Orhan Bursalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Orhan Bursalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2020 Cuma

Mit’in Tır Filosu

Mit’in Tır Filosu

Orhan Bursalı.,
21 OCAK 2014

Önceki gün Adana-Gaziantep-Hatay hattında, Suriye’ye sefer halinde MİT TIR’ları olayı yaşandı. Kimisi arandı, silah ve mühimmat çıktı; kimisi aranamadı, MİT “Bu TIR’lar bizim” dedi: “Devlet sırrı, arama yapamazsınız...” Bilinen o ki, RTE iktidarı MİT’i kullanarak Suriye’ye durmadan, TIR konvoyları halinde silah sevkıyatı yapıyor. RTE’nin sesi Yeni Şafak, “Suriyeli muhaliflere yardım götüren MİT TIR’larını deşifre etti” diyerek Cemaate yüklendi ve ekledi: “Bunun adı vatanda ihanet...” 
Yoo hayır, İktidar-Cemaat kapışmasına girmeyeceğim. Derdim başka: İktidar, fiili olarak Suriye savaşının içinde. Bu silahları kimlere sevk ettiği konusunda bir bilgi yok. El Nusra’cılara mı? Özgür Suriye Ordusu’na mı? Orada yüzlerce grup var.. Ama bunun adı, Suriye iç savaşına fiili müdahaledir. İlan edilmemiş bir gizli müdahale.. Bu suçtur... Savaş ilan etsen, neyse.. Propaganda şefi H. Çelik “TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” bile dedi.. Ama silah ihbarı varsa, yasaları, savcıları ilgilendirir...

Türkiye yasasız masasız bir ülke olduğu için Çelik haklıdır! Bugüne kadar Türkiye tarihinde görülmemiş olaylar gerçekleşiyor; savcı emrini polis, “kanıt göster” diye yerine getirmiyor! Anayasanın askıya alındığı ülkede, tabii ki TIR’larda ne olduğu “kimseyi ilgilendirmez”... 

***
Ama, bu konu uluslararası camiayı, uluslararası hukuku ilgilendirir, farkında değil mi?
Suriye ve Irak’ta İslami kılıklı köktendinci cinayet şebekeleri güçlenir ve ülkeleri parçalayıp küçük devletler kurmaya yeltenirken, dünya Suriye’de ‘barış’ arıyor, Cenevre Konferansı düzenliyor, Esad’ı “ehvenişer” kabul ediyor... Ankara ise hâlâ savaş kışkırtıcılığı yapıyor. TIR’lar bunun delili... 

***
Bu arada “kimyasal silah”la Suriye’de yapılan katliam çözümlemesi de adım adım gelişiyor...

Arşive indim küçük bir tarama yaptım, eylül başlarına kadar... 21 Ağustos 2013’te Şam yakınlarında kimyasal silah saldırısı yapıldı... 1500 civarında sessiz sedasız ölüm. 

Ankara hemen ve derhal zil çalıp oynamaya başladı: Davutoğlu, Obama’nın ilan ettiği kimyasal silah kullanma sınırı için, “Kırmızı çizgiler aşıldı, uluslararası toplum en kısa zamanda harekete geçmeli, yoksa daha büyük insanlık suçu işler Suriye’deki rejim” dedi... 

Ankara’nın o ana kadarki politikası zaten hemen müdahaleyi öngörüyordu ve ABD’yi savaşa kışkırtıyordu. RTE+Davutoğlu ikilisinin kafasındaki en büyük takıntı, Esad’ın mutlaka gitmesiydi. RTE, “Kurban Bayramı namazını Şam’da Emevi Camii’nde kılacağız” demişti. O zamandan bu yana bayramlar geçidi yaşadık. Biz unuturuz ama Başbakan hiç unutmaz... 
Rusya başından beri kimyasal saldırıyı Şam’ın yapmadığına emindi. Çok güçlü bir gerekçe de, tam o sırada Birleşmiş Milletler’den bir heyetin Şam’da bulunmasıydı. Esad zaten savaşta üstünlük sağlamıştı, kimyasal silah ancak yenilmekte olan güçlerin elinde son kullanılacak silah olabilirdi... Şam’ın böyle bir silaha başvurması akıl alacak iş değildi. 

***
ABD önce “Şam’a sınırlı bir müdahale”yi gündeme getirdi. Havadan bombardıman. Türkiye’deki üslerini de bombardıman için kullanacaktı. 
RTE, Davutoğlu “sınırlı savaş olmaz” diyecekti: “Sınırlı falan olmaz. Tek seçenek silahlı müdahaledir...” Yani vurdun mu yıkacaksın, darmadağın edeceksin ülkeyi, 100 bin Suriyeli yetmeez, bir 100 bin daha öldüreceksin!.. 
RTE’nin “öyle vur-çık bizi tatmin etmez” lafı ünlüdür. 
Ankara derhal, ABD, Fransa, İngiltere ile birlikte ‘savaş gönüllüleri’ ittifakına katıldı ve savaş hazırlıklarına girişti, öyle ki milletin 4x4’lerine bile el konacaktı! 
Putin, “ABD ve başka ülkeleri Suriye’deki iç savaşa çekmek için, bölgedeki bazı ülkelerin provokasyonu” olarak nitelendirecekti kimyasal silah kullanımını... 
Adres: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye idi.. 

Fakat İngiltere parlamentosu savaşa hayır deyince ittifak çöktü. Fransa da onu izledi. ABD de vazgeçti.. ABD zaten sınırlı müdahale bile istemiyordu... 
Düşünüyorum da, ABD’nin sınırlı müdahale için ilk başlarda “Elimizde kanıtlar var” dedikleri, Ankara’nın ona gönderdiği ‘kanıtlar’ olmasın? 
Davutoğlu diyordu ki: “Bizim açımızdan -ki bu tamamen milli istihbarat bilgilerimiz ve milli uzmanlarımızın değerlendirmeleridir- kimyasal silah atım açıları, '69zleri açısından bakıldığında, sorumlunun Şam rejimi olduğundan şüphemiz yok” diyecekti.. 
Hatta bu “kanıt dosyası”nı Başbakan ikna için gittiği Rusya’da Putin’in önüne de koyacaktı. 

Anlaşılan MİT’e, “kimyasal saldırıyı Esad’ın düzenlediğine dair bir kanıt dosyası oluştur” denmişti.. Dünya lideri RTE, Rusya’dan önce ABD’ye de bu “uyduruk dosyayı” vermiş olabilir. 

