Kandil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kandil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
25.05.2015 

TC Hükümetlerinden hangisi olursa olsun, Kürt ve Kürdistan konusundaki yaklaşımı değişmez. Buna AKP hükümeti de dahildir. AKP, çözüm süreci üzerinden kendisini farklı gösterme çabasındaysa da TC’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavır ve söylemiyle bilinen politikalara devam ediyor. Bazıları bunu yeni bir yaklaşım olarak gösterip, çözüm süreci devam ediyor algısını devam ettiriyor. Her şeyden önce çözüm sürecinde bir ciddiyet varsa, devletin Kürt Hareketini eşit bir taraf olarak görmesi gerekir. TC’nin ‘en muktedir’ siyasetçisi Erdoğan sürekli olarak kendisini üstün olarak gördü. Kürt Siyasi Hareketini(KSH) hiçbir zaman doğrudan muhatap almadı. Hep, bürokratları ve yardımcıları üzerinden ilişki kurdu. Erdoğan’ın 13 yıllık iktidarında DTP/BDP/HDP Eş başkanlarıyla çekilmiş tek bir fotoğraf karesi yoktur. HDP/İmralı/Kandil’le ilişkileri bu şekildeydi. Aynı ilişki PYD/Salih Müslim’de de geçerlidir. Geçmişten farklı olarak Erdoğan sadece, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Başbakanını siyasi bir kişilik olarak kabul ediyor. Bunu da zorunluluktan ve taktik gereği yapıyor. Bunu yaparken de değişik Kürt siyasal parti ve grupları karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Başka bir deyişle bir verip üç almaya çalışıyor.  

Erdoğan’ın Kürtleri karşı karşıya getirmesinin en önemli örneği Suriye’de görüldü. Önce sosyolojik ve siyasi karşılığı olmadığı halde Suriye’de PYD karşısında farklı Kürt gruplarıyla ilişki kurdu. Bu ilişkiler üzerinden Rojava Kürtlerini Esad karşıtı Suriyeli Muhalif güçlerin alt bileşeni durumuna getirmek istiyordu. Bunu yaparken, Barzani ve PDK etiketini kullanmak için özen gösteriyordu. Şu anda da benzer bir durumu İran Kürdistan’ı üzerinden PKK’ye karşı yapmak istiyor. İran sınırında meydana gelen PDK-İ/PKK çatışmasında bunun izleri vardır. Kürtler arasında sağlıklı ilişkilerin olabilmesi için Türkiye’nin AKP şahsında yürüttüğü bu politikanın fark edilmesi gerekir.

Kürdistan’ın en büyük parçası Türkiye Kürdistan’ında yapılmak istenen de bundan farksızdır. Sanki AKP’nin bir çözüm reçetesi var da, KSH buna engel oluyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Irak Kürdistanının bağımsızlığına Türkiye’nin yeşil ışık yaktığı şeklinde propaganda yapılarak, Türkiye’nin merkezde yer aldığı federatif bir Kuzey Kürdistan düşünü görenler var. KSH’yi de buna engel olarak görüyorlar. Kemal Burkay’ın Hak-Par’ı ve yakın dönemde ardı ardına kurulan PAK ve T-KDP gibi partiler buna örnek olarak gösterilebilirler. Türkiye’nin gerek İran’da gerekse Suriye’de Kürtlere vermek istediği rol Kürtleri İran ve Suriye rejimleriyle savaştırmak çerçevesindedir. Bunun dışında, Türkiye’nin Kürtlerin çıkarlarını düşündüğünü söylemek mümkün değildir. Kaldı ki, Kürtlere karşı mevcut durumda en büyük tehlike Türkiye/Katar/Suudi Arabistan tarafından da desteklenen gruplardan gelmektedir.

AKP’nin TC adına yürüttüğü genel Kürt karşıtı politikasının izdüşümü Türkiye Kürdistan’ında aşiretler arası çelişkileri kızıştırma, aşiretleri ayrıştırma ve bölme şeklinde kendisini göstermektedir. Geçmişte köy koruculuğu paydası altında yürütülen bu politika değişik versiyonlarıyla devrededir. Bucak aşiretinin önde gelenlerinden birinin AKP övgüsü eşliğinde bağımsız milletvekili adayı oluşu, bir diğer önde gelenlerden birinin de CHP’den aday oluşu aşiretleri ayrıştırma/bölme yönteminin devreye konulmasıdır. AKP’nin bu yöntemi, HDP’ye destek veren aile ve aşiretlerin karşısına aynı aile veya aşiretten aday göstermiş olması da ayrıştırma ve çatıştırma politikasının bir parçasıdır. Geçmişte, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri geçmişte, Kürt adaylarına yer verirken onlara politik anlam vermiyorlardı. Şu anki durumda onlara politik bir anlam yükleyerek, yüzde on barajının aşılmaması halinde bir nevi “Kürt politik temsilinin AKP’de olduğu” algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa bu şekilde seçilmenin “Kürtlerin temsilinde” bir krize yol açacağı muhakkaktır. Bunun sonucunda önü alınmaz sosyal çatışma zeminleri oluşabilir. Bu nedenle, Türkiye’de ve Kürdistan’da değişik parti ve grupların ittifakı olarak seçime giren HDP’ye Kürtlerin oy verip, HDP’nin nitelikli bir şekilde barajı aşmasını sağlarlarsa, temsil krizi yaşanmayacak, AKP’nin oynamak istediği oyun da boşa çıkarılacaktır. 

***

21 Aralık 2020 Pazartesi

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN



Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.05.2013 

Devlete göre, PKK ile sürdürülen müzakereler PKK’ye silah bıraktırmayı amaçlamaktadır. Öcalan’ın Newroz’daki çağrısının temeli silahın gündemden çıkarılması onun yerine demokratik siyasetin gelmesidir. Birinci noktada taraflar arasında görüş birliği yani PKK’nin silah bırakması konusunda anlaşmazlık yoktur. Demokratik siyasetten devlet ve Kürt tarafı aynı şeyi dile getirmemektedir. Örneğin Kürt tarafına göre demokratik siyasetin anlamı dağda savaşanların siyaset yapma imkanına kavuşmuş olmalardır. Bu aynı zamanda Öcalan’ın da serbest bırakılmasıyla birlikte anlam kazanacaktır. Kürt tarafı bunu açıkça söylüyor, devlet tarafı ise genel affı da çağrıştıran bu öneriden uzak kaldığını ileri sürmek gereği duymaktadır. Aslında bu iki süreç birbiriyle ilişki halindedir. Biri olmadan diğerinin olması da mümkün değildir. Nasıl ki kuşun uçması için iki kanadının birden açılması gerekiyorsa burada da böyledir. Nasıl ki, tek kanadı açılarak kuş uçmuyorsa bunlardan biri üzerindeki uzlaşma müzakerenin yürümesi için zordur. O nedenle barış süreci o kadar da kolay olmayacaktır. Burada önemli olan Erdoğan ve Öcalan’ın birbirine güven duymalarıdır. 

Çünkü taraflar açısından yetki sahibi olanlar onlardır.

Henüz, çalışmalar ve çözümler aynılaşmadığından dolayı bu her iki tarafta da diğerinden adım atma beklentisini içine girmesine neden olacaktır. O adımı atsın sonra ben adım atacağım noktasına geldiğinde ise güvensizlik artacaktır. 

Bu durumda hakem olarak görev yapacak uluslar arası güçlerin olması durumunda belki bu güvensizlik bir nebze olsa da giderilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla bu sürecin hakemsiz devam edeceği görülüyor. Hakem olacağı söylenen akil insanların seçimindeki hükümet etkisi, resmi bir heyet durumuna düşüşü, magazinel duruma gelişi de dikkate alındığında bunun hakem rolü oynaması zora girmiş durumda. Bu durumda yasallığın sağlanması en büyük güvence olacaktır. Seçilen akil insanlar, bu barış sürecini kontrolden çok kamuoyunu hazırlama işlevi göreceği görülüyor. Ağırlıklı olarak AKP’ye yakın İslami kesimlerin yoğunluğu AKP’nin bu insanlar aracılığıyla kamuoyunu psikolojik olarak rahatlatmayı amaçlamaktadır. Yılmaz Erdoğan gibi Kürt sorunu ile yakın görünmemek için elinden gelen birinin bu heyet içinde yer alışının neye yarayacağını da belirtmek gerekir. 

Kürt siyasetine operasyonların yapılması sürecinde, Sri Lanka modeli tartışıldığında kendisinden beklenmeyecek derecede Kürt karşıtı yazılar yazan Etyen Mahçupyan ne kadar güven verebilir.  

Bir gerçeği de kabul etmek gerekiyor. Erdoğan bu sorunun çözümünde baş aktör durumundadır. İmralı, Kandil, Kürt sokağı, Akil insanlar tartışması Erdoğan’a göre ikincil durumdadır. Erdoğan, bunların tamamı üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Bunlar dahi Erdoğan’a göre adım atabilmektedirler. Çözüme de çözümsüzlüğe de bu kadar yakın olan Erdoğan’ın ayakta kalışı her iki kesim için de önemlidir. Kürt tarafı Erdoğan sonrasını düşünecek durumda değildir. Yaklaşık iki yıldır Erdoğan açıklamalarıyla herkese yön vermektedir. Erdoğan, zaman zaman sertlik dilini kullanırken zaman zaman da daha esnek ve yumuşak bir dil kullanması durumunda bu taraflar üzerinde sürecin sorgulanması gerektiği noktasına taşınmamaktadır. Serleşse dahi hoşgörü ile karşılanabilmektedir. Bir tür üstü örtülü açık çek verilme durumu vardır. Erdoğan da bunun farkındadır. Ancak olumlu ve yapıcı anlamda kullanması konusunda tereddütlerinden vazgeçmemektedir. 

