Avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avrupa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2020 Cuma

Doğu Perinçek’in ‘Avrupa Demokrasisi’ne Verdiği Ders

Doğu Perinçek’in ‘Avrupa Demokrasisi’ne Verdiği Ders

Bedri Baykam 
21 OCAK 2014


Sancılı yakın dönem tarihimizde, 17 Aralık, malum yolsuzluk operasyonu ile kayda geçti. Aklımıza hemen o kirli görüntüler, iddialar ve ardından da hükümetin örtbas çabaları geliyor. Halbuki aynı gün, başka bir büyük tarihi olay da yaşandı. AİHM, İP Başkanı Doğu Perinçek’in açtığı davada kendisini haklı buldu ve İsviçre’yi mahkûm etti. Neler yaşanmıştı 23 Temmuz 2005’te? İsviçre savcıları Perinçek’i yaptığı konuşmadan ötürü ifadeye çağırmış ve kendisine “Ermeni soykırımını reddetme” suçunu tebliğ etmişlerdi. Elimde savcının yüz kızartıcı tavrı karşısında, Perinçek’in mert yanıtlarının dökümü var. Bir yurtsever olarak, onun İsviçrelilere verdiği bu tarih, hukuk ve mantık dersini gururlanarak okuyabilirsiniz! Ben o günleri, Lozan’da bu çıkışı yapan dostların arasında yaşadım ve o tarihi salonda konuşma onuruna da eriştim… 

Perinçek’in AİHM’ye aldırttığı karar, yalnız kendisinin veya bizlerin veya Türkiye’nin değil, insanlığın zaferidir. Özgür düşünme hakkının zaferidir. Demokrasi konusunda burnundan kıl aldırmayan Avrupa’nın, kendi temel hukuk kurallarını çiğneyerek, hakkında hiçbir uluslararası karar bile bulunmayan bir konuda, faşist baskıyla ifade özgürlüğünü yok etmeye nasıl kalkışabildiğinin ve yurtsever bir Türk siyasetçisinin onları nasıl hizaya getirip, o zavallı kanunu çöpe attığının resmidir. Ermeni soykırımı iddiaları maalesef pervasızlığını, hâlâ gelişen(!) istatistiklerini ve tehdidini artırarak dünyaya yayıldı ve Türkiye aleyhine “yargısız infaz”ın itici gücü haline geldi. Maalesef hükümetlerimizin bu konudaki yanlış politikaları da bunu kolaylaştırdı. Sessizlik, tepkisizlik, “ciddiye alıp işi boş yere büyütmeyelim” mantığı hatalı şekilde hâkim oldu. 
Öte yandan Batı, kendi önerdiği yolu usluca izleyen ülkemizin “sözde entellerini” ödüllendirdi, Nobellendirdi ve hepsi de nasiplenmek için sıraya girdiler! Tabii onların “yok” saydığı Ermeni terör eylemlerini, ASALA cinayetlerini unutmuş veya unutacak değiliz. İstediği zaman hümanist diye geçinen Batı’nın kimi konulardaki bellek yetersizliğini de çok iyi biliyoruz. Unutmayalım, geçmişi Kolonyalizm, Kızılderili ve İnka katliamları ile kirli olan Batı, en yakın dönemde “Kitle imha silahlarını bulmaya gidiyoruz” diyerek Irak’ta 1 milyon kişi öldürdü. Sonra da “Aaa, hata yapmışız” diyerek özür diledi! Bu da yetmedi: Adaleti ve mantığı tüm çıkış-varış noktalarını imha ederek, hukuku siyasetin çamuruna buladılar. ABD’nin her yıl 24 Nisan’da yaşattığı “Soykırım kelimesi bu sefer kullanılacak mı, kullanılmayacak mı” stresinin ötesinde, Fransa ve İsviçre “Bu konuyu düşünce ifadesinde bile yasakladık” hatasına ilk düşen ülkeler oldular. Defalarca Fransız Senatosu ve Parlamentosu’na açık mektuplar yazarak bu acınası tavırlarını kınadım. 

Onlara Voltaire, Diderot ve Montesquieu’nün söylemlerini hatırlattım. 

Tarihte Naziler veya seri katiller de yargılanır. Ama “Batı Medeniyeti” Türkiye’ye bunu bile çok gördü! Ortada yargısız infaz ve sonrasında tebliğ var ve onun hemen ardından da soykırım adına dikilen anıtlar…“Beyler! Bu meydan bu kadar boş değil!” demiş oldu Perinçek. Neydi hedefleri bu elit Batılıların çok yüzlü “poli-tikacılarının”? Türkiye, bu ulus, bu halk, katliamcı, soykırımcı olarak dünyada tescil yesin, onuru yok edilsin, böylece bu kararları alanlar bir taşla üç kuş vurmuş olsun. Hem ucuz hesaplarla Ermeni diyasporasından 3-5 oy alsınlar, hem Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Sevr kararlarını paramparça eden, Lozan’da dik duruşunu simgeleyen bu yüce halka karşı hınç alma operasyonlarına girişsinler, hem de ABD’nin yeni Ortadoğu senaryolarına hizmet edilmiş olsun! Dünyanın neresinde, hangi hukukta hangi “ananas”(!) cumhuriyetinde böyle tek yanlı bir hukuk olabilir? Kabile hukukunda bile böyle bir utanç verici tavır olamaz. 

Türkiye, Ermenilere, “Bağımsız uluslararası yargıçlar önünde tüm arşivleri açalım ve hakemli tartışalım” dedi. Böylece bağımsız yargıçlar tezleri karşılaştırır, arşivlere bakar, her iki tezi de dinledikten sonra karar verebilirlerdi. Tabii ki bu demokratik öneri de reddedildi. Çünkü Ermenistan, bu maçı sahaya çıkmadan kazanmak istiyor! 
Herkes şunu bilsin ki, AİHM kararı, Perinçek’i aklamamıştır. Tam tersine AİHM üstünden Avrupa’yı aklamıştır. Demek Avrupa’da hâlâ bazı bağımsız düşünebilen yargıçlar var demektir. Ben AİHM’yi kutluyorum. Yoksa bizim Perinçek hakkında şüphemiz zaten yoktu! Umarım yerli “yarı-aydın”larımız da bu karardan kendilerine bir ders çıkarmışlardır.  


***

22 Mayıs 2019 Çarşamba

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 3


KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR  BÖLÜM 3


5 § 1. maddesi, Sözlesmeye taraf devletlerin organize suçlarla yeterli önemler alınarak mücadele etmede güvenlik güçleri için büyük zorluklara sebep olabilecek bir biçimde süphesiz uygulanmamalıdır (bkz, mutatis mutandis, Klas ve diğerleri v. Almanya, 6 Eylül 1978). ADHM’in görevi 5 § 1 c) maddesinin c fıkrasında, belirtilen yasal amacı izleme dâhil belirtilen sartların davada yerine getirilip getirilmediğini belirlemekten ibarettir. Bu bağlamda, ADHM kendilerine sunulan delilleri incelemek için en iyi sekilde kurulan ulusal mahkemelerin 
değerlendirmesi yerine kendi değerlendirmesini yapma göreviyle normal kosullarda yükümlü değildir (Anılan Murray kararı). 

Somut olayda, ADHM, basvuranın Ergenekon ismindeki bir suç örgütünün hükümeti siddet yoluyla devirmek amacıyla faaliyetlere tesebbüs eden aktif üyelerinden biri olduğuna dair hakkında süphe edilmesi sebebiyle onun özgürlüğünden mahrum bırakıldığını tespit etmektedir. ADHM, Ddare’nin ulusal güvenlikten sorumlu bazı servislerinden gelen ve gizli olarak sınıflandırılan birçok belgeyi özellikle yasadısı olarak edinmis, Ergenekon örgütü tarafından planlanan yayınları yapmak amacıyla bir televizyon kanalı kurmus ve yönetmis ve 
evinde örgüt adına patlayıcılar bulundurmus olması yönünde basvuran hakkında süphelenildiğini gözlemlemektedir. ADHM, basvuranın Ceza Kanunu tarafından siddetle cezalandırılan üzerine atılı suçu islemis olacağına dair süpheler hakkında basvuranın örgüt askerlerinin talimatı üzerine hareket ettiğini gösteren telefon dinlemelerine dair raporlar, basvuranın yakalanmasından önce Savcılık tarafından çesitli aramaların yapıldığı sırada el konulan belgeler ve malzeme gibi delil unsurlarını dikkate almaktadır. 

