi "barış ve genel af" sürecine monte etme operasyonunda görev üstlenmiş vazifelilerdir.

Kimsenin vicdanı harekete geçmiş filan değildir. Pes eden de yok. "Barış" fotoğrafına sizi de monte etmeye çalışıyorlar hepsi bu. Bunu yaparken de hiç bir engelle karşılaşmıyorlar sayenizde.

Rütbesi itibarıyla, Türk Ordusu'nu temsil etmek konumunda bulunan, en azından yurtsever kesimlerce böyle algılanmak istenen bir askerin kızından ciddi ve dik duruş beklemek, çok şey mi istemektir?

Lafı bu kadar dolandırmaya hiç gerek yok aslında, onurlu olmak bir bakıma kolaydır.

"Sayın Başbakan görüşmek istiyor"

şeklinde bir telefon aldığınızda,

"Kusura bakmayın, babamın getirildiği noktada Sayın Başbakan ile paylaşacak bir durum göremiyoruz"

deyip, telefonla görüşme talebini geri çevireceksiniz.

Emri vâki yapıp hastaneye geldiğinde ise bırakın binanın dışına kadar çıkıp karşılamayı, yoğun bakım odasının kapısına yatıp

"Babam kimseyle görüşemez, hele de kendisini bu hale getirenleri karşısında görürse sağlık durumu iyice kötüye gidebilir"

diyeceksiniz...

Bunları yapacak cesaretiniz, basiretiniz, karakteriniz yoksa; hiç değilse yoğun bakımda tamamen steril şartlarda tutulmak durumunda olan babanızın odasına fotoğrafçısıyla, korumasıyla dalınmasına "sağlık sebebiyle" karşı çıkacaksınız.

Buna izin veren hastane yetkililerinden hesap soracaksınız.

Sonra da aşağıya inip sizden ne istendiğini ve sizin ne cevap verdiğinizi basına anlatacaksınız...

Aşağıdaki sorunun cevabı Ece Saygun'da var mı...

Allah korusun, babası ameliyattan sağ çıkamasaydı ..

O zaman da, Tayyip Erdoğan'ın cenazesine katılmasına izin verecek miydi?


Dedik ya onurlu ve dik durmak bir bakıma kolaydır.

Siz ne yaptınız?

Daha dolaşık yollara saptınız.

İpe sapa gelmez açıklamalarda bulundunuz. Sevindirik oldunuz,

"Kadir Topbaş öyle bir çiçek gönderi kiiiii!! Yatarım üstüne, babama da vermemmmm!"

şeklinde şımarık tweetler attınız.

Bu önemli sınavı şımarıkça elinize yüzünüze bulaştırmanızı eleştirenlere, sizin adınıza utananlara yüklenmeye kalkıştınız.

"Tahliye zaferi, Ece'nin sosyal medyada başlattığı mücadelenin sonucudur"

lafı da koca bir yalandır, propaganda ürünüdür haberiniz olsun.
 Eğer bu projeye denk düşen bir konumda olmasaydınız, kıçınızı yırtsanız yok sayılırdınız haberiniz olsun.

Kuddusi Okkır'ın eşinin çırpınışı kimin umurunda oldu?

Hiç kimsenin.. Neden? Çünkü bu hazin ölümün konjonktür itibarıyla "siyasi bir değeri" yoktu.


Hakkında gözaltı kararı çıkınca yurtdışındaki görevinden izin alıp teslim olan ve Silivri'den cenazesi çıkan Kâşif Kozinoğlu da "konjonktürü" kaçıranlardandı. İnsan, şöyle "genel af"ve "yeni anayasa" sath-ı mailine girilmişken ölür, öyle değil mi?

Neymiş, "Herkes susarken, Ece cesaretle tweet yazmış", onun için kendisini eleştiremezmişiz!

Kim susmuş?

Ergenekon soruşturmaları ne zaman başladı?

2007'de..

Ece Saygun, ne zaman "tweet mücadelesi" başlattı?

2012'de!

Kuddusi Okkır ölürken babası ve Ece'si neredelermiş diye sorarız...


Nerede olduklarını söyleyelim.

Baba, Genelkurmay Karargâhında ABD'ye yakın gazetecilerden Aslı Aydıntaşbaş'a kivi ikram ediyor, kızı da yurtdışında tatlı hayat yaşıyordu.

(Bkz: Aslı Aydıntaşbaş : Ankara'da Bir Kolonoskopi Uzmanı)

Ergenekon sürecini başlatanlar, sayacı sıfırladı ve "mücadele" Ece'nin "tweetleriyle", "haksızlığı giderme sürecini de" Tayyip Bey'in "Komutanlarımıza haksızlıklık yapılıyor"açıklamasıyla başlatıldı.

Şimdi, koskoca bir toplumu aptal yerine koyanlar, bizleri de "insani asgari müştereklere taş koyan, arıza insanlar" ilan etmeye kalkışıyorlar.

Hastane ziyaretinin samimi yurtseverler ve muhalifler nezdinde yarattığı büyük rahatsızlığı Odatv gibi süreçte aldığı rol artık ifşa olmuş mecralar vasıtasıyla bastırmaya çalışıyorlar...

Neymiş?

"Kalemşörlük" yapıyormuşuz..

