İmralı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İmralı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
25.05.2015 

TC Hükümetlerinden hangisi olursa olsun, Kürt ve Kürdistan konusundaki yaklaşımı değişmez. Buna AKP hükümeti de dahildir. AKP, çözüm süreci üzerinden kendisini farklı gösterme çabasındaysa da TC’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavır ve söylemiyle bilinen politikalara devam ediyor. Bazıları bunu yeni bir yaklaşım olarak gösterip, çözüm süreci devam ediyor algısını devam ettiriyor. Her şeyden önce çözüm sürecinde bir ciddiyet varsa, devletin Kürt Hareketini eşit bir taraf olarak görmesi gerekir. TC’nin ‘en muktedir’ siyasetçisi Erdoğan sürekli olarak kendisini üstün olarak gördü. Kürt Siyasi Hareketini(KSH) hiçbir zaman doğrudan muhatap almadı. Hep, bürokratları ve yardımcıları üzerinden ilişki kurdu. Erdoğan’ın 13 yıllık iktidarında DTP/BDP/HDP Eş başkanlarıyla çekilmiş tek bir fotoğraf karesi yoktur. HDP/İmralı/Kandil’le ilişkileri bu şekildeydi. Aynı ilişki PYD/Salih Müslim’de de geçerlidir. Geçmişten farklı olarak Erdoğan sadece, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Başbakanını siyasi bir kişilik olarak kabul ediyor. Bunu da zorunluluktan ve taktik gereği yapıyor. Bunu yaparken de değişik Kürt siyasal parti ve grupları karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Başka bir deyişle bir verip üç almaya çalışıyor.  

Erdoğan’ın Kürtleri karşı karşıya getirmesinin en önemli örneği Suriye’de görüldü. Önce sosyolojik ve siyasi karşılığı olmadığı halde Suriye’de PYD karşısında farklı Kürt gruplarıyla ilişki kurdu. Bu ilişkiler üzerinden Rojava Kürtlerini Esad karşıtı Suriyeli Muhalif güçlerin alt bileşeni durumuna getirmek istiyordu. Bunu yaparken, Barzani ve PDK etiketini kullanmak için özen gösteriyordu. Şu anda da benzer bir durumu İran Kürdistan’ı üzerinden PKK’ye karşı yapmak istiyor. İran sınırında meydana gelen PDK-İ/PKK çatışmasında bunun izleri vardır. Kürtler arasında sağlıklı ilişkilerin olabilmesi için Türkiye’nin AKP şahsında yürüttüğü bu politikanın fark edilmesi gerekir.

Kürdistan’ın en büyük parçası Türkiye Kürdistan’ında yapılmak istenen de bundan farksızdır. Sanki AKP’nin bir çözüm reçetesi var da, KSH buna engel oluyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Irak Kürdistanının bağımsızlığına Türkiye’nin yeşil ışık yaktığı şeklinde propaganda yapılarak, Türkiye’nin merkezde yer aldığı federatif bir Kuzey Kürdistan düşünü görenler var. KSH’yi de buna engel olarak görüyorlar. Kemal Burkay’ın Hak-Par’ı ve yakın dönemde ardı ardına kurulan PAK ve T-KDP gibi partiler buna örnek olarak gösterilebilirler. Türkiye’nin gerek İran’da gerekse Suriye’de Kürtlere vermek istediği rol Kürtleri İran ve Suriye rejimleriyle savaştırmak çerçevesindedir. Bunun dışında, Türkiye’nin Kürtlerin çıkarlarını düşündüğünü söylemek mümkün değildir. Kaldı ki, Kürtlere karşı mevcut durumda en büyük tehlike Türkiye/Katar/Suudi Arabistan tarafından da desteklenen gruplardan gelmektedir.

AKP’nin TC adına yürüttüğü genel Kürt karşıtı politikasının izdüşümü Türkiye Kürdistan’ında aşiretler arası çelişkileri kızıştırma, aşiretleri ayrıştırma ve bölme şeklinde kendisini göstermektedir. Geçmişte köy koruculuğu paydası altında yürütülen bu politika değişik versiyonlarıyla devrededir. Bucak aşiretinin önde gelenlerinden birinin AKP övgüsü eşliğinde bağımsız milletvekili adayı oluşu, bir diğer önde gelenlerden birinin de CHP’den aday oluşu aşiretleri ayrıştırma/bölme yönteminin devreye konulmasıdır. AKP’nin bu yöntemi, HDP’ye destek veren aile ve aşiretlerin karşısına aynı aile veya aşiretten aday göstermiş olması da ayrıştırma ve çatıştırma politikasının bir parçasıdır. Geçmişte, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri geçmişte, Kürt adaylarına yer verirken onlara politik anlam vermiyorlardı. Şu anki durumda onlara politik bir anlam yükleyerek, yüzde on barajının aşılmaması halinde bir nevi “Kürt politik temsilinin AKP’de olduğu” algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa bu şekilde seçilmenin “Kürtlerin temsilinde” bir krize yol açacağı muhakkaktır. Bunun sonucunda önü alınmaz sosyal çatışma zeminleri oluşabilir. Bu nedenle, Türkiye’de ve Kürdistan’da değişik parti ve grupların ittifakı olarak seçime giren HDP’ye Kürtlerin oy verip, HDP’nin nitelikli bir şekilde barajı aşmasını sağlarlarsa, temsil krizi yaşanmayacak, AKP’nin oynamak istediği oyun da boşa çıkarılacaktır. 

