Cemil Bayık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cemil Bayık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2021 Pazar

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİ "CEMAATE YÜKLEMEK" MANİPÜLASYON MUYDU?

SAKİNE CANSIZ CİNAYETİNİ "CEMAATE YÜKLEMEK" MANİPÜLASYON MUYDU?

 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
19.03.2015 


KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, Cumhuriyet Gazetesinden Ahmet Şık'la yaptığı söyleşide, "Sakine Cansız ve arkadaşlarının" öldürülmesi olayıyla ilgili olarak önemli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamayı önemli kılan, olayın oluş şeklini Hakan Fidan'ın anlatımına dayandırmış olmasıdır. Söyleşide Bayık, Cinayetlerin sorumluluğu ile ilgili olarak  MİT ve Hakan Fidan'ın sorumluluğu konusunda dikkatli bir dil kullansa da MİT'in başında bulunan birinin bu cinayetlerin olması sürecinde haberdar olmamasının mümkün olmayacağını söylemiş olmasıdır. Demek ki, olay sonrasında KCK ile MİT arasında yoğun bir tartışma süreci yaşanmıştır. O dönemde bu tartışmanın ortak noktası "Paris cinayetinin MİT içindeki Cemaat Yapılanmasının" çözüm sürecinin önlenmesine yönelik bir eylemi olarak kabul edilmiştir.  Bayık'ın açıklamasına bakalım: "MİT içinde cemaatçiler, ulusalcılar var onlar yaptığını" Hakan Fidan bize söyledi. Devamında MİT'in bundan haberdar olmayacağını söylemiş olması yeni bir durumu işaret etmektedir.
Cinayetlerin işlendiği dönem itibarıyla bakıldığında, olayın meydana geldiği 9 Ocak 2013 tarihinde AKP ile Cemaat arasında belirgin bir çatışmanın olmadığı görülmektedir. Bu da MİT'in bütün olarak(AKP'lisi, Cemaati ve ulusalcısı ile) bu olayı organize ettiğini gösteriyor. O dönemde (bana göre her zaman) yürürlükte bulunan "hem mücadele hem müzakere" [1]politikası gereği bu tip eylemlerin hazırlıklarının yapıldığı biliniyordu. O gün de bu gün de Cemaat'in yaptığı söyleniyorsa bu dolaylı olarak MİT'in yapmasının kabulü anlamına gelmektedir. Burada önemli olan husus, bu cinayetlerin "çözüm süreci" için adımların atıldığı bir dönemde işlenmiş olmasıdır. Hatırlanacağı gibi, olayın hemen sonrasında devlet yetkilileri olayı "örgüt içi infaz ", KCK yetkilileri ise "devletten ileri gelen bir olay" olarak değerlendirdiler. Böylesine birbirine zıt değerlendirmeler yapılırken, Fransa polisinin tetikçisini yakalaması, tetikçininTürkiye bağlantıları ortaya çıktıkça, Türkiye'nin bu konuda KCK'yi ikna çalışmaları yürüttüğü tahmin edilebilir. Nitekim kısa bir süre sonrasında Radikal'den Ezgi Başaran'ın 18 Mart 2015 tarihli yazısında belirttiği gibi  "Ömer Güney'in ses kaydı çıktığında dahi MİT'in PKK yönetimi tarafından katiyen doğrudan itham edilmemiş, kendi içindeki 'güçleri' kontrol edemediği için eleştirilmiş ama fatura 'Yeşil Gladio'ya, 'paralel devlete', sonunda da tüm açıklığıyla Cemaat'e kesilmiş"[2] olması doğrultusunda hareket edilmiştir. Çözüm sürecinin devamı bu çerçevede sağlanmıştır.

Cemil Bayık'ın açıklaması yeni bir duruma işaret ediyor. Sorumluluğun cemaate atılması görüşünden vazgeçilip, MİT'in sorumluluğundan söz ediliyor. Daha öncesinde MİT'in sorumluluğu konusunda ısrar devam etmiş olsaydı, çözüm sürecinin MİT-İmralı ilişkileri şeklinde devam etmesi mümkün olamazdı. Bu saatten sonra eğer KCK, MİT'i bu cinayetlerden sorumlu tutuyorsa bundan sonrasında aynı aktörler üzerinden çözüm sürecinin sürdürülmesi zora girmiştir. Çünkü, sürecin başlangıcında bir tarafın "sözleşme öncesi kusurlu" bir davranışta bulunarak, sözleşmenin geçerliliğini ta baştan sakatlamıştır.

Öyle anlaşılıyor ki, KCK ve MİT başlangıçta "faturanın paralele" kesilmesinde oluşan "ortak görüşte" çatlaklar meydana gelmiştir. Bu çatlaklar  KCK'nin ve kamuoyunun gözünde "cemaatin sorumlu olduğu" kanısının zayıflamasını beraberinde getirmiştir. Hatta daha da ileri gidilerek, "cemaatin bu işte olmadığının" yolu açılmış durumdadır.

Zaten cinayetten cemaatin sorumlu olduğu konusunda onca imkanı elinde bulunduran devlet bu konuda ortaya bir delil koyamadı. Tersine cinayetten MİT'in sorumlu olduğu konusunda çok sayıda delil ortaya çıktı. Cinayet konusunda gizemini koruyan Fransa, Cinayetlerde resmi Türkiye ilişkilerine ulaşabilecek bilgilere sahip olmasına rağmen bunları resmen açıklamamış olması, Fransa'nın Türkiye'nin cinayetteki bağlantısı olduğu şeklinde yorumlanabilir. Eğer, cinayetler Türkiye'nin iddia ettiği gibi "cemaat vs" ile ilgili olsaydı, Fransa bunu Türkiye ile ilişkileri nedeniyle gizleme gereği duymaz, Türkiye ile  Fransa, Türkiye'nin doğrudan doğruya işin içinde olduğunu bilerek bunu, Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmak istemiş olabilir. Aynı dönem içinde Türkiye'nin üst düzeyindekilerin Almanya tarafından dinlendiğinin de bilinirliği ile birlikte değerlendirildiğinde bu konuda sağlam delillerin olabileceğini söylemek mümkündür.

Erdoğan ve MİT'in "Cinayetleri cemaate yüklemekteki amacı" nedir?

Paris cinayetlerinin "cemaatin işi" olduğunu Erdoğan en etkili bir şekilde 30 Mart 2014 Seçimleri öncesinde Şanlıurfa mitinginde bizzat söylemiştir. Erdoğan'ın Urfa mitingi öncesinde, Urfa'da "Osman Baydemir rüzgarı esiyor, anketlerde AKP ile başa baş gösteriliyordu. Erdoğan bu rüzgarı dağıtmak için Urfa mitingine çok önem vermişti. Kürtleri en hassas noktasından yakalayarak Paris cinayetini usta bir şekilde Cemaatin üzerine atmıştı. Bu gerçekleri ters yüz etmekti; Kürtlere cemaati gerçek düşman diye gösterip, kendisini çözüm isteyen taraf gibi göstermekti. Erdoğan bunu söyledikten sonra Urfa'da yeniden bir çıkış yakaladı. Çözüm sürecinin kendisi tarafından sürdürüldüğü, cemaat tarafından engellenmeye çalışıldığını söylemekle çözüm sürecinin gerçek sahibi olduğu imajını verdi. Bu AKP için iyi Kürt Siyasal Hareketi(KSH) için kötü oldu.

AKP ve Erdoğan siyasi sorumlu olarak, olumsuz gelişmelerin hiçbirinden kendisini sorumlu tutmaktan ustaca kaçındı.AKP'nin henüz egemen olmadığı dönemde, yapılmayanın sorumluluğunu hep "vesayetçi güçlere" yükledi. Egemen olduktan sonra da bunu "cemaate" yükledi. İşin ilginç yanı KSH'nin de bu konuda AKP'nin söylemini dolaylı da olsa benimsemiş olmasıdır. Sakine Cansız, cinayetinde, gerek KSH'nin gerekse, AKP'nin "cinayet MİT içindeki cemaatçilerin eylemi" olduğu yönündeki benzer söylemdir. Bir çok konuda farklı düşünen AKP ile KSH'nin üstelik çetrefilli bilinmezliklerle dolu bu cinayetin sorumluluğunu Cemaat'in üzerinde atmaları ne kadar gerçekçi? AKP, açısından bakıldığında, politik çıkar bakımından kendi suçunu başkasına atmak normal gelse de bu şekilde yansımasının KSH açısından normal olamaz. Neticede öldürülen kişi PKK'nin öncü/simge kadın önderlerinden biridir. Diğer iki kadının örgütün uluslar arası alanda rolü olanlardır. Bunların öteden beri Türkiye istihbaratının hedefinde olduğu biliniyordu.
Cinayetin MİT tarafından planlanıp, gerçekleştirildiğine dair en önemli delil olan MİT'in orijinal belgeleriyle ortaya koyan cemaattir. Eğer cemaatin bu cinayette rolü varsa, cemaat neden bu cinayetlerle ilgili belgeleri ortaya çıkarsın ki? Bu belgelerin gerçekliği karşısında cemaat üzerine atılmasındaki niyet nedir? AKP ve KSH'ne göre "çözüm sürecini engellemek" olarak gösteriyor. Siyasi karar verme gücü bu kadar kısıtlı olan bu grup ellerindeki imkanlarla cinayet işleyebilecek gücü nereden alabilmektedir? Her şeyden önce buna benzer olayları olmuş mu? Daha önce KCK, Ergenekon ve Balyoz gibi soruşturmaları kendi başına yapmış mı yoksa AKP'nin siyasi/hukuki desteğiyle mi yapmıştır. Tüm bu soruların cevabı verilmeden, cemaatin engelleyici/geçmişteki derin devlet olduğu yönündeki söylemler abartılıdır. Bana göre, AKP'nin desteği ortadan kalktıktan sonra, cemaatin varlık/yokluk sorunu çerçevesinde komplovari cinayetlere başvurması mümkün değildir. Emniyet ve yargı içinde etkili olduğu dönemde, bu etkinliğini mevcut yasalar ve bu yasaların yorumlardan almaktaydı. AKP hükümeti olumsuzluklara neden olabilecek yasalar konusunda hiçbir değişiklik yapma yoluna gitmedi. Konuyu, yargının bir sorununa indirgedi.

