Hasan Pulur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hasan Pulur etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2018 Pazar

İsabet Etmişiz,

İsabet Etmişiz, 

Hasan Pulur

Televizyonda bir açık oturum; tabii “rüşvet” üzerine...    Sayın Başbakan savcıya esip gürledi geçenlerde, başka ne konuşulur ki! Ama, Sayın Başbakan gençlik günlerini aratmıyor: “Bu savcı” diye gürlüyor:
“Bizim gençliğimizde aşırı militanlar, üniversite kapısında bildiri dağıtırlardı, savcı onlar gibiydi.”

Başbakan, savcıya böyle söylüyor, sonra da, öyle parlıyordu ki:
“Dur bakalım, dur seninle görülecek hesabımız var!” diyordu.

***
Herhalde ağzının ucuna gelen cümleyi, Başbakan olduğunu hatırlayarak yutkunuyordu:
Oysa, cümle şöyle bitmeliydi:
“Çık dışarı, orada konuşalım.”
Dedik ya, Sayın Başbakan, başbakan olduğunu bir anda hatırlıyor, fren yapıyordu.

***
Biz tanımayız, bilmeyiz Sayın Başbakan niye bu kadar kızıp köpürmüştü ki?
Bilenlerden biri kulağımıza fısıldadı: “Oğlunu ikinci yolsuzluk davasına karıştırmak istediler!”
Haaa, şimdi iş değişir ama araya devlet girince...
Peki ama oğlunun günahı ne?
Bu belli olmadan, kızıp köpürmek biraz fazla değil miydi?
Kim ne derse desin babalarına kızıp, oğullarına bulaştırmak, katlanılır gibi değildir.
Onun için Sayın Başbakan’ın kızgınlığını, halisane anlayanlardanız, ama bu kadarı da fazla...
Bir de o savcıyı düşünsenize...
Adam, polise yasal emri “git şunları getir!” diyor. Polis, mızıkçı çocuklar gibi “bana ne?” diye omuz silkiyor.
Bir savcının adliye kapısında birileri dağıtır gibi belge dağıtması, hoş bir görüntü ve davranış değildir de, biraz böyle düşünsenize.
Televizyonda o gece Ankaralı genç gazeteciler, bir delikanlı vardı, bir de hanım kız...
Hemen hepsi iktidardan yanaydılar.
Bir kişi dışında... Saygı Öztürk...

***
Onu dinledikçe, isabet etmişiz, diye övünmeye başladık...
Kabataşlılar Derneği, her yıl değişik mesleklerden bir seçim yapar?
Mesleğin kıdemli ismine sorarlar:
“Sizce kim?”
Mesela; “sizce bu yılın gazetecisi kimdir?”
Bize de sormuşlardı, hem de bu olaylardan önce, “Saygı Öztürk” demişiz.
Birkaç gün sonra sonuçlar açıklanıyor, bizim Saygı Öztürk dediğimiz ortaya çıkıyor.

Önümüzdeki günlerde açıklanacak...
Hasan Pulur’un seçtiği gazeteci, Saygı Öztürk!”
İşte bizim isabet etmişiz, dediğimiz bu...


***

Yeni Yıl

Yeni Yıl

Cüneyt Arcayürek.,

Bugün yeni yılın ilk günü. 

Bir gazetemize göre birçok il ve ilçede belediyeler sokakları ışıklarla süsledi. 
“Işıl şıl yeni bir yıl” diyor başlığında. 
Sokaklar ışıl ışıl. Peki, ya kafalar, yürekler?.. 
Aynı gazetenin bir yazarı eski yılı özetliyor: 
“On bir yılda (RTE’nin) inşa ettiği kibir dağlarına kar yağdı” diyor. 
Kâğıttan karizma dağıldı ve bir daha kendine gelemedi. 
Kötü bir yıldı! 

Artık Partinin adındaki “ak”; ak değil! 

***

Yeni yıl daha iyi mi olacak? 