***

21 Aralık 2020 Pazartesi

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN



Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.05.2013 

Devlete göre, PKK ile sürdürülen müzakereler PKK’ye silah bıraktırmayı amaçlamaktadır. Öcalan’ın Newroz’daki çağrısının temeli silahın gündemden çıkarılması onun yerine demokratik siyasetin gelmesidir. Birinci noktada taraflar arasında görüş birliği yani PKK’nin silah bırakması konusunda anlaşmazlık yoktur. Demokratik siyasetten devlet ve Kürt tarafı aynı şeyi dile getirmemektedir. Örneğin Kürt tarafına göre demokratik siyasetin anlamı dağda savaşanların siyaset yapma imkanına kavuşmuş olmalardır. Bu aynı zamanda Öcalan’ın da serbest bırakılmasıyla birlikte anlam kazanacaktır. Kürt tarafı bunu açıkça söylüyor, devlet tarafı ise genel affı da çağrıştıran bu öneriden uzak kaldığını ileri sürmek gereği duymaktadır. Aslında bu iki süreç birbiriyle ilişki halindedir. Biri olmadan diğerinin olması da mümkün değildir. Nasıl ki kuşun uçması için iki kanadının birden açılması gerekiyorsa burada da böyledir. Nasıl ki, tek kanadı açılarak kuş uçmuyorsa bunlardan biri üzerindeki uzlaşma müzakerenin yürümesi için zordur. O nedenle barış süreci o kadar da kolay olmayacaktır. Burada önemli olan Erdoğan ve Öcalan’ın birbirine güven duymalarıdır. 

Çünkü taraflar açısından yetki sahibi olanlar onlardır.

Henüz, çalışmalar ve çözümler aynılaşmadığından dolayı bu her iki tarafta da diğerinden adım atma beklentisini içine girmesine neden olacaktır. O adımı atsın sonra ben adım atacağım noktasına geldiğinde ise güvensizlik artacaktır. 

Bu durumda hakem olarak görev yapacak uluslar arası güçlerin olması durumunda belki bu güvensizlik bir nebze olsa da giderilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla bu sürecin hakemsiz devam edeceği görülüyor. Hakem olacağı söylenen akil insanların seçimindeki hükümet etkisi, resmi bir heyet durumuna düşüşü, magazinel duruma gelişi de dikkate alındığında bunun hakem rolü oynaması zora girmiş durumda. Bu durumda yasallığın sağlanması en büyük güvence olacaktır. Seçilen akil insanlar, bu barış sürecini kontrolden çok kamuoyunu hazırlama işlevi göreceği görülüyor. Ağırlıklı olarak AKP’ye yakın İslami kesimlerin yoğunluğu AKP’nin bu insanlar aracılığıyla kamuoyunu psikolojik olarak rahatlatmayı amaçlamaktadır. Yılmaz Erdoğan gibi Kürt sorunu ile yakın görünmemek için elinden gelen birinin bu heyet içinde yer alışının neye yarayacağını da belirtmek gerekir. 

Kürt siyasetine operasyonların yapılması sürecinde, Sri Lanka modeli tartışıldığında kendisinden beklenmeyecek derecede Kürt karşıtı yazılar yazan Etyen Mahçupyan ne kadar güven verebilir.  

Bir gerçeği de kabul etmek gerekiyor. Erdoğan bu sorunun çözümünde baş aktör durumundadır. İmralı, Kandil, Kürt sokağı, Akil insanlar tartışması Erdoğan’a göre ikincil durumdadır. Erdoğan, bunların tamamı üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Bunlar dahi Erdoğan’a göre adım atabilmektedirler. Çözüme de çözümsüzlüğe de bu kadar yakın olan Erdoğan’ın ayakta kalışı her iki kesim için de önemlidir. Kürt tarafı Erdoğan sonrasını düşünecek durumda değildir. Yaklaşık iki yıldır Erdoğan açıklamalarıyla herkese yön vermektedir. Erdoğan, zaman zaman sertlik dilini kullanırken zaman zaman da daha esnek ve yumuşak bir dil kullanması durumunda bu taraflar üzerinde sürecin sorgulanması gerektiği noktasına taşınmamaktadır. Serleşse dahi hoşgörü ile karşılanabilmektedir. Bir tür üstü örtülü açık çek verilme durumu vardır. Erdoğan da bunun farkındadır. Ancak olumlu ve yapıcı anlamda kullanması konusunda tereddütlerinden vazgeçmemektedir. 