***
Ankara’nın Obama’ya demediğini bırakmadığını tahmin edersiniz! Obama’nın da bütün bunları bildiğini, öğrendiğini… Ankara’nın o sırada en fazla ihtiyaç duyduğu, eli kanlı katliamcı bir Bush idi. Oğul-baba fark etmez.. 
Sonrası kısa kısa: Esad kimyasal silahlarının tüm kontrolünü BM’ye bırakacak ve Ankara’nın Suriye’de savaşa girme umutları tümüyle yok olacaktı. Arınç’ın ve hükümetin üzüntüden nasıl kahrolduğunu, şu sözlerinden anlayacaktık: “Maalesef müdahale imkânı ortadan kalktı.” 
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi ABD’nin ünlü üniversitesi MIT, dosya üzerine son noktayı koyacaktı: Esad kullanmadı! 

***
Peki, kimyasal silahları kim verdi köktendincilerin eline? O zamanlar yayılan haberlerde “Suudiler verdi” deniyordu. Bilmiyoruz. ABD’nin fiilen müdahalesi için çırpınan üç ülke vardı: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye...
Kimin bu katliamda parmağı var, açıklanması gerekir... 
Ankara kime neden TIR’larla silah gönderip Suriye’ye hâlâ saldırıyor, açıklanması gerekir. 
Ankara yıkılacak ve Esad orada kalacak korkusu mu?  


***

21 Ekim 2018 Pazar

Bundan Sonra Neler Olur?

Bundan Sonra Neler Olur?


Orhan Bursalı

Mektup gündeme damgasını vurdu! Çeşitli teoriler ortaya atılıyor, ilki, Cemaat tarafına göre AKP (Gül ile birlikte belki de) bir uzlaşı arayışı içinde, “ortalık sakinleşsin” arayışı içinde, beyinleri iki tarafta da olan kişi veya kişileri F. Gülen’e göndermiş.. bir uzlaşı -ateşkes arayışı. Veya, A. Gül böyle bir girişimde bulunmuş (RTE’nin bilgisi içinde veya değil) ve tek kişi göndermiş (!) ABD’nin Pensilvanya’sındaki muhkem yerde görüşmeler olmuş. F. Gülen “Uzatılan eli boşta bırakmam” diyerek bir de mektup yazıp göndermiş postacılarla.. 
Mektubun varlığını, RTE’nin, yandaş medya ve kişilerle kahvaltılı toplantıda yaptığı açıklamayla öğreniyoruz.. İlk izlenim, Erdoğan’a yazılmış olduğu ve bir pazarlık içerdiği.. RTE, pazarlık yok diyerek, kapıları kapatıyor.. Sonra Cemaat açıklama yapıyor ve mektubun RTE’ye yazılmadığını, muhterem bir devlet büyüğüne (Gül’e) gönderildiğini ve pazarlık içermediğini açıklıyor.. 
Aracı gönderelim girişimlerine F. Gülen “Zahmet buyurmayınız; sulhün yanında duracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükûnete çağıracağımızdan emin olunuz!” 

Cemaatin son açıklamasından anlaşılıyor ki, Gül, yine de “kıymetli bir insanı” göndermiş. Dolayısıyla F. Gülen’in mektubu da Gül’e hitaben yazılmış. Ama F. Gülen, RTE’yi de boş bırakmamış ve iki imzalı kitap göndermiş! 
Ama mektup R.T. Erdoğan’a da iletilmiş. Zaten F.G., keşke mektuptan Başbakan’ın da haberi olsa, dileklerini belirtmiş.. Ya Gül vermiştir ya da “aracı kişi” Gül’ün onayıyla veya onayı olmadan bir kopyasını Başbakan’a vermiş... 

Her neyse.. 

Bir saptama yapacak olursak, öncelikle “uzlaşı”, “barış”, “baltaların gömülmesi”, “ateşkes yapılması” önerisinin öncelikli sahibinin Gül olduğu ortaya çıkıyor. Cemaat mi Gül’ü bu girişime heveslendirdi, Gül kendisi mi inisiyatif almış, bunu yaparken RTE’yi de bilgilendirmiş mi.. bilmiyoruz.. 

***
Cemaat açıklamasında diyor ki, mektup hiçbir pazarlık içermiyor.. Ama mektubun içeriği üzerine üç nokta vurgulanıyor: “Dershanelerin kapatılması milletin zararına olur, kamudaki görevden almalar vicdanları sızlatır hale geldi, medyadaki savaş baltaları gömülmeli.” 
Dershanelerin kapatılması ve atamaların durdurulması dile geliyorsa, savaş baltalarının gömülmesinin bir şartı olarak algılanması doğaldır. Yoksa mektupta bu iki ana çatışma konusundan hiç bahsetmezdi… bahsediliyorsa, bu pazarlıktır, RTE bunu doğru algılamış ve pazarlık yok demiştir.. Bu çerçevede hiç kimse “koşullarımız şunlardır”, diye mektup yazmaz, ama bunu hissettirir. 

