SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİ "CEMAATE YÜKLEMEK" MANİPÜLASYON MUYDU?
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
19.03.2015
KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, Cumhuriyet Gazetesinden Ahmet Şık'la yaptığı söyleşide, "Sakine Cansız ve arkadaşlarının" öldürülmesi olayıyla ilgili olarak önemli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamayı önemli kılan, olayın oluş şeklini Hakan Fidan'ın anlatımına dayandırmış olmasıdır. Söyleşide Bayık, Cinayetlerin sorumluluğu ile ilgili olarak MİT ve Hakan Fidan'ın sorumluluğu konusunda dikkatli bir dil kullansa da MİT'in başında bulunan birinin bu cinayetlerin olması sürecinde haberdar olmamasının mümkün olmayacağını söylemiş olmasıdır. Demek ki, olay sonrasında KCK ile MİT arasında yoğun bir tartışma süreci yaşanmıştır. O dönemde bu tartışmanın ortak noktası "Paris cinayetinin MİT içindeki Cemaat Yapılanmasının" çözüm sürecinin önlenmesine yönelik bir eylemi olarak kabul edilmiştir. Bayık'ın açıklamasına bakalım: "MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptığını" Hakan Fidan bize söyledi. Devamında MİT'in bundan haberdar olmayacağını söylemiş olması yeni bir durumu işaret etmektedir.
Cinayetlerin işlendiği dönem itibarıyla bakıldığında, olayın meydana geldiği 9 Ocak 2013 tarihinde AKP ile Cemaat arasında belirgin bir çatışmanın olmadığı görülmektedir. Bu da MİT'in bütün olarak(AKP'lisi, Cemaati ve ulusalcısı ile) bu olayı organize ettiğini gösteriyor. O dönemde (bana göre her zaman) yürürlükte bulunan "hem mücadele hem müzakere" [1]politikası gereği bu tip eylemlerin hazırlıklarının yapıldığı biliniyordu. O gün de bu gün de Cemaat'in yaptığı söyleniyorsa bu dolaylı olarak MİT'in yapmasının kabulü anlamına gelmektedir. Burada önemli olan husus, bu cinayetlerin "çözüm süreci" için adımların atıldığı bir dönemde işlenmiş olmasıdır. Hatırlanacağı gibi, olayın hemen sonrasında devlet yetkilileri olayı "örgüt içi infaz ", KCK yetkilileri ise "devletten ileri gelen bir olay" olarak değerlendirdiler. Böylesine birbirine zıt değerlendirmeler yapılırken, Fransa polisinin tetikçisini yakalaması, tetikçininTürkiye bağlantıları ortaya çıktıkça, Türkiye'nin bu konuda KCK'yi ikna çalışmaları yürüttüğü tahmin edilebilir. Nitekim kısa bir süre sonrasında Radikal'den Ezgi Başaran'ın 18 Mart 2015 tarihli yazısında belirttiği gibi "Ömer Güney'in ses kaydı çıktığında dahi MİT'in PKK yönetimi tarafından katiyen doğrudan itham edilmemiş, kendi içindeki 'güçleri' kontrol edemediği için eleştirilmiş ama fatura 'Yeşil Gladio'ya, 'paralel devlete', sonunda da tüm açıklığıyla Cemaat'e kesilmiş"[2] olması doğrultusunda hareket edilmiştir. Çözüm sürecinin devamı bu çerçevede sağlanmıştır.
Cemil Bayık'ın açıklaması yeni bir duruma işaret ediyor. Sorumluluğun cemaate atılması görüşünden vazgeçilip, MİT'in sorumluluğundan söz ediliyor. Daha öncesinde MİT'in sorumluluğu konusunda ısrar devam etmiş olsaydı, çözüm sürecinin MİT-İmralı ilişkileri şeklinde devam etmesi mümkün olamazdı. Bu saatten sonra eğer KCK, MİT'i bu cinayetlerden sorumlu tutuyorsa bundan sonrasında aynı aktörler üzerinden çözüm sürecinin sürdürülmesi zora girmiştir. Çünkü, sürecin başlangıcında bir tarafın "sözleşme öncesi kusurlu" bir davranışta bulunarak, sözleşmenin geçerliliğini ta baştan sakatlamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, KCK ve MİT başlangıçta "faturanın paralele" kesilmesinde oluşan "ortak görüşte" çatlaklar meydana gelmiştir. Bu çatlaklar KCK'nin ve kamuoyunun gözünde "cemaatin sorumlu olduğu" kanısının zayıflamasını beraberinde getirmiştir. Hatta daha da ileri gidilerek, "cemaatin bu işte olmadığının" yolu açılmış durumdadır.
Zaten cinayetten cemaatin sorumlu olduğu konusunda onca imkanı elinde bulunduran devlet bu konuda ortaya bir delil koyamadı. Tersine cinayetten MİT'in sorumlu olduğu konusunda çok sayıda delil ortaya çıktı. Cinayet konusunda gizemini koruyan Fransa, Cinayetlerde resmi Türkiye ilişkilerine ulaşabilecek bilgilere sahip olmasına rağmen bunları resmen açıklamamış olması, Fransa'nın Türkiye'nin cinayetteki bağlantısı olduğu şeklinde yorumlanabilir. Eğer, cinayetler Türkiye'nin iddia ettiği gibi "cemaat vs" ile ilgili olsaydı, Fransa bunu Türkiye ile ilişkileri nedeniyle gizleme gereği duymaz, Türkiye ile Fransa, Türkiye'nin doğrudan doğruya işin içinde olduğunu bilerek bunu, Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmak istemiş olabilir. Aynı dönem içinde Türkiye'nin üst düzeyindekilerin Almanya tarafından dinlendiğinin de bilinirliği ile birlikte değerlendirildiğinde bu konuda sağlam delillerin olabileceğini söylemek mümkündür.
