27 Mart 2020 Cuma

ŞEYTANIN PLANLARI!!!

ŞEYTANIN PLANLARI!!!   



Yazar Hasip Sarıgöz’ün Kaleminden.,

Anadolu’da güzel bir deyim vardır. 
Derler ki; “Yol üstünde bağı olanla, güzel yâri olanın başı dertten kurtulmaz” 

Sanki bu deyim, tam da Anadolu’nun durumunu anlatmak için söylenmiş gibidir. 

Gerçekten de Anadolu’ya ilk gelişimizden bu yana başımız hiç dertten kurtulmadı. 
Ama hakkımızı da teslim edelim ki, bütün dertlere rağmen, nice kavimleri eriten bu topraklarda tam bin yıldır var olmayı başardık. 

Peki, Şeytan pes etti mi? Asla! 

 Her seferinde çok daha donanımlı, hırslı ve çok daha kuvvetli olarak üzerimize geldi. Gelmeye de devam ediyorlar! 

Esas soru şu: Bir bin yıl daha, bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliği ile kalabilecek miyiz? 

İsterseniz bu sorunun cevabını sona bırakalım ve önce şeytanın planlarına bir bakalım. 

1970’li yılların ortalarıydı… 

Şeytaniler tarafından, taa okyanus ötesinden bir proje başlatıldı. 
Projeyi başlatan, dönemin Amerikan Milli Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger idi. 

Projenin amacı: Türkiye ve çevresinin etnik ve mezhep tabanlı olarak ve Amerikan çıkarlarına uygun şekilde yeniden formatlanmasıydı! 

Haziran 1978 tarihinde Kissinger’in hamiliğinde ve tarihçi Bernard Lewis’in başkanlığında Princeton Üniversitesinde gerçekleştirilen geniş katılımlı 
bir toplantıda; Türkiye ve çevresinin, 19’uncu yüzyıldaki mezhep ve inançlara göre sınırlarının yeniden çizilmesi öngörülüyordu! 

Açık CIA olarak da bilinen “Stratford”da baş jeopolitik analist olarak çalışan Robert D. Kaplan “On the Coming Anarchy On Our Planet” isimli makalesinde, 
daha 1994’te “Türkiye önümüzdeki yıllarda elinden çıkacak olan GAP’taki barajları niye inşa etti ki?” diye soruyordu! 

Adamlardaki özgüvene bakın… (Bu kişinin soyadı tanıdık geldi değil mi? İşte bu emperyalist batı her zaman “mühre” kullanmayı çok sever) 

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında: BOP ile, Türkiye dâhil 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceğini yazmıştı. 

Ondan sonraki süreçte yaşanan Arap Baharı’nın nasıl bir “Arap Kışı” ve hatta “Arap kıyımı” olduğunu gördünüz. Çünkü emperyalist Batı’nın askeri ve ekonomik kazanımlarının hepsinde maalesef ki masum, garip ve Müslüman kanı akmıştır! 

Gördüğünüz gibi, neredeyse her şeyi açık açık yaptılar. Ustalıkları ise, şeytani planlarını çok güzel ve masum kılıfların içerisinde sunmuş olmalarıydı. 
Plan çok, kılıf da çoktu! 

Amerikan Misyoner Teşkilatınca, Anadolu’ya gönderilen misyonerlere; “…bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar, silahsız bir Haçlı Seferiyle geri alınacaktır.” talimatı verilerek misyonerliğin gerçek hedefi ortaya konulmuştu ve Hıristiyanlığın karargâhında oturan Papa II. John Paul: “Birinci binyılda Avrupa, ikinci binyılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü binyılda ise Asya Hıristiyanlaştırılacaktır” demişti. 

Adamlar dediklerini yapıyorlar! 

20 küsur yıl önce Daniel Wickwire adında bir ABD vatandaşı ülkemize geliyor ve Ankara Gaziosmanpaşa’da bir ev tutuyor ve misyonerlik çalışmalarına başlıyor. 
İlk başlarda sadece beş Türk gencini devşirebiliyor ama yıl 2004 olduğunda Türk hükümetinin misyonerlerin önünü açan uygulamalarının da etkisiyle ev kiliseleri 
hariç Evanjelist kilise sayısı 100’ü geçiyor, İslam’ı terk eden ve Evanjelist Hıristiyan olan Türk genci sayısı ise 3000’i geçiyor! Yıl şimdi 2018 şimdiki sayılarını varın siz hesaplayın. İşte bu Daniel Wickwire 22 Aralık 2004 tarihli Tempo Dergisi’ne verdiği mülakatta hiç çekinmeden “GAP Armegadon için kuruldu.” diyebiliyor. 

Bu kilise ve ev kiliseleri meselesi açılmışken, misyonerlik faaliyetlerinin yalnızca Evanjelist Hıristiyan tarikatı ile sınırlı olduğunu mu sanıyorsunuz? 
Öyle ise çok büyük bir tarihi yanılgı içindesiniz. Devlet istatistik Kurumu Anadolu’da açılan kiliseler konusunu ve Hıristiyanlaştırılan Müslüman Türk gençleri konusunu görmezden geldiği için güncel rakamları tam olarak bilemiyoruz. 

Fakat elimizde çeşitli veriler de yok değil. 

Güneş Gazetesi’nin 08 Kasım 2010 tarihinde manşetten verdiği “Satılık Tarihi Camii” başlıklı habere göre; 2003’ten 2010’a kadar geçen 7 yıl gibi kısa bir dönemde, Türkiye’de tam 37.000 kilise veya ev kilise hizmete açılmıştır. 

   Psikolojik Savaş kitabının yazarı Tahir Tamer Kumkale’ye göre, bu kiliselerin 30.000’e yakını; 2005 / 2007 yılları arasında, 2-3 yıl gibi kısa bir sürede açılmıştır. 

En son olarak da, 2012 yılında 4’üncü Kocaeli Kitap Fuarı’nda bir konuşma yapan Araştırmacı Yazar, Gazeteci ve Belgesel Programcısı Banu Avar; 

“Türkiye’de 54 binin üzerinde Protestan ev kilisesi olduğunu ve bu kiliselerin en yaygın olduğu illerin başında da İzmit’in geldiğini” söylemiştir. 

Bütün bu haber ve demeçlerin hiçbiri şimdiye kadar tekzip edilmiş değildir. 

Peki, herhangi bir şey yapılmış mıdır? 

Ne yazık ki hayır! Ülkemizde nifak tohumları eken Amerikan Barış Gönüllülerini, yıllarca birer angut misali nasıl sadece seyretmişsek, bu olanları da yalnızca 
seyrettik. Hala da öyleyiz. 

Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan Surp Giragos Kilisesi 2011 yılından bu yana Diyarbakır’da faaliyet göstermektedir. 

Başlangıçta bir tek Hıristiyan’ın dahi yaşamadığı bölgelerde açılan bu kiliselerin en büyüklerinden biri de, 1994 yılından beri faaliyette bulunan ve 2003 yılından 
sonra mekân ve cemaat olarak daha da büyüyen Diyarbakır Protestan Kilisesi’dir. 

Bu kilise; 1991 yılında Diyarbakır’a gelen bir adet misyonerin başlattığı çalışmalar sonucu ve devletimizin çıkarttığı yanlış yasalar suiistimal edilmek suretiyle, bugün kayıtlı üye sayısı binlerle ifade edilen bir misyonerlik kurumu halini almıştır. 

Görüldüğü gibi ülkemizde meydanı boş bulan binlerce misyoner cirit atmaya devam ediyor! Ne yazık ki, hiçbir misyoner örgütün amacı ve önceliği ilahi değildir. 

Hepsinin amaçları öncelikle siyasi, sonra iktisadi ve en son kılıf olarak ilahidir. 

Bu arada İstanbul Alman Kilisesi’nin Rahibi Holger Nollmann; “AKP Hükümeti ile çok uyumlu çalıştıklarını, Hıristiyanlığın doğduğu topraklara Hıristiyanların yeniden kavuşacağını” belirtiyor ve Recep Tayyip Erdoğan’ı “Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi başbakanı” olarak tanımlıyor.(Deniz Som, Cumhuriyet Gazetesi 11 Mart 2005) 

Yine, ABD’nin üst istihbarat teşkilatı olan “National Intelligence Council” 2012 yılında yayınladığı “Küresel Eğilimler Araştırması” raporunda Türkiye’nin 2030 yılına kadar bölünmesini öngörüyor! 

Türkiye ve çevresi diye zikredip duruyoruz ya, peki Türkiye bu satrancın neresindedir? Emin olun ki Türk Devleti, Türk vatanı, Türk milleti ve İslam; Yeni Dünya Düzeni denilen bu 12’lik daire hedefinin tam da göbeğindedir! 

Çünkü: Türkistan, Semerkant, Buhara, Ankara ve İstanbul ana hattındaki Maturidi Türk İslam itikadı zihniyeti; Türkiye’yi 1,5 milyarlık İslam dünyası arasında en tehlikeli rakip ve dahi en öncelikli hedef haline getiriyor. 

Çünkü; Öncelikle “Ilımlı İslam” projesi ile milli devletin sulandırılması, sonrasında da Anadolu’nun Hıristiyan değerleri ile yeniden formatlanması BOP’un en önemli örtülü hedeflerinden birisidir. 

Yahudi düşünce yapısının temelini oluşturan kutsal metinlerden “Kabala”ya göre; Anadolu’nun adı “Edom”dur ve bu Edom Yeni Dünya Düzeni kurulurken son büyük seferde fethedilecek olan hedef ülkedir. Bu amaçla emperyalist batı tarafından, bu fetih için gerekli olan kuşatma harekâtına çoktan başlanmış durumdadır. (Bu arada bir dipnot olarak aklınızda bulunsun: “Ampul” ve “Rabia” işareti aynı zamanda Kabala’nın kadim sembollerindendir.) 

Yahudi inancındaki Arz-ı Mevud (vaat edilmiş topraklar)’un hedefi de yine Türkiye’dir! 

Saldırıların çok yönlü olduğunu bilmek; çevremizdeki Mısır, Libya, Irak, Suriye ve Afganistan gibi ülkelerin başlarına gelenleri görmek ve doğru şekilde anlamak zorundayız. 

Nasıl ki, zamanında Kuş Gribi saldırısı ile kümes hayvancılığımız ve Deli Dana hastalığı vb. saldırılarla da büyükbaş hayvancılığımız çok büyük zararlara uğramışsa; son günlerde yayılan dış kaynaklı şarbon hastalığı ve longoz ormanlarımıza musallat olan Amerikan Beyaz Kelebeği (tırtıl) de farklı bir savaş / yıpratma taktiğinin zuhur etmiş hallerinden başka bir şey değildir. Tohumumuz neden bozuldu? Kanser neden çoğaldı? Uyuşturucu bağımlılığı neden bu kadar arttı? Toplumu yozlaştıran televizyon programları neden Nirvana yaptı? İslam kendiliğinden mi bu kadar yozlaştırıldı? İslam=Terör anlayışı kendiliğinden mi yerleşti? Taciz ve tecavüz vakaları neden çığ gibi arttı? T.C tabelaları neden  yerlerinden indirildi? Türk kelimesi görüldüğü her yerden neden silinmeye çalışıldı? Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı durduk yere mi hortlatıldı??? (Dediğim gibi emperyalist batı avlanırken mühre kullanmayı sever) 

Dünyanın en büyük güçleri ne yazık ki son dönemlerde Akdeniz’i mesken tutmuş durumdadır. Amerika, Rusya, Çin, İngiliz, Fransız… Ha bir de nükleer füze yüklü İsrail denizaltıları! 

Sanıyor musunuz ki bu topraklarda ve bu denizlerde sular durulacak? 

Kuzey Irak ve Suriye meselelerinden sonra mutlaka ve mutlaka Kıbrıs meselesi yeniden önümüze konulacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Türk askerinin Kıbrıs’tan çekilmesine yönelik bir karar alırsa Türkiye ne yapacaktır? 

Yunanistan’la aramızdaki kıta sahanlığı meselesi, ile işgal altında bulunan Ege’deki Türk adaları önümüzdeki süreçte patlaması kesin, için için yanan bir volkan gibi öylece durmaktadır. Yine Güneydoğu’ya bağımsızlık veya federatif yapı istekleri, altına sürekli odun atılarak sıcak tutulmaya çalışılan Pontus Rum’larının Karadeniz’e dönmesi hayali, Ermeni soykırımı meselesi ve bu bağlamda Doğu Anadolu Bölgemizden Ermenilere toprak verilmesi ve ayrıca Ermenistan’a tazminat verilmesi talepleri… 

Ne yazık ki, bütün bu konu ve talepler; Amerika ve Avrupa Birliği ülkelerinin işbirliğiyle uluslararası alanda Türkiye’yi çok ciddi bir şekilde zora ve zorlamaya sokabilecek meselelerdir. 

Yine, kaynağı Türkiye’den çıkan sular meselesi ile özellikle Akdeniz ve Ege’deki doğalgaz sahaları adeta pimi çekilmiş birer el bombası gibi ortada durmaya devam etmektedir. 

Er ya da geç ülkemiz başta ABD olmak üzere emperyalist batı ile kanlı bir hesaplaşma yaşamak zorunda kalacaktır ve Türkiye önümüzdeki yıllarda büyük bir ihtimalle, Batı ve Ortadoğu merkezli kimyasal ve biyolojik büyük bir terör saldırısına hedef olacaktır. 

Türkiye Cumhuriyeti tarikat ve cemaat konularında en üst düzeyde hassas ve 
devlet/millet açısından korumacı olmalıdır. 

Irak savaşında Irak Devrim Muhafızları ne oldu, bunlar buhar mı oldu, neden savaşmadılar diye hep sorulur. Sorulur ama, Irak Savaşı’ndan önceki dönemde Saddam’ın eşi ve çocukları dâhil olmak üzere, ordu komutanlarından en yakın çevresine kadar Amerikan destekli Kürt Kesnizani Tarikatı tarafından sarıldığını bilen çok azdır. Maalesef ki, Ordu komutanlarının, kuvvet komutanlarının çoğu ve dahi eşi ve çocukları dahi bu tarikatın üyesiydiler ve tabi ki tarikatın saray ve çevresinde uçan kuştan bile haberi vardı. Günü gelip Amerika Irak’a saldırdığın da, bu Kesnizani Tarikatı’nın sözde şeyhi bütün müritlerine Amerikan askerlerine karşı direnmemeyi emretmişti. Tamamen Şeyh’in emrinde ve güdümünde olan, milli bilinçten yoksun mürit generaller de vatanlarının  bağımsızlığı için savaşmak yerine Kürt bir şeyhin emirlerine uymuşlardı. 