***
Bundan sonra olaylar nasıl gelişir, yanıtını merak ettiğimiz sorudur. 

1) Başbakan, tepesinde her daim bir Demokles’in kılıcı ile yaşayamayacağına karar vermiş gözüküyor. İktidar, birbiriyle ilişkisiz ve iktidar mücadeleleri birbirinden 180 derece farklı siyasi yapılar arasında paylaşılabilecek bir nimet değildir. Her ikisi de yönetimi tam anlamıyla, hiyerarşik ve otoriter olarak devralma niyetinde ve mücadelesinde olan yapıların, birbiriyle kapışması kaçınılmazdır. Bu çatışma patlamadan önce nice ortalıkta laf eden anlı şanlı nice insan “bu palavradır, birbirlerinin gözünü oymazlar, bu iyipolis kötü polis oyunudur, mutlaka uzlaşırlar” gibi, siyaseti asla okuyamayan konuşmalar yapıyorlardı.. 
2) RTE, devlette çevrelenmiş olduğu gerçeğini tam görünce, iktidarın üç mihenk taşında, yargı, Emniyet ve MİT’te denetimi tamamen ele almakta kararlı gözüküyor. 
3) Ergenekon davalarının yeniden görülmesinin kapılarının açılması, Cemaat yargı ve polisine vurulacak en büyük darbedir. Burada bütün sahtekârlıkları resmen ve yasal olarak da ortaya çıkacaktır. 
4) Cemaat “hepsini birlikte yaptık” diye tehdide ve gerçeğin diğer yönünü de dile getirmeye başladı. AKP’yi Ergenekoncu olarak niteliyorlar! RTE’nin bunu göze aldığını ve bu saldırıyı savuşturabileceğini görüyor. Burada kendisine en büyük yardımcı da, cezaevlerinin boşaltılması ve yargılamaların boşa çıkmasıdır. Cemaati, polisini ve yargısını tam ezecek olan budur. 
5) Savaşta ölümler, yaralanmalar kaçınılmazdır. AKP de hasar alacaktır. 
6) AKP, Cemaatin bundan sonraki saldırılarını göze aldığı görülmekte. Kamuoyunu etkilerim (tıpkı Balyoz ve Ergenekon.. davalarına kamuoyunun yönlendirildiği gibi..) RTE’nin kamuoyu desteği aradığı açıktır. 
7) Burada RTE ne kadar ileri gider bilmiyoruz. Belki de bunu, Cemaatin RTE ve ekibine yapacağı saldırıların şiddeti belirleyecektir.. 
8) Burada bizim için önemli olan, RTE’nin diktatörlüğünü sağlamlaştıracak adımlarıdır, kesinlikle karşı çıkmalıyız.. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, al Ergenekon’u - ver yolsuzluğu gibi bir takas olamaz... 


***

1 Mart 2018 Perşembe

Yıkılmamak İçin Her şey Mubah,

Yıkılmamak İçin Her şey Mubah,

Orhan Bursalı

Çok zor günlerden geçiyoruz... 3 alıntı, önce: 
“RTE’den bir Ulusal Savaş Kahramanı yaratma projesini yüzde yüz başarabileceklerine inanırlarsa, buna soyunabilirler! 2023 Projesi ve Yeni Türkiye fikri bunu kapsar!” (25 Haziran 2012, Bilim ve Siyaset) 
“Ulusal kahraman ihtiyacı: Peki, RTE, Suriye ile savaşır mı? Uluslararası durum, buna pek olasılık vermiyor... Ama sınırda ‘Suriye’yi dövecek’ küçük bir başarıya imza atmak isteyebilir... Bir uçak vb. düşürmek gibi! Sınıra askeri yığınak, aslında sadece RTE’nin şiddetine uygun bir gelişme: ‘Adam konuştu, işte silah da gönderdi’ dedirtiyor...” (1 Temmuz 2012) 
“2023, Cumhuriyetin 100. yılı, Tayyibistan Cumhuriyeti’nin tam ilanının tasarlandığı tarih! Atatürk ve Cumhuriyetinin bütününe yönelik bütün bu toplam politikaların hesabı, Recep Tayyip Erdoğan’ı Atatürk’ün yerine, yeni büyük kurucu olarak geçirmeyi hedefliyordu. Suriye Savaşı ile göğsüne bir savaş kahramanı madalyası takabilseydi, Kurucu görüntüsü tamamlanacaktı!” 
(29 Aralık 2013) 
Amaçları Küçük Başarılar 
Uçak düşürüldü! Daha önce de bir Suriye helikopteri düşürülmüştü! Unuttuk tabii, RTEDavutoğlu ikilisinin Suriye’de savaşa girmek politikaları hep gündemdeydi. Önce Batı itekledi; sonra Batı’nın stratejisi değişince, iktidar Suriye ile savaşmak için bahaneler aradı hep. Ama dış destek sıfır olunca, Suriye Savaş Kahramanı madalyası takmak düşü bitti. 
Şimdi Suriye ile küçük çaplı da olsa bir savaş, iktidarda biraz daha kalabilmenin aracı olarak devreye sokuldu... Nereden nereye! Büyük düşlerden düştük buralara!? 
İktidarın planı: Suriye’yi tahrik edip Türkiye’ye karşı kışkırtmak. Suriye savaş içinde böyle bir şeye kalkışmaz, sineye çeker! Biliyorlar ki, RTE ve adamları Şam’ı bombalamak, dahası Suriye ordusuna karşı savaşa girmek için bahane arıyor... Süleyman Şah Türbesi de bunlardan biri. Bu türbe, Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin dedesine ait ve 10 dönümlük kadar bir arazi; anlaşmalarla Türkiye toprağı sayılıyor. Oraları, El Kaide-IŞİD militanları tarafından kuşatılmış durumda... 
Ancak, RTE-Davutoğlu’nun Suriye ile önemli bir savaşa girmesi mümkün değil... Hiçbir destek bulamaz. İran da Rusya da karşı... Batı’dan destek bulamaz... Ama zor durumdaki Suriye’de, birkaç küçük başarıya bile tamah edebilirler! 
Burada soru, iktidar; Rusya ve İran’ı da karşısına alarak Suriye’ye bir oldubitti savaşı planlayabilir mi, Batı’yı kendisini zorunlu bir desteğe mecbur bırakma isteği olabilir mi... Yani topyekûn bir Ortadoğu savaşının fitilini ateşleyebilir mi?.. 
Sanmıyorum, böyle bir niyetleri sezildiği anda zaten kimse bu oyunu oynamaz... 
Erdoğan’ın Demokrasi Açmazı: Yolsuzluk 
Zor bir dönemden geçiyoruz... Meşruiyetini aslında yitiren veya yitirmekte olan bir iktidar var. Bunun temel nedeni, hakkındaki, bütün dünyada iktidarları devirecek nitelikteki büyük yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... Bu iddiaları yok sayan bir iktidar... Hiçbir savcı “gel bakalım” diyemiyor. Yasalar ve anayasa askıya alınıyor... Bu, kabul edilebilir bir durum değil. 
Türkiye’nin bu sorunu nasıl aşacağı, dün de belirttiğim gibi, ana sorun... 
Bu sorunu aşamadan da hiçbir normalleşme olamaz bu ülkede... 
Bunu bilmiyorlar mı? 