Dolayısıyla, ADHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrası bakımından basvuranın bir suç islemis olabileceğine dair “ hakkında süphelenilmesi için inandırıcı nedenlere ” dayanarak yakalanıp tutuklanabileceği sonucu ortaya çıkmaktadır ( Anılan Murray kararı, anılan Korkmaz ve diğerleri kararı, anılan Süleyman Erdem kararı). 

Basvuranın tutuklanmasının iç hukuktaki kurallara uygunluğu konusuna gelince (Bozano v. Fransa, 18 Aralık 1986, Wassink v. Hollanda, 27 Eylül 1990, Baranowski v. Polonya, Moren v. Almanya, 13 Aralık 2007, Öcalan v. Türkiye), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yukarıda belirtilen bu tespitlere atıfta bulunur. ADHM, kurumların – 6136 sayılı Kanun tarafından ve Ceza Kanunu tarafından öngörülen suçları islemis olduğuna dair Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 91 § 2. ve 100. maddeleri gereğince basvurandan süphelenmek için neden ve emarelerin varlığını öne sürerek basvuranı yakalamıs olduğunda, ulusal hukuk makamlarının somut delil unsurlarına dayandıklarını gözlemlemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre; davada basvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal makamlar tarafından öne sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi olduğu veya makul olmadığı sonucu ortaya çıkmamaktadır. Böylelikle, basvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksun olup Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4.fıkraları uyarınca reddedilmelidir. 

3. Basvuran, öte yandan yakalanmasının ve kendisi hakkında yapılan suçlamaların nedenlerine dair bilgilendirilmediğini iddia etmektedir. 

Bu bakımdan, Sözlesme’nin 5 § 2. maddesini ileri sürmektedir. 

ADHM, 5. maddenin ikinci fıkrasının temel bir güvence sunduğunu hatırlatmaktadır: Yakalanan her kisi, yakalanma nedenini bilmelidir: 5. maddenin sunduğu koruma sistemine dâhil olarak, 4. fıkra gereğince bir mahkeme nezdinde kisinin tutukluluğunun yasaya uygunluğunu tartısabilmesi amacıyla onun özgürlüğünden yoksun bırakılmasıyla ilgili olgusal 
ve hukuki nedenlerin anlasılır ve basit bir anlatımla kendisine bildirilmesini gerektirmektedir (Anılan Fox, Campbell ve Hartley kararı ve H. B v. Dsviçre, 5 Nisan 2001). 

ADHM, öte yandan 5 § 2. maddesine göre nedenlerin tutuklu kisiye ne yazılı olarak ne de özel herhangi baska bir sekil altında bildirilmesinin gerekmediğini hatırlatmaktadır. Bilgilerin kapsamı konusunda, sanığın tutuklanması esnasında onun aleyhine yapılan suçlamaların tamamını belirtmek, 5 § 2 maddesi bakımından gerekmemektedir (Soysal v. Türkiye, no 50091/99, 3 Mayıs 2007). 

Somut olayda, ADHM, basvuranın yakalanması esnasında Dstanbul polis memurlarının, Ergenekon isimli bir terör örgütüne üye olduğu ve bu örgüt adına faaliyetleri yürüttüğüne dair hakkında süphelenildiği yönünde basvuranı bilgilendirmis olduklarını tespit etmektedir. Onun yakalanmasının ardından hemen polis merkezinde ilgilinin sorusturması, Ergenekon örgütünün yapısı, üyeleri arasındaki iliskiler ve basvuranın, örgütün varsayılan diğer üyeleri ile olan telefon konusmaları hakkında yapılmıstır. Dosyadan aynı zamanda su sonuç çıkarılmıstır: Basvuran, tutukluluğun yasaya uygunluğu konusunda itiraz etmek için Dstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan itirazlarda bu bilgilere basvurmustur. 

ADHM, basvuranın yakalanması sırasında, en azından tutukluluğun basından itibaren basvuranın bir mahkeme nezdinde tutukluluğun yasaya uygunluğunu tartısılabilmesi amacıyla özgürlüğünden yoksun bırakılmasındaki hukuki ve olgusal nedenlere dair gereğince bilgilendirilmis olduğunu tespit etmistir (Anılan Fox, Campbell ve Hartley kararı ve anılan H.B. kararı). 

Basvurunun bu kısmının aynı zamanda açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 
4. Basvuran, ayrıca Emniyet Müdürlüğü’nde geçen sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın gerçeklestirildiği kosulların Sözlesme’nin 3. maddesi bakımından insanlık dısı ve alçaltıcı bir muamele olarak incelendiğini iddia etmektedir. ADHM, bir muamelenin 3. maddenin kapsamına girebilmesi açısından değerlendirmesi, basvuruyla ilgili verilerin tamamına, özellikle muamele süresine ve muamelenin fiziksel veya ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yası, sağlık durumuna bağlı olan asgari düzeyde bir önem tasıması gerektiğini hatırlatmaktadır. (bkz. örneğin İrlanda v. Birlesik Krallık, 18 Ocak 1978). Üstelik ADHM, 3. maddeye aykırı olan muamelelerin düzenlenmesinde kendi nezdinde delil unsurlarının değerini değerlendirmek amacıyla “her türlü makul süphenin ötesinde” delil unsurunu kullanmaktadır. 

Böyle bir kanıt, çürütülemeyen, yeterince önemli, kesin ve uygun olan karine veya emarelerin hepsinin bir sonucu olmaktadır (ibidem). 

Özellikle, bir muamelenin önceden tasarlanarak uzun bir süre boyunca uygulanması veya vücutta hasarlara ya da fiziksel veya ruhsal derin acılara sebep olması halinde 3. madde bakımından insanlık dısı olarak görülmektedir (bkz. Kulda v. Polonya, nº 30210/96). Ayrıca bir muamelenin 3. madde anlamında “asağılayıcı” olup olmadığını arastırırken, ADHM amacın ilgiliyi küçük düsürmek ve gururunu kırmak olup olmadığını, bu konuda düsünülen önlemin 3. maddeye uygun olmayan bir biçimde ilgilinin kisiliğine zarar verip vermediği  ni inceleyecektir (Albert ve Le Compte v. Belçika, 10 Subat 1983). 

Bir sorusturma kapsamında, bir kisinin yakalanmasının veya tutuklanmasının 3.
madde gereğince asağılayıcı olarak kabul edilmesi için, bu hususlarla birlikte küçük düsürme veya asağılama durumları özel bir düzeyde bulunarak, her yakalama ve tutuklama hususuna göre her türlü durumda farklılık 
göstermelidirler (Anılan Öcalan kararı, mutatis mutandis, Raninen v. Finlandiya, 16 Aralık 1997, Recueil des arrêts et décisions 1997-VIII). 

Somut olayda, ADHM, ilgilinin herhangi bir delil sunmadığı gibi sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın kosullarının 3. maddenin kapsamına girecek ağırlıktaki asgari esik sınırına ulastığı sonucuna varmasına imkân sağlayacak herhangi bir emare öne sürmediğini göz önünde bulundurmaktadır (bkz. aynı bağlamda Erda ve diğerleri v. Türkiye, noº 499/02, 1 Haziran 2006). Dolayısıyla bu sikâyetin aynı zamanda açıkça dayanaktan yoksun olduğu ve Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 
5. Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini ileri sürerek, basvuran yargılama süresinin uzunluğundan sikâyetçi olmaktadır. 

ADHM, dikkate alınacak sürenin basvuranın yakalanma tarihi olan 23 Eylül 2008’de baslamıs olduğunu dikkate almaktadır. Dava, halen özel Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde devam etmektedir. Bugün itibarıyla, dava üç yıldan biraz daha fazla sürmüstür. ADHM, bir dava süresinin makul niteliğinin dava kosullarına göre ve asağıdaki kriterler bakımından değerlendirilmesi gerektiğini dile getiren yerlesik içtihadını hatırlatmaktadır: davanın karmasıklığı, basvuranın ve yetkili makamların davranısı ve ilgili için davadaki özel durum (bkz. Sürmeli v. Almanya, no 75529/01, McFarlane v. İrlanda, no 31333/06, 10 Eylül 2010). 

ADHM, bir taraftan iddianame içeriğinde yer alan basvuran aleyhine olan delillerin sayısının, diğer taraftan aynı davadan yargılanan sanıkların sayısının fazlalığı nedeniyle, davanın karmasık bir yapıya sahip olduğunu tespit etmistir. 

