Hüseyin Çelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hüseyin Çelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2020 Pazar

SİNEKLERLE DEĞİL BATAKLIKLA MÜCADELE…

SİNEKLERLE DEĞİL BATAKLIKLA MÜCADELE…

Serdar Ant
 Christopher Columbus’dan 518 yıl sonra Türk medyası da Amerika’yı keşfetti! Wikileaks adlı internet sitesinin yayınladığı belgeler sadece ABD’nin değil, dünyanın dört bir tarafında ABD ile işbirliği içinde olan ve “büyük ağabey”in “deliğe süpürmeyip kullandığı” iktidarların da ne mal olduğunu ortaya koyuyor. 60 yılı aşkın bir süredir ABD’nin vazgeçilmez müttefiki olan Türkiye de bu ifşaattan payına düşeni alıyor tabii…
Ne var ki asıl şaşırtıcı olan, bugüne kadar ABD söz konusu olduğunda “kraldan çok daha kralcı” davrananların tavrı… Örneğin “Basında Güven” diyerek kendini pazarlayan Milliyet, “Amerika Çıplak” sürmanşetini çekmiş! “Bağımsız Günlük Gazete”(!) Vatan ise iç sayfalarından birinde “Hükümette ne oluyorsa ABD’nin haberi varmış!” diyor. (30.11.2010)

Bak sen şu işe… Meğer böyleymiş! Allah’tan Wikileaks var da Türkiye’yi yönetenler hakkında bilmediğimiz gerçekleri de öğreniyoruz!
 Başbakan Erdoğan’ın İsviçre Bankaları’nda 8 gizli hesabı varmış.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Londra’da konuştuğu bir grup yatırımcıya “Doğan hisselerini satın, çünkü onlar gidici” demiş.
Erdoğan, “petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay alıyor”muş. Herhalde bu petrol işi denilen TÜPRAŞ’ın peşkeş çekilmesi olsa gerek.
Kürşat Tüzmen, Abdülkadir Aksu, Faruk Nafiz Özak gibi AKP’li bakanların ismi yolsuzluğa karışmış.
Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu, “ Olağanüstü tehlikeli biri” imiş, üstelik neo-Osmanlıcıymış.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise “Erdoğan’ın buldogu”ymuş.
 Fetullah Gülen’in Meclis’te 80 tane milletvekili varmış. Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik gibi bakanlar ve önde gelen kimi AKP’liler meğer Fetullahçı imiş. Dahası AKP’li vekillerin çoğu da tarikat üyesiymiş… Nakşibendisi, Süleymancısı, İskenderpaşalısı…
 Gül, Erdoğan’ın altını oyuyormuş.
 AKP’nin Kürt Açmazı başarılı olamazmış.
 Türkiye AB’ye üye olamazmış.
CHP’liler “Bir avuç gürültücü elitist ”miş.
Başbakan Erdoğan “çok fazla gururlu” imiş, “Allah’ın kendisini Türkiye’yi yönetmek için seçtiğine” inanıyormuş, “maço imajlı”ymış, kadınlara güvenmiyor ve partinin üst yönetiminde kadınlara yer vermiyormuş.
Kısacası, ABD büyükelçilerinin, diplomatlarının ve ABD’ye yakın kimi kaynakların AKP’yi ve Türkiye’yi değerlendirirken kullandığı ifadeler bunlar…
İyi de yeni olan, bilinmeyen ne var bütün bu saptamalar arasında?
Başbakan’ın İsviçre Bankaları’ndaki gizli hesapları, çeşitli bakanların adının yolsuzluklara karışması mı bizleri şaşırtan?
Güldürmeyin adamı! Deniz Feneri yolsuzluğunun yaşandığı (ve benzerlerinin yaşanmaya devam ettiği), milletvekili dokunulmazlığı bahanesiyle TBMM’nin kanundan kaçanların sığınağı haline geldiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkenin Başbakanı, devletin valisinden tulum peyniri, alabalık, kovan balı gibi temel tüketim maddelerini bile “hediye” olarak kabul eden bir kişi… Şimdi “petrol işlerini özelleştirirken kendine pay alıyor” ise ya da İsviçre Bankaları’nda 8 gizli hesabı varsa şaşırmak mı gerekiyor?
Asıl şaşırtıcı olan, yıllardan beri Erdoğan’ın malvarlığı gündeme geldiğinde ya da yolsuzluklarla dokunulmazlıklar arasındaki ilişkiye dikkat çekildiğinde “dut yemiş bülbüle” dönen anlı şanlı Türk medyasının şimdiki tavrı değil mi?
Ya da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hakkında şu dile getirilenler... Mehmet Şimşek ve eşinin, yabancı bir ülkenin vatandaşı olduğu yönünde iddialar ya da Mehmet Şimşek’in ABD büyükelçiliğinde çalıştıktan sonra hızla yükselip uluslararası yatırım kuruluşlarında üst düzey yöneticilikten, birden paraşütle Türk ekonomisinin yönetimine indirilmesi karşısında ölüm sessizliğine bürünenler, şimdi Mehmet Şimşek’in “Doğan hisselerini satın, çünkü onlar gidici” dediği ortaya çıkınca neden yaygarayı basıyorlar?  
Veya Meclis’teki şu Fetullahçılar… Ya da AKP milletvekillerinin çoğunun tarikat üyesi olması… Yahut Davutoğlu’nun “neo-Osmanlıcı ve İslamcı” olması…
Evet, bütün bunlar bilinmeyen şeyler mi?
AKP’nin Kürt açılımının başarılı olamayacağının ya da Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak kabul edilmeyeceğinin anlaşılması için ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bu yönde görüş sahibi olduğunun ortaya çıkması mı gerekiyor?
“Gürültücü, elitist” CHP ile “maço” ve “gururlu” Erdoğan konusuna ise hiç girmiyorum. Görünen köy kılavuz istemez çünkü!
Ne var ki bütün bu açıklanan belgeler arasında 2007 yılında Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Ergin Saygun ile yapılan bir görüşme de yer alıyor.  ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nancy Eldowney 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtıradan sonra Org. Saygun ile yaptığı görüşmede, “Türkiye’de artan gerilim ve kutuplaşma konusunda temkinli hareket etme ve çatışma yaratmayacak şekilde davranılması” için uyarı yapıyor ve Org. Saygun şu yanıtı veriyor:
“Çatışma isteseydik, tankları sokağa indirirdik. Asıl AK Parti uzlaşmak için hiçbir çaba göstermiyor.”
İşte, al sana “laik-demokratik” Türkiye’nin teminatı bir NATO Paşası… AKP ile uzlaşma istediği konusunda ABD’ye garanti veren bir “sözde Atatürkçü”!
Kısacası bilinmeyen ve şaşırtıcı olan hiçbir şey yok bu açıklanan belgeler arasında…
Peki, bundan sonra ne olacak?
Cumhurbaşkanı Gül, “bundan sonra ne çıkacak görmemiz lazım” dediğine göre demek ki daha ortaya dökülecek çok kirli çamaşır var! Ama bundan sonra daha ne açıklanırsa açıklansın, değişen bir şey olmayacak, pişkinlik hüküm sürmeye devam edecektir.
Örneğin birileri çıkıp “Erdoğan’ın İsviçre’de 8 banka hesabı varmış” dediğinde, karşı taraftan başka birileri de “filanca liderin de yok muydu sanki? Hem falancanın da video kasetleri falan var işte…” diye yanıt verecektir! Siz filanca yolsuzluktan bahsedince, birileri “canım sizin zamanınızda da yolsuzluklar olmuyor muydu?” diyerek kendini savunduğunu sanacaktır.  “Gururlu” Başbakan’ın “maço” ve “pişkin”  nutuklarına, “gürültücü” CHP’nin laftan ibaret muhalefeti eşlik edecektir.
 “Petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay alanlar”, yabancı ve yerli yatırımcıya tüyo verenler, önümüzdeki yıllarda otoyolları, köprüleri, barajları, Ziraat Bankası ve Milli Piyango gibi kuruluşları da özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekmeye devam edeceklerdir. Önümüzdeki dönemde başka bakanların da adının çeşitli yozluluklara karıştığını öğreneceğiz muhtemelen… Ama milletvekilleri daha uzun yıllar “dokunulmaz” olarak kalacağı için yolsuzluk yapanlardan hiçbirine dokunulamayacak!
Çünkü Türkiye’nin sorunu ne Erdoğan’dır, ne Gül’dür, ne Mehmet Şimşek’tir, ne de Arınç’tır, Tüzmen’dir, Aksu’dur… İşte bu nedenle Türkiye’nin kurtuluşu “gürültücü” CHP ya da NATO Paşası, uzlaşmacı, “sözde Atatürkçüler” de değildir! 
Türkiye’nin asıl sorunu, bütün bu isimlerin temsil ettiği zihniyeti şu veya bu şekilde hoş görerek, meşru kabul ederek bu adamları başımıza getiren umursamazlıktır, kişiliksizliktir, omurgasızlıktır. İşte bu nedenle, son 30 yılda isimler sürekli değişmesine rağmen, bu toplumsal çürüme ve yozlaşma her geçen gün daha da derinleşmiş ve bugün açıklanan şu belgeler karşısında bile “dur bakalımbundan sonra ne çıkacak görmemiz lazım” diyenler ülke yönetime egemen olmuşlardır.
Türkiye 1980’lerde Özal ve ANAP’ı; 1990’larda Çiller- Yılmaz ekseninde ANAP-DYP çürümesini yaşadı. Gün, AKP’nin, Erdoğan’ın, Gül’ün günüdür!
Son 30 yıldır liderler de partiler de değişiyor sürekli… Millet, medyanın ve kamusal bilinci şekillendiren odakların da marifetiyle bir “yeni budalası” yapıldı. Özal gidip Çiller geliyor, Çiller gidiyor Yılmaz geliyor, o gidiyor Erdoğan geliyor. Günde 24 saat, yılda 365 gün ise, millete bir “yenileşme”den bahsediliyor sürekli... İşte o sözde “yenileşme”nin özünü Wikileaks’in açıkladığı belgelerde görüyoruz: çirkef!
Kuklalar değişiyor, ama kuklacı hep ABD…  
Partiler ve iktidarlar değişiyor, ama oynanan oyun hep aynı ve bu senaryoyu yazan da nasıl sahneye konulacağını söyleyen de hep ABD…
Açıklanan belgeler hakkında görüşü sorulan emekli büyükelçi İnal Batu, büyükelçilerin bulundukları ülkeler hakkında değerlendirmeler yaptıklarını, bu değerlendirmelerin önemli bir bölümünün de doğru olduğunu vurgulayarak “belgelere inanmamak herkesin işine gelir” diyor ve ekliyor:
 “Zannediyorum ülkeler içlerinden güceneceklerdir. Dünya liderlerine çok çirkin isimler, lakaplar da takılmış. Bunlar ciddiyetten uzak davranışlardır. Bunlara inanmamak ya da kişisel görüşler olduğuna inanmak herkesin işine gelecektir. Aksi takdirde yüz yüze bakamazsınız. Söz konusu olan ülke Amerika olunca herkes biraz daha anlamazlıktan gelir, göz yumar, doğrusu da budurAmerika’nın belgelerde geçen ülkelerle ilişkilerinde derin değişiklikler olacağına inanmıyorum.”

İşte diplomatça ifade edilen bu sakat zihniyet değişmediği sürece, yüzler hep değişecek, ama o yüzlerin gerçek sahibi hep aynı kalacaktır!