***
RTE, polisiyle, savcısıyla, mahkemeleriyle, medyasıyla iki yıl öncesine kadar demokratlara, medyaya, kendilerine engel gördükleri herkese kan kusturan cemaati bugün “demokrasi saflarına” itiyor. Dünkü zulmün ortağı, bugün demokrasi mücahitliğine soyunuyor. Fenerbahçe’nin dünkü muhteşem Anıtkabir yürüyüşü haberini cemaat durmadan verip durdu... 
Cemaatçilerin Anıtkabir’i özel ziyaretlerini de bekliyorum!?! 
RTE’nin açmazını da görmek gerek. Demokratlık oynasa, o zaman rüşvet ve yolsuzlukları da acilen soruşturması gündeme gelecek. Yani demokratlık, baltayı kendi bacağına vurmak anlamına geliyor. Bu nedenle, topyekûn bir diktatörlüğe yönelmek zorunda kalıyor. Kendi dışında herkese düşman... Bu açmazdan kurtulması mümkün değil. Dolayısıyla cemaat de, demokrasi mücadelesinde şimdilik hoşgörüden yararlanıyor. 
İmralı-Erdoğan Birlikteliği 
İmralı’nın Nevruz mesajına gelince... Öcalan’ın temel stratejisi değişmedi: AKP ile ortaklığa ve işbirliğine devam. Geçen günkü, iktidarla köprüleri atmış görünen KCK bildirisine de dikkatli yaklaşmış ve acele etmeyelim demiştim. Burada ana rol sahibi Öcalan’dır! 
“Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan” başlığıyla düzenlenen Diyarbakır Nevruz şenliğinde okunan Öcalan’ın Nevruz bildirisi, darbe komplo ve vesayet kavramlarıyla RTE’ye destekle dolu... 
Şu aşamada, Kürt siyasetinin, RTE ile işbirliği ve beraber yürümekten başka seçeneği yok gibi. Uluslararası konjonktür, Irak Kürdistanı yönetiminin PKK ile derin anlaşmazlıkları, PKK hareketini epey kısıtlıyor. 
Zaten, HDP hareketinin ve Sırrı Süreyya Önder’in seçimlerdeki rolünün de, AKP’nin İstanbul’da belediye başkanlığını kazanması için AKP’ye büyük destek çıkmaya yönelik olduğunu görüyoruz. Bu politika, PKK- İmralı ve toplam Kürt hareketinin, şüphesiz yolsuzluk ve rüşvetle araya bazı mesafeler koymakla beraber, RTE iktidarının devamını öngörmektedir. RTE’nin “komplolarla” düşürülmek istendiğine ilişkin Öcalan görüşleri de gerçekliğini koruyor... 

***
Özetle: RTE, Twitter “yasağı”yla, kendi seçmenine helal olsun bak nasıl kafa tutuyor ve kimseyi takmıyor dedirtiyor ve bunu seçimlerde oya dönüştürmek istiyor. 
Yani RTE’nin yeni bir One Minute olayıdır bu... Bu engellemeyi seçim sonuna kadar sürdürür mü?  


***


Bir şey mi yapacaksın Kemal ? Evet Paşam bir şey yapacağım


‘Bir şey mi yapacaksın Kemal?’ ‘Evet Paşam bir şey yapacağım’


Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr

Doğum günümüzün 100. yıldönümü kutlu olsun. O her yönüyle büyük adamın Samsun’a çıkış tarihi olan 19 Mayıs 1919, Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıcı kabul edilse de, “Bir şey yapmak..” kararlığı ve inancının, Atatürk’ün aklında en ölümcül bir şekilde yer etmesi ile başlıyor Kurtuluş.

Memleketi, vatanı kurtarmak, Atatürk’ün hayatına bütünüyle yön veren temel düşüncedir. Parça parça İmparatorluğun neredeyse tüm cephelerinde çarpışmış, ama hep kendi düşüncesini ve kişiliğini heykel gibi inşa etmiş bütünüyle lider bir insandan söz ediyoruz.
Zamanın hep doğru anını bekledi Atatürk.
Hayır bu tam doğru değil, doğru zamanı, anı, bizzat yaratmaya her zaman çaba gösterdi, buna cesaret etti.. Gerektiğinde İstanbul’a meydan okudu, isyan etti..

***

Yıldırım Orduları Başkomutanlığı lağvedildiğinde döndüğü İstanbul’daki 6 ay boyunca, Samsun’a yola çıkışın kozasını, ağlarını ördü. Çıkacağı yer Samsun olmayabilirdi, ama mutlaka Anadolu olacaktı.
Anadolu’ya çıkacaktı, ama Anadolu’yu toparlayacağı mümkün olan en büyük imparatorluk - padişahlık, hükümet yetkisiyle..
Bu yetkiyi, Kurtuluş Savaşı’nı başaracağı ve sonunda, çürümüş, kendisinin ve tahtının varlığını İngilizlere teslim olmakta bulmuş Padişahlığı yıkacak bir silaha dönüştürecekti.

‘Evet paşam bir şey yapacağım.’

Ordu Müfettişi olarak, Samsun’a gönderilme kararında aslında İngiliz işgal kuvvetleri rol oynamıştı. İngilizler Samsun ve çevresinde Rumlara yönelik saldırıların artarak sürdüğünü, ve bu durumun engellenmesi gerektiğini Padişah’a bildirmişlerdi; İzmir’i işgal ettiren İngilizler Samsun’dan da Anadolu’yu işgal sinyalleri veriyordu.
Mustafa Kemal, İngilizlerin de İstanbul’da bulunmasından korktukları bir askerdi. Babıali, kafa kafaya vermiş ve Mustafa Kemal’i Samsun ve çevresinde huzuru sağlayabilecek ve İngilizleri memnun edecek komutan olarak seçmişti. Hem böylece Kemal’den de kurtulmuş olacaklardı.
İngilizler şikâyet ve tehditleriyle, aslında Mustafa Kemal’e Samsun’un, Anadolu’nun ve Kurtuluş Savaşı’nın yolunu açacaktı.
Atatürk her durumda Anadolu’ya çıkmaya hazırlanıyordu. İstanbul’da bulunduğu 6 ayını Kurtuluş Savaşı’nı başlatacak büyük ağı kurmakla geçiriyordu.
Samsun’da huzuru sağlama önerisi bulunmaz bir fırsattı ve üzerine atladı Atatürk. Ayrıca hangi yetkilerle Samsun’a gideceğine ilişkin yetkilendirme belgesini de hükümette - devlette var olan vatansever arkadaşlarına bizzat yazdıracaktı. Bunlardan biri Kazım İnanç Paşa’ydı.
Paşa’ya yetki belgesine onların istediğini yaz, fakat şu iki maddeyi de ekle, diyecekti. İnanç Paşa gülerek soracaktı:
- Bir şey mi yapacaksın..
- Kulağını bana uzat, evet bir şey yapacağım, bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım.
- Vazifemizdir, çalışacağız..