ADHM, makamların tutumu konusunda, Bassavcılığın basvuranın yakalanmasının ardından altı aydan daha az bir süre içinde iddianamesini sunmus olduğunu tespit etmistir. 

ADHM, öte yandan basvuranın İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önündeki davasının görülmesi sırasında çalısılmadan geçen önemli süreçler olduğunu gözlemlemediğini ve Türk adli makamlarının süratinde herhangi bir kusku unsuru bulunmadığını tespit etmistir. 

Sonuç olarak, ADHM dava kosullarının tamamını ve özellikle davanın karmasıklığını göz önünde bulundurarak, genel olarak ele alınan dava süresinin somut basvuruda 6 § 1. maddesi bakımından makul süreyi asmadığını tespit etmistir. Böylece bu sikâyetin Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkraları gereğince açıkça dayanaktan yoksun olarak reddedilmesi gerektiği sonucuna varılmıstır. 

6. Sözlesme’nin 13. Maddesinden ayrı ya da onunla birlikte 6 § 1 maddesini ileri süren basvuran, nihayetinde kendisinin bağımsız ve tarafsız bir mahkeme nezdinde adil bir yargılamadan faydalanmamaktan ve bu duruma itiraz edebileceği iç hukukta etkili bir basvuru yoluna sahip olmadığından ötürü sikâyet etmektedir. 

Bununla birlikte, ADHM basvuran aleyhinde sürdürülen ceza davasının bu hususta ilk derece mahkemesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde halen derdest olduğunu değerlendirmektedir. ADHM, o halde basvuran aleyhinde açılan davayla ilgili genel bir inceleme yapacak asamada değildir. ADHM, ayrıca ne basvuran aleyhinde yapılan suçlamalar konusunda Ağır Ceza Mahkemesi’nin karar vereceği duruma dair ne de muhtemel bir temyizin sonucuna dair görüs sunamayacağını tespit etmistir. 
Ulusal mahkemeler nezdinde davanın mevcut asamasında, basvuranın Sözlesme’nin 6. maddesinin hükümlerinin herhangi bir ihlali konusunda sikâyet edemeyeceği sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, basvuran kendisi hakkında yürütülen ceza davası konusunda iddia ettiği ihlallerden dolayı mağdur olduğunu düsünmesi halinde, onun yeniden ADHM’e basvurmasına izin verilmektedir. O halde, basvurunun bu kısmının incelenmesi için prematüredir (bkz. Baltacı v. Türkiye, nº 495/02, 14 Haziran 2005). 
6 § 1 maddesiyle ilgili tespitlerini göz önüne alan ADHM, Sözlesme’nin 13. Maddesi kapsamında davayı incelemenin yararsız olduğu yargısına varmaktadır; çünkü bu hükmün gerekleri, 6 § 1 maddesinin gereklerinden daha az katıdır ve 6. maddenin gereklerince kapsanmaktadır (bkz. örneğin, Hentrich v. Fransa, 22 Eylül 1994). 

Böylelikle, Sözlesme’nin 35 §§ 3 a) ve 4. fıkralarına dayanarak basvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olarak aynı zamanda reddedilmesi gerektiği uygun düsmektedir. 

Bu gerekçelerle, ADHM, oy birliğiyle, Tutukluluk süresi ve bu süreye itiraz etmek için etkili bir iç hukuk yolunun olmadığı iddiası ile ilgili olarak, Sözlesme’nin 5. maddenin 3. ve 4. fıkralarına iliskin basvuranın 
sikâyetlerinin incelenmesini ertelemis; 

Diğer sikâyetler konusunda basvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermistir. Stanley Naismith Françoise Tulkens 
Yazı İşleri Müdürü Başkan 


***

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 2


KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR  BÖLÜM 2


B. İlgili İç Hukuk 

1. Ceza Kanunu’nun Hükümleri 

Ceza Kanunu’nun 311 § 1. Maddesi asağıdaki gibidir: 

“ Cebir ve siddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye tesebbüs edenler ağırlastırılmıs müebbet 
hapis cezasıyla cezalandırılırlar.” 

Ceza Kanunu’nun 312 § 1. maddesi aşağıdaki gibidir: 

“ Cebir ve siddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye tesebbüs eden kimseye ağırlaştırılmıs müebbet hapis cezası 
verilir.” 
Yasadısı bir örgüte mensup olma suçunu öngören, Ceza Kanunu’nun 314. maddenin 1. ve 2. fıkraları asağıdaki gibidir: 
“ 1. Bu kısmın dördüncü ve besinci bölümlerinde yer alan suçları islemek amacıyla, silâhlı örgüt kuran veya yöneten kisi, on yıldan on bes yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 
2. Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, bes yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” 

Ceza Kanunu’nun 327 § 1. Maddesi söyledir: 

“ Devletin güvenliği veya iç veya dıs siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir.” 

Ceza Kanunu’nun 334 § 1. Maddesi söyledir: 

“ Yetkili makamların kanun ve düzenleyici islemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.” 

3. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun Hükümleri 

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 91 § 2. Maddesi sunu içermektedir: 
“Gözaltına alma, bu tedbirin sorusturma yönünden zorunlu olmasına ve kisinin bir suçu islediğini düsündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır.” 
Tutukluluk, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 100. ve devamındaki maddelerinde ele alınmaktadır. 100. maddeye göre bir kisinin suç islediğine dair kuvvetli süphelerin varlığını gösteren olaylar olduğunda ve geçici tutukluluğun bu hükümde sıralanan gerekçelerden biri ile haklı gösterilmesi durumunda ancak bu kisi geçici olarak tutuklanabilmektedir. Geçici tutukluluk hali, firar durumunda ya da firar riski olduğunda veya süpheli kisi delilleri gizleme veya değistirme veya tanıkları etkileme riski tasıdığında haklı olarak kabul edilmektedir. 

Şüphelinin özellikle Devlet’in güvenliğine ve anayasal düzene karsı bazı suçları islemis olduğuna dair kuvvetli süphelerin var olması aynı zamanda geçici tutukluluğu haklı gösterebilmektedir. 

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 101. maddesi, geçici tutukluluğa Cumhuriyet Bassavcılığı’nın talebi üzerine tek hâkim tarafından sorusturma asamasında ve savcının talebi üzerine ya da resen yetkili mahkeme tarafından karar asamasında hükmedildiğini öngörmektedir. Geçici tutuklanma ve tutukluluk halinin devamıyla ilgili hükümler bir itirazın konusu olabilmektedir. Bunlara iliskin kararlar, hak ve hukuka uygun olarak gerekçelendirilmelidir. 

Kanununun 104. maddesine göre, sanık veya suçlanan kisi davanın her anında serbest bırakılmayı talep edebilmektedir. Tutukluluğun devamı ya da serbest bırakılma kararı bir hâkim veya bir mahkeme tarafından alınmaktadır. Serbest bırakılma talebinin reddedilmesi yönündeki karar, aynı zamanda itiraza da uygundur. 

ŞİKÂYETLER.,

Basvuran, Sözlesme’nin 3. maddesini ileri sürerek, Emniyet Müdürlüğü’ndeki sorusturma süresinin ve bu sorusturmanın yapıldığı kosulların bu bakımdan insanlık dısı ve alçaltıcı bir muamele olduğunu iddia etmektedir. 

Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 1. Maddesini ileri sürerek, özgürlüğünden mahrum bırakılmasının ne ulusal mevzuata ne de Sözlesme’ye uygun olmadığından dolayı sikâyetçi olmaktadır. Çünkü basvuran, suç islemis olacağına dair “ inandırıcı nedenler” olmadan yakalandığını ve tutuklandığını ileri sürmektedir. 

Öte yandan, basvuran Sözlesme’nin 5 § 2. maddesi bakımından, yakalanmasının nedenleri ve suçlamalar konusunda yakalandıktan hemen sonra haberdar edilmediğini ileri sürmektedir. 

Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 3. maddesi bakımından su anda üç yıldan fazla olan tutukluluk süresinin asırı olduğunu ileri sürmektedir. 
Basvuran, Sözlesme’nin 5 § 4. ve 13. maddelerini ileri sürerek, tutukluluk halinin devamına itiraz etmek için etkili bir iç hukuk yolunun olmamasından sikâyet etmektedir. 
Yargı organlarının silahların esitliği ilkesine uymadan ve durusma yapmaksızın tahliye taleplerini reddettiğini ileri sürmektedir. 
Basvuran, Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini öne sürerek, öncelikle kendisi hakkında baslatılan ceza yargılamasının asırı uzun olduğunu ileri sürmektedir. 
Basvuran, 13. maddeden ayrı ya da bu maddeyle bağlantılı olarak Sözlesme’nin 6 § 1. maddesini öne sürerek, nihayetinde dosyadan sorumlu hâkimlerin Savcılık ve adli polisle sıkı bağlarının olması, onların Adalet bakanı tarafından yönetilen bir kurum olan Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yetkisine tabi olması gerekçeleriyle - bağımsız ve tarafsız bir mahkeme nezdinde adil bir yargılamadan yararlanmadığını ve bu duruma iç hukukta itiraz edebileceği etkili bir basvuru yolunun bulunmadığından sikâyet etmektedir. 

HUKUKİ DEĞERLENDİRME 

1. Basvuran, tutukluluk süresinin Sözlesme’nin 5 § 3. maddesi gereğince makul olmadığını ileri sürmektedir. Diğer yandan, basvuran Sözlesme’nin 5 § 4. ve 13. maddelerini ileri sürerek tutukluluk halinin devamına itiraz etmek için iç hukukta etkili bir basvuru yoluna sahip olmadığından sikâyet etmektedir. Yargı organlarının basvuranın serbest bırakılması yönündeki talepleri hakkında karar verirken, çekismeli yargılama ve silahların esitliği ilkelerine saygı gösterme diklerini ifade etmektedir. Dosyanın mevcut durumu dikkate alındığında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu sikâyetlerin kabul edilebilirliği konusunda karar verme asamasında olmadığını saptamıs olup ve İçtüzüğün 54 § 2 b) maddesi gereğince bu sikâyetleri davalı devlete bildirmenin gerekli olduğu kanaatine varmıstır. 
2. Sözlesme’nin 5 § 1. maddesini öne sürerek, basvuran aynı zamanda bir suç islemis olmaktan dolayı hakkında süphe duyulması için inandırıcı nedenler olmadan yakalanmıs ve tutuklanmıs olmasından sikâyet etmektedir. ADHM, basvuranın kendisinin yakalanması ve tutuklanmasının yalnızca Sözlesme’nin 5 § 1. Maddesinin hükümlerine değil aynı zamanda, 5 § 1 maddesi bakımından iç hukuk yollarına da aykırı olduğunu ileri sürdüğünü dikkate almaktadır; bu yollar, bir suç islemis olmaktan dolayı ilgili hakkında süphelenilmesini gerektiren inandırıcı nedenlerin olması halinde ilgilinin serbest bırakılma konusunda Sözlesme’nin kurallarına benzer kurallara dayanmaktadır. ADHM o halde, sikâyeti öncelikle Sözlesme’nin 5 § 1 c) maddesi açısından “ inandırıcı nedenler” baslığı altında inceleyecektir. 

ADHM, 5 § 1. c) maddesinin sadece kisinin bir suç islediğine dair süphelenilmesi için inandırıcı nedenler olduğu takdirde yetkili yargı organlarının kisiyi mahkemeye çıkarması amacıyla bir ceza davası çerçevesinde onun tutuklanmasına izin verdiğini hatırlatmaktadır. 

Tutuklanmanın dayandırılması gereken süphelerin “ inandırıcı niteliği” 5 § 1. c) maddesi tarafından sağlanan korunmanın temel bir unsurunu olusturmaktadır. İnandırıcı süphelerin varlığı, söz konusu kisinin suçu islemis olacağına dair objektif bir gözlemciyi ikna etmeye uygun bilgileri ve olayları öngörmektedir. İnandırıcı olarak kabul edilebilecek durum, bununla birlikte kosulların tamamına bağlıdır (Fox, Campbell ve Hartley v. Birlesik Krallık, 30 Ağustos 1990, O’hara v. Birlesik Krallık, Korkmaz ve diğerleri v. Türkiye, Süleyman Erdem v. Türkiye, 19 Eylül 2006, ve Çelik ve Yıldız v. Türkiye, 10 Kasım 2005). 

Öte yandan, 5 § 1 maddesinin c) fıkrası, kisinin yakalanması esnasında onu suçla itham etmek için polisin yeterli delilleri toplamıs olmasını gerektirmez. 5 § 1. maddesinin c) fıkrası bakımından, bir tutukluluk süresince sorusturmanın konusu, tutuklamayla ilgili somut süpheleri doğrulayarak veya ortadan kaldırarak ceza sorusturmasını tamamlamaktır. 

Böylelikle süphelere mahal veren olaylar, sorusturmanın daha sonraki asamasında araya giren, bir mahkumiyete karar vermek veya hatta bir suçlamayı haklı çıkarmak için gerekli olan olgularla aynı düzeyde olması gerekmemektedir ( Murray v. Birlesik Krallık, 28 Ekim 1994, ve anılan Korkmaz ve diğerleri kararı). 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 1

KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA KARAR BÖLÜM 1 




Ahmet Tuncay ÖZKAN 
Türkiye 

İKİNCİ DAİRE 
Basvuru no: 15869/09 
13 Aralık 2011 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire), 
Françoise Tulkens Başkan, 
Danute Jociene, 
Dragoljub Popovic, 
Isıl Karakas, 
Guido Raimondi, 
Paulo Pinto de Albuquerque, 
Helen Keller, 

Yargıçlar ile Yazı İşleri Müdürü Stanley Naismith’in katılımı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Heyeti olarak 13 Aralık 2011 tarihinde toplanmıs, 
24 Şubat 2009 tarihinde yapılmıs olan sözü edilen basvuruyu göz önüne alarak, yapılan görüsmeler sonucunda aşağıdaki karara varmıstır: 

OLAY ve OLGULAR 

Başvuran, Ahmet Tuncay Özkan 1966 doğumlu olup İstanbul’da ikamet etmektedir. Başvuran, Ankara Barosu avukatlarından A. Çörtoğlu tarafından 
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde temsil edilmektedir. Olayların olduğu dönemde, başvuran “ Yeni Parti ” isimli siyasi partinin Başkanı ve 
Kanaltürk adlı televizyon kanalının sahibi olan bir gazeteciydi. 

A. Davanın Koşulları 

Başvuran tarafından dile getirildiği gibi davanın olayları aşağıdaki gibi özetlenebilir. 

1. Ergenekon Davası 

2007 yılında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Ergenekon” isimli bir suç örgütüne mensup olduğu varsayılan, cebren ve şiddet yoluyla, seçilen hükümeti 
devirmeye yönelik faaliyetlere girişmekle şüphelenilen kisiler aleyhinde cezai bir soruşturma başlatmıştır. 

Savcılığa göre sanıklar, kamuoyunda tanınan kişilere yönelik saldırılar, yüksek mahkeme veya dini mekânlar gibi önemli yerlerde bomba saldırıları gibi kıskırtma eylemleri planlamış ve gerçekleştirmişlerdir. Onlar, hatta askeri bir devlet darbesine yol açacak bir biçimde bir güvensizlik ortamı yaratmayı ve böylelikle kamuoyunda bir korku ve panik havası olusturmayı amaçlamıslardır. 

İstanbul Cumhuriyet Bassavcılığı, birçok iddianame ile aralarında general, ordu subayları, istihbarat servisleri üyeleri, is adamları, politikacılar ve gazeteciler bulunan birçok kisi aleyhinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde ceza davaları açmıstır. Savcılık onları Ceza Kanunu’nun 312.maddesi gereğince özellikle ömür boyu hapis cezası gerektiren bir suç olan, demokratik anayasal düzeni yıkma amaçlı bir devlet darbesi planlamıs olmakla itham etmistir. 

İddianamelerden su ortaya çıkmaktadır: Ergenekon yasadısı örgütünün varlığıyla ilgili ilk iz, 2007 yılının Haziran ayında İstanbul’un bir mahallesi olan Ümraniye’de gerçeklestirilen bir arama esnasında silahların gizli bir yerde (26 adet el bombası) bulunması olmustur. Aynı sorusturma çerçevesinde, gerçeklestirilen birçok arama esnasında, örgütün hiyerarsik yapısını 
ve cebren Hükümeti devirmeyle ilgili planlarını gün ısığına çıkaran delil unsurlarına el konulmustur. 

