Kürt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kürt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Aralık 2020 Pazartesi

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN

YÖNETMEN BAŞBAKAN ERDOĞAN



Feyzi Çelik 
İstanbul. 2017
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ
05.05.2013 

Devlete göre, PKK ile sürdürülen müzakereler PKK’ye silah bıraktırmayı amaçlamaktadır. Öcalan’ın Newroz’daki çağrısının temeli silahın gündemden çıkarılması onun yerine demokratik siyasetin gelmesidir. Birinci noktada taraflar arasında görüş birliği yani PKK’nin silah bırakması konusunda anlaşmazlık yoktur. Demokratik siyasetten devlet ve Kürt tarafı aynı şeyi dile getirmemektedir. Örneğin Kürt tarafına göre demokratik siyasetin anlamı dağda savaşanların siyaset yapma imkanına kavuşmuş olmalardır. Bu aynı zamanda Öcalan’ın da serbest bırakılmasıyla birlikte anlam kazanacaktır. Kürt tarafı bunu açıkça söylüyor, devlet tarafı ise genel affı da çağrıştıran bu öneriden uzak kaldığını ileri sürmek gereği duymaktadır. Aslında bu iki süreç birbiriyle ilişki halindedir. Biri olmadan diğerinin olması da mümkün değildir. Nasıl ki kuşun uçması için iki kanadının birden açılması gerekiyorsa burada da böyledir. Nasıl ki, tek kanadı açılarak kuş uçmuyorsa bunlardan biri üzerindeki uzlaşma müzakerenin yürümesi için zordur. O nedenle barış süreci o kadar da kolay olmayacaktır. Burada önemli olan Erdoğan ve Öcalan’ın birbirine güven duymalarıdır. 

Çünkü taraflar açısından yetki sahibi olanlar onlardır.

Henüz, çalışmalar ve çözümler aynılaşmadığından dolayı bu her iki tarafta da diğerinden adım atma beklentisini içine girmesine neden olacaktır. O adımı atsın sonra ben adım atacağım noktasına geldiğinde ise güvensizlik artacaktır. 

Bu durumda hakem olarak görev yapacak uluslar arası güçlerin olması durumunda belki bu güvensizlik bir nebze olsa da giderilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla bu sürecin hakemsiz devam edeceği görülüyor. Hakem olacağı söylenen akil insanların seçimindeki hükümet etkisi, resmi bir heyet durumuna düşüşü, magazinel duruma gelişi de dikkate alındığında bunun hakem rolü oynaması zora girmiş durumda. Bu durumda yasallığın sağlanması en büyük güvence olacaktır. Seçilen akil insanlar, bu barış sürecini kontrolden çok kamuoyunu hazırlama işlevi göreceği görülüyor. Ağırlıklı olarak AKP’ye yakın İslami kesimlerin yoğunluğu AKP’nin bu insanlar aracılığıyla kamuoyunu psikolojik olarak rahatlatmayı amaçlamaktadır. Yılmaz Erdoğan gibi Kürt sorunu ile yakın görünmemek için elinden gelen birinin bu heyet içinde yer alışının neye yarayacağını da belirtmek gerekir. 

Kürt siyasetine operasyonların yapılması sürecinde, Sri Lanka modeli tartışıldığında kendisinden beklenmeyecek derecede Kürt karşıtı yazılar yazan Etyen Mahçupyan ne kadar güven verebilir.  

Bir gerçeği de kabul etmek gerekiyor. Erdoğan bu sorunun çözümünde baş aktör durumundadır. İmralı, Kandil, Kürt sokağı, Akil insanlar tartışması Erdoğan’a göre ikincil durumdadır. Erdoğan, bunların tamamı üzerinde etkili olmaya başlamıştır. Bunlar dahi Erdoğan’a göre adım atabilmektedirler. Çözüme de çözümsüzlüğe de bu kadar yakın olan Erdoğan’ın ayakta kalışı her iki kesim için de önemlidir. Kürt tarafı Erdoğan sonrasını düşünecek durumda değildir. Yaklaşık iki yıldır Erdoğan açıklamalarıyla herkese yön vermektedir. Erdoğan, zaman zaman sertlik dilini kullanırken zaman zaman da daha esnek ve yumuşak bir dil kullanması durumunda bu taraflar üzerinde sürecin sorgulanması gerektiği noktasına taşınmamaktadır. Serleşse dahi hoşgörü ile karşılanabilmektedir. Bir tür üstü örtülü açık çek verilme durumu vardır. Erdoğan da bunun farkındadır. Ancak olumlu ve yapıcı anlamda kullanması konusunda tereddütlerinden vazgeçmemektedir. 

Herkes onun tereddütlerinden vazgeçebileceği umudu içine girmiş bulunmaktadır. Bu umudunu koruyarak soruna çözüm getireceğine inanılmaktadır. Kısacası, Erdoğan, oyunun çerçevesini kendisi çizmiştir. Bu oyun içinde yer alanlar bu çerçevenin dışına çıkmayı da düşünmemektedirler. Kürt siyasetinin “Öcalan irademdir” söylemi olduğu sürece çerçevenin bu yönde devam edeceği doğaldır. Çünkü, Öcalan’la kimin, ne zaman görüşeceğine de karar veren başbakandır. Son iki üç yıldır Kürt hareketi Öcalan’dan haber gelmeden hiçbir adım atmamaktadır. Erdoğan da bunu bildiği için daha rahat hareket etmektedir. İmralı üzerindeki kontrolü ile Kürt hareketinin dinamiklerinin ne yapabileceğini, ne yapamayacağını önceden bilmektedir. Durumun bu şekilde devam etmesi Erdoğan’ın da işine gelmekte, Erdoğan’ın daha ileri adım atmasına gerek olmadığını dahi düşünebilmektedir. Zaman zaman Erdoğan’ın şaşırtıcı açıklamalarını bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Kürt tarafının da her şeyi Öcalan’ın sırtına yüklemesi de bunun Kürt tarafına verdiği rahatlamadan dolayıdır. Önemli olan bu sürecin başarıya ulaşabilmesidir. Erdoğan da bir anlamda kendi kaderini İmralı’ya bağlamış durumda, bu da sürecin sigortası sayılabilir. Hani bazı kovboy filmlerinde şerif bir suçluyu yakalayıp hapishaneye götürürken kelepçenin bir tarafını kendisine diğer tarafını da yakaladığı kişiye takıp o şekilde götürmesine benzer. Bir yangın veya kaza anında birbirine muhtaç kalmaları gibi. 

Başarısızlık durumunda Erdoğan’ın başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere 2023 hedefi tehlikeye girmiş olacaktır. 
Onun kaderi de Öcalan’a bağlı olacak.


***

5 Ekim 2019 Cumartesi

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI., BÖLÜM 2

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI.,  BÖLÜM 2



Dublin’deki görüşmelerden hemen sonra PKK ve KDP arasında artmaya başlayan çatışmaların asıl sebebi, Irak’taki iki büyük Kürt grubu olan KDP ve KYB’nin anlaşmasından rahatsız olan Suriye’nin KDP lideri Mesut Barzani’ye gözdağı vermek için PKK’yı kullanmasından başka bir şey değildir. 

Türkiye’nin su kartına karşı o sıralarda PKK’yı yedekte tutarak bu örgüte lojistik destek sağlayan Suriye, aynı örgütü bu kez başka bir Kürt grubuna karşı kullanmıştır. Suriye, bir yandan Kuzey Irak’ta güçlü bir Kürt oluşumunu engellemeye çalışırken, bir yandan da Irak’tan bağımsız biçimde ABD 
tarafından başı çekilen Kürt Barış Sürecini aynı yolla sabote etmeyi planlamıştır.

Nisan 1996 tarihinde Ahmet Çelebi liderliğindeki Irak Ulusal Kongresi’ni oluşturan Kürt gruplarını iki günlük toplantıda Şam’da bir araya getiren Suriye 
yönetimi, Saddam Hüseyin rejimini devirmeye yönelik stratejilerde rolünü daha da belirginleştirmeye çalışmıştır. Her ne kadar farklı eğilimlerdeki gruplar bu amaç etrafında birleşiyor görünse de aralarındaki farklar ve eski rekabetler, ortak bir zemin üzerinde anlaşmalarına imkân bırakmamıştır. 

Suriye’nin böyle bir toplantıya ev sahipliği yapması, sürecin başarısız olmasında doğrudan etkili olmasa da Şam yönetiminin Kürt politikalarında Batı’nın 
elini zayıflatabilecek bir ehliyette olmadığını açık bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Zira bu dönemde Şam’ın amacı, Kürtler arası bir barış veya merkezî 
hükümet ile Kürtler arasında bir arabuluculuktan ziyade, bu etnik grupları bölgesel pazarlıkların bir kozu haline getirmekten başka bir şey değildir.