Herkes onun tereddütlerinden vazgeçebileceği umudu içine girmiş bulunmaktadır. Bu umudunu koruyarak soruna çözüm getireceğine inanılmaktadır. Kısacası, Erdoğan, oyunun çerçevesini kendisi çizmiştir. Bu oyun içinde yer alanlar bu çerçevenin dışına çıkmayı da düşünmemektedirler. Kürt siyasetinin “Öcalan irademdir” söylemi olduğu sürece çerçevenin bu yönde devam edeceği doğaldır. Çünkü, Öcalan’la kimin, ne zaman görüşeceğine de karar veren başbakandır. Son iki üç yıldır Kürt hareketi Öcalan’dan haber gelmeden hiçbir adım atmamaktadır. Erdoğan da bunu bildiği için daha rahat hareket etmektedir. İmralı üzerindeki kontrolü ile Kürt hareketinin dinamiklerinin ne yapabileceğini, ne yapamayacağını önceden bilmektedir. Durumun bu şekilde devam etmesi Erdoğan’ın da işine gelmekte, Erdoğan’ın daha ileri adım atmasına gerek olmadığını dahi düşünebilmektedir. Zaman zaman Erdoğan’ın şaşırtıcı açıklamalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Kürt tarafının da her şeyi Öcalan’ın sırtına yüklemesi de bunun Kürt tarafına verdiği rahatlamadan dolayıdır. Önemli olan bu sürecin başarıya ulaşabilmesidir. Erdoğan da bir anlamda kendi kaderini İmralı’ya bağlamış durumda, bu da sürecin sigortası sayılabilir. Hani bazı kovboy filmlerinde şerif bir suçluyu yakalayıp hapishaneye götürürken kelepçenin bir tarafını kendisine diğer tarafını da yakaladığı kişiye takıp o şekilde götürmesine benzer. Bir yangın veya kaza anında birbirine muhtaç kalmaları gibi. 

Başarısızlık durumunda Erdoğan’ın başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere 2023 hedefi tehlikeye girmiş olacaktır. 
Onun kaderi de Öcalan’a bağlı olacak.


***

12 Ekim 2020 Pazartesi

PKK Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,

PKK  Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,



   Terör örgütü PKK’nın lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan, Cemil Bayık, Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’i, TSK ve MİT’in yakın takibi nedeniyle yakalanma korkusu sardığı öğrenildi.

18 Ocak 2020 13:55

Güncellendi: 18 Ocak 2020 15:47

Güvenlik kaynakları terör örgütü üyelerinin, kendilerini kamplar ve sığınaklarda bile güvende hissetmediğini, bu nedenle bir kısmının Kandil’e yakın köylerde bir kısmının da doğal dağ mağaralarında gizlendiğini bildirdi. Terör örgütünün Irak-Suriye sınırında, özellikle Şengal bölgesinde de konuşlandığını belirten güvenlik kaynakları, Suriye’de bombalı araçlarla yapılan saldırıların bu teröristler tarafından gerçekleştirildiğini ifade etti.

YAKALANMAMAK İÇİN AYNI NOKTADA KALMIYORLAR.

Aynı kaynaklar, Kandil’deki üst düzey teröristlerin uzun süre aynı noktada kalmama çabasında olduğunu ve  Irak, Suriye ile İran arasında sürekli yer değiştirdiklerini bildirdi. Kandil’in bir kısmının İran topraklarında olduğunu kaydeden güvenlik kaynakları, elebaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Fehman Hüseyin’in de aralarında olduğu lider kadrosunun, TSK ve MİT’in sıkı takibinden kaçabilmek için telsiz dahil iletişim kanallarını kullanmamaya dikkat ettiğini bildirdi. En yakın adamları dışında diğer örgüt üyeleriyle de temas kurmayan terörist elebaşlarının, örgütteki etkinlikerinin zayıfladığı ifade edildi.

SALDIRILARI KANDİL’DEN GELEN TERÖRİSTLER PLANLIYOR.

Barış Pınarı bölgesinde bombalı araçlarla yapılan terör saldırılarının arkasında Kandil’den gelen teröristler olduğunu belirten güvenlik kaynakları, teröristlerin sivil halkın arasına karışarak gizlenmeye çalıştığını belirtti. Terör örgütünün bombalı araç saldırılarıyla Türkiye’de gösteremediği varlığını sürdürme çabasında olduğunu ifade eden güvenlik kaynakları, Diyarbakır annelerinin çocukları için tuttuğu nöbetin de örgütü moral olarak çok olumsuz etkilediğini bildirdi. Teröristlerin aynı zamanda bölgeye geri dönüşleri engelleme çabasında olduklarını ifade etti.

Bölgede, şu an girilemeyen mahalle olmadığını ancak teröristlerin yerleştirdiği EYP’lerin temizliği için sivillerin girişinin geçici olarak yasaklandığı mahalleler bulunduğunu belirten güvenlik kaynakları, Türkiye’nin eğitim verdiği ilk grup yerel polisin (Şurta) göreve başladığını kaydettiler. Şurtaların göreve başlamasıyla da teröristlerin ele geçirilmesinde etkili olacağını ifade ettiler.

https://www.veryansintv.com/pkk-yonetimini-yakalanma-korkusu-sardi/

***

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil.

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 




05.11.2010 -

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen, çok parçalı yapıyı, ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 

Açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı.

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen çok parçalı yapıyı ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin. ''Taksim deki canlı bomba PKK işi değil'' açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı. 

Eylem talimatını Hakurk'ta üslenen  ''Cuma'' kod adlı Cemil Bayık'ın verdiği belirlendi. 

Tıpkı 24 Mayıs 1993'te 33 sivil silahsız askerin, terör örgütünce Bingöl-Elazığ kara yolunda şehit edilmesinde olduğu gibi. 

O zaman da PKK'nın biz yapmadık açıklamalarının arkasından '' Parmaksız Zeki'' kod adlı Şemdin Sakık çıkmıştı. 

Peki bu ne anlama geliyor? Güvenlik güçlerinin tespitlerine göre terör örgütü bünyesinde, '' 6 çeşit PKK'' lı var. 

Bunlar, 

  Türkiye'den katılanlar, Suriye Kürtleri, Irak Kürtleri, İran Kürtleri, Avrupa'dan gelen Kürtler ve Avrupa ülkelerinden katılanlar şeklinde sıralanıyor. 

Demokratik açılım sürecinde örgüt üzerindeki güç merkezleri olarak '' İmralı, Kandil Dağı, Belçika, Almanya ve Fransa'daki yapılanmalar'' öne çıkmıştı. 

Şimdi denkleme silahlı mücadeleyi savunan Cemil Bayık ve Suriyeli Fehman Hüseyin de girdi. Bakalım Nelson Mandela gibi '' Özgürlük mücadelesi kahramanı olmayı ve kendisinden sonrakileri yönetmeyi'' hedefleyen Teröristbaşı, şimdi ne yapacak '' Eylemsizlik kararını kim garanti edecek ve görüşmelerde hangi PKK muhatap alınacak'' Korumasız kalan Başbakan'ı Allah korumuş 4 Nisan 1997 tarihinde MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş vefat etti. 

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbuğ'un eşi Seval Türkeş'e başsağlığı ziyaretine gitti. 

Taziyenin ardından Balgat'taki RP Genel Merkezi'ne hareket etti. 

Yolda, Erbakan'ın koruma ekibinde yer alan resmî ve '' Sakallılar'' ya da ''Sakaryalılar'' diye ünlenen özel korumalar birbirlerinin üzerine araba sürüp,  konvoydan ayrılır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın aracı bir anda korumasız kalır. Bu ayıbı işleyen korumaların ise bir ara sokakta birbirleri ile kıyasıya kavga ettikleri anlaşılır. 

Peki neden? Cevabını ve son 14 yılın Başbakanları döneminde yaşanan ilginç olayları öğrenmek istiyorsanız, Yeni Şafak'ın Başbakanlık Muhabiri Erhan Seven'in 

''0002 Plakalı Günler; Başbakanlık Muhabirinin Kaleminden'' kitabını almalısınız. 

Kıbrıs'ta çözüm umudu 2011'e kaldı Türk tarafı 2010 yılını Kıbrıs'ta çözüm yılı ilan etmişti. 

Bunun için çaba harcandı. Ancak ''Hiçbir şey vermeden her şeyi alma'' politikasına sarılan Rumlar, hem Ada'daki ikili çözüm arayışlarını hem de Türkiye'nin 

AB tam üyelik müzakere yolunu başarıyla tıkadı. 

    Şimdi gözler, AB'nin 9 Kasımda açıklayacağı Türkiye'nin 2010 İlerleme Raporu'na çevrildi. 

Kıbrıs Rum kesiminin üye olduğu AB, '' KKTC'' ye verdiği doğrudan ticaret ve uçuş başlatma Sözlerini yok sayarak, Türkiye'den hiç olmazsa bir liman ve hava alanını Rumlara açmasını bekliyor. 

   Oysa seçim menziline girmiş Türkiye'nin böyle bir jest yapması mümkün değil. 

   Bu da şimdiden Kıbrıs?ta çözüm umudunun 2011 yılına kaldığını gösteriyor.

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a467185.aspx


***

4 Kasım 2018 Pazar

PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil

PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 


Erol Başaran Bural 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi|14 Haziran 2018 Perşembe
PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil

Kandil ve PKK Kampları Nerede?

Kandil Dağları, Irak-İran sınırında yer alan ve yaklaşık 1.500 km uzunluğundaki 
Zagros sıradağlarının bir bölümünü oluşturan dağların ismi. Akarsular tarafından derin bir şekilde yarılan Kandil’i, hem Irak hem deİran bölümündeki faylar sınırlamış. Kandil’in en yüksek noktası 3.587 metre yükseltiye sahip.