***

Benzer bir diyalog, yola çıkmadan önce davet edildiği Sadrazam Konağı’ndaki yemekten sonra, beraber çıktığı Cevat Paşa ile aralarında geçer. Konak’tan çıkmışlar, kol kola Nişantaşı’ndan Teşvikiye’ye doğru yürümekteler.
- Bir şey mi yapacaksın Kemal.
- Evet Paşam bir şey yapacağım.
- Allah muvaffak etsin!
- Mutlaka muvaffak olacağız.

***

Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine evrenin ışıkları Samsun’da doğacaktı.
Atatürk, zamanın en doğru anını yakalamış ve bu anı hazırlamıştı.
Atatürk, silah arkadaşları ve Anadolu halkıyla Kurtuluş Savaşı’nı yapacaktı.



***

26 Kasım 2017 Pazar

İktidar, ‘Büyük Oyun’u Kaybetti


İktidar, ‘Büyük Oyun’u Kaybetti


Orhan Bursalı 
14 Mar 2014


Başbakan “Kefilim” diyor... Oğlu Bilal, bir özel toplantıda onunla kim bilir nelerin pazarlığını yaparken görüntüleniyor... Atilla Kart, “4 kez MİT ve Başbakanlık’ta gözüktü” iddiasını ileri sürüyor. ABD ise onu terör örgütü El Kaide ile kesin bağlantılı görüyor. 
O ünlü, Suudi yurttaşı Yasin el Kadı.. Gerçekten El Kaide ile bağlantısı var mı? Bilemem... ABD “kafayı takmış”... Avrupa ve BM’nin ağından kurtulmuş ve ABD’nin “kara listesi”nden çıkamamış. ABD yurttaşlarının El Kadı ile iş yapması yasak. Erdoğan ise güveniyor, inanıyor... Türkiye’de şirketleri var, eh Bilal Erdoğan ile de iş yaptığına göre... Başbakanlık nezdinde bir korunma, kollanma var. Müthiş özel muamele edildiğine dair iddialar gırla... 
Neden bir Suudi “yatırımcısı” bu kadar önemli Başbakan için? 
Adamda para bol... Yatırım bol.. Onunla iş tutan da, öyle anlaşılıyor ki bal tutmuş gibi oluyor ve parmağını yalıyor. Bilal Erdoğan ile bal yapacak hangi işler üzerine konuşup anlaşıyorlardı? Biliyorsunuz, şimdi üzerine yasak konan ikinci operasyonun dava - iddia konularından birisi! Yasak kondu mu, bilin ki siyasi aşna fişna olayları işin içine karışıyor... Bu aşna fişnalı yasakların içine biliyorsunuz Deniz Feneri yolsuzluğu da sokulmuştu! Sonuç mafiş... 
Paranın, tıpkı bir altın madeni olarak görülüp gözleri parıldattığı bir yapı tepede olduğu sürece, iktidarın sloganı şudur: “Bir Yasin el Kadı yetmez; iki, üç, dört, beş, daha çok El Kadı!” Rıza Sarraf nasıl İran’a nakit dolar aklama, akıtma ve bunun iktidar üyeleri arasında komisyon dağıtım kaynağı olarak el üstünde tutuldu ise El Kadı da kısa yoldan ve hızlı bal yapan bir arı olarak görülüyor. 
Ee paraya, yeşil dolarlara bu kadar zaafı olunca, daha doğrusu “kılavuzu yeşil dolar olunca insanın burnu şeyden kurtulmaz”mış diyelim.. Ben değil, hayat söylüyor bunu. 
Nitekim bunun dışta yansıması şöyle: Amerikalıların başını çektiği, terörün finansmanı ile mücadele amaçlı kurulan Finansal Eylem Görev Gücü (FATH), Hürriyet Washington yazarı-habercisi Tolga Tanış’tan okuyoruz ki Türkiye’yi riskli ülkeler arasında görüyor; 11 ülke arasındayız! Dahası, ABD’de “birileri”nin Türkiye’yi “terör ülkeleri listesi”ne sokma gayreti içinde olduğunu öğreniyoruz Tolga’dan. 

***
Olayın dış cephesini bırakın, iç cephede olan bitenler bile iktidarın, dolayısıyla Türkiye’nin başını belaya sokacak olaylar patlıyor... Biliyorsunuz bunlardan biri Güneydoğu’da yakalanan ve savcılarla MİT - İçişleri Bakanlığı elemanları arasında neredeyse “silahlı çatışma” noktasına gelen silah-mühimmat yüklü TIR olayı... “Türkmenlere gidiyor” palavrası saman alevi gibi yanıp sönünce, TIR, hükümetin kucağında kaldı. Kocaman bir şey; atsan atamazsın satsan satamazsın..
Türkiye Suriye’nin doğrudan içişlerine, üstelik silahlı teröristler gönderilmesine, barındırılmasına, korunmasına bizzat katılarak karışan bir ülke durumuna düşüyor. ABD’nin parmağı yok mu orada diye sorun. Bugün ortada onlardan geride ne kaldı diye sorabilirsiniz. Evet bilinen ÖSO’ya yardım (Özgür Suriye Ordusu) ettiği.. Türkiye’nin ise en kanlı terör örgütlerine destek verdiğine ilişkin ortada bol iddia - kanıt var. TIR’lar nerede, kime kardeşim!?
Irak ve Suriye topraklarının bir kısmında bir de bu örgütlerin İslami devleti kurulmuş. Bu “bölünme” meselesi, Ankara için de büyük sorun. Zaten Irak merkezi hükümetini hiç takmadan, Irak Kürdistanı ile işler geliştirdiği, Irak’ı birbirine düşürdüğü somut olaylarla ortada iken... 