Şam yönetimi Irak konusunda etnik unsurları kullanarak sağlayacağı böylesi bir inisiyatif ile Ortadoğu barış sürecinde daha avantajlı konuma geçmeyi dahi planlamıştır. Zira, bölgesel sorunlarda ve özellikle de İsrail için potansiyel bir tehdit oluşturan Irak konusunda daha aktif ve söz sahibi bir Suriye, İsrail karşısında kendini çok daha rahat hissedebilirdi. 


O sıralarda Türkiye; İran ve Suriye’ye yakın duran Celal Talabani’nin bu ülkelerin görüşlerine karşı çıkamayacağını bildiğinden olsa gerek, Barzani’ye ağırlık vererek PKK’ya karşı denge kurmaya çalışmıştır. Ancak süreç içinde açıkça görüleceği üzere, nihai şekillenmede bu hamlelerin hiçbiri tutmamıştır. Devletler arası çekişmelerden kendi grupları lehine bir fayda çıkarmayı amaçlayan Kürt liderler hedeflerine ulaşamadığı gibi, bunlar üzerine hesaplarını yapan bölgesel güçler de umduğunu bulamamıştır. Bütün bu etnik kargaşa içinde değişmeyen tek şey ise sivil halkın mağdur edilmesi olmuştur. 1998 yılından itibaren Irak Kürtleri üzerindeki nüfuzunu yitirmeye başlayan Şam yönetimi, 2003’teki Irak işgalinden sonra bu konumunu tamamen kaybetmiştir. Türkiye ise bunun tam aksine, bölgedeki Kürt yapılanması ile daha yakın bir temas süreci başlatarak, en azından ekonomik anlamda, nüfuzunu pekiştirmiştir. Siyasi anlamda Kürt özerkliğini yok etmek yerine birlikte inşa etmek ve Türkiye’nin nüfuz alanı içine sokmak gibi bir strateji uygulayan Ankara, komşularla sıfır sorun politikasını en 
başarılı biçimde Erbil ile kurmuştur.

Yeniden yapılanan Irak’ta, 2006’dan itibaren dozunu arttıran iç savaş sürecinde Suriye, daha çok orta ve güney Irak ile ilgili hale gelmiş ve Kürt bölgeleriyle ilişkileri geri planda kalmıştır. Bununla birlikte İran, sadece mezhebî argümanlar üzerinden değil, Kürt gruplar üzerinden de Irak’taki çekişmeye dâhil olmaya çalışmıştır. 

1922’den itibaren İsmail Simko liderliğinde ayaklanan Kürtlerle mücadele eden Pehlevi Hanedanlığı idaresindeki İran, 2. Dünya Savaşı’na kadar kendi ülkesinde ki Kürtler üzerinde kontrolü elinde tutmayı başarmıştır. 

2. Dünya Savaşı’nda İran’ın İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafından işgale uğramasıyla birlikte Mahabad’da kendi Cumhuriyetlerini ilan eden Kürtler, 11 ay süren bağımsızlıklarından sonra, bölgeye giren İran ordusuna yenilerek geri adım atmak zorunda kalmıştır. İran yönetimi de tıpkı diğer bölge ülkeleri gibi kendi ülkesinde yaşayan Kürt azınlığı büyük tehlike olarak görüp Kürt hareketleriyle mücadeleyi sürdürürken, komşu ülkelerdeki Kürt azınlıklarla yakından ilgilenmeyi de ihmal etmemiştir. 
İran’ın Kürt gruplarla münasebetleri kimi zaman çatışma kimi zaman da bir hami görüntüsü içinde günümüze kadar sürmüştür. Hatta 1964 yılında Mustafa Barzani ile Celal Talabani arasında patlak veren uyuşmazlık, dönemin İran istihbarat servisi SAVAK tarafından çözümlenmiş ve taraflar barıştırılmıştır. 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra sıkı bir ABD müttefiki olan İran, 1958’den itibaren Sovyet nüfuzunun bölgeye giriş kapısı olmaya başlayan Irak’ı zayıflatmak 
ve kendi iç sorunlarıyla meşgul etmek için Kuzey Irak’taki Kürtlerle yakından ilgilenmiştir. Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun artmasından rahatsız olan Amerikan yönetimi de İran’ı teşvik ederek Tahran yönetimi üzerinden Kuzey Irak’taki Kürtlerin 1960’lı yılların sonunda ayaklanmasına zemin hazırlamıştır.

1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması, bu destek politikasının sona erdiğini göstermiştir. Irak’ın Humeyni liderliğindeki 
muhalifleri sınır dışı etmesi karşılığında Tahran yönetimi de Kürtlere desteğini kesmeyi kabul etmiştir. Bu tarihten sonra Kürtlere sırtını dö¬nen 
İran yönetimi, kısa bir süre öncesine kadar müttefiki olarak kullandığı Barzani’ye bağlı birçok gücün Irak tarafından yok edilmesine göz yummuştur.

1979 yılında İran’da vuku bulan İslam Devrimi’nden sonra ülke içinde oluşan otorite zafiyeti ve hemen ardından başlayan İran-Irak Savaşı sırasında, Irak’taki Kürtler bu defa İran içindeki Kürtlere karşı kullanılmıştır. Barzani liderliğindeki KDP güçleri İran yönetimince âdeta paralı asker gibi görülmüş ve İran Kürtlerinin bastırılmasında kullanılmıştır. İran, Irak’la yürüttüğü sekiz yıllık savaş süresince Kuzey Irak’taki Kürt grupları ayaklanmaya teşvik ederek merkezî otoriteye kuzeyden tehdit oluşturmaya çalışmıştır. İran’daki devrimden sonra politika değişikliğine giden Batılılar da Irak’taki merkezî otoritenin güçlendirilmesi amacıyla Kürtlere biraz daha mesafeli durmayı tercih etmiştir. Bu dönemde 
Kürtlerin ağabeyliği rolü, Tahran ve Şam yönetimlerine kalmış gibi görünse de süreç içerisinde bu iki ülkenin niyetinin ağabeylikten daha çok, Saddam Hüseyin yönetimine karşı Kürt grupları bir pazarlık kozu ve savaş aracı olarak kullanmak tan başka bir amaç gütmediği anlaşılmıştır.

İran yönetimi bu müdahalelerinden birinde, Ekim 1995’te, Ayetullah Muhammed Bakr el-Hâkim komutasındaki Bedir Tugaylarını Talabani’nin denetimindeki Süleymaniye’den Kuzey Irak’a sokmuştur. Bununla, taktiksel hedeflerinden ziyade, İslam Devrimi sonrası ABD ile yaşanan hesaplaşmayı farklı coğrafyalara taşıma kapasitesini ispatlamak gibi stratejik bir hedef gütmüştür.

ABD’nin 1995 Eylül’ünde başlattığı Kuzey Irak Barış Süreci’nden rahatsız olan İran, Bedir Tugayları’nın müdahalesinden bir süre önce de Kürt grupları Tahran’da bir araya getirip anlaşma imzalatmayı başarmıştır. İran’ın hazırladığı anlaşmada Talabani ve Barzani arasında ateşkes, gümrük gelirlerinin ortak paylaşımı ve bazı bölgelerin silahsızlandırılması gibi koşullar yer almıştır. 

O dönemde Talabani’nin İran’a yakınlaşarak Batı’ya şantaj yapmaya çalıştığı ve uzun süredir kesilen Batı maddi desteğini yeniden kazanmayı hedeflediği açıktır. Bedir Tugayları’nın müdahalesine imkân tanımakla Talabani’nin aynı zamanda, rakibi KDP’ye ve bölgenin diğer aktörleri Türkiye ve Suriye’ye karşı da pazarlık payını artırmayı amaçladığı hiç uzak bir ihtimal değildir. 

İran’ın Irak Kürdistanı’ndaki girişimlerinden rahatsız olan ABD yönetimi de kendi anlaşma taslağını alelacele hazırlayarak Kürt liderlere göndermiş ve inisiyatifi İran’a kaptırmamak için Kürt liderlere “Hangi tarafta olduğunuza karar verin.” ültimatomu vermiştir.

İran ve ABD arasında gidip gelen Kürt grupları, ülkeler arasındaki çekişmelerden kendilerine fayda devşirmek amacıyla ortamı en uygun bir şekilde değerlendirme ye çalışsalar da kimi zaman bölgesel hesaplaşmaların edilgen aktörü olmaktan öteye gidememişlerdir. 

1990’lı yıllarda Kürt bölgelerinde hesabı olan her ülke, kendi barış anlaşmasını dayatmıştır. ABD “Dublin süreci”, Türkiye, “Ankara süreci”, Suriye yönetimi “Şam Buluşması”, İran yönetimi ise “Tahran Anlaşması” ile her birinin adı barışla anılan, ama içeriğinde söz konusu ülkelerin ulusal çıkarlarını önceleyen anlaşmalar imzalanmıştır. Bu anlaşmalar bölgesel barışa katkı sağlamadığı gibi etnik temelli siyasal hesapların ironik sonuçlarının nerelere vardığını da göstermiştir. 