Savcılık, bu dava kapsamında sunulan iddianamelerde, Ergenekon örgütünün hiyerarsik yapısına göre, askerlerin örgütün bas aktörleri olarak görüldüğünü ve sivillerin de lojistik ve mali araçları sağlamak ve propaganda yapmakla görevlendirildiğini açıklamıstır. 

Öte yandan, Savcılığa göre, sikâyet edilen bu sebeke, bazıları ortaya çıkarılabilmiş olan faaliyetleri ve somut eylem planlarını yürütmek için kurulmuŞtur. Kafes, İrtica ile mücadele, Sarıkız eylem planlarının üçü askeri darbeden önceki süreci ilgilendiriyordu ve ana hedef olarak da bu müdahaleyi haklı göstermek için ortamın hazırlanması söz konusuydu. Yakamoz (suda ısığın yansıması) eylem planı, böylelikle askeri bir darbenin uygulanması konusuyla ilgiliydi. Son olarak, Eldiven eylem planı, askeri darbeden sonraki süreç boyunca hükümet otoritesinin ve siyasi kurumların yeniden yapılandırılması konusunu içeriyordu. 

Kafes eylem planı, ilk önce telefonla tehdit etme, duvarlara sloganlar yazılması, çoğunlukla dini azınlıklara mensup kisilerin yasadığı mahallelerde patlayıcıların konması, kamuoyunda tanınan azınlıkların haklarının savunucularına karsı saldırıların düzenlenmesi ve son olarak, bu azınlıklara mensup is adamları ve sanatçıların kaçırılması gibi dini azınlıklara mensup vatandaslar aleyhinde örgüt üyelerince siddet eylemlerinin yapılmasını öngörüyordu. 

Kafes planının ikinci dönemi, iktidar partisi AKP’nin bu siddet eylemlerini azmettirmekle suçlanması amacıyla medya kuruluslarını yanıltmayı hedefliyordu. 
İrtica ile mücadele isimli eylem planı, özellikle iktidar partisi AKP’nin imajını lekelemek ve kamuoyunun bu partiye olan desteğini kaybettirmek amacıyla iktidar partisiyle ilgili medya organları aracılığıyla yanlıs haberlerin yayınlanmasını öngörüyordu. 

Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı, amiral Ö.Ö. tarafından gazetede anlatıldığı üzere, Sarıkız eylem planı basını yanıltmayı, hükümet aleyhinde genel bir hosnutsuzluğun olduğuna inandırmak amacıyla öğrencilerin, sendika üyelerinin ve derneklerin hükümete karsı protesto gösterileri düzenlemeleri için onları yönlendirmeyi ve ulusal seviyede afis kampanyaları düzenlemeyi öngörüyordu. Bu eylem planı, generaller, M.S.E., A.Y., Ö,Ö. ve D.F. tarafından hazırlanmıstır. 

Ayısığı eylem planı, özellikle her türlü antidemokratik eyleme karsı düsman olmakla tanınan ordu generali, Genel Kurmay Baskanı H.Ö.’yü etkisiz hale getirmeyi veya onu yerinden etmeyi hedefliyordu. Plan aynı zamanda iktidar partisi AKP’nin bir grup milletvekiline partiyi terk ettirme amacı tasıyordu. Bu planın diğer hedefi, hükümet aleyhinde askeri bir darbe için Cumhurbaskanı’nın desteğini sağlamak veya onun tarafından gelecek her türlü muhalefeti etkisiz kılmaktı. Yakamoz isimli eylem planı, özellikle askeri bir darbenin uygulanması ve hükümetin devrilmesinden sonra yeni yönetimlerin yerlestirilmesi konusuyla ilgiliydi. 

Eldiven eylem planı, hükümete karsı yapılacak askeri darbenin ardından alınacak özel tedbirlerle ilgiliydi. Bu eylem planının konuları arasında, medyanın ve siyasi olusumların yeniden yapılandırılması, silahlı kuvvetlerin yeniden organize edilmesi, yeni bir Cumhurbaskanı’nın seçilmesi, Cumhurbaskanlığı’na bağlı kurumların yeniden düzenlenmesi ve dıs politikanın yeniden yönlendirilmesi yer alıyordu. Savcılığa göre ordu generali M.S.E.’ye ait olan CD’lerin üzerinde yazılı olan, Ayısığı, Yakamoz ve Eldiven isimli eylem planları M.S.E. ve üst düzey askerlerden olusan ekibi tarafından hazırlanmıstı. 

Savcılığın talebi üzerine, istanbul Ağır Ceza Mahkemesi – nezdinde davaların sürekli devam ettiği- sanıkların çoğunluğunun tutuklanması ve tutukluluk halinin devam etmesi yönünde karar vermistir. 

2. Basvuranın Yakalanması ve Aleyhine Açılan Ceza Davası 

23 Eylül 2008 tarihinde, İstanbul polisi basvuranı yakalayarak gözaltına almıstır. Polisler, basvuran hakkında Ergenekon adı ile bilinen bir terör örgütü üyesi olması ve bu örgüt adına faaliyetler yürütmesi yönünde süphelendiklerine dair başvurana bilgi vermislerdir. 

İlgilinin sorgusu, 25 Eylül 2008 tarihinde saat 22.30’da İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde baslamıs, ertesi gün saat 18.00’e kadar aralıksız sürmüstür. Sonunda basvuran bitkin düsmüs, aç ve susuz kalmıstır. Sorgu esnasında polisler, basvuranı özellikle Ergenekon’un yapısı ve onun üyeleri arasındaki iliskiler hakkında sorguya çekmislerdir. Basvurana siyasal ve örgütsel 
faaliyetleri hakkında ve onun medya, ordu, polis ve adalet ile ilgili bildiklerine dair sorular sormuslardır. Sorusturmanın bir kısmı aynı zamanda basvuranın örgütün varsayılan diğer üyeleri ile birlikte yaptığı telefon konusmaları ile ilgiliydi. 27 Eylül 2008 tarihinde, İstanbul Cumhuriyet Savcısı basvuranı dinledikten sonra Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde nöbetçi hâkime sevk etmistir; basvuran, polisin gerçeklestirdiği sorguda kendisine yapılan suçlamaların aynısıyla itham edilmistir. Nöbetçi hâkim, basvuranın tutuklanmasına karar vermistir. 

Savcılık, basvuranı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne 8 Mart 2009 tarihinde sunulan iddianame ile Ergenekon adıyla bilinen suç örgütünün aktif üyesi olmakla itham etmistir. Savcılığa göre; basvuran Ergenekon örgütünün bazı askerlerinin doğrudan otoritesi altındaydı. Savcılık, basvuranın örgüte üyeliği çerçevesinde, basvuranın Milli Güvenlik Kurulu’ndan ve Milli İstihbarat Teskilatı’ndan (MIT) çıkan ve hepsi “ Gizli ” olarak sınıflandırılan birçok tutanak ve belgeleri yasa dısı olarak elde ettiği, Ergenekon örgütünden gelen bilgileri yayımlamak amacıyla Kanaltürk isimli bir televizyon kanalı kurduğu, patlayıcı (el bombası ve el bombası kapsülleri) ve mermiyi evinde yasadısı olarak bulundurduğunu ileri sürmüstür. Bu iddiaları desteklemek için, Savcılık Ağır Ceza Mahkemesi’ne ilgilinin ve suç ortaklarının evlerinde gerçeklestirilen aramalar esnasında el konulan malzeme ve belgeleri ve telefon dinleme raporlarını delil unsurları olarak sunmustur. Nihayetinde Savcılık, Ceza Kanunu’nun 311 § 1, 312 § 1, 314 § 1, 327 § 1, 334 § 1. maddeleri ve 6136 sayılı Atesli Silahlar ve Bıçaklar hakkında Kanunun 13  1. Maddesi gereğince basvuranın mahkûm edilmesini talep etmistir. 

6 Kasım 2008 ve 1 Aralık 2009 tarihleri arasında, basvuran tutukluluk durumuna itiraz etmis ve tahliye edilmesini talep etmistir. Basvuran, özellikle Savcılık tarafından ileri sürülen delil unsurlarının basvuranın bir terör örgütü üyesi olduğunu gösteren suçlamaları hiçbir sekilde desteklemediğini ileri sürmüstür. Bununla birlikte, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi asağıdaki gerekçelere dayanarak ilgilinin basvurusunu reddetmistir: Basvurana atfedilen suçlamaların mahiyeti, kuvvetli suç süphesi, kaçma riski, delil durumu, delillerin yok edilmesi 
riski, tutukluluğa alternatif olacak önlemlerin, basvuranın ceza yargılamasına katılmasını sağlamak açısından yeterli olmadığı görüsü. 