İran-Irak sınırında bulunan dağın büyük kısmı Irak tarafında. İran-Irak sınır 
çizgisi aynı zamanda kandil dağının zirvesinden geçerek dağı da ikiye bölüyor. 
Kandil Dağı üzerindeki en önemli yerleşim birimleri, dağın doğu yakasında İran’a bağlı olan Piranşehir ve batı yamacında bulunan Süleymaniye.  Dağın, vadi ve çevresinde bulunan tepelerin hemen hemen hepsi mağara, oyuk, sığınaklarla dolu.[i]

Kandil denilince lojistik depolar inşa edilen, ikmal ve barınma kolaylığı 
sağlayan dağlar ve çok sayıda vadiden oluşan bir coğrafyadan söz ediliyor. Aynı 
zamanda, eğitimlerin yapıldığı, hasta ve yaralıların tedavi edildiği, barınma 
alanlarının inşa edildiği bir bölgeden. Kandil’e örgütün taşınması 1992 
Eylül’ünde gerçekleşti. TSK kuşatmasında PKK’yı imha olmaktan kurtaran Talabani, onları bugünkü Kandil’in olduğu bölgeye taşıdı.[ii]

Kandil Dağı’nın Türkiye’ye olan en yakın kuş uçumu uzaklığı 89,5 km. Türkiye’nin Kandil’e en yakın ili Hakkâri’nin uzaklığı ise 120 km.[iii] Kandil PKK terör örgütünün yerleştiği genişçe bir bölge. Kandil denilince yaklaşık 2 bin 500–3 bin kilometrelik karelik bir alandan bahsediyoruz. Cudi Dağı’nın yaklaşık 10 
katı büyüklüğünde bir alan.[iv]  Bu alan içerisinde PKK terör örgütünün irili 
ufaklı 50’ye yakın barınma alanı mevcut. Kandil Dağı ve çevresindeki terörist 
sayısının 600-800 civarında olduğu öngörülüyor. PKK terör örgütünün Kandil 
bölgesindeki barınma alanlarından bazıları şu şekilde sıralanabilir.

  Zeli: Süleymaniye’nin Kaledize ilçesi yakınlarında kurulmuş. Barınma alanında 
  bir dere içerisinde büyük bir hastane ve büyük bir elektrik üretim tesisinin 
  bulunduğu, üst düzey örgüt mensuplarının da barınmasına imkân sağlayacak 
  barınakların bu bölgede olduğu ifade ediliyor. Bu bölgede aynı zamanda terör 
  örgütü mensuplarına siyasi eğitim verildiği de biliniyor.

  Dole-Koge: İran sınır hattında bulunan barınma alanında hastane, okul, 
  elektrik santrali bulunuyor. Bu barınma alanının en büyük özelliği terör 
  örgütünün ideolojik karargâhı olarak gösteriliyor olması. Kış dönemlerinde çığ 
  riski bulunduğundan bu bölgenin genellikle kış aylarında boşaltıldığı 
  biliniyor.

  Şehit Ayhan: Süleymaniye’nin Ranya ilçesine yakın bir bölgede bulunan terör 
  örgütü barınma alanında özellikle intihar eylemleri düzenleyecek terör örgütü 
  mensuplarının ve sözde özel birliklerin eğitildiği belirtiliyor.
  Şehit Harun: Şehit Ayhan barınma alanına yaklaşık 10 km mesafede İran 
  tarafında bulunuyor. PKK’nın birçok elebaşı, faaliyetlerini İran 
  topraklarındaki Şehit Harun, Kuran ve Piran barınma alanlarından yürütüyor. 
  Şehit Harun’un hemen altında, bir saatlik yürüyüş mesafesinde, Zeli barınma 
  alanının bulunduğu Kaledize’ye bağlı köyler yer alıyor. Dukan baraj gölüne en 
  yakın mesafede bulunan barınma alanı aynı zamanda. 
  Bu bölgenin cezalandırılan terör örgütü elemanlarının muhafazası için,    kullanıldığı yani bir nevi cezaevi  bölgesi olduğu da biliniyor.
  Kala Turka: Dole-Koge barınma alanına yaklaşık iki saatlik yürüyüş 
  mesafesinde. Terör örgütüne yeni katılan örgüt mensuplarına askeri ve siyasi 
  eğitimlerin verildiği biliniyor. Bu barınma alanından PKK terör örgütünün 
  propaganda faaliyetlerinin yürütüldüğüne yönelik bilgiler de var.
  Kani Cengi: Süleymaniye’ye 10 km mesafede bulunuyor. Dole-Koge barınma 
  alanının batısında bulunan alandan Hacı Ümran bölgesine giden bir yol da 
  mevcut. Kandil bölgesinde terör örgütü mensuplarının sayısının genellikle en 
  fazla olduğu barınma alanı burası. İdeolojik ve siyasi eğitimin verildiği 
  barınma alanında ameliyat yapılabilecek bir hastane bulunduğu, bu bölgenin 
  ayrıca terör örgütünün lojistik faaliyetleri açısından önemli bir konumda 
  bulunduğu belirtiliyor.
  Bele Kati: Halgurd Dağı ile Süleymaniye arasında kalan bölgede yerleşik 
  barınma alanı. Kaçakçıların geçiş güzergâhında bulunması nedeniyle sözde 
  vergilendirmelerin yapıldığı haraç toplama bölgesi.[v]

Belli başlıları sıralanan barınma alanlarının haricinde Kandil bölgesinde; 
Kurtak, Şehit Rüstem, Levce, Surede, Zergele, Belekati ve Asos barınma 
alanlarının da bulunduğu belirtiliyor.[vi] Asos barınma alanına daha sonra 
yeniden değineceğim.

Kandil’in PKK için önemi.,

Terör örgütleri eylemlerini planlamak, eylem düzenlemek, lojistik ve eğitim 
faaliyetlerini rahatça sürdürmek, gerektiğinde gizlenmek maksadıyla bir güvenli 
bölgeye (safe heaven) ihtiyaç duyarlar.Güvenli bölgeyi eylem düzenledikleri 
ülkenin dışında başka bir ülkede oluşturabilen terör örgütleri diğer terör 
örgütlerine nazaran daha uzun süre ayakta kalabilirler. Örneğin El Kaide 
Afganistan’da bulunan terör örgütü mensupları için Pakistan’ı güvenli bölge 
olarak seçmiş. Aynı maksatla PKK terör örgütü de Türkiye, Irak ve İran’ın 
sınırlarının kesiştiği, ulaşılması ve saklanması kolay bir bölge olan Kandil 
bölgesini güvenli bölge olarak kullanmakta.

Kandil bölgesinin coğrafi koşullarından da anlaşılacağı üzere bir güvenli 
bölgede bulunması gereken nitelikleri fazlasıyla karşılayan Kandil’e KYB 
himayesinde yerleşmeyi başarıyor PKK terör örgütü. Körfez Harbi ile birlikte 
bölgede yaşanmaya başlayan istikrarsızlıktan ve ABD öncülüğündeki koalisyonun 36’ncı paralelin kuzeyini uçuşa yasak bölge ilan ederek kurduğu Çekiç Güç’ten faydalanarak bölgedeki varlığını artırdı PKK.   Kuruluşunun ilk yıllarında Lübnan ve Suriye’yi güvenli bölge olarak seçen PKK terör örgütü, Irak’ta yaşanan olayları fırsata çevirerek bu bölgeye yerleşmiş, burada eğittiği terör örgütü mensuplarını Türkiye içerisine eylem yapmaya göndermiş, terör örgütünün yönetimini bu bölgeden gerçekleştirmiş, silah mühimmat ve diğer lojistik ihtiyaçlarını bu bölgeden karşılamış, aynı zamanda Kandil bölgesindeki otorite boşluğundan istifade ile bölge civarındaki yerleşim yerlerinde yönetime talip olmuş, bölgedeki silahlı ve siyasi etkinliğini her gün daha da artırmaya gayret etmiştir. Bu özelliği ile Kandil bölgesi uzun yıllar boyunca adeta PKK terör örgütünün kuluçka makinası görevini üstlenmiştir.

Kandile yönelik harekât hangi aşamada?

Mart ayından itibaren Şemdinli’nin hemen güneyinde, Irak’ın kuzeyinde yer alan, PKK’nın başka bir barınma alanı olan Hakurk’a yönelik operasyonların 
düzenlendiği biliniyor. “Kararlılık” adı verilen bu operasyon, Hakurk ve Kanireş 
(Kani Rash) bölgelerine kadar uzanarak, güney doğusunda bulunan Kandil bölgesine doğru dikey bir hat şeklinde ilerliyor. Kararlılık operasyonuyla sınır ötesinden önleyici tedbirler kapsamında öncelikle hudut güvenliğinin sağlanması, PKK terör örgütünün söz konusu bölgelerdeki barınma alanlarının imha edilmesi, teröristlerin Irak kuzeyinden ülkemize girişinin engellenmesi, Türkiye içindeki terör örgütü mensupları ile Irak kuzeyindekilerin irtibatının kesilmesi, 
bölgenin terör örgütü mensuplarından tamamen temizlenmesi amaçlanıyor.

Kararlılık operasyonuna Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı uçaklar da 
katılıyor. Belirlenen hedefler savaş uçaklarıyla bombalanırken keşif ve 
gözetleme görevlerinde İnsansız Hava Araçları kullanılıyor. Operasyon sırasında 
zaman zaman Silahlı İnsansız Hava Araçları kullanılarak teröristlere ait 
hedefler vuruluyor. Şu ana kadar TSK’nın bölgede 11 üs kurduğu, kurulan üs 
bölgelerinde barınma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirlerin alındığı, 
aynı zamanda bu üs bölgelerine Türkiye’den ulaşımın sağlanması için yol yapım 
çalışmalarının devam ettiği belirtiliyor.

Şemdinli-Derecik bölgesinden 20 km kadar Irak içlerine doğru ilerleyen hatta 
zaman zaman çatışmalar yaşanırken, zaman zaman da PKK terör örgütü tarafından birliklerimize saldırılar düzenleniyor. Başlangıcından bugüne kadar yaklaşık 160 teröristin etkisiz hale getirildiği bilinen Kararlılık Harekâtının, 
Türkiye-Irak-İran sınır hattında bulunan ve PKK’nın terör eylemleri maksadıyla 
yıllardır kullandığı Hakurk alanının tamamen ele geçirilmesine yönelik 
başlatılmış olmasına rağmen, zaman içerisinde Kandil Harekâtına evrilebileceği 
gözüküyor. Açık kaynaklarda yer alan haritalardaki gelişmeler, Hakurk bölgesinde derinlik kazanan sınır ötesi harekâtın güneyde Kevet dağı bölgesine yakın bir bölgeye ulaştığını, Hakurk bölgesine icra edilen hava harekâtları izlerinin ise müteakip hedefin; Kandil’den önce yine Hakurk bölgesinde bulunan ve birliklerimizin çizdiği hattın doğusunda yer alan PKK’nın Armuş (Armush) barınma alanı olması gerektiğini anlatıyor. Aksi takdirde harekâtın ilerleme mihverinin önemli bir kısmının geri bölge emniyetinden yoksun kalacağı anlaşılıyor. 