Burada sorulması gereken soru "her şeye rağmen" KCK neden süreci devam ettiriyor? Şu veya bu şekilde "suskunluk kumkumasına" bürünmek Kürt tarafına ne kazandırıyor ki?

 Hele hele, Cemaatin onca tasfiye/tutuklanmasına rağmen devletin bu konudaki yalanlarına prim verilmeye devam ediyor oluşu doğrusu insanı şaşırtıyor. "Ortak vatan, demokratik ulus, demokratik cumhuriyeti" Kürtlere yedirmenin bedeli mi ödetildi acaba? 


***

12 Ekim 2020 Pazartesi

PKK Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,

PKK  Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,



   Terör örgütü PKK’nın lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan, Cemil Bayık, Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’i, TSK ve MİT’in yakın takibi nedeniyle yakalanma korkusu sardığı öğrenildi.

18 Ocak 2020 13:55

Güncellendi: 18 Ocak 2020 15:47

Güvenlik kaynakları terör örgütü üyelerinin, kendilerini kamplar ve sığınaklarda bile güvende hissetmediğini, bu nedenle bir kısmının Kandil’e yakın köylerde bir kısmının da doğal dağ mağaralarında gizlendiğini bildirdi. Terör örgütünün Irak-Suriye sınırında, özellikle Şengal bölgesinde de konuşlandığını belirten güvenlik kaynakları, Suriye’de bombalı araçlarla yapılan saldırıların bu teröristler tarafından gerçekleştirildiğini ifade etti.

YAKALANMAMAK İÇİN AYNI NOKTADA KALMIYORLAR.

Aynı kaynaklar, Kandil’deki üst düzey teröristlerin uzun süre aynı noktada kalmama çabasında olduğunu ve  Irak, Suriye ile İran arasında sürekli yer değiştirdiklerini bildirdi. Kandil’in bir kısmının İran topraklarında olduğunu kaydeden güvenlik kaynakları, elebaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Fehman Hüseyin’in de aralarında olduğu lider kadrosunun, TSK ve MİT’in sıkı takibinden kaçabilmek için telsiz dahil iletişim kanallarını kullanmamaya dikkat ettiğini bildirdi. En yakın adamları dışında diğer örgüt üyeleriyle de temas kurmayan terörist elebaşlarının, örgütteki etkinlikerinin zayıfladığı ifade edildi.

SALDIRILARI KANDİL’DEN GELEN TERÖRİSTLER PLANLIYOR.

Barış Pınarı bölgesinde bombalı araçlarla yapılan terör saldırılarının arkasında Kandil’den gelen teröristler olduğunu belirten güvenlik kaynakları, teröristlerin sivil halkın arasına karışarak gizlenmeye çalıştığını belirtti. Terör örgütünün bombalı araç saldırılarıyla Türkiye’de gösteremediği varlığını sürdürme çabasında olduğunu ifade eden güvenlik kaynakları, Diyarbakır annelerinin çocukları için tuttuğu nöbetin de örgütü moral olarak çok olumsuz etkilediğini bildirdi. Teröristlerin aynı zamanda bölgeye geri dönüşleri engelleme çabasında olduklarını ifade etti.

Bölgede, şu an girilemeyen mahalle olmadığını ancak teröristlerin yerleştirdiği EYP’lerin temizliği için sivillerin girişinin geçici olarak yasaklandığı mahalleler bulunduğunu belirten güvenlik kaynakları, Türkiye’nin eğitim verdiği ilk grup yerel polisin (Şurta) göreve başladığını kaydettiler. Şurtaların göreve başlamasıyla da teröristlerin ele geçirilmesinde etkili olacağını ifade ettiler.

https://www.veryansintv.com/pkk-yonetimini-yakalanma-korkusu-sardi/

***

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil.

Hangi PKK? Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 




05.11.2010 -

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen, çok parçalı yapıyı, ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin Taksim'deki canlı bomba PKK işi değil. 

Açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı.

Taksim'deki kanlı eylem, terör örgütü PKK'daki uzun süredir göz ardı edilen çok parçalı yapıyı ortaya çıkardı. 

İmralı, Kandil ve BDP'nin. ''Taksim deki canlı bomba PKK işi değil'' açıklamaları, teröristin kimliğinin tespit edilmesi ile birlikte başka boyut kazandı. 

Eylem talimatını Hakurk'ta üslenen  ''Cuma'' kod adlı Cemil Bayık'ın verdiği belirlendi. 

Tıpkı 24 Mayıs 1993'te 33 sivil silahsız askerin, terör örgütünce Bingöl-Elazığ kara yolunda şehit edilmesinde olduğu gibi. 

O zaman da PKK'nın biz yapmadık açıklamalarının arkasından '' Parmaksız Zeki'' kod adlı Şemdin Sakık çıkmıştı. 

Peki bu ne anlama geliyor? Güvenlik güçlerinin tespitlerine göre terör örgütü bünyesinde, '' 6 çeşit PKK'' lı var. 

Bunlar, 

  Türkiye'den katılanlar, Suriye Kürtleri, Irak Kürtleri, İran Kürtleri, Avrupa'dan gelen Kürtler ve Avrupa ülkelerinden katılanlar şeklinde sıralanıyor. 

Demokratik açılım sürecinde örgüt üzerindeki güç merkezleri olarak '' İmralı, Kandil Dağı, Belçika, Almanya ve Fransa'daki yapılanmalar'' öne çıkmıştı. 

Şimdi denkleme silahlı mücadeleyi savunan Cemil Bayık ve Suriyeli Fehman Hüseyin de girdi. Bakalım Nelson Mandela gibi '' Özgürlük mücadelesi kahramanı olmayı ve kendisinden sonrakileri yönetmeyi'' hedefleyen Teröristbaşı, şimdi ne yapacak '' Eylemsizlik kararını kim garanti edecek ve görüşmelerde hangi PKK muhatap alınacak'' Korumasız kalan Başbakan'ı Allah korumuş 4 Nisan 1997 tarihinde MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş vefat etti. 

Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbuğ'un eşi Seval Türkeş'e başsağlığı ziyaretine gitti. 

Taziyenin ardından Balgat'taki RP Genel Merkezi'ne hareket etti. 

Yolda, Erbakan'ın koruma ekibinde yer alan resmî ve '' Sakallılar'' ya da ''Sakaryalılar'' diye ünlenen özel korumalar birbirlerinin üzerine araba sürüp,  konvoydan ayrılır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın aracı bir anda korumasız kalır. Bu ayıbı işleyen korumaların ise bir ara sokakta birbirleri ile kıyasıya kavga ettikleri anlaşılır. 

Peki neden? Cevabını ve son 14 yılın Başbakanları döneminde yaşanan ilginç olayları öğrenmek istiyorsanız, Yeni Şafak'ın Başbakanlık Muhabiri Erhan Seven'in 

''0002 Plakalı Günler; Başbakanlık Muhabirinin Kaleminden'' kitabını almalısınız. 

Kıbrıs'ta çözüm umudu 2011'e kaldı Türk tarafı 2010 yılını Kıbrıs'ta çözüm yılı ilan etmişti. 

Bunun için çaba harcandı. Ancak ''Hiçbir şey vermeden her şeyi alma'' politikasına sarılan Rumlar, hem Ada'daki ikili çözüm arayışlarını hem de Türkiye'nin 

AB tam üyelik müzakere yolunu başarıyla tıkadı. 

    Şimdi gözler, AB'nin 9 Kasımda açıklayacağı Türkiye'nin 2010 İlerleme Raporu'na çevrildi. 

Kıbrıs Rum kesiminin üye olduğu AB, '' KKTC'' ye verdiği doğrudan ticaret ve uçuş başlatma Sözlerini yok sayarak, Türkiye'den hiç olmazsa bir liman ve hava alanını Rumlara açmasını bekliyor. 

   Oysa seçim menziline girmiş Türkiye'nin böyle bir jest yapması mümkün değil. 

   Bu da şimdiden Kıbrıs?ta çözüm umudunun 2011 yılına kaldığını gösteriyor.

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a467185.aspx


***

9 Aralık 2018 Pazar

Levent Göktaş: Savaşta mertliği bilirdik kalleşliği hücrede öğrendik

Levent Göktaş: Savaşta mertliği bilirdik kalleşliği hücrede öğrendik.


İşte Göktaş'ın o Mektubu:

Geçen günlerde, Aydınlık gazetesi dahil internette bazı kanallarda "Sakineyi öldürmem için beni görevlendirdiler" gibi akıl almaz bir haber çıktı. 
Olayı şöyle arz edeyim; Sanırım 2010 yılı Ocak-Şubat aylarında 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde SAYGI-SEVGİ konulu bir konuşma yapmıştım. Bu konuşmamda Paris'te öldürülen Sakine Cansız'ın da ismi geçmişti, ancak olayın Sakine ile hiçbir ilgisi olmamasına karşın; basında, "Beni Sakine'yi öldürmek için gönderdiler" şeklinde yer aldı. Halbuki olayın en güzel anlatımı 6 Haziran 2010 tarihli Aydınlık dergisinde Hikmet Çiçek imzası ile 20 Mayıs 2011'de Aydınlık gazetesinde Sezim Özadalı imzası ile çıkmıştı.

Olay şöyle:

1995 yılında Kuzey Harekatı için Irak'a sızmıştık. Ve PKK'nın Haftanin kampına girdik. Harekatın bitiminde bir mesaj geldi  telsizden, Cudi-Ballıkaya bölgesinde Cemil Bayık ve Sakine Cansız komutasında 250 kişilik çok güçlü bir PKK grubu tespit edildi. Mehmetçik girerse çok şehit ve yaralı verilebilir. Senin önden girmeni istiyoruz şeklinde Asayiş Komutanı ve Özel Kuvvetler Komutanı imzalı. 

Uzatmayayım Silopi'ye geldim. Ve Cudi dağına sızdım gece yarısı. Ve sabaha karşı Ballıkaya'ya vardım. Kış olduğu için yaklaşık -40 derece soğuk ve etraf kar dolu.