Irak’taki Saddam rejiminin 2003 yılı Mart ayında devrilmesinden sonra, İran’ın Kürt gruplarla ilişkileri eksen değiştirmiş ve Bağdat’taki hükümeti güçlendirme amacıyla merkezî entegrasyonu önceleyen bir rota izlemiştir. Ancak bu kez çok çelişik ve karmaşık bir politik entegrasyon dönemine girilmiştir.

Irak’ta yeni dönem Kürt politikaları, merkezî hükümete tam entegrasyon ile yerel özerkliği koruma güdüleri arasında bir yerde durmaktadır. 

Kuzey Irak’ta belirli bir bölgeye yerleşmiş bulunan Kürt topluluğunun bu homojen yapısı, onları Irak’ın bir parçası olmakta zorlamaktadır. Coğrafi 
olarak aynı bölgeyi paylaşma dışında Irak’taki diğer etnik ve mezhebî unsurlarla ortak kader birliği hissetmelerini sağlayacak hemen hiçbir unsur bulunmayan Kürt etnisitesi, orta veya uzun vadede kendilerine tam bağımsızlık getirecek ilk fırsatı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Buna karşın, çevre ülkelerin güvenlik refleksleri, o günü geciktirmek veya mümkünse hiç gelmemesini sağlamak üzerine siyaset üretecektir. 

Bu çelişik durum, Irak Kürtlerinin statüsüne ilişkin tartışmaları geleceğe taşıyacaktır. Bir yanda merkezdeki Bağdat hükümetleri, öbür yanda diğer Kürt unsurların bulunduğu komşu ülkeler, Kürtlerin yerel bağımlılığını ifade etmektedir. 
Bunların yanı sıra, Batı’daki diasporanın etkisi ve kurulan ilişkiler, bölgesel yönetimin önceliklerini etkileyen uluslararası bağımlıklarını oluşturmaktadır. Irak’ı kucaklayacak veya bütün Irak halkları tarafından benimsenecek bir sosyal realitesi bulunmayan Kürtlerin, sahip oldukları avantajlı konumu garanti altına alacak en önemli aracı, büyük bir petrol kaynağını ellerinde bulunduruyor olmalarıdır. Ancak bu kaynağın avantaja dönüşmesi hem Türkiye ile iyi ilişkilere hem de Türkiye’nin büyük önem verdiği Türkmenlerle ilişkilere bağlı görünmektedir.

Türkmenler

Irak’taki etnik unsurlara dayalı gerilim ve çatışmalarda Türkmen azınlık önemli bir aktör olagelmiştir. Ülke nüfusu içindeki oranları %9’lara varan Türkmenler yoğun olarak kuzeyde Musul, Kerkük, Erbil, Telafer, Diyala ve Bağdat’ta yaşamaktadır. Nüfusları diğer etnik unsurlara oranla az olsa da onları stratejik kılan temel noktalar, Türkmen bölgelerinin genellikle ülkenin en zengin petrol alanlarında bulunması ve Türkiye’nin bölgesel bir aktör olarak bu gruplar üzerinde etkin olduğu gerçeğidir.

1. Dünya Savaşı ile birlikte petrol yataklarının bulunduğu bölgeleri kendi denetimlerinde tutmakta kararlı olan İngilizler, Osmanlı’nın mirasçısı olan 
Ankara Hükümeti’ni bölgeden uzaklaştırmak için Musul, Erbil ve Kerkük’ü Lozan görüşmelerinin dışında tutmayı başarmıştır. Daha sonra yapılan Haliç Konferansları’nda da soruna çözüm bulunamayınca Milletler Cemiyeti devreye sokularak İngiltere’nin istediği kararların çıkartılması sağlanmıştır. 1926 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile Musul bölgesi İngiltere mandasındaki Irak’a bırakılmış ve bu tarihten itibaren bölgeyle Ankara arasında başlayan uzaklaşma 1936 yılından sonra bölgedeki Türkmenlere yönelik baskıların artmasına yol açmıştır. 

Bu ayrışmadan sonra da bölgedeki Türkmen varlığı İngilizleri tedirgin etmeye devam etmiştir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından Irak’la birlikte Batı bloğunun üyesi olan Türkiye, 1955 yılındaki Bağdat Paktı’nda olduğu gibi, Bağdat yönetimi ile ilişkilere daha büyük öncelik vermeye başlamıştır. Bu önceliklerden ötürü 1947, 1959 ve 1979 yıllarında yaşanan kitlesel katliamlara rağmen Irak Türkmenleri Ankara’nın yakın ilgisine mazhar olamamıştır.

1958 General Kasım darbesinden sonra kültürel anlamda bazı haklar verilmekle birlikte Türkmenlere uygulanan baskı ve sindirme politikalarında köklü bir değişim yaşanmamıştır. Türkmenler o dönemde de Türkiye’nin dış politik gündeminde üst sıralarda yer almamıştır. 
1979 yılında Saddam’ın yönetime gelmesiyle birlikte yeniden başlayan büyük baskı sürecinde Türkiye, Irak’la yapılan ne ikili ne de bölgesel görüşmelerde 
bu konuyu bir pazarlık unsuru olarak gündeme getirmiştir. Türkiye’nin bu kayıtsızlığı, Türkmenlerin kendilerinden öte genel olarak Ortadoğu politikaları ve Arap devletlerinin içişlerine karışmama geleneği ile yakından ilgilidir. Gerekli durumlarda sadece insani rol oynayan Türkiye, genel politikalara ya dâhil olmamış ya da Bağdat Paktı’nda olduğu gibi Batı’nın bir müttefiki olarak işin içine girmeyi tercih etmiştir. Bu edilgen siyaset sınır bölgelerindeki Türkmenlerle hiçbir bağlantı kurulmadığı veya Türkiye’nin onlara etki etmediği anlamına gelmemekle birlikte, Türkiye siyasetinde bölgesel bir güç olarak Türkmenlerin haklarını ön plana alan aktif bir dış politika uygulamasından da 1990’lara kadar söz edilemez.

1980’lerin ortalarından itibaren artmaya başlayan şiddet olayları ve 1988 yılından sonra Saddam’ın Kuzey Irak’a saldırması üzerine, sınırlarına büyük 
bir göç yaşayan Türkiye, bölgeyle yakından ilgilenmeye başladığında Kuzey Irak’ta yaşayan Türkmenlerin durumu da gündemin üst sıralarına çıkmıştır. Irak’ın toprak bütünlüğünü savunan Ankara, bu bütünlüğe zarar verecek her türlü faaliyete karşı olduğunu açıklarken, bölgeye yönelik tüm politikalarında söz konusu tezi savunmuştur. 

Kuzey Irak’taki sorunun çözümünde başlarda etnik gruplara fazla itibar etmeyen Ankara, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın Kürt liderlerle bizzat yaptığı görüşmeler sonucu, önemli bir politika değişikliğine gitmiştir. Türkiye’ye yönelen şiddet ve terörün gücünü zayıflatmak için Kürt cephesini parçalamayı amaçlayan Özal, Irak konusunda aktifleşen dış politikaya rağmen çok da işlevsel olmadığı için Türkmenler üzerine büyük projeler inşa etmemiştir.


Ancak 1990’lı yıllarda artış gösteren bölgedeki siyasi çekişmede her ülkenin bir grubu kullanma stratejisine Türkiye de ayak uydurmakta gecikmemiş ve Türkmenlerin sorunlarına daha yakından eğilme politikalarını hayata geçirmiştir. Zira o güne kadar silahlı bir muhalefet yapmamış bulunan Türkmenler, Ankara için en ideal grup olarak görülmüştür. Gerek etnik gerekse tarihî bağlar nedeniyle Türkiye’den ayrı düşünülemeyecek olan Türkmenler, Körfez Savaşı’ndan sonraki çekişmelerde Ankara için önemi her geçen gün artan bir unsur olmaya başlamıştır. Kuzey Irak konusunda yapılan her görüşmede Türkmenleri de masaya getiren Türkiye, bundan sonra soydaşları için daha talepkâr olmuştur. Türkiye’nin ilgisinden hoşnut olan Türkmenler de buna sıcak baktıklarını daha sonraki politikaları ile göstermişlerdir. Türkiye’ye danışmadan hemen hiçbir karar almayan Türkmen liderler, Kuzey Irak ile Ankara arasında mekik dokumaya başlamışlardır. Ancak bu kez de farklı bir sorun ortaya çıkmış ve Türkmenleri kimin temsil edeceği tartışması baş göstermiştir. Kendi aralarında yarı yarıya Şii ve Sünni olarak bölünmüş olan Iraklı Türkmenler, daha alt katmanlarda da çok sayıda parti, grup veya aşiret olarak parçalanmış durumdadır. Dönem dönem bu grupları bir cephe altında toplama çabaları olsa da bu çabalar uzun ömürlü olamamıştır.