RTE devam ettiği sürece yeni yılın daha aydınlık günler içermeyeceğini söylemek için falcı olmaya gerek yok. 
Korku imparatorluğunun uygulamaları nedeniyle medyamızda görülmeyen yorumlar yoğun biçimde yabancı basında yer alıyor. 
RTE’nin geleceğinin artık parlak olamayacağını gerçekçi anlatımlarla yorumlayan bazılarından birkaç örnek verelim: 
Financial Times’da yayımlanan yazı “Erdoğan’ın sonu mu” diye soruyor başlığında. 
“Erdoğan’ın ustalık döneminin bitmesine Türkiye’nin ihtiyacı var.”(Bloomberg) 
“Gönüllü sürgündeki imam Türkiye Başbakanı’na meydan okuyor.”(Christian Scienne) 

***
Kibir ve burnu Kafdağı’ndaki Başbakan hataları kendinde ve yönetiminde olduğunu kabul etme erdemini göstereceği yerde tam 11 yıldır hatalarına yenilerini ekliyor.. 

İşte son örnek. Yolsuzluk soruşturmasını başlatan, dört bakanın hükümet dışına atılmasına neden olan ve oğlumuz Bilal’in da adı geçen bir ikinci 10 milyar dolarlık yolsuzluk dosyasını açan savcının, başsavcılıkça engellendiğini içeren yazıyı basına dağıttığı bahanesine sığınarak savcılık kurumunun yetkilerini kısıtlayan ve hatta yürütmenin denetime alan yasal olanaklar hazırlığına girişiyor. 
Yolsuzlukları ortaya çıkaran savcıya veya savcılara teşekkür edeceğine, savcıların üzerine giden açıklamaların yarattığı olumsuz havayı dağıtmak amacıyla özür dileyeceği yerde, demokrasiyi sindiremeyen zorbacı doğasının emrini yerine getirecek kısıtlayıcı yeni önlemler düşünüyor, tasarlıyor. 

***
Siyaset erbabı, tabii başta Başbakan RTE, yaptığı hatalardan dönerken türlü çeşit nedenlerle üstünü örteceğine, hatadan dönmeyi fazilet bilip halktan özür dilemeyi başarabilmeli. 
Örneğin milyonlarca oyu temsil eden ana muhalefet liderini küçümseyici sözcüklerle, genel başkanı yerine genel müdür gibi anlamsız, söylediğini değil söyleyeni küçülten yakıştırmalar yapmaktan da vazgeçmeli. 
Özür dilemeyi etik bir davranış olarak sindirebilmişse, jet bombalarıyla Uludere’de öldürülen 34 insanımızın ailelerinden… 
…emrindeki devletin istihbarat kurumlarının hataları yüzünden Reyhanlı’da patlayan bombayla ölen 35 insanımızın ailelerinden özür dilemeli... 

***
Bu ülkeyi yönetenler, yandaşları ve çok yakınları, zaten yaptıkları hatalardan dönerken özür dilemeyi erdemli olmanın gereği saymıyorlar. 
Örnek çok ama yakın günlerden bir örnek verelim: 
Başbakan’ın siyasal başdanışmanı Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan; “milli orduya kumpas kurulduğunu” itiraf etti. 

Yılın itirafıydı bu söz! 

TSK’ye yönelik bu suçlama, Balyoz davasının eleştirilere neden olan geniş içeriği yeni tepkilere yol açınca; Yalçın Akdoğan “İfadem maksadını aşan biçimde gündeme taşındı” diye bir açıklama yaptı. 

Hatasını kabul ederek özür dilemesi beklenirken; hayır, neredeyse kumpas vurgulamasının sorumluluğunu, amacına uygun biçimde yorumlayanlara yüklemeyi yeğledi. 
Bu ülkeyi yönetenler hatadan dönerken özür dilemekle değer yitireceklerini sanıyorlar ve tabii yanılıyorlar. 
Siyaset dışı bir örnek vereyim: 
Mesleksel sorumluluğunun bilincinde olan bir gazeteci olarak dünkü yazımda AKP Genel Başkan Yardımcısı M. Ali Şahin’e ait sözleri; İçişleri Bakanı Efkan Ala’ya aitmiş gibi yazıp yorumlayarak sehven yaptığım hata nedeniyle okurdan özür diliyorum. 