Hali hazırda, dava halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi önünde derdest olup, basvuran Silivri Tutukevi’nde bulunmaktadır. 


***

9 Eylül 2018 Pazar

ABD Müttefik Değiştirirken , ‘ Trump'la Birlikte ABD için en büyük tehdit artık Rusya değil Çin ve Avrupa '



‘ Trump'la Birlikte ABD için en büyük tehdit artık Rusya değil Çin ve Avrupa '












Elif Sudagezer

Helsinki'de gerçekleşen Putin-Trump zirvesini değerlendiren EPPEN Başkanı Özdemir "Amerikan çıkarlarının Trump yönetimi ardından yeniden tanımlandığını düşünürseniz Amerika için artık en büyük tehdidin Rusya değil, Çin ve Avrupa olduğunu kavrarsınız. Dolayısıyla Trump'ın hedefi Çin ve Avrupa ülkeleri olacaktır" dedi.

















ABD Başkanı Donald Trump
© REUTERS / JONATHAN ERNST

‘Trump, ABD istihbarat örgütlerine güvenmiyor ve bu örgütlerin cadı avı peşinde olduğunu düşünüyor'

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump'ı Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de bir araya getiren zirve, Amerikalı yetkililerin Trump'ı hedef alan açıklamalarıyla başlayan çatışmanın gölgesinde kalsa da; son derece olumlu bir havada geçti. Zira, Rusya Devlet Başkanı Yardımcısı Yuriy Uşakov da, görüşmenin hemen öncesinde yaptığı açıklamada, iki ülkenin söz konusu zirveyle birlikte uluslararası arenada işbirliğine geri döndürecek adımların atılabileceğini ifade etmişti. Uşakov'un vurgu yaptığı üzere; Rusya Lideri Putin, görüşmenin ardından "işbirliği" mesajı verirken; Trump ikili görüşmeyi "'iyi bir başlangıç" olarak niteledi. Zirvenin iki ülkenin ilişkileri açısından olası yansımalarını ise Enerji Piyasaları ve Politikaları Enstitüsü (EPPEN) Başkanı Dr. Volkan Özdemir, Sputnik'e değerlendirdi.
‘ABD TRUMP'LA BİRLİKTE KÜRESELLEŞME YANLISI ULUSLARARASI SERBEST TİCARETİ BİR KENARA BIRAKTI'

Zirvenin, Trump'ın ABD'nin uluslararası serbest ticaret yanlısı bir politikasını bir kenara bırakarak ticarette korumacılığın egemen olduğu politikalar uyguladığını ve zirvenin de bu yeni durumla tutarlı olduğunu anlatan Özdemir şu değerlendirmede bulundu:

"Bence Trump'ın izlemiş olduğu politikalar şaşırtıcı değil. Kendisi göreve başlamadan öncesinden bu yana, şu anki politikaları izleyeceğini söylüyordu. Trump'ın uluslararası sistem açısından en önemli politikaları, ticaret düzenlemelerinin yeniden ele alınması oldu. Amerika Birleşik Devletleri Trump'tan önce, küreselleşme yanlısı, uluslararası serbest ticaret yanlısı bir politika izliyordu. Hatırlatmakta fayda var. Uluslararası ticaret uygulamaları yalnızca ticari değil aynı zamanda bir ülkenin sanayileşme politikası ve onunla birlikte en az onun kadar önemli olarak da jeopolitik kurgusunun bir aracıdır. Dolayısıyla olaya sadece ticari açıdan bakmamak lazım. Trump'ın ABD'nin yüksek dış ticaret açığı verdiği Çin'e ve Avrupa'ya karşı almış olduğu tedbirler, uygulamalar, gümrük tarifelerinin artırılması aslında uluslararası ticarette korumacılığın egemen olduğunu ve ABD'nin artık küreselleşmeden vazgeçtiğini gösteren politikalardır. Eğer kurguyu böyle ele alırsınız ve Amerikan çıkarlarının Trump yönetimi ardından yeniden tanımlandığını düşünürseniz Amerika için artık en büyük tehdidin Rusya değil, Çin ve Avrupa olduğunu kavrarsınız. Çünkü ABD ve Rusya arasında kayda değer bir ticaret yoktur. Dolayısıyla Trump'ın hedefi Çin ve Avrupa ülkeleri olacaktır."

















Helsinki zirvesi Putin-Trump basın toplantısı
© REUTERS / GRİGORY DUKOR
Rusya'nın ABD Büyükelçisi Antonov: Putin ve Trump gizli anlaşma yapmadı


‘ABD YENİ MÜTTEFİK ARAYIŞI İÇİNE GİRDİ, RUSYA DA BUNA ADAY'

ABD'nin izlediği yeni politikanın Rusya'nın da ulusal çıkarlarına hizmet etme ihtimaline vurgu yapan Özdemir "Bu manzaraya Rusya'yı oturttuğunuzda, o zaman Amerika'nın düşman algısı Rusya olmayacaktır ve Rusya da bu yeni Amerika politikasını kendi ulusal çıkarlarını arttırmak için bir fırsata çevirmeye çalışacaktır. Zaten olan biten de tam da budur. Ayrıca Trump'ın kendi ülkesinde ciddi anlamda eleştirilmesinin sebebi de budur" ifadelerini kullandı.

Trump'ın temelini attığı yeni politikalarla birlikte yeni müttefik arayışı içine gireceğini aktaran Özdemir "Trump'ın daha önce uyguladığı politikalar düşünüldüğünde, bu zirvenin bu politikaların bir sonucu olduğu görüşündeyim. İster istemez Trump, Rusya'yla yakınlaşmak isteyecektir. İkili arasındaki temel konu başlıkları uluslararası güvenlik meseleleridir. Ukrayna ve Suriye meselesinin yanı sıra stratejik silahların azaltılması meselesi dahil olmak üzere yeni bir kurgu söz konusu. Bu zirve, Amerika ve Rusya'nın üst perdeden açık görüşmelere başladığının da göstergesi" diye konuştu.

‘RUSYA KENDİ NÜFUZ ALANINDA RAHATLAYABİLİR'

"ABD Başkanı'nın söyleyip de yapmadığı bir şey yok. Trump son derece açık ve tutarlı bir biçimde kendisini oraya getiren güçleri temsil edercesine, kendi çıkarları kapsamında korumacılığı yaygınlaştırılması ve bunu temel alan yeni bir jeopolitik kurgunun artık hayata geçirilmesi olarak yorumluyor. Son derece tutarlı görünüyor" diyen EPPEN Başkanı şöyle devam etti:

"Rusya, Trump'ın politikalarıyla birlikte Obama yönetiminin aksine ABD'nin birincil hedefi olmaktan çıktığı için kendi yakın çevresinde, kendi jeopolitik nüfuz alanında daha fazla rahatlayacaktır. Bence en önemli sonuç bu. Trump'ı eleştiren gruplar da var; Amerika'daki seyre bağlı olarak Rusya-ABD ilişkilerinin çeşitli jeopolitik konu başlıklarında yumuşama dönemine gireceğini tahmin ediyorum."



















Donald Trump
© REUTERS / KEVİN LAMARQUE

Trump: Rusya'nın 2016 ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiğine dair istihbaratçıların vardığı sonucu kabul ediyorum.

‘TRUMP POLİTİKALARINI UYGULAMADA BAŞARILI BİR İSİM'

Trump'ın kendi politikasını uygulamada "başarılı" olduğunu aktaran Özdemir "Trump'ın bundan sonra başarılı olup olmayacağı Amerika'daki farklı grupların düşüncelerine de bağlı olacaktır. Bu dinamik bir süreç ve her iki tarafa da kayabilir. Ancak Trump uluslararası sistemi değiştirmeye çalışıyor ve onun Çin gibi Avrupa gibi güçlü oyuncularına cephe alıyor. Bunu yaparken de başka uluslararası aktörlerin de yanında olmasını ister. Trump bu anlamda eski müttefiklerini terk edip yeni müttefikler arıyor. Yeni müttefik adaylarından biri de Rusya. Tabii, burada Amerika'daki güç mücadelesinin Rusya-Amerika ilişkilerini nereye kadar etkileyebileceğini de düşünmek gerekiyor. Trump'ın ne ölçüde başarılı olacağını bu değişkenlerin de etkisinde önümüzdeki dönemde göreceğiz" diye ekledi. 

https://tr.sputniknews.com/columnists/201807181034342062-donald-trump-vladimir-putin-abd-rusya-cin-avrupa-ticaret-zirve-helsinki-jeopolitik-muttefik/

***

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı'ndan Türkiye ziyareti


19:12 30.07.2018
(Güncellendi 19:37 30.07.2018)

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı Curtis Scaparrotti, Çarşamba günü temaslarda bulunmak üzere Türkiye'ye gelecek. Öncelikli gündem Suriye.