Hedef tespitini yaptıktan sonra 40 kişilik bir grupla 250 kişilik PKK grubu içine girdim. Çok yoğun temas başladı. İnan, 5 metre mesafeden temas devam ediyordu ve girdiğimiz yer PKK açısından çok avantajlı bizim açımızdan aleyhe idi. Giriş anında 10 subay-astsubay yaralandı ve ilerleyen zamanda bir uzman çavuşumuz şehit oldu. Karşı taraf da çok sayıda kayıp verdi. İnanılmaz bir muharebe oldu. Hava kararınca geri çekilip tepelerde mevzilendim. Mevzilendim ancak şehit arkadaşımızın naaşını alamadık. Saaat gece 01-02'ye kadar birkaç deneme yaptık. Ancak havanın çok soğuk, yerlerin kaygan, çok karanlık olması ve PKK'nın sürekli ateşine maruz kalmamız nedeniyle şehidi alamadık. Gece yarısı, Sakine ve yanında bulunan Şimşek kod isimli kişi telsizden beni aradı. Benim telsiz kodum da Ozan idi. Cevap verdim, "Dinliyorum, ben Ozan” dedim. Epey konuştuktan sonra dediler ki"Ozan bak, durmadan girip çıkıyorsun. Bu cenazeyi alamazsın, vermeyiz. Ama anlaşalım, şehidi sana verelim". Ben de "Ne istiyorsunuz" dedim.

'MERT ADAMSIN'

Dediler ki, 
"Bak, hava çok soğuk burda kalmanız çok zor, 1-2 gün içinde gidersiniz. Bizim de çok şehit ve yaralımız var, sizin de. Buradan ayrılırken, Armut Boğazı denilen yerden geçerken, oradaki ilk ağacın altına çuval içinde; konserve, ekmek, oksijen, tentürdiyot, sargı bezi gibi sağlık malzemesi koyacam diye söz verirsen, ki seni aşağıda savaşırken gördüm, mert bir adamsın. Savaşçısın. Koycam dersen inanırız. Eğer malzemeyi ağaç altına koyarsan biz de sana şehit cenazesini verelim""Nasıl vereceksiniz" 
dedim. "Sabah saat 09.00'da tek başına yanımıza ineceksin, alıp gideceksin" dediler. 

'CENAZESİ TEMİZLENMİŞ, YERDE YATIYOR'

Herkesin telsize girip beni uyarmasına karşın ben, şehit çocuğun eşini ve çocuklarını düşünerek "olur" dedim. Anlaştık. Sabah olunca aşağıya indim. Baktım, cenazesi tertemiz temizlenmiş, yerde yatıyor. Yanında silahı, parmağında yüzüğü, her şeyi tam. Aldım sırtıma koydum. Etrafıma baktım. Tam yürümeye başladım. Sağ-soldaki PKK'lılar ayağa kalkıp beni selamladılar, saygılarını gösterdiler ve yukarı çıktım. Armut Boğazı'na malzemeyi koydum ve sonra oradan ayrıldım. 
Bunu mahkemede niye anlattım; dedim ki "Bir gün ABD'de bir uçak tam havalanacakken birden durmuş. Pilot, yolculara demiş ki "bir Kahramanlık Madalyalı Kore gazimiz gecikti, 5 dakika içinde uçakta olacak, onun için bekliyoruz".
Uzatmayayım; Gazi gelmiş, kapıdan içeri girmiş, uçaktaki herkes ayağa kalkmış ve gaziyi alkışlayıp saygı ve sevgilerini sunmuşlar. 

'Hücrede öldürmek için eziyet ediyorlar'

Dedim ki "Ben Türk subayı olarak diğer Türk subayları gibi yüzlerce sıcak temasa girdim. 3 tane Kahramanlık Madalyası aldım; değil saygı/sevgi, bizi hücrede öldürmek için eziyet ediyorlar". 
Bize PKK bile savaşçılığımız nedeniyle saygı gösterdi, siz göstermiyorsunuz. Olay böyle ancak bu olay “Beni Sakineyi öldürmeye gönderdiler” şeklinde lanse edildi.

Hikmet Çiçek yazısında çok güzel anlatmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hiç bir subayı-astsubayı "Sakineyi öldür, vs.yi öldür" diye bir göreve göndermezler... Operasyona gidersiniz. "Teslim ol" dersiniz. Teslim olur, ne âlâ. Olmazsa çatışma çıkar. Sonunda istemediğiniz halde ölümler olur.
Türk Sİlahlı Kuvvetleri'nde subaylar-astsubaylar, inanın bana Hz. Muhammed (SAV) ve Hz. Ali (KVC) ahlakı ile ahlaklanmış muharebe ederler. Asla aman dileyene elimiz kalkmaz. Ve inanın TSK mensupları sizin de bildiğiniz gibi mum gibidirler, yani kendi diplerine ışık vermezler ama kendi varlıklarını eritip etraflarını aydınlatan fedakarlık ve feragat sembolüdürler.
Girdiğim çatışmalarda 75 subay-astsubay ve birçok Mehmetçik şehit-gazi oldular. Hemen hepsi; ölüm anında bir takım Rahmet meleklerinin yanlarında hazır bulunacaklarını, Cenab-ı Hak'kın manevi huzurunda hazır olarak rızıklandırılacaklarını bilip hissettikleri için şehit olma, şahadet mertebesine ulaşma isteği ile savaştılar. Ama hep ülke savunması için, milletimizin huzuru için. Asil Türk Bayrağı'nın ebeddiyen gönderinde dalgalanması için.

Ve inanın, yanımda yaralanan, Şehit olan Sb-Asb-Uzman-Erbaş-Erlerden bir tanesi dahi “Komutanım beni kurtarın” demedi. Hepsi; "Şehit olacağım" diye Kelime-i Şahadet getirip, Ayetel Kürsi duasını okudular.



'ELİ ELİNİZDE, SİZE BAKIYOR'

Düşünün ki yağmurlu bir gecede etrafınız sarılmış ve 200-300 kişilik bir PKK grubu ile Kuzey Irak'ta  savaşıyorsunuz. 
Astsubayınızı, şans bu ya, yıldırım çarpıyor. Hava yağışlı temas devam ediyor. 

Görüş sıfır. 

Astsubayınız mayına basıyor. Görüş sıfır, temas var.
Subayınız göğsünden vuruluyor. Görüş sıfır, yağış var, temas var.
Subayınız kafasından vuruluyor. Görüş sıfır, yağış var, temas var. Ve helikopter gelip yaralıları alamıyor. Sabaha kadar Subay-Astsubayınız eli elinizde, gözleri ile size bakıyor. Bir elinizle ateş ediyor, diğer elinizle onları tutuyorsunuz. Ve o Subay-Astsubay sizin gözünüzün içine baka baka şehit oluyor ve siz hiçbir şey yapamıyorsunuz. Size yüzlerce olay anlatabilirim. İşte kahraman ve asil Türk Subayı, Türk Astsubayı, Türk Mehmetçiği dağlarda, şehirlerde, köylerde, ovalarda hep böyle yaşıyor. 
Ve inanın bana; Şehit arkadaşlarımı şehitliğe defin ederken; arkalarında kalan eşi ve çocukları bu kadar üzüntüye, eleme, kedere rağmen sadece bir cümle söylüyorlar. 
“Vatan sağolsun”
İşte Türk Subay/Astsubay/Mehmetçiği ve aileleri de böyle yaşıyorlar.
Saygılar, selamlar
NOT: O yazının başlığı “Sakineyi öldürmek için gönderildim” değil “Biraz saygı biraz Sevgi” olmalı diye düşünüyorum.

Levent Göktaş Kimdir

Üç üstün cesaret madalyalı tek subay

Emekli Albay Mustafa Levent Göktaş, Kara Harp Okulu’ndan mezun olduktan sonra, hayatı terörle mücadeleyle geçti. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde birçok operasyona katıldı. Ancak asıl operasyonları Irak’ın kuzeyine gerçekleştirdi. Göktaş, Irak’ın kuzeyine gerçekleştirilen operasyonların çoğuna katıldı. Hatta peşmerge kıyafetiyle bölgeye sızıp, Özel Kuvvetler personeli ile çatışmalara katıldı. 6 ay boyunca mağarada yaşayarak arazide kaldığını Ergenekon savunmasında fotoğraflarla anlattı. Göktaş, Ergenekon tertibiyle 7 Ocak 2009 günü gözaltına alınıp, ardından da mahkeme tarafından tutuklandı. 

Başarıları

- Yüksek atlama serbest paraşütçü, dağ ve sualtı komandosu olan ilk ve tek subay.
- En çok üstün cesaret ve feragat madalyası ve takdirname sahibi asker.
- Üç tane "Üstün cesaret ve feragat madalyası" olan tek subay.
- Altı adet "Üstün birlik yetiştirme beratı" sahibi. 
- 180 adet "Takdirname" sahibi.
- Sayısı bilinmeyen şerit rozeti.
- Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın en seçkin subaylarının eğiticisi ve birçok birliğin kurucusu. 
- Kara Harp Okulu İşletme mezunu.
- Gazi Üniversitesi İşletme Ana Bilim Dalı Üretim Yönetimi-Planlama yüksek lisans sahibi. 
- Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu.
- Dönemin Makedonya Genelkurmay Başkanı'nın uluslararası bir ortamda, kendisi için, "Benim hocam (Özel Kuvvetler) hayran olduğum ve örnek aldığım subaydır" dediği rivayet edilir. 
- İngilizce, Rusça ve Arapça bilir. 


***

8 Ocak 2017 Pazar

Öcalan Şahit ki (!)



Öcalan Şahit ki (!)


Selcan Taşçı


PKK/KCK’daki “görev değişikliği!”nin “sürece zeval getirmeyeceğini” izah yarışı başladı gazeteciler arasında...
Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi “korkulacak bir durum” olmadığını anlatabilmek için “PKK’daki değişiklikler Öcalan’a rağmen yapılmış değil. Öcalan’ın iradesi doğrultusunda yapılan bir düzenleme...” diyor.
Oh be!

Gerçekten çok rahatladık şimdi!