Film bitti mi? Hayır. 

Bu Kesnizani Tarikatı halen daha Irak’ta devletin ve siyasetin tam da göbeğinde faaliyetine devam etmektedir. 

Tarikat ve cemaatleşmenin nelere mal olduğunu kendi ülkemizde de 15 Temmuz 2016’da kanlı bir şekilde yaşayarak öğrenmedik mi? Yıkıcı etkileri hala devam etmiyor mu? 

Peki, Yüce Allah bu konuda bizlere buyurmadı mı ki: “Ya Muhammet şu dinlerini grup grup, fırka fırka, cemaat cemaat bölenler var ya senin onlarla hiçbir 
ilişiğin olamaz” (Enam 159) 

Öyle ise Vatanımızın, milletimizin ve devletimizin bekası açısından cami cemaati dışında hiçbir cemaat bırakmaksızın kökleri kazınmalıdır. 

Sadece cemaat, tarikatlar ve misyonerlik değil, ülkemizde sayıları 20.000’in üzerinde olduğu tahmin edilen masonlar konusu, çeşitli camilerde boy gösteren Vatikan imamları ve sair oluşumlar konusunda da Türk devlet aklı gerekenleri yapmaktan çekinmemelidir. 

Yeri gelmişken, Masonluk konusu ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü masonluk milli değerlere tamamen karşıdır ve daima evrensel değerleri savunduğunu deklare eder. 

Ülkemizdeki bazı siyasi ümmetçi çevreler, Osmanlıcılar ve aşırı dinci İslamcılar da milli değerlere karşı tavırlar içinde değiller midir? 

Tabi ki ihtiyatla yaklaşılmalıdır, ama sakın ola ki ülkeyi perde arkasından masonlar perde önünden ise siyasi İslamcılar yönetiyor olmasın!!! 

Milletlerin kaderini; milli kimlikleri, dilleri/düşünme sistematikleri, karakter özellikleri, yaşadıkları coğrafya ve tarihleri belirler. Türklerin en az bin yıllık yurdu olan Anadolu müthiş güzellikte ve olağanüstü niteliklerde bir coğrafyadır. Üstü ayrı zenginliklere sahip altı ayrı zenginlik potansiyellerine gebedir ve dünyanın birkaç merkez coğrafyasından birisidir. Hem milletler beşiği, hem milletler mezarlığı hem de din ve inançların merkezindedir. Onun için adına BOP deyin, GOP deyin, Bizans Projesi deyin, misyonerler deyin, ne derseniz deyin emperyalist güçlerin amaçlarına ulaşabilmeleri için Türk Devleti’nin yıkılması ve Türk milletinin de ya yok edilmesi ya da köleleştirilmesi şarttır! 

Artık kafamıza dank etmesinin zamanı gelmedi mi? Yüce Allah buyuruyor ki; “Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşılarına emirler yöneltiriz de onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz” (İsra 16) 
Eğer bu ayeti kerimenin muhatabı olan bir millet olmak istemiyorsak harekete geçmek ve çaba göstermek zorundayız. Kendi durumumuzu düzeltmek zorundayız. Zira Yüce Allah yine buyuruyor ki; “Bir kavim kendi durumunu düzeltmedikçe biz o kavmin durumunu düzeltmeyiz” (Rad 11) 
Bu kadar çok ve hayati tehlike varken, Türk milleti geleceğini garantiye alacak her türlü tedbiri hayata geçirerek geleceğini milli bilinç üzerine yeniden bina etmek zorundadır. 
Ve dahi bu süreçte kendisine vakit kaybettirenleri de sırtından atmak mecburiyetindedir. 
Gençlerimizin beyinlerini başkaları formatlamadan ve dahi zararlı ve zehirli tohumları onların beyinlerine ekmeden önce, yıllardır nadasa bırakılmış gibi boş duran bu gencecik beyinleri milli şuurla bizler doldurmalı ve hidayet meyvesi verecek ekim ve dikimleri kendimiz yapmalıyız. Nasıl ki nadasa bırakılmış bir tarlada ayrık otları çok kolay yetişirse, boş bırakılan beyinleri de önce zararlı, bölücü ve yıkıcı akımlar doldurur. 

Ülkemize ve insanımıza yönelik küresel saldırılara karşı gerekli tedbirleri almak, devletimizi ve halkımızı her türlü psikolojik saldırıdan korumak ve karşı psikolojik harekât planlarını hazırlayıp uygulamak üzere, 2945 sayılı kanun kapsamında, 1983 yılında Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekterliği bünyesinde 15-20 kişilik küçük bir kadro ile kurulan ve 21 yıl boyunca başarıyla görev yapan “Toplumla İlişkiler Başkanlığı”; Avrupa Birliği’nden gelen baskılar sebebiyle ve “kendi insanlarımıza karşı psikolojik harekât yapıyorlar” gerekçesiyle 2007 yılında kaldırılmıştır. 

Elbette bir devlet kendi halkına karşı psikolojik harekât yapmaz. Ancak, halkını yıkıcı psikolojik harekât etkilerine karşı korumak ve doğru bilgilerle donatarak bilinçlendirmek de her devletin görevidir. Kanımca Toplumla İlişkiler Başkanlığı kaldırılmak suretiyle terazinin bir kefesi boşaltılmıştır. Bu nedenle küresel güçler ile yıkıcı ve bölücü unsurların kara propagandalarını ve icraatlarını daha iyi yapabilecekleri bir ortam kendiliğinden oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i tarafından; devletimizi ve milletimizi hedef alan psikolojik harekât faaliyetlerine engel olmak ve halkımızı doğru bilgilerle buluşturmak maksadıyla, gerekli olan teşkilat veya teşkilatların kurularak faaliyete geçirilmesi, devletimiz ve milletimizin bekası açısından büyük önem arz etmektedir. 

İyice bozularak millilikten, akıldan, ilim ve fenden uzaklaştırılmış olan eğitim sistemimiz anaokulundan doktora derecesine kadar milli şuurla yeniden yapılanmalıdır. 

Dini eğitim de aynı kapsamda düşünülerek, tarikat ve cemaatlerin elinden alınarak, devlete ait okullarda Kuran ve Sünnete uygun şekilde ve adam gibi yapılmalıdır. 

Bütün okulların imam hatipleştirilmesi saplantısından hemen vazgeçilmelidir. Ne yazık ki, milletimizi yönetmekte olanlar ya Türk Milleti'ni ve onun karakterini hiç tanımamaktadır, ya da millete zararlı icraatları bilerek yapmaktadırlar! Evet, Türk Milleti Müslümandır. Evet, din hassasiyeti yüksektir. Ve evet, inancı uğruna her şeyini ve hatta canını dahi hiç çekinmeden verir. Lakin, Türk Milleti'nin Müslümanlığı veya dindarlığı; imamet, mollalık veya sofuluk düzleminde değildir. 

Tarih boyunca görülmüştür ki, onun dindarlığı; Arap Milleti'ne göre daha sığ, lakin daha akılcı, daha arı duru, daha öze dönük ve iyi ahlak çerçevesindedir. 
Bu gerçekliğin tarih içerisindeki en güzel tezahürü de Alperenliktir. Yani Alperen ler hem dünyevî, hem de uhrevî yönü olan vatan millet ve Allah yolunun bilge savaşçılarıdır. Onun için, ne yaparsanız yapın; Bu milletin tamamını zorla imam ya da molla yapamazsınız! Çünkü Türk Milleti'nin genlerinde ve karakterinde miskinlik, sofuluk veya mollalık değil; teşkilatçılık, savaşçılık ve Alperenlik vardır. 

Çocuklarımıza ve gençlerimize okullarımızda; Kuvvayi Milliye ruhu, İstiklal Harbi, Atatürk ve silah arkadaşları ve şehitlerimiz hakkında doyurucu bilgiler verilmeli, Atatürkçülük ve Alperenlik ruhu bilimsel ve pratik anlamda yeniden aşılanmalı dır. Bu konular okulların yanı sıra radyo, televizyon, sinema, tiyatro ve medyada daha çok yer almalı ve toplumumuzun bütün kesimlerine milli bir bakış açısıyla enjekte edilmelidir. Televizyonların en çok seyredildiği saatlerde milli içerikli yayınlar mecbur hale getirilmelidir. 

Türk milleti nüfus durgunluğuna girmemeli ve çoğalmaya devam etmelidir. Az olursa, yıkıcı ve bölücü unsurlar ile emperyalizm tarafından istila ve yok edilecektir! 

Unutmayınız ki, günümüzde küresel egemenliği kurmayı isteyenler kimler ise, dünyadaki terör hareketlerinin planlayıcısı, destekçisi ve hamisi de onlardır. Böyle bir fütursuz güce karşı Türk milleti de küresel bir güç olmak mecburiyetindedir. Bu bağlamda en iyi çıkış yolu ise, Türk Birliği’nin bir an önce hayata geçirilmesidir. 

Avrupa Birliği için değil, Türk Birliği için çalışılmalıdır. 
Bedeli ne olursa olsun Turan Ordusu kurulmalıdır. 
Türk ordusu sonuna kadar güçlendirilmelidir. 

NBC/KBRN Savunma tedbirlerine öncelik verilmelidir. 

Türkiye ne yapıp edip, en kısa zamanda kendi milli savunma sanayiini kurmalıdır. 
Türkiye en kısa zamanda nükleer güce sahip olmalıdır. 

Misyonerlik ve masonluk faaliyetleri kesin olarak önlenmelidir. 
Yeraltı kaynaklarımız milli olarak işletilmeli ve stratejik önemi olan madenlerimize sahip çıkılmalıdır. 

Yabancılara toprak ve gayrimenkul satışına izin veren yasalar derhal iptal edilmelidir. 
Bunun yerine 40, 50 ve azami 90 yıllık, zilyet hakkı doğurmayacak kiralamalar benimsenebilir. 

Üretim ekonomisi hayata geçirilmeli, sadece sıradan ürünler değil katma değer 
yaratacak stratejik ürünlerin üretilmesi ve geliştirilmesi hedeflenmelidir. 

Ülkenin en zeki çocuklarının, en iyi hocalarının, en iyi bilim insanlarının ve en iyi 
girişimcilerinin bir arada bulunabilecekleri ARGE merkezleri oluşturulmalıdır. 

Eğitim ve din konusu başta olmak üzere bütün devlet görevlileri milli güvenlik bilinçlendirme eğitiminden geçirilmelidir. 

Dil bir milletin benliğidir. Dilini kaybeden milletler benliğini de kaybeder. 
Bu nedenle Türk dili yozlaşmadan ve yabancılaşmadan korunmalıdır. 

Öncelikle ülkemizdeki yabancı tabela ve isimler ya yasaklanmalı, ya da yabancı isim ve tabelalara çok ağır vergiler getirilmelidir. 

Ne yazık ki, güzel ülkemizde adalet iğfal edilmiş bir vaziyettedir. Fakat, Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün dediği gibi “insanlar inançsız (ve hatta devletsiz) yaşayabilirler, ama ADALETSİZ yaşayamazlar.’’ Yine Hz. Ömer’in dediği gibi “Adalet mülkün temelidir.” Eğer dünya mülkünde Türk ve Müslüman olarak var olmaya devam etmek istiyorsak, mutlaka ve mutlaka HAK ve ADALET’i bir an önce hâkim kılmalıyız. 

Partili Cumhurbaşkanlığı gibi tek adamlığı ön plana çıkaran ve Meclis’i etkisizleştiren garabet sisteminden vazgeçilerek, Türk tarihindeki toy ve kurultay sistemi ile örtüşen parlamenter sisteme yeniden dönülmelidir. 

Devlet Yönetiminde; Yandaş, Kandaş, Enişte, Bacanak ve Damat değil, LİYAKAT esas alınmalıdır. 

Elimizdeki bütün imkânlar kullanılarak, terör belasının üzerine gidilmeli ve ne pahasına olursa olsun bölücü terör tehdidi ortadan kaldırılmalıdır. Çünkü bu işi 
halletmediğimiz sürece ayağa kalkıp yolumuza bakabilme imkânımız yoktur. 

Güncel olarak, İdlip ve çevresindekilerin Türk Devleti’ni bölüp parçalama potansiyeli yoktur. Ama Fırat’ın doğusundakilerin böyle bir potansiyeli ve amacı vardır. Bu nedenle Türk ordusunun sınırlı ve kıymetli enerjisi alakasız yerlerde harcanmamalı, önceliğimiz mutlaka ve mutlaka PKK/PYD ve Fırat’ın doğusu olmalıdır. Çünkü bu PKK/PYD kullanılarak; Güneyimizde İslam dünyası, doğumuzda ise Türk dünyası ile irtibatımız kesilmek istenmektedir. İşin doğrusu, PKK/PYD’yi Türkiye ile Türk ve İslam dünyasının arasına adeta birer kama gibi sokmak tam da şeytana göre bir plandır. 

Açıkça dile getirmek gerekirse, bölgemizde Türk milletinin bekasını tehdit eden ESAS SORUN ABD’DİR. İşin özü, hazırlıklar buna göre yapılmalıdır. 

Türk milletinin milli refleksleri; Türklük ve İslam ahlakı temelleri üzerinedir. İşte bu nedenle en az 20 yıldır Atatürk ve Kuvvayi Milliye ruhu hedef tahtasındadır. Bu ruhun aşındırılmasında en büyük pay da ne yazık ki havuz medyanındır. 

Milli reflekslerin aşındırılmasından vazgeçilerek uyandırılmasına çalışılmalıdır. 

BOP, GOP, Bizans ruhu, misyonerler, masonlar, dinciler, kinciler, havuz medya ve diğerleri ne kadar şeytani planlar yaparlarsa yapsınlar, Muhammet Mustafa ahlakı ve Mustafa Kemal bilinci karşısında kazanmaları mümkün değildir. Partimiz, inancımız, sınıfımız, mesleğimiz, mezhebimiz veya dünya görüşümüz ne olursa olsun, işte sırf bu nedenle; ahlaki rehber olarak Muhammed Mustafa’yı, milli rehber olarak da Mustafa Kemal’i örnek almak ve onların yolundan gitmek zorundayız. 