Irak’taki Türkmenlerin kendi ülkelerinde Türkiye paralelinde politika üretmelerine en güzel örnek olarak 1992 Kuzey Irak seçimleri gösterilebilir. 
Bu dönemde Irak Ulusal Türkmen Partisi (IUTP) 1992 yılındaki seçimlere katılmama kararı almıştır. Seçime katılmak, “Kürdistan’ı resmen tanımak” anlamına gelebileceği gibi, Türkmenlerin de bunun bir parçası olduğunun kabul edilmesi şeklinde algılanabileceği endişesi söz konusu olmuştur. IUTP Başkanı Muzaffer Aslan, partisinin Irak’ın toprak bütünlüğünü tehlikeye sokan bir seçime katılmayacağını açıklamıştır. IUTP’nin merkezinin Ankara’ya alınmasıyla bu sözlerin Türkiye’nin de kaygılarını yansıtmakta olduğu düşünülmüştür. 

1995 yılında kurulan Irak Türkmen Cephesi, neredeyse tümüyle Ankara’nın talimatları ile hareket ederek bölgesel Kürt yönetimi ile büyük bir çekişme içine girmiştir. Hatta bu gerilim 2000’li yılların başında küçük çaplı çatışmalara neden olmuştur. Irak’ın federal yapılara bölünmesine karşı çıkan Türkmen Cephesi’ne karşın KDP’nin, Kürt özerk yönetimini savunan yeni bir Türkmen yapılanmasına gitmesi, Türkmen topluluğu bölen bir etki yapmıştır. 


Böylece İran’ın Şii Türkmenleri, Türkiye’nin Türkmenleri ve Kürtlerin Türkmenleri olmak üzere Irak içinde üç farklı eğilimde Türk hareketi var olmaya başlamıştır.

2003 yılındaki savaş ve hemen ardından gelen ABD işgali ile birlikte Kuzey Irak bölgesinin Kürt denetimine girişinde görülen hızlanma, Ankara’yı ciddi anlamda kaygılandırmıştır. Gerek savaş sırasında gerekse savaş sonrasındaki yapılanma da inisiyatifi elinden kaybeden Türkiye, bölgeye müdahale konusunda iki argümanı sürekli ön plana çıkarmaktadır: terör ve Türkmenlerin güvenliği. 
Bağdat’taki merkezî hükümette ve Kuzey Irak’taki yerel parlamentolarda temsil edilen Türkmenler, etnik çıkarlarını koruyacak bir siyasal etkinliği Ankara’nın desteği olmaksızın sürdürebilecek gibi görünmemektedir.


Amerikan işgali sonrası yeniden yapılanma sürecinde Kerkük’ün statüsünde ortaya çıkan çekişme, Kürt bölgesel yönetimi ile Türkiye’yi bir kez daha karşı karşıya getirmiştir. Saddam döneminin Araplaştırma politikaları kapanmışken, Kürt yönetiminin Kerkük kentini Kürtleştirme siyaseti Türkmen azınlıkla arada ciddi bir gerilime neden olmuştur. Türkiye’nin merkezî Irak hükümetinin elini Kerkük’te güçlendirme siyaseti çok da başarılı olamamıştır. Petrol gelirlerini paylaşma konusunda Bağdat ile Erbil yönetimleri anlaşma yoluna giderken, Türkmenlerin bu kentteki varlığı neredeyse inkâr edilmeye başlanmıştır. Irak’ta Nuri el-Maliki gibi etnik politikalarıyla toplumu ayrıştıran Şii siyasetçilerin 2010-2014 yılları arasında oluşturduğu kaotik ortam, güç dengelerinin hızlı değişimini getirmiştir. Maliki’nin demir yumruk uygulamaları ile at başı giden Şiileştir me siyaseti bir yanda büyük bir Sünni kitleyi yabancılaştırırken, öte yanda Türkmenleri merkezden biraz daha uzaklaştırmıştır. 

Kuzeydeki nüfuz alanlarında siyasi ve askerî varlığını pekiştiren Kürtler, özellikle petrol bölgeleri konusunda her türlü oldubittiye hazır bir atmosfer oluşturmuş tur. Türkmenlerin yaşadığı Kerkük petrollerinin uluslararası pazarlara satışı konusunda Bağdat ile yaşanan anlaşmazlık doğrudan Türkiye’nin ilgi alanına girdiğinden Türkmenlerin merkezinde olduğu yeni bir gerilim ortamı yaratmıştır. 

2014 yılı ortalarına gelindiğinde Irak’ta üç başlı bir yapı ortaya çıkmıştır. 
Bir yanda Maliki hükümetinin Bağdat dışına hükmedemeyen otoritesi, diğer 
yanda Sünni bölgelerde giderek mayalanmaya başlayan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün yıkıcı gücü ve kuzeyde Kürtlerin özerk yapılanması. 
Bu askerî ve siyasi rekabet içinde IŞİD’in diğer nüfuz alanlarına hamlesi, büyük bir iç savaş senaryosunu daha hayata geçirmiştir. Kısa sürede Sünni bölgeleri ele geçiren IŞİD, Türkmenlere ait çok sayıda köyü işgal etmiştir. IŞİD’e karşı başlatılan uluslararası operasyon, geride yeni bir gerilim ortamı bırakarak etnik grupları birbirine daha düşmanca bir atmosfere sokmuştur. 

Yeni dönemde Türkmenlerin Irak siyasetine etkileri yine Türkiye ile ilişkilerine dayalı olarak gelişecek görünmektedir. Bu noktada Türkiye’nin Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ve merkezî Bağdat yönetimi üzerindeki etkisi, Türkmenlerin bu ülkedeki konumunu doğrudan etkileyecektir. 
Türkmenlerin en az yarısının Şii olması, topluluk üzerinde İran nüfuzunu kolaylaştırmaktadır. 

Türkiye ve İran arasında bölünmeleri yetmezmiş gibi, bir de iç politikada kendi aralarında çekişme halinde bulunan onlarca grup, Türkmen etnisitesinin siyasal varlığını zayıflatmaktadır. 
Sahip oldukları sosyal taban görece geniş sayılsa da bunların Kürt gruplar kadar entegre hareket edememesi, Türkmenlerin güçlü bir siyasi aktör olmalarının önünde büyük bir engeldir.


***

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI., BÖLÜM 1

IRAK KÜRTLERİ VE BÖLGE BARIŞI.,  BÖLÜM 1



Dr. Ahmet Emin Dağ, 
Gözlem, Saha 



Irak’ı oluşturan etnik unsurlar bu ülkedeki çatışma dinamiklerinin önemli bir boyutunu meydana getirmektedir. Irak etnik olarak çoğunlukla Araplardan oluşsa da ülkede hatırı sayılır oranda Kürt, Türkmen ve Asuri gibi diğer küçük topluluklar da yaşamaktadır. Ülkenin sosyal dokusunu oluşturan etnik unsurların birbirleriyle ve rejimle ilişkileri Irak’taki yöneticilerin baskıcı ve ayrıştırıcı niteliklerine göre kimi zaman gergin kimi zaman da daha bütünleştirici bir tarihsel süreçten geçmiştir. Ancak Irak’taki çatışma tarihinde etnik unsurları öne çıkaran nokta daha çok uluslararası ve bölgesel güçlerin bu gruplarla ilişkileri olmuştur. Merkezî hükümetin Araplaştırma politikaları değişik etnisiteleri 
yabancılaştırırken, bu süreç söz konusu etnik grupları dış güçlerle ittifak kurmaya yöneltmiştir.

Irak’taki etnik unsurlar içinde Kürtler önemli bir gücü temsil etmektedir. Irak nüfusunun %10’unu oluşturan Kürtler, ağırlıklı olarak Erbil, Süleymaniye ve Kerkük kentlerinde olmak üzere hemen tüm kuzey kentlerinde ve Bağdat’ta yaşamaktadır.

Kürtler,



Kürt azınlık ile merkezî Arap idarenin ilişkileri Osmanlı sonrasında inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Irak’ı sömürge idaresi olarak kuran İngilizlerin temel amacı, bir yandan Arap milliyetçisi rejim üzerinden kendi çıkarlarını savunurken bir yandan da kuzeydeki Kürt azınlığın petrol bölgelerindeki İngiliz çıkarlarına tehdit oluşturmasını önlemek olmuştur. İngilizlerin bölgede yürüttüğü bu siyasetin yanı sıra Kürt azınlık da yeni kurulan rejim karşısında ikiye bölünmüştür. Toprak ağalarının başını çektiği ve feodal yapının ağırlıkta bulunduğu bir grup, Faysal bin Hüseyin liderliğindeki Arap rejimiyle iş birliği tarafını tutarken, Şeyh Mahmut Berzenci liderliğindeki başka bir grup da bağımsız bir Kürt devleti olma eğiliminde olmuştur. 