Erdoğan ve MİT'in "Cinayetleri cemaate yüklemekteki amacı" nedir?
Paris cinayetlerinin "cemaatin işi" olduğunu Erdoğan en etkili bir şekilde 30 Mart 2014 Seçimleri öncesinde Şanlıurfa mitinginde bizzat söylemiştir. Erdoğan'ın Urfa mitingi öncesinde, Urfa'da "Osman Baydemir rüzgarı esiyor, anketlerde AKP ile başa baş gösteriliyordu. Erdoğan bu rüzgarı dağıtmak için Urfa mitingine çok önem vermişti. Kürtleri en hassas noktasından yakalayarak Paris cinayetini usta bir şekilde Cemaatin üzerine atmıştı. Bu gerçekleri ters yüz etmekti; Kürtlere cemaati gerçek düşman diye gösterip, kendisini çözüm isteyen taraf gibi göstermekti. Erdoğan bunu söyledikten sonra Urfa'da yeniden bir çıkış yakaladı. Çözüm sürecinin kendisi tarafından sürdürüldüğü, cemaat tarafından engellenmeye çalışıldığını söylemekle çözüm sürecinin gerçek sahibi olduğu imajını verdi. Bu AKP için iyi Kürt Siyasal Hareketi(KSH) için kötü oldu.
AKP ve Erdoğan siyasi sorumlu olarak, olumsuz gelişmelerin hiçbirinden kendisini sorumlu tutmaktan ustaca kaçındı.AKP'nin henüz egemen olmadığı dönemde, yapılmayanın sorumluluğunu hep "vesayetçi güçlere" yükledi. Egemen olduktan sonra da bunu "cemaate" yükledi. İşin ilginç yanı KSH'nin de bu konuda AKP'nin söylemini dolaylı da olsa benimsemiş olmasıdır. Sakine Cansız, cinayetinde, gerek KSH'nin gerekse, AKP'nin "cinayet MİT içindeki cemaatçilerin eylemi" olduğu yönündeki benzer söylemdir. Bir çok konuda farklı düşünen AKP ile KSH'nin üstelik çetrefilli bilinmezliklerle dolu bu cinayetin sorumluluğunu Cemaat'in üzerinde atmaları ne kadar gerçekçi? AKP, açısından bakıldığında, politik çıkar bakımından kendi suçunu başkasına atmak normal gelse de bu şekilde yansımasının KSH açısından normal olamaz. Neticede öldürülen kişi PKK'nin öncü/simge kadın önderlerinden biridir. Diğer iki kadının örgütün uluslar arası alanda rolü olanlardır. Bunların öteden beri Türkiye istihbaratının hedefinde olduğu biliniyordu.
Cinayetin MİT tarafından planlanıp, gerçekleştirildiğine dair en önemli delil olan MİT'in orijinal belgeleriyle ortaya koyan cemaattir. Eğer cemaatin bu cinayette rolü varsa, cemaat neden bu cinayetlerle ilgili belgeleri ortaya çıkarsın ki? Bu belgelerin gerçekliği karşısında cemaat üzerine atılmasındaki niyet nedir? AKP ve KSH'ne göre "çözüm sürecini engellemek" olarak gösteriyor. Siyasi karar verme gücü bu kadar kısıtlı olan bu grup ellerindeki imkanlarla cinayet işleyebilecek gücü nereden alabilmektedir? Her şeyden önce buna benzer olayları olmuş mu? Daha önce KCK, Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları kendi başına yapmış mı yoksa AKP'nin siyasi/hukuki desteğiyle mi yapmıştır. Tüm bu soruların cevabı verilmeden, cemaatin engelleyici/geçmişteki derin devlet olduğu yönündeki söylemler abartılıdır. Bana göre, AKP'nin desteği ortadan kalktıktan sonra, cemaatin varlık/yokluk sorunu çerçevesinde komplovari cinayetlere başvurması mümkün değildir. Emniyet ve yargı içinde etkili olduğu dönemde, bu etkinliğini mevcut yasalar ve bu yasaların yorumlardan almaktaydı. AKP hükümeti olumsuzluklara neden olabilecek yasalar konusunda hiçbir değişiklik yapma yoluna gitmedi. Konuyu, yargının bir sorununa indirgedi.
Burada sorulması gereken soru "her şeye rağmen" KCK neden süreci devam ettiriyor? Şu veya bu şekilde "suskunluk kumkumasına" bürünmek Kürt tarafına ne kazandırıyor ki?
Hele hele, Cemaatin onca tasfiye/tutuklanmasına rağmen devletin bu konudaki yalanlarına prim verilmeye devam ediyor oluşu doğrusu insanı şaşırtıyor. "Ortak vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyeti" Kürtlere yedirmenin bedeli mi ödetildi acaba?
***