Herkes onun tereddütlerinden vazgeçebileceği umudu içine girmiş bulunmaktadır. Bu umudunu koruyarak soruna çözüm getireceğine inanılmaktadır. Kısacası, Erdoğan, oyunun çerçevesini kendisi çizmiştir. Bu oyun içinde yer alanlar bu çerçevenin dışına çıkmayı da düşünmemektedirler. Kürt siyasetinin “Öcalan irademdir” söylemi olduğu sürece çerçevenin bu yönde devam edeceği doğaldır. Çünkü, Öcalan’la kimin, ne zaman görüşeceğine de karar veren başbakandır. Son iki üç yıldır Kürt hareketi Öcalan’dan haber gelmeden hiçbir adım atmamaktadır. Erdoğan da bunu bildiği için daha rahat hareket etmektedir. İmralı üzerindeki kontrolü ile Kürt hareketinin dinamiklerinin ne yapabileceğini, ne yapamayacağını önceden bilmektedir. Durumun bu şekilde devam etmesi Erdoğan’ın da işine gelmekte, Erdoğan’ın daha ileri adım atmasına gerek olmadığını dahi düşünebilmektedir. Zaman zaman Erdoğan’ın şaşırtıcı açıklamalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Kürt tarafının da her şeyi Öcalan’ın sırtına yüklemesi de bunun Kürt tarafına verdiği rahatlamadan dolayıdır. Önemli olan bu sürecin başarıya ulaşabilmesidir. Erdoğan da bir anlamda kendi kaderini İmralı’ya bağlamış durumda, bu da sürecin sigortası sayılabilir. Hani bazı kovboy filmlerinde şerif bir suçluyu yakalayıp hapishaneye götürürken kelepçenin bir tarafını kendisine diğer tarafını da yakaladığı kişiye takıp o şekilde götürmesine benzer. Bir yangın veya kaza anında birbirine muhtaç kalmaları gibi. 

Başarısızlık durumunda Erdoğan’ın başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere 2023 hedefi tehlikeye girmiş olacaktır. 
Onun kaderi de Öcalan’a bağlı olacak.


***

12 Ekim 2020 Pazartesi

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil.

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 




05.11.2010 -

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen, çok parçalı yapıyı, ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 

Açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı.

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen çok parçalı yapıyı ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin. ''Taksim deki canlı bomba PKK işi değil'' açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı. 

Eylem talimatını Hakurk'ta üslenen  ''Cuma'' kod adlı Cemil Bayık'ın verdiği belirlendi. 

Tıpkı 24 Mayıs 1993'te 33 sivil silahsız askerin, terör örgütünce Bingöl-Elazığ kara yolunda şehit edilmesinde olduğu gibi. 

O zaman da PKK'nın biz yapmadık açıklamalarının arkasından '' Parmaksız Zeki'' kod adlı Şemdin Sakık çıkmıştı. 

Peki bu ne anlama geliyor? Güvenlik güçlerinin tespitlerine göre terör örgütü bünyesinde, '' 6 çeşit PKK'' lı var. 

Bunlar, 

  Türkiye'den katılanlar, Suriye Kürtleri, Irak Kürtleri, İran Kürtleri, Avrupa'dan gelen Kürtler ve Avrupa ülkelerinden katılanlar şeklinde sıralanıyor. 

Demokratik açılım sürecinde örgüt üzerindeki güç merkezleri olarak '' İmralı, Kandil Dağı, Belçika, Almanya ve Fransa'daki yapılanmalar'' öne çıkmıştı. 

Şimdi denkleme silahlı mücadeleyi savunan Cemil Bayık ve Suriyeli Fehman Hüseyin de girdi. Bakalım Nelson Mandela gibi '' Özgürlük mücadelesi kahramanı olmayı ve kendisinden sonrakileri yönetmeyi'' hedefleyen Teröristbaşı, şimdi ne yapacak '' Eylemsizlik kararını kim garanti edecek ve görüşmelerde hangi PKK muhatap alınacak'' Korumasız kalan Başbakan'ı Allah korumuş 4 Nisan 1997 tarihinde MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş vefat etti. 

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbuğ'un eşi Seval Türkeş'e başsağlığı ziyaretine gitti. 

Taziyenin ardından Balgat'taki RP Genel Merkezi'ne hareket etti. 

Yolda, Erbakan'ın koruma ekibinde yer alan resmî ve '' Sakallılar'' ya da ''Sakaryalılar'' diye ünlenen özel korumalar birbirlerinin üzerine araba sürüp,  konvoydan ayrılır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın aracı bir anda korumasız kalır. Bu ayıbı işleyen korumaların ise bir ara sokakta birbirleri ile kıyasıya kavga ettikleri anlaşılır. 

Peki neden? Cevabını ve son 14 yılın Başbakanları döneminde yaşanan ilginç olayları öğrenmek istiyorsanız, Yeni Şafak'ın Başbakanlık Muhabiri Erhan Seven'in 

''0002 Plakalı Günler; Başbakanlık Muhabirinin Kaleminden'' kitabını almalısınız. 