Irak’ta Kürt azınlık kaynaklı ilk gerilim 1920’lerin başında ortaya çıkmıştır. Faysal rejimi, Şii çoğunluğa karşı Sünni Kürtleri kendi yanına çekip bir denge oluşturmaya çalışırken Şii isyanlarıyla başa çıkmaya çalışan İngilizler de Faysal’ın bu politikasını desteklemiştir. Ancak İngilizler - her ihtimale karşı- Kürt grupları da kendilerinden uzaklaştırmak istemediklerinden, Milletler Cemiyeti’nde Kürt azınlığın kendi bölgelerinde tanınmış bir statüye sahip olacağına dair söz vermiştir. Bölgesel düzlemde ise Osmanlı’nın sorunlu mirası üzerine yükselen cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye’nin homojen tek bir ulus yaratma projesi yürürlüğe konmuştur. 

Bu dönemde Ankara, komşu Irak’ta bir Kürt bağımsızlığının kendisinin de başa çıkmaya çalıştığı Türkiye içindeki Kürtler için teşvik edici olacağını düşünmüştür. Bu nedenle 1920’lerdeki gerilimlerde Faysal’ın entegrasyon siyasetine sıcak bakmış ve Kürtlerin Bağdat’taki merkezî hükümete bağlanmasını kendi çıkarlarına daha uygun görmüştür.

1930’lara gelindiğinde İngiltere’nin temel amacı, (Almanya gibi) Avrupalı güçlere karşı kendisi için daha stratejik hale gelen petrolle ilgili çıkarlarını garantilemek için Kürtlere ilişkin siyasetinde ufak revizyonlar yapmak olmuştur. Irak’ta merkezî otoriteyi daha da güçlendirmeye dayalı bu değişim, 1932 yılında Irak’ın bağımsız olmasından sonraki etnik yapı ile ilgili politikalara doğrudan yansımıştır. Merkezî Irak yönetiminin Kürt bölgelerine karşı artan güvensizliği ve ardından gelen baskı politikaları, 2. Dünya Savaşı yıllarında milliyetçi duyguları daha da alevlendirmiştir. 

Nihayetinde Ortadoğu’nun yeni bağımsız ülkelerle sınırlarının baştan çizildiği 1946 yılından itibaren Mollo Mustafa Barzani’nin liderliğinde bir silahlı 
muhalefet doğmuştur.

Kürt azınlık kendi içinde bir bütünlüğe sahip olmadığından bölgedeki yerel dinamikler ve alt etnik faktörler 1964 yılında Celal Talabani öncülüğünde 
yeni bir bölünmeyi getirmiştir. Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’ne (KDP) karşı Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), bir yanda rejimle 
çekişme yaşarken, diğer yanda Kürt azınlık içindeki en önemli gerilim kaynağı haline gelmişlerdir.

Kürt azınlığın maruz kaldığı baskılar ve asimilasyon uygulamaları, Irak’taki Baasçı rejimin karakteriyle doğrudan bağlantılıdır. Bundan dolayı, Irak’taki  Baas Partisi ile rekabet halindeki İran ve Suriye rejimleri kendi ülkelerindeki Kürtlere göstermedikleri cömertlik ve hoşgörüyü Irak’ı zayıflatma hedefiyle Irak’taki Kürtlere göstermeye başlamışlardır. Saddam Hüseyin’in iktidara gelişi sürecinde ise Kürtler için daha gergin bir dönem başlamıştır. 1974-75 yıllarında merkezî hükümet ile Barzani peşmergeleri arasında yaşanan çatışmalardan Kürtler adına hiçbir kazanım sağlanamamış, aksine İran ile Irak arasında varılan anlaşma ile 1975’te süreç tamamen Kürt azınlık aleyhine gelişmiştir. Bu tarihten sonra yarım milyonu aşkın kişinin yeri değiştirilmiş ve 500 Kürt köyü boşaltılmıştır.

1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı etnik politikalardaki dengeleri de etkilemiştir. Irak’taki baskıcı rejimden bıkmış olan Kürt muhalefetin savaş boyunca İran’a yakın durması, Bağdat’la olan ilişkileri gerilmiş bir ok gibi hızla kontrolden çıkacak bir aşamaya getirmiştir. Türkiye’deki PKK terörünün de bu ülkeden lojistik destek bulması, Kuzey Irak’taki Kürtleri bölgesel gerilimin merkezine oturtmuştur. 

Savaş boyunca bulduğu her fırsatta Irak’taki Kürtlere baskısını hissettiren Saddam, asıl hamlesini 1988 yılında İran’la savaşın sona ermesinden sonra gerçekleşmiştir. Bu tarihte başlayan Enfal Operasyonu, kimyasal silahların da kullanıldığı büyük bir katliama dönüşmüş ve toplamda 200.000’e yakın Kürt sivil öldürülmüştür. Uygulanan bu etnik temizlik Kürt muhalefetini daha da radikalleştirirken, bölgede ABD’nin çok daha aktif olduğu yeni bir dönem başlamıştır. Saddam Hüseyin’in 1990 yılında işgal ettiği Kuveyt’ten çıkarılması için yapılan operasyondan hemen sonra başlayan Kürt isyanı, bölgeyle ilgili yeni bir gerçekliği gündeme getirmiştir. Batılı ülkelerin 36. paralelin kuzeyini, yani Kürt etnik azınlığın yoğun olarak yaşadığı Kuzey Irak topraklarını Saddam’ın müdahalesine kapatan uçuşa yasak bölge uygulaması, söz konusu bölgede yarı 
özerk bir yapı ortaya koymuştur. Türkiye’nin de kendi çıkarlarını korumak amacıyla farklı araçlarla aktif olarak içinde bulunduğu bu süreç, Irak’taki Kürt krizini uluslararası bir sorun haline dönüştürmüştür.

Bu dönemde dikkat çeken bir diğer gerilim alanı, sağlanan bu özerklik ortamını paylaşmada rakip iki Kürt partisinin kendi aralarında yaşadığı rekabet olmuştur. 
Barzani ve Talabani grupları, yer yer silahlı çatışmaya dönen iç gerilime ancak Amerika’nın arabuluculuğunda son verebilmiştir. 



2003 yılında gelen Irak işgali Kürt özerk yönetiminden tam destek alırken sonrasında kurulan Irak rejimlerinde iç politik gerilimler olsa da Kürt azınlık için etnik nedenlerle ezildikleri dönem sona ermiş görünüyordu. Ancak bu kez gerilim Kerkük’ün statüsüne ilişkin yapılan tartışmalar sonrasında gelmiştir. Irkçı hedefleri olan her yapı gibi kuzey Irak Kürt yönetimi de kendisi dışındaki grupları ezme pahasına genişleme siyaseti izlemiştir. Kendisine nüfuz alanı olarak petrol zengini Kerkük kentini seçen Erbil yönetimi, sadece Bağdat’taki yönetimle değil petrol güzergâhı üzerinde bulunan Türkiye ile de gerilim yaşamıştır. Bu nedenle bölgedeki Türkmen varlığını güçlendirmeye çalışan Türkiye, Kürt yöneticilere 
kimi zaman sert uyarılarla yön vermeye çalışsa da, ABD’nin tam desteği ile güçlenen yeni Kürt oluşumu konusunda en iyi politikanın Erbil ile uzlaşmak olduğu sonucuna varılmıştır. 

Irak’taki iç siyasi sürecin İran nüfuzu altında Bağdat’ta sekteryan bir hükümeti güçlendirmesi Kuzey Irak ile merkezî hükümetin ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Nuri el-Maliki hükümetleri 2010 yılından itibaren baskıcı bir rejim ortaya koyarken, Kürt otonom bölgesi tam bağımsızlığa doğru ciddi adımlar atmaya yönelmiştir. 

Bağdat’taki siyasi dengelerde yaşanan bu değişim, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtlerini birbirine yaklaştırmış ve iki taraf arasında gerek ekonomik gerekse siyasi iş birliği gelişme sürecine girmiş ve Kerkük gerilimi azalmıştır. Sadece Türkiye ile değil, 2014 yılı sonunda Maliki’nin yerine gelen Başbakan Haydar el-İbadi yönetimi altında Kürt yönetimi ile de yeni bir dönemin temelleri atılırken, petrol ihracından elde edilecek gelirin paylaşımı, peşmerge gücünün Irak ordu birliklerine entegrasyonu ve yarı özerk yapının sınırları gibi birçok hayati konuda daha ılımlı bir dönem başlamıştır.