***
Bir de şu Şam çevresinde atılan “kimyasal silah olayı” var. Çoğu çocuk, 1500’e yakın insanın kurban olduğu... Ertuğrul Özkök, Amerika’nın en önemli üniversite kurumlarından MIT’nin (Massachusetts Institute of Technology) raporunu haberleştirdi geçen gün. 
Öğreniyoruz ki kimyasal silah Esad hükümet kuvvetlerince atılmamış. Zaten bunu o sıralarda, Birleşmiş Milletler görevlileri de söylemişti! Raporla kesinleşmiş bir durum var şimdi... 
MİT ise o sıralarda “çok gizli” raporla, Esad’ın attırdığını iddia etmişti... 
Bu rapor da tıpkı TIR’lar gibi MİT’in ve hükümetin kucağında kaldı. Atsalar atamazlar, satsalar satamazlar. 
Bu kimyasal silah olayı ve MİT raporu hangi koşullarda patlamıştı biliyor musunuz? 
Ben biliyorum; Başbakan’ın ve Davutoğlu’nun bütün kartlarını, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale etmesi veya Türkiye’ye müdahale izni vermesi üzerine oynadıkları zaman.
“Kumar” tutmamıştı, şimdi her şeylerini yitirmekle karşı karşıya kaldılar.
Evet, iktidarları dahil...  


***

25 Kasım 2017 Cumartesi

Tarihsel Dip Noktada ABD – Türkiye… Ne olur?

Tarihsel Dip noktada ABD – Türkiye… Ne olur?


Orhan Bursalı
 
 
Aile efradının Malta vergi cennetindeki şirketleri deşifre edilen Başbakan(*) ABD’ye gitti. İkinci Başkan ile görüşecek. Bu yolculuğun Cumhurbaşkanı’nın izniyle yapıldığı açık. türkiye abd resim ile ilgili görsel sonucu Dış ilişkiler ve bu tür temaslar tamamen Cumhurbaşkanı’nın yetkisi dahilindedir.
Anımsayın, Başbakan iken Ahmet Davutoğlu Beyaz Saray ile randevu ayarlamıştı, RTE’nin bilgisi dışında…
Ve gidemediği gibi, koltuğunu da kaybetmişti. yatay
Başbakan’ın açıklanan resmi programına bakıyorum, olağan işler ve ağırlıklı olarak lobicilik üzerine kurulan bir program…
Gezinin zamanlaması
Bu ziyaret ne zaman gerçekleşiyor? Türkiye ile ABD arasında ilişkilerin tarihin en diplerinde seyrettiği ve Amerikalı komutanların Suriye’de PKK ile dostuz ve iyi işler yapıyoruz dediği bir zamanda. Bu şu demek: PKK terör örgütü evet listemizde yazılı ama gerçekte müttefikiz.

Başka? Yaklaşan Rıza Sarraf davasında, Sarraf’ın itirafçı olacağı ve mahkeme dosyasına Cumhurbaşkanı RTE ile ilişkilerin de gireceğinin, Amerikan gazetelerinde açıklandığı bir dönemde.

Başbakan’ın resmi programında tabii ki görmeyeceğimiz, Amerikan hükümeti ile ikili görüşmelerde acaba bir pazarlık da gündeme gelir mi?

Ne pazarlığı demeyin. Öncelikle Sarraf davası…

İktidar, dış politikada yeni bir sayfa açılabileceğinin işaretlerini verip duruyor. Buna NATO üyeliğini de katıp, bir “saf değiştirme paketi”ni, sözel olarak Amerikalılara hissettirirler mi?
“Tamamen Batılı müttefik olarak kalırız, ama..” diyerek, Gülen’in iadesini ve PKK ile ilişkilerin kesilmesini de, bir istek olarak böyle bir pakete dahil ederler mi?
Resmi olarak değil, bu durumun Türkiye’yi ve kamuoyunu Batı ile ittifakta bir ayırım noktasına getirdiğini, “hissettirerek”…

ABD ne der?

Sarraf davasında gelinen nokta ve Suriye’deki resmiyet kazanan PKK itirafına bakacak olursak, Amerikan yönetiminin, çizdiği yolda gideceğini söylemek mümkün. AKP iktidarının değişmesine – düşmesine oynadığı görülebilir.
AKP, dış politikada büyük bir çöküş yaşadığı gibi, pek çok açıdan içeride de sürdürülemez bir yönetim tarzı izliyor… Ekonomik darboğaz da cabası.
Şüphesiz, ABD’nin “hegemonik büyük devlet” olarak, eğer Ankara’dan “saf değiştiririz” gibi bir hissiyat alırsa, buna “boyun eğmesi” zor.
ABD, Gülen’i ileride verebilir. Çünkü Gülen artık bir siyasal araç olmaktan çıkmış ve Türkiye’de oyunu tamamen kaybetmiştir. AKP iktidardan düşse bile, ülkemizde hiçbir siyasal gücün, FETÖ’yü bir kaldıraç olarak kullanması ve yeniden iktidar oyununun içine sokması imkânsızdır. Kimse buna cesaret edemez.

ABD vizeyi de kaldırabilir. Bu da en kolay iştir ve zaten komiktir.

Peki Sarraf davası?

Bu kadar Amerikan kamuoyuna mal olmuş ve ciddi bir hukuki düzeye ulaşmış bir davayı “düşürmesi”, istese de mümkün değil.

PKK’yi Suriye’de kullanmaktan vazgeçer mi?

En zor nokta bu. Amerikan politikası bölgede tamamen kontrol edeceği bir Kürt Devleti yaratmaya büyük yatırım yaptı. Bunu başarabilir mi, tartışmalı, çünkü Rusya tarafında Suriye’nin bütünlüğünü koruma kararlılığı var. Ayrıca Irak hükümeti de ülkenin birliğini parçalayacak girişimlere askeri müdahale içinde.
ABD bizzat savaşa girmeyi göze alır mı? Bu da tartışma konusu.
Özetle, sanırım ABD çizdiği yoldan ayrılmayacak şimdilik ve bizim heyeti sırtını sıvazlayarak geri gönderecek.

Tıpkı Cumhurbaşkanı’na son gezisinde yaptıkları gibi..

Zor dönemler…

(*) Şüphesiz bir hukuksuz durum yok, ama derin bir ahlaki sorun var. Ülke kaderinde rol oynayan bir liderin çocukları Malta gibi ülkelerde bol bol şirket kurarak, ülkemizden kurumsal vergi kaçırmış oluyor.
Böylece, parraaanın nasıl iktidarın kılcal damarlarında dolaştığını, dillerdeki söylem ile yapılanın birbirine zıtlığını bir kez daha yaşıyoruz.
Binali Yıldırım, koltuğunda ne kadar kalabilecek?