Kıbrıs'ta çözüm umudu 2011'e kaldı Türk tarafı 2010 yılını Kıbrıs'ta çözüm yılı ilan etmişti. 

Bunun için çaba harcandı. Ancak ''Hiçbir şey vermeden her şeyi alma'' politikasına sarılan Rumlar, hem Ada'daki ikili çözüm arayışlarını hem de Türkiye'nin 

AB tam üyelik müzakere yolunu başarıyla tıkadı. 

    Şimdi gözler, AB'nin 9 Kasımda açıklayacağı Türkiye'nin 2010 İlerleme Raporu'na çevrildi. 

Kıbrıs Rum kesiminin üye olduğu AB, '' KKTC'' ye verdiği doğrudan ticaret ve uçuş başlatma Sözlerini yok sayarak, Türkiye'den hiç olmazsa bir liman ve hava alanını Rumlara açmasını bekliyor. 

   Oysa seçim menziline girmiş Türkiye'nin böyle bir jest yapması mümkün değil. 

   Bu da şimdiden Kıbrıs?ta çözüm umudunun 2011 yılına kaldığını gösteriyor.

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a467185.aspx


***

11 Kasım 2019 Pazartesi

Açılım Nereye?

Açılım Nereye?



Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
13 Mayıs 2014, Salı


Terörle mücadele zor iştir ve maliyetsiz bir çözüm yoktur. Hiçbir bedel ödemeden, onlarca yıllık sorunları sadece konuşarak çözdüğünüzü düşünürseniz büyük hayal kırıkları yaşarsınız.












PKK meselesinin nasıl çözülebileceği konusundaki görüşlerimi son 15 yıldır her vesile ile kamuoyu ile paylaştım. En son ‘Hangi PKK’ adlı kitabımızda da konuyu detaylı olarak tartışmaya çalıştım. O kitapta ısrarla teröristle kuralları onun belirlediği bir anlaşmanın yapılamayacağını, eğer bir anlaşma olacaksa bu anlaşmanın terörü kınayan ve yöntem olarak reddeden bir zemin üzerinde yapılabileceğini belirttim. Bu konuda en önemli örnek ise Kuzey İrlanda meselesiydi.

Kabul etmek gerekir ki devlet terörle mücadelede 2011-2012 yılında yaşadığımız kısa süreli bir dönem hariç, ciddi bir atılım sağlayamadı. Bunun en önemli nedeni ise asker ile Hükümet arasında yaşanan gerilimler ve Ordu’nun bir türlü terörle mücadeleye göre kendisini yenileyememesi idi. Teknolojik eksikler, içeride yaşanan bölünme ve terörü tam olarak anlayamama, hatta onu iç çekişmelerde bir araç haline getirme onunla mücadeleye de engel oldu.



Bu çerçevede Hükümet çevrelerinde küçük ama etkili bir grup PKK’nın Türkiye’nin mevcut şartlarında yenilemeyeceğine, onunla mutlaka masada anlaşma sağlanması gerektiğine inandılar. Onlara göre Ordu’nun reforme edilmesi, Türkiye’nin terörle silahlı mücadeleye başlaması kaybedilecek yeni on yıllar demekti. Bu gruba göre PKK ile onun şartları konuşulabilirdi ve bu konuda devlet her türlü tavizi göze almalıydı.

Gerçi 2012 yılında TSK'daki büyük anlayış değişimi, Ordu ile Emniyet arasında yakalanan olağanüstü uyum ve bunun sahaya yansıyan başarısı oldukça etkileyiciydi. Ancak yukarıda bahsettiğim yaklaşım terörle mücadelede güvenlik kurumlarının değişebileceğine ve terörün üstesinden gelebileceğine inanmadı ve görüşlerini icra erkinde daha fazla kişiye kabul ettirmeyi başardılar...


Bu görüşe her daim karşı çıktım, bugün de böyle bir yaklaşımın sorunu küçültmeyeceğini, sadece vahim yanlışları meşrulaştıracağını ifade ettim, hala da böyle düşünüyorum. Elbette Demokratik Açılım, Çözüm Süreci gibi çabalar bir yönüyle takdire şayan işlerdi ve çözümün bir parçası mutlaka diyaloga ve halkla ilişkilere dönük olmalıydı. Ancak elinde silah, yöntemi terör olan bir grubu, üstelik onun belirleyeceğe şartlarda sona erdirebilmeniz mümkün değildir. Böyle bir görüşmenin sonu yoktur ve taleplerin de sonu gelmez. Böyle bir süreçte varılacak nokta herşeyi parça parça vermek, sorunu terörden meşru bir ayrılıkçı harekete dönüştürmek olabilir. Başka bir deyişle sürecin bu şekliyle herkesi mutlu edecek ve ülkenin bütünlüğünü koruyan bir sonuca ulaşabilmesi oldukça zordur. Süreç bir yerde kırılacaktır, ama nerede ve kim tarafından, bu belli değildir...