Karayılan’ı “silahlı güç” dedikleri PKK’lı katillerin başına Öcalan getirdi demek; valla içimize su serpildi!

“Kafanız mı güzel” diyeceğim ama bunlar güya herkesten dindar arkadaşlar ya... Hele ki şu mübarek ayda... Yok yok  “oruç” vurdu zahir kafalarına!
PKK’nın Güneydoğu’da  “hakimiyeti ele geçirdiğinden”söz ediliyor,  “devlet”i gören cennetlik; kayıplarda!

Hükümet Öcalan’la İmralı’dan yönettiği terör örgütü arasında -elçiye zeval olmaz mı sanıyorlar neyse- mektuplaşmayı  “güvencesi”ne almış durumda!
Öcalan’a ev, Öcalan’a sekreter, geçenlerde MHP Iğdır Milletvekili Sinan Ogan söyledi arada kaynadı gitti Öcalan’a -evcilik oynamayacak herhalde- bebek isteniyor! Salıverileceği söyleniyor!

Yukarıdan aşağıya sıraladığım bütün bu fiiller suç!

Siyasi iktidar ve hükmettiği kamu kurumları dahil yargısı, askeri, polisi, siyasisi, gazetecisi hepsi suç işliyor.
Ve bütün bunlara rağmen, nasıl bir kanıksama haliyse, Selvi gibiler “her şeyin güzel olacağına” inanalım diye Öcalan’ı şahit gösteriyor!
PKK’yı kuran, yöneten Öcalan’ı. Unuttuysanız diye hatırlatayım Abdullah Öcalan hani; Apo, bebek katili, İmralı’daki cani, teröristbaşı... Hani 40 bin insanın katlinin birinci derecede sorumlusu... Hani devletin sınırları içindeki toprakların bir bölümünü ayırmaya kalkışmaktan yani vatana göz dikmekten ağırlaştırılmış müebbete mahkum kişi... Hani binlerce Mehmet’in katili...

Sırf Selvi mi?

Daha dün KCK’nın yeni ve eski yöneticileri bas bas tehdit ederken Türkiye’yi Aslı Aydıntaşbaş  “Çekilmenin yavaşlığından rahatsız olan Öcalan, silahlı unsurlar üzerindeki kontrolünü güçlendirecek”  yazabiliyor.

Aynı Aydıntaşbaş önceki gün Akif Beki’yle yaptıkları programda ne dedi biliyor musunuz?

“Güneydoğu’dan bazı haberler geliyor... PKK’lılar taciz ateşi yapıyor ve başka şeyler de... Medyanın ’PKK şunu da yaptı. Bunu da yaptı’ diye bu haberleri vermemesi güzel. Süreçe zarar vermemek lazım...” 
Düşünebiliyor musunuz, bir gazeteci çıkmış televizyona PKK saldırıyor, yakıyor, yıkıyor ama ne mutlu bize ki bu haberleri vermiyoruz diye anlatabiliyor gururla!
Biz şimdi  “Öcalan’ın PKK’lı katillerin başına en güvendiği adamını getirdiğine göre her şey yolunda” mantığı kurabilen kafaya mı yoksa alenen  “İşin aslı bu değil ama olsun biz yazmayalım, halkı kandıralım”  itirafı yapabilen kafaya mı yanalım!

Ha bir de bildireyim; bu taşın altından da Kandil müdavimi Hasan Cemal çıktı iyi mi?

Cengiz Çandar PKK/KCK’daki değişimin sürpriz olmadığını belgelerken  “ Hasan Cemal’in 24 Mayıs’ta başlayan ve 30 Mayıs’a dek süren T24.com.tr haber sitesinde yayımlanmış röportajları bir kez daha okunsa, ilginç ipuçları bulunabilir. Hasan Cemal’in o röportajları, Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Sabri Ok ile, üçüyle birlikte yapılmıştı.” yazdı.

Bu, Hasan Cemal’in kamuoyunu  “yeni duruma” hazırlamak için yapılan operasyonun parçası olduğu anlamı taşımaz mı?
İstanbul Cumhuriyet Sevcısı Mehmet Demir, Mısır’daki darbeyi övmenin TCK 215. Madde gereğince “suçu ve suçluyu övme”  suçunu oluşturacağını söylüyor.
Koca yazı boyunca anlattıklarım ne peki?
Yoksa Öcalan hükmü sabit bir “suçlu” değil mi?

“Masum” mu?

Sayın Demir aylardır bir teröristi ve terör örgütünü kutsayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmayı düşünmez mi?



***


24 Haziran 2016 Cuma

14 Temmuz PKK Saldırıları Yeni Bir Dönemi mi Başlatıyor?






14 Temmuz PKK Saldırıları Yeni Bir Dönemi mi Başlatıyor?

14 Temmuz PKK Saldırıları Yeni Bir Dönemi mi Başlatıyor? 

ÜMİT ÖZDAĞ tarafından yazıldı.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
02 Ağustos 2011 Salı


PKK terör örgütünün 14 Temmuz 2001’de Diyarbakır/Silvan kırsalında 13 askerimizin şehit düşmesi ile sonuçlanan 
saldırısı Türk ve Dünya kamuoyunda büyük bir şaşkınlık yaratmıştır.Sorulan,"şimdi ne oldu da bu saldırı gerçekleşti?" sorusu olmuştur. 
Bunun iki farklı nedeni vardır. Konu ile belirli ölçüler içinde ilgili olan çevrelerde yaratılan algı A. Öcalan ile İmralı'da yapılan görüşmelerin olumlu 
geliştiği ve PKK ile bir şekilde anlaşılacağı şeklindedir. İkinci neden ise Öcalan ile İmralı'da bir pazarlık yapıldığını bir şekilde algı dünyası içine 
almayı reddeden öte yandan artık tek tek gelen şehit haberlerini doğru dürüst algılamayan geniş kitlelerin terörü kanıksamış olmalarıdır. Diğer bir ifade ile 
toplumun "şehit eşiği" yükselmiştir.İmralı'da referandum öncesinde Öcalan ile başlayan müzakereler referandumdan sonra da devam etmiş ve 12 Haziran seçimleri 
öncesinde PKK terör eylemlerini durdurarak AKP Hükümetini baskı altına almamıştır. 

Gerçi AKP ile BDP 14 Haziran seçimleri için Güneydoğu Anadolu bölgesinde sert bir siyasal rekabet içinde olmuşlardır ancak PKK terörünün seçim 
öncesinde durması iktidar partisini büyük ölçüde rahatlatmıştır. Seçimlerden hemen sonra tutuklu bağımsız milletvekillerinin serbest bırakılmaması ve 
bağımsız milletvekillerinin TBMM'de yemin etmeyi protesto etmesi AKP ile BDP arasında bir gerilim yaratmış ise de bu gerilim İmralı'daki görüşmelere olumsuz 
şekilde yansımamıştır. Öyle ki, Başbakan Erdoğan'ın en önemli danışmanı ve milletvekili Yalçın Akdoğan BDP'nin kötü polisi oynadığını fakat İmralı'nın 
durumu toparladığını söylemiştir.[1]8 Temmuz 'da Öcalan daavukatları ile yaptığı görüşmede müzakerelerin çok önemli yeni bir aşamaya ulaştığı müjdesini 
vermiştir. Öcalan yapılan görüşmeler sonunda üzerinde uzun süreden beri tartışılan "Barış Konseyi" adlı bir konseyin kurulmasına karar verildiğini 
açıklamıştır. Bu konsey devlet yetkilileri ile sivil toplum temsilcilerini bir araya getirecektir.[2] Barış Konseyi konusu Kandil'in de bilgisi dahilinde bir 
konudur. M. Karayılan, Hasan Cemal'e Haziran 2011 sonuna doğru bu konseyin eylemsizlik ve silahsızlanma sürecini denetleyeceği haberini vermiştir. Öcalan 8 
Temmuz açıklamasında daha önce "15 Temmuz'a kadar görüşmelerde bir sonuca ulaşılamaz ise çatışmalar tekrar başlar" şeklindeki tehdidini de görüşmelerde 
bir sonuca ulaşıldığı için geri aldığını açıklamıştır. Öte yandan 8 Temmuz'da hükümet programını okuyan Başbakan Erdoğanseçimden önce yok dediği Kürt 
sorununun varlığını tekrar kabul etmiş ve Kürt Açılımının devam edeceğinin altını çizmiştir. PKK'nın Strateji Değişikliğinin BelirtileriBütün bu gelişmeler 
PKK'nın Haziran sonu ve Temmuz başında gerçekleştirdiği ısrarlı saldırıları görmezlikten gelen veya "olur böyle şeyler, çok önemli değil" yaklaşımı ile 
kenara itenler tarafından gerçeğin görülmesini engellemiştir. 

Oysa Murat Karayılan PKK'nın müzakere süreci içinde yeni bir strateji geliştirdiğini Haziran sonuna doğru açıklamıştır.Karayılan konuşmasında bir strateji 
değişikliğinin de sinyalini şöyle vermektedir: "Demokratik özerklik eğer fiiliyata geçerse, geçtiğinde kim saldırırsahedef olur, polisse polis… Özerklik, 
örneğin Hakkari'de uygulanıyorsa ve polis saldırırsa, bizim açımızdan savunma olur. Demokratik özerklik kurumları var, halk meclisleri var. Kim onları hedef 
yaparsa, saldırırsa yanıtını alır. Uzun lafın kısası, bir konsept değişikliği var eylem hedefinde."Karayılan, İmralı'daki müzakerelerin daha sonucunu 
beklemeden ortaya büyük karışıklıklar çıkaracak ve müzakere sürecini ekseni dışına fırlatacak olan demokratik özerkliğin ilan edileceğinin ilk işaretini 
yukarıda yaptığı konuşmada vermiştir.Karayılan da bilmektedir ki, demokratik özerkliğin ilan edilmesi sonrasında eğer PKK komik duruma düşmek istemiyor ise 
en azından bazı yerleşim bölgelerinde demokratik özerkliği yaşama geçirecek adımlar atılmalıdır. 
Bu adımlar ise, mülki idarenin etkisizleştirilmesi, polisin görev yapamaz hale getirilmesi ve yerleşim yerlerinde "güvenliğin" KCK asayiş 
tarafından "devralınmasını" gerektirmektedir. Bu ise yoğun bir çatışma demektedir. Bu yoğun çatışma sürecine PKK "devrimci halk savaşı" adını 
vermektedir. Silvan saldırısından sonra PKK terör eylemlerine ara vermemiştir. 