Dış Güçler ve Kürtler



Irak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1958 yılına kadar, Anglo-Amerikan politikalara destek veren krallık rejimiyle yönetildiği için Batılılar buradaki merkezî otoriteyi müttefik veya en azından ılımlı bir yönetim olarak görmekteydi. Doğal olarak söz konusu döneme kadar Irak 
içindeki Kürt meselesi Batı için henüz merkezî otoriteye karşı potansiyel bir unsur olarak değerlendirilmemekteydi. Hatta Bağdat rejimine 
karşı savaş¬mak üzere Moskova’dan destek alan Mustafa Barzani liderliğindeki Kürt muhalefeti (KDP), İngiltere ve ABD için ciddi bir baş ağrısı 
bile sayılabilirdi. 



1958 yılına gelindiğinde sol eğilimli Arap milliyetçisi General Kasım’ın yapmış olduğu askerî darbe, Irak’taki dengeleri tamamen tersine çevirmiştir. 
İngiltere-ABD ikilisi Kürtlere yakınlaşırken, merkezî hükümet ise Sovyet Bloğu’na yakın durmaya başlamıştır. Bu yakınlığa güvenen Kasım yönetimi, önceki yıllardan Barzani’ye destek veren Moskova’nın baskı yaparak Kürt muhalefetinin Irak hükümeti aleyhine herhangi bir tertip içine girmeyeceği yö-nünde bir beklenti geliştirmiştir. Ancak bu defa Kürt silahlı hareketi ile ABD’nin yolu birleştiğinden Bağdat’ın bu konuda yapabileceği çok şey kalmamıştır.

Bir yanda ABD tarafından desteklenen İran’daki Pehlevi Hane¬danlığı bölgede Washington adına nüfuz savaşı verirken, diğer tarafta Sovyet desteğindeki Irak, Batı’nın bölgesel gündemine karşıtlık rolünü üstlenmiştir. ABD’nin dikkatlerini Irak’taki Kürtlere yoğunlaştırmaya başlaması da bu döneme denk gelmektedir. Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun artmasından rahatsız olan ABD; İran ve İsrail aracılığıyla yardım gönderdiği Kuzey Irak’taki Kürtlerin 1960’lı yılların sonunda ayaklanmasına ze¬min hazırlamıştır. Sovyet etkisindeki Irak’ı zayıflatma aracı olarak Irak’taki etnik Kürt nüfusunu kullanan ABD yönetimi, 1970’li yılların ilk yarısına kadar bu politikasını devam ettirmiştir. 

1975 yılında İran ile Irak arasında imzalanan ve iki ülke arasındaki toprak anlaşmazlıklarıyla birlikte etnik ve mezhebî sıkıntıları da çözmeyi amaçlayan 
Cezayir Anlaşması, birçok açıdan dönüm noktası olmuştur. Anlaşmaya Irak’taki Sovyet nüfuzunu kıracak bir anlam yükledikleri için destek veren Batılılar, binlerce insanın öldürüleceği, yüz binlercesinin mülteci konumuna düşeceği baskı dönemi boyunca Kürtleri görmezden gelmiş, onlara iltica hakkı dahi vermemiştir.

İran’ın 1979 yılından sonra ABD’nin bölgedeki çıkarları için öncelikli tehdit haline gelmesi üzerine, Irak’ın güçlendirilmesi zorunluluğu daha bir önem kazanmıştır. Batı, bu dönemde Kürtlerin Bağdat hükümeti için herhangi bir tehdit oluşturması na izin verme niyetinde olmadığından Kürtlerin 1980’li yıllar boyunca baskı altında tutulmalarına göz yummuştur. Ancak İran-Irak Savaşı’nın bittiği 1988 yılından sonra, Sovyetler Birliği’nin Kürtlerin hamiliğini üstlenerek bölgeye nüfuz etmesinden kaygı duyan Batılı ülkeler, politik bir kart olarak yeniden Kürt haklarını sahiplenme gereğini hissetmiş ve bölgesel dengeleri etkilemek için bu kartı uzun yıllar bir daha bırakmamak üzere yoğun biçimde kullanmaya başlamıştır. Bu politikalarını şekillendirirken, başlarda Bağdat’taki merkezî hükümetle arayı bozacak girişimlerin sınırlarını koruyan Batılı ülkeler, 1988 yılında yapılan Halepçe Katliamı’nı dahi ancak sembolik birkaç kınama cümlesi ile geçiştirmişlerdir.

1990 yılında Kuveyt’in işgal edilmesi, başka bir dönüm noktası olmuştur. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten çıkarılması sonrasında Irak’ın istikrarsızlaştırılması sürecinde Kürt gruplar araçsallaştırılarak Batı’nın yoğun ilgisine maruz kalmıştır. Washington, 1991 yılındaki Körfez Savaşı’ndan 
sonra Kuzey Irak’taki Kürt bölgelerini Bağdat’taki rejimin denetiminden çıkararak -oluşturduğu siyasal boşluk ortamıyla- özerk bir Kürt devletine kapı aralamıştır. Söz konusu otorite boşluğunda Kürt etnik yapısının güçlenmesi sadece Irak’taki rejim için değil, tüm çevre ülkeler için endişe kaynağı olmuştur.

2003 yılında Saddam rejiminin yıkılması sürecinde uluslararası koalisyona destek veren Kürt gruplar, Saddam sonrası merkezî yönetimin oluşmasında ayrıcalıklı bir yer edinmiştir. Kürtlerin haddinden fazla güçlenmesini önlemek isteyen veya en azından aradaki dengenin bozulmasından hoşlanmayan bölgesel güçler de kendilerine yakın hissettikleri diğer etnik ve mezhebî unsurları kullanarak Bağdat’taki siyasi pazarlıklara dâhil olmaya çalışmıştır.

Etnik çekişmede Iraklı Kürtlerle komşu ülkelerin ilişkileri tarihsel süreçte her zaman inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. Örneğin Suriye’nin Irak’taki Kürtlere ilgisi 1960’lı yıllara dayanmaktadır. Suriye Baası’nın 1963 yılında ikiye bölünmesinden sonra, diğer grubun Irak’a sürülmesiyle Irak ile Suriye arasında şiddetlenen rekabette, her iki ülke de birbirlerini yıpratma konusunda diğerinin sınırları içindeki etnik unsurları bulunmaz bir fırsat olarak görmüştür. Bu konuda seçenekleri Irak’a göre her zaman daha sınırlı kalan Suriye’nin Irak Kürtleri konusundaki manevra alanı 1980’li yıllarda genişlemiştir. Bu gecikmede, Kürtlerin güçlü bir aktör olarak gördükleri ABD’ye yakın durmaları ve Sovyet müttefiki Suriye yönetimine soğuk bakmaları önemli rol oynamıştır. 

Ancak tüm komşu ülkeler gibi, Kürtler konusunda Suriye’nin politikaları da Irak’ta otoritenin zayıfladığı 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra pratik 
uygulamalara dönüşmüştür. 

1979 yılındaki İran Devrimi’nden sonra Tahran yönetimiyle büyük bir yakınlaşma içine giren Suriye, rakip Baas yönetimindeki Irak’ı zayıflatmak için Irak muhalif gruplarına kapısını açmıştır. (Birçok Kürt grubu ve yapılanması ile birlikte Türkiye’den PKK terör örgütü de Suriye içinde yer bulan örgütlerden biriydi.) Bu dönemden sonra Tahran ve Şam yönetimleri âdeta Irak’taki Kürtlerin hamiliğine soyunarak, Kürtleri Saddam Hüseyin yönetimine karşı bir güç olarak desteklemişlerdir.