Çünkü başka bir çıkış yolumuz yoktur. 

Şimdi başta sorduğumuz soruyu bir daha soralım: “Bir bin yıl daha, bu topraklarda Türk ve Müslüman kimliği ile kalabilecek miyiz?” 

Gerekli tedbirleri alırsak, atalarımız gibi Türk olursak, Hoca Ahmet Yesevi gibi Müslüman olursak, doğru ve çalışkan olursak, küçüklerimizi sever ve korur büyüklerimizi sayarsak, yurdumuzu ve milletimizi özümüzden (kendimizden) çok seversek ve varlığımızı Türk varlığına armağan etmeye hazır olursak EVET… 
Evet, bir bin yıl değil, kıyamete kadar bu topraklarda kalabiliriz. Seçim de çözüm de bizde. 

Lütfen şimdi “bütün bunları KİM YAPACAK?” diye sormayın. 

Kendinize “Türk milli hedeflerine giden yolda BEN NE YAPABİLİRİM?” diye sorun. 

Eminim ki, her birinizin bu deryada bir damla olabilecek kadar varlığı, bu karanlıkta bir kıvılcım çakabilecek kadar enerjisi ve bu kutlu yola zerre kadar bile olsa katkı sağlayabilecek cesareti, fikri, projesi, desteği, sesi ve nefesi vardır. 

Vazgeçmezler! 
Emin olun vazgeçmeyecekler. 
Ya onlar galip gelecek ya da biz, üçüncü bir şık yok! 
Ya şerefli birer Bozkurt, ya da esaret altında birer Mankurt olacağız! 
Arası yok! 

Çünkü adına Anadolu denilen bu Türk coğrafyası, Yahudilik ve Hıristiyanlık âlemi için: 
“Tanrı’nın yürüdüğü topraklar”dır. 

Sen Türk’sün, yanacaksan aşk ile yan, 
Yan ki, ateş ol, ışık ol, har ol, köze dön, 
Asırlarca uyudun! Ümit ve aşk ile uyan, 
Aç gözünü, ayağa kalk, titre ve öze dön… 


 ****

Seni İlgilendirmez.,

Seni İlgilendirmez.,

Rifat Serdaroğlu
21 OCAK 2014


   Tansu Çiller, Vanlı Yalım Erez ve uyuşturucu Baronu Mustafa Bayram sayesinde siyasete giren AKP “Parti Komiseri” Hüseyin Çelik, Cumhuriyet Savcısı tarafından Jandarma ile aranan ve ikisinde silah bulunan TIR’larla ilgili olarak şunları söyledi;
“TIR’lardaki malzemenin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. TIR’ların durdurulması had bilmezliktir. O malum Savcıyı hiç ilgilendirmez. Zaten Reyhanlı ve Cilvegözündeki patlamalarda olay yerine bir hafta sonra gitmişti.”
Bir parti yöneticisinin Cumhuriyet Savcısına TV Canlı yayınında hakaret etmesi kelimenin tam anlamıyla “Had Bilmezliktir.”
Türkiye sanki Komünist Rejim altında bir “Parti Devleti” imiş gibi Hüseyin Çelik, yetkisi olsun olmasın her konuda saçma-sapan konuşuyor!
Kendisine televizyon yayınında hakaret etmekten çekinmeyen yetkisiz, ilgisiz, saygısız bir parti yöneticisine haddini bildirmek o Cumhuriyet Savcısının görevidir. Makamı ne olursa olsun, kişi kim olursa olsun, hiç kimse bir Cumhuriyet Savcısına hakaret edemez. Eğer Cumhuriyet Savcıları bu sokak kabadayısı kılıklı kişilerden çekinir ve hadlerini bildirmezlerse, yol olur.
Böyle ağır bir hakarete göz yuman Cumhuriyet Savcısının da o önemli makamda durmaması gerekir…
AKP’li yöneticiler çok ilginç kişiler. Normal insan davranışları bunlardan beklenemez. Her olay için başka türlü, işlerine geldiği gibi konuşurlar.
Başbakan Erdoğan da, Hüseyin Çelik de, aynı üslupla Cumhuriyet Savcısını suçluyorlar;
“Reyhanlı’daki patlamadan ancak bir hafta sonra olay yerine gitti” diye.
Adana’da bir tane mi Savcı var? O Savcı gitmediyse başka Savcı gitmiştir. Sonuçta devletin işi aksamamıştır. Eğer aksama olduysa, yetkililer
“İdari Soruşturma” başlatırlar. Ne Erdoğan’a ne de Çelik’e söz düşmez…
Gelelim Türkiye yönetiminden sorumlu Başbakan’a;
Erdoğan, patlamanın olduğu ve 52 vatandaşımızın öldüğü, yüzlerce vatandaşımızın yaralandığı, sakat kaldığı, tarihimizin en büyük terör saldırısının gerçekleştiği Reyhanlı İlçemize tam 14 (ON DÖRT) gün sonra binlerce polis eşliğinde gidebildi. Parti Komiseri ise hiç gitmedi…

Koyun, hendekten atlarken kuyruğu kalkmış ve poposu görünmüş. Keçi; “Popon göründü, popon göründü” diye alay etmeye başlamış. Koyun, bir Keçinin yüzüne, bir de sürekli açık olan poposuna bakmış ve “Yahu seninki sürekli olarak açık, dön de kendi popona bir bak” demiş…
AKP’lilerin anlayışına göre Cumhuriyet Savcılarını ilgilendirmeyen olaylar şunlardır;

*Yolsuzluk-Hırsızlık-Rüşvet suçlarını işleyen Bakanlar ve Bakan çocukları, Savcıları ilgilendirmez.
*Ayakkabı kutularındaki avanta milyonlarca Avro, Savcıları ilgilendirmez.
*Silah yüklü TIR’lar, Savcıları ilgilendirmez.
*Başbakan’ın çocuklarının Vakfı, Savcıları ilgilendirmez.
*Devlet Kurumlarının, iktidar eliyle Cemaat ve Tarikatlara peşkeş çekilmesi Savcıları ilgilendirmez.
*Özellikle İstanbul’da yapılan “İmar Değişiklikleri” Savcıları ilgilendirmez.
*Alan Rıza-Veren Rıza sistemiyle işleyen altın ticareti Savcıları ilgilendirmez.
*İsviçre’de Milyarlarca Dolarlık 8 gizli hesap, Savcıları ilgilendirmez.
*Gemicikler, Pırlantacılar, Villalar, Medya Kuruluşları, Gizli ortaklıklar, Savcıları ilgilendirmez.
*Gezi’de gözleri çıkıp kör olan gençlerin durumu, Savcıları ilgilendirmez.
*Anayasa’nın AKP Hükümeti tarafından paspas edilmesi, Savcıları ilgilendirmez…
Bakın Sayın Savcılar;
Bizler iki satır bir şey yazdığımızda anında dava açıyorsunuz. Yine açmaya devam edin. Devam edin de esas görevinizi, Anayasa’nın ve Yasaların size emrettiği görevinizi korkmadan, çekinmeden yerine getirin.
Başbakan Erdoğan’ın bir sözünü Sayın Cumhuriyet Savcılarına hatırlatıp yazıyı sonlandıralım;
“Sayın Savcılar, yasaları uygulayın. Acımayın, acınacak duruma düşersiniz. Kadılar gelir, işinizi elinizden alırlar.” Demedi demeyin…


***

Hangisi Paralel Devlet?

Hangisi Paralel Devlet?



Cüneyt Arcayürek
21 OCAK 2014

Savcılar Yerinden oynatıldı. 

Emniyet’te 3 bine yakın polis görevinden alındı. 
Emniyet müdürleri, kimi valiler ya merkeze ya da başka illere gönderildi.
Medya haberlerine göre sıra hâkimlerde. 
Haftalardır Başbakan, yargıda Emniyet’te, hatta bürokraside estirdiği fırtanın nedenini açıklıyor: 
Devlet içinde devlet olan, paralel devletin bütün marifetlerini gösteren; savcılara, Emniyet’e, hatta Ergenekon, Balyoz gibi davalara bakan hâkimlere direktif vererek yüzlerce masum insanı yıllardır haksız yere hapishanelerde yatmasına… 
….bir türlü adını, liderini açıklayamadığı devlet içinde yuvalanmış “bir örgütün, bir çetenin” neden olduğunu söylüyor. 

***
Bu filmin bir benzerini yıllarca önce izledik ve bugünlere geldik.
Başbakan RTE, yıllarca adını dilinden düşürmediği, darbe yapmakla suçladığı Ergenekon adında bir örgüt olup olmadığını, davayı gören Silivri özel mahkemesi İçişleri Bakanlığı’na sordu. 
Bakanlık, mahkemeye devletin kayıtlarında bu isimde bir örgüt olmadığını bildirdi. 
Ama Başbakan Nuh dedi peygamber demedi. 
Ergenekon adında bir örgütün var olduğunu savundu. 
Ancak şimdi durum farklı. Ad vermeden bir örgütün, çetenin hükümeti devirmek için harekete geçtiğini yineleyip duruyor ama… 
…. din kardeşi olduğu, yıllarca el ele gönül birliğiyle devletin temel kurumlarında kurulan kumpaslara göz yumduğu resmen… ...bir örgüt, bir çete yok ama…: 
…Başbakan, suçladığı örgüt, cemaat ve çete reisini de, saygılarını iletmekten yorgun düştüğü Fethullah Gülen’i…
….neden isimleriyle açıklamaktan, yargıya teslim etmekten çekiniyor? 
Zira RTE için öncelikle seçimlerde oy sorunu ön planda.
Paralel çete, cemaatin önderlerini, liderini hukuk devleti olmanın gereği yargıya teslim etmek, elbette işine gelmiyor. 

***
Doğal olarak devlet içinde gerçekten paralel devlet yok mu, sorusu akla geliyor. 
Bu soruyu yanıtlayacak olaylar Güneydoğu’da yaşandı, yaşanıyor. 
Daha önce bir TIR ve iki otobüste silah ve mühimmat ele geçirildi. 
Hatay’da da bir TIR. 
Daha sonra durdurulan 4 TIR’dan 3’ünde savcının emriyle jandarmanın araştırma yapmasına izin verilmedi.
Zira TIR’lar MİT’e aitti.
Şu gerçek ortaya çıktı: 
Böylece: MİT, yasayla devlet içinde devlet olan bir örgüt!
MİT Yasası’nın galiba 26’ncı maddesi Başbakan’ın izni olmadan MİT TIR’larında devletin savcılıları emriyle devletin jandarmasının araştırma yapmasına izin yok!

***
Başbakan, silah ve mühimmat yakalanan TIR’ların Suriye’de Türkmenlere yiyecek götürdüğünü söyledi. Türkmen örgütleri, bu açıklamanın mürekkebi kurumadan Başbakan’ı yalanladı. 
Ne var ki, AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, MİT TIR’larında araştırma yapılamayacağını öylesine savundu ki, böylece devlet örgütünün devlet içinde devlet olduğunu kanıtladı... 

H. Çelik, TIR’lara arama emrini vererek durduran savcı ile herhalde bu emre uyarak araştırma yapmaya girişen jandarmayı “haddini bilmezlikle” suçlayarak… 

***
Devlet içinde, üstelik yasayla devlet olan bir örgüt… bir de örgüt kanalıyla Suriye’ye gönderdiği silahlarla yüz binlerce insanın katledilmesine yardımcı olan, ne var ki devlet içinde devlet olan bir örgütten ve çeteden yakınan bir hükümet var önümüzde... 
Yasayla paralel devlet konumuna gelen MİT’in TIR’larında değil araştırma yapmak… 
…yolundan alıkoyarak durduranların hadlerini bilmediklerini parti sözcüsüne söyleterek aşağılatıyor, suçluyor.  


****

Faşizme Karşı Omuz Omuza.,

Faşizme Karşı Omuz Omuza.,


Selcan Taşçı
21 OCAK 2014


50, bilemedin 100 kişiydiler;

Yumrukları havada, -aklı selim kimsenin itiraz etmeyeceğini düşündüğüm-  “malum slogan” la yürüyüşe geçtiler:
- Faşizme karşı omuz omuza!
Sonra bir kız çocuğu çıktığı karşılarına;
Onun da yumruğu havada.
O da, kendi manifestosunu ilan etmek istedi Kadıköy Meydanı’nda:
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
O, 50-100 kişi bir anda “kendileri gibi düşünmeyen” o kız çocuğuna yöneldi, diklendi;
100’e 1; orantısız tehdit!
Kim “faşist” şimdi?
“Faşizme karşı omuz omuza”, kim, kimle mücadele etmeli?

***
Adımdan olduğum kadar eminim ki, o kız çocuğu  “Atatürk”te birleşmekten değil de  “Öcalan”la bölmekten yana olsaydı; manşetlerin büyük bölümü yıkılırdı... Günler, geceler boyu ekran ekran kınanırdı:
- Açılıma darbe vurmak isteyen karanlık odaklar yine iş başında sayın seyirciler...
- 23 yaşındaki üniversiteli kız, Kadıköy’ün göbeğinde ırkçı bir grubun linç girişimine uğradı sayın seyirciler...
Kaldı ki , “yok sayılmakla”, “arada kaynatılmak”la “kurtardığı” için -şikayet ne haddine(!)- yatıp kalkıp şükretmeli!  “Faşizme karşı omuz omuza” verdiklerini ilan ederken ellerinde ırkçılığın da, faşizmin de, katlin, vahşetin ve her türlü insanlık suçunun da daniskasına imzasını atan Öcalan’ın posterlerini taşıyan  “sözde öğrenci”  gruba karşı çıktığı için saldırıya uğrayıp, üzerine “saldırgan” olarak da yaftalanabilirdi.
Olmamış şey değil; hatta daha yeni, bir iki gün önce yaşandı çok daha trajik bir örneği:

Marmara Üniversitesi’nde uğradığı saldırıda yaralanan ülkücü genç hastanede can çekişirken; haber metinleri  “ülkücü saldırganlar”, “eli satırlı ülkücü grup”, “faşist saldırı” vurgularıyla bezendi. 