"Biz hiç babamızı özlemiş miyiz?"

"Oturduğumuz yerden yazıyormuşuz.."


O "kalemşörlük" lafını kol böreği yapıp yediririz adama..

"Siz hiç babanızı özlediniz mi?"

şeklindeki romantik züppeliklerinizi de süreçte rol kapma azminizin dizi film safhasına saklayın.

Bir evladın babasının sağlık durumundan endişe duymasına, bunun için mücadele etmesine söz söyleyen yok burada.

Mercimek kadar beyninizle olmayan poziyonlar üretip, ileride milletvekili olma hayallerinize bizi alet etmeye kalkışmayın.

Türk Milleti, terör örgütüyle eşitlenmeye çalışılan ordusunun tutuklu- tutuksuz askeriyle, oğlu, kızı, anası, danasıyla dik durmasını istiyor.

Celladın önünde eğilmemesini, hesap soracak cesarete sahip olmasını istiyor.

Türk Ordusunu temsil konumunda bulunan komutanların, evlatlarını "sosyal medya" züppeleri olarak değil; bilinçli, cesaretli, akıllı yurttaşlar olarak yetiştirmelerini istiyor.

Çakalın önünde düğme iliklemesinler istiyor..


O bakımdan kimse, orta yaşı geçmiş 35 yaşındaki bir kadını "zayıf omuzlarında yük taşıyan kız çocuğu" ilan edip şımarık subay kızlarından "kahraman" yaratmaya kalkışmasın.

Esas o "zayıf omuzlar" böyle sahte bir kahramanlığı taşıyamaz.

Taşıyamadı nitekim...

Ne demiş Ece Saygun, Odatv'ye yaptığı açıklamada:

"Bilemiyorum, benim de kafamda bu soru gidip, geliyor. Yaşanan hukuksuzluklar, adaletsizlikler babamın üzerinden çok gün yüzüne çıktı. Herkeste, "bu kadar da olur mu ya" duygusu yarattı. İlk kez herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu. Belki ondandır!..”

İstenen tam da buydu işte.

"Herkes insani ve vicdani bir noktada buluştu"

dedirtmek..

Hakikaten, "Bu kadar olur mu ya"?

Ece Saygun böyle bir açıklama yapmasa, hem de bu açıklama Odatv'ye yapılmasa şaşardık zaten..

Geçiş sürecinin aktör ve aktrist kadrosu hazır.

Birinci şart,
 cezaevinden çıkar çıkmaz Ayşe Arman'ın kucağına oturup sıska kıçınızla şuh kadın pozu vermek,

İkinci şart, cezaevinden çıkar çıkmaz, "davet üzerine" ABD Büyükelçiliği'nin resepsiyonuna koşmak,

Üçüncü şart, "Öcalan şu anda hangi kitabı okuyor" şeklinde teröristi meşrulaştırıcı haberler yapmak, "Siz hiç babanızı özlediniz mi" şeklinde yazılarla ucuz devrimci romantizmine yatmak..

Dördüncü şart, bütün turuncu devrimlerde olduğu gibi mücadeleyi "sosyal medya" boyutunda sürdürmek.."Babammm yaa..Öptüm yaa!!" şeklinde cıvıklılar yapabilmek..

Ayşe Arman'ın tornasında şekil aldıktan sonra bu aşamalardan geçmemek imkansızdır.

Onun için dedik size, Ayşe Arman bu sürece bilinçli olarak dahil edilmiştir. Ergenekon sanıklarını magazinleştirerek karamelize edecekler, sonra da 'barış sürecinde' rol verecekler" diye..


Bundan sonraki vazifenizi de yazalım:

Tayyip Erdoğan ile "insani noktada" buluştuktan sonra, bu kirli işbirliğine karşı çıkanlara ortak cephe alacaksınız.

Gücünüz yeterse şayet, bizleri neredeyse Ergenekon sürecinde yaşanan hukuksuzlukların, haksızlıkların, insanlık dramlarının sorumlusu;

yeni partneriniz Tayyip Erdoğan'ı da "bu zulmü ve haksızlığı durdurmaya çalışan adam" ilan edecekseniz..

Biz bu oyuna gelirsek tabii..

Dedik ya, "kalemşör" lafını kol böreği yapıp yediririz diye..


"Ziyaret meselesi, ulusalcıları birbirine düşürdü. Birbirimizi eleştirir konuma düşmek iyi olmadı"

diyenlere de bir çift söz söyleyerek bitiriyorum.

İyi olmadığı doğru..

Ama şayet, Tayyip Erdoğan'ın siyasi amaçlı bu ziyaretine fırsat verilmeseydi, böyle bir ayrılık da ortaya çıkmazdı.

Yani Ece Saygun'u kimse "Neden izin vermedin, Başbakan'a neden nezaketsiz davrandın" diye eleştiremeyeceğine göre, ikilik çıkmasının sorumlusu da bu basireti gösteremeyenler ve bu basiretsizliği "devlet terbiyesi" diye yutturmaya çalışanlardır...


http://www.guncelmeydan.com/pano/sahte-kahramanlar-galerisinde-bir-simarik-subay-kizi-fatma-sibel-yuksek-gurcihan-t33848.html


.