‘ABD tehditlerini uygularsa Türkiye NATO'dan çıkmak yerine NATO'da kalıp sistemi kilitler'

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı Orgeneral Scaparrotti, Türkiye'ye gelerek Suriye konusunda temaslarda bulunacak.
GÖRÜŞMELERDE AĞIRLIKLI OLARAK SURİYE'NİN KUZEYİNDEKİ GELİŞMELERİN ELE ALINMASI BEKLENİYOR'

Edinilen bilgiye göre, Orgeneral Scaparrotti, 1 Ağustos Çarşamba günü Ankara'da Türk yetkililerle görüşmeler yapacak. Görüşmelerde ağırlıklı olarak Suriye'nin kuzeyindeki gelişmelerin ele alınması bekleniyor.

Scaparrotti, 2 Ağustos Perşembe günü ise İncirlik Üssü'nü ziyaret edecek ve oradan İzmir'e geçecek.

ZİYARET, ABD-TÜRKİYE GERİLİMİN YENİNDEN TIRMANDIĞI BİR DÖNEME DENK GELDİ

Scaparrotti, en son 27 Haziran'da Genelkurmay Başkanı görevinde bulunan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile telefon görüşmesi yapmıştı.












Türkiye ilk F-35 uçağını teslim aldı
© AA / ATILGAN ÖZDİL
Türkiye'ye F-35 teslimatını engelleyen tasarı, ABD Temsilciler Meclisi'nden geçti
Görüşmede, Suriye'nin kuzeyindeki mevcut güvenlik durumu ile daha önce mutabık kalınan "Münbiç yol haritası" doğrultusunda belirlenen güvenlik prensiplerinin uygulanması konularının ele alındığı ve NATO ile ilgili bazı konularda görüş alışverişinde bulunulduğu açıklanmıştı.
Ziyaret, ABD-Türkiye geriliminin yeniden tırmandığı bir döneme denk geldi.

ABD Başkanı Donald Trump ile Başkan Yardımcısı Mike Pence, tutukluluk hali ev hapsine çevrilen rahip Andrew Brunson tümüyle serbest bırakılmazsa Türkiye'ye geniş çaplı yaptırım uygulamakla tehdit ediyor.

Geçen ay NATO liderler zirvesinde kriz çıkaran ABD Başkanı Donald Trump'ın müttefiklerin askeri harcamaları yüz milyarlarca dolar artırmasını talep etmesi ve ittifakın kurucu anlaşmasının 5. maddesini tartışmaya açması da gündemden düşmüyor.


https://tr.sputniknews.com/turkiye/201807301034528692-abd-avrupa-kuvvetleri-nato-muttefik-kuvvetler-komutani-turkiye-ziyaret/


***

14 Şubat 2018 Çarşamba

Afrin Harekatı ve Türkiye’yi bekleyenler


Afrin Harekatı ve Türkiye’yi bekleyenler..

Prof.Dr.Sait Yılmaz

Afrin bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı 11’inci gününü tamamlarken, bölgedeki siyasi ve askeri dengelerin değişme emareleri göstermesi yeni senaryoları da gündeme taşıyor. Afrin bölgesindeki gelişmeleri, İdlib bölgesindeki bazı gelişmeler ile birlikte paralel izleme gereği ortaya çıkıyor. Suriye’deki taraflar sürekli politikalarını gözden geçiriyor, yeni ittifak olasılıkları ortaya çıkarken çatışmaların sürpriz bir şekilde tırmanarak, büyüme ihtimali de var. Bu nedenle, içinde bulunulan resmi iyi okumak, sonraki adımları görerek, tedbir almak zorundayız. Bu makalede de konu ile ilgili öngörülerde bulunmaya çalışacağız.
            Rusya Federasyonu (RF) ve Suriye (Esat) Rejimi;
            Rusya'nın Afrin için hava sahasını açması ve askerlerini Tel-Rifat'a çekmesi, harekâtın
daha elverişli şartlarda yapılmasına imkân sağlamıştır. Rusya’nın Afrin harekâtı için Türkiye’ye verdiği desteğin arkasında üç beklenti var;

(1) ABD’ye yanaşan Kürtleri terbiye etmek,
(2) Türkiye’yi ABD’den daha fazla uzaklaştırmak,
(3) İdlib’in temizlenmesi için Türkiye’nin daha çok gayret etmesi.
            Rusya ve Suriye hükümeti iki konuda sıkıntıdadır;
(1) Kürtler; RF, Kürt kartını ABD’nin elinde almak istiyor. RF’nin Kürtlere yönelik Soçi’deki görüşmelere çağırma ve “otonomi için Türkiye’yi ikna ettim” sözleri YPG/PKK için yeterli olmadı. YPG/PKK, “otonomi alana kadar ABD askeri var olmaya devam etsin” düşüncesinde.
            (2) Türkiye; Astana Süreci ile Türkiye’ye ateşkesi sağlama garantörlüğü verilmiş olsa da asıl beklenti, İdlib bölgesini Sünni cihatçılardan temizlemesi idi. Ruslara göre; Türkiye, İdlib ile ilgili verdiği sözleri yerine getirmedi, hızlı adımlar atmadı, Sünni İslamcı gruplar ile işbirliğine devam ediyor.
            Rusya ve Esat rejimi, ABD ile arasını bozacağından Türkiye’nin Fırat’ın batısındaki Münbiç’e harekât yapmasını destekliyor. Ama bu bölgelerin nihayetinde Suriye rejimine devrini de bekliyor. Aksi takdirde yani RF ve Esat rejimi ile İdlib’te yaşanan çelişkili durum Afrin’de de devam ederse Esat rejimi ile sıcak çatışmalar gündeme gelebilir. Rusya’da bu sene başkanlık seçimleri olduğunda seçimlere kadar Türkiye’yi yanlarında tutmak, Suriye’de sağladıkları hâkim konumu sürdürmek istiyorlar.
Ancak, Ruslar beklentileri ile ilgili şu üç konuda Türkiye’ye baskı yapıyorlar;
            (1) ÖSO ve diğer Sünni cihatçılar ile yolların ayrılması,
(2) İdlib’in temizlenmesi,
(3) Barış Süreci kapsamında Kürtlerin de tatmin edilmesi.
            İdlib’te neler oluyor?
            Türkiye, başta Heyeti Tahriri Şam (HTŞ; Eski El Nusra) ve ÖSO olmak üzere Sünni cihatçılar ile flörte devam ediyor. Türkiye’nin İdlib’te yaptıkları ciddi şüpheler uyandırıyor. Bir yandan Ruslar ve Esat bölgeyi temizlemek için gayret ederken, Türk tankları HTŞ ile birlikte Halep yakınlarında durduruluyor.
Sünni Grupların temsilcisi Suriye Müzakere Grubu (SNC[1]) Soçi’de 29-30 Ocak 2018’de yapılan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi görüşmelere katılmadı. Bu durum, SNC üzerinde Türkiye’nin etkisinin kalmadığı ve bu etkinin ABD ve Suudi Arabistan’a geçtiği şeklinde değerlendiriliyor. Özetle barış görüşmeleri için çok önemli olan SNC çatı grubu Türkiye’yi dinlemiyor. Türkiye, Soçi’de sadece kendine yakın grupları temsil etti.
            Suriye rejimi, RF ve İran; İdlib’te inisiyatif almak, bölgeyi Sünni cihatçılardan temizlemek, kısaca ülke bütünlüğü istiyor. Türkiye ise bölgeyi temizlemediği gibi bu örgütlerle işbirliği yapıyor. Bu durumda, “Türkiye’nin İdlib ve dolayısı ile Afrin’de niyeti ne?” sorusu ortaya çıkıyor.
            Türkiye, Afrin harekâtının hedefini YPG/PKK varlığını yok etmek ve Suriyeli göçmenlerin dönüşünü sağlamak olarak açıklamıştı. Arap dünyası, Türkiye’nin İdlib’ten Fırat’a bir Sünni kuşak oluşturarak, 3.5 milyon Suriyeli göçmeni buraya doldurmayı planladığını düşünüyor[2].
Bazı kaynaklar, Türkiye’nin kimlik politikasının yarı bağımsız devletlerin bir araya geldiği bir federalizmi ve müteakiben Bosna modelini içerdiğini öngörüyor[3].
            Afrin’deki harekatın geleceği..
Türkiye, bölgede 30 Km. derinliğinde bir tampon bölge oluşturulacağını açıklamıştı. Kuzeydeki cepheye ilaveten, doğu ve batı cepheleri de açılmış (Harita), Afrin şehri kuşatılmıştır. Bölgede terörist temizliği devam etmektedir.