Doktorlar Mustafa’yı uyutuyordu; medya koca bir ülkeyi!
Ülkücü olduğu bilinen bir gencin, bir üniversite öğrencisinin, üniversitede, sol göğsünden, kalbinin hemen altından bıçaklandığı, Türkiye’den saklandı!
Bir tek televizyon kanalı bile ameliyata alındığı hastanenin önünden “Mustafa yoğun bakımdan henüz çıkabilmiş değil sayın seyirciler” diye başlayan anonslar geçmedi... Bir tek gazeteci, spiker, yorumcu, her şeyi bilen adam/kadın çıkıp da “dualarımız onunla” demedi mesela... Hiç kimse -ne demek kalbinden bıçaklamak- cana kast eden bu katiller kimdir, nedir, üniversiteye nasıl girmiştir sorgulamadı! 

Terör örgütü yanlıları/mensupları, masum masum elma şekeri yerken mahallenin  “çamur tipleri” tarafından ezilen, dövülen “zavallı” çocuklarmış gibi; sizin, bizim dişimizden tırnağımızdan artırdıklarımızla okutmaya çalıştığımız çocuklarınız, çocuklarımız da şehir eşkıyası gibi konumlandırıldı; “her zamanki öğrenci kavgalarından biri”  varsayılmasına çalışıldı,  “dosya” el çabukluğuyla kapatıldı.

Sahi, Mustafa’ya kim saldırdı?

Üniversitelerin her yanını donattıkları  “güvenlik” kameralarına bakıldı mı mesela; soda şişeli, taşlı, sopalı, bıçaklı saldırganların öğrenci olup olmadıklarının tespiti yapıldı mı?
Öğrenci değillerse, üniversiteye nasıl girdiklerine, girebildiklerine dair bir soruşturma başlatıldı mı mesela?
Mesela o “saldırganlar” arasında KCK sanığı var mı? 
Ya da daha net sorayım;
Mustafa’yı bıçaklayanlardan kaçı KCK sanığı?
Polisin neredeyse “kuşatma” altında tuttuğu; o derece alarmda olduğu gün terör örgütünün şehir uzantıları, hem de onca “cephane!” ile üniversiteye nasıl sızdı?
Üniversitelerde milli hassasiyetleri yüksek olduğu bilinen öğrenci gruplarıyla, öğrenci olmayan, “bindirilmiş bölücüler” karşı karşıya getirilirken ne amaçlandı?
Bu sorular da önemli ama kendi adıma hem üniversite yöneticileri hem de “güvenlik-emniyet” görevlilerinin cevaplandırmalarını istediğim “öncelikli” soru başka:
O rektör  “Ya Mustafa benim oğlum olsaydı...” diye kendi kendisine bir sorabilir mi acaba?
O polisler “Ya adı anons edilen benim çocuğum olsaydı...” diye sorabilirler mi?
Yerde kanlar içinde bulduğumuz bizim çocuğumuz olsaydı?
Tamam “bakan evladı” olmayabilirler ama “vatan evladı” her biri! Ve anaları “yem” olsunlar  diye doğurmadı hiçbirini!

***
Velhasıl; 
Belli ki sizin elinizde bir “kaos planı” var...
Velakin;
Bizim evimizde size verecek “figüran” yok...


***

Devletin ' SIR ' ları TIR' latırken, silahlar kimi vuruyor?

Devletin 'SIR'ları TIR'latırken, silahlar kimi vuruyor?


Mehmet Faraç
21 OCAK 2014


AKP'nin Suriye'de günahı çok... En yakın örnekten söz edelim: Erdoğan, Suriye meselesine burnunu sokmasaydı, Türkiye Şam çıkmazında emperyalistlerin maşası ve taşeronu haline getirilmeseydi; Cilvegözü Sınır Kapısı ile Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 40'tan fazla yurttaşımız bombalı saldırılara hedef olarak katledilmezdi...

Bırakınız Suriyeli göçmenlerin açtığı sosyo-ekonomik yaraları, Ankara'nın Ortadoğu'da yalnız kalışını, AKP'nin dış politikadaki çöküşünü, Türkiye'nin neredeyse El Kaide'nin barınma üssü olmasını ve Güneydoğu'daki esnafın iflas noktasına gelmesini... Cilvegözü ve Reyhanlı örnekleri bile AKP'nin nasıl bir günah kuyusunda çırpındığını göstermeye yetiyor...

Evet, AKP iktidarı suçlu... Çukurova üzerinden sınıra yönlendirilirken durdurulan "silah yüklü TIR"lar da gösteriyor ki, Esad 3 yıldır devrilemezken AKP'nin Suriye hırsı da ne yazık ki bitmiyor...

TIR'lara yüklenmiş araç- gereçler ya da "silah"lar gerçekten ÖSO militanlarına mı, yoksa savaşın ortasında savunmasız kalan "Türkmenlere" mi gönderiliyor tam olarak saptanamıyor ama sorgulanması gereken iki mesele var; MİT'in dış operasyonlara giriştiği iddiasıyla devletin gözetimindeki TIR'ların yıllar sonra bu kadar kolaylıkla deşifre olabilmesi hiç de hayra alamet değil...
İhbar kaosunda savaş çıksaydı?

Ne şaşırtıcı değil mi; Suriye krizi üç yıldır Ortadoğu'yu kilitlemiş ve AKP hükümeti, Esad'ı devirmek için oldum olası Suriye muhaliflerine silah ve para yardımı yapmakla suçlanıyor...

Bu bir "devlet politikası" mı, yoksa Türkiye, ABD ve destekçilerinin silah ve mühimmatlarını Suriye'ye ulaştırmakta "kargo" hizmeti mi veriyor bilinmiyor... Hatta son üç yılda kaç TIR Suriye'ye gizemli yük taşıdı, o da tam olarak kestirilemiyor...

Ancak şu bir gerçek ki; cemaat ile AKP arasındaki kavga başlamadan önce TIR'lar falan böyle kolaylıkla deşifre olmuyordu!..

Yani ne zaman cemaat ile AKP arasındaki kavga devlette yuvalanmış "cemaatçi" bürokratları tasfiye etmeye başladı, amaçları ve güzergâhlarını ancak istihbarat-çılarla özel görevlilerin bilebileceği devlet TIR'ları da ardı ardına deşifre edildi!..
Medyaya yansıyan analizler ve "kuşku" haberleri de gösteriyor ki; AKP-cemaat kavgasında, salt hükümet zor durumda kalsın diye "TIR'lar ihbar ediliyor", valiler, savcılar, polisler ve jandarma birbirine düşürülüyor...
Deşifre edilen ve durdurulan her TIR karşısında taraflardan biri avuçlarını ovuştururken, devletin dış politikasındaki sırları da yollarda geziyor!..
Kimse yanlış anlamasın; AKP-cemaat çatışmasında yalnızca laik cumhuriyetten yanayız... Ama "devlet istihbaratının bilgisinde" olan araç ve gereçlerin "intikam uğruna" bu kadar pervasızca ihbar edilmesi ve Türkiye cumhuriyetinin uluslararası arenada zor duruma düşürülmesi, devletin işlerliği ve geleceği açısından da tehdit oluşturmuyor mu?..
Örneğin; tam da şu sırada, yani AKP ile cemaatin birbirini vurmak ve zor durumda bırakmak için ihbar-gözaltı-tasfiye mücadelesinde olduğu süreçte, Türkiye aniden bir savaşa girmiş olsaydı devletin sırları açısından neler yaşanırdı acaba?.. Cepheye giden TIR'ların, tankların, askerlerin ve uçakların güzergâhları da böyle pervasızca "ihbar" edilir miydi?..
AKP ile cemaat birbirine istediği kadar taarruz etsin... İkisi de istediği kadar yıpransın... Çünkü Türkiye'nin çivisinin çıkmasında bu ikilinin derin ortaklığı etkili oldu...

Ama istihbaratın egemenlik kavgalarında kimse TIR ihbarlarını yalnızca, "Suriye muhaliflerine silah gönderiliyor" diye tek gözle ve basitçe analiz etmesin; çünkü ihbarcılığın Truva stratejisi iyice TIR'latırken, kendi içinde sır avcılığı yapan bir Türkiye, dış etkenlere karşı kolay lokma olmaktan da kurtulamaz!..
Kılıçdaroğlu, Çaltı'yı izliyor mu?

Belediye başkan adayları bugünlerde kendilerine arka çıkacak dayılar ararken, Şişli Belediyesi'nin CHP'li meclis üyesi ve başkan aday adayı Dursun Çaltı, profesyonel bir ekibe etkileyici bir proje kitapçığı hazırlatmış ve medyaya göndermiş... İnceledik; Şişli'yle ilgili 41 önemli projeyi anlatan kitapçıkta insana ve doğaya özgü ne ararsanız var...
Dursun Çaltı Şişli'de doğmuş... CHP'liler onun Şişli'nin kalbine giden damarları bile bildiğini söylüyor... 

Öyle, ilçenin arka sokaklarına bıraksanız caddeye çıkamayacak kadar bilgisiz ve silik, kendine hayrı olmayan siyasetçilerden değil o!..
18 yaşından bu yana CHP üyesi olan Çaltı, partinin gençlik kollarından yetişmiş ve ilçe başkanlığına kadar yükselmiş... Onu herkes yolsuzluklar ve yeşil alan vurguncularına karşı giriştiği mücadele ile tanıyor... Örneğin; Ali Sami Yen Stadı'nı park yaptırmak isteyen Çaltı'ya destek verilseydi, 60 dönümlük arazi AKP yandaşlarına peşkeş çekilmezdi!..
Unutmayalım ki, Şişli'nin eski Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk'ün tutuklanmasına yol açan yolsuzlukları da Çaltı ortaya çıkartmıştı...
Ve CHP'de herkes bilir ki, yolsuzlukların üzerine gittiği için daha önce kurşunlanan Çaltı, geçtiğimiz aylarda ikinci kez silahlı saldırıya uğradı...
Bunları niçin mi anımsattık; siyasetin iyice kirlendiği, AKP'nin yolsuzluklar nedeniyle sarsıldığı bir süreçte CHP'nin böylesi örnek adaylara gereksinimi olduğunu anımsatmak için... Umarız CHP lideri Kılıçdaroğlu da, temiz ve ahlaklı siyaset için Çaltı gibilerin farkındadır...
CHP'nin Ataşehiri'ne neşter!..

14 Şubat 1968'de İstanbul'da doğmuş... Sivas'ın Gürün ilçesinden İstanbul'a göç etmiş bir ailenin oğlu... Robert Kolej ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni bitirmiş... Uzmanlık eğitimini ABD'deki Yale Üniversitesi'nde yapmış. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde kadın hastalıkları ve doğum ihtisasından mezun olan ilk Türk doktoru...

Toplam 11 yıl ABD'deki çeşitli hastanelerde görev yapmış. ABD'de uzmanlık dallarının en yüksek standardını belirleyen "American Board of Obstetrics and Gynecology" sertifikasını almaya hak kazanmış... Amerikan Kadın Doğumcular Birliği, Amerikan Tıp Birliği, Amerikan Üreme Sağlığı Birliği, Amerikan Tıbbi Ultrason Ensitüsü gibi kuruluşların üyesi...
Bilimsel eserleri 400'ün üzerinde uluslararası yayında referans olarak gösterilmiş... 2004 yılında yurda dönmüş ve Türk insanına hizmet ediyor...
Peki, kim bu özgeçmişi örnek gösterilen tıp adamı?.. CHP'nin Ataşehir Belediye Başkan Adayı Dr. İbrahim Sözen'den başkası değil...
Yolsuzluklar, şaibeler ve huzursuzlukların bitmediği, CHP'nin kıl payı kazanabildiği Ataşehir'in sorunlarına da neşter vurabileceği söyleniyor... Temiz siyaset için bizden duyurması...


***


Doğu Perinçek’in ‘Avrupa Demokrasisi’ne Verdiği Ders

Doğu Perinçek’in ‘Avrupa Demokrasisi’ne Verdiği Ders

Bedri Baykam 
21 OCAK 2014


Sancılı yakın dönem tarihimizde, 17 Aralık, malum yolsuzluk operasyonu ile kayda geçti. Aklımıza hemen o kirli görüntüler, iddialar ve ardından da hükümetin örtbas çabaları geliyor. Halbuki aynı gün, başka bir büyük tarihi olay da yaşandı. AİHM, İP Başkanı Doğu Perinçek’in açtığı davada kendisini haklı buldu ve İsviçre’yi mahkûm etti. Neler yaşanmıştı 23 Temmuz 2005’te? İsviçre savcıları Perinçek’i yaptığı konuşmadan ötürü ifadeye çağırmış ve kendisine “Ermeni soykırımını reddetme” suçunu tebliğ etmişlerdi. Elimde savcının yüz kızartıcı tavrı karşısında, Perinçek’in mert yanıtlarının dökümü var. Bir yurtsever olarak, onun İsviçrelilere verdiği bu tarih, hukuk ve mantık dersini gururlanarak okuyabilirsiniz! Ben o günleri, Lozan’da bu çıkışı yapan dostların arasında yaşadım ve o tarihi salonda konuşma onuruna da eriştim… 

Perinçek’in AİHM’ye aldırttığı karar, yalnız kendisinin veya bizlerin veya Türkiye’nin değil, insanlığın zaferidir. Özgür düşünme hakkının zaferidir. Demokrasi konusunda burnundan kıl aldırmayan Avrupa’nın, kendi temel hukuk kurallarını çiğneyerek, hakkında hiçbir uluslararası karar bile bulunmayan bir konuda, faşist baskıyla ifade özgürlüğünü yok etmeye nasıl kalkışabildiğinin ve yurtsever bir Türk siyasetçisinin onları nasıl hizaya getirip, o zavallı kanunu çöpe attığının resmidir. Ermeni soykırımı iddiaları maalesef pervasızlığını, hâlâ gelişen(!) istatistiklerini ve tehdidini artırarak dünyaya yayıldı ve Türkiye aleyhine “yargısız infaz”ın itici gücü haline geldi. Maalesef hükümetlerimizin bu konudaki yanlış politikaları da bunu kolaylaştırdı. Sessizlik, tepkisizlik, “ciddiye alıp işi boş yere büyütmeyelim” mantığı hatalı şekilde hâkim oldu. 
Öte yandan Batı, kendi önerdiği yolu usluca izleyen ülkemizin “sözde entellerini” ödüllendirdi, Nobellendirdi ve hepsi de nasiplenmek için sıraya girdiler! Tabii onların “yok” saydığı Ermeni terör eylemlerini, ASALA cinayetlerini unutmuş veya unutacak değiliz. İstediği zaman hümanist diye geçinen Batı’nın kimi konulardaki bellek yetersizliğini de çok iyi biliyoruz. Unutmayalım, geçmişi Kolonyalizm, Kızılderili ve İnka katliamları ile kirli olan Batı, en yakın dönemde “Kitle imha silahlarını bulmaya gidiyoruz” diyerek Irak’ta 1 milyon kişi öldürdü. Sonra da “Aaa, hata yapmışız” diyerek özür diledi! Bu da yetmedi: Adaleti ve mantığı tüm çıkış-varış noktalarını imha ederek, hukuku siyasetin çamuruna buladılar. ABD’nin her yıl 24 Nisan’da yaşattığı “Soykırım kelimesi bu sefer kullanılacak mı, kullanılmayacak mı” stresinin ötesinde, Fransa ve İsviçre “Bu konuyu düşünce ifadesinde bile yasakladık” hatasına ilk düşen ülkeler oldular. Defalarca Fransız Senatosu ve Parlamentosu’na açık mektuplar yazarak bu acınası tavırlarını kınadım. 