Aksine Türk askerlerine yönelik saldırılar her fırsat kullanılarak sürdürülmüştür.Yoğun bir çatışmanın gerçekleştiği bir ortamda ne Barış Konseyi 
ne müzakere süreci ne de Anayasa'da yapılacak değişikliklere Öcalan'ın taleplerinin dahil edilmesi söz konusu olabilir. Yeni PKK Stratejisi 
Çerçevesinde Türk Ordusuna Karşı Yoğunlaşan PKK SaldırılarıDüşük yoğunluklu çatışmalarda her politik projenin bir terör ayağı vardır. Demokratik özerkliğin 
ilan edilmesinden önce de TSK'ya karşı bir saldırı dalgası yeni politik projenin parçası olmuştur.Karayılan yukarıda anılan bu açıklamaları yapar hatta bu 
açıklamalar çerçevesinde "Eğer saldırmazlarsa hedefimiz milli ordu değildir. 

Öncelikle orduyu hedef almayız. Ordu sınırları bekler" derken, PKK'lı teröristler, PKK'ya operasyon yapmayan askeri birliklere yönelik saldırılarını 
yoğunlaştırmışlardır. Özetle, 14 Temmuz saldırısı aniden büyük bir sessizliğin ortasına düşmüş bir bomba değildir. PKK'nın terörist eylemleri sistemli bir 
şekilde Türk Ordusunu hedeflemekte ve askerlerimiz şehit edilmekte ve yaralanmaktadır.14 Temmuz öncesinde gazetelerin arka sayfalarından yer bulan bu 
küçük haberlere yakından bakıldığında görülen şudur: 27 Haziran 2011'de Van/Saray'da astsubay başçavuş Erkan Durukan PKK'lılar ile çıkan çatışmada şehit 
olmuştur. 30 Haziran'da Hakkari/Çukurca jandarmaya ait iki üsse tacizde bulunan PKK'lılar operasyon yapan askeri birliğin komutanı Jandarma Yüzbaşı Etem Kara'yı 
yaralamışlardır. Arazide arama yapan uzman çavuş Metin Koza mayın patlaması sonucunda şehit olmuştur.3 Temmuz 2011'de Bingöl/Genç'te gerçekleşen PKK 
saldırısında malzeme taşıyan araçta bulunan Jandarma Komando er Deniz Bacanak şehit edilmiş, Yüzbaşı Cem Keleş ise yaralanmıştır. 7 Temmuz'da 
Hakkari/Yüksekova'da uzman çavuş Murat Özkazanoğlu ve Yahya Karakaya arkadan kafalarına ateş edilerek şehit edilmişlerdir. 7 Temmuz 2011'de 
Tunceli/Pülümür'de PKK'lılar ile çıkan çatışmada iki asker yaralanmış, uzman onbaşı Hüseyin Gözübüyük şehit olmuştur. 10 Temmuz'da Diyarbakır/Lice'de iki 
asker şehirlerarası yolu kesen PKK'lılar tarafından kaçırılmıştır. 

12 Temmuz 2011'de Diyarbakır/Hazro jandarma İlçe Komutanlığına gerçekleştirilen PKK saldırısında 3 asker yaralanmıştır. Sadece dağdaki PKK'lı unsurlar mı 
saldırıları ile gerilimi artırmışlardır? Hayır, kentlerde de PKK yandaşları da gerilimi artıracak her zemini kullanmışlardır. Bağımsız milletvekili Sebahat 
Tuncel 1995'de Tunceli'de bayrak töreni yapan bir grup askerin arasına girerek kendisini havaya uçuran ve askerleri şehit eden bir PKK'lı için terör örgütünün 
düzenlediği törende intihar bombacısını öven bir konuşma yapmıştır.6 Temmuz'da Demokratik Toplum Kongresi'nin 30 Temmuz 2011'de yapılacak Olağan Kongresi'nde 
demokratik özerkliği ilan edeceği açıklanmıştır.Ancak daha sonra bu tarih 13 askerimizin şehit edildiği 14 Temmuz'a alınmıştır.Bugün PKK, kamuoyunu 
yatıştırmak ve kendi içindeki dengeleri korumak açısından saldırıyı gerçekleştiren PKK'lıların kendilerini savunmak adına bu eylemi yaptıklarını 
iddia etse de, ileride yazılacak PKK yayınlarında bu eylem "demokratik özerklik ilanını taçlandıran eylem" olarak anılacaktır.Terörü Tırmandırma Kararı 
Bayık-Karayılan İttifakıEylemin gerçekleşmesinden hemen sonra kamuoyu Öcalan ile eylem arasındaki ilişkiyi iki farklı şekilde kurmuştur. Bir taraf eylemin 
Öcalan'a rağmen yapıldığını ileri sürmüştür. Diğer yorumcular ise Öcalan'ın bu tür eylemlere onay verdiğini belirtmişlerdir. PKK'yı yakından tanıyan Orhan 
Miroğlu, birinci görüşü savunanların başında gelmiştir. Miroğlu, PKK'nın amacının demokratik özerklik ilan ettiği bölgede çatışmaları tırmandırarak 
Güneydoğu Anadolu bölgesini uluslararası müdahaleye açmayı hedeflediğini belirtmektedir. Miroğlu'na göre PKK bu stratejiyi A. Öcalan'a rağmen 
benimsemiştir.[3]

Yine bazı çevreler 14 Temmuz terör eyleminin Öcalan ve Karayılan'a rağmen Mustafa Karasu ve Cemil Bayık grubunun emri ile yapıldığını 
ileri sürmektedirler.Konu uzmanı gazeteci Mehmet Faraç ise Öcalan'a örgüt içinden bir meydan okuma olamayacağı ve Öcalan'ın avukatlar ile yaptığı 
görüşmede "PKK'lıların operasyon yapan askerlere misliyle mukabele edeceği" mesajını vererek bu tür saldırıların önünü açtığını belirtmiştir. AKP Hükümeti 
ise Başbakan Erdoğan'ın "Bazı şeyler Öcalan'ı da aşmış vaziyette. Her şey onun kontrolünde değil. Çatlak iddiaları, söylemi boş değil" diyerek durumu nasıl 
gördüğünü ortaya koymuştur.[4] Bu görüşler değerlendirilirken göz önünde tutulması gereken husus, 14 Temmuz Silvan saldırısının asla 30 Temmuz'da ilan 
edilecek iken, ilan tarihi bile alelacele 14 Temmuz'a alınan "demokratik özerk Kürdistan"ın ilan edilmesinden ayrı düşünülemeyeceğidir. Bu adımı ise KCK'nın 
aldığı bellidir. KCK ise Murat Karayılan'ın başkanlığını yaptığı bir örgüttür. Yani Silvan saldırısından hatta demokratik özerkliğin 14 Temmuz'da ilan 
edileceğinden Öcalan'ın haberi olmayabilir ancak Murat Karayılan'ın olmaması ihtimali yoktur. Buradan çıkarılması gereken sonuç, PKK içinde Bayık ile 
Karayılan arasında yeni politika konusunda bir çekişmenin söz konusu olmadığı değildir. Aksine demokratik özerklik ilanı konusunda Bayık ile Karayılan 
arasında bir fikir birliği olmadan demokratik özerkliğin ilan edilmesi mümkün değildir. Karayılan, İmralı'da yapılan görüşmelere daha sıcak baktığı izlenimini 
verirken, Bayık ise Öcalan'ın yürüttüğü görüşmelerden herhangi bir şey beklemediğini, bunların oyalama teknikleri olduğunu örgüt kaynaklarına açıklamış 
ve yazmıştır. 14 Temmuz öncesi ve sonrasında olayların gelişmesinden çıkan Bayık ve Karayılan'ın yeni strateji konusunda hemfikir olduklarıdır. Diğer bir ifade 
ile demokratik özerklik ve Silvan saldırısı bu aşamada Öcalan'ın bilgisi dışında ancak Bayık-Karayılan ittifakı sayesinde ilan edilmiştir. Esasen BDP'den 
kimsenin demokratik özerkliğin ilan edilmesine karşı çıkmaması ve KCK'nın demokratik özerkliğin uygulanması ve milletvekillerini bu konuda eğitime alması 
da göstermektedir ki,Kandil'de Silvan saldırısı ve demokratik özerklik konusunda Karayılan-Bayık düzeyinde ihtilaf yoktur.Bu yeni stratejinin amacı, Türk Silahlı 
Kuvvetlerinin ağır bir psikolojik baskı altında olduğu, hükümetin açılım stratejisinin herhangi bir girişim üstünlüğünü temsil etmediği ancak AKP'nin 
yeni anayasa çerçevesinde "Kürt sorununu" çözme konusunda angaje olduğu bir dönemde Arap baharının yarattığı dinamiği PKK'nın arkasına alarak, halk savaşı 
ile tehdit ettiği AKP'den müzakerelerde en büyük tavizi koparmaktır. Kandil'deki PKK yönetimi Öcalan'ın bir an önce İmralı'dan çıkma telaşı içinde "tavizkar" bir 
tavır içine girdiğini düşünmektedir. 