***

13 Kasım 2017 Pazartesi

Bundan Sonra Neler Olur?


Bundan Sonra Neler Olur?


Orhan Bursalı


Mektup gündeme damgasını vurdu! Çeşitli teoriler ortaya atılıyor, ilki, Cemaat tarafına göre AKP (Gül ile birlikte belki de) bir uzlaşı arayışı içinde, “ortalık sakinleşsin” arayışı içinde, beyinleri iki tarafta da olan kişi veya kişileri F. Gülen’e göndermiş.. bir uzlaşı -ateşkes arayışı. Veya, A. Gül böyle bir girişimde bulunmuş (RTE’nin bilgisi içinde veya değil) ve tek kişi göndermiş (!) ABD’nin Pensilvanya’sındaki muhkem yerde görüşmeler olmuş. F. Gülen “Uzatılan eli boşta bırakmam” diyerek bir de mektup yazıp göndermiş postacılarla.. 
Mektubun varlığını, RTE’nin, yandaş medya ve kişilerle kahvaltılı toplantıda yaptığı açıklamayla öğreniyoruz.. İlk izlenim, Erdoğan’a yazılmış olduğu ve bir pazarlık içerdiği.. RTE, pazarlık yok diyerek, kapıları kapatıyor.. Sonra Cemaat açıklama yapıyor ve mektubun RTE’ye yazılmadığını, muhterem bir devlet büyüğüne (Gül’e) gönderildiğini ve pazarlık içermediğini açıklıyor.. 
Aracı gönderelim girişimlerine F. Gülen “Zahmet buyurmayınız; sulhün yanında duracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükûnete çağıracağımızdan emin olunuz!” 
Cemaatin son açıklamasından anlaşılıyor ki, Gül, yine de “kıymetli bir insanı” göndermiş. Dolayısıyla F. Gülen’in mektubu da Gül’e hitaben yazılmış. Ama F. Gülen, RTE’yi de boş bırakmamış ve iki imzalı kitap göndermiş! 
Ama mektup R.T. Erdoğan’a da iletilmiş. Zaten F.G., keşke mektuptan Başbakan’ın da haberi olsa, dileklerini belirtmiş.. Ya Gül vermiştir ya da “aracı kişi” Gül’ün onayıyla veya onayı olmadan bir kopyasını Başbakan’a vermiş... 
Her neyse.. 
Bir saptama yapacak olursak, öncelikle “uzlaşı”, “barış”, “baltaların gömülmesi”, “ateşkes yapılması” önerisinin öncelikli sahibinin Gül olduğu ortaya çıkıyor. Cemaat mi Gül’ü bu girişime heveslendirdi, Gül kendisi mi inisiyatif almış, bunu yaparken RTE’yi de bilgilendirmiş mi.. bilmiyoruz.. 
***
Cemaat açıklamasında diyor ki, mektup hiçbir pazarlık içermiyor.. Ama mektubun içeriği üzerine üç nokta vurgulanıyor: “Dershanelerin kapatılması milletin zararına olur, kamudaki görevden almalar vicdanları sızlatır hale geldi, medyadaki savaş baltaları gömülmeli.” 
Dershanelerin kapatılması ve atamaların durdurulması dile geliyorsa, savaş baltalarının gömülmesinin bir şartı olarak algılanması doğaldır. Yoksa mektupta bu iki ana çatışma konusundan hiç bahsetmezdi… bahsediliyorsa, bu pazarlıktır, RTE bunu doğru algılamış ve pazarlık yok demiştir.. Bu çerçevede hiç kimse “koşullarımız şunlardır”, diye mektup yazmaz, ama bunu hissettirir. 
***
Bundan sonra olaylar nasıl gelişir, yanıtını merak ettiğimiz sorudur. 
1) Başbakan, tepesinde her daim bir Demokles’in kılıcı ile yaşayamayacağına karar vermiş gözüküyor. İktidar, birbiriyle ilişkisiz ve iktidar mücadeleleri birbirinden 180 derece farklı siyasi yapılar arasında paylaşılabilecek bir nimet değildir. Her ikisi de yönetimi tam anlamıyla, hiyerarşik ve otoriter olarak devralma niyetinde ve mücadelesinde olan yapıların, birbiriyle kapışması kaçınılmazdır. Bu çatışma patlamadan önce nice ortalıkta laf eden anlı şanlı nice insan “bu palavradır, birbirlerinin gözünü oymazlar, bu iyipolis kötü polis oyunudur, mutlaka uzlaşırlar” gibi, siyaseti asla okuyamayan konuşmalar yapıyorlardı.. 
2) RTE, devlette çevrelenmiş olduğu gerçeğini tam görünce, iktidarın üç mihenk taşında, yargı, Emniyet ve MİT’te denetimi tamamen ele almakta kararlı gözüküyor. 
3) Ergenekon davalarının yeniden görülmesinin kapılarının açılması, Cemaat yargı ve polisine vurulacak en büyük darbedir. Burada bütün sahtekârlıkları resmen ve yasal olarak da ortaya çıkacaktır. 
4) Cemaat “hepsini birlikte yaptık” diye tehdide ve gerçeğin diğer yönünü de dile getirmeye başladı. AKP’yi Ergenekoncu olarak niteliyorlar! RTE’nin bunu göze aldığını ve bu saldırıyı savuşturabileceğini görüyor. Burada kendisine en büyük yardımcı da, cezaevlerinin boşaltılması ve yargılamaların boşa çıkmasıdır. Cemaati, polisini ve yargısını tam ezecek olan budur. 
5) Savaşta ölümler, yaralanmalar kaçınılmazdır. AKP de hasar alacaktır. 
6) AKP, Cemaatin bundan sonraki saldırılarını göze aldığı görülmekte. Kamuoyunu etkilerim (tıpkı Balyoz ve Ergenekon.. davalarına kamuoyunun yönlendirildiği gibi..) RTE’nin kamuoyu desteği aradığı açıktır. 
7) Burada RTE ne kadar ileri gider bilmiyoruz. Belki de bunu, Cemaatin RTE ve ekibine yapacağı saldırıların şiddeti belirleyecektir.. 
8) Burada bizim için önemli olan, RTE’nin diktatörlüğünü sağlamlaştıracak adımlarıdır, kesinlikle karşı çıkmalıyız.. Dünkü yazımda da belirttiğim gibi, al Ergenekon’u - ver yolsuzluğu gibi bir takas olamaz... 