Özal, Çiller, Yılmaz, Gül, Erdoğan, Arınç, Öcalan, Bahçeli, Kılıçdaroğlu, Şimşek, Derviş, Öztrak, Güneş, Baykal… Say, say bitmez… Ama hepsinin ortak paydası birdir:

A-B-D…
 İşin özü şudur ki sineklere değil bataklığa karşı mücadele edilmediği sürece sıtmadan kurtuluş yok…
 30.11.2010

--
www.bellek2009.blogspot.com

"Ya istiklal ya ölüm... İşte halâs-ı hakiki isteyenlerin parolası bu olacaktır."
Mustafa Kemal ATATÜRK


--
http://bertanonaran.blogspot.com

--

NE MUTLU, TÜRK'ÜM DİYENE!


https://groups.google.com/forum/#!search/SERDAR$20ANT%7Csort:relevance/erzincan-kemaliye-egin-grubu/Nzd09lfHl54/UU8bbPZGWCgJ

27 Mart 2020 Cuma

Seni İlgilendirmez.,

Seni İlgilendirmez.,

Rifat Serdaroğlu
21 OCAK 2014


   Tansu Çiller, Vanlı Yalım Erez ve uyuşturucu Baronu Mustafa Bayram sayesinde siyasete giren AKP “Parti Komiseri” Hüseyin Çelik, Cumhuriyet Savcısı tarafından Jandarma ile aranan ve ikisinde silah bulunan TIR’larla ilgili olarak şunları söyledi;
“TIR’lardaki malzemenin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. TIR’ların durdurulması had bilmezliktir. O malum Savcıyı hiç ilgilendirmez. Zaten Reyhanlı ve Cilvegözündeki patlamalarda olay yerine bir hafta sonra gitmişti.”
Bir parti yöneticisinin Cumhuriyet Savcısına TV Canlı yayınında hakaret etmesi kelimenin tam anlamıyla “Had Bilmezliktir.”
Türkiye sanki Komünist Rejim altında bir “Parti Devleti” imiş gibi Hüseyin Çelik, yetkisi olsun olmasın her konuda saçma-sapan konuşuyor!
Kendisine televizyon yayınında hakaret etmekten çekinmeyen yetkisiz, ilgisiz, saygısız bir parti yöneticisine haddini bildirmek o Cumhuriyet Savcısının görevidir. Makamı ne olursa olsun, kişi kim olursa olsun, hiç kimse bir Cumhuriyet Savcısına hakaret edemez. Eğer Cumhuriyet Savcıları bu sokak kabadayısı kılıklı kişilerden çekinir ve hadlerini bildirmezlerse, yol olur.
Böyle ağır bir hakarete göz yuman Cumhuriyet Savcısının da o önemli makamda durmaması gerekir…
AKP’li yöneticiler çok ilginç kişiler. Normal insan davranışları bunlardan beklenemez. Her olay için başka türlü, işlerine geldiği gibi konuşurlar.
Başbakan Erdoğan da, Hüseyin Çelik de, aynı üslupla Cumhuriyet Savcısını suçluyorlar;
“Reyhanlı’daki patlamadan ancak bir hafta sonra olay yerine gitti” diye.
Adana’da bir tane mi Savcı var? O Savcı gitmediyse başka Savcı gitmiştir. Sonuçta devletin işi aksamamıştır. Eğer aksama olduysa, yetkililer
“İdari Soruşturma” başlatırlar. Ne Erdoğan’a ne de Çelik’e söz düşmez…
Gelelim Türkiye yönetiminden sorumlu Başbakan’a;
Erdoğan, patlamanın olduğu ve 52 vatandaşımızın öldüğü, yüzlerce vatandaşımızın yaralandığı, sakat kaldığı, tarihimizin en büyük terör saldırısının gerçekleştiği Reyhanlı İlçemize tam 14 (ON DÖRT) gün sonra binlerce polis eşliğinde gidebildi. Parti Komiseri ise hiç gitmedi…

Koyun, hendekten atlarken kuyruğu kalkmış ve poposu görünmüş. Keçi; “Popon göründü, popon göründü” diye alay etmeye başlamış. Koyun, bir Keçinin yüzüne, bir de sürekli açık olan poposuna bakmış ve “Yahu seninki sürekli olarak açık, dön de kendi popona bir bak” demiş…
AKP’lilerin anlayışına göre Cumhuriyet Savcılarını ilgilendirmeyen olaylar şunlardır;

*Yolsuzluk-Hırsızlık-Rüşvet suçlarını işleyen Bakanlar ve Bakan çocukları, Savcıları ilgilendirmez.
*Ayakkabı kutularındaki avanta milyonlarca Avro, Savcıları ilgilendirmez.
*Silah yüklü TIR’lar, Savcıları ilgilendirmez.
*Başbakan’ın çocuklarının Vakfı, Savcıları ilgilendirmez.
*Devlet Kurumlarının, iktidar eliyle Cemaat ve Tarikatlara peşkeş çekilmesi Savcıları ilgilendirmez.
*Özellikle İstanbul’da yapılan “İmar Değişiklikleri” Savcıları ilgilendirmez.
*Alan Rıza-Veren Rıza sistemiyle işleyen altın ticareti Savcıları ilgilendirmez.
*İsviçre’de Milyarlarca Dolarlık 8 gizli hesap, Savcıları ilgilendirmez.
*Gemicikler, Pırlantacılar, Villalar, Medya Kuruluşları, Gizli ortaklıklar, Savcıları ilgilendirmez.
*Gezi’de gözleri çıkıp kör olan gençlerin durumu, Savcıları ilgilendirmez.
*Anayasa’nın AKP Hükümeti tarafından paspas edilmesi, Savcıları ilgilendirmez…
Bakın Sayın Savcılar;
Bizler iki satır bir şey yazdığımızda anında dava açıyorsunuz. Yine açmaya devam edin. Devam edin de esas görevinizi, Anayasa’nın ve Yasaların size emrettiği görevinizi korkmadan, çekinmeden yerine getirin.
Başbakan Erdoğan’ın bir sözünü Sayın Cumhuriyet Savcılarına hatırlatıp yazıyı sonlandıralım;
“Sayın Savcılar, yasaları uygulayın. Acımayın, acınacak duruma düşersiniz. Kadılar gelir, işinizi elinizden alırlar.” Demedi demeyin…


***

28 Haziran 2019 Cuma

17 ARALIK OPERASYONU BAKANLAR FEZLEKESİ - BÖLÜM 40

17 ARALIK OPERASYONU BAKANLAR FEZLEKESİ - BÖLÜM 40



TK:2357242730 - 06.10.2013 18:01 Rıza Sarraf- Abdullah Happani görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “diyorum ki seni en son ne zaman gördü”, Abdullah Happani: “bi hafta önce ya hatta şey SSK'dan emekli olacağım abi dedi askerlik primini yatırırsam ıı primini hesaplattırdı 8 Bin TL'de para verdim kendisine … kendisi sızdırmamıştır o kesin yani”, Rıza Sarraf: “kim sızdırır başka”, Abdullah Happani: “işte Orhan falan”, Rıza Sarraf: “tutanaklar var elinde adamın basındaki adamın… Orhan mı vermiştir”, Abdullah Happani: “be benim tahminim öyledir yani günahını da almak istemem yani Adem'in ses kaydını almaya çalışan bi adam böyle bi imkanı varsa yapar yani”

Görüşmeden, bahse konu vergi incelemesi ile ilgili dokümanların gazeteciye Adem Gelgeç ve Emniyet Müdürü Orhan İnce tarafından verilmiş olduğunun tahmin edildiği anlaşılmıştır. 

TK:2357353282 - 06.10.2013 19:01 Rıza Sarraf - Ahad Khabbaz Tamimi görüşmesinde;

Ahad Khabbaz Tamimi: “gittiler şimdi çıktılar”, Rıza Sarraf: “biliyor musun ne diyecektim kendisine… eğer ben yapmadım Orhan yapmış diyecektim pezevenk bu bilgiyi sen vermeseydin Orhan nerden bilecekti”, Ahad Khabbaz Tamimi: “onu dedim ya onu dedim… dedim bak söyleyeyim rıza bana dedi böyle rıza dedi onun işi değil Orhan’ın işidir … Adem herşeyi demiştir kim vay şerefsiz bil kiminle dost olmuşsun rengi oldu kıpkırmızı Allaha hamdolsun”, Rıza Sarraf: biliyor ki kendi ne konuştuğunu … DUR BEN O ORHAN’IN DA ANASINI SİKEYİM SABRET DERS OLMAMIŞ ONA… YOK YERİNE VERMİŞLER BUNDAN SONRA ZİNDANA ATTIRACAM… ŞİMDİ BAK SEN SABAHA SABRET”

Görüşmeden, Ahad Khabbaz Tamimi’nin Adem Gelgeç ile konuyu görüştüğü, buna göre işin arkasında Orhan İnce olduğundan şüphelendikleri, Rıza Sarraf’ın daha önceden tayinini çıkarttığı Orhan İnce’nin dersini almadığını, ona daha büyük zarar vereceğini söylediği anlaşılmıştır.

Bu konuşmanın akabinde Rıza SARRAF’ın konuyu irtibatlı olduğu bakanlarla görüşmeye başladığı anlaşılmıştır.

TK:2357361167- 06.10.2013 19:13 Rıza Sarraf- Mustafa Behçet Kaynar görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “sağolun İstanbul’da mısınız”, Mustafa Behçet Kaynar: “hı yok Ankara”, Rıza Sarraf: “beyefendi de mi Ankara’da”

Görüşmelerden, Zafer Çağlayan’ın Ankara’da olduğu anlaşılmıştır.

Bunun üzerine hemen,

TK:2357366348 - 06.10.2013 19:16 Rıza Sarraf- Barış Güler görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “İstanbul’da mısınız”, Barış Güler: “yok İzmir’deyim ama akşam dönüyorum… ben 23 uçağına aldım biletimi ama”, Rıza Sarraf: “ıııııı yok hemen size bir şey iletmem lazımda kim var yanınızda”, Barış Güler: “yok yok ben şu nda kaltım masadan dinliyorum sizi”, Rıza Sarraf: “yok yok siz beni bir bir farklı numaradan çaldırın ben sizi arayayım”, Barış Güler: “hı farklı numaradan anladım tamam oldu peki”

Görüşmeden Rıza Sarraf’ın Barış Güler’in kendisini farklı bir numaradan çaldırmasını, çaldıracağı numarayı başka bir numaradan arayacağını söylediği, böylece şahısların yaptıkları eylemlerin usulsüzlüğünün farkındalığı içerisinde Adli Çalışmalara Karşı Koymaya çalıştıkları anlaşılmıştır.