Ancak kendisi de kalabalık bir Kürt nüfusa sahip olan Suriye, bu hamilik rolünü dengeli tutarak, 1991 yılından sonra Kuzey Irak’ta yaşanan de facto bağımsızlık sürecine kuşkuyla bakmıştır. Özellikle 1992 yılında yapılan Kuzey Irak Parlamentosu seçimleri bütün bölge ülkeleri gibi Suriye’de de derin bir kuşkuyla karşılanmıştır. Bu seçimlerin ileride kurulacak olan Kürt devletinin ilk nüvesi olmasından kaygı duyan Suriye, bu gelişmeyle kendi ülkesindeki %10 Kürt azınlığın da benzer taleplerle ortaya çıkmasından endişe etmiştir. Suriye yönetimi, Kuzey Irak’ta çatışan Kürt grupları arasında 1995 yılı sonbaharında Dublin’de yapılan görüşmelerin başarısızlığa uğramasından sonra atağa geçerek bölgedeki barış sürecinin şekillenmesi yolunda anahtar ülke olmaya dönük bir hamle yapmıştır. Sorunun bölgesel bir mesele olmaktan çıkarak bu şekilde 
uluslararasılaştırılmasına muhalefet eden Şam yönetimi, Kuzey Irak’ta Amerikan izi taşıyan bir anlaşmaya karşı tetikte olmuştur. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

31 Aralık 2017 Pazar

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU, PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 4

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLUYU,  PKK TERÖRÜNE HAZIRLAYAN NEDENLER, BÖLÜM 4


d. Psikolojik Nedenler 

Kisisel becerisi, yetisi, yetenegi yetersiz veya çalısarak statü kazanmak 
istemeyen tembellik egilimi olan insanlar, içinde bulundukları toplumsal durumu, konumu, rolü, yeri begenmezler. Toplum tarafından engellendiklerini; ilgi, sevgi, saygı görmediklerini düsünürler. İlgi görmek, saygınlık kazanmak, kendilerini gerçeklestirmek için saldırgan davranıslara ve siddet eylemlerine deger ve yer veren davranıs kalıplarını ve örneklerini kullanırlar. Bununla birlikte doyumsuzluk ve hüsran duyguları da terörizme yatkınlık egilimini artırır.62 
Terör örgütlerinin eleman kaynagının büyük bir çogunlukla 15-25 yas 
arası gençler oldugunu görmekteyiz. Çocukluktan eriskinlige geçis dönemi 
olarak ifade edilen bu dönem 13 ile 25 yasları arasını kapsar. Bu geçis dönemi 
sırasında olması gereken hususlardan biri de benimseme duygusunun 
pekismesidir. Bu kavram, kisinin geçmisinin devamı ve bir gruba ait olma 
duygusunun bir karısımıdır. Kisinin kendi özünü ve cemiyet içindeki yerini 
bulması manasına gelir. Bu yılların esas sorularını, “Ben kimim?, Benim yerim 
neresidir?” gibi sorular teskil eder. 

Teröre Neden Basvurulur? Bu soru belki de sorabileceklerimiz arasında 
en önemlisidir. Eger teröre neden basvuruldugunu bulabilirsek, onu kontrol 
etme sansımız da olabilecektir. “Terörün nedeni sudur” deme gücümüz yoktur. 
Çünkü farklı terör olaylarının arkasında özellikle farklı nedenlerin olması 
muhtemeldir. Bu farklıkları unutmadan bir ortak nokta aramaya çalıstıgımızda 
''terörün bir insan davranısı'' oldugu olgusu, tek bir ortak nokta olarak karsımıza 
çıkmaktadır. 

Terörün nedeni kaynak paylasımı olabilir. Terör örgütleri kendi kaynaklarını (politik ve/veya ekonomik) artırmak amacıyla terör eylemlerine 
basvururlar ancak bu, onların neden barısçıl yollarla degil de, siddete 
basvurduklarını açıklamakta yetersizdir.63 

Terör ve teröristle ilgili çıkarsamaların yapılabilecegi önemli bir alan sosyal psikolojidir. Sadece sosyolojik, siyasi ya da ekonomik nedenler dısındaki 
daha “insanî” nedenlerin arastırılması bize terör hakkında birtakım ipuçları 
verebilir. Yapılan incelemelerin bir bölümü sorunun temelinde birçok psikolojik 
nedenlerin olduguna da isaret etmektedir.64 

Dünya üzerindeki varlıgını bireysel olarak degil de, baska insanlara 
referansla açıklayan bir insanın bu referans grupları dogrultusunda karar 
vermeye çalısacagı, gruba uyum gösterecegi ve tek basına yapamadıgı / yapmaya cesaret edemeyecegi eylemleri grup içerisindeyken rahatlıkla yapacagı bilgisi mantıklı gelmektedir. 

İnsan davranısları üzerinde çalısmalar yapan Tajfel ve Turner, insanların dogustan nesne, olay ve diger insanları sınıflama egilimi içerisinde oldugunu, bu egilimin, insanların, “biz” ve “onlar” olarak gruplasmalarına yol açtıgını ortaya koymustur. Konuyu teyit eder vaziyette, yaptıgı arastırmalarda kisileri gelişi güzel gruplara bölerek onlara gelisigüzel isimler veren Tajfel, bir süre sonra her grubun kendi özdesligini gelistirdigini ve diger grubu yargılamaya basladıgını görür. Ona göre, hangi gruptan isek, o grubu “iyi”, diger grubu “kötü” görme egilimi gelistiririz.65 

Dogru yöne kanalize edilememis olan ve gençlik sorunları yasayan bir kısım gençlerin, olumsuzluk adına kullanılabilmesi her zaman söz konusudur. 

Daha sonraki dönemde PKK terör örgütüne katılan gençlerin ortalama 
yaslarının 15-16 olması, terör örgütleri tarafından gençlerin gençlik 
psikolojilerinin kullanıldıgının teyidi niteligindedir. 

e. Dış Destek 

Gerek Osmanlı gerek Türkiye Cumhuriyeti döneminde cereyan eden toplam 40 adet Kürt isyanından 9 adedinin Osmanlı/Türkiye’nin bir baska ülke ile mücadele hâlinde oldugu dönemlerde gerçeklestigini, bununla birlikte 11’inde dıs güçlerin açık tahriki ve desteginin oldugunu “Kürt isyanları” bölümünde ifade etmistik. Bu destek 1939 yılına, yani 2’nci Dünya Savası’nın baslangıç yıllarına kadar devam etmistir. Savas ve daha sonra Soguk Savasın belirsizlik ortamındaki yıllarında Türkiye’ye duyulan ihtiyaç yüzünden bir dönem bu destege ara verilmis, 1970’li yıllardan sonra yeniden canlandırılmaya baslanmıştır.

1974 yılında Kıbrıs Barıs Harekâtı’nın gerçeklestirilmesinden hemen 
sonra, Ermeni terörü baslamıs, silah kaçakçıları Bulgaristan ve Suriye’de 
üslenerek Türkiye’yi silah deposu hâline getirmis, 1979 yılında terörist bası 
Abdullah Öcalan Suriye’ye geçerek himaye görmeye baslamıs, 12 Eylül 1980 
yılında Türkiye’deki terör olayları doruk noktasına ulasmıstır. 

PKK hareketinin dogusunda, kuruldugu bölgede etkinligini artırmasında 
ve uluslararası boyut kazanmasında Suriye özel bir konuma sahiptir. Suriye, 
Türkiye’nin zararına olacak muhalif çabalara, ortam hazırlama ve himaye 
gösterme politikasına hiç de yabancı degildir. Müstakil bir siyasal güç hâlinde 
ortaya çıktıgı tarihten itibaren bu politikayı terk etmemistir. ngilizler tarafından 
Osmanlı egemenligine karsı gelistirilen bu politikada Arap milliyetçiliginin etkisi 
büyük olmustur. Milliyetçilik duygusu ile körüklenen ve savas sonrası Arapları 
memnun etmeyen Türkiye-Suriye sınırı ile Hatay sorunu, düsmanlıgın canlı 
tutulmasında etkili olmustur. Buna Suriye ekonomisinde belirleyici olan ve 
Türkiye’den tecrit edilen Ermenilerin de eklenmesi bu politikalara zemin 
hazırlamıstır. 

İsrail, Irak’ta yasayan Kürtleri stratejik bir unsur olmanın ötesinde, İsrail’in bazı tarihî baglar ile baglı oldugu bir unsur olarak görmektedir. 1982’de Lübnan’ı yeni isgal etmis olan srail’in Basbakan Yardımcısı ve Dısisleri Bakanı Samir, 1983’de Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya yönelik harekâtını, “Türkiye’yi Kürdistan’ı isgal altında tutan devletlerden birisi”66 olarak niteleyerek olaya bakıs açısını ortaya koymustur. 

10 Agustos 1920 tarihinde Osmanlı Yönetimince imzalanan Sevr Barıs 
Anlasmasının Ermeni ve Kürtlere iliskin maddelerinde “Dogu Anadolu’da 
bagımsız bir Ermenistan Devleti kurulacak, bu devletin sınırları Amerika 
tarafından saptanacak.”, “Dogu Anadolu’da özerk bir Kürdistan Devleti 
kurulacak ve bir süre sonra bagımsızlıgını tam olarak elde edecek”67 
denmektedir. 

Ermenilerin, Batı devletlerinin Kürt politikasında en önemli unsur 
oldukları birçok olay ve belge ile sabittir. Türk topraklarında hiçbir zaman bir 
devlet kurabilecek çogunlugu saglayamayacakları suurunda olan Ermeni 
liderler, Kürt meselesine destek vermeyi en önemli politikaları olarak 
degerlendirmislerdir. Basta ngiltere olmak üzere birçok devlet de Kürt 
meselesini bir Ermeni meselesi olarak görmüstür. Açık bir ifade ile Kürt adı 
verilen unsurlar bölgede kurulması düsünülen Ermenistan devletinin kurulusunu 
kolaylastırmak için bir araç olarak mütalâa edilmislerdir. Bu politikanın açık bir 
belgesi 17 Agustos 1919 tarihli Sir Arthur Hirtzel’in düsüncelerini, “Kürt meselesi  Ermeni meselesidir... kisi ayrılamazlar.”68 seklinde vurgulanmasıyla ifadesini bulmustur. 