Onlara Voltaire, Diderot ve Montesquieu’nün söylemlerini hatırlattım. 

Tarihte Naziler veya seri katiller de yargılanır. Ama “Batı Medeniyeti” Türkiye’ye bunu bile çok gördü! Ortada yargısız infaz ve sonrasında tebliğ var ve onun hemen ardından da soykırım adına dikilen anıtlar…“Beyler! Bu meydan bu kadar boş değil!” demiş oldu Perinçek. Neydi hedefleri bu elit Batılıların çok yüzlü “poli-tikacılarının”? Türkiye, bu ulus, bu halk, katliamcı, soykırımcı olarak dünyada tescil yesin, onuru yok edilsin, böylece bu kararları alanlar bir taşla üç kuş vurmuş olsun. Hem ucuz hesaplarla Ermeni diyasporasından 3-5 oy alsınlar, hem Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Sevr kararlarını paramparça eden, Lozan’da dik duruşunu simgeleyen bu yüce halka karşı hınç alma operasyonlarına girişsinler, hem de ABD’nin yeni Ortadoğu senaryolarına hizmet edilmiş olsun! Dünyanın neresinde, hangi hukukta hangi “ananas”(!) cumhuriyetinde böyle tek yanlı bir hukuk olabilir? Kabile hukukunda bile böyle bir utanç verici tavır olamaz. 

Türkiye, Ermenilere, “Bağımsız uluslararası yargıçlar önünde tüm arşivleri açalım ve hakemli tartışalım” dedi. Böylece bağımsız yargıçlar tezleri karşılaştırır, arşivlere bakar, her iki tezi de dinledikten sonra karar verebilirlerdi. Tabii ki bu demokratik öneri de reddedildi. Çünkü Ermenistan, bu maçı sahaya çıkmadan kazanmak istiyor! 
Herkes şunu bilsin ki, AİHM kararı, Perinçek’i aklamamıştır. Tam tersine AİHM üstünden Avrupa’yı aklamıştır. Demek Avrupa’da hâlâ bazı bağımsız düşünebilen yargıçlar var demektir. Ben AİHM’yi kutluyorum. Yoksa bizim Perinçek hakkında şüphemiz zaten yoktu! Umarım yerli “yarı-aydın”larımız da bu karardan kendilerine bir ders çıkarmışlardır.  


***

MİT


MİT

Akif Kökçe
21 OCAK 2014


MİT’in Kanunda belirtilen görevleri bellidir...

1- Devlet Çapında istihbarat yapmak,
2- Bu istihbaratı ilgili makamlara ulaştırmak,
3- Milli Güvenlik Siyaset planı ile ilgili istihbarat istek ve ihtiyacını karşılamak,
4- İstihbarata karşı koymak.

Kanun diyor ki: MİT’e bu görevler dışında görev verilemez ve bu teşkilat devletin güvenliği ile ilgili istihbarat hizmetlerinden başka hizmet istikametlerine yöneltilemez.
MİT’in görevleri arasında bir başka ülkeye silah taşımak, kamyonlara refakatçi vermek vs. yok... MİT kanuna aykırı iş yapıyor. Üstelik ikide bir yakayı ele veriyor!

DİNK

Hrant Dink için yapılan anma yürüyüşünde beyaz bereli polisler dikkati çekiyor... Hava sıcaklığı 16- 17 derece... Devletin polisi neden Dink’in katili Ogün Samast gibi beyaz bere takıyor? Bu cinayetin arkasında hangi güçlerin olduğunu görmek istemeyenlere mesaj olmasın bu?


***

Devlet Yakalar!

Devlet Yakalar!



Melih Aşık.,
21 OCAK 2014

Benzerine bazı komedi filmlerinde raslanır... Polis hırsızı kovalarken elektrikler kesilir... Bir süre pata küteden sonra elektrikler tekrar yanar... Bir de bakarsınız ki karanlıkta polisler polisleri yakalamış...

     Hırsız toz olmuş.

Bizim devlet o durumda şimdi.. Sürekli kendi kendini yakalıyor...
Geçenlerde Hatay’da TIR yakalandı... Vali, polis, jandarma, savcı birbirine girdi... Vali “Devlet sırrıdır arayamazsınız” dedi. TIR yoluna devam etti.
Önceki gün Ceyhan’da üç TIR çevrildi. Araçlarda MİT personelinin bulunduğunu Adana Valiliği bizzat açıkladı... Peki araçların yükü neydi? O açıklanmadı. Sözcü Hüseyin Çelik ısrarlar üzerine şu vecizeyi dillendirdi:
“TIR’lardaki malzemenin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez..”
Böylece TIR’ların silah yüklü olduğu kendiliğinden anlaşıldı.
Anlaşıldığı kadarıyla... MİT içindeki paralel yapı silah taşıyan TIR’ları savcılığa şikayet ediyor. Savcılık görevi gereği TIR’ları yolda durduruyor. Arama başlayınca devreye Valilik giriyor. Arama engelleniyor. TIR’lar yola devam ediyor. Cemaat bu şekilde hükümete meydan okuyor. Derken dün sınırda iki aracın patladığı haberi geliyor... Yine insanlar ölüyor...
İktidar bu olaylarda kontrolu kaybetmiş durumda. Nereden ne darbe yiyeceğimizi artık bilmiyoruz. Esad’ı devirme macerası bizi cehennemin kıyısına getirip bıraktı. Aynı zamanda  terör destekçisi ülkeler listesinin de kıyısındayız... Haketmedi bu halk bu kadarını...

Suç üstüne suç!

Kriminal bir vaka daha... Adalet Bakanlığı, daha doğrusu Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, dört bakanla ilgili yolsuzluk ve rüşvet iddialarını içeren savcılık fezlekesini iki haftadır elinde tutmaya devam ediyor. Nedeni sorulduğunda, “görevden kaynaklanan suçlamalarla görevden kaynaklanmayan suçlamaları ayırmaya çalışıyoruz” yanıtını veriyor. Dün CHP Konya Milletvekili Atilla Kart bu olayla ilgili yazılı bir açıklama yaparak Bakanı uyardı, fezlekeleri bir an önce TBMM’ye sevketmeye çağırdı. Daha sonra kendisiyle yaptığımız görüşmede Bakan Bozdağ’ı “suç üstüne suç işlemekle” suçlayarak şunları ekledi:
“Adalet Bakanı suç üstüne suç işliyor. Çünkü kendi Bakanlığı’na bağlı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 20 Ocak 2006 tarihinde yayınladığı genelgede de Bakanlığın kendisine intikal eden fezlekeler üzerinde esasa ve içeriğe dair herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapma hakkı olmadığı açıkça belirtiliyor. Fezlekelerin Bakanlık’ta bu kadar bekletilmesi, içeriklerinde oynama ya da tahrifat yapılmakta olduğu kaygılarını yaratıyor. Süreç ve bulgular bu yöndedir. Suç üstüne suç dediğim budur. Ve eğer fezlekeler üzerinde herhangi bir tahrifat yapılıyorsa bu mutlaka ortaya çıkar.”
Komik olan... Bakan Bozdağ dün akşama doğru fezlekelerin içerisine bakmalarının sözkonusu olmadığını söyledi. Peki ne yapıyor fezlekeler iki haftadır orada? Bu bir bilmece!

DAILY

İngiliz Daily Telegraph gazetesi Ruth Sherlock ve Tom Whitehead imzalı Gaziantep kaynaklı yazısında:
“El Kaide İngiliz ve Avrupalı cihatçıları dönüşte ülkelerinde hücre kurması için eğitiyor” haberini veriyor...
Haberin bir yerinde şu satırları okuyoruz:
“El Kaide’nin Türkiye’de güvenli evleri var. Suriye’ye girmek isteyen veya Suriye’den ülkesine dönen yabancı cihatçılar bu evlerde barınıyor.”
Türkiye El Kaide ile o kadar içli dışlı oldu ki... Yarın için en büyük tehlikeyi kendi ellerimizle daha doğrusu bu iktidarın yanlış politikasıyla yaratmış olduk. Yazıktır...
“Her Yer Rüşvet Her Yer Yolsuzluk” sloganı suç değilmiş. AKP iktidarında bu eylemlerin kendisi suç değil ki, sloganı suç olsun!

***
TBMM’ye verilen önergede
“AOÇ’deki alt geçide neden OÇ
adı verildi?” diye sorulmuş.
Bu kimin imzası diye sorulsa daha çabuk yanıt alınırdı...


****

Mit’in Görevi….

Mit’in Görevi….

Arslan Bulut.,
21 OCAK 2014


Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Adana’da savcının talimatı ile jandarma tarafından durdurulan TIR’larla ilgili olarak “Son zamanlarda hükümete karşı bir takım operasyonlar yapılmakta ve bu devlet içerisindeki ‘paralel yapı’ adı verilen yapıdan hareketle ve belli yerlerden talimat alarak zaman zaman ‘acaba bir kriz çıkarabilir miyiz, hükümeti zora sokabilir miyiz’ çabası ve gayretiyle yapılan bazı aramalar oluyor” diye  konuştu..  

Hükümete karşı paralel yapı tarafından operasyon yapıldığını kabul edelim! Peki ama işlenen suçlar ne olacak? Paralel yapı operasyon yapıyor diye iktidarı oluşturanlar her türlü suçu işlemeye hak mı kazanıyor? 

***
İşler, “Halbuki orada devletin görevlileri o TIR’ların başındadır. O bölgeye MİT eşlik etmeden gidemezsiniz ki. Orada bir savaş, çatışma bölgesi var. Dolayısıyla siz gerekli güvenlik tedbirini almak durumundasınız” diyor. 
İşte mesele de bu ya zaten! MİT’in bu işlerde kullanılması doğru mudur? TIR’larda silâh olduğunu bütün dünya biliyor. Aramaya engel olunmasının sebebi de budur. Fakat buna rağmen bazı televizyonlarda, utanmadan sıkılmadan, “Suriyeli kardeşlerimize el emeği göz nuru atkılar, battaniyeler gönderiliyor” diye propaganda yapılıyor. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Benim bildiğim kadarıyla Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, silâh kaçakçılığı yapmak gibi bir görevi yok. MİT Yasası’na baktığımızda, örgütün operasyonel eylem yapma yetkisi de yok. Bir ülkenin 90 yıllık birikimini, siz uluslararası arenada tartışma konusu yaptıramazsınız, hakkınız yoktur buna. Ne zamandan beri Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Suriye’nin içişlerine doğrudan müdahale edip, silah desteği vermeye başladı?” diye soruyor. 

***
Gerçekten de MİT Yasası’nın dördüncü maddesinde MİT’in görevleri sayılırken son paragrafta, “Milli İstihbarat Teşkilatı’na bu görevler dışında görev verilemez ve bu teşkilat, devletin güvenliği ile ilgili istihbarat hizmetlerinden başka hizmet istikametlerine yöneltilemez” deniliyor. 

Sayılan görevler arasında, başka ülkelerdeki savaşan taraflardan birine silah yardımı yapmak gibi bir görev yok. Zaten istihbarat toplamak ve devletin ilgili birimlerinin çeşitli istihbarat ihtiyaçlarını karşılamak dışında MİT’in başka bir görevi yok. 

MİT yasasında görevler sayılırken özetle, “Devletin milli güvenlik politikası ile ilgili planların hazırlanmasında esas olacak askeri, siyasi, iktisadi, ticari, mali, sınai, teknik, psikolojik ve güvenlikle ilgili istihbaratı devlet çapında toplamak, yürütmek; elde edilen istihbaratı Başbakan’a, Milli Güvenlik Kurulu’na ve gerekli resmi makamlara ulaştırmak, yaymak; istihbaratla uğraşan bütün daire ve kurumlar arasında koordinasyon sağlamak; psikolojik savunma icaplarını yapmak ve istihbarata karşı koymak” deniliyor. 

***
AKP iktidarında ise MİT, Başbakan’ın yasadışı emirlerini yerine getirmek için olağanüstü çaba sarf ediyor. 

Adana Valisi bile, “Söz konusu TIR’larda MİT’in rutin görevleri ifa ediliyordu” diye açıklama yaptı. Neymiş MİT’in rutin görevleri? Suriye’de rejimle çatışan gruplara silah taşımak mı?

AKP iktidarı, paralel yapının üzerine yürümese, yolsuzluklar veya yasa dışı eylemlerin hiçbiri ortaya çıkarılmayacaktı ama durum böyledir diye AKP iktidarı her türlü suçu işlemeye devam mı etsin? 


***

Tayyip’i Saran Çember daralıyor!..

Tayyip’i Saran Çember daralıyor!..