Hemen akabindeki görüşmeden, Rıza SARRAF’ın Barış GÜLER’le farklı telefonlardan görüşme yaptıkları, haber çıkacağını ve haberin Orhan İNCE tarafından verildiğini söylediği, Barış GÜLER’in de durumu Muammer GÜLER’e bildirdiği anlaşılmıştır, Zira;

TK:2357385538- 06.10.2013 19:24 Rıza Sarraf- Muammer Güler görüşmesinde;

Muammer Güler: “Barış beni aradı Barış’la da konuşuyorduk … o seni arayın muhabir kimdir”, Rıza Sarraf: “vallahi bu polis muhabiri bu arkadaş işte bir şeylerden bahsett ...işte Maliye Bakanlığında bir araştırma varmış bir kaç tane… şirket varmış o o şirketler üzerinden işlemler yapılmış bu işlemlerin arkasında sizin olduğunuz söyleniyor ben bunun haberini yapacağım ne diyorsunuz dedi bende dedim kine sen dilediğin haberi yap ben avukatlarımı bu mahkemede bunun açıklamasını yaparlar”, Muammer Güler: “peki peki BUNUN ORHAN’LA İLGİSİ VAR MI”, Rıza Sarraf: “TABİ ORHAN YAPTIRMIŞ zaten onu yaptırmak istiyor”, Muammer Güler: “hayır hayır sen nereden biliyorsun kendisimi söyledi yoksa öyle şey mi”, Rıza Sarraf: “kendisi söylemedi bende haberi var yani ben detaylı biliyorum onun yaptırdığını” Muammer Güler: “YA O ŞEREFSİZ ORDA … ORDA ONU SÜRDÜRDÜĞÜMÜZ İÇİN ben şimdi şöyle yapayım seni o arayan çoçuğu biliyor musun”, Rıza Sarraf: “biliyorum numarası var sayın bakanım numarası telefonumdan aradı beni”, Muammer Güler: “hı polis muhabiri peki ben onu yarın o şeyin sahibinden bir araştırayım diyim ki ya bir polis muhabiriniz aramış Rıza beyi nedir bu”, Rıza Sarraf: “hayır bunlar haberi gireceklerde ben diyorum ki HABERİ GİRMESİNLER HABER ÇÜNKÜ BİZİM YANİ ŞEY NASIL DERLER YANİ BİZİM İŞ HAYATIMIZA ZARAR VERECEK haber biz bunu bir gün sonra ispat edeceğiz teklif olacak ama iş işten geçiyor sayın bakanım…suçlaması yok adam haber yapacak daha bir şey suçlayamaz bizim suçumuz yok ki adam suçlasın… yani o maliyenin araştırdığı şirketler varya … o şirketlerin arkasında ben varolduğumu duymuş duyumunu almış”, Muammer Güler: “Allah Allah ya ben onu konuşuyorum o şeyin sahipleriyle gazetenin sahipleriyle gezetenin patronlarıyla konuşuyorum Fatih Karaca’ymış herhalde söylediğin”, Rıza Sarraf: “tabi tabi patronları o o Fatih beymiş”, Muammer Güler: “Fatih’i ben ararım”

Görüşmeden, Barış Güler’in gelişmeleri Muammer Güler’e aktardığı, haberin muhabire ulaştıranın Orhan İNCE olduğunu düşündükleri, Rıza Sarraf’ın haberin yayınlanmamasına çok önem verdiği, Muammer Güler’in de gazetenin yetkilileri ile görüşüp konuyu kapatacağını söylediği anlaşılmıştır.

TK:2357414829 - 06.10.2013 19:43 Rıza Sarraf- Muammer Güler görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “muhabirin ismi Kamil ELİBOL”, Muammer Güler: “ha bak enteresan bişey ya Nuri ELİBOL’un oğlu heralde ya Nuri ELİBOL da benden randevu istemişti bu alanında araya girmek isteyen nerden nereye geliyor mesele bu Nuri ELİBOL denen adam benden randevu istiyor bu Kamil de onun oğlu olabilir”, Rıza Sarraf: “Nuri kim sayın bakanım”, Muammer Güler: “Nuri ELİBOL da yine bir gazeteci”, Rıza Sarraf: “Orhan İNCE’nin şeyi işte sayın bakanım ben size söylüyorum… işte bir şekilde bu şey durabilseydi haber iyi olurdu sayın bakanım”, Muammer Güler: “evet evet evet onu durdurmaya çalışıyoruz evet tamam tamam”, Rıza Sarraf: “o muhtemel o şeyin adamıdır Orhan İNCE’nin”

Görüşmeden, Rıza Sarraf’ı arayan muhabirin Kamil Maman olmasına rağmen, isim benzerliğinden ve Muammer Güler’le Orhan İnce ile ilgili görüşmek için randevu alan Nuri Elibol isimli şahsın oğlunun olabileceği değerlendirilerek Kamil Elibol isimli muhabir olabileceği konuşlulduğu ve işin arkasında Orhan İnce’nin olduğunu söyledikleri anlaşılmıştır.

TK:2357486320 - 06.10.2013 20:23 Muammer Güler- Rıza Sarraf görüşmesinde;

Muammer Güler: “Bugün Gazetesinin genel yayın yönetmeni var Erhan BAŞYURT… onunla görüştümben onunla görüştüm öyle bir haber daha yok heralde hazırlanma aşamasında dedi ben dedim ki yani böyle bu itibar sarsıcı böyle bir firmanın şeyini yapıcı bir haber olmaz bunların farklı şeyi var anladığım kadarıyla oğlan bunları fişekliyor”, Rıza Sarraf: “o kesin o beni benim haberim var bu bana benim kulağıma 10 gün önce geldi bu oğlanın bunu yapmak istediği”, Muammer Güler: “yok ben şimdi bunun heralde bunun babasıdırNuri Elibol daha bu Orhan’ın tayini ile ilgili bana yazmış felan ben ona randevu vermemiştim şimdi buna… şimdi buna vericem diyecem ki BAK BU ADAMINIZI BEN SADECE TAYİN EDEREK KURTARDIM AMA DAHA ÜZERİNE GİDERSENİZ BUNUN BİR YERLERE ÇÖKTÜĞÜNÜ İŞLEM İŞLEME KOYARSAM BU ADAM MESLEKTEN GİDER ONUN İÇİN AYAĞINIZI DENK ALIN… GEREKTİĞİNDE DAHA DA İLERİ GİDERSE DERSİN Kİ KARDEŞİM BANA ÇÖKTÜ BENDEN ŞÖYLE BİR RÜŞVET İSTEDİ… HAYIR BUNU DAHA İLERİ GÖTÜRÜRLERSE O ZAMAN DA BEN SENİN AZINDAN İKİ SATIR İFADE ALIRIM BUNU AYNI GÜN İŞLEME ÇEKTİRİRİM VE MESLEKTEN ATTIRIRIM BU PEZEVENKİ”, Rıza Sarraf: “tamam tamam o olur yani siz görüşün salı günü bana deyin ben salı günü gidiyim iki satır zaten geçen ifadem de vermiştim salı günü gider bir daha veririm … söylemiştim demiştim ki bu daha önce benden 1 Milyon Euro para istedi… tabi tehdit ifademde var benim tehdit olayında tabi var benim avukatla verdiğim emniyette hatta daha ileri gideyim sayın bakanım benim verdiğim ifade yok muydu Asayiş’te… ifadenin aynı fotokopisini gizli belgeyi almış eline… yani içerden de belge sızmış ona”, Muammer Güler: “evet evet şimdi şöyle bişey yapacağım ben onun adamını çağıracağım diyeceğim bak eğer siz bu işi daha ileri götürürseniz ben bu adam hakkında belki de onu önlemeye çalışıyorlar şimdi bakalım onu ne yaptılar hakkında ....onu bakacağım o sizin ne zaman aldılar ifadenizi”, Rıza Sarraf: “benim ifadem çok oldu 1 ay önce aldılar o tehdit olayında aldılar işte ama onla alakalı onun eline de o belge geçmiş”, Muammer Güler: “hayır hayır .....ben böyle bir haber yapacaklarını inanmıyordum bilmiyoruz böyle ... ama ben o Nuri Elibolu da çağırırım demek ki bu kamilin babası derim ki siz yanlış yapıyorsunuz bundan yana bişey çıkmaz BU ADAM BÖYLE DAVRANIRSANIZ EĞER BEN BUNU MESLEKTEN ATARIM şimdi tayinle kurtuldu tabi ne olacağı da belli değil şu anda soruşturma da yapılıyor hakkında”

Görüşmeden, Muammer Güler’in konu ile ilgili Bugün Gazetesi yetkilisi Erhan Başyurt ile görüştüğünü, Nuri Elibol’a da Orhan İnce ilgili olarak daha önceden tayin ettirdiğini, husumeti devam ettirmesi durumunda meslekten ihraç edebileceğini, hatta Rıza Sarraf’ın ağzından gasp edildiğine veya rüşvet istendiğine dair iki satır ifade alınıp bunu işleme sokarak meslekten ihraç edilmesini sağlayabileceğini söylediği anlaşılmıştır.

TK:2357513247 - 06.10.2013 20:36 Rıza Sarraf- Ahad Khabbaz Tamimi görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “iş çözüldü Orhan’ın işidir”, Ahad Khabbaz Tamimi: “ben sana diyorum onun işidir ayrı adamdan şüphelenme… onun işidir başka adamın işi değildir”, Rıza Sarraf: “BEN UCUNU BAĞLADIM BUNUN… NE ZAMAN OLURSA ELİMDE O”, 

Görüşmede, Rıza Sarraf’ın Muammer Güler ile olan ilişkisi sebebiyle Orhan İnce’nin elinde olduğunu söylediği anlaşılmıştır.

TK:2358109451 - 07.10.2013 10:22 Rıza Sarraf- Abdullah Happani görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “şimdi bak bu bu başka yere sürülmüştü biliyosun… sonra şikayet edip itiraz gelmişti başka bi yere yine Adana'ya filan değilde daha yakın çevreye Zongundak'a gelmişti… tamam mı ondan sonra ıı bu tekrar BEN BUNU SÜRDÜRDÜM başka uzak bi yere tamam mı”, Abdullah Happani: “ya ama işte basına çıkmazsa güzel olur çıkarsa”

Görüşmeden, Orhan İnce’nin mahkeme kararı ile İstanbul’a dönmesinin akabinde Rıza Sarraf tarafından tekrar sürdürüldüğü anlaşılmıştır.

TK.2358505220 - 07.10.2013 14:02 X şahıs – Orhan İnce görüşmesine; 

Orhan İnce: “TAYİNİMİZİ DE ZENGİN İŞ ADAMI ÇIKARMIŞ ONU ÖĞRENDİKonu anlattık olaylarını anlattık konularını anlattık bugünlerde de basına yansıyacak o konu öyle”, X şahıs: “basına yansıyacak bir konu var diyosun yani”, Orhan İnce:” basına o adamla ilgili basına yansıyacak yani o adamla ilgili...devleti nasıl dolandırdığına dair öyle” 

Görüşmeden, bahse konu haberin Orhan İnce tarafından basına verildiği ve tayininin Rıza Sarraf tarafından çıkarıldığını öğrendiği anlaşılmıştır.

TK.2359171774 - 07.10.2013 19:08 Rıza Sarraf – Abdullah Happani görüşmesinde; 

Rıza Sarraf: “mail okuyabiliyor musun telefondan…yapmak istedikleri haberi oku demişler ki yapmamak için bir milyon istiyoruz”,Abdullah Happani: “vay pazarlık ha ya sen ne dedin ya”, Rıza Sarraf: “bu eksik olmuş birazda üstüne koysun sağdece dedim deki bu haber cıktığı gün başbakana gideceğim haberi olsun hakikaten gideceğim”,Abdullah Happani: “okuyayım”

TK.2359189026 - 07.10.2013 19:13 Muammer Güler – Rıza Sarraf görüşmesinde; 

Muammer Güler: “ben o .......randevu isteyen bir adam vardı onu aradım perşembe günü burada olacakmış perşembe günü gelecek bana o ........”, Rıza Sarraf: ”sayın bakanım şimdi bana metini ulaştırdılar bir şekilde…fırsatını bulursam sayın başbakana da gideceğim…çünkü o kadar canımı sıktılar ki”, Muammer Güler: “eşşekoğlu eşşekler şerefsizler hı”, Rıza Sarraf: “metini bana yollamış size mail atayım bakın içeriğini okuyun…akabininden de bana diyor ki bana 1 Milyon versin ben bunu yayınlamayayım yada yayınlayacağım aynen 3 ay önce ben sizde ifade de ifade vermiştim ya emniyette işte Orhanlar…benden 1 milyon istiyorlar şimdi de bana metini yollamışlar diyorlarki eğer bir milyon verirse yayınlamayacağız 1 milyon vermezlerse yayınlayacağız … patronlarına eğer sizin ilişkiniz iyiyse bence söyleyin tanıyorsanız”,Muammer Güler: “ben patronlara söyleyecem edeceğm bak bu konu başbakana gidiyor haberiniz olsun … bu adamlar sizi kullanarak sizin gazetenizi kullanarak böyle bir şey yapmaya çalışıyor haberiniz olsun”

Görüşmelerden, muhabirin haberin yayınlanmaması için Rıza Sarraf’tan 1 Milyon istediği anlaşılmıştır. 