Kandil'e harekât olmalı mı? Nasıl olmalı? 

PKK terör örgütünün yıllardır barınma ve gizlenme maksadıyla güvenli bölge 
olarak kullandığı Kandil’e yönelik bir harekât mutlaka yapılmalıdır. 40 yıldan 
fazla bir süredir ülke gündemini işgal eden, binlerce insanımızın şehit olmasına 
neden olan PKK terörünün sonlandırılması kapsamında Kandil askeri bir hedef 
olmanın yanı sıra büyük bir psikolojik hedeftir aynı zamanda.  Örgüt 
elebaşlarının büyük oranda bu bölgede yaşadığı, örgütün 300’den fazla köyün 
bulunduğu bölgede yaklaşık 70 köyde hem yaşadığı hem de bu köyleri yönetmeye çalıştığı, Kandil’den hareket eden terör örgütü mensuplarının İran üzerinden Ağrı ve Van illerimizden ülkemize giriş yaparak terör eylemleri düzenledikleri düşünüldüğünde Kandil’e yönelik bir operasyonun yapılması gerekliliği karşımıza çıkıyor. 

Kandil’e yönelik bir operasyon düzenlenmesi ve Kandil bölgesinin kontrol altına 
alınmasının PKK terör örgütünü hem psikolojik açıdan hem de güvenli bölgeyi 
kaybederek başka bölgelere kaymaya zorlaması açısından büyük faydalar 
sağlayacağı kesin olmakla birlikte Kandil harekâtının şimdiye dek yapılan sınır 
ötesi harekâtlardan farklı özellikler taşıyacağı, bu nedenle özellikle zaman 
baskısı yaratılmadan ve tüm bileşenler hesaplanarak icrasında büyük fayda 
görülüyor.

Arazinin yapısı nedeniyle zırhlı birlik takviyesinin nasıl yapılacağından, 
bölgedeki birliklerin lojistik desteğinin nasıl sağlanacağına kadar her türlü 
detaylı planlamanın yapıldığı kesindir. Kandil bölgesinin ele geçirilmesi birkaç 
aşamalı bir planla, bir zaman zarfı içerisinde temkinli bir şekilde başarılır, 
buna da şüphe yoktur. Ancak burada sorunun Kandil’in ele geçirilmesinden öte 
Kandil bölgesinin elde tutulmasına ve temizlenen alanın Irak Kuzeyi Bölgesel 
Yönetimine (IKBY) / Irak Merkezi Hükümetine devrine ilişkin olabileceği de akla 
geliyor. Bu açıdan bakıldığında halen Hakurk bölgesindeki Kararlılık harekâtı 
devam ederken, diğer yandan IKBY ile görüşülmesi, 90’lı yıllarda olduğu üzere 
bölgede TSK ile ortak operasyon teklifi götürülmesi, ortak operasyon neticesinde temizlenen bölgelerin IKBY’ye bırakılması şimdiden değerlendirilmeli. Aksi takdirde Kandil bölgesine büyük bir güç ayırmak zorunda kalacak olan TSK’nın uzun bir süre bu bölgede kalması gerekecek ki bu da büyük bir görev yükü anlamına gelecek. Aynı husus İran tarafı içinde geçerli. Bu nedenle ortaya çıkan birinci sonuç; yıllardır kendi bölgesindeki toprakların bir kısmını kontrol 
edemeyen Irak Kuzeyi Bölgesel Yönetimi / Irak Merkezi Hükümeti ve İran’ın bu 
bölgelere yeniden yerleşmeleri konusunda ikna edilmesi gerekliliğidir. Halen 
seçim sonuçlarının netleşmediği, hükümetin kurulmasının epeyce zaman alacağı 
Irak’la böylesi bir müşterek harekâtın yapılması zor görülse de Türkiye için en 
rasyonel yolun bu olacağı, IKBY’nin başarısız referandum girişimi çıkmazından bu yönde bir iş birliği ile sıyrılmayı isteyebileceği de düşünülmektedir.  

IKBY Hükümet Sözcüsü Sefin Dizayi’nin, terör örgütü PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki işgali nedeniyle bölgenin zarar gördüğünü belirterek, “PKK’nın varlığı nedeniyle 300’den fazla köye hizmet götürülemiyor”[vii] şeklindeki beyanının IKBY’nin Kandil bölgesindeki PKK varlığından duyduğu rahatsızlığı dile getirmesi açısından önemli olduğu düşünüldüğünde, yoğun bir diplomasi ile IKBY’nin müşterek bir operasyona ikna edilebileceği, edilemediği takdirde TSK’dan bölgeyi devralarak güvenliği sağlaması, PKK terör örgütünün Kandil’e bir daha girmesine izin vermemesi hususunda ikna edilebilmesi imkânsız değildir.

İkinci olarak da, harekâtın baskın etkisi yaratması, bu etki yaratıldığı 
takdirde bölgedeki terör örgütü mensuplarının dirençlerinin çok kısa sürede 
kırılacağı, PKK terör örgütünün üst düzey sözde yöneticilerinden bir kısmının 
ele geçirilmesinin mümkün olabileceği düşünülmektedir. Baskın ve sürpriz etkisi 
Türkiye hududundan bu kadar uzakta bir operasyon alanı için oldukça zor gibi 
görünse de mümkündür. Kandil bölgesinin güneyinden vadi tabanına giriş için hava indirme harekâtı, ya da az önce belirtildiği şekilde İran ile bir anlaşmaya 
varılarak İran toprakları üzerinden bölgeye giriş gibi seçeneklerle baskın 
etkisinin yaratılması mümkündür. Ancak oldukça zor gibi görünen bu hususların 
yerine getirilebilmesi için birinci temel şartın yine söz konusu ülkeler ile 
mutabakat ve iş birliğinden geçtiğini hatırlatmakta fayda var.

Üçüncü husus da bu bölgenin ele geçirilmesi için gerekli askeri birlik miktarı. 
Arazi yapısından anlaşıldığı kadarıyla bölgeye on binlerce asker dahi 
görevlendirilse, bir o kadar daha askere ihtiyaç duyulabilir gibi gözüküyor.  Bu 
nedenle Türk milletinin gözdesi Özel Kuvvetler ve Özel Harekât birliklerinden 
oluşturulacak az sayıda ancak hareket ve mukavemet yetenekleri yüksek 
birliklerden istifade, İHA ve SİHA’lar ile hava kuvvetlerinin kesintisiz desteği 
ile özel operasyon düzenlenmesi de düşünülebilir.

Kandil’e harekâtın muhtemel etkileri ve sonuçları neler olabilir?

Kandil’e yönelik düzenlenecek olası bir harekât yıllardır zihinlerde yer eden 
Kandil algısının yıkılması açısından bir ilk olacaktır. Aslında yoğunlukla 
saklanma, terör örgütüne eleman yetiştirme, lojistik destek maksadıyla 
kullanılan bir bölge olmasına rağmen Kandil’e yüklenen psikolojik bir anlam da 
mevcut. PKK terör örgütü denilince Kandil, Kandil denildiğinde terörün 
zihinlerde çağrıştırılması bu nedenle oluyor. Dolayısıyla Kandil’e bir harekât 
düzenlenmesi birinci öncelikli olarak Türkiye’ye psikolojik bir üstünlük 
sağlayabilecektir.

İkinci husus ise terör örgütü PKK’nın komuta kontrol yapısı. Olası bir kara 
harekâtı neticesinde, PKK terör örgütü sözde yönetim kadrosunun uzun yıllardır 
kendilerini güvende hissettikleri, medya kuruluşlarını kabul ederek propaganda 
yaptıkları Kandil bölgesinden ayrılmaları gerekecek. Zaten bir süredir Kandil 
harekâtı dile getirildiğinden bu sözde yöneticilerin Kandil’in yaklaşık 60 km 
güneyinde Asos dağı bölgesine kaçmış olmaları da kuvvetle muhtemel. Asos dağı özellikle son iki senedir TSK’nın hava harekâtlarının hedeflerinden birisi olan, yine İran sınır hattına yakın, Kandil kadar olmasa da güvenli bölge şartlarını taşıyan bir bölge olması nedeniyle terör örgütü elebaşlarının kullanabileceği en uygun arazi kesimi gibi gözüküyor.

Çok uzun bir süredir bölgede bulunan PKK terör örgütünün Hakurk istikametinden gelen yolları ve güzergâhlara EYP döşenmesi, bu yolların sürekli gözetlenmesi yönünde talimat verdiği, terör örgütüne müzahir açık kaynaklardan anlaşılıyor. Terör örgütü PKK’nın ana karargâh olarak kullandığı kendisi için “kalbi” sayılabilecek bir coğrafyaya harekât düzenlenmesi neticesinde büyük bir ihtimalle yurt içinde terör eylemlerini artırma gayretine girmesi de mümkündür.

Kandil’e düzenlenecek harekât neticesinde PKK terör örgütünün Irak kuzeyindeki terör örgütü barınma alanları ile fiziki irtibatı büyük oranda kesilebilir. Bu harekâtın ardından Çukurca ilçemiz karşısında Zer Tepe bölgesinden yapılan girmenin genişletilmesi, sınırımıza yakın bölgelerdeki PKK barınma alanlarının bir plan dâhilinde temizlenmesini kolaylaştırabilecektir.

Olası bir harekâtın bir diğer neticesi hâlihazırda oldukça düşük seviyelerde 
olan örgüte katılımlar üzerinde görülebilir. PKK terör örgütünün psikolojik 
merkezinin ele geçirilmesinin ardından kazanan tarafta olması güdüsü içerisinde 
hareket edeceklerin PKK terör örgütünden duygusal olarak daha da 
uzaklaşabileceği, bu nedenle örgüte katılımların daha da düşebileceği, örgüt 
mensuplarının da PKK terör örgütünden ayrılabileceği öngörülebilir. Harekâtla 
birlikte terör örgütü üst düzey sözde yöneticilerinden bir kısmı ele 
geçirilebilirse örgütün çözülmesinin önünün açılabileceği de akılda 
tutulmalıdır.