***

15 Mart 2017 Çarşamba

12 Eylül'de Sevinen KÖŞE yazarları bakın kimler,


12 Eylül'de Sevinen KÖŞE yazarları bakın kimler

" Kızdırırlarsa, Anayasaya ' Hayır ' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

      Akşam gazetesi yazarı Ali Saydam, 12 Eylül 1980 günü Türkiye'yi terketmek üzereyken darbe yüzünden kaldığını anlattığı yazısında ilginç bir ayrıntıya değindi. 

"Darbenin ardından kimle konuştuysam hayatından memnundu" diyen Saydam, herkesin ' Ordu Cumhuriyet'e ve vatana sahip çıktı!' diye düşündüğünü yazdı. Saydam eğer kızdırırlarsa 12 Eylül'de zil takıp oynayanların isimlerini açıklarım şaşarsınız derken şunları yazdı:

"Entelektüeli, aydını, işadamı, sanatçısı, sokaktaki sıradan vatandaşı mutabıktı: 'Vatan elden gidiyor!'...

Bugün ne hikmetse herkes bir başka havada... Kızdırırlarsa, anayasaya 'Hayır' demiş olmanın pek bir işe yaramayacak gururuyla 12 Eylül'de zil takıp oynamış olanların tek tek adlarını açıklarım; şaşar kalırsınız..."

KİM NE DEMİŞTİ?

Ali Saydam zil takıp oynayanların kim olduğunu açıklar mı bilinmez ama bianet'in geçen sene hazırladığı 12 Eylül'de ne demişlerdi? başlıklı dosya medyadaki isimlerin 31 yıl önce ne yazdıklarını gözler önüne seriyor. 

Metinleri yazar Mine Söğüt'ün derlediği Darbeli Kalemler / 27 Mayıs-12 Mart- 12 Eylül Askeri müdahalelerin ilk haftasında yazılan köşe yazılarından seçmeler kitabından aldık.

Refik Erduran: Serinkanlılıkla,

Başka ülkelerde yönetim olağanüstü bir yoldan el değiştirirken genelde kan akar. Bizde ise 12 Eylül 1980 yıllardır kansız geçen ilk gün oldu. Herkes kafasında dilediği yorumu ve soyut değerlendirmeyi yapabilir.
Ama bu so­mut durumun büyük çoğunluğa rahat bir soluk aldıracağı gerçeğini hesaba katmamak yanıltıcı sonuçlara götürür yorumcuyu. (Mercek, Milliyet /13 Eylül 1980)

Uğur Mumcu: Terörsüz Özgürlük,

Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de "özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal" nitelikli bir "sivil yönetim" kurma amacı taşıdığını ilan etti.
Şimdi hepimizin tek bir amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve sivil yönetimi, sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...(Gözlem, Cumhuriyet/ 15 Eylül 1980)

Hasan Pulur: İflas Masasında bir kadro

Orgeneral Evren böyle demektedir. Bu ne büyük bir aydınlıktır bilir misiniz?

Dahası da var; " Bir defa daha belirtiyorum ki, Silahlı Kuvvetler aziz Türk milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendisini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır..."

Şu son üç kelimeye dikkat edilmelidir:... El koymak zorunda kalmıştır".
Bu zorunluluğu yaratanlar kendi kendilerini yargılamalıdırlar.
Ve sonra iflas masasına oturmalıdırlar. (Olaylar ve insanlar, Hürriyet/ 16 Eylül 1980)

Nazlı Ilıcak: 27 Mayıs-12 Eylül

12 Eylül, 27 Mayıs'ın akıbetine uğramayacaktır, uğramamalıdır. "Kadife eldivenli" vasfını daima koruma, müsamaha ve iyi niyet her zaman devam etmelidir. Çünkü bu bizim son şansımızdır. Kaybedeceğimiz şey, demokrasiden de, hürriyetlerden de önemlidir. Haysiyetimizin istiklal ve istikbalimizin teminatı olan anavatandır.
Not: Kadife eldivenli harekât liderlere telefon görüşmesine dahi müsamaha ediyor. Bravo. Biz de bu müsamahaya sığınarak Sayın Demirel'e ufak bir mesaj iletmek isteriz:
"İyilik, sıhhat ve selametinizi özler, bu vesileyle hürmetlerimi teyiden takdim ederim." (Tercüman/ 16 Eylül 1980)

Rauf Tamer: Duyuyor musunuz?