Harita: Afrin Harekâtı (25 Ocak 2018)

Zeytin Dalı Harekâtı’nın 11. gününde harekâtın başlangıcından itibaren Afrin’in 5 beldesinde toplam 18 köy, 1 köy altı yerleşim yeri, 5 stratejik dağ ve tepe olmak üzere toplamda 24 nokta terör örgütünden temizlenmiş oldu.
            Rus uzmanlar, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeybatısında yürüttüğü Zeytin Dalı Harekâtı’na iyi hazırlanmadığını, bu yüzden sahada sıkıştığını ileri sürüyor. BDT Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve askeri uzman Vladimir Yevseyev, bölgede taarruz etmeye yetecek sayıda Türk birliğinin olmadığını, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin ise savaşacak durumda olmadıklarını savundu. Yevseyev, ÖSO'nun değil de TSK'nın Afrin'e ilerleyebilmesi için en az 2,5 katı kadar daha askere sahip olması gerektiğini, fakat böyle bir birliğin oluşturulmadığını iddia etmektedir[4].
            Türkiye’nin Afrin’de yanına çektiği 25 bin kadar sivil savaşçı; eski El Kaidecileri, Selefi cihatçılar, Müslüman Kardeşler gibi bazı İslamcı gruplar, paralı askerler ve gönüllülerden oluşuyor. Afrin harekâtına Türkiye yanında katılan vekil savaşçılar şunlar[5]; (1) Feylak el-Şam, (2) Ceyş el-Nasr, (3) Cebhat el-Şamiya, (4) Nureddin Zengi Tugayları, (5) El Caber grubu, (6) Sultan Murat Tugayı, (7) Semerkand Tugayı, (8) Muntasir Billah Tugayı, (9) Fatih Sultan Mehmet Tugayı, (10) Hamza Bölüğü, (11) Kuzey Fırtınası, (12) Türkistan İslamcı Partisi, (13) Selahaddin Tugayı.
Türkiye, Suriye’den başka Libya’da kendine yakın Sünni grupları destekliyor. Katar ve Sudan üzerindeki etkisi ile de Ortadoğu’da etkin bir aktör olmaya çalışıyor. Yani genel kanaate göre; Sünni İslami hedefler Türk dış politikasına yön vermeye devam ediyor[6].
            ABD, Suriye’de konumunu güçlendiriyor..
            ABD Dışişleri Bakanlığı Suriye’de IŞİD tehlikesi ortadan kalkmış olmasına rağmen askeri varlık bulundurmaya devam etmelerinin gerekçelerini şöyle açıklıyor[7];
            (1) Esat’ın gitmesi gerektiği.
            (2) İran’ın Suriye ve Irak’taki faaliyetlerinin önlenmesi.
            (3) İsrail’in güvenliği.
            ABD Dışişleri, bu hedeflerinin Türkiye ile vekilli savaşçılar arasında da olsa bir askeri çatışmaya yol açabileceğini kabul ediyor ama hala Suriye’nin geleceği için işbirliğinden bahsediyor.
            YPG/PKK içinde adam başına 350 dolar veren ABD, Kürtlerden sonra Suudi Arabistan’ın desteği ile Sünni grupları da yanına çekiyor. Fırat Kalkanı’na katılan bazı ÖSO liderleri ABD ile de görüşüyor.
            Türkiye ile ABD’nin arasının düzelmesi Trump yönetiminin Kürt kartını oynamaktan vazgeçmesine bağlı. Ancak, bu kolay değil. ABD’nin Suriyeli Kürtleri destekleme nedenleri şu şekilde değerlendiriliyor[8];
            - Eylül 2014’den itibaren eğit-donat faaliyetleri ile kendine çalışacak muhalif grup yetiştirmek için para harcayan ABD, kendine sahada Kürtlerden başka müttefik bulamadı.
            - YPG/PKK’nın kendileri için seçtiği kuzey bölgeyi IŞİD’a karşı savunmakta dirençli olmaları ve ABD tarafından güvenilir ortak olarak görülmeleri.
            - Türkiye’nin Sünni radikal İslamcı gruplarla ilişkileri nedeni ile yolların ayrılması.
            - YPG/PKK’nın IŞİD ile savaşta gönüllü olmaları ve ABD desteği istemeleri.
            - Arap Baharı ile birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’da Sünni hamiliğine soyunması, Müslüman Kardeşler ve benzeri örgütlerle ilişkilerinin ABD’de yarattığı şüpheler.
            - Rusya’nın Suriye’ye gelmesi ile ABD’nin barış masasında etkili olabilmek için kendine sahada müttefik arayışı.
            - Kürtlerle, Ortadoğu ülkelerine örnek olacak çeşitli etnik grupların içinde yer aldığı mezhepçi olmayan, laik, eşitlikçi bir model hükümet kurmak.
            Sonuç; Türkiye ne Yapmalı?
Türkiye’nin Afrin ve İdlib’teki askeri harekâtı Rusya, İran ve Esat rejimi ile Fırat’ın doğusuna yönelik harekâtı ise ABD ile ilişkilerini test edecektir.
            Rusya, Kürt piyonu ile Türkiye’ye istediklerini yaptırıyor, Kürtler üzerinden Türkiye’nin hamleleri kontrol ediliyor.
            ABD ise Türkiye’nin Münbiç’e gelmemesi için tehdit ederken Esat ve Rusya ile başının belaya girmesini bekliyor.
Türkiye ise RF üzerinden ABD’ye, Sünni Gruplar üzerinden Esat’a cephe alıyor. Atılması gereken iki acil adım var;
(1) Esat ile barışmak, aracısız görüşmek.
(2) Sünni gruplar ile ilişkiyi kesip, rejim ordusu ile hareket etmek.
            Suriye’nin kuzeyinin tümü yani Fırat’ın doğusu da terörden arındırılmalıdır. Batıdaki başarı, Türkiye'yi doğuda diplomasiyle sonuca götürebilir. Ancak, ABD’nin sıkışması için dolaylı yöntemlere de ihtiyaç var.
Sincar ve Irak'ın kuzeyinin temizlenmesi için de Irak'la işbirliği yapılmalıdır. Irak’ın kuzeyindeki Erbil yönetimi, Bağdat’ın yaptırımlarından kurtulmak için Türkiye’den aracılık istedi. Türkiye’nin aklında gene Erbil’i yanına çekerek Irak’taki İran etkisini azaltmak var. Bu ise Irak’ın kuzeyinde 15 yıldır devam eden hataların, Türkmenlerin ihmal edilmesinin devamı demek..

KAYNAKÇA;

[1] SNC: Syria Negotiation Commission.

[2] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).

[3] Andrew Korybko, The Syrian Kurds Think They Can Play Damascus Like a Fiddle, Oriental Review, (January, 26, 2018).


[4] Sputnik News, Rus Askeri Uzmanın İddiası: Türk Ordusunun Muharebe Kabiliyeti Düşük, (26.01.2018)

[5] Al Monitor, Is US bailing on Syrian Kurds? (January 28, 2018).

[6] Samuel Ramani, How Turkey’s Geopolitical Ambitions Could Change the Middle East, The Diplomat, (January 24, 2018).

[7] Paul Pillar, A New Decision to Go War in Syria, (January 20, 2018).

[8] Sherko Kirman, 8 Reasons Why America Supports the Syrian Kurds, (September 13, 2017).


https://www.academia.edu/35804891/Afrin_Harekat%C4%B1_ve_T%C3%BCrkiyeyi_bekleyenler.