TK.2359234616 - 07.10.2013 19:23 Abdullah Happani – Rıza Sarraf görüşmesinde; 

Abdullah Happani: “şey bu yazıya … ama çok sağlam sağlam bilgi vermişler yani aşağıdaki şirketler mirketler … BİZİM OLANLAR DA VAR İÇİNDE YA BİZİM OLANLAR DERKEN SENİN ŞİRKETLER HADİ ÖBÜRLERİNİ BOŞVER YANİ … bankalar doğru”, Rıza Sarraf: “sayfalık para transferi tespit edildi paraların karşısık bi 87 milyarı nasıl çıkarmışlar neyse… dur bakalım şurda sonra diyor ki bir dakka altın ihracatında Türkiye’nin yıldızı haline gelen İran da imtiyazlı iş adamlarının düşük kurdan elde ettikleri Euro ile Türkiye’de altın satan alıp sonra bunları kendi piyasalarında nakite çevirme ile ilgili iddaalar üzerine Maliye Bakanlığı harekete geçti 2012 Aralık ayında Maliye Bakanlığı, Cumhurbaşkanlık ve Başbakanlığa gelen ihbar ve delilleri incelemeye alan vergi müfettişleri korkunç kara para trafiği ve işte Ebru Gündeş’le evlenen Rıza ZARRAF asıllı isime ulaştı … 2012 diyor farkında mısın…2012 de vardı canım altın ticareti”, Abdullah Happani: “ha doğru 2012’nin doğru şubatında başladı … ya şu şeyleri mesela o Türk şirketlerinin hepsini Adem biliyordur”, Rıza Sarraf: “abicim bir kısmını biliyordur o denli bilmiyordur o geçip kurcalamaz AKTİVDEN ÖĞRENMİŞ OLABİLİRLER”, Abdullah Happani: “aktivden olabilir yani de aktivden nasıl öğrenmişlerdir”, Rıza Sarraf: “rahmetli dedemin bir atasözü vardı kötüdür ama der ki… sıçacak götte bok durmaz der … dur bakalım dur bakalım hiç belli olmaz ne olacağı dur bi bakalım…çok farklı bi yanda bakarsın bişey olur gazetenin patronlarına gider iş değişir meğişir…patrona telefon açıcam dedi şimdi”, Abdullah Happani: “İÇ İŞLERİ BAKANI BAKANLAR BASTIRIYOSA PATRONLARINA DURDURABİLİRLER BENCE”

Görüşmeden, çıkacak habere konu dokümanlarda usulsüzlüklerle ilgili çok detay bilgilerin olduğu, (Eski Sistem) başlığı altında bahsedilen eylemlerden ve bu eylemlerin Rıza Sarraf tarafından organize edildiğine dair bilgilerin olduğu, İçişleri Bakanı’nın gazeteye yapacağı müdahale sonucunda haberin yayınlanamayacaklarını söylediği anlaşılmıştır.

TK.2359264668 - 07.10.2013 19:45 Rıza Sarraf – Sedef görüşmesinde; 

Sedef: “peki Zaferler maferler şey yapmazlar mıyani önce onlarla konuşsan daha şey değil mi”, Rıza Sarraf: “konuşmam için Ankara’ya gitmem lazım…telefon konusu değil ki bu”, Sedef: “bir şey anlatacam duyduğum bir şeyi sana gelince anlatsın yani o şeyden de SENDEN RAHATSIZ OLANLAR OLABİLİR … ŞEY AYAĞINDAN HÜKÜMET AYAĞINDAN”,Rıza Sarraf: “yani şeyden mi bakanlıklardan mı”,Sedef: “ıhı ıhı ıhı”, Rıza Sarraf: “yani onlar mı yaptırıyordur diyorsun”

TK.2359354746 07.10.2013 20:36 Rıza Sarraf – Sedef görüşmesinde;

Rıza Sarraf: “ben yarın gidip gitmeme arasında karar alacamda tam sen ne duydun”, Sedef: “hayatım şöyle bi durum varki eee şeyler ıı Maliye Bakanı bizim tanıdığımız o değil de mi hangisine şey”, Rıza Sarraf: “yok”, Sedef: “evet ve o hani onun yakınındaki bi kaç şey ...”, Rıza Sarraf: “Ali Babacan”, Sedef: “bilmiyorum kim olduğunu ay isim söyledilerde tam şey yapamam yani şimdi atmayım sana Maliye Bakanı ve bakanlar bi kaç şeyde hani hep böyle senin çok fazla şey olduğunu ondan sonra nasıl bu kadar diyalogların ondan sonra ıı şey ıı çok fazla hani işte diyaloglarının göze battığını ondan sonra cı bunlarında yani bi rahatsızlık olduğunu senden yana ama onların kendi aralarında da varmış galiba öyle şeyler”,Rıza Sarraf: “tabi canım aralarında var zaten onların”, Sedef: “bizim iyi bi arkadaşımızın ondan sonra yeğeni şey ee bu ekonomi şey haberciydi ondan sonra sonra NTV'ye geçti NTV'den şimdi yurtdışına gitti… anladın mı onların söylediği şey bu…HANİ YOKTU BÖYLE Bİ ADAM Dİ DİYOLARMIŞ NERDEN”, Rıza Sarraf: “ama Ebru'yla evlenmekle geldi oldu zaten bu adam”, Sedef: “hayır tamam da işte yani bu kadar vardı madem hani bu kadar şey e ben duyduğumu söylüyorum hani bilemem hani şeyini bende öyle izah ettim zaten bunu hep vardı ailede vardı ama daha çok ee yurtdışı işleri vardı bilmem ne .. burdaydı zaten adamın alt yapısı var zaten parası var ondan sonrada burdada aynı şekilde devam etti zaten o şey zaten olan bişey ama diyolar ki öncesinde böyle bi şey yokmuş yani bunlar çünkü belli bize bulmuşsunda hani maddi manevi şeyleri olan insanları zaten halk isimlerini bilmesede bunlar biliyo… anladın mı ne demek istediğimi… o yüzden bu nereden çıktı bunu bii şey yapalım kurcalayalım gibi bi durum varmış ama bilemiyorum”

Görüşmelerden, Sedef isimli şahsın, Rıza Sarraf’ın hızla yükselişinin Ali Babacan gibi bazı bakanların dikkatini çektiği ve Rıza Sarraf’ın bu yükselişinin arkasında kabineden bazı bakanların desteğini aldığı yönünde şüphelerin olduğu ve bu durumun bakanlar arasında rahatsızlık oluşturduğu yönünde duyumlar aldığını söylediği anlaşılmıştır. 

TK.2359398118 - 07.10.2013 21:00 Muammer Güler – Rıza Sarraf görüşmesinde; 

Muammer Güler: “ben Fatih Karaca’yı aradımşimdi dediki abi nasıl olur böyle bir şey dedim bak sakın ha gazeteniz içinde dedim bak ben adam cürmü meshud yaptırır yarın rezil olursunuz abi kurban alayım şudur budur felan ben dedi gereğini yaparım siz dedim ki bunların yakınları olan biri emniyet müdürü var bu dedim tayine tabi tutuldu diye bunda da gıcık alıyorlar bak bu kadar firmanın ismi var benim elime geçti asla böyle bir şey olmaz dedi”,Rıza Sarraf: “sayın bakanım bu konunun ama şeyle alakası var yani Orhan İnce’yle alakası var”,Muammer Güler: “biliyorum biliyorum onunda zaten soruşturması sürdürülüyormuş o soruşmayıda takip edeceğim ONUN DA DEFTERİNİ DÜRECEĞİM O RESMİYETE GİRMİŞ ÇÜNKÜ O…DEFTERİNİ DÜRECEĞİM O PENZEVENGİN SEN RAHAT OL KARDEŞİM”

Görüşmeden, Muammer Güler’in Bugün Gazatesi’nde haberin yayınlanmaması için Fatih Karaca’yla görüştüğü, Rıza Sarraf’ın haber olayının arkasında Orhan İnce olduğunu söylediği, Muammer Güler’in de Orhan İnce ile ilgili yürüyen ayrı bir soruşturma olduğunu, o soruşturmayı kullanarak “defterini düreceğini” söylediği anlaşılmıştır.

TK.2359400196 - 07.10.2013 21:03 Onur Kaya – Rıza Sarraf görüşmesinde; 

Onur Kaya: “gruba gececek ya bakan direk geçerken arabada sizinle görüşür veya evde görüşür ona göre orda yol çizeriz diyor…sabah yine beni ararsınız evin tarifini felan şey yaparım hallederim”, Rıza Sarraf: “tamam canı eğer sıkınsa başka zaman geleyim…tamam okey peki hayır başkasına canı sıkılmış olursa bize patlar” 

Görüşmeden Rıza Sarraf’ın Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile görüşmek için randevu ayarlamaya çalıştığı anlaşılmıştır.

TK.2359444255 - 07.10.2013 21:24 Egemen Bağış – Rıza Sarraf görüşmesinde; 

Rıza Sarraf: “bu basınla alakalı bu konuyu bir sayın başbakanla görüşmek istiyorum ama görüşmeden önce bir sizden fikir almak istiyordum....nasıl yapsam bilmiyorum”, Egemen Bağış: “yani telefonda konuşalım diyorsun şimdi konuş yada…yada ben çarşamba akşamı istanbula geleceğim”, Rıza Sarraf: “belki geç olur ben size söyleyim konu şey değil şimdi geçen gün beni Bugün Gazetesinden aradılar…biliyorsunuz zaten tehditin onun bunun haddi hesabı yok havalarda uçuşuyor bugün gazetesinden aradılar…bizim bu hani altın ihracatlarıyla falan alakalı işlerimiz varya İran’la altın ihracatlarıyla…bir tane x şahıs isim söyledi dedi ki işte bu adam incelemedeymiş işte şu kadar para gelmiş İran’dan hesabına da estek olmuş köstek olmuş neyse dede ki sizin bunla bir ilişkiniz var mı bu konuyla alakalı ne söylemek istiyorsunuz gazeteci bana soru sordu…bilmem ne Elibol ben de dedim ki benim söyleyecek hiç bişeyim yok ben haber yapacağım dedi dedim ki istediğiniz nitelikte istediğiniz şekilde siz haberinizi yapın ben avukatlarım gerekli savunmayı zamanında yaparlar…şimdi adam dönüyor bugün bana metni yolluyor bir aracı ile diyor ki metin bu alsın baksın ya bana 1 Milyon dolar verir yada ben bunu yayınlarım ama artık bunun o kadar ucu bucağı çıktı ki bıktım usandım bende bu konuyla alakalı gidip sayın başbakanla görüşmek istiyorum koyayım önüne metni deyim ki buyurun sayın başbakanım bunu bana yollamış bunun karşılığında da diyor ki 1 Milyon versin bunu yayınlamayım…benim yaptığım iş ortada yaptığımız ihracat ülkeye katkısı faydası cari açığın kapanması ya ben onları yapmayım ya da bunlarla uğraşamıyorum diyeyim…beyfendi ile görüşsem bu konu da sakıncası olur mu sizce”, Egemen Bağış: “yok olmaz da o da onlardan şikayetçidir… patronlarının bilgisi var mıdır bunun bu”, Rıza Sarraf: “bilmiyorum ki patronlarının bilgisi var mı yok mu işti Fatih İlçe Emniyet Müdür Yardım Fatih İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı vardı efendim o geliyor 1 Milyon benden Euro istiyor haraç istiyor gittim o zaman ifade verdim iki ay önce o çöküyor ö çöküyor bıktım usandım ben bunlarla uğraşmaktan”, Egemen Bağış: “abi Muammer Güler’e açıp söylemen lazım”, Rıza Sarraf: “açıp söyledim”, Egemen Bağış: “şey deyim Rızacım bir Hüseyin ÇELİK’le konuşayım bizim medyadan sorumlu genel başkan yardımcımız o Bugün Gazetesinin sahipleri ile de çok samimidir bir onla konuşayım da gerekirse senle onun bir temasını sağlayım”,Rıza Sarraf: “sizce benim sayın başbakana gitmem de bir sakınca olur mu”, Egemen Bağış: “sakınca olmaz da başbakanın bin tane derdi arasında sana randevu verene kadar iş işten geçer diye ben şey yapıyorum…sen Zafer abi ile konuştun mu o ayaralırm atla gel diyorsa”, Rıza Sarraf: “konuşmadım yarın onu gidip Ankara’da göreceğim sabah ben bir şekilde sayın başbakandan randevu alıp gideceğim zaten”, Egemen Bağış: “bence sen randevu istersen alırsın … ben çarşamba akşamı dönüyorum…sen bir Zafer abi ile yüz yüze konuş… BEN DE HÜSEYİN ÇELİK’E ŞİMDİ SÖYLERİM SENLE BİR TEMAS KURSUN”