Kenan Evren'in söyledikleri, her hukukçunun ve her profesörün başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir...
Öpüp öpüp başlarına koysunlar.

Vazgeçtik istifalarından... (Sözün kısası, Tercüman/ 17 Eylül 1980)
Güneri Civaoğlu: İlk intiba, en iyi intiba
Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor. Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. Yeni anayasa hazırlanacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir hukuk ortamı oluşturulacak.
Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet örgütlerinin üzerine hiç müsamahasız gidilecek.

Önümüzdeki günlerde ibret levhalarının sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır.
Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar... Adalet kılıcının yeni şiddet suçlarının işlenmesini önleyici, caydırıcı bir süratle işlemesi.
Beklenen bu. (Ankara notları, Tercüman/ 17 Eylül 1980)

Oktay Ekşi: Gevşemeden, gevşetmeden

Çok basit: Türkiye son derece ağır bir ameliyat geçirmiştir. Bu ameliyatın tam başarıya ulaşması ve hastanın sağlığına tam kavuşması için çok dikkatli olmak, Türkiye'yi seven, demokratik düzene inanan herkesin borcudur.

Evren Paşa sempatikti.

Evren Paşa demokratik sistemin en kısa zamanda işletileceğini vaat etti.
Evren Paşa içtenlikle konuştu.
Doğrudur, Evren Paşa bu izlenimleri vermiştir ama iş orada bitmemiştir. Daha doğrusu Evren Paşa'nın işi orada bitmemiştir, tam tersine orada başlamıştır. (Günün yazısı, Hürriyet/ 18 Eylül 1980)

Çetin Altan: Çağdaşlığa giden yol
Atatürk temelde çağdaşlıkla, çağdışılığın bazı toplum kesitlerine sağladığı kolaylıklara karşıydı. O nedenle çağdaşçılığı, Cumhuriyetçiliği yani var olan koşullar önündeki en zor yolu seçmiştir.
Atatürk'ten sonra Atatürkçülük kolay gibi görünmüştür. Oysa bir Şark toplumunda Atatürkçülük zorların en zoruydu.
Özellikle laiklik bayrağını ayakta tutabilmek en zoru idi. (Şeytanın gör dediği, Milliyet/ 18 Eylül 1980)

Müşerref Hekimoğlu: Yasalar değil kafalar...

Orgeneral Evren'in demokrasiseverliğine her zaman güven duydum. Tüm dünya görevinin bilincine varmış bir komutan olarak, ülkenin ve rejimin gücünü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin asıl görevine dönüşünde hisseden kişiliğiyle tanıyor Evren Paşayı. Uygar kişiliğine saygı duyuyor, içtenliğine güven...
Ben de aynı saygı ve güven içinde Sayın Başkan ve öteki Konsey Üyelerine "Kolay gelsin" diyerek bitirmek istiyorum yazımı. Görevlerini başarıyla sona erdirmelerini diliyorum. Ama bu görevin güçlüğünü de belirtmek zorundayım.
Onları Atatürk yolunda bir eyleme iten ortamı değiştirmek hiç kolay değil. Çürümüş, tepeden tırnağa fosilleşmiş bir düzeni sağlıklı bir varlığa dönüştürmek kolay değil. Hele düne dönük kurallarla yarına yönelmek hiç kolay değil...


(Ankara. Anka, Cumhuriyet/ 19 Eylül 1980)


12 Eylül'de Kim ne yazmıştı?

12 Eylül ASKERİ DARBSİ Sonrası, 
Basındaki bazı kalemler Hangi satırları yazdı?
VE BUGÜN NELER YAZIYORLAR..( TAKDİRLERİNİZE )


Oktay Akbal (Cumhuriyet-13 Eylül 1980) “ Atatürk Devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri, böyle bir duruma sürgit göz yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960'ta göz yummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla, anımsatmalarla iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa, bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle de oldu.” 

Güngör Mengi (Yeni Asır-18 Eylül 1980) “ 12 Eylül Harekatı, hedefine varacaktır. Devlet, rejim ve topluma hazırlanan tuzak mutlaka bozulacaktır. (…) İhanet, bu aşamadan sonra silahlarını gömerek lanetli mücadelesine son verecek değildir kuşkusuz. Ama devletin güçlenmesi sayesinde ihanet odakları, masum insanları eskisi gibi şantaj ve baskıyla eyleme sürükleme olanaklarını yitireceği için, gerçek gücü ile kalacak, savaşını sürdürmekteki inadı intiharı olacaktır.” 