***

Bir yılı aşkın bir süredir devam eden ve daha çok İmralı (Öcalan) ile devlet yetkilileri arasında görüşmelere dayanan açılım süreci ise kanaatimce barıştan ziyade sorunun dondurulması şeklinde ilerliyor.

Uzun süredir Doğu ve Güneydoğu illerinde devlet tek yanlı olarak PKK’ya karşı daha tahammüllü olmaya çalışıyor, çoğu kez onu görmezden gelerek örgütün şiddete ihtiyaç duymadan varolabileceği bir ortamı oluşturuyor. Çözüm sürecinden umulan da aynı mantıkla çalışıyor aslında: Çatışmasızlık ortamı sürdürülebilir ise Türkiye’nin güçleneceği, zaman kazanacağı ve barışın tadına varan bölgenin ve ülkenin teröre karşı çıkacağı ve üstesinden daha kolay gelebileceği düşünülüyor.

Oysa ki süreç sahada tam olarak böyle işlemiyor. Örgüt çok sayıda çocuğu, bazen de zorla dağa çıkarıyor, silahlı kanadını takviye ediyor, kentlerde yasadışı birimlerini meşru hale getiriyor... Örgütün geçmişte kanunsuz sayılan eylemleri artık meşru ve yasal. Örgütün flamasını taşımak, örgütü övmek, Öcalan fotoğrafları taşımak, terörü kutsamak ve tek yol olarak takdim etmek, terörist mezarlarını 'şehitlik' ilan etmek, gençlere intihar saldırısında ölen PKK'lıları model olarak sunmak, örgütün ideolojisini şehirlerde eğitim kurslarına dönüştürmek gibi hareketler artık mahkemelerin ve güvenlik güçlerinin işi olmaktan çıkıyor.

Diğer taraftan örgüt silah bırakmıyor, siyasete ve içtimai hayata silahsız girmiyor, tam tersine silahlı yapısını güçlendiriyor. En kötüsü PKK’nın meşrulaştığı düşüncesi ile bazı ailelerin çocuklarını PKK’ya teslim etmeleri ve yakın bir gelecekte örgütün polisin yerini alacak bir güce dönüşeceğine inanmaları. Bu süreçte en önemli etki ise genç dimağlarda yaşanıyor. Artık yeni nesil için PKK önemli, haklı ve meşru bir Kürt savunma örgütü haline gelmektedir. Bu nesillerde PKK mücadelesi Kürt milliyetçiliğinin romantik ve saygın bir mücadelesi haline geliyor. Gençlerin hatırı sayılı bir kısmı için PKK gelecek kariyerlerinde önemli bir yer işgal etmeye başlamaktadır.

ELEŞTİRMEK ZOR

Bu manzaraya karşın sürece iyi niyetli olarak dahi karşı çıkmak, onu eleştirmek kolay değil... Çünkü 1,5 yıldır neredeyse kan akmıyor. Evlere şehitler gelmiyor. Batı bu anlamda rahatladı. Doğuda da şehirler ve kırsalda çatışmalar durma noktasına geldi, silah sesleri duyulmuyor. Bu nedenle hiç kimse oyun bozan olmak istemiyor.

Oysa silah da, örgüt de her yerde. Sadece, taraflar birbirlerinin yoluna çok çıkmıyor. Bu süre zarfında örgütün çok sayıda kişiyi kaçırdığını, bazı iş yerlerini ve araçları yaktığını biliyoruz. Buna rağmen bu tür eylemlerin geçmişe nazaran azalmış olması süreci meşrulaştırıyor. Özellikle devlet kanadı sürecin bozulmasından büyük bir endişe duyuyor ve örgüt eylemlerin yayılmaması için her türlü girişimde bulunuyor. Örgüt de süreci kendi lehine gördüğü için tatlı sert vardığı yere kadar gitmeye çalışıyor.

Öcalan’ın ve Kandil’in buradaki stratejisi ise süreci Hükümet üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutabilmek. Yani görüşmeleri sürdürmek, ancak her zaman silahın ucunu bir yerinden göstermek. Burada Hükümet ile muhalefet arasındaki kutuplaşma PKK’nın en önemli kozu. Her seçimin bıçak sırtı gitti, hemen hemen her oylamada ölüm kalım savaşı verilen bir ortamda Öcalan ve örgüt siyasi partilerin kapışmasından büyük fırsatlar çıkarmaya çalışıyor. Yani sorunları sömürüyor, istismar ediyor.

Öcalan’a göre Irak’ta Arapların iç çatışmaları Kürtlere kuzeyde özerklik ve fiili bağımsızlık getirdiyse, Suriye’de yine Arapların iç bölünmeleri nasıl bazı fırsatlar getirdiyse Türkiye’de bu iş daha az kanlı bir şekilde gerçekleştirilebilir.