Öte yandan kapsamlı yeni bir terör dalgası AKP'nin baskı altına almak için çok çalıştığı TSK'yı yeniden etkinleştirecektir. 
TSK'nın yeniden güçlenmemesini isteyen AKP Hükümeti polis ile istediği sonucu alamayacağını kısa zamanda görünce yeni bölgesel koşullar ve iç politik dengeler 
neticesinde PKK'nın daha avantajlı olacağı şekilde masaya tekrar oturmayı kabul edecektir. Öcalan'ın Yeni Strateji Konusunda Bilgisi Var Mı?Bu gelişmeler ve 
yeni strateji A. Öcalan'ın bilgisi dahilinde mi olmuştur? Barış Konseyi'nin kurulması konusunda devletle anlaştığını söyleyen Öcalan öte yandan Silvan 
öncesindeki türde veya Silvan tipi saldırılara izin mi vermiştir? Öcalan bu aşamada demokratik özerkliğin ilan edilmesini mi istemiştir? Öcalan ile 
avukatları arasında 18 Temmuz 2011'de yapılan görüşmeden anlaşılan husus gerek demokratik özerklik ve gerek ise Silvan saldırısından haberi olmadığıdır. Ancak 
Öcalan PKK ile ters düşmemek için her iki olayı da karşısına almadan "önemsizleştirmiş" ve devam eden müzakereler için bir güç faktörü olarak 
kullanmayı denemiştir. Öcalan geçmişte de onay vermediği eylemleri hemen ertesinde sahiplenmiş ve daha sonra değişen konjonktüre göre reddetmiştir. 
Örneğin 1985-87 döneminde gerçekleştirilen köy katliamlarının tamamı Öcalan'ın emri ile yapılmış olmasına rağmen 1991 sonrasında "Kör Cemal" pratiği olarak 
reddedilmiştir. Öte yandan 33 erin katledilmesi Öcalan'ın bilgisi dışında olmasına rağmen Öcalan eylemi reddetmemiş hatta daha sonra eylemin mimarı Şemdin 
Sakık'ı yükseltmiştir. Öcalan'ın bu eylemi mahkum etmesi çok sonra olmuştur. 


Demokratik özerkliğin ilanı konusunda Öcalan'ın açıklaması "Aslında demokratik özerklik 2005'te ilan edilmişti. Önemli olan bunun içini doldurmaktır, pratik 
uygulamasını yapmaktır. İlandan ziyade pratikleşmesi önemlidir. Pratikleşmedikten sonra ilan çok da anlamlı değil. Artık pratikleştirme yönünde 
çalışmalarını yoğunlaştırabilirler" şeklinde olmuştur. Bu ifade açık bir önemsizleştirme ve bilgisi dışında yapıldığının dolaylı şekilde ortaya 
konulmasıdır. Öcalan'ın Silvan'daki saldırıyı emretmesi fiilen mümkün değildir. Öcalan'ın son görüşmelerinden birisinde bu konuda yukarıda da değindiğimiz gibi, 
yapmış olduğu açıklama "Gerilla yirmi dört saat savunmasını yapacaktır. Kendisine yapılan saldırılara da misliyle cevap verecektir" şeklinde olmuştur. 
Ancak Haziran sonundan itibaren gerçekleşen terör eylemleri operasyon düzenleyen birlikler ile girilen çatışmalar değil, PKK'nın saldırıları sonucunda 
gerçekleşmiştir. Burada önemli olan Öcalan'ın PKK terörünün devamını İmralı'da devam eden müzakereleri engellemediğini hatta elini güçlendirdiğini 
görmesi/görmek istemesidir. Bu algıya yol açan ise Öcalan ile yürütülen müzakerelerin Öcalan'ın girişim üstünlüğüne geçmesine yol açan AKP Hükümetinin 
izlediği yanlış stratejidir. Sonuç olarak, kendisinin doğrudan emri ve bilgisi dışında olsa da Öcalan Silvan saldırısını önce reddetmemiş hatta sahiplenme 
yoluna gitmiştir. Öcalan bu sahiplenmeyi şu cümlelerle gerçekleştirmiştir: "Sorun sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların 
susturulması için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne yazık ki bu çatışmalar devam eder… Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir günde çok fazla kayıplar da 
yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse 
Diyarbakır'da da işte o tutukluların olduğu yere yürürse ne yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var" Görülen odur ki, Öcalan Silvan saldırısını 
önce kendisinin İmralı'dan ev hapsine alınması için bir araç olarak kullanmak için mesaj olarak kullanmayı tercih etmiştir. Açılımın rahat yürüyebilmesi için 
Öcalan hükümete ev hapsine çıkma karşılığında PKK dağ kadrolarını K. Irak'a yollamayı önermiştir.[5] 

Öcalan bu adımını daha da güçlendirmek için bir adım daha atmış ve gerek hükümet adına kendisi ile görüşenlerin gerekse Kandil'in, 
kendisini taşeron olarak kullandığını belirtmiş ve görüşmelerden çekildiğini açıklamıştır. Bu açıklama ile Öcalan Silvan saldırısının müzakerelerin ulaşmış 
olduğu aşamada kendisini rahatsız ettiğini Kandil'e göstermiştir. Çünkü Silvan saldırısı, Öcalan'ın PKK üzerindeki denetimini hükümetin sorgulamasına yol 
açmıştır. PKK lideri, bu saldırının diğer saldırılardan farklı olarak İmralı'daki müzakere konumunun zayıfladığını görmüştür. Açıklamalarından 
Öcalan'ın demokratik özerklik ilanından dolayı KCK'ya da kızgın olduğu meydana çıkmıştır. Öcalan, bundan sonra rolünün devam etmesini"sağlık, güvenlik ve özgür 
hareket" gibi üç şartın yerine gelmesine başlamıştır.[6]PKK kadroları devletin ve Öcalan'ın farklı motiflerle gösterdiği tepkilere her hangi bir olumlu cevap 
vermek niyetinde görünmemektedirler. PKK, bir taraftan yapılan saldırıları "meşru savunma çarpışmaları" olarak gösterme konusunda ısrar etmekte öte yandan 
Öcalan'ın liderliğinin tartışma dışında olduğunu vurgulamaktadır. [7] 

Oysa 14 Temmuz sonrasında Türk askerine yönelik PKK eylemleri de devam etmektedir. Bunlar operasyon yapan birlikler değil, veda yemeğinden çıkan veya yol kontrolü 
yapan askerlerdir.[8]Terör eylemlerinin BDP kadroları tarafından da politik radikalizm ile desteklendiği görülmektedir. Van BDP milletvekili Özdal Üçer, 
"özgür Kürdistan'a doğru gidiyoruz" açıklamasını yapmaktadır.[9] BDP milletvekili Bengi Yıldız ise "Kürdistan'da referandum yapılsın" demekte ve 
demokratik özerk Kürdistan'ın Ankara'ya vergi vermemesi gerektiğini, ancak devletin bu bölgeye kaynak aktarması gerektiğini savunmaktadır.[10] DTK, özerk 
parlamento çalışmalarına başlamıştır.[11]SonuçTerörü aşmanın iki yolu vardır. 

Terörle mücadele veya terörle müzakere.Terörle mücadelenin TSK'ya rejim içinde güç verdiği inancı içinde olan Milli Görüş-AKP geleneği, 2003 sonrasında bir 
yandan ABD'nin Irak'ı işgalinin TSK'nın sınır ötesi operasyonlar için getirdiği kısıtlayıcı koşulları, öte yandan da AB tam üyelik sürecinin getirdiği hukuki 
düzenlemeleri TSK'nın terörle mücadelesini kısıtlayıcı şekilde kullanmıştır.[12]AKP sadece TSK'nın terörle mücadelesini hukuki zeminde değil 
aynı zamanda siyasi zeminde de ve siyasi nedenler ile de kısıtlamıştır. 2007 seçimleri yaklaşırken TSK'nın bütün ısrarına rağmen K. Irak'a sınır ötesi 
operasyona güneydoğu Anadolu'da oy kaybetmemek amacı ile izin verilmemiştir. [13]
2002'de terörün sınır noktasına yaklaştığı bir Türkiye devralan AKP, 2009'da terörün tırmanmasından sonra "terör ile mücadele ederek başa çıkılmıyor, terör 
ile müzakere etmeliyiz" politikasını gündeme taşımıştır. Esasen "Kürt Açılımı" denilen politikanın çok önemli bir dış dinamiği vardır. Bu da Amerikan 
Ordusu'nın Irak'tan çekilmesinden sonra PKK'nın varlığının Türkiye'nin K. Irak'a müdahale etmesine neden olacak olmasıdır. Bunu engellemenin yolu PKK'nın K. 
Irak'tan uzaklaştırılmasıdır. PKK artık İran'a, Suriye'ye veya Ermenistan'a gidemeyeceğine göre gitmesi gereken yer Türkiye'dir ve bunun için de bir 
Kürt/PKK Açılımı yapılması gerekmektedir. Özetle ABD'nin ihtiyaçları ile AKP'nin ihtiyaçları bu noktada uyuşmuş ve terörle mücadeleden terörle müzakereye 
geçilmiştir. [14]