***

İktidar, Büyük Oyunu Kaybetti


İktidar, Büyük Oyunu Kaybetti  



Orhan Bursalı 


Başbakan “Kefilim” diyor... Oğlu Bilal, bir özel toplantıda onunla kim bilir nelerin pazarlığını yaparken görüntüleniyor... Atilla Kart, “4 kez MİT ve Başbakanlık’ta gözüktü” iddiasını ileri sürüyor. ABD ise onu terör örgütü El Kaide ile kesin bağlantılı görüyor. 
O ünlü, Suudi yurttaşı Yasin el Kadı.. Gerçekten El Kaide ile bağlantısı var mı? Bilemem... ABD “kafayı takmış”... Avrupa ve BM’nin ağından kurtulmuş ve ABD’nin “kara listesi”nden çıkamamış. ABD yurttaşlarının El Kadı ile iş yapması yasak. Erdoğan ise güveniyor, inanıyor... Türkiye’de şirketleri var, eh Bilal Erdoğan ile de iş yaptığına göre... Başbakanlık nezdinde bir korunma, kollanma var. Müthiş özel muamele edildiğine dair iddialar gırla... 
Neden bir Suudi “yatırımcısı” bu kadar önemli Başbakan için? 
Adamda para bol... Yatırım bol.. Onunla iş tutan da, öyle anlaşılıyor ki bal tutmuş gibi oluyor ve parmağını yalıyor. Bilal Erdoğan ile bal yapacak hangi işler üzerine konuşup anlaşıyorlardı? Biliyorsunuz, şimdi üzerine yasak konan ikinci operasyonun dava - iddia konularından birisi! Yasak kondu mu, bilin ki siyasi aşna fişna olayları işin içine karışıyor... Bu aşna fişnalı yasakların içine biliyorsunuz Deniz Feneri yolsuzluğu da sokulmuştu! Sonuç mafiş... 
Paranın, tıpkı bir altın madeni olarak görülüp gözleri parıldattığı bir yapı tepede olduğu sürece, iktidarın sloganı şudur: “Bir Yasin el Kadı yetmez; iki, üç, dört, beş, daha çok El Kadı!” Rıza Sarraf nasıl İran’a nakit dolar aklama, akıtma ve bunun iktidar üyeleri arasında komisyon dağıtım kaynağı olarak el üstünde tutuldu ise El Kadı da kısa yoldan ve hızlı bal yapan bir arı olarak görülüyor. 
Ee paraya, yeşil dolarlara bu kadar zaafı olunca, daha doğrusu “kılavuzu yeşil dolar olunca insanın burnu şeyden kurtulmaz”mış diyelim.. Ben değil, hayat söylüyor bunu. 
Nitekim bunun dışta yansıması şöyle: Amerikalıların başını çektiği, terörün finansmanı ile mücadele amaçlı kurulan Finansal Eylem Görev Gücü (FATH), Hürriyet Washington yazarı-habercisi Tolga Tanış’tan okuyoruz ki Türkiye’yi riskli ülkeler arasında görüyor; 11 ülke arasındayız! Dahası, ABD’de “birileri”nin Türkiye’yi “terör ülkeleri listesi”ne sokma gayreti içinde olduğunu öğreniyoruz Tolga’dan. 
***
Olayın dış cephesini bırakın, iç cephede olan bitenler bile iktidarın, dolayısıyla Türkiye’nin başını belaya sokacak olaylar patlıyor... Biliyorsunuz bunlardan biri Güneydoğu’da yakalanan ve savcılarla MİT - İçişleri Bakanlığı elemanları arasında neredeyse “silahlı çatışma” noktasına gelen silah-mühimmat yüklü TIR olayı... “Türkmenlere gidiyor” palavrası saman alevi gibi yanıp sönünce, TIR, hükümetin kucağında kaldı. Kocaman bir şey; atsan atamazsın satsan satamazsın..
Türkiye Suriye’nin doğrudan içişlerine, üstelik silahlı teröristler gönderilmesine, barındırılmasına, korunmasına bizzat katılarak karışan bir ülke durumuna düşüyor. ABD’nin parmağı yok mu orada diye sorun. Bugün ortada onlardan geride ne kaldı diye sorabilirsiniz. Evet bilinen ÖSO’ya yardım (Özgür Suriye Ordusu) ettiği.. Türkiye’nin ise en kanlı terör örgütlerine destek verdiğine ilişkin ortada bol iddia - kanıt var. TIR’lar nerede, kime kardeşim!?
Irak ve Suriye topraklarının bir kısmında bir de bu örgütlerin İslami devleti kurulmuş. Bu “bölünme” meselesi, Ankara için de büyük sorun. Zaten Irak merkezi hükümetini hiç takmadan, Irak Kürdistanı ile işler geliştirdiği, Irak’ı birbirine düşürdüğü somut olaylarla ortada iken... 
***
Bir de şu Şam çevresinde atılan “kimyasal silah olayı” var. Çoğu çocuk, 1500’e yakın insanın kurban olduğu... Ertuğrul Özkök, Amerika’nın en önemli üniversite kurumlarından MIT’nin (Massachusetts Institute of Technology) raporunu haberleştirdi geçen gün. 
Öğreniyoruz ki kimyasal silah Esad hükümet kuvvetlerince atılmamış. Zaten bunu o sıralarda, Birleşmiş Milletler görevlileri de söylemişti! Raporla kesinleşmiş bir durum var şimdi... 
MİT ise o sıralarda “çok gizli” raporla, Esad’ın attırdığını iddia etmişti... 
Bu rapor da tıpkı TIR’lar gibi MİT’in ve hükümetin kucağında kaldı. Atsalar atamazlar, satsalar satamazlar. 
Bu kimyasal silah olayı ve MİT raporu hangi koşullarda patlamıştı biliyor musunuz? 
Ben biliyorum; Başbakan’ın ve Davutoğlu’nun bütün kartlarını, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahale etmesi veya Türkiye’ye müdahale izni vermesi üzerine oynadıkları zaman.
“Kumar” tutmamıştı, şimdi her şeylerini yitirmekle karşı karşıya kaldılar.
Evet, iktidarları dahil...  


***