Kısacası, Öcalan ve örgüt Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de küçük küçük silahın ucunu gösterecektir, Hükümeti istekleri yerine gelmezse, mesela daha ileri bir anlaşmaya ikna olunmazsa muhalefetle sorunlarda terörün de ağır bir yük olarak devreye girebileceği korkusuna yönlendirmek isteyecektir. Burada bir anlamda ölümü gösterip sıtmaya razı etme gayreti vardır.

HÜKÜMET İKİ ARADA

Hükümet cephesinden bakıldığında ise çatışmasızlık ortamını koruyabilmek çok önemli. Terörün yeniden başlaması kritik seçim ortamlarında çok maliyetli olabilir. Diğer taraftan örgüte taviz verildiği algısı toplumda güçlenmeye başlarsa bunun maliyeti de ağır olabilir. En kötüsü ise her ikisinin birden olması, Türk ve Kürt milliyetçiliğinin en sert ve olumsuz şekliyle sahne almasıdır. Bu anlamda Hükümetin işinin zor olduğunu, adeta her an patlayabilecek iki bombayı aynı anda etkisiz hale getirmeye çalıştığını görüyoruz.

Hükümetin sıkıntılarını en iyi analiz eden ise hiç şüphesiz Abdullah Öcalan ve örgüt. Bu bağlamda her ikisi de Hükümet sıkıştıkça taleplerini arttıracaktır, pazarlığı daha ağır şartlara bağlamaya çalışacaklardır. Ancak Hükümetin talepleri karşılayamayacağı noktada bir adım geri atarak kazanımlarını konsolide etmeyi de bileceklerdir.

Sonuç olarak, herşeyiyle onayladığım bir süreç yaşanmıyor. Türkiye’nin çok ciddi riskler ile karşı karşıya olduğu muhakkak. Ancak çatışmasızlık sürdüğü sürece bu risklerden bahsetmek dahi zor olacaktır. Temennimiz ise çatışmasızlığın sonsuza kadar sürmesi, terörün ise bitmesi.

13 Mayıs 2014, Salı


***

24 Ekim 2018 Çarşamba

Ahmet Türk Öcalan'la görüşmelerini anlattı: Anahtar İmralı’da

Ahmet Türk Öcalan'la görüşmelerini anlattı: Anahtar İmralı’da



09.01.2013

İmralı'da, BDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ile birlikte Öcalan'la iki saati aşkın bir süreyle görüşme gerçekleştiren Ahmet Türk, CNN Türk'te Ahmet Hakan'ın sunduğu 'Tarafsız Bölge' programına (9 Ocak 2013) konuk oldu. Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Türk, “Silahlı mücadeleye son verecek olan Öcalan'dır. Görüşmelerde karşılıklı irade beyanı var” dedi.

İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşen Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Ahmet Türk, 'çözümün anahtarının İmralı'da olduğunu, görüşmelerde BDP Eş 

Genel başkanları Selahattin Demirtaş ile Gültan Kışanak'ın dışlanmaması gerektiğini' söyledi. Demirtaş ve Kışanak'ın Öcalan  ile görüştürülmemesinin 'BDP'nin kurumsal yapısının dışlanması' anlamına geleceğini tedirginlik yaratacağını anlatan Türk, Öcalan'ın 'yorgun olduğunu' söylediğini 'ancak yeni sürece elinden gelen katkıyı yapmaya çalışacağını' ilettiğini vurguladı. Türk, 'silahsız Kürtler' olarak andığı kesime karşı yönelen KCK operasyonlarını Öcalan'ın eleştirdiğini ve 'İmha politikası sürerse ben ne yapabilirim' dediğini anlattı. 10 bin KCK tutuklusunun bırakılması gerektiğini vurgulayan Türk, Öcalan'ın 'nötr, herkesi kucaklayan bir anayasa' arzuladığını söyledi. Ahmet Türk, İmralı ile ikinci görüşme için saptanmış bir tarih olmadığını, ancak 'bunu umut ettiklerini' vurguladı.

Türk'ün Konuşmasından satır başları özetle şöyle:

- Hiçbir şey olmadan milletvekillerinin İmralı’ya gitmesine inanmak saflık olur. Abdullah Öcalan, Ayla Akat ve benim iki saatten fazla görüşmemiz oldu. Zaman zaman devlet adına orada bulunan bir iki arkadaş gelip sohbete dahil oldular. MİT Müsteşarı Hakan Fidan görüşmeye katılmadı.

- Öcalan ile 20 yıl aradan sonra görüştüm. Zihinsel olarak çok rahattı. Geçmişi iyi değerlendiriyordu. Elbette yaşlandıkça saçları bizim gibi beyazlamış. Yorgun olduğunu, ama yeni sürece elinden gelen katkıyı yapmaya çalışacağını söyledi.

- Gergin bir ortam yoktu. Biz genellikle kendisini dinlemeye çalıştık. Zaten bu görüşmelerle ilgili ciddi bir bilgiye sahip değildik. Neler oluyor, gelişmeler nelerdir, gelinin süreç ne durumda bunları öğrendik.