Terörle müzakere de terörün aşılması için uygulanabilecek bir yöntemdir. Ancak her yöntem gibi doğru uygulanması gerekir. Doğru uygulanmadığı 
zaman ortaya daha önceki durumdan daha da kötü sonuçlar çıkarabilir. Nitekim Açılım öncesi ve sonrası arasındaki toplumsal parçalanmışlık, Kürt Sorununa 
karşı Türk Sorununu belirginleşmiş görünmektedir. [15]AKP'nin terörle müzakerede yaptığı temel hata PKK'nın tamamen Türkiye dışına çıkması ve terörü tamamen 
durdurması şartlarını ortaya koymadan açılımı başlatmış olmasıdır. İkinci önemli hata, muhalefet partileri ile de üzerinde uzlaştığı; en azından muhalefet 
partilerinden birisinin desteğini aldığı bir yol haritası hazırlamamasıdır. Üçüncüsü ise, Öcalan'ın "DTP muhatap olamaz, muhatap benim" dayatması üzerine 
açılım sürecini tamamen durdurmamasıdır. Ve bunun sonunda referandum sürecinde Öcalan'ın terörü tırmandırma tehdidine boyun eğerek, Öcalan'ı sadece muhatap 
olarak alması değil, girişim üstünlüğünü de Öcalan'a kaptırmasındadır. Ulaşılan noktada bir yandan müzakereler devam ederken öte yandan terör örgütü eylemlerini 
kırsal alanda Samsun-Osmaniye hattına taşımıştır. PKK-KCK ise demokratik özerk Kürdistan'ı ilan ederek, terörü tırmandırmak, Arap Baharının dinamiklerinden 
istifade ederek, Türkiye'den kopuş sürecini uluslararasılaştırma hedefi ile yeni bir aşamaya taşımıştır.[16]AKP Hükümeti ise Türkiye'nin bu ağır sürece girdiği 
bir dönemde hala 13 şehidin verildiği Silvan'da komutanların hangi hatayı yaparak 13 askerin şehit olmasına neden olduğunu kamuoyunun gündeminde tutmayı 
tercih etmektedir. Demokratik özerklik ilanı ile ilgili, savcılığın yaptığı araştırma dışında herhangi bir araştırma yapmayan AKP, Genelkurmay 
Başkanlığı'nın yaptığı idari soruşturmayı yeterli görmeyerek Silvan'a üç İçişleri Bakanlığı müfettişi yollamaktadır ki, bunlardan ikisi askerliklerini 
yıllarca önce asteğmen olarak yapmış sivillerdir. Bunlar mı askeri taktikteki eksik ve yanlışları tespit edeceklerdir, yoksa bu da TSK'yı yıpratma sürecinin 
bir parçası mıdır? Gömleği eğer yanlış düğme ile iliklemeye başlarsanız, daha sonra ilikleyeceğiniz düğmelerin hiç birisi doğru iliklenmez. AKP Hükümeti de 
açılım sürecine yanlış düğmeyi ilikleyerek başladığı için bundan sonra doğru ilikleme yapabilmesi için başa dönmesi gerekmektedir. Bu ise PKK'nın bütün 
unsurlarını yurtdışına çekmeden ne Öcalan ile müzakerelerin devam edeceğinin ne de açılım adımlarının atılmasının sürdürülmeyeceğinin açıklanması ile mümkün 
olacaktır.Sonuç olarak Hükümet büyük bir hızla PKK'nın kendisini yeni bir strateji ile yeniden konumlandırması karşılığında sadece söylemsel zeminde 
değil, eylemsel boyutta da etkili bir şekilde yeniden konumlandırmalıdır. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin aciz bir muz cumhuriyeti olmadığı ve Öcalan'ın hala mahkûm olduğu ortaya konulmalıdır. Diğer bir ifade ile AKP, Kürt Açılımında 
Öcalan'a kaybettiği girişim üstünlüğünü tekrar ele geçirmek zorundadır. Bu çerçevede yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir. 

a) Öcalan tamamen siyasi anlamda tecrit edilmelidir. Görüşmeler kesilmelidir. "Ben çekildim" gibi açıklamalar ile hükümeti tehdit etmesine izin verilmemelidir. Avukatları ile 
görüşmeleri kısıtlanmalı, şimdiye kadar yaptığı görüşmelerde örgütü suça teşvik ettiği konuşmalar ile ilgili dava açılmalıdır. Görüşmeler yasaklanamıyor ise 
sadece hukuki boyut ile ve bir avukat ile sınırlandırılmalıdır. 

b) PKK'nın dağ kadroları tamamen Türkiye'yi terk edene değin, Kürt Açılımının askıya alındığı açıklanmalıdır. 
Bunun nedeninin PKK'nın terör eylemleri olduğu yoğun bir basın kampanyası olduğu ortaya konulmalıdır.Erdoğan hala "Açılım, güvenlikle devam 
eder. Güvenliğin olmadığı yerde açılımı nasıl gerçekleştireceksiniz?" demektedir. Oysa bir ülkede yeni bir güvenlik konsepti geliştirilmeye 
çalışılıyor ise esasen açılımın politik zemini ortadan kalkmış demektir.

c) Atılacak yeni adımlar konusunda uluslararası kamuoyu etkili bir şekilde bilgilendirilmelidir. 

d)PKK'ya karşı etkili önlemler almaları için Barzani ve Talabani üzerindeki fiili baskılar artırılmalı, Habur sınır kapısının 
kapatılması gündeme gelmelidir.

e)Kandil bombalanmalıdır. Bu bombalamanın gerek dağda çarpışan askerlerin morali üzerinde gerek Türk halkının morali üzerinde 
olumlu etkisi olacaktır.

f)Türkiye içinde PKK'ya yönelik operasyonlar artırılmalıdır. Polis özel harekâtın sadece nokta operasyonu yapan birlikler olduğu unutulmamalıdır.
Nokta operasyonlarının başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için çok etkili bir istihbarata ve ordunun alan hâkimiyetine ihtiyacı vardır. 
Alan hâkimiyeti ile doğacak istihbaratı Heronlar ile sağlamak mümkün değildir. Üstelik alan hakimiyeti sadece istihbarat sağlamak ile 
kalmaz ayni zamanda nokta operasyonlarının yapılmasını kolaylaştırır. 

g) PKK içinde Hükümetin açılım politikasına olumlu cevap veren unsurlar ile ayrı bir ilişki/müzakere süreci geliştirmeli ve PKK içindeki çatışmacı unsurları izole 
etmelidir. Çünkü açılım politikasına yanlış başlayarak Öcalan'ı muhatap haline getirme politikasından artık geri dönüş olmadığına göre, PKK içinde Öcalan'ı 
destekleyen unsurlar ile görüşme ve hatta onların elini güçlendirme bir zorunluluk haline gelmiştir. 

Öte yandan PKK içindeki açılımcı unsurlar ise terörün devam etmesini isteyenler ile çatışmayı göze almalıdır.Başbakan Erdoğan, 
Silvan saldırısı sonrasında PKK'nın samimiyetsiz ve kötü niyetli olduğunu beyan ederek aslında bir hayal kırıklığı yaşadığını ortaya koymuştur.[17] 

Bir daha hayal kırıklığı yaşamamak için eksenin değişmesi gerekmektedir. Bu satırların yazarı terörle müzakerenin yanlış olduğunu düşünmüştür ve düşünmektedir. Yazdığı 
kitap, makale ve yaptığı televizyon açıklamaları ile bu politikadan vazgeçilmesi gerektiğini anlatmıştır. Ancak Hükümet uygulamakta ısrarcı ise hiç olmaz ise 
açılımı kurallarına göre uygulamalıdır. Terör devam ederken açılım olmaz. Açılımda masada güçlü oturmak için artık doğru adımlar atılmalıdır. 


[1] Taraf, 12 Temmuz 2011, "BDP kötü polisi oynuyor-İmralı durumu toparlıyor"
[2] Cumhuriyet, 9 Temmuz 2011, "Öcalan:Anlaşma sağlandı"
[3] Taraf, 15 Temmuz 2011, Orhan Miroğlu, "Yol ayrımı"
[4] Hürriyet, 29 Temmuz 2011, "Bazı şeyler Öcalan'ı aşmış" 
[5] Taraf, 29 Temmuz 2011, Kurtuluş Taviz, "İmralı'da çekilme görüşülüyor"
[6] Taraf, 30 Temmuz 2011, "Apo:Ben aruk yokum"
[7] Taraf, 23 Temmuz 2011, "Karayılan:Türk basını beni çıldırtıyor"
[8] Taraf, 25 Temmuz 2011, "Veda yemeğinden ölüme" ve 
[9] Hürriyet, 21 Temmuz 2011, "Özgür Kürdistan'a doğru gidiyoruz"
[10] Taraf, 25 Temmuz 2011, "Kürdistan'da referandum yapılsın"
[11] Cumhuriyet, 28 Temmuz 2011, "Özerk parlamento adımı"
[12] 21. Yüzyıl, Kenan Ertürk, "Terörle Mücadeleyi Kısıtlayan Yasalar", 21. Yüzyıl dergisi, Mart 2011, Sayı:27, s.11-20
[13] Ümit Özdağ, Türk Ordusu PKK'yı Nasıl Yendi? Türkiye PKK'ya Nasıl Teslim Oluyor?, Kripto Yayınları, Ankara, 2010, s.210-236
[14] Age, s. 252-264
[15] Türk Sorunu konusunda kapsamlı bir inceleme için bkz. Ümit Özdağ, Türk Sorunu, Kripto Yayınları, Ankara 2009
[16] Taraf, 17 Temmuz 2011, Yıldıray Oğur, "14 Temmuz Darbesi"
[17] Yeniçağ gazetesi, 19 Temmuz 2011, Sadi Somuncuoğlu, "İmralı Mütabakatı ve azan terör nasıl anlaşılmalı"

Ümit Özdağu
ozdag61@gmail.com
Takip et: @umitozdag 
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü. 
Ahlatlıbel Mah. 1830. Sokak No:39 
İncek/Çankaya ANKARA
Tel: +90 312 489 18 01 
Belgegeçer: +90 312 489 18 02  
Elektronik Posta: 
bilgi@21yyte.org 

..

7 Eylül 2015 Pazartesi

KCK Eş Başkanı Cemil Bayık: 'Halkımız silahlanmalı' demiş




KCK Eş Başkanı Cemil Bayık: 'Halkımız silahlanmalı' demiş




Ne anlama geldiğini bilmediğimiz "Çözüm" sözcüğü, 
sakın, Türkiye'nin çözülmesi demek olmasın!

ŞAHLANAN KÜRTÇÜLÜK

Değerli arkadaşlar, Ortadoğu da bir Kürt Devleti hayal edenlerin Türkiye'yi arkadan vuran kalleşlikleri devam ediyor; Emperyal Güçlerin kaynattıkları Orta doğu cadı kazanını karıştırmaya devam ediyorlar. KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık silahlanmadan bahsediyor; bizim (?) HDP gözünü Kandilden ve KCK den ayıramıyor, Sırtını PYD'ye yasladığını söylüyor... Bunlar hayra alamet şeyler değil... 