Mehmet Türker.,
21 OCAK 2014

“Sağlam İrade” En küçük ilçe, en küçük beldeye kadar Türkiye’nin her yerindeki devasa panolarda yukarıdaki bu yazı ve Tayyip’in yakışıklı resmi var!..
Görüntü soğuk savaş dönemindeki Demirperde ülkelerindeki gibi!..

Tek adam!..

Mutlak hakim!..
Her yerde gözü kulağı olan lider!..
Demir yumruklu!..
Müthiş bir istihbarat ağı!..
Özel istihbarat örgütleri!..
Özel operasyon timleri!..
O devasa panolar, bunları hatırlatıyor, insan görünce titremeden edemiyor!..

* * *
“Sağlam İrade”nin iradesi önceki gün yine sahnedeydi!..

Suriye istikametinde yol alan 7 TIR, MİT kalkanına sarılarak buharlaştırıl dı!..
Önce 3 TIR Adana, Ceyhan gişelerinde durduruldu, Jandarma arama yaptı…
3 TIR’ dan 2’si Adana merkeze doğru yola çıkarıldı fakat merkeze 20 km. kala durduruldu!..

Bir yetkili (?) “Bu devlet sırrıdır” diyerek gazetecilerin çekimlerini engelledi, daha sonra muhabirler gözaltına alındı ve polis görüntülerin olduğu hafıza kartlarını aldı…
İki saat sonra başka 2 TIR durduruldu, sonra serbest bırakıldı!..

İçinde silah ve mühimmat bulunduğu ileri sürülen 4 TIR’dan başka 3 TIR’ın daha olduğu, ancak bunlarda arama yapılamadığı bildirildi!..
* * *
Adana Valiliği olaydan sonra, “3 TIR’da savcılığın talimatıyla yapılan kontrollerde MİT’in rutin görevlerini ifa eden personelin bulunduğu anlaşılmıştır” diye açıklama yaptı!.. Demek TIR’lar, MİT ajanlarıyla yüklüymüş!..

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve parti sözcüsü Hüseyin Çelik ise, “Bu haddini bilmezliktir. Savcı kim adına hareket ediyor? Bu arkadaş cemaat mensubu mudur?” dedi!..

İyi ki “ Savcı Haşhaşi’dir” demedi!..

* * *

Sevgili Okurlar,

İş iyice Endazesinden çıktı!..

Silah ve mühimmat yüklü TIR’ların MİT’in refakatinde Suriye’ye rejim karşıtlarına gönderildiği iddiaları ayyuka çıkmış, bunun “MİT’in rutin görevi” olduğu belirtiliyor, iktidar partisi sözcüsü ihbar üzerine TIR’ları durduran savcıları “haddini bilmezlikle”, eski ortakları cemaatin “adamı” olmakla suçluyor!..

Özgür Suriye Ordusu askerleri şeriatçı kan içici terör örgütü El Kaide’nin vahşetinden kurtulmak için silahlarıyla Türkiye’ye sığınırken bu TIR’lar nereye gidiyor?..

Orada El Kaide’den başka güç yok ki!..

* * *
Tayyip’in etrafındaki çember daralıyor!..

Suriye Dışişleri Bakanı, Tayyip’i terörü destekleme suçundan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikayet edeceklerini bildirdi!..

Birleşmiş Milletler Türkiye’yi sürekli uyarıyor!..

Biz “Bunları yargılamaya bir Yüce Divan yetmeyecek” derken, şimdi terörü desteklemekten Uluslar arası Ceza Mahkemesi’ nin yolu açılıyor!..

Bir şey değil, Uluslararası Ceza Mahkemesi ’nin hakkında yakalama kararı verdiği ve bunların çok samimi dostları olan Sudan’ın darbeci-soykırımcı Devlet Başkanı Ömer Beşir’in durumuna düşecekler!..

* * *
Bu arada, bir Alman gazetecinin “Türkiye’de zor bir durum var, istihbaratınız Tayyip Erdoğan’ın faaliyetlerini merak ediyordur” sorusuna ABD Başkanı Obama şu cevabı veriyor:

“Bizim istihbaratımız dünyadaki her ülkenin niyetleriyle ilgilenmeyi sürdürecek. New York Times veya Der Spiegel’de okuyacağımız şeylerle sınırlı kalmak isteseydiniz istihbarat birimlerine ihtiyaç duyulmazdı”

Yani, ABD istihbaratı da bizim Tayyip’i izliyor, dinliyor!..
Çember daralıyor!..
“Sağlam İrade” uzatmaları oynuyor!..

Ekonomi Batakta!..

Geçen yazımda ekonomiden fazla anlamadığımı yazmıştım, ama o kadar da değil!..

Dolar 2.25’e, Euro 3.046’ya fırlayınca bu işi hiç bilmeyenler bile “eyvah” der!..
Hep tekrarlarım, bunlar liradan 6 sıfır atınca medyadaki ibişleri çığlık atmaya başlamışlardı:

“1 Dolar, 1 lira olacak”

Nah oldu!..

Merkez Bankası faizleri yükseltmezse Türk Lirası dibe vuracak!..
Faizler artarsa da seyreyle gümbürtüyü…

* * *
Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den veto yiyip kenarda kalan, Abdullah Gül gelince de Merkez Bankası Başkanı yapılan Erdem Başçı 1.5 ay önce ne diyordu?..

“Türk Lirası’ nın değerini aslanlar gibi koruyacağız”
Aslan, şimdi süt dökmüş kediye döndü!..
Büyük öngörüsüyle “Dolar yıl sonunda 1.92 olur” derken 2.25 oldu Merkez Bankası Başkanı iflas etti!..
Ama sadece o değil, piyasada da iflaslar başlayacak!..
Tayyip sucukçu muhasebeciliğinden Türkiye ekonomisini idare etmeye başladığından beri Türkiye cambaz ipinde gidiyor, krizler delip de geçiyor!..


***

Tayyip'e, El Beşir gibi Uluslararası tutuklama.,

Tayyip'e, El Beşir gibi Uluslararası tutuklama.,


Sabahattin Önkibar
21 OCAK 2014

Adana'daki TIR'lar olayı, AKP El Kaide ortaklığının belgesidir.
MİT'in fedailiğini üstlendiği bu TIR'larla Suriye'ye silah sevkiyatı yapıldığı artık kesinleşmiştir.

Tersi olsa yani kuru fasulye ya da mercimek gönderilse TIR'ların aranmasına izin verilirdi.

Bu tablonun okuması ise Türkiye'nin dünyanın en kanlı terör örgütü olan El Kaide'ye yardım ve yataklık yapmasıdır.
Böyle bir tercihin uluslararası hukuktaki karşılığı bellidir.
Ya uluslararası Adalet Divanına gider ya da uluslararası ceza mahkemesinde yargılanırsınız.

Bazılarına mübalağa gelebilir ama Tayyip Erdoğan için tıpkı El Beşir gibi uluslararası yargıdan tutuklama kararı çıkabilir.
Türkiye'yi hedefe oturtan sadece El Kaide ile birliktelik değil, İran ile kurulan kara para ittifakı da bir başka olumsuzluktur. Dolayısı ile Erdoğan'ın gayrı meşru ilan edilmesi ihtimal dahilindedir.

AVRUPA'DAN DAMIZLIK HAKİM!

ROK yani Rasim Ozan Kütahyalı kim?
Tayyip'in kıymetlisi.
Başka?
Ahmet Hakan'ın yazdığına göre Cemaat bankasının ipoteksiz 5 milyon dolar verdiği genç!
Dahası, mağrur Aydın Doğan'ı öğle yemeği için ayağına pardon evine getirten çocuk!
İşte bu delikanlı önceki akşam TV'de "Avrupa'dan hakim savcı ithal edelim" dedi.
Rasim'in bu teklifini duyunca aklıma "Irkımızı düzeltmek için Avrupa'dan damızlık erkek getirelim" teklifinde bulunan Ahmet Rıza geldi!
Öyle ya ha ithal hakim, ha damızlık erkek!
Ha Rasim Ozan, ha Ahmet Rıza!
Bu Rasim AKP'ye pek yakışıyor!

DEVALÜASYON YÜZDE 27

Dün itibarı ile dolar 2 bin 250 TL idi ki bunun anlamı son 9 ayda Türk Lirasının yüzde 27 değer kaybetmesidir.
Evet kamuoyu farkında değil ama son dönem yüzde 27'lik bir devalüasyonla yüz yüzeyiz.
Açın bakın rakamlara bu oran 2001 krizinin bile ötelerindedir.
Devalüasyon ise malum peşi sıra zamları getirecek ki bunun işaretleri alınmaya başlandı ve mutfak enflasyonu şahlandı.
Çok sürmez pahalılık bütün piyasayı saracaktır.
Bu tablo sıcak paraya dayalı tüketim ekonomimizin iflası demektir.
Ucuz dolarla borçlanan özel sektörümüzde önümüzdeki aylar iflaslar başlayacak ve işsizlik tavan yapacaktır.
Felaket haberciliğini yapmak istemem ama 2014'da ekonomik tablo makberi yani zifiri bir karanlığı gösteriyor.

AKP, ÇAMUR OPERASYONLARINA BAŞLIYOR !

AKP'nin kendi anketlerinde bile hem Mustafa Sarıgül hem de Mansur Yavaş önde görünüyor.
Sarıgül, bir-iki puan ile Kadir Topbaş'ı geçerken Mansur Yavaş, Melih Gökçek'e karşı bu farkı yüzde 5'in üstüne çıkarmış durumda.
Bu tablo Tayyip Erdoğan'ın canını fena halde sıkıyor zira İstanbul ile Ankara'nın kaybedilmesi, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı hayallerinin ölmesi demek.
Dahası, AKP'nin çöküşü ve psikolojik üstünlüğün yitirilmesi anlamına gelecek.
İşte bunun içindir ki bugünden düğmeye basıldı ve itibarsızlaştırmalar yapılıyor.
Sarıgül için sahnelenen TMSF operasyonu bu çerçeve okunmalı zira hadise bütün çıplaklığı ile ortada.
Duyumlarıma göre Ankara'da Mansur Yavaş için günlerdir nasıl çamur atabiliriz çalışmaları yapılıyor.
Hülasa önümüzdeki günlerde AKP'nin çamur banyolarına dikkat diyoruz.

YOLSUZLUĞUN MİLLİSİ ?

Diyorlar ki Tayyip Erdoğan milli olduğu için yolsuzluk operasyonları ile yüz yüze geldi.
Pardon ama Tayyip Erdoğan'ın milliliği ABD, AB, Apo ile kolkola girmesi mi yoksa El Kaideye silah göndermesi mi?
Yok bunlar değil de Barzanistan'ı ve Suriye Kürdistan'ını inşa etmesi mi yoksa İsrail'i korumak için Füze Kalkanını Anadolu'nun boğazına dolaması mı?
Tayyip Erdoğan'a milli demek millilik kavramına yapılabilecek en dramatik yakıştırma olur.
Hem milli olmak yolsuzluk yapmaya yeter olamaz.
Yolsuzluğun milliliği-gayri milliliği olmaz, yolsuzluk yolsuzluktur.
Ayrıca hiç kimse milliliği yolsuzluğa örtü yapmasın, milli olmak için her şeyden önce temiz ve şaibesiz olmak gerekiyor!


***

Mit’in Tır Filosu

Mit’in Tır Filosu

Orhan Bursalı.,
21 OCAK 2014

Önceki gün Adana-Gaziantep-Hatay hattında, Suriye’ye sefer halinde MİT TIR’ları olayı yaşandı. Kimisi arandı, silah ve mühimmat çıktı; kimisi aranamadı, MİT “Bu TIR’lar bizim” dedi: “Devlet sırrı, arama yapamazsınız...” Bilinen o ki, RTE iktidarı MİT’i kullanarak Suriye’ye durmadan, TIR konvoyları halinde silah sevkıyatı yapıyor. RTE’nin sesi Yeni Şafak, “Suriyeli muhaliflere yardım götüren MİT TIR’larını deşifre etti” diyerek Cemaate yüklendi ve ekledi: “Bunun adı vatanda ihanet...” 
Yoo hayır, İktidar-Cemaat kapışmasına girmeyeceğim. Derdim başka: İktidar, fiili olarak Suriye savaşının içinde. Bu silahları kimlere sevk ettiği konusunda bir bilgi yok. El Nusra’cılara mı? Özgür Suriye Ordusu’na mı? Orada yüzlerce grup var.. Ama bunun adı, Suriye iç savaşına fiili müdahaledir. İlan edilmemiş bir gizli müdahale.. Bu suçtur... Savaş ilan etsen, neyse.. Propaganda şefi H. Çelik “TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” bile dedi.. Ama silah ihbarı varsa, yasaları, savcıları ilgilendirir...

Türkiye yasasız masasız bir ülke olduğu için Çelik haklıdır! Bugüne kadar Türkiye tarihinde görülmemiş olaylar gerçekleşiyor; savcı emrini polis, “kanıt göster” diye yerine getirmiyor! Anayasanın askıya alındığı ülkede, tabii ki TIR’larda ne olduğu “kimseyi ilgilendirmez”... 

***
Ama, bu konu uluslararası camiayı, uluslararası hukuku ilgilendirir, farkında değil mi?
Suriye ve Irak’ta İslami kılıklı köktendinci cinayet şebekeleri güçlenir ve ülkeleri parçalayıp küçük devletler kurmaya yeltenirken, dünya Suriye’de ‘barış’ arıyor, Cenevre Konferansı düzenliyor, Esad’ı “ehvenişer” kabul ediyor... Ankara ise hâlâ savaş kışkırtıcılığı yapıyor. TIR’lar bunun delili... 

***
Bu arada “kimyasal silah”la Suriye’de yapılan katliam çözümlemesi de adım adım gelişiyor...

Arşive indim küçük bir tarama yaptım, eylül başlarına kadar... 21 Ağustos 2013’te Şam yakınlarında kimyasal silah saldırısı yapıldı... 1500 civarında sessiz sedasız ölüm. 

Ankara hemen ve derhal zil çalıp oynamaya başladı: Davutoğlu, Obama’nın ilan ettiği kimyasal silah kullanma sınırı için, “Kırmızı çizgiler aşıldı, uluslararası toplum en kısa zamanda harekete geçmeli, yoksa daha büyük insanlık suçu işler Suriye’deki rejim” dedi... 