Görüşmeden, Rıza Sarraf’ın hakkındaki usulsüzlüklerle ilgili haber çıkabileceğini ve Orhan İnce tarafından şantaja uğradığını Egemen Bağış’la da paylaştığı, Egemen Bağış’ın şantajla ilgili Muammer Güler’e iletmesini söylediği, kendisinin yurtdışında olduğunu, haberin yaptırılmaması için Bugün Gazetesi’ne ulaşılmasını Hüseyin Çelik’e söyleyeceğini belirttiği anlaşılmıştır.  

Bu görüşmede planlandığı gibi, Egemen BAĞIŞ’ın Hüseyin ÇELİK ile konuyu görüştüğü, Hüseyin ÇELİK’in de Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem YAVUZ ile görüştüğü anlaşılmıştır. Zira daha sonra (09.10.2013 tarihinde Egemen BAĞIŞ’ın evine gönderilen 500.000,00 Dolar’ın Egemen BAĞIŞ’a ulaşması üzerine yapılan) TK.2374702814 - 12.10.2013 19:28 Egemen Bağış – Rıza Sarraf görüşmesinde;

Egemen Bağış: “ŞEY İÇİNDE ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM BENİ MAHÇUP ETTİNİZ”, Rıza Sarraf: “olur mu ne demek olur mu sayın bakanım”, Egemen Bağış: “arada ....ilgili Hüseyin Çelik seni aradı mı abi”, Rıza Sarraf: “aramadı sayın bakanım”, Egemen Bağış: “aramadı mı … çünkü Bugün Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Adem Yavuz benim basın müşavirimle konuşmuş Hüseyin Bey’den uyarı aldık aynı konuda Zafer Beyle Muammer Beyden de uyarı aldık ıııı hı almış”, Rıza Sarraf: “hı o zaman direk aramıştır”, Egemen Bağış: “ondan sonra ben senin numaranı da vermiştim çünkü Hüseyin Çelik’e”

Görüşmeden, Egemen Bağış’ın konu ile ilgili girişimlerde bulunurken Muammer Güler’in de girişimlerde bulunduğu anlaşılmıştır.

TK.2359835116 - 08.10.2013 08:20 Rıza Sarraf – Onur Kaya görüşmesinde; 

Onur Kaya: “8 buçuk 9 gibi ben 10 çeyrek gibi orda olursanız ben şimdi evdekilerede söyleyecem sizi şeye evin içine alacaklar”, Rıza Sarraf: “tamam ben yine 10 da olmaya çalışayım de” 

TK.2359839995 -08.10.2013 08:31 Onur Kaya – Rıza Sarraf’a gönderdiği mesajda;

“Alacaatli Mah.Gama cad.Gama sitesi NO:81 (Eski No:13) cayyolu”

TK.2359880582 - 08.10.2013 09:23 Onur Kaya – Rıza Sarraf görüşmesinde;

Onur Kaya: “hı iyi 15 20 dakika burada olursunuz erken olursanız hani ben evdeki görevliye söyliyim sizi alacak içeriye zaten o bakan”, Rıza Sarraf: “tamam tamam peki” 

Böylece, konu ile ilgili Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan’ın buluşarak görüştükleri değerlendirilmiştir.

41.Cİ  BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

31 Ekim 2017 Salı

Geride Sadece Damat kaldı!

Geride Sadece Damat kaldı!

NECATİ DOĞRU: 
​Gereğini yaparım diye korkutup “istifaya çağırmadığı” bir tek kişi kaldı. O da damadı.

Damadını Enerji Bakanı yapmıştı. Enerji Bakanı, dünya piyasalarında doğal gaz ve ham petrol fiyatı artışını da düşüşünü de halkın ısınma ve aydınlanma faturalarına yansıtmak zorundaydı. Dünyada ham petrolün varili 160 dolardan 50-60 dolara kadar düştü. Enerji Bakanı damat, bu düşüşü doğal gaz ve elektrik fiyatlarına yansıtmayı ve halkı ağır faturalardan korumayı beceremedi. Örneğin 2016 yılının başında dünya doğal gaz fiyatları sm3 başına 11.3 dolardan, Nisan ayında 4.1 dolara kadar geriledi. Türkiye'nin enerji faturası 4.4 milyar dolar (yüzde 40) azaldı. Fakat halkın elektrik fiyatına indirim değil zam yapıldı.


Halk, gözüyle öğrenir.
Aptal da değil.
Şişmeyi (obezlik) görüyordu.
Oğullar, yandaşlar şişiyordu.
Üsküdar “hayır” dedi.
Fatih “hayır” dedi.
Eyüp “hayır” dedi.


Bu ilçeler Tayyip Erdoğan'ı yoksulluk günlerinde siyaset yaparken sırasıyla; Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi dönemlerinde desteklemiş, AKP'yi kurduktan sonra da her seçimde Reis'in “yıkılmaz kaleleri”olmuştu.


Damat ne yaptın!


Doğal gaz ve elektrik faturalarına düşüşü yansıtamadığın için kalelerimiz Üsküdar, Eyüp, Fatih düştü, “ sen metal yorgunu olmuşsun ” demedi.


* * *


Tarih dile gelse de sıralasa: Murat Başesgioğlu, Ertuğrul Yalçınbayır, Erkan Mumcu, Ahmet İyimaya, Zafer Üskül, Ertuğrul Günay, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay, Cemil Çicek, Ömer Dinçer, Nimet Çubukçu, Hüseyin Çelik, Ali Babacan ile başlayıp Kadir Topbaş, Melih Gökçek ile gidiyor.

Bunlar gibi yüzlerce isim “seçimle gelen istişare ile yollanır” yapıldı.

Tek damadı kaldı.
Herkesi atıyor.
Atılanlar etten kemikten.
Hemen yoruluyorlar.
Kendisi demirden çelikten.
Katiyen yorulmuyor.
Çok yakında Binali Yıldırım'a da “sen seçimle geldin ama istişareyle gitmelisin”diyebilir. AKP, her şeyin Reis'e teslim edildiği robotlar sistemine dönüştü. Kendi cümleleri ile yazayım; Reis'in tek adamlığı altında AKP, militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik bir yapıya teslim oldu. AKP, tek söz sahibi patron olan bir şirket gibi çalışıyor. Sen otur. Sen kalk. Sen gel. Sen git. Benim sayemde varsın, benim irademle de gidersin.


* * *

Gökçek'i, Topbaş'ı niçin atıyor?
Büyükşehirlerin obez Belediye başkanlarından korktu. Onlar “davetiye usulü ihalelerle” çok zenginleştiler. Harun diye geldiler, Karun oldular. Yeni egemenlerle ağlar, bağlar, özel ilişkiler kurdular. Siyasete hevesli oğulları, işadamlığına geçmiş damatları var. Reis'in yerine oynayabilir; militarist, jüristokratik, bürokratik, oligarşik yapıya dönüşmüş partiyi “bir gece ansızın” ele geçirebilirler.


Reis, riski gördü.
Atıyor.
Reis, risk aldı diyorlar.
Yanlış teşhis!
Reis, aslında risk azaltıyor.


Atasözlerimiz var: Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olursun. Yanlış hesap Bağdat'tan döner.

Günün sorusu


DİK DURURSA!

Bir tek o kaldı. “İstifa et yoksa…” diye korkutulan Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur yakınlarına; “Hırsızlık yapmadım - yolsuzluğum yok - metal yorgunu değilim, neden istifa edecekmişim” diyormuş.

Ben, söyledikleri doğruysa “haklı”derim fakat siz de “ bravo bu dik duruşa ” der misiniz?


***

13 Ekim 2017 Cuma

BAŞSAVCIYA AĞIR SUÇLAMA


BAŞSAVCIYA AĞIR SUÇLAMA 


25 Ekim 2008 06:59

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'na Anayasa Mahkemesi'nden ağır suçlama. 

Anayasa Mahkemesi: Başsavcı Tahrifat yapmış 

Anayasa Mahkemesi kararında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın kapatma istemine gösterdiği 400’ü aşkın kanıttan bir bölümünün gazete veya internetteki halinden farklılaştırıldığı, eksik ya da parçalı aktarıldığı vurgulandı 

“Odak” yapan 30 eylem 

AKP’nin “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiği”ne, ancak eylemlerin ağırlığının kapatma yerine Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımını gerektirdiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi, AKP’ye yol haritası çizdiği gerekçeli kararında, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’yı “tahrifat yapmak”la suçladı. İddianamede, Yalçınkaya’nın kapatma istemine gösterdiği 400’ü aşkın kanıttan bir bölümünün gazete veya internetteki halinden farklılaştırıldığı, eksik ya da parçalı aktarıldığı vurgulanırken, AKP’nin odak sayılmasına türban, Kuran kursları ve imam hatiplerle ilgili 30 eylemin neden olduğu kaydedildi. Kararda “Dinsel duyguların siyasal mücadele aracı haline getirilmesi laiklikle bağdaşmaz” denildi. 
Resmi Gazete’de yayımlanan gerekçeli kararda, Yalçınkaya’nın iddianamesinde yer alan 400’ü aşkın delilden sadece 30’unun değerlendirmeye esas alındığı belirtildi. 
Başsavcılığın gösterdiği diğer delillerin tasnif dışı bırakılmasının nedenleri şöyle açıklandı: 
- Öznel yorumlardan oluşması ve iddianamede yer almayan kitapların esas alınarak düzenlenmesi. (Ergenekon sanıklarından Ergun Poyraz’ın Patlak Ampul kitabı vs.) 
- Bir kısmının yalnızca belirli bir yayın politikası olan gazete veya internet sitelerinde yer aldığı, ses ve görüntü kaydıyla desteklenmediği, karşıt gazete ya da sitelerde yer almadığı. 
- Bir kısmının parti tarafından kabul edilmediği. 
- Bir kısmının gazete veya internet sitelerinde yer aldığından farklılaştırılmış biçimde iddianameye alındığı ya da eksik ve parçalı aktarılmış olduğu. 
- Bir kısmının vaki olmadığı ya da sübut bulmadığı. 
- Bir kısmının ifade özgürlüğü kapsamında olduğu. 