Daha önceki yazılarımda da sizlerle paylaşmıştım Kürt meselesini; Türkiye toplumunda 1920 lerde % 8 kadar olan Kürt nüfus bugün %20 yi aşmış durumdadır; yani Türkiye'de her 5 yurttaştan biri kendini Kürt kökenli veya Kürt olarak görüyor.. 
Türkiye'de 16 milyon kadar Kürt yaşıyor.. Suriye'de 2 milyon, Irakta 5 milyon, İran'da 7 milyon Kürt nüfusu da dahil edersek Toplamda bu 4 Ülkedeki Kürt nüfus yaklaşık30 milyondur, diyebiliriz.(Bazı kaynaklar bu sayıyı abartarak 50 milyon veriyor) 
Kendilerini Kürt olarak betimleyen, ya da öyle adlandırılan bu nüfusun aslında tam olarak anlaşabilecekleri ortak bir dilleri de yok; Temelde Pers dilinin (Farsçanın) bir türevi olan Kürtçe üç farklı lehçede konuşuluyor.... 
  • Zaza ve Kurmançi (Türkiye) , 
  • Sorani (Suriye, Irak), 
  • Kermanşahi (İran)...
Tabii bu lehçelerin değişik şiveleri de var. Kars'taki bir Kürdün Musul'lu bir Kürt'le iletişimi çok zor. Din açısından da  ayrışım var; Kİslam içerisinde değişik mezhep gruplarına (Şafi, Sünni, Alevi...) dağılmış durumdalar... İçlerinde Laikliği benimsemiş olanlar var, koyu şeriatçılar var, her renkte, her seste insanlar var. 
İşte bu Kürt toplumlarını tek bir Devlet çatısı altında toplamak Ütopyasınını gerçekleştirmeye çalışan, (Bir zamanların Pan-Türkistleri gibi) kendini Pan-Kürdist hareketin akıntısına kaptırmış ırkçı-hayalperestler (Sömürgeci-Emperyal güçlerin piyonları) Türkiyeyi karıştırmaya devam ediyorlar... 
Bu koşullarda  HDP'ne  düşen görev, Ulusal Birlikten, ve Toplumsal Barıştan yana olduğunu kanıtlamaktır. Aksi takdirde, ne kadar tatlı dil dökse de,  PKK ile, KCK ile göbek bağını koparmadan gerçek bir Türkiye Partisi olamayacaktır. HDP'nin Türkiye'ye uyum evrimine HDP dışındaki Partilerin de, başta MHP, katkıda bulunmaları gerekiyor.

*** 
Şu anda Meclis kilitlenmiş durumda; çok büyük olasılıkla yeni bir seçime gidilecek. (Seçim yasasında, Barajın % 5 e indirilmesi, Her İl'e +1 kontenjan kuralının ve d'Hondt yönteminin kaldırılması ivedilikle yapılması gereken değişikliklerdir.) Mevcut Seçim yasası değiştirilmeden gidilecek bir erken seçimde Partilerin alacakları oy oranlarında  büyük farklar bekleyemeyiz; ama "Meclis aritmetiğini değiştirecek boyda bir değişim olmaz" da diyemeyiz. 

AKP den HDP ye giden 2,5 milyon Kürt seçmen geri dönmez, ama AKP'den MHP ye giden 1,5 milyon seçmen muhtemelen geri dönecektir. Hayal kırıklığı ve bıkkınlık yaşayan seçmenlerin bir kısmının çekimser kalışıyla, Seçime katılım %80 e düşebilir; (geçerli oy sayısı ~44 milyon olur) 

2015 Haziran seçiminde, İktidara %41, Muhalefete 25+16+13= %54 oy veren Seçmen, Birlikte çalışmak becerisini gösteremeyen Muhalefeti, 2-3 Puvan da olsa, cezalandıracaktır. Erken seçimde muhtemel oy oranları şöyle olabilir;
  • AKP %43
  • CHP %26
  • HDP %14
  • MHP %12
Ve bu durumda AKP yine 275 ten fazla Milletvekili alarak tek başına iktidar olabilir... Sonuçta AKP iktidarının cezalandırılması bir başka bahara kalır.  Sevgilerimle.  æ

***
Olası erken seçim nedeniyle
GÜNÜN FIKRASI

Ağa yanında marabası Mamo ile yeni aldığı Traktörünün direksiyonunda Kasabaya gidiyor. Mamo ile biraz eğlenmek isteyen Ağa,
“Ula Mamo, bu Trahtörü almak istiymisen?” diye sorar. Mamo
“Nassı alim ağam, nerde bende o para ki?” diye yanıt verir. Ağa Mamo, senden para istiyen kim… aha yoldaki şu manda pohundan yersen,  Trahtörü sene verim.” 
Ağa Mamo’nun böyle bir şey yapmayacağından emindir.  Mamo iğrenerek boka bakar, bakar, sonra
Peki ağam, yiyirem” der. Gerçekten de Traktörden iner, yol üzerindeki manda bokundan bir avuç yer. Şaşkınlık içindeki Ağa ne yapacağını bilemez, tükürdüğünü de yalayamaz, mecburen oturduğu yerden kalkar, direksiyonu Mamoya verir; 
“Mamo, Trahtör senindir” der.
*
Kasabadan Köye dönüşte, Mamo keyfinden ıslık çalarak Traktörü sürmektedir. Yanında oturan Ağa yepyeni Trahtörünü kaybetmiş olmanın üzüntüsü ile kara kara düşünmektedir; istemeye istemeye şöyle der; 
“Ula Mamo, ben de o pohtan yesem Trahtörü  geri veriymisin?”  Mamo böyle bir teklife önce sıcak bakmaz, sonra Köyde bok yiyerek Traktöre sahip olduğunun yayılmasını da istemediğinden razı olur ve 
“Peki ağam, benim yediğim pohtan sen de yirsen sene trahtörü geri veriyim” der. Ağa, Traktörden iner, Manda bokundan bir avuç ağzına atar, sonra Mamonun boşalttığı direksiyonun başına geçer… Yine neşesi yerine gelmiştir ama olan bitenden çok pişman, şöyle sorar Mamo’ya;
Ula Mamo, Bu trahtör Köyden çıharken benim değil miydi?”  Mamo yanıtlar
He Ağam, senindi
Köye dönerken de yine benim değil mi?
Elbette ağam, yine senindir
Peki, biz bu pohu niye yedik?
***


KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, 
“Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli. Köyünü, kentini mahallelerini terk etmemeli, yaşam olacaksa da kendi topraklarında, ölüm olacaksa da kendi topraklarında olmalı”  
açıklamasını yaptı.
ANF'de yer alan habere göre, 19 Temmuz 2012'de, Kuzeydoğu Suriye'nin PYD'nin eline geçmesinin 3. yıl dönümü sebebiyle Ronahi TV'de katıldığı bir programda konuşan Cemil Bayık, "Rojava Devrimi‘nin 3. yıldönümü başta Kahraman Rojava halkımız ve özgürlük savaşçıları şahsında tüm insanlığa kutlu olsun" dedi. Bayık, açıklamalarına şu şekilde devam etti:
“19 Temmuz Rojava Devrimi büyük bir devrimdir, halkların devrimidir, yüzyılın devrimidir. Hem herkesin gerçeğini ortaya çıkaran hem de herkesin kaderini belirleyen bir devrimdir. Bu açıdan büyük bir devrimdir. Büyük devrimler hem büyük umutlar, hem de büyük düşmanlar yaratırlar. Bugün eğer herkes bu devrimi üzerinde duruyor ve umut kaynağı olarak görüyorsa, devrimin büyüklüğünden dolayıdır. Yine Rojava Devrimi‘ne karşı bu kadar vahşi saldırıların, düşmanlıkların gelişmesi de bundan dolayıdır. Bugün Rojava Devrimi sadece Kürtlerin değil tüm Ortadoğu'nun yaşamında büyük değişimler yaratıyor. Yeni bir yaşam, yeni bir toplum ve yeni bir kişilik geliştiriyor. Orta doğu'da ulus devlet sistemi dağılıyor. Bugün bu durum Irak, Suriye, Mısır ve Libya'da somut yaşanıyor. Bunun yerine bir devlet sistemi de kuramıyorlar. Şimdi bunun yerine yeni bir sistem gelişiyor. Bu sistem de şimdi Rojava'da hayata geçirilen demokratik ulus sistemidir. Buradaki örnekte herkes görüyor ki Ortadoğu'daki sorunları sadece bu strateji ve bu siyaset çözebilir. Ortadoğu başka şekilde kendini krizden çıkaramaz, kendini istikrara kavuşturamaz. İstikrarın, demokrasinin, kardeşliğin, birliğin, özgürlük ve adaletin de yolu demokratik ulus çözümünden geçer. Bu da Önder Apo'nun düşüncesidir, çözümü projesidir. Önder Apo bu düşünce ile sadece Kürt halkı için ve Ortadoğu için değil tüm insanlık için büyük bir armağan sundu. Bugün de bunun öncülüğünü Kürt halkı yapıyor. Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını geliştirmeli. Tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlemeli. DAIŞ ve sömürgeci tüm güçlerin her türlü saldırısına karşı köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli. Köyünü, kentini mahallelerini terk etmemeli, yaşam olacaksa da kendi topraklarında, ölüm olacaksa da kendi topraklarında olmalı. Rojavayı savunmak tüm Kürdistan'ı savunmaktır. Rojava Devrimine sahip çıkarsak ancak onurlu bir yaşama sahip olabiliriz, bunun için herkes yönünü Rojava Devrimine vermeli ve sahiplenmelidir.”  
Odatv.com



Türkiye'nin Güney sınırı boyunca,  PYD tarafından ele geçirilen Suriye topraklarında kurulan Kürt kantonları.(ROJOVA


PYD Militanları ve


IŞİD militanları
isil.jpg
Al birini, vur ötekine....  Çevremiz böyleyse... 

Ve Türkiye'nin kevgire dönen sınırlarını bekleyen (?) Jandarması da Osmanlının "....Bir elde Kalkan, bir elde Hançer, Allah-ü ekber Allah-ü ekber..." marşı ile yürüyorsa zaten iş bitmiştir... 

Maarifi ile, Mülkiyesi ile Askeriyesi ile  çürümekte olan bir Devlet... Bu gidişle Türkiye'nin birlik, bütünlük içerisinde sağ-salim 2023'e çıkabilmesi çok zor görünüyor. æ

IŞİD (DAIŞ) : Irak-Şam İslam devleti
KCK : Koma Civaken Kurdistan (Kürdistan Topluluklar Birliği)
PYD : Partiya Yekitiya Demokrat (Demokratik Birlik Partisi)

PKK : Partiya Kârgârani Kurdistan (Kürdistan İşçi Partisi)
__________________