- Zaman zaman yanlış anlaşılma olmaması için teyit etmemiz gerekenler oldu. Biz oraya giderken bazı düşünceler bize iletildi. Ancak (daha önce) yapılan konuşmalar konusunda bilgi sahibi değiliz.

'Konuşulanlar gizli kalsın, denmedi'

- Ahmet Türk,  Hakan'ın, 'Devlet yetkilileri sizden görüşmenin bazı kısımlarının gizli kalmasını sizden istedi mi' sorusuna şu cevabı verdi:

'Toplum nelerin yapıldığı konusunda bir bilgiye sahip olursa işin yürütülmesi daha kolay olur. Bu her şeyi toplumun önünde tartışalım anlamına da gelmemeli. Ben çok gizli yapılan görüşmelerin sağlıklı sonuç vereceğini düşünmüyorum. Burada yapılan çalışmada toplumun da bu çalışmalardan haberdar olması istendi' cevabını verdi. Doğrusu da budur. Proje nedir, neler yapılacak, Elbette bunun olgunlaşması lazım. Şimdi olgunlaşmamış bir şeyin de toplumun önünde tartışılmasının anlamı yok.'

- Birinci Meclis dönemindeki Kürtlerin kazançları bugünden daha iyi. Dünya değişiyor, demokratik özgürlükler çok daha geniş alanı kaplıyor,  ancak biz 1921'deki haklarımıza sahip olamıyoruz.

- Silahlı Mücadeleye son verecek olan Öcalan'dır. Görüşmelerde karşılıklı irade beyanı var.

'Karar alacak olan biz değiliz, anahtar İmralı'da'

- Ahmet Türk, 'Sizce Öcalan'ın iradesi bu sorunu çözmeye yeter mi' sorusuna 'Anahtar İmralı'dadır. Çözümü gerçekleştirebilecek İmralı'nın tavrıdır. Biz bunu söylerken 'bunlar kendilerini siyasi olarak etkisizleştiriyor' eleştirisi aldık. Karar verecek olan Abdullah Öcalan'ın kendisidir. Bizler karar alıcı değiliz' cevabını verdi.

- 'Öcalan ile Kandil arasında bu süreçte iletişim olacak mı' sorusuna Ahmet Türk; 'Öcalan, Kandil de dahil, herkesin fikrini almak istiyor. Kocaman bir sorunu çözmek isterseniz geniş bir açıdan bakmanız gerekir' diye cevap verdi.

- Habur konusunda hükümetten ciddi bir irade görmedim. Burada yapılacak görüşmeler dışarıda yapılacak görüşmelerden daha iyidir.

'Öcalan, bazı zorlukları aşacağımızı düşünüyorum, dedi'
- Ben Türk'ün de Kürt'ün de bu faturayı kaldıramayacak duruma geldiğini düşünüyorum. 30 yıl geçti. Sonuç olarak mutlaka barış düşüncesi içinde hareket etmemiz gerekiyor. Bütün savaşlar barış içindir. Eğer barışa endeksli bir mücadele vermezseniz toplumda çürüme başlar.

- Öcalan 'Yeni süreci önemsiyorum, bazı zorlukları aşacağımıza inanıyorum' dedi.

- Ahmet Türk, 'Öcalan'ın kendi koşullarını düzeltme talebi var mı' sorusuna, 'Bu konuda herhangi bir konuşma olmadı' karşılığını verdi.

'BDP eş başkanları dışlanmamalı'

- Demokrasi azınlığı çoğunluğa karşı korunmasıdır. Kürtlerin sorununu Kürtlere sormanız gerekir.
- Muhatap siyasetse, BDP Genel Başkanı da görüşmelerde olmalı. Eş başkanlar yerine eş başkanları dışlayacak bir görüşme ayarlarsanız, sorun çıkar. Genel başkan dururken bir milletvekili görüşmeye giderse halktan Kandil'e kadar tereddüt yaratır. Mesele benim ya da Ayla arkadaşımızın gitmesi değil. Kurumsal yapı dışlandığı zaman toplumda tartışmalar olur. Sonuçta adaya ben kendim gidecek değilim. Elbette izni verecek olan Adalet Bakanlığı. Ancak eş başkanları dışlanmaması gerekiyor. Sonuçta bir süreç başlıyorsa, bir partinin genel başkanı varken milletvekilini gönderemezsiniz. Bir siyaseti dışlarsanız bu doğru bir tavır olmaz.

- Türk, Ahmet Hakan'ın, 'Oluşan olumlu bir hava var, ancak bir yandan da karakol baskınları var' sözlerine, 'Yaşananların ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum. Ancak dünyanın her yerinde barışçıl süreçler başladığı zaman bazı olumsuz olaylar gerçekleşir' karşılığını verdi.