Mahkeme, AKP’nin “odak” sayılmasına yol açan 30 eylemi de şöyle sıraladı: 
- Erdoğan’ın 12 ayrı açıklaması: 
1- Kişiler laik olmaz. 
2- Laiklik din olursa, aynı anda Müslüman olunamaz. 
3- Tommiks - Teksas okumaya kimse mani olmuyor, ama kendi kitabını öğrenmesine niye mani oluyoruz? Benim tezgâhımdan geçmiş olanların ülkeme ne zararı var ki? (Türban konusunda) tayming önemli. 
4- Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım. 
5- Başörtüsü sorununun Kopenhag kriterleriyle açıklanması nasıl olur, merak     ediyorum. 
6- Kızlarım başlarını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı. 
7- Benim kızlarım ABD’de okuyor. Burada o özgürlük anlayışı var. 
8- Eşim başörtülü, Başbakanlık Konutu’nda takabiliyor. 
    Karşıda (Cumhurbaşkanlığı) takamıyor. 
9- (Türban) konusunda söz söyleme hakkı din ulemasınındır. 
10- Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. Ölümün nerede ne zaman geleceği belli mi? (Danıştay 2. Daire’nin türban kararı için) 
11- Velev ki siyasi simge... 
12- (Cumhuriyet mitingleri için) Gerilim taraftarı olsam, o meydanlara 10 katını biz toplarız. 

Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç: 

1- “Devlet dini inançların yaşanmasını engelliyor” sözleri. 
2- “Sivil, dindar, demokrat cumhurbaşkanı istiyorum” açıklaması. 

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik: 

1- İmam hatip lisesi mezunlarının katsayı engelini aşmak için yasal değişiklik çalışması yapması. 
2- (Erdoğan’ın ulema açıklaması için) “Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamaz” sözleri. 

AKP kurucularından Cüneyd Zapsu

1- “Korkulan ne şeriat? 700 sene Osmanlı şeriatla idare edilmiştir” sözleri. 
2- “Türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar demekten farksızdır” açıklaması. 
AKP Milletvekili İrfan Gündüz’ün “Türban konusunda Anayasa Mahkemesi fetva veren bir kurum mu” sözleri. 

AKP Milletvekili Mehmet Çiçek’in “Türban tartışmasının çözümüne muhatap Din İşleri Yüksek Kurulu’dur” açıklaması. 
AKP Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın “Devrim ya kırmızıdır ya yeşildir. Ben yeşilden yanayım” sözleri. 
Eski AKP milletvekili Resul Tosun’un “Oligarşik kurumların direnci toplumsal taleple kırılacaktır” sözleri. 

- Danıştay 2. Daire’nin türban kararı konusunda AKP Milletvekili Selami Uzun’un “Ancak dehşet denebilir” sözleri.
- Aynı konuda AKP Milletvekili Hasan Kara’nın “Böyle bir karar infiale neden olur” açıklaması. 
- Dinar Belediye Başkanı Mustafa Tarlacı’nın ramazan ayında 8 camide teravih namazı kıldırması. 
- Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın “Başörtülü bir kadın da belediye başkanı olabilmeli” açıklaması. 
- MEB Merkezi Sınav Yönetmeliği’nden sınavlara başı açık gelinmesi koşulunun çıkarılması. 
- MEB Açık Öğretim Lisesi Yönetmeliği’ne, imam hatiplilere çifte diploma verilmesi yolunun açılması. 
- Alanya’da açık lise sınavlarına türbanla girilmesine izin veren müdürü rapor eden 3 öğretmen hakkında soruşturma açılması. 
- Üniversitelerdeki türban yasağını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliği. 

12 İsim Yasaklanacaktı 

Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması kararı vermesi halinde, Başbakan Erdoğan, Arınç, Çelik, Gündüz, Çiçek, Çalışkan, Uzun, Kara, Zapsu, Tosun, Balaman ve Tarlacı’ya 5 yıl süreyle siyaset yasağı konulacaktı. 

AKP’ye Yol Haritası 

Kararda, bir oyla kapatılmaktan kurtulan AKP’ye şu uyarılarda bulunuldu: 
- Laikliği reddeden düzenlemeler demokratik değildir. 
- Siyasi partiler dinsel özgürlük talepleri konusunda politika geliştirebilir, ancak dinsel duyguları siyasal mücadele aracı haline getirerek ayrışmalara yol açmaları laiklikle bağdaşmaz. 
- Dinsellik sadece siyasal mücadelede üstünlük sağlıyor diye siyasal alanda gerektiğinden fazla yer alamaz. Aksi durum, siyasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açar. Bu sakınca, iktidarı kullanan parti söz konusu olduğunda daha da artar. 
- AKP başörtüsü yasağını, Kuran kurslarındaki yaş sınırını, imam hatiplerin katsayı sorunu konularındaki siyasal mücadeleyi laikliğe uygun yürütmemiştir. 
Ayrışma ve gerginlik yaratacak biçimde siyasetin temel sorunu haline getirilmiş, dinsel duyarlılıklar yalın siyasal çıkar amacıyla araçsallaştırılmıştır. 
Diğer sorunların siyasetin gündemine gelmesi güçleşmiştir. 
- Ülkeyi tek başına yönetme sorumluluğu, sadece kendi tabanına yönelik kullanılamaz. 
- Siyasal çözümlerin, mümkün olan en fazla uzlaşıyı sağlaması gereklidir. 
- Basın özgürlüğü, demokratik siyasal iradenin ortaya çıkmasının güvencesidir. 
- Çoğunluğun, azınlıkların özgürlüklerini korumayı kabullenmesi zorunludur. 

Kapatma Kriterleri 

Karara göre, “odak” haline gelen partiler, “demokratik ilkelere aykırı bir amaç taşıması, şiddeti teşvik etmesi, özgürlükleri yok etme amacı taşıması, bu konularda açık ve yakın tehlike oluşturması” halinde kapatılacak. 
Odak haline gelen partilere uygulanacak yaptırım belirlenirken şu kriterlere de bakılacak: 
- Laikliğe aykırı eylemlerin toplumsal tahammülün ötesine taşıp taşmadığı. 
- Çoğunluğa hâkim olabilecek aşırı endişe, kaygı ve belirsizlik. 
- İdeolojik tercihlerin öncelik kazandığı kamu hizmeti anlayışı. 
- Anayasal güvencesizlik yaratılması. 
- Eylemlerin şiddet çağrısı içermese de tahrik, dayatma ve demokratik teamüllerle bağdaşmaz nitelikte olup olmaması. 
- Eylemlerin düşünce özgürlüğü kapsamında olup olmadığı. 
- Odaklaşmaya yol açan eylemlerin partinin temel politikasını belirleyecek ağırlıkta olup olmadığı. 

Kurtaran İçtihatlar 

Kararda, AKP’nin “google iddianamesi” şeklinde eleştirdiği iddianameye yönelik tartışmalara nokta konuldu. Kapatma davalarında parti lehine olan delillerin de 
inceleneceği karar altına alınarak, AKP’ye kapatma yerine Hazine yardımından yoksun bırakma yaptırımının uygulanmasının yolu açıldı. Böylece AKP’nin amaçları araştırılırken, AB ve kadın odaklı politikaları da göz önüne alındı. Kararla ortaya çıkan içtihatlar şöyle: 
- Gazete ya da internetten haber ve yorum biçimindeki belgelerin tek başına kanıt niteliği yoktur. 
- Bu haberler, farklı ve karşıt yayın organlarında aynı biçimde yer alıyor ve ifade sahibi ya da parti tarafından reddedilmiyorsa kanıt olarak değerlendirilir. Kuşkudan uzak kanıt yoksa ve beyanların doğruluğu parti savunmasından anlaşılamamışsa, haberler kanıt sayılmaz. 
- Milletvekillerinin Meclis’teki beyan ve eylemlerinde demokratik düzeni ortadan kaldırma amacı açıkça saptanabiliyorsa, bu eylemler parti kapatma davalarında gözetilir. 
- Parti kurulmadan önce yapılan eylemler, parti kapatma davasında gözetilmez. 
- Kapatma davalarında sadece lehte değil, aleyhte deliller de değerlendirilir. 
- Kanıtların “odak” kriteri sayılması için 11 üyeli mahkemenin en az 7 üyesince kabulü gerekir. (Bu nedenle çok sayıda delil 6 oyla tasnif dışı kaldı.) 

aktif haber 

***

28 Eylül 2017 Perşembe

AKP – Gülen Çekişmesinin Arka Planı ; AKP-CEMAAT MÜCADELESİ .,




AKP-CEMAAT MÜCADELESİ .,  

AKP – Gülen Çekişmesinin Arka Planı ;






