Ankara’nın o ana kadarki politikası zaten hemen müdahaleyi öngörüyordu ve ABD’yi savaşa kışkırtıyordu. RTE+Davutoğlu ikilisinin kafasındaki en büyük takıntı, Esad’ın mutlaka gitmesiydi. RTE, “Kurban Bayramı namazını Şam’da Emevi Camii’nde kılacağız” demişti. O zamandan bu yana bayramlar geçidi yaşadık. Biz unuturuz ama Başbakan hiç unutmaz... 
Rusya başından beri kimyasal saldırıyı Şam’ın yapmadığına emindi. Çok güçlü bir gerekçe de, tam o sırada Birleşmiş Milletler’den bir heyetin Şam’da bulunmasıydı. Esad zaten savaşta üstünlük sağlamıştı, kimyasal silah ancak yenilmekte olan güçlerin elinde son kullanılacak silah olabilirdi... Şam’ın böyle bir silaha başvurması akıl alacak iş değildi. 

***
ABD önce “Şam’a sınırlı bir müdahale”yi gündeme getirdi. Havadan bombardıman. Türkiye’deki üslerini de bombardıman için kullanacaktı. 
RTE, Davutoğlu “sınırlı savaş olmaz” diyecekti: “Sınırlı falan olmaz. Tek seçenek silahlı müdahaledir...” Yani vurdun mu yıkacaksın, darmadağın edeceksin ülkeyi, 100 bin Suriyeli yetmeez, bir 100 bin daha öldüreceksin!.. 
RTE’nin “öyle vur-çık bizi tatmin etmez” lafı ünlüdür. 
Ankara derhal, ABD, Fransa, İngiltere ile birlikte ‘savaş gönüllüleri’ ittifakına katıldı ve savaş hazırlıklarına girişti, öyle ki milletin 4x4’lerine bile el konacaktı! 
Putin, “ABD ve başka ülkeleri Suriye’deki iç savaşa çekmek için, bölgedeki bazı ülkelerin provokasyonu” olarak nitelendirecekti kimyasal silah kullanımını... 
Adres: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye idi.. 

Fakat İngiltere parlamentosu savaşa hayır deyince ittifak çöktü. Fransa da onu izledi. ABD de vazgeçti.. ABD zaten sınırlı müdahale bile istemiyordu... 
Düşünüyorum da, ABD’nin sınırlı müdahale için ilk başlarda “Elimizde kanıtlar var” dedikleri, Ankara’nın ona gönderdiği ‘kanıtlar’ olmasın? 
Davutoğlu diyordu ki: “Bizim açımızdan -ki bu tamamen milli istihbarat bilgilerimiz ve milli uzmanlarımızın değerlendirmeleridir- kimyasal silah atım açıları, '69zleri açısından bakıldığında, sorumlunun Şam rejimi olduğundan şüphemiz yok” diyecekti.. 
Hatta bu “kanıt dosyası”nı Başbakan ikna için gittiği Rusya’da Putin’in önüne de koyacaktı. 

Anlaşılan MİT’e, “kimyasal saldırıyı Esad’ın düzenlediğine dair bir kanıt dosyası oluştur” denmişti.. Dünya lideri RTE, Rusya’dan önce ABD’ye de bu “uyduruk dosyayı” vermiş olabilir. 

***
Ankara’nın Obama’ya demediğini bırakmadığını tahmin edersiniz! Obama’nın da bütün bunları bildiğini, öğrendiğini… Ankara’nın o sırada en fazla ihtiyaç duyduğu, eli kanlı katliamcı bir Bush idi. Oğul-baba fark etmez.. 
Sonrası kısa kısa: Esad kimyasal silahlarının tüm kontrolünü BM’ye bırakacak ve Ankara’nın Suriye’de savaşa girme umutları tümüyle yok olacaktı. Arınç’ın ve hükümetin üzüntüden nasıl kahrolduğunu, şu sözlerinden anlayacaktık: “Maalesef müdahale imkânı ortadan kalktı.” 
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi ABD’nin ünlü üniversitesi MIT, dosya üzerine son noktayı koyacaktı: Esad kullanmadı! 

***
Peki, kimyasal silahları kim verdi köktendincilerin eline? O zamanlar yayılan haberlerde “Suudiler verdi” deniyordu. Bilmiyoruz. ABD’nin fiilen müdahalesi için çırpınan üç ülke vardı: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye...
Kimin bu katliamda parmağı var, açıklanması gerekir... 
Ankara kime neden TIR’larla silah gönderip Suriye’ye hâlâ saldırıyor, açıklanması gerekir. 
Ankara yıkılacak ve Esad orada kalacak korkusu mu?  


***

TIR’latmak…

TIR’latmak…


Hasan Demir.,
21 OCAK 2014

Adana, Gaziantep-Suriye hattı; yükleri, füze başlıkları ve başka savaş araç gereçleri olan TIR’ların güzergâhı oldu çıktı.

Siz üzerinizde bir çakı ile halk otobüsüne binemezken birileri füze başlığı yüklü TIR’larla Türkiye’nin yollarında cirit atarsa bir başkaları da tutar o TIR’lar hakkında güzergâh üzerindeki yetkili ve sorumlu devlet güçlerine ihbarda bulunur.

Yetkili ve sorumlu devlet görevlisi bu ihbarı değerlendirmekle mükelleftir. Öyle ya, sen 800 küsur kilometrelik sınır boyunca iç savaş hali yaşayan bir ülke ile komşusun ve o ülkenin sınırları Türkiye’yi onlarca yıldır kan gölüne çevirmiş PKK terör örgütünün yan kolu olan PYD’nin eline geçmiş. O TIR’lardan bir veya birkaçına PYD’nin el koyması demek, PKK’nın bu silahlarla buluşması demek. Sınırdan Kandil Irak’ın kuzeyine ve Kandil’e, oralardan da Türkiye’nin hemen her yerine...

İşin gerçeği bu iken devletimizi yönetenler, meselâ Sayın Hüseyin Çelik kendilerine gelen ihbarı değerlendiren sorumlu devlet görevlilerini hainlikle suçluyor. Neymiş efendim, bu işleri MİT organize ediyormuş ve bu işler devletin güvenliği için yapılan işlermiş. Her devlet bu tür operasyonlar yaparmış. Bir savcının, bir askeri yetkilinin MİT’in TIR’ını araması ihanetmiş, paralel yapıymış, şuymuş-buymuş. 

Elbette devlet böyle “gizli işler”  yapar ve elbette her devletin Milli İstihbarat Teşkilâtları benzer operasyonlar gerçekleştirir. Üstelik bunu  “güçlü”  ve  “akıllı” devletler yapar. Yapar amma AKP iktidarının yaptığı gibi “kör gözüne parmak”  yapmaz. Siz hem Suriye’de birilerine silah vereceksiniz, hem  “Biz bu silahları Türkmenlere gönderiyorduk” diyeceksiniz. Sonra da Türkmenler haklı olarak,  “Hayır bize böyle hiçbir TIR gelmedi”  diyecek, kendinizi, MİT’i ve tabii Türkiye’yi açığa düşüreceksiniz. İnsan hiç olmazsa bu açıklamayı yapmadan Türkmenlerle irtibata geçer, böyle böyle söyleyeceğiz, sakın itiraz etmeyin demez mi? En azından, susun ricasında bulunmaz mı?

Bu işler  “Ben yaptım oldu”  işleri değildir. Bir kere bu işleri MİT yapar amma MİT’in yaptığını kimse bilmez. Yani TIR yakalanınca ben MİT’im demez, dememeli. Yani uluslararası alanda devlet suçlu hale getirilmemeli. İkincisi, daha o TIR’lara ilk pantolon, ilk mermi konmadan önce güzergâhtaki yerel yöneticisinden trafik polisine, savcısından jandarmasına kadar hemen yetkili en ince detaya kadar bilgilendirilmeli...

Google’den cebinizdeki paranın tespit edildiği bir dünyada, TIR’lar dolusu savaş araç ve gerecini tereyağından kıl çeker gibi hedefine vardırmak için dünyayı eroine boğan kaçakçılardan, İsrail ve ABD’nin delici gözlerine rağmen Lübnan’ı füze deposu haline getirebilen Hizbullah kadar olamamak ve işten çok laf üretmek doğrusu koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yakışmıyor. Hem kötü bir iş yapılıyor hem yüze göze bulaştırılıyor. Sonra da suçu yükleyecek devlet görevlisi aranıyor..

NOT: Dünkü yazımızda Türkiye’de 30 milyon Kürt kardeşimizin olduğundan bahsetmiştik. Okurlarımız, o da nereden çıktı, 15’i geçmez, hadi olsun 20 milyon diyor. 


***

Komşudaki Yangına benzin sıkanlar.,

Komşudaki Yangına benzin sıkanlar.,


Emin Çölaşan.,
21 OCAK 2014

Sevgili okuyucularım, Türkiye Cumhuriyeti bu ilkel kafaların oyuncağına döndü. 76 milyon insanımızla oyun oynuyorlar.
İçeride diktatörlük kurdular, çalıp çırpıyorlar.
“Bizim Allahımız var” diye bağırıp vurgun yapıyorlar. “Peygamber efendimiz” deyip malı götürüyorlar.
Kendilerini uyaranlara “Biz sandıktan çıktık, ister asarız ister çalarız” diye yanıt veriyorlar.

Din sömürüsüyle uyuttukları kitlelerin bir bölümü bunların iflah olmaz yandaşı!
Herif kendisini uyaranlara, “Bak arkadaş, bunların çaldığı paralar senin cebinden çıkıyor” diyenlere kızıp bağırıyor, “Soyuyorsa beni soyuyor, sana ne” diyor!

* * *
Rezaleti sadece içeride değil, dış politikada da izliyoruz. Suriye’nin durumu belli. Suriye’de yangın var. Üç yıl öncesine kadar Esad’la karılı kocalı öpüşüp sarmaş dolaş olan Tayyip, Amerika’dan aldığı emir doğrultusunda 180 derece çark edip Esad’ı devirmeye soyundu.
Suriye kan gölüne döndü, harabe oldu. Herkes birbirine karşı vuruşuyor. 
Kimin eli kimin kıçında, belli değil.
Şimdi bir devlet düşünün ki, komşusunda çıkan yangını ellerini ovuşturarak izliyor.
Üstelik yangına benzin sıkıyor ki daha da büyüsün, Tayyip ve iktidarının komplekslerini gidermek için daha çok insan perişan olsun ve ölsün.
İnsanlık dışı bir olay yaşıyoruz.

Önceki gün Adana’da yine MİT’in TIR’ları ortaya çıktı. Bu TIR’lar Suriye’de Esad’a karşı vuruşan şeriatçı örgütlere silah ve cephane taşıyor.
Birkaç gün önce Hatay’da MİT’e ait silah ve cephane yüklü TIR’lar yakalanmış, arama emrini veren savcı görevden alınmıştı. Önceki gün aynı olay Adana’da gerçekleşti.
Yine MİT’in TIR’ları, yine aynı yük! Daha çok insan ölsün diye devlet eliyle gönderilen ölüm malzemeleri.

* * *

Bu kafaları çok iyi tanımak gerek!.. Bakınız AKP sözcüsü olan Hüseyin Çelik isimli şahıs bu konuda ne dedi:

“ Bu TIR’ların çevrilmesi haddini bilmezliktir. Buradaki savcı arkadaşların niyeti savcılıktan öte bir şeydir. MİT’e ait bir işlem yapılacaksa başbakandan izin alınması gerekir. Uluslararası politikada bazı dengeler var. Devletin kendine göre bazı sırları var. Ne yapmaya çalışıyorsun? Sen kendini devlet içerisinde bir başka devlet olarak mı görüyorsun? Bu haddini bilmezliktir, başka bir şey değildir. Evet, bu MİT’e ait bir TIR’dır. Bunun içinde ne olduğu seni ilgilendirmez. İçinde herhangi bir şey olabilir. Savcı yanlış yaparsa hesabı sorulur. Bu arkadaş (arama emrini veren savcı) kimdir? Cemaat mensubu mudur?”

* * *

Dün mahkemeden karar alındı, TIR’larda bulunan malzemenin yazılmasına yasak getirildi.

İşte, devlette bu kafaların varlığı, bu kafaların ağzından çıkan böylesine ilkel ve gülünç sözler her şeyi anlatıyor.
Bunlar komşudaki yangına körükle giden, ateşe benzin sıkan aymazlar. Gönderdikleri o silah ve cephane ile daha binlerce insan ölecekmiş, ıstırap çekecekmiş, binlercesi daha Türkiye’ye kaçıp sefalet içerisinde yaşamaya mahkûm olacakmış, umurlarında bile değil.

Bunlar için varsa yoksa Esad’ı devirmek!.. İşi inada bindirdiler ama hep nasihat aldılar. Esad yerinde, harabeye dönen ülkesinin başında.
Bu olayda rezil olanları sıralarsak ilk sırada Tayyip, ikinci sırada onun Hariciye Nazırı olan Davutoğlu Ahmet!..

Üçüncü ise Çankaya’da oturup bu olayları etliye sütlüye karışmadan, masa tenisi maçı izler gibi izlemekle yetinen sorumsuz Cumhurbaşkanı!
Polisin ve milletvekilinin tarih bilgisi İstanbul’da Gezi olayları yaşanıyor, çevik kuvvet polisleri topluluğu gaz ve su sıkarak, döverek dağıtmaya çalışıyordu. İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürü Fatih Sarıyıldız, bütün personeline bir mesaj çekti:
“Çevik kuvvetimizin kahraman evlatları, Çanakkale destanından sonra ikinci destanı sizler yazıyorsunuz. Kahramanlarla dolu bir şubede görev yapmaktan onur duyuyorum. Sizleri yetiştiren ana babaların ellerinden, sizlerin alınlarınızdan öpüyorum!”
Düşman ordularına karşı verilen Çanakkale savaşlarının ne olduğunu ya bilmiyor, ya da İstanbul’da demokratik haklarını kullanan insanları düşman olarak görüyordu.

Şube müdürüne 7.500 lira ödül verildi.
Son operasyonlarda ise görevine son verildi! Maaşına zam, işine son benzeri bir durum ortaya çıktı!!