Bununla birlikte PKK terör örgütü psikolojik yenilgiye uğramamak, güvenli 
bölgeyi kaybetmemek, komuta kontrolü zafiyete uğratmamak maksadıyla bir takım tedbirler alarak TSK unsurlarını Kandil bölgesinden uzak tutmak, bölge 
içerisinde ilerlemesine engel olmak isteyecektir. Bu açıdan bakıldığında terör 
örgütünün Kandil bölgesini tamamen boşaltacağı gibi bir düşünceye kapılmak 
yanılgı olacaktır. Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi örgüt yöneticileri 
ayrılsa dahi PKK’nın diğer silahlı unsurları hatlara dayalı olmayan derinlikli 
bir savunma düzeni tesis etmeye gayret edecek, bölgede özellikle yerleşim 
yerlerine yakın yerlerde çatışmayı tercih edecektir. Ayrıca batılı ülkelerden 
temin ettiği tanksavar füzeleri ve hava savunma füzelerini de kullanmayı 
deneyecektir.

Sonuç Yerine

PKK terör örgütünün Hakurk alanından temizlenmesine yönelik başlatılan 
Kararlılık operasyonu, Hakkâri bölgesinin ve ülkemizin güvenliğinin sağlanması 
açısından büyük önemi haizdir. Bu harekât zaman içerisinde adım adım ilerleyerek Kandil bölgesinin temizlenmesine yönelik bir operasyona evrilebilir. Kandil uzun yıllardır PKK terör örgütünün ana barınma alanı olduğundan bu bölgeye yapılacak bir operasyon örgüte büyük bir darbe vurma potansiyeline sahiptir. Ancak muhtemel bir operasyon bölge ülkeleri ve bölgede söz sahibi ülkeler ile koordineli bir şekilde yürütülmeli, Kandil’in ele geçirilmesinden daha çok Kandil’in ele geçirildikten sonra nasıl güvenliğinin nasıl sağlanacağı şimdiden hesaplanmalıdır. Önemli bir diğer husus da PKK terör örgütüne yönelik 
mücadelenin en önemli harekâtlarından birisi olacağı değerlendirilen muhtemel 
Kandil operasyonu için zaman baskısı yaratılmaması, planlamaların ve 
hazırlıkların adım adım yapılması olmalıdır. Ayrıca örgütün elde tutmaya devam 
ettiği Sincar-Karaçok hattı ile Fırat Nehri doğusunda kalan alan önceliğimiz 
olmaya devam etmelidir.     

Terörle mücadele bölgesinde görev yapan tüm Mehmetçiklerimiz başta olmak üzere Türk halkının Ramazan Bayramı kutlu olsun…

KAYNAKÇALAR;

[i]https://www.dag.gen.tr/kandil-dagi.html


[ii]Nihat Ali Özcan, Yeni başlayanlar için ‘Kandil’, 
http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nihat-ali-ozcan/yeni-baslayanlar-icin-kandil--2684700/


[iii]https://www.diplomatikstrateji.com/pkk-kamplari-dosyasi-irak-siniri/


[iv]https://www.amerikaninsesi.com/a/kandil-operasyonu-ne-anlama-geliyor-/4435947.html


[v]İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü, “PKK/Kongra-Gel”, (2004), Sf.345-349


[vi]https://www.diplomatikstrateji.com/pkk-kamplari-dosyasi-irak-siniri/


[vii]http://www.posta.com.tr/turkiyenin-hedefindeki-kandil-dagi-goruntulendi-2011042


Uzman Hakkında
Erol Başaran Bural
Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkezi
erolbural@gmail.com

Uzmanın Diğer Yazıları

  İdlib’de Silahsızlandırılmış Bölge ve Silahsızlan(dır)ma-Tasfiye-Entegrasyon 
  İdlib'te Yaklaşan Felaket 
  İdlib Senaryoları 
  PKK Terörünün Kuluçka Makinası: Kandil 
  Taliban’dan IŞİD’e: Afganistan ve Terör Sorunu 
  ABD’nin Nükleer Anlaşmadan Çekilme Kararı ve Sonrası 
  Suriye’ye Atılan “Savaş Baltaları” ve Propaganda 
  Suriye İç Savaşında Pandoranın Kutusu: İdlib 
  Afrin’e Uzanan Zeytin Dalı 
  ABD Stratejik İletişiminin Çöküşü: PKK/PYD Üzerinden Yalanlar 
  İdlib Açmazı 
  İran Krizi PKK’nın İştahını Kabartıyor 
  Türkiye’nin 2017 Yılında Terörle Mücadele Stratejisi: Önleyici Kolluk ve 
  Kesintisiz Mücadele 
  PKK/PYD’ye Silah Yardımı Saçmalığı  
  Türkiye’ye Yönelik Terör Tehdidi: IŞİD’in Emni’leri  
  Neden Şemdinli? 
  IŞİD’in Yeni Modus Operandisi 
  İdlib’de Riskler ve Tehditler: Malhama ve İngimasi 
  Terörizmle Mücadelede Kamuoyu ile İletişim Yönetimi Nasıl Olmalı? 
  Uluslararası Toplum IŞİD’e Odaklanırken, Boko Haram Vahşeti Artıyor 
  IŞİD'den En Çok Türkiye Zarar Görüyor 
  IKBY’nin Bağımsızlık Referandumu, PKK Terör Örgütü ve Gerçekler 
  IŞİD Yalnız Kurtlarını Uyandırmaya mı Çalışıyor? 
  Terörizmle Mücadelede Terör Örgütü Lider Kadrolarına Yönelik Operasyonlar 
  PKK Terör Örgütünün Kitle İkna Silahları ve Propaganda Yöntemleri 
  Avrupa Birliği Terörizm Durumu ve Eğilimi Raporunda PKK Terör Örgütü 
  PKK/PYD’nin Yabancı Teröristleri 
  Terörizmi Küresel Alana Yaymak: Filipinler’de DAEŞ Varlığı 
  Brüksel'deki NATO Zirvesi ve Uluslararası Terörizmle Mücadele 
  Manchester’da Terör Saldırısı: DAEŞ’in Yalnız Kurtları ya da Uyuyan Hücrelerimi? 
  PYD ve PKK İlişkisini Anla(ta)mamak 
  Terör Örgütleri ve Propaganda: DAEŞ Terör Örgütü Örnek Olay İncelemesi 

***

29 Ocak 2017 Pazar

Kandil'e Giden CHP'li ve Gerici-Bölücü ittifak!..



Kandil'e Giden CHP'li ve Gerici-Bölücü ittifak!..,



Mehmet Faraç

İstanbul'un Avrupa yakasındaki ilçelerinden birinde belediye başkanlığı yapan bir zatın bir süre önce PKK'nın Kandil'deki üssüne giderek örgüt militanlarından seçim desteği istediği medyaya yansıyınca parti tabanı büyük şok yaşamıştı...
CHP yönetimi; bir süre önce affedilerek partiye yeniden alınan bu kişinin, PKK ile ittifak girişimi konusunda ne ilginçtir ki bir açıklama yapmadı... Medyadaki vahim haberlere bakılırsa, PKK'lılar Kandil'e giden CHP'liye yüz vermeyince o da geri dönmek zorunda kalmış...

Ana muhalefetin BDP'ye "İstanbul'da 4 belediye başkanlığı" önerdiği iddialarının tabanda yarattığı infial ise sürüyor...

Kılıçdaroğlu'nun çevresindeki isimlerle Mustafa Sarıgül'ün, bir yandan cemaatle diğer yandan da PKK'nın legal partileriyle ittifak yapacağı iddiası büyük tepki çekerken ne ilginçtir ki CHP yönetiminde derin bir suskunluk hakim!..
Suskunluk devam ettikçe gerici-bölücü çevrelerle "gizli ittifak" yapıldığı iddiası daha da güçleniyor ve partiye oy veren kitlelerin öfkesi büyüyor, istifalar yaşanıyor...
PKK yanlısı BDP- HDP hattı ise bu suskunluğu CHP'ye taarruza dönüştürmüş... Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) İstanbul'da yaptığı toplantıda da "CHP ile ittifak" meselesi tartışılmış...
Örneğin HDP Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü, CHP tabanının, CHP yönetimini ittifaka zorladığını öne sürmüş!..
Kimlermiş bu CHP tabanı doğrusu merak ettik?.. Sakın ola; "ABD oluyorsa, Türkiye Birleşik Devletleri de olur" diyebilen Mustafa Sarıgül zihniyeti olmasın?...
CHP ve Sarıgül gibiler bu kafayla giderlerse, görünen o ki her ilçede "Milli Merkez" güçlenecek ve "cumhuriyetçi güçbirliği" adayları ortaya çıkacak...
Doğrusu cumhuriyetin kuşatıldığı, laikliğin tehdit altında olduğu bir dönemde, bölücü-gerici ittifaka karşı ancak "Atatürk'te birleştik" stratejisi seçenek olabilir ki, CHP tabanı da zaten bunu çok iyi görüyor...

NATO kafa!..

NATO'nun, "Arap Baharı" safsatasıyla Libya lideri Muammer Kaddafi'yi teröristlerin kucağına attırarak linç ettirmesinin üzerinden iki yıl geçti...
Kaddafi, Ekim 2011'de öldürülünce ülkeye demokrasi geleceğini zanneden zavallılar, yarattıkları kan bataklığını izlemekle yetiniyorlar...
Başıboşluk ve kaos sürerken ülkenin güneyindeki bedeviler, rejime isyan ederek özerklik talebinde bulundu... Libya'da şeriat rejimi kurmak isteyen dinci gruplar ise iki yıldır ordu güçleriyle savaşıyor...
Geçen yıl Bingazi Konsolosluğu baskını sırasında ABD elçisi Chirs Stevens'ın da öldürülmesinden sorumlu olan El Kaide bağlantılı radikal İslamcı Ensar el-Şeria militanları hükümete karşı isyana öncülük ederken, şeriat peşinde koşuyorlar... Ve işte bu sırada Libya'da her gün onlarca kişi katledilirken, ülke hızla iç savaşa sürükleniyor...
Anlayacağınız, Bağdat'ın işgalini izlemekle yetinen Iraklılar nasıl Saddam Hüseyin'i arıyorlarsa, Kaddafi'nin linç ettirenler de eski Libya'yı özlüyor...
Demek ki neymiş; ulus olarak NATO'nun ve emperyalizmin gazına gelerek kendi liderini, başkasının ipiyle ölüme göndermeyeceksin!.. Olmuyor yani başkasının kucağında "demokrasi", olmuyor!..