AKP-CEMAAT MÜCADELESİ ., Doç.Dr.Sait YILMAZ



Gülen Cemaati ile Erdoğan arasındaki ipleri kopartan gelişme, 2011 seçimleri sonrası cemaatin 6-7 bakanlık istediğine Erdoğan’ın olumlu karşılık vermemesi oldu. EGM içinde hâkim olan cemaat, KCK operasyonları ile aslında pek de ilgisi olmayan hükümetin adamı pek çok kişiyi de hapse soktu. KCK taşının altından da çıkan Hakan Fidan nedeni ile başı sıkışan Erdoğan kılıcı çekti ve EGM içindeki cemaat uzantısı önce 3.200, daha sonra 1.600 kişiyi tayin etti. Bununla beraber EGM istihbarat ile narkotik ve mali dairelerin de hala etkin olan cemaat, hukuk sisteminde dokunulamayan savcıları ile birlikte kendi operasyonlarını yapabilme kabiliyetine sahiptir. Erdoğan tasfiye ettiği polisler ise bugün il ve ilçelerde yani yerelde cemaatin uzantıları oldular. Son operasyonlar ise Erdoğan’ın cemaatin para ve insan devşirme kaynağı olan dershanelerin kapatılmasına yönelik inadından kaynaklandı gibi gözükse de arkasında iç ve dış hesapların yapıldığı ve hedefte Erdoğan’ın olduğu bir satranç oyunu başladı. Erdoğan’ı destekleyen dini grupların durumu pekiyi değilken, Gülen kurduğu dershane ağı ile en niteliksiz insanını bile çaycı yaparak kadrosunu güçlü ve kendine bağlı tutabiliyor. Türkiye’deki hukuk sistemi ve EGM içindeki uzantıları temizlenmedikçe cemaat bürokrasisi çökmeyecektir. Cemaatin hesabı yakın zamana kadar Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ve parti aygıtının elinden çıkması ile cemaatin tüm kontrolü ele geçirmesi idi. Bunun farkına varan Erdoğan, Numan Kurtulmuş’u yerine hazırlamak, Başkanlık sistemini getirerek hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan olarak yetkileri elinde toplamak istedi. İkisi de ABD projesi olan AKP ve Gülen Cemaati arasındaki mücadeleyi anlamak için biraz sabırla okuyarak, kökleri 11. yüzyıla kadar Nakşibendilik ve Kadirilik arasındaki rekabeti anlamakla işe başlamalıyız.
Türkiye’de Tarikat ve Cemaatler
Bir bütün olarak irtica; (din devleti kurmak isteyen) Siyasal İslâm, (onların kaynağını teşkil eden) cemaat ve tarikatlar ile (silahlı terör yoluna sapan) radikal İslamcılar olarak tasnif edilmelidir. Siyasal İslâm’ı temsil edenler daha kalabalık ve daha ılımlı bir ideolojik eğilime sahiptir. Bunların saflarında daha çok Müslüman aydınlar, İslamcı siyasi partiler ve tarikatlar bulunmaktadır. Mezhep ve tarikat kavramları sık sık karıştırılır. Mezhep; gitmek, izlemek, gidilen yol demektir. Kur’anı Kerim’de mezhep veya tarikat diye bir kavram yoktur. Mezhepler dört halife döneminden sonra Kur’anı Kerim’in farklı yorumlarından ortaya çıkmıştır. Tarikat, Tanrı’ya ulaşma yollarından biridir. Nerede olursa olsun, her din, tarikatlarla doludur. Tarikata (yola) giren kimseler (mürid) ve yolda ilerleyenler (salik) tasavvuf öğretisinin esaslarını yaptıkları pratiklerle (zikir, tefekkür, rabıta, murakabe, nafile ibadetler vs.) icra ederler. Müslümanlıkta 8. yüzyılın sonlarına kadar tarikat ve tasavvuf adlı herhangi bir kurum yoktu. M.S. 8. yüzyıldan itibaren Harezm, Maveraünnehir ve Fergana bölgesinde Türkler, İslam’ın Sünni yorumu ile karşılaştılar, Hanefilik ve Maturidilik mezheplerini kabul ettiler. Öte yandan hayvan sürülerinin ardından sürekli yer değiştiren ve okuma-yazma bilmeyen Türkler arasında ise farklı bir İslam gelişti. Bu İslam’ı göçebe Türk toplulukları içinde Ahmed Yesevi’den önce ve onun zamanında yaşamış isimlerini bilemediğimiz sufiler yaymıştı. İslam’ın bu yorumu 11. yüzyılda Orta Asya’daki Türkler arasında daha çok tasavvufi tarikatlar içinde gelişirken, Türkmen göçleriyle Anadolu’ya geldi.
İslam tasavvufu Kur’an ayetlerinin birbirinin içine geçmiş muhkem (manası açık) ve müteşabih (manası açık olmayan) ayetlerden kaynaklandı. Muhkem ayetlere bakarak mezhepler, müteşabih ayetlere bakarak da tarikatlar ortaya çıktı. Yozlaşmamış bir tarikatın tekkesi aynı zamanda çok yönlü bir eğitim kurumu niteliğindeydi. Buralarda müritler çeşitli din bilimleri, sanat ve meslek eğitimi, iş ahlakı, görgü kuralları gibi konularda eğitilirlerdi. İslam dünyasında sayıları yüzleri bulan ve çoğu çeşitli kollara ayrılmış tarikatların sayısı belirsizdir ve her zaman yeni bir tarikat ortaya çıkabilir. 18. yüzyıla gelindiğinde tarikatlar neredeyse Türkiye’deki hemen her şehir ve köyde kendine yer edinmiş, mesleki ve toplumsal hayata egemen hale gelmişlerdi. Tarikatlar ve tekkeler, yozlaşana kadar, birer avunma-dayanışma, acılara ve güçlüklere bir arada göğüs germe yuvalarıydı. Tanzimat’ın başında pek fazla sesini çıkaramayan tarikatlar Sultan 2. Abdülhamit’in dini yanlarından faydalanarak öne çıkmış, Sultan’ın İslam politikası içinde rolleri abartılmıştı. Nakşibendîler, hilafetin ve şeriatın hâkimiyetinden her türlü sapmaya sistemli olarak karşı çıkıyorlardı. Atatürk Eylül 1925’de tarikatları kaldırdı, tekke ve zaviyeleri kapattı. Ancak, yasak olmasına rağmen, bir gericilik, sömürme, nüfuz sağlama aracı olarak tarikatlar, halkın bir kesimini kendine bağlamak, bir sınıf haline getirip bağnazlaştırmak için kullanılmaya devam etmektedir.
Namaz kılmak ya da mevlit dinlemek için bir araya gelmiş kişilerden oluşan topluluğa ‘cemaat’ denir. Kökleri çok eskiye dayanan tarikatların çizgisinden geldiğini iddia eden pek çok cemaat vardır. Sık sık kendi içlerinde bölünmektedir. Örneğin Nakşibendî tarikatı ile diğer Nurculuk cemaatleri kendi içlerinden çıkan Fethullah GÜLEN cemaati ile içten içe mücadele halindedir. Türkiye’de cemaatlerin bazılarının siyasetle çok yakın bağları varken, bazıları politikayla ilgilenmemektedir. Ancak tüm Türkiye’nin her bölgesinde günlük hayatı ve insan ilişkilerini etkilemektedirler. Said-i Nursi’nin (1873-1960) kuruculuğunu yaptığı Nurculuğun Türkiye’deki kolları şu şekilde sıralanabilir; Fethullah Gülen Grubu, Meşveret Grubu (Mustafa Sungur grubu, Mehmet Kırkıncı Grubu, Mehmet Kurdoğlu Grubu), Yeni Asya Grubu, Med-Zehra Grubu, Acz-i Mendi Grubu. Bu gruplar arasında özellikle Fethullah Gülen grubu faaliyetleri ile ön plana çıkmıştır. Türkiye’nin en büyük tarikatı olan ve sayıları oldukça çoğalan, arkasındaki iktidar desteği ile başta sermaye ve medya olmak üzere her alana el atan Nakşibendîlerin Sünni Kürtler ile arasında güçlü bir bağ vardır.

Nakşibendiliğe, günümüzde dört cemaat bağlıdır; İskenderpaşa Cemaati, Erenköy Cemaati, İsmail Ağa Cemaati ve Adıyaman Menzil Dergâhı. Kadiri tarikatının en belirgin ismi Hacı Muharrem Hilmi’nin 1964 yılında ölmesi üzerine tarikat mensupları dağılmışlardır. Birbirinden bağımsız hareket eden birçok şeyhin bulunduğu gruplar arasında en etkin olanını Haydar Baş’ın etrafında toplanan grubun olduğu bilinmektedir. Kadiri Tarikatının kolları; Muhammediye, Galibiler, İcmalciler ve Tillocular’dır.
Tarikat ve Cemaatlerin Gelişmesi
Türkiye’de iki kutuplu bir din çekişmesi yaşanmaktadır. Birinci grupta Melamiler, Nakşiler ve Bektaşiler, ikincide ise Kadiriler, Yeseviler ve Mevleviler bulunmaktadır. Bunlar birbirlerinin mezarlıklarına bile gitmezler. Nakşibendilik ve Kadirilik tarikatlarının kökeni 11. yüzyıla kadar geri gider. Nakşibendiliğin kurucusu Abdulhalik Gücdevani (Ölümü 1119) ve Kadiriliğin kurucusu Abdülkadir Geylani (1077-1166), Yusuf Hemedani’nin (1048-1140) öğrencisi idi.