- Kürt ve Türk kardeşliği gerçekleştiği takdirde Türkiye Ortadoğu siyasetine yön verecek bir güce ulaşır. Ancak Kürtlerin hak ve özgürlüklerini kabul etmeden kimse bu ülkede istikrarı beklemesin.

- Artık toplum hakem haline gelmeli. Barış isteyenlerin o milliyetçilerden daha güçlü olması gerekir. Şimdi basının ve sivil toplumun duruşu bu yöndedir. Milliyetçi sloganlarla yola çıkanlardan bizi ayıracak ve gerçekten 'bu ölümlerin olmasını kim istiyor' kararını halk daha iyi verecek. Tartışarak, uzlaşarak, bütün toplumun hassasiyetlerini göz önünde tutarak önümüze bir çözüm projesi koymalıyız.

- Önemli olan toplumsal güveni yeniden inşa etmek. Bu konuda çok önemli görevler bize düşüyor. Bizim de yapacağımız bunlardır. Yoksa silahlara biz karar veremeyiz.

Öcalan'ın KCK talebi,

- Sürecin bu noktaya gelmesinde elbette Başbakan'ın rolü, bilgisi vardır. Olmasa bu noktaya gelinmeyeceğini çok iyi biliyoruz. KCK adı altında binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı. Tutuklamayı meşrulaştırmak için bir şeyler söyleniyor. Bu konuda süreci rahatlatacak adımlar atılmazsa mutlaka kırılmalar olacak. Silahlı olmayan 10 bin kişiyi içeride tutarsanız bunun adı barış olur mu?

- 'Öcalan bunu söyledi mi ' sorusuna, ' Öcalan, KCK'yı kastederek 'İmha politikası sürerse ben ne yapabilirim' dedi.

- Meseleyi silahları bırakma noktasına getirmeden önce çatışmasızlık var. Çatışmasızlık süreci başlar ve burada herkesin eli güçlenir ve çözüm konusunda toplum daha iyi bir destek verebilir.

- Öcalan, belki bizimle ilgili olmadığı için 'ev hapsi' gibi konuları gündeme getirmedi.

- Öcalan 'Anayasa nötr olmalı. Herkesi kucaklayan bir anayasa olmalı' dedi.

- Öcalan'ın televizyonu yok. Ama gazeteleri okuyabilir.  Hatta eski bir milletvekili, sekiz çocuklu bir milletvekili bir evlilik yapmış, bunu bize sordu. Ben de 'Biz de bilmiyoruz, siz nereden biliyorsunuz' dedim. 'Ben takip ederim' dedi.

- Ben 'Yaşlanıyoruz' dedim, 'Yok yok iyisin' dedi.

- Her şey çözülmüş gibi bakmamamız lazım. Ama yeni başlayan bir süreç. Omuz vererek sonuç alabileceğimiz bir noktaya varacağımıza da inanıyorum. Bu sürece zarar verirsek bunun vebali altından kimse kalkamaz.

- Türk, 'Ne istiyorsunuz' sorusuna, ' Eşit, Özgür, Kardeşçe, Paylaşarak bir yaşam istiyoruz ' cevabını verdi. Türk, 'Engel var mı' sorusuna da, 'Tabii ki var. Benim dilimi kabul etmezsen olmaz mı' dedi.

-Hak ve Özgürlükleri, farklılıkları inkâr etmeden, hak hukuk içinde meseleyi çözeriz. Ama siz  Ortadoğu'da 40 milyon olan bir halkın varlığını inkâr ederseniz, buna da kardeşlik derseniz buna kimse inanmaz. Kürtçe serbest, peki o zaman niye anayasada, yasalarda yok. Gerçi biz nötr olmasını istiyoruz. Toplumda var, ama biz bunun güvenceye kavuşmasını istiyoruz.

'İkinci görüşme tarihi yok, ama umut ediyoruz'

- Türk, Ahmet Hakan'ın 'Ayrı devlet asla istenmiyor mu' sorusuna, 'Başından beri söyledim, önemli olan halkların bütünleşmesidir. Önemli olan uluslararası sömürgeci anlayışa karşı halkların kendilerini koruyacak bir iradeyi ortaya koymasıdır. Ama biz burada kendi içimizde ortaklaşmayı gerçekleştirmediğimiz için dış güçlerin müdahalesine açık bir hale geliyoruz. Niçin Ortadoğu halkları kendi içlerinde AB gibi daha gerçekçi, eşitliğe dayalı bir birlik gerçekleştirmesin' cevabını verdi.

- İkinci görüşme için kararlaştırılmış bir tarih yok. Ama mutlaka süreç ilerledikçe bu ihtiyaçlar doğacaktır. Görüşmelerin sürmesini umut ediyoruz.

- Görüşmeler başlarken BDP eş başkanlarının bilgisi vardı. Ama sürece zarar vermemek konusunda başka bir noktada bilgi vermedik. Görüşmeden sonra bilinmesi gereken kısımları paylaştık.
(T24)

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/3877/ahmet-turk-ocalan-la-gorusmelerini-anlatti-anahtar-imralida



***