Attığı kahramanlık mesajları da böylece boşa gitmiş oldu.
(CHP Manisa milletvekili Sakine Öz tarafından bu konuda verilen soru önergesini Meclis Başkanı Cemil Çiçek geri çevirdi!)

* * *

Buna benzer bir şeyi son olarak MİT’in TIR’ları olayında yaşadık. AKP Gaziantep
Milletvekili olan Ali Şahin isimli biri, dün sosyal medyada bir mesaj paylaştı:
“Ha TIR’ları durdurmuşsunuz, ha Kurtuluş Savaşı’nda cephane taşıyan Nene Hatun’u durdurmuşsunuz.”

Cehaletin bu kadarının Meclis çatısı altında boy göstermesi ilginçtir!
1857 doğumlu Nene Hatun Kurtuluş Savaşında yoktur. O kahraman kadın tarihimizde 93 harbi diye bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nde ortaya çıkmış, Rus ordularının eline geçen Erzurum’u savunanlar arasında yer almıştır. O sırada 20 yaşında bir gelindi.

Milletin vekilinin yaptığı benzetmeye bakın siz:
Nene Hatun ve Suriye’ye silah-cephane taşırken enselenen TIR’lar!

İki savcı

Sevgili okuyucularım, son operasyonlar sonrasında görev yeri değiştirilen ve pasif görevlere atanan savcılardan ikisi öne çıktı.

İlki, Zekeriya Öz… Onu tanımayan yok. Ergenekon olayında yüzlerce masum insanın evlerini ve işyerleri polise bastıran, onları tutuklatan ünlü savcı.
Tayyip kendisinden hoşnut kalmış, “Ben bu davanın savcısıyım” deyip zırhlı makam aracını Öz’ün altına vermişti.

Şimdi görevden alındı. Dün ortaya çıktı, son olaylarda kendisi hakkında yayın yapan iktidar gazetelerine tekzipler göndermiş ama mahkeme bunları kabul etmemiş, geri çevirmiş.

Hey gidi geçmişin ünlü savcısı Zekeriya Öz!.. Bir zamanlar en önde koşan, istediği herkesi içeri tıktıran yüce savcı!.. Demek ki ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin.

Üzerinde o masum insanların “Ah”ları var. Acaba o “Ah”ların altında mı eziliyor.

* * *
İkincisi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı. Küçük bir anımsatma yapayım. Zekeriya Öz, gücünün herkesi titrettiği o dönemde çok sayıda hakim ve savcıyla birlikte kendi başsavcısı Turan Çolakkadı ve Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu’nu da dinletip izletmişti.
Tayyip’in HSYK’sı şimdi Turan Çolakkadı’yı da başsavcılık görevinden aldı, pasif bir göreve atadı. Dün çalışma ekibine şiirle veda etti:
“İşte geldik gidiyoruz şen olasın Halep şehri!..”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, İstanbul’da yargının en yüksek makamında oturan kimsedir. Yargıda ilah konumundadır.
Bu konuma gelmiş bir yargı mensubunun pasif göreve atanması, ona bir hakarettir. Generalin albay yapılması gibidir.
Turan Bey 1954 doğumlu, yani 60 yaşında. Emekliliğine beş yıl var. Eğer eskilerin deyimiyle bu tenzil-i rütbe olayında başka bir pazarlık yoksa, derhal emekliliğini isteyip onurunu çiğnetmemesi gerekir. Tercihini elbette yapacaktır.
Belki de kendisine “İlk seçimde seni Yargıtay’a üye seçeriz” denilip ağzına bir parmak bal çalınmıştır. Eğer öyleyse buna değer mi? Yanıtını Turan Bey versin!
İşte karşımızda Türkiye’nin yargısı, Türkiye’nin yüksek yargı mensupları!


***

Dindarlık Bu Mu Gerçekten.

Dindarlık Bu Mu Gerçekten.


Yılmaz Yunak.,
21 OCAK 2014

Bunlar dini-imanı, Allah’ı-Kuran’ı dillerinden düşürmeyen insanlar.
Namazında niyazında kimseler.
Müslüman toplumun örnek alması gereken konumdaki şahsiyetler.
Ama birbirleri için kullandıkları dile bakın:
Darbeci.
Hain.
Çete.
Hashaşi.
Alçak.
Virüs.
Hakaretler.
Beddualar.
Dindarlık bu mu gerçekten!
Bunları iyice bir anlamak için yayın organlarına bakmak gerek.
Attıkları manşetlere bakın, bu kokuşmuşluğu nasıl da ortaya koyuyor:
En ahlâksız darbe girişimi.
17 Aralık en ahlâksız darbe.
İhanet harekâtı.
Cemaat mi, menfaat çetesi mi?
Paralel yapıdan Koç’a kıyak. 
Telekulak skandalı.
THY’den bankaya kamikaze dalışı.
Bu büyük yolsuzluğun üstü örtülemez!
Dikkat edilmesi gereken husus, tüm bu manşetlerin Türkiye’yi sarsan büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonunu ilgilendirmesi; yani tümünün o veya bu biçimde “para” ile ilgisinin olması! 
Ortada devasa bir yolsuzluk var ve dini imanı ağzından düşürmeyen taraflar, bu yolsuzluk girdabında suçu birbirlerinin üzerine atmak için en olmadık yöntemlere, yalana, karalamaya; aynen Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde olduğu gibi, sahte belgeye ve benzerlerine başvurmaktan çekinmiyorlar.
Dünün kardeşleri, mesele büyük yolsuzluk ve rüşvet olduğunda bugünün düşmanları oldular.

Neden?

Nedir bunları birbirine düşüren?
Aslında gerekçe çok basit ve anlamlı:
Para…
İhaleye fesat karıştırmaktan tutun da, usulsüz kredilere, ayakkabı kutusundaki milyonlardan tutun da, yatak odasındaki para sayma makinesine kadar ne ararsanız…
Dindarlık bu mu gerçekten!
Büyük deha Yaşar Nuri Öztürk bunların foyasını nasıl da ortaya çıkardı yaptığı mealle.

Ne diyordu Maun suresinde?

Siz bunların kıldığı namaza bakmayın. Bunlar o namazlarından gaflet içindedirler. Riya yapmaktadırlar. Lanet olsun bunların namazlarına. Bunlar bir taraftan gösteriş namazları kılarlar, bir taraftan da kamu hakkının yerine ulaşmasına engel olurlar.

Kamu hakkının yerine ulaşmasına nasıl engel olunur?
Kul hakkı yiyerek, yetim hakkı yiyerek tabii…
Ah hacım ah, gerçeği olduğu gibi kabul edip huzura ermek dururken, nasıl da çaresizce kıvranıp duruyorsun!
Sözü edilen yolsuzluğun boyutunun 150 milyar lira civarında olduğu söyleniyor.
Bir düşün; bu parayla kaç tane hastane, kaç tane sağlık ocağı, kaç tane okul yapılırdı…

Yaptığınız yolsuzluklar, yediğiniz rüşvetler, fesat karıştırdığınız ihaleler bir biçimde giderilebilir.
Ya dine vurduğunuz darbe?
Ya İslam’a yaptığınız zulüm?
Ah be hacım, o gün nasıl da kıvranıp duruyordun…
Dindarlık bu mu gerçekten!
Para…
Bütün dertleri, tasaları bu!
Kulu kölesi oldukları, taptıkları para…
Kim daha büyük servetlere hakim olacak!
Bu riya…
Bunların dertleri İslam’ın güzel ahlâkı değil.
Bunların derdi imanı para…
Kamu malı talanı!
Dindarlık bu mu gerçekten!
Dindar kitleler bunları mı örnek alacak kendine!
Din bu ise, dindarlık bu ise gerçekten, olmaz olsun böyle din, böyle dindarlık birader!
Allah’a Emanet olun…


****

Bakanlar Ve Vekiller Kuryelik Mi Yaptı?.

Bakanlar Ve Vekiller Kuryelik Mi Yaptı?.



Mustafa Mutlu.,
21 OCAK 2014

Aykut Erdoğdu, henüz kırk iki yaşında genç bir adam!
Sarıkamışlı...

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü mezunu...

ABD'de yükseklisans yapan parlak gençlerden...
1995 yılında Hazine Müsteşarlığı'nda kontrolör olarak göreve başlamış ve başkontrolörlüğe kadar yükselmiş.
Şimdi de CHP'de İstanbul Milletvekilliği yapıyor!
Ama seçildikten sonra milleti unutan bazı sosyete vekilleri gibi laf olsun diye yapmıyor bunu; hakkını veriyor milletin vekili olmanın!
Mesleki uzmanlığını da konuşturarak, vatandaşın çarçur edilen parasının hesabını soruyor.
Yolsuzlukla savaşıyor; koca koca değirmenlerin üzerine elindeki tahta kılıcıyla koşuyor!

***
Meclis'te "AKP'nin kâbusu" olarak nam salmayan bu genç vekil Başbakan'ın yanıtlaması istemiyle çok ilginç bir soru önergesi daha verdi.
Bu soru önergesinde, Türkiye'ye sokulduğu iddia edilen milyarca dolarlık "kara para"ya ilişkin sorular yöneltti.
Bakın o sorulardan bazıları aynen şöyle:

***
İran'dan TIR'larla gelen 20 milyar ABD dolarının uzun süre kayıtlara alınmadığı, daha sonra Merkez Bankası kasasına girdiği doğru mudur?
Merkez Bankası'nın elinde kaynağı belli olmayan efektif var mıdır?
Bu efektiften MİT'in bilgisi var mıdır? Söz konusu efektifin ülkeye getirilmesinde MİT mensupları görev almış mıdır? Almışsa kimin bilgisi dahilinde bu görevlendirme olmuştur?
Bu paraların transferlerine kırmızı pasaport hamili bazı eski ve mevcut AKP milletvekillerinin aracılık ettiği doğru mudur?
Bu transferler nedeniyle İran'da nasıl bir soruşturma yürütüldüğüne dair bilgiler var mıdır?
Bazı milletvekilleri ve bakanlar ile MİT yetkilileri usulsüz ve kayıt dışı milyarlarca ABD dolarını uçaklarla taşımış mıdır?
Enerji Bakanı'nın oğlunun İran'dan doğalgaz satın alımında resmi bir görevi bulunmakta mıdır?
Başta ATV-Sabah medya grubu ve BMC gibi TMSF tarafından el konulan kuruluşların el değiştirmesinde kayıt dışı paranın sisteme sokulduğu iddiaları doğru mudur?

***
Sorulara bakar mısınız?
Normal bir dönemde her biri bir hükümeti düşürür!
Çünkü boru değil; bu genç adam, vekilleri kara para kuryeliğiyle suçluyor; bakan çocuklarından birinin daha adını gündeme getiriyor!

***
Peki; Başbakan bu sorulara yanıt verecek mi?
Verecek tabii...
En fazla, "söz konusu iddialara ilişkin bir kanıt olmadığından" söz edip topu taca atacak!

***
Cumhuriyet savcıları...

Bu soru önergesi çok ama çok önemli!
Eğer iktidarın gazabına uğramaktan korkup bu soruların yanıtını araştırmazsanız...
Yediğiniz ekmeğin hakkını vermemiş olursunuz!

DOLAR!

Kim ne derse desin, bu hükümeti DSP-MHP-ANAP iktidarının yaptığı devalüasyon ve aynı dönemde patlak veren ekonomik kriz iktidara getirdi.
Türk lirası, son günlerde tıpkı o dönemde olduğu gibi büyük bir hızla kan kaybetmeye başladı.
Örneğin, Aralık ayı başında 2,06 lira vererek aldığımız 1 dolar için bugün 2 lira 20 kuruş ödemek zorunda kalıyoruz.
Ekonomistler, "Eğer önlem alınmazsa doların 2,5, avronun da 4 liraya ulaşması kimseyi şaşırtmasın" diyorlar.
Yani dostlar, "balon ekonomisi" patladı; patlayacak...
Aman önleminizi alın!
En azından kimseye dolar cinsinden borçlanmamaya özen gösterin!

GÜNÜN SORUSU

Fethullah Gülen'in avukatları, ikidar-cemaat kavgasında iktidardan yana saf tutan ve Fethullah Gülen'e hakaret üstüne hakaret yağdıran Akit gazetesine iki ayda 60 dava açmış... Sorum bu avukatlara:
Akit'e açtığınız davalar yüzünden Fethullah Hoca'nızın manşetten hedef gösterilmesini göze aldınız mı?
Soner'in acı günü!
Gazeteci kardeşim Soner Yalçın'ın babası Ali Mehmet Yalçın vefat etti.
Soner Yalçın 2009 yılında çıkan "Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor" kitabının girişinde bakın babası Ali Mehmet Yalçın'ı nasıl anlatıyor:
"Babam seksen üç yaşında. Altmış altı yıl beş vakit namazını kılan ve her daim camiye giden babam bir gün eve geldi ve 'Zalimlerin gittiği camiye gitmem bir daha' dedi. Gitmedi de... O gün her zamanki gibi öğle namazı için camiye gitmiş. Ve imamla tartışmış! Tartışma babamın şu sözüyle başlamış:
'Hoca efendi, okuduklarınızın Türkçe mealini söyleseniz de tüm cemaat aydınlansa.'
Vay sen misin camide 'Türkçe' sözünü ağzına alan! Dinci imam küplere binmiş; babamı Müslümanlar'ın arasına fitne sokmakla ve neredeyse dinsizlikle itham etmiş. Üstelik cemaatten bazı dinciler de imama destek çıkmış.
Hatta biri tutup 'Bu Halk Partililer hep böyledir' demesin mi?
Babam şaşkınlık içinde kalakalmış..."

***
Ali Mehmet Yalçın'a Allah'tan rahmet, Soner Yalçın'a ve ailesine başsağlığı diliyorum.
Günün İsyanı!
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Atatürk Orman Çiftliği'nin (AOÇ) yakınlarındaki bazı altgeçitlere "A"yı atarak "OÇ" altgeçidi adını vermiş... İsyanım; bu tür madrabazlıklarla Atatürk'e hakaret ettiklerini sanan Ankaralı kent yöneticilerine:
İlle de OÇ tabelasını dikmek istiyorsanız; oturduğunuz semtlere dikin... Böylece Atatürk Orman Çiftliği'ne gitmek isteyenler sizi bulup adresi doğrudan sorabilirler!


***