El Kaide Turka!..

Gaflet yalnızla emperyalizmin ayak seslerine alkış çalmakla sınırlı değil elbet... Örneğin işbirlikçilerin işgaline katkı için kendi ayaklarıyla komşu ülkelere koşanlara ne demeli?..
İçişleri Bakanlığı, Suriye'de terörist grupların iç savaş çıkartma çabalarıyla ilgili ürkütücü bir rapor hazırlamış... Rapordan da anlaşılıyor ki, El Kaide sempatizanı 500 kadar Türk de, Suriye'ye giderek Esad'ı devirme ya çalışan şeriatçı El Nusra Cephesi ve "Irak-Şam İslam Devleti" saflarına katılmış...
Hani şu Suriye sokaklarında kafa kesen, öldürdükleri insanların kalplerini yiyen militanlar var ya, Türk El Kaideciler ne yazık ki onlarla birlikte savaşıyormuş!..
Bakanlığın raporuna göre 500 Türk militan Afganistan ve Pakistan'daki kamplarda eğitilmiş ve bunların 75 kadarı da Suriye'deki çatışmalarda öldürülmüş...
Peki geriye kalanlar?.. Bir süre sonra Suriye huzura kavuşunca bu Türk militanlar ülkelerine geri dönerler ve faaliyetlerine devam ederler!.. İşte o zaman 2003'te İstanbul'da yapıldığı gibi El Kaide yine kamyonlara birer ton patlayıcı yerleştirerek sinagogları, konsoloslukları ve banka şubelerini havaya uçurur mu acaba?.. Çünkü Türk güvenlik güçleri; 2003'te, İstanbul'daki 4 intihar saldırısında 60'tan fazla yurttaşı öldüren El Kaideciler'i de yalnızca izlemekle yetinmişti!..
Umarım tarih yeni canlı bomba eylemleri konusunda da tekerrür etmez ve Suriye'de büyüyen terör Türkiye'yi vurmaz!..

Kırık ayna!..

Lütfen siz de çevrenizdekilere sorun bakalım aynı tepkileri alacak mısınız?.. Çünkü son haftalarda kiminle konuştuysam aylardır televizyonda haber izlemediğini söyledi... Bazı insanlar 2011 Haziran'ındaki son genel seçimlerden bu yana habere olan ilgilerini kestiklerinden yakındı...
Bu tepkinin en az üç nedeni var... Mesela Ulusal Kanal, Halk Tv ve Kanal B dışındaki televizyonların neredeyse tamamı iktidarın borazanına dönüşmüş... Haberlerde sürekli AKP'nin propagandası yapılıyor...
"Gezi" olayları sırasında görülen penguen televizyonculuğu ise yandaşlığın zirvesine dönüşünce, halkın televizyonlara ambargosu büyümüş...
İkinci gerekçe toplum psikolojisinin bozulduğunu da kanıtlıyor... Çünkü halkın işsizlik ve geçim sorunları yerine trafik kazalı, cinayetli, vurdulu kırdılı suçlarla ilgili sinir bozucu haberler ve magazincilik yapılması da insanları ekrandan uzaklaştırıyor...
2011 seçimlerinde AKP'nin üçüncü kez tek başına iktidara gelmesinin ardından halkın umudunun tükenmesi de, insanları siyasetin rehin aldığı güncel olaylara duyarsız hale getirmiş...
Çevrenizdeki insanların neredeyse dörtte üçü televizyon haberleri izlemiyor hale gelmişse aslında bu da toplum psikoloji açısından önemli bir haber konusudur... Ancak eminim bu konudaki bir haberi yapacak yandaş televizyon kanalı kesinlikle bulunamayacaktır!..
Çünkü memlekette habercilik adına ahkam kesen en az 50 tane "beyaz cam", kırık bir ayna kadar gerçeği gösteremeyecek kadar zavallılaşmış!..


***


26 Ağustos 2016 Cuma

1 Mart Tezkeresi’nin bilinmeyen yanları.,



1 Mart Tezkeresi’nin bilinmeyen yanları.,



_ Hükümetin ve Askerlerin iddiasının aksine 1 Mart Tezkeresi Türk Askerine PKK’ya karşı operasyon izni vermiyordu. 

_ PKK’ya Karşı silah kullanmayı Yasaklayan Bush yönetimi, Siyasi düzenlemelerde Türkiye’ye söz hakkı tanır mıydı?


Şükrü M. ELEKDAĞ-KONUK YAZAR
ABD’de başlayan başkanlık seçimi sürecinde adaylar arasındaki geleneksel TV tartışmalarında,  2003 yılında Irak’ın işgali konusu hayli sık gündeme geliyor. Tartışmalarda, adayların hemen hemen hepsi, Irak’a yapılan müdahaleyi, yalan ve sahte gerekçelere  dayanan gayrimeşru bir savaş olması, bunun ötesinde,  Irak’ta büyük bir yıkıma, yağma ve soygun  ile  ülkeyi mahveden korkunç bir  iç savaşa yol açması nedeniyle kınadılar ve Ebu Gureyb gibi işkence merkezlerinde insanlara yapılan alçaltıcı muameleleri yansıtan mide bulandırıcı fotoğrafların yayınlanmasının,ABD’nin itibar ve prestijini yerle bir ettiğini dile getirdiler. 

Irak savaşına katılsaydık…

Irak savaşına başka bir pencereden bakan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, fırsat düştükçe Türkiye’nin Amerika’nın yanında savaşa katılmamış olmasından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Nitekim, Güney Amerika gezisi dönüşünde  gazetecilere yaptığı şu açıklama dikkat çekici:  “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz… 1 Mart Tezkeresi ilk anda kabul edilip Türkiye Irak’ta masada olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı… Ufku görmek çok önemli, şimdi Suriye’de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider, bir yerden sonra böyle gitmez, hassasiyetlerimizi korumak zorundayız.”
Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu ifadeleri şöyle yorumlanabilir: Irak savaşına katılsaydık, barış masasına bizim de yerimiz olurdu; bu da bize Irak’ın düzeni hakkında söz hakkı sağlar ve ülkenin felaketli duruma düşmesini  önlerdik. Türkiye de iyi bir konumda olurdu. Suriye’ye yönelik politikamız Irak’taki hatamızdan ders alınarak saptanmalı.

Temel dayanak Mutabakat Muhtırası 

Ancak ben, Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu görüşünün hatalı olduğu kanısındayım. Görüşüm sağlam bir kanıta dayanıyor. Bu da, 1 Mart Tezkeresi’nin temel dayanağını oluşturan ve ABD ile imzalanmış bulunan Mutabakat Muhtırası’dır (MM). Anımsanacağı üzere, Tezkere’nin reddinden sonra Hükümet üyeleri ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, yaptıkları açıklamalarda  “ Tezkere’nin geçmesi halinde, Türk askeri birlikleri  kuzey Irak’a girecek  ve PKK terör yuvalarını temizleyecekti… Şimdi bu imkânı kaybettik!..” diyerek hayıflandılar. Oysa bu sözler doğru değildi.  Zira, MM, Türk askerinin, PKK teröristlerine karşı, meşru savunma  hariç, silah kullanmasını  yasaklıyordu. Yani, Türk askeri Kuzey Irak’ta dar bir kuşakta konuşlanacak, fakat PKK unsurlarını izleyip imha etme yetkisine sahip olmayacaktı.

Şimdi, bu gerçek ışığında Cumhurbaşkanı’nın ifadelerini değerlendirelim… Ancak önce, ABD’nin Irak’ı işgalinin BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmaması dolayısıyla   gayri-meşru olduğunu,  bu nedenle  de ABD ile imzalanan MM’nın  Anayasamızın 92. maddesine aykırı olduğunun altını çizelim. Bu durumda  AKP Hükümeti’nin, Anayasa’nın  ihlali pahasına, Irak’ı gece gündüz bombardımanla hallaç pamuğu gibi dövecek  255 ABD savaş uçağının ve Irak’a saldıracak 60 bin ABD askerinin  topraklarımızda  konuşlandırılmasına izin vererek  ağır riskler üstlenirken,  Washington’dan, Kandil de dahil tüm PKK üslerinin yok edilmesini ve teröristlerin tasfiye edilmesi istemesinden  daha makul bir şey olabilir miydi?  Fakat  Bush yönetimi,  bırakın  PKK’nın tasfiyesini,  Türk askerlerinin  PKK’ya karşı operasyon yapmasını   yasaklayan  bir anlaşmayı  Türkiye’ye  empoze etmiştir. Bu bağlamda, Hükümetin, bu denli riskli, adaletsiz ve hukuka aykırı bir anlaşmayı  imzalamış  olmasının, akıl ve izanla izahının mümkün olmadığını da belirtmeliyim... Bu gerçekler ışığında,  Sayın Cumhurbaşkanı’nın hoşgörüsüne güvenerek kendilerine şu soruyu sormak isterim: Türkiye’nin  en haklı  olduğu bir alanda, ona böylesine haksız  bir muameleyi reva gören  Bush yönetiminin,  savaş sonrasında Irak’ın siyasi düzenine ilişkin  çalışmalarda Türkiye’ye  söz hakkı vereceği umuduna kapılmak,  aşırı iyimserlikten de öteye hayalperestlik olmaz mı?

Türk askerine Irak’ta verilen görev hakkında Türk kamuoyunun  aldatıldığının ilk farkına varmam, ABD ile müzakereleri yürüten  Büyükelçi Deniz Bölükbaşı’nın yazdığı “ 1 Mart Vakası  Irak Tezkeresi ve Sonrası ” başlıklı  kitabını incelemem sırasında oldu.  Bölükbaşı, kitabında, MM’nın analizini yapıyor ve bu kilit belgenin, Irak topraklarında derinliği 40 kilometreye ulaşan ve  PKK’nın kullandığı kamplar ile silah ve cephane depolarını kapsayan bir kuşağın Türk askerinin kontrolüne bırakılmasını  öngördüğünü belirtiyordu. Bölükbaşı’nın altını çizdiği diğer önemli bir husus da, belgenin bölgedeki “Türk birliklerine resen  PKK unsurlarına karşı imha harekâtına girme yetkisi verdiği” idi.
Oysa, MM’nın Türk askeri birliklerinin hangi hallerde silah kullanabileceği hakkındaki  7. maddesinin “Kuzey Irak’taki faaliyetler” başlıklı (b) fıkrasının 3. paragrafı, Bölükbaşı’nın iddiasının tam tersine, Türk askerine, PKK’ya karşı operasyon yapmayı yasaklıyor. Sözkonusu  paragraf aynen şöyledir: “Alıcı taraf özel harekât  kuvvetleri, terörist saldırılara, (PKK/KADEK, kendini  savunma hakkı  ya da 4. paragrafta belirtilen durumlar dahil) cevap verme dışında, Irak kuvvetleri ve muhalif  gruplarla  herhangi bir çatışmaya  girmeyecektir.” 