Aralarındaki rekabetin başlama nedeni Kur’an tefsiri yazma konusundaki farklı düşünceler idi. Nakşibendilik, Türkistan’da yaşayan ve Türk Mutasavvıfı Ahmed Yesevi’nin talebesi olan Muhammed Bahaüddin Nakşibend (1318-1389) tarafından kuruldu. Türk toplulukları arasında gelişen tarikatın 1850 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki en güçlü olan kolu, Nakşibendiliğin Halidiye kolunun temsilcisi Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi idi. Nakşibendilik, aşırı tapım ve gizli zikir (zikr-i hafi) ile Tanrı gerçeklerine ulaşım amacı güder. Daha açık bir deyişle, bu tarikatta zikir (Tanrı adını anma) içten ve sessizce yapılır. Geceleyin tek başına, temiz giysiler içinde, yüksek sesle olmaksızın belli sayıda ‘Allah’ denir. Tarikata beş bin tespih çekmekle girilir. Nakşibendilik, Türkiye’de en etkin tarikatlar arasındadır. 1930 Menemen isyanını müteakip Nakşibendîlerin lideri Şeyh Mehmet Esat ve yardımcıları mahkemeye çıkarıldı. Şeyh hapishane revirinde öldü, en büyük oğlu idam edildi. Nakşibendîler, 1940’ların
sonuna doğru canlandılar, ancak 20 yıl boyunca sessiz ve derinden giderek üniversite profesörleri, devlet memurları ve serbest meslek sahiplerini de aralarına alarak sayılarını artırdılar. Çok partili hayata geçiş ile birlikte DP’nin demokrasi düzeni başta Said-i Nursi ve Süleymancılar olmak üzere çeşitli cemaatlerin serbest dolaşımına imkân vermişti. 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlükçü ortam içinde 1970'li yıllarda, Türkiye’deki derneklerin % 60'ı dinci derneklerdi. 1973 yılında İmam Hatip okullarının liselere denklik alması ve üniversitelere gidebilmesi en büyük kazanımları oldu. Böylece, kırsal ve taşra kesiminden kentlere doğru ilerlemeye başlayan İslamcı kesim, 1970'li yıllardan itibaren gençliğe büyük yatırım yaptı. 12 Eylül 1980 sonrasında, İslami kesimde dergiler dönemi başladı, neredeyse her tarikatın, dergâhın, cemaatin dergisi vardı. 1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak "Akyazılı" Vakfı kurdurulan Fethullah Gülen, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak Masonik merkezlere yaklaştı. Dünya'ya hükmeden, çok gizli ve kirli işler çeviren karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına takıldı. Gülen’e göre, 12 Eylül 1980’de asker tam zamanında yetişmeseydi, ‘Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı.’ MSP’nin yükselişi ile Nakşibendîlerin sesi duyulmaya başlandı. 1980’lerde Anavatan Partisi içinde Nakşibendîler politika ve ekonomi içinde etkili olma imkânı buldular. 1980'li yılların sonuna doğru ve 1990'lı yıllarda, çok daha aktif bir siyasî hareketliliğe girdiler. Artık yalnız siyasî parti değil; dernekler, vakıflar yoluyla çok daha rahat bir para akışına kavuştular, eğitim amaçlı çalışmalar yaptılar.
1990’lardan itibaren, Türkiye’de Alevilik diğer bir kutba çekilirken, Sünnilik de siyasal İslam ile birlikte gittikçe Araplaşmaya başladı. 1990’lı yıllarda, “İslam” dergisinden kopanlar (Zahid Akman, Fehmi Koru vd.) milletvekili oldular, şirket kurdular, zengin oldular, ünlendiler. Bugün ise, köktenci İslam dergileri, gazeteleri, radyoları, televizyonları ve diğer iletişim araçları kestirilmesi güç bir boyuta ulaşmıştır. Türkiye’de irtica iki hedefe yöneliktir; devlet yapısı ve toplum. Devleti ele geçirmenin birinci koşulu toplumu ‘cemaatleştirmektir’. Bu süreçte, siyasal iktidarı da sağlayacak partileşmekten camileri ele geçirmeye, medyalaşmaktan şirketleşmeye kadar her yönteme başvurmaktadırlar. İrtica’nın hedefi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Atatürk’ün öngördüğü milliyetçilik anlayışına bağlı demokratik, laik ve sosyal hukuk düzenini yıkmaktır. Siyasal İslam’ın stratejisi, devlet aygıtını eline geçirerek ve elinde tutarak ülkenin tüm kurumları ile dönüşümünü sağlamaktır.
Onlara taban teşkil eden cemaat ve tarikatların ortak strateji ise tebliğ, cemaatleşme ve cihat’tır. Mısır’da Müslüman Kardeşler, Almanya’da Süleymancılar ve İspanya’da Opus Dei aynı yılda 1928’de kuruldular. Bunların stratejileri de aynı idi; diğer ülkelerde okullar ve hastaneler açarak, çocukları yetiştirip devlete sızmak.
Müslümanlık öğeleriyle çatışan birçok unsuru bulunan ve bir çeşit din olarak nitelenen Nurculuk, 20. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da kurulmaya çalışılmıştır.
Amacı Nakşibendîliğe dayanan dinsel bir devlet kurmaktır. AKP’nin 2002 seçimlerini kazanmasında cemaat ve tarikatların büyük katkısı oldu. Milletvekilleri yerel olarak bunların arasındaki pazarlıklarla belirlendi. Bunların bir kısmı Nurcu olduğu gibi içlerinde Kürtçü ve millici olanlar da vardı. Bugünleri göremeyen Erdoğan, bu gruplardan uzun süre istifade etti. AKP – Gülen Çekişmesinin Arka Planı ; Türkiye’de iki kutuplu din çekişmesinden ayrı olarak Nakşilerin içinde Başbakan’ın ve bugünkü iktidara yakın olan kişilerin dâhil olduğu İskender Paşa Cemaati ile Gülen’in Nur Cemaati arasında ideolojik çekişme vardır. İdeolojik çekişmenin temelinde de Said-i Nursi’nin (bazılarına göre Said-i Kürdi) nasıl kabul edildiğine ilişkin görüş ayrılığı vardır. Said-i Kürdi ise Nurs denen yerde doğduğu ve bu yüzden Nursi soyadı takındığı, ‘nur’ sözünden kuvvet alarak bu ayetle kendisinin müjdelendiğini, Allah’ın nuru olduğunu iddia etmiştir. Said-i Nursi’nin 14 risalesinin içeriği öğrencilerine yazdıkları mektuplar, Kur’an tefsirleri (bitmemiş) ve çağın sorunlarına kendince verdiği cevapları içermektedir. Nakşi olan Said-i Nursi (1878-1960), yazmakta olduğu Kur’an tefsirlerinin yarısını bitirdikten sonra Abdülkadir Geylani’nin “Fut-Ül Rabbani” adlı eserini okur ve Nakşibendiliği bırakıp, Kadiriliğe geçer. Bunun nedenini de 14 Nur Risalesinden Tasdik-i Gayri isimli ciltte uzun uzun anlatır. Bu geçişten sonra Kur’an tefsiri yazmayı bırakır. Bunun üzerine Nakşiler ve bir kısım Nurcu gruplar Said-i Nursi’yi takip ederken, Erzurum’daki Mehmet Kırkıncı grubu ve hemşerisi Gülen ayrı bir yol izledi. Diğer gruplar bunlara cephe alıp, aralarından atarken, Kırkıncı Gülen’i Komünizmle Mücadele Derneği’ne üye yaptı. Fethullah Gülen’in en büyük düşmanı Erbakan oldu. 1980 sonrası Türk soluna karşı alternatif oluşturmak isteyen Kenan Evren, Gülen’i ABD’ye takdim etti.
Bu dönemde Gülen’in vaaz kasetlerini Genelkurmay Başkanlığı çoğaltıp, dağıtıyordu. Gülen’in daha sonra Dinler Arası Diyalog Projesi’ni başlatması diğer gruplarla bağlarını iyice koparttı ve “diyalogcu” diye anılmaya başlandı.
Fethullah Gülen, cemaatinin kendi eserleri olmadığı için Said-i Nursi’nin eserlerini temel alır. Gülen gurubu hem Nakşi hem Nurcudur. Ancak, Said-i Nursi’nin Kadiriliğe döndüğü gerçeğini saklarlar. Çünkü Kadirilik ticaretin önünde engel olarak görülmektedir. Said-i Nursi’nin eserlerine sahip çıkmanın gerekçesi ise onun eserinin tamamlanmamış olması nedeni ile istedikleri gibi artırma ya da azaltma yapabilmeleridir. Özetle, Başbakan’ın dâhil olduğu İskender Paşa Cemaati de Gülen grubu da Nakşi olmakla birlikte, Kadiriliği ret bakımından ayrı düşmekte, birbirleri ile çekişmektedirler. Nakşilik ile Kadirilik arasında yukarıda anlatıldığı gibi bin yıldır süren bir çekişme var, ancak Kadirilik bugün etkinliğini yitirmiştir. Gülen grubu, Nakşi usule göre ibadet ve örgütlenme yapmaktadır. Hükümet içinde Gülen grubundan Hüseyin Çelik ismi öne çıkmaktadır. Abdullah Gül, Gülen grubundan olmamakla birlikte onlara yakındır. Gülen grubu bürokraside etkin olmaya önem verir.
İktidarda olan ve bugüne kadar Üç başbakan (Özal, Erbakan ve Erdoğan) çıkarmış olan İskender Paşa cemaati ise siyasette etkin olma peşindedir. Şu anda ideolojik mücadeleden ziyade iktidarı ele tutma/ele geçirme ve ülke sermayesinin paylaşımı konusunda gittikçe açık ve birbirini yok etmeye yönelik hale gelen bir çekişme yaşanmaktadır. Nakşiler MÜSİAD, Gülenciler ise önce İŞHAD, daha sonra onu da içine alan TUSCON ile ekonomik güç olmaya başladılar.
Sermaye çekişmesi MÜSİAD ve cemaatin TUSCON’u üzerinden yürümekte, hükümet MÜSİAD’ı büyütmeye çalışmaktadır.
Hükümete yönelik yolsuzluk soruşturmaları gibi Ergenekon, KCK ve Hakan Fidan’a yönelik operasyonlarının arkasında da Gülen Cemaati vardır. 2008’de partisi kapanma korkusu yaşayan Erdoğan, ABD ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde dış politikada ve Kürt meselesinde esaslı değişikliklere giderken askerlere karşı düzenlenen komplolarda cemaatin yaptıklarına ses çıkarmadı. Ancak, gelişmeler kontrolden çıkıp, Erdoğan ve ekibinin de suyu ısınmaya başlayınca hükümetin tavrı değişti. Hükümet, bu davaları özel yetkili mahkemeler ile sınırlı tutarak, tertiplerin yükünü cemaatin sırtına yükledi. Cemaatin, Türkiye içinde Ergenekon tertibini yapacak kapasitesi yoktu. Bu kapasite desteği ve yönlendirme ABD tarafından sağlandı. Öte yandan ABD’den Kürt devletini kurma görevi alan hükümet, bunun alt yapısını MİT ile hazırlamaya başladı. 2008’den itibaren medyaya terörle mücadelede askeri yönden başarısız olunduğu, barışçı ve silahsız çözüm mesajları pompalanmaya başlandı. Mademki Kürt devleti kurulacaktı bunu biz kendi elimizle kurmalıydık. Böylece KCK’nın kurulması ve gelişmesinde MİT etkin bir rol aldı ve KCK adı 2010 yılına kadar resmi raporlara sokulmadı. Ancak, Kürtlerle de ideolojik çekişme içinde olan Cemaat Kürt açılımına karşı çıktı.
Bu çekişmenin temelinde de Gülen Cemaati’nin Said-i Nursi’nin Kürt olduğunu kabul etmemesi yatmaktadır. KCK operasyonlarını başlatan Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) içindeki cemaat uzantıları, ulaştıkları bilgilerle içindeki MİT ajanlarının ve başbakanın sır küpü olan Hakan Fidan’ın altını oymaya başladılar. Sonuç; AKP-Gülen Çekişmesi Türkiye İçin Bir Fırsat Olabilir; Erdoğan gibi cemaatten şikâyetçi diğer kişi ise kankası Öcalan’dır. Öcalan, Kandil’e yazdığı mektuplarda sık sık cemaatin kurduğu, kendi tanımı ile “Paralel Devlet”e atıf yapmakta ve cemaatin sözde barış sürecine engel olmasının ötesinde yurt içi yurt dışında örgüte yönelik komplolara giriştiğinden şikâyet etmektedir. Basına yansıyan operasyonlar bir yandan AKP’nin içine düştüğü yolsuzluk batağını ve çürümüşlüğü, diğer yandan devlet içinde oluşan diğer devletin gücünü göstermektedir. AKP’nin beslediği liberal kesim çıkar kavgasına düşmüş ve doymamaktadır. Bu paranın kaynağı kara para olduğu için her şey ortaya saçıldı. Öte yandan, uzun zamandır ABD ile Erdoğan arasındaki uçurum o kadar belli idi ki, Erdoğan, Putin’e bizi Şangay İşbirliği Örgütü’ne alın diyerek, NATO’nun karşıtı olan bu örgüte ekonomik bir örgüt sanarak sarılmak istiyordu. 77 yılda Türkiye gelen yabancı para 20 milyar dolar iken 2002’den sonra her yıl Türkiye’ye 20 milyar dolar girdi ve böylece her yıl %5 civarında bir büyüme sağlandı. 600 milyar dolardan fazla borcu olan, üretimin %70’inden fazlasının yabancılar tarafından yapıldığı, borsanın %95 yabancı paralarla döndüğü Türkiye’de Merkez Bankası’nın 130 milyar dolar rezervi çok fazla önem arz etmemektedir. Bugün yabancıların hazır parasında sona gelindi, Kemal Derviş ABD’den gene kıpırdamaya başladı. Katar’dan istenen para olmadı, umut bağlanan Irak’ın kuzeyindeki petrol anlaşmasına ise ABD ve Maliki yönetimi engel oldu. ABD, iç ve dış politikada hüsrana uğrayan Erdoğan’ın işini bitirmek istiyor. Gülen okullarına baskın düzenleyen ABD, hem Türkiye’deki operasyonları tetikledi hem Gülen’i de baskı altına aldı. Erdoğan boşuna Halk Bankası üzerinden vurulmuyor. Halk Bankası, Irak’ın kuzeyine verilen ihalelerin ve İran’a uygulanması istenen yaptırımlara rağmen para transferlerinin yapıldığı bankadır. Erdoğan’ın köşke çıkması ile sırları ortaya saçılacak ve orada da çok uzun süre kalamayacaktır. Öte yandan cemaatin başbakanlık için düşündüğü isim öteden beri Abdullah Gül olagelmiştir. Erdoğan ile Gül arasında, cemaate yakın olması ve Batı ile daha yakın ilişkileri nedeni ile kişisel sorunlar vardır. EGM’yi istediği gibi kullanmayan Erdoğan, bu süreçte askerlere yakınlaşmakta, hatta Jandarma istihbaratından destek almaktadır. Türkiye’nin en önemli sorunu önce cemaatten sonra Erdoğan’dan kurtulmaktır. Önümüzde kaset savaşları ve muhafazakâr kesimde yeni partileşme gayretleri bizi beklemektedir. Cemaat yeni partinin başına Abdullah Gül’ü düşünmektedir. Kendilerine yakın buldukları küçük siyasi partiler ve gruplar ile temaslara başladılar bile. Sağlık sorunları nedeni ile çok yaşamayacağı belli olan Gülen’in yerini ise Hüseyin Gülerce alacaktır. Erdoğan da hastadır, kendi zengin ettiği liberal kesimin desteğini kesmesi ile oldukça yalnızlaşmıştır. AKP ise gittikçe ANAP’laşacak ve küçülecek tir. Erdoğan, cemaat ve Kürtçülerle olan stratejik ittifakında bir sona gelmektedir. Gelinen aşama Türkiye’de yeni ve sağlıklı dengelerin kurulmasına, dış güçlerin ellerinin kırılmasına bir vesile olabilir. Bu yüzden Erdoğan’ın Türk toplumunun ulusalcı ve milliyetçi kesimlerini görmezden gelmeyi artık bir kenara bırakarak, yeni ve milli bir barışın önünü açması en doğru yol olacaktır. Yabancı yol haritalarına göre değil ülke çıkarlarına göre iç ve dış politikaların yürütüldüğü, komploların olmadığı ve hukukun gerçekten üstün tutulduğu bir ülkeyi hepimiz özledik.

Bunu kendi içimizde bir an önce başarmalıyız.
Yoksa bu gemide hep birlikte Batacağız. @DocDrSaitYilmaz ***