Rauf Tamer (Tercüman-17 Eylül 1980) " Kenan Evren'in söyledikleri (16 Eylül 1980 tarihli basın toplantısı) her hukukçunun, her profesörün, başucuna bir mukaddes kitap gibi asılacak cinsten sözlerdir. Öpüp öpüp başlarına koysunlar. Vazgeçtik istifalarından.." 

Oktay Ekşi (Hürriyet-18 Eylül 1980): "Evren Paşa, son derece ağır bir sorumluluk altına girmiştir. Bu, Türkiye'yi yıllardır bunaltan anarşi, terör ve bölücülüğü tam bir tarafsızlıkla kökünden kurutmak ve ülkemizi aydınlık ve huzurlu günlere tekrar kavuşturmak sorumluluğudur. Ve bu sorumluluğun altından kalkabilmek için, Evren Paşa ile onun bu amaçlara ulaşmasını isteyen görevli görevsiz herkesin, içinde bulunduğumuz durumun icaplarına göre hareket etmesi zorunludur." 

Güneri Cıvaoğlu (Tercüman-4 Ekim 1980) " 12 Eylül Harekatı'nı, dünyadaki diğer asker kökenli rejim olayları ile mukayese ettirmeyecek diğer görüntüleri ise yeni yönetimin uygulamalarında buluyoruz. Her geçen gün bir yeni uygar görüntüyü, aşırı davranışlardan kaçınan makul ve kamu vicdanını tatmin eder nitelikte haklı uygulamaları sergilemektedir. 

Hedefler saptırılmamakta, harekatın ilk gününde açıklanan amaçlara, kararlı, tavizsiz fakat ölçülü ve akıllı adımlarla ilerlenilmektedir. Böylesine olumlu, özlenen sonuçları almaya dönük, makul ve ölçülü yönelişlere destek olmak, milletçe hepimizin görevidir. Bu konuda siyaset adamları ve basın da dahil, hepimizin sorumluluğu vardır." 

Bekir Coşkun (Günaydın-20 Ocak 1981) " Devlet Başkanı'nın konuşmaları, televizyonda en ilginç polisiye diziden daha çok ilgiyle izleniyor. Türk toplumu, hep demagoji süslü püslü konuşmalar dinlediğinden, haksız da değil. Oysa, Evren Paşa'nın sade, halkın anlayabildiği, zaman zaman şaşırmalarla ayrı bir özellik kazanan öz bir konuşma üslubu var. (…) Bu konuşma konusuna iyice değinmemizin nedeni şu: İşlerine gelmeyen sözleri duyunca, 'Belki ağzından kaçırmıştır', ya da 'Boş bulunarak söylemiştir' gibi düşünenler, boşuna heveslenmesin." 

Cüneyt Arcayürek (Hürriyet 21 Şubat 1981) " Başkalarını bilmem ama, kendime soruyorum bazen: Acaba Türkiye, ne zaman 12 Eylül Harekatı'nın komuta zinciri içinde yapılmış olmasının mutluluğunu taa benliğinde duyacaktır. Eğer ordu, 12 Eylül öncesi kendi bünyesinde parçalanmasını, bölünmesini isteyenlerin oyununa gelseydi, komuta zinciri içinde hareket edip ihtilali başaramasaydı, başımıza gelecekleri hiç düşünebiliyor musunuz? Birbirimizi vuracaktık! Bunu hiç unutmayalım, hep düşünelim, bin şükredelim. Türkiye'de işkence olaylarının varlığını inkar etmeyen bir yönetimin, işkenceyi devlet politikası olarak yürüttüğünü söyleyecek veya ima edecek insafsız çıkacak mıdır, bunu çok merak ediyorum." 

Yavuz Donat (Tercüman-11 Eylül 1981) " Eylül 1979. Huzurun sürmesi ve Türkiye'nin bir süre sonra, çok partili parlamenter demokrasiyle yönetilen ülkeler arasında laik olduğu yeri alması dileğiyle.." 