‘Muhalif gruplar’la Kastedilen kim?

Burada “alıcı taraf”la kastedilen Türkiye’dir. “ Muhalif gruplar ”la kastedilen, ABD işgal ordusuna direnen Saddam taraftarları ve diğer silahlı güçlerdir. Sözü edilen “ 4. paragrafta belirtilen durumlar” ise muhalif grupların saldırılarını veya muhalif gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaktadır. Görüleceği üzere, MM’nın 7. maddesi, TSK’nin meşru savunma dışında, bölgedeki PKK/Kadek  unsurlarına karşı silahlı operasyonda bulunmasını engelliyor. Yani, Bölükbaşı kitabında resmen yalan söylüyor.  

Gizlilik dereceli bir belge olan MM’nın metni Bölükbaşı’nın kitabının ekleri arasında yer almıyordu. Bu metni bir hayli aradımsa da bulamadım. Ancak,  Sayın  Fikret Bilâ’nın yazdığı “Ankara’da Irak Savaşları” adlı Kitap imdadıma yetişti. ABD’nin Irak’a müdahaleye hazırlık sürecinde Ankara’da yapılan pazarlıkları tüm belgeleriyle açıklayan bu kitap yayınlanınca, Bilâ hakkında devletin gizli belgelerini yayınlamaktan ağır hapis talebiyle dava açılmış, fakat beraatla sonuçlanmıştı. Aradığım belge, yani MM metni, Bilâ’nın kitabının 7 sayılı ekini oluşturuyordu.  Hemen belirteyim ki, Irak savaşı öncesinde Türkiye ile ABD arasındaki gizli müzakereleri ve ABD’nin manevralarını açıklayan bu fevkalade kitap, aynı zamanda TSK’nin savaşa katılma ve aktif olma isteklerinin şart ve gerekçeleri hakkında da detaylı bilgiler içeriyor ve bu meyanda dönemin Genel  Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün MM’nın kuvvetli bir savunucusu olduğunu  da ortaya koyuyor.    

Özkök de  Yanıltıyor,

Nitekim Orgeneral Hilmi Özkök, 2012’de  gazeteci/yazar Murat Yetkin’e verdiği röportajda, “ Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile güzel bir Mutabakat Muhtırası Hazırlamıştık… ” dedikten sonra da şöyle devam etmişti:
“Tezkere  geçseydi çok miktarda askerimiz yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz de oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekâtı oradan sürdürecektik…  PKK konusunda bugünkünden çok daha avantajlı bir konuda olacağımızı söyleyebilirim.” (Radikal-28. 08. 2012).
Özkök  Paşa  bu ifadeleriyle,  hem “güzel” diye övdüğü MM’nın askeri birliklerimize PKK’ya karşı silah kullanmayı yasakladığını gizliyor,  hem de birliklerimizin  PKK’ya karşı harekâtta bulunacaklarını söyleyerek Türk kamuoyunu  bilinçli olarak yanıltıyor…  

İslam Alemi lanetlerdi,

ABD’nin Irak’ı işgali, Türkiye’nin asla ortak olmayı istemeyeceği korkunç boyutları olan bir felakete yol açmış, Irak’ı parçalanma girdabına sokmuştur. ABD’nin  Irak’a ayak bastığı andan itibaren körüklediği siyasi mezhepçilik ve mezhep kavgası bugün Ortadoğu’nun  başına bela olan IŞİD’i doğuran şartları yaratmıştır. Yani IŞİD’in “kuvözü” Iraktır. İşgal sırasında bir ila 1.5 milyon sivil ölmüş; 2 milyon kadın dul kalmış; yetim sayısı 4 milyonu bulmuştur. Dünyanın üçüncü petrol zengini Irak’ın 26 milyona varan nüfusunun 7 milyonu hâlâ açlık sınırı altında yaşıyor. Bunlar, Bush yönetiminin inanılmaz basiretsizliği ve ABD askerlerinin  korkunç gaddarlık, vahşet ve yağma hırsı sonucunda vuku bulmuştur. Türkiye, ABD’nin kuyruğunda bu insanlık faciasına katılsaydı, bu vebalin altından kesinlikle kalkamazdı. Tüm Arap ve İslam âlemi kıyamet gününe kadar Türkiye’yi lanetler, nefret duygularını ülkemize yöneltirdi...
Etiketler:
ABD,TSK,PKK,Irak,Kitap,İslam,bugün,Suriye,Ankara,Kandil,Amerika,Anayasa,Ortadoğu,Kuzey Irak,Washington,Hilmi Özkök,Murat Yetkin,Güney Amerika,Deniz Bölükbaşı

..

1 Mart tezkeresi TSK’ya operasyon izni vermiyordu


11 Mart 2015






















ÖZKÖK PAŞA DA BİLİYORDU!
CHP eski Milletvekili, Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, Uğur Dündar'a verdiği son röportajında, çok konuşulacak bir iddiayı dile getirdi. Elekdağ, “Dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de bu yalana ortak oldu” dedi…

2003 YILINDA MECLİS'TEKİ O TARİHİ OYLAMAYA KATILAN İSİMLERDEN BİRİ OLAN EMEKLİ BÜYÜKELÇİ ŞÜKRÜ ELEKDAĞ, O TEZKEREYLE İLGİLİ ÇOK ÇARPICI BİR İDDİAYI ORTAYA ATTI. ELEKDAĞ “ BU YALAN, 1 MART TEZKERESİ'NİN TEMEL DAYANAĞI OLAN FAKAT KAPALI OTURUMDA MİLLETVEKİLLERİNE DAĞITILMAYAN GİZLİ DERECELİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ MUTABAKAT MUHTIRASI'NA İLİŞKİNDİR” DEDİ.

YAZI İÇERİSİNDE  MM  OLARAK KISALTILAN ( MUTABAKAT MUHTIRASI ) ANLAMINI TAŞIR.,

_ Sevgili okurlarım,
1 Mart 2003'te AKP iktidarının TBMM'ye sunduğu tezkereyle Türkiye, 60 bin kişilik bir ABD askeri kuvvetini ve keza 255 ABD uçağını kendi topraklarında konuşlandırmak suretiyle Irak'a saldırı için Kuzey Cephesi'ni oluşturmayı kabul ediyordu. Türkiye böylece, çok ağır riskler üstlendiği gibi hukuki meşruiyetten yoksun bu askeri harekat nedeniyle uluslararası sorumluluk altına giriyordu. TBMM'nin Tezkere'yi reddetmesi, Türk-ABD ilişkilerinde ciddi bir kırılma noktası oluşturdu ve bugüne değin iki ülke işbirliği üzerine düşürdüğü gölge tam anlamıyla kaybolmadı. Bu konunun Türkiye'nin siyasi gündeminden düşmemesine ve Tezkere'nin Meclis'te görüşüldüğü gizli oturum tutanaklarının 10 yıllık gizlilik süresinin dolmasına rağmen, AKP tutanakları açıklamamakta ısrar ediyor. Bu konuyu İstanbul Milletvekili olarak gizli oturuma katılmış olan emekli büyükelçi, bilge diplomat Şükrü Elekdağ'la yaptığımız ve bu sütunlarda 17 Mart 2013'te yayımlanan söyleşimizde ele almıştık. O günden bugüne kadar bazı yeni ve çarpıcı gelişmeler oldu. Ben de bu gelişmeleri Sayın Elekdağ'a sordum.

UĞUR DÜNDAR (U.D.): Efendim anladığım kadarıyla AKP Hükümeti, tutanakların açıklanmasıyla büyük bir skandalın ortaya çıkmasından korkuyor. Nedir bu skandal?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E.): Ulusal çıkarlarımıza ilişkin korkunç bir yalan, dev bir sahtekarlık kamuoyundan gizlenmek isteniyor. Bu yalan, 1 Mart Tezkeresi'nin temel dayanağı olan fakat kapalı oturumda milletvekillerine dağıtılmayan “gizli” dereceli bir belge niteliğindeki Mutabakat Muhtırası'na ilişkindir. Bilindiği üzere, Tezkere'nin reddinden sonra muhtelif tarihlerde yaptıkları açıklamalarda Hükümet üyeleri ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Tezkere'nin geçmesi halinde, Türk askeri birlikleri Kuzey Irak'a girecek ve PKK terör yuvalarını temizleyecekti… Şimdi bu imkanı kaybettik!..” diyerek hayıflandılar. Oysa söyledikleri büyük bir yalandı. Zira, Türk askeri birliklerinin, Mutabakat Muhtırası (MM) gereğince, Irak topraklarında sınırımız boyunca uzanan bir kuşakta konuşlanmalarına izin veriliyor, fakat Türk askerinin, PKK teröristlerine karşı, meşru savunma hakkı hariç, silah kullanması, altını çizerek söylüyorum, yasaklanıyordu. Yani, Türk askeri Kuzey Irak'ta dar bir kuşakta konuşlanacak, fakat PKK unsurlarını izleyip imha etme yetkisine sahip olmayacaktı…

AFFEDİLMEZ YALANA BAKIN
(U.D.): Söyledikleriniz iddiadan mı ibaret, yoksa kesin ve somut kanıtları var mı?

(Ş.E.): 
Evet var!.. ABD ile müzakereleri yürüten Emekli Büyükelçi Deniz Bölükbaşı milletvekili olduktan sonra “1 Mart Vakası – Irak Tezkeresi ve Sonrası” başlıklı iddialı bir kitap yazdı. Kitabında, Türkiye'nin çıkarlarını koruyan bir belge olarak değerlendirdiği MM'nin analizini de yapıyor. Bu belgenin açık adı şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Irak'a Karşı Türkiye'de Geçici Olarak Konuşlandırılacak Olan Kuvvetlerin Durumunu Saptamak ve Temel Politika, Prensipler ve Sürecin Oluşturulması Hakkındaki Anlaşma”
İsminden de anlaşılacağı üzere, kilit önemdeki bu belge, Türkiye, ABD'nin yanında savaşa katıldığı takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne verilecek görev ve yetkileri de tanımlıyor. Bölükbaşı kitabında, MM'nın, azami derinliği 40 kilometreye ulaşan ve PKK'nın Türkiye'ye yönelik terör eylemleri için kullandığı kampları ve silah ve cephane depolarını kapsayan bir alanın Türk askerinin kontrolü altına girmesini öngördüğünü ve bu bölgedeki “Türk birliklerine resen PKK unsurlarına karşı imha harekatına girme yetkisi verdiğini” vurguluyor. Oysa ben MM'yi incelediğimde, Bölükbaşı'nın bu ifadelerinin hiçbir şekilde gerçeği yansıtmadığını gördüm. Zira bu belge, Türk askeri birliklerinin Irak topraklarında PKK yuvalarını bulup tahrip etmesini yasaklıyor.

İŞTE YALAN VE HIYANETİN KANITI
(U.D.): Müzakerelere Genelkurmay Başkanlığı da katıldığına göre, böyle bir hainlik nasıl gerçekleşebilir?

(Ş.E.): 

Şimdi bakınız, Türk askeri birliklerinin hangi hallerde silah kullanabileceği MM'nin 7. maddesinin “Kuzey Irak'taki faaliyetler“ başlıklı (b) fıkrasının 3. paragrafında belirtilmiştir. Bu parag- raf aynen şöyledir:
“Alıcı taraf özel harekat kuvvetleri, terörist saldırılara, (PKK/KADEK, kendini savunma hakkı ya da 4. paragrafta belirtilen durumlar dahil) cevap verme dışında, Irak kuvvetleri ve muhalif gruplarla herhangi bir çatışmaya girmeyecektir.”
Burada “alıcı taraf”la kastedilen Türkiye'dir. “Muhalif gruplar”la kastedilen, ABD işgal ordusuna direnen Saddam taraftarları ve diğer silahlı güçlerdir. Sözü edilen “4. paragrafta belirtilen durumlar” ise muhalif grupların saldırılarını veya muhalif gruplar arasındaki çatışmaları kapsamaktadır.
Görüleceği üzere, MM'nin 7. maddesi, TSK'nın meşru savunma dışında, bölgedeki PKK/Kadek unsurlarına karşı silahlı operasyonda bulunmasını engelliyor. Yani, Bölükbaşı kitabında resmen yalan söylüyor.

(U.D.): Siz bu görüşleri Mutabakat Muhtırası (MM)'nın aslına dayanarak dile getiriyorsunuz. Peki bu metnin aslını nasıl elde ettiniz?

(Ş.E.): Bölükbaşı'nın kitabında bu belgenin aslı yoktu. Ancak, halen Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Fikret Bila, 1 Mart Tezkeresi'nin reddinden sonra, ABD'nin Irak'ı işgaline hazırlık sürecinde Ankara'da yapılan pazarlıkları tüm belgeleriyle açıklayan “Ankara'da Irak Savaşları” başlıklı fevkalade bir kitap yazmıştı. Kitap yayınlanınca, Bila hakkında devletin gizli belgelerini yayınlamaktan ağır hapis talebiyle dava açıldı, ama dava beraatle sonuçlandı. Aradığım belge, yani MM metni, Bila'nın kitabının 7 sayılı ekini oluşturuyordu. Ancak, Bila kitabında, MM'nin “Kuzey Iraktaki faaliyetler” başlıklı fıkrası ışığında Türk askerinin operasyon yetkisi konusunu ele almamıştı.

HİLMİ ÖZKÖK DE YALANA ORTAK
(U.D.): Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün tutumunu da değerlendirir misiniz?

(Ş.E.): Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, MM'nın kuvvetli bir savunucusuydu. Nitekim, kendisiyle röportajlar yapmış olan Fikret Bila'nın bir makalesinde şu hususlar yer alıyordu: “… Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin TBMM'den geçmesini istiyordu. Bu konudaki görüşünü dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı'na  iletmiş, ilgili kurullarda bu yönde açıklamalar yapmıştı. Özkök, 1 Mart Tezkeresi'nin eki olan Mutabakat Muhtırası'nın Türkiye'nin milli çıkarlarına uygun olduğunu, çok iyi bir  anlaşma sağlandığını düşünüyordu.” (Milliyet- 10.04.2010). Nitekim, Orgeneral Özkök, gazeteci/yazar Murat Yetkin'e verdiği röportajda, “Tezkere geçseydi çok farklı olurdu. ABD ile güzel bir Mutabakat Muhtırası hazırlamıştık…“dedikten sonra da şöyle devam etmişti: “Tezkere geçseydi çok miktarda askerimiz yani 4-5 tugay (20-25 bin asker) Irak topraklarına girecekti. Zaten Özel Kuvvetlerimiz de oradaydı, onlar da takviye edilecekti. Sınır boyunca, özellikle geçiş alanlarında tampon bölge kurulacaktı. Ve uzun süre orada kalacaktık. Hem geçişler kontrol altında olacak, hem de gerektiğinde harekatı oradan sürdürecektik… PKK konusunda bugünkünden çok daha avantajlı bir konuda olacağımızı söyleyebilirim.” (Radikal-28. 08. 2012).
Bu açıklamayı, geçen yıl Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde sırasıyla 2 Şubat'ta ve 26 Ekim'de yayımlanan makalelerimde ele aldım ve Orgeneral Özkök'ün “güzel” diye övdüğü MM'nın ne denli sakat ve ulusal çıkarlarımızı zarar verici olduğunu vurguladım. Özkök'ün, bu sözleriyle Türk halkını aldattığını, zira MM'nın, Türk askerine PKK yuvalarını bulup imha etmeyi yasakladığını vurguladım.

AKP HÜKÜMETİ ANAYASA SUÇU İŞLEDİ
(U.D.): Bu açıklamanıza emekli Orgeneral Özkök'ten bir yanıt geldi mi?

(Ş.E.):  Hayır gelmedi!.. Şimdi, serinkanlılıkla düşününüz… ABD'nin Irak'ı işgali, bir BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmadığından, tam anlamıyla gayri-meşrudur. Bu niteliğiyle ABD ile imzalanan MM'da, Anayasamızın 92. maddesinin hükümlerini ihlal etmektedir. Bu duruma rağmen, AKP iktidarı, ABD'nin peşinden giderek resmen  anayasa suçu işlemeyi, ahlaka, adalete ve hakkaniyete ters düşen bir eyleme ortak olmayı öngörmüştür. Bu durumda, Genelkurmay Başkanı'nın “sorumluluk, milli iradeyle ülkeyi yöneten iktidarındır” diyerek, Hükümet talimatlarına göre hareket etmesi hukuken savunulabilir… Ama, ABD'nin Irak'ı gece gündüz bombardımanla hallaç pamuğu gibi dövecek  255 savaş uçağının ve Irak'a saldıracak 60 bin askerinin topraklarımızda  konuşlandırılmasına izin verilmesi suretiyle, ağır riskler üstlenilirken ABD'den, Kandil de dahil tüm PKK üslerinin yok edilmesini ve teröristlerin tasfiye edilmesinin istenmesi ve bunda diretilmesi gerekmez miydi? Fakat burada çok daha vahim olan, ABD'nin dayatmasıyla, askeri birliklerimize PKK'ya karşı operasyon yetkisi vermeyen bir anlaşmanın imzalanması, sonra da böyle yaşamsal önemde bir konuda Türk halkına yalan söylenmesidir.

ARAP-İSLAM ALEMİ BİZİ LANETLERDİ
(U.D.): ABD'nin Irak'a saldırması ve işgal etmesi ABD'nin siyasi tarihine bir kara leke olarak geçecek affedilmez bir insanlık faciası. ABD'de bu konuda yazılan düzinelerce kitapta bu savaş ve uygulanan yöntemlerin ABD değerlerini ihlal ettiği, insanlığa karşı suç oluşturduğu ve utanç verici olduğu belirtilerek kınandı. Hal böyleyken ben Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde “Tezkere geçmiş olsaydı şu anda Kuzey Irak'ta olurduk ve Kuzey Irak'ta verilen kararlara Türkiye olarak ortak olurduk” dediğini hatırlıyorum. Bu nedenle Türkiye'nin siyasi liderlerinin dünya gerçeklerinden bu denli kopmalarına bir anlam veremiyorum. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
(Ş.E.): 
ABD'nin Irak'a saldırısı, Türkiye'nin asla ortak olmayı istemeyeceği korkunç boyutları bulunan bir felakete sebebiyet vermiş, Irak'ı mahvetmiş ve parçalanma girdabına sokmuştur. Washington'un Irak'a ayak bastığı andan itibaren izlediği Sünnilerle Şiileri çatıştırma politikası, bugün Ortadoğu'nun başına bela olan IŞİD'i doğuran şartları yaratmıştır. İşgal sırasında 1 ila 1,5 milyon sivil ölmüş; 2 milyon kadın dul kalmış; yetim sayısı 4 milyonu bulmuştur. Dünyanın üç numaralı petrol zengini Irak'ın 26 milyonluk nüfusunun 7 milyonu hâlâ açlık sınırı altında yaşıyor. Bunlar, Bush yönetiminin inanılmaz basiretsizliği ve ABD askerlerinin korkunç gaddarlık, vahşet ve yağma hırsı sonucunda vuku bulmuştur. Şu noktayı hep vurguluyorum:Türkiye, ABD'nin kuyruğunda bu insanlık faciasına katılsaydı, buna ortak olsaydı, bu vebalin altından kesinlikle kalkamazdı. Tüm Arap ve İslam alemi kıyamet gününe kadar Türkiye'yi lanetler, nefret duygularını ülkemize yöneltirdi. Bu gerçeği görmemekte ısrar için stratejik körlükle malul olmak lazım.



..