Metin Toker (Milliyet-9 Kasım 1982) " Bu anayasa (1982 Anayasası) reddedilirse, uçtaki ışık kaybolacak, her şey yeniden tam karanlığa, yani meçhule girecektir. Belki sonu daha hayırlı olacaktır. Ama belki de daha fena. Ben aydınlıkta kalıp yolun doğru çizilmesine yardımcı olabilmenin iyi niyetli bir yönetime iyi niyetle etki ve uyarma yapabilmenin, aksaklık ve eksikliklerin bir zaman parçası içinde düzeltebilmesi için imkanının muhafaza edilmesinin faziletine inanıyorum. 1982 Anayasası'na kabul oyu verdim." 

Mehmet Barlas (Milliyet-14 Kasım 1983) " 12 Eylül'ü yapanlar sözlerini tutmuşlardır. 12 Eylül'ü destekleyen halk çoğunluğu da 1982 Anayasa referandumunda olduğu gibi top yekûn sandık başına gitmiş, geçersiz oy kullanmamış ve bir sivil iktidara 6 Kasım günü destek vermiştir.(…) Cumhurbaşkanı Evren, 10 Kasım'da Anıtkabir Defterine duygularını yazarken, ‘Demokratik parlamenter sisteme geçiş sınavını başardık’ müjdesini vermektedir Atamıza.. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa, böyle bir ifadeyi seslendirir mi?"


http://www.hurhaber.com/12-eylul-de-kim-ne-yazmisti/haber-72286




***

9 Mart 2017 Perşembe

Mülkün Temeli Zorda, Hem de Çok Zorda!



Mülkün Temeli Zorda, Hem de Çok Zorda!


Hasan Pulur


Türk diline yakışan bir deyim vardır.   “Adalet mülkün temelidir.
Mülk” kelimesini, “devlet” diye alırsanız, adalet, devletin temeli olur.
Bazı cahiller, gecekondu tapusu dağıtırken, adaleti övmüşlerdir, sanki elindeki bir karış gecekondu arsası “devlettir”. Devlet dağıtmaktadır.
Ecdadın “mülkün temeli” dediği devletiyle, bugün halkın başı dertte.

***
Sanırsınız ki, polisle, savcılar kanlı bıçaklı...
Başbakan, “devlete karşı bir komplo var” diyor.
Kim bu komplocular?
Polisler...
Karşılarında kim var?
Savcılar, hakimler!
Her ne kadar Sayın Başbakan “komplo”nun başlangıcını 17 Aralık’tan önce veriyorsa da, yani Taksim Gezi olayları...
Başbakan’a göre, uluslararası komplonun içerideki işbirlikçileri ise; ağaç, çayır, çim ve yeşillikle girmişlerse de, ikinci komplonun belirtisi “yolsuzluk” iddiasıdır.
Birden ortaya iki bakan oğluyla, bir banka genel müdürü çıkmış, evlerinde milyon dolarlar, kasalar, para sayma makineleri bulunmuştur.

***
Arkadan bir liste daha piyasaya sürülmüş, ama anlaşılan ilk operasyonda gaflet içinde olan polis ve idareciler, yasaya rağmen, bunları yakalayıp, savcıya göndermemiştir.
Yasaya göre polisler soruşturmanın başında amirlerini haberdar edeceklerdi, yasa böyledir.
Burayı atlamışlar. Polisler ve iktidar geç uyanmışlardır.
Ufak bir örnek...
Diyelim savcı birinin ifadesini alacak, polisler de üst makama haber verecektir:
Savcı, “sayın büyüğümüzün oğlunu da istiyorlar...
Sonrasını merak ediyor musunuz?
Olay o kadar büyüdü ki!
Bakanlar istifa etti, azledildi, altlarından koltuk çekildi...

***

Lafı uzatmaya gerek var mı?
Eğer bir savcı, “bana yapılanları görün!” diye Maliye’nin önünde bildiri dağıtıyorsa.
Var mı Cumhuriyet tarihinde böyle bir vak’a?

***
Ya Başbakan’ın savcıya çektiği fırça:
Biz, senin ne olduğunu biliriz!
Kim bu? Bir savcı, gazetenin birinci sayfasından bir fotoğraf.
Sanki mafya reisi:
Savcı iş peşinde!”
Kim demiş, “adalet mülkün temelidir” diye...
Bu mülkün temeli bu ağırlığı çeker mi?
Eğer mülke sahip çıkıyorsanız, kim sahipse, sahipliğini göstersin, yoksa bir gün Başbakan’ın “komplo endişesi” bu mülkü zangır zangır titretip yıkar.
Bakın, Azerbaycan’ın eski Cumhurbaşkanı Elçibey ne diyor:
Gurtaralım derken gırgın istemiyoruz. Halgın yarasını gırarak halgı kurtaramazsınız. Çünkü zulm ile âbad berbat olu ahiri berbat olur. Yolumuz uzun olsun ama gansız zulumsuz olsun.

Demirci Efe, Rafet Paşa’ya demiş ki:

Paşam, bu Devleti Zalim ile Alimler ayakta tutuyor,
Ben Alim olmadığıma göre, Size kalıyor!

Hukukla, Kanunu Karıştırmadan.
Her Diktatörün Kanunu vardır ama, Hukuk Değildir.

***
Ya Yargıtay İmamı?

Yargıtay’da bir davanın dosyasına “Mütalaa” vermesi için Amerika’ya Hoca efendi’ye götüren “İmam” kim?
Söyleyen de az buz adam değil, eski Adalet Bakanı, eski Meclis Başkanı, AKP’li...


***

8 Ocak 2017 Pazar

PALA VE BİR KARIŞ TARLA,


PALA VE BİR KARIŞ TARLA,


Hasan Pulur


Yok, sanıldığı gibi değil, Türkiye’de hâlâ hukuk devleti var, yargı da her şeye rağmen çalışıyor.
Bazıları “ Sen ne diyorsun? ” deseler de, gazete ve televizyonlar da yapabildikleri kadar görevlerini yerine getiriyorlar.

***
Uzun lafa gerek yok, Taksim’in göbeğinde, elinde pala, sağa sola saldıran, kadını tekmeleyen adam, medya olmasaydı, gazeteler boy boy fotoğraflarını yayımlamasaydı, televizyon haber bültenlerinin baş haberi bu olmasaydı, adam şimdi neredeydi?
Evinde, televizyonlarda kendisini seyrederek kabara kabara yeni işlere hazırlanabilirdi.
Ne yalan söyleyelim biz de öyle sananlardandık, savcı adamı tutuklama isteğiyle mahkemeye göndermiş, mahkeme de onu serbest bırakmıştı.
Bu kadar sanıldı...

***
Hayır, devam etti; haberler, yorumlar, başta Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın tepkisi...
Daha önce de söyledik, Sayın Arınç yer yer doğruları söylüyor ama söylediğiyle kalıyor.
Galiba, bu kez olmadı, öyle bir çıkış yaptı ki!
Savcı, mahkeme kararına itiraz etti ve adam tutuklandı.
Şimdi soracaksınız:
“Her şey olup bitti mi?”
Hiç biter mi?
O adam neye güvenerek, kime, kimlere güvenerek sokağa fırlayıp dehşet saçıyor.
Evet, elindekine de “pala” değil “zırh” denir, kebapçılar eti bu zırhla kıyma yapar, çiğ köfte olur.

***
Ama bu neyi değiştirir ki? Pala değilmiş de zırhmış.
Sen onu hangi maksatla eline alıp insana saldırdın? Önemli olan bu!
Geçim sıkıntısı çekiyormuş, borçlarını ödeyememiş...
Bu durumda olan milyonlar var, onlar palayı, zırhı kapıp insanlara saldırsınlar mı?
Karanfil attı diye tutuklanan genç kızın, adalet duygusu ne hale gelir?

***
Avuç içi kadar bir tarla!
Yargıcın tecrübesizliği, davacıya sitem eder:
“İki karış tarla için mi bizi buralara getirdin, aramızda para toplayıp, sana verirdik!”
Davacı devlete güvenir:
“Hakim bey, ben para pul peşinde değilim, hak, hukuk peşindeyim!”

***
Hakim ilerde çok önemli görevlerde bulunurken, genç meslektaşlarına hep bu olayı anlatır:
“Vatandaşı, devletin adaletinden soğutmayın!”
  Anlatabildik mi? 


***