PKK terör örgütü, Avrupa ile baglarını 1980 öncesi dönemde “sempatizan düzeyinde” kurmus, 12 Eylül 1980 askerî müdahalesi ardından daha fazla zayiat vermemek ve dagılmayı önlemek için militanlarını yurt dısına çıkarma kararı almıstır. Bu karara istinaden militanların bir kısmı Suriye’ye kaçarken, bir kısmı da Avrupa’ya geçmek için en önemli ara konaklama yeri olarak Yunanistan’ı kullanmıslardır.69 

Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesindeki terörün dogup büyümesinde, bölgenin, Türkiye’den toprak talebi olan Ermenistan ve Suriye’ye, Kürt nüfusun yogunluklu olarak yasadıgı ran, Irak ve Suriye’ye, Arap ülkesi olan Irak ve Suriye’ye komsu olmasının olumsuz etkisi çok büyük olmustur. 1978 yılında, Kürtçülük gibi tarihî derinligi olan ve uygun bir zeminde dogan bebege, önce komsular, bilâhare Batı sahip çıkmaya baslamıstır. Bunun aracılıgıyla kimi  ülkeler Sevr’in öngördügü Ermenistan ve Kürdistan’ı kurmayı; Suriye, Hatay’ı topraklarına katmayı; kimi Arap ülkeleri Türkiye’nin Arap kültürün den  uzaklastırılmıs olmasının hıncını almayı; Yunanistan, Ege ve Kıbrıs üzerinde ki isteklerini kabul ettirmeyi; Rusya, sıcak denizlere çıkmayı; kimi ülkeler ise Türkiye üzerinden politik ve ekonomik çıkarlar elde etmeyi amaçlamıs lardır. Bahse konu ülkeler, amaçlarının gerçeklestirilmesinde kullanılmak üzere, istikbal vadettigini degerlendirdikleri bu örgütün gelismesi için, uygun ortam ve destegi saglamıslardır. 

4. Sonuç 

Sonuç olarak, bölgenin 20’nci yüzyılın icaplarına cevap veremeyecek 
sosyo-kültürel yapısı, bu yapının ortaya koydugu sorunlar ve bu sorunların, 
devletin imkânsızlıklarının veya ihmalinin bir sonucu olarak dıssal bir bakısla 
“bölgenin kasıtlı olarak geri bırakıldıgı” seklinde algılanmasına neden olmustur. 
1961-1980 yılları arasındaki dönemde Türkiye ortamı, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yapısı kötüye kullanılarak, devlet otoritesinin kayboldugu, fikir çatısmalarının silahlı çatısmaya dönüstügü, yasa dısı örgütlerin kurtarılmıs bölgeler ilân ederek kendi otoritelerini kurdukları bir noktaya gelmistir.

Bu arada, 1978 yılında silahlı mücadele anlayısıyla kurulan PKK terör 
örgütü, benimsedigi strateji ile bölgenin sosyo-kültürel degerlerindeki 
zafiyetlerini (agalık sistemi, çok çocukluluk, egitim durumundaki yetersizlik, 
küçükbas hayvancılıkla özdeslesen yasam tarzı, kız evlatlarının mal gibi 
görülmesi vs.), cografi yapıyı (sınır bölgesi olma, arazinin daglık yapısı) ve 
ekonomik kosullardaki yetersizlikleri istismar ederek örgüt stratejisi 
dogrultusunda kullanmıstır. 

Bu baglamda, Türkiye’ye hasım olan devletler, Türkiye’nin dengelerini 
sarsmak maksadıyla baslangıçta terör örgütünü kullanma politikası izlemisler, 
bilâhare bu politikalarını genisleterek, tarihte de defalarca yasandıgı üzere, 
Kürtleri kullanma politikasına dönüstürmüslerdir. 

Bu inceleme neticesinde son söz olarak sunu söylemek mümkündür. 
Dogu ve Güneydogu Anadolu’da 1984 yılında baslayan PKK terörü, öncelikle 
sosyo-kültürel degerlerdeki zafiyetlerin ve yetersiz ekonomik kosulların birikimi 
olarak ortaya çıkmıs, bilâhare bu olumsuz ortamın dıs güçler tarafından kendi 
menfaatleri dogrultusunda kullanılmaya baslanmasıyla birlikte tırmanma 
egilimine girmistir. 

Türkiye topraklarında gözü olanlar, kendi ülke menfaatleri geregi olarak 
Türkiye Cumhuriyeti’ne istemedigi seyleri yaptırmak isteyenler, Türkiye’nin 
güçlü bir devlet olmasından ziyade güçsüz bir devlet olarak varlıgını 
sürdürmesini kendi ülke çıkarları için daha uygun görenler geçmiste oldugu gibi 
gelecekte de Türkiye Cumhuriyeti’nin yumusak karnı gibi görülen Dogu ve 
Güneydogu Anadolu bölgesindeki insanları kullanmaya devam edeceklerdir. 
Günümüzde de bunun net isaretleri mevcuttur. Bu topraklarda sonsuza kadar 
birlik, beraberlik ve huzur içinde yasamak azminde olan Türk halkı ve Türkiye 
Cumhuriyetinin Dogu ve Güneydogu Anadolu bölgesinin ekonomik, sosyo kültürel ve egitim sorunlarını içine alan bilimsel temellere dayalı bir politika  oluşturarak uygulamasının uygun olacagı degerlendirilmek tedir. Böylece  Batılıların, insan hakları, demokratiklesme gibi kavramları bahane ederek ülke  içerisindeki Kürtleri kullanma politikaları da bosa çıkartılmıs olacaktır. 


DİPNOTLAR;

1 Brian M. Jenkins, International Terrorism: A New Mode of Conflict, California, Crescent Pubs., 1975, s. 4,5,6. 
2 Osman Pamukoglu, Unutulanların Dısında Yeni Bir Sey Yok, Harmoni Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.32,33. 
3 www.meteor.gov.tr/2003/iklim/turiklimi/turkiyeiklimi.htm. 
4 Orhan Türkdogan, Etnik Sosyoloji, Timas Yayınları, stanbul, 1998, s. 562. 
5 Hasan Cemal, Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., stanbul, 2003, s. 327. 
6 Türkdogan, a.g.e., s. 559, 560. 
7 http://www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 
8 http://www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 
9 Mustafa Aksoy, Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA Yayınları, stanbul, Ocak 2000, s.144. 
10 Yesim Kustepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, nternet sitesi 
(www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf). 
11 Rahmi Dirican, Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin Gelistirilmesini Engelleyen 
Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 (http://www.ttb.org.tr). 
12 Türkdogan, a.g.e., s.552. 
13 Martin van Bruinessen, Kürtlük, Türklük, Alevîlik, letisim Yayınları, 2000, s .8, 9. 
14 Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı, s. 66. 
15 Anabritanika, Cilt 14, s.188. 
16 Abdulhaluk Çay, Her Yönü le Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., İstanbul, 1994, s. 33-39. 
17 Selahattin Çetiner, “Kürtlerin Tanıtılması”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208, s. 89. 
18 Selahattin Çetiner, a.g.e., s. 89. 
19 D.N.MacKenzie, “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961, s. 68, 86. 
20 Ahmet Küçüksahin, Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamıs Doktora Tezi, Ankara, 1999, s. 43. 
21 Çay, a.g.e., s. 37,38. 
22 Messoud Fany, La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933, s. 45,55. 
23 Sükrü Kaya Seferoglu, Anadolu’nun lk Türk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü, Ankara 1982, s.43. 
24 M. Serif Fırat, Dogu lleri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961, s. 7. 
25 M.Sükrü Sekban, Kürt Meselesi, Kon Yayınları, s. 38,39. 
26 Çetiner, a.g.e., s. 93. 
27 Türkdogan, a.g.e., s. 142. 
28 Sener Üsümezsoy, Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, leri Yayınları, stanbul, 2004, s. 59. 
29 http://www.sinanoglu.net. 
30 Üsümezsoy, a.g.e., s. 59. 
31 Çetiner, a.g.e., s. 83. 
32 Çetiner, a.g.e., s. 83. 
33 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
34 Bruinessen, a.g.e., s. 9,10. 
35 Dr. Sırvan, Zamane Kurd/Kürt Dili, stanbul, 1976, s. 28,29. 
36 Selahattin Çetiner, Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003, s. 70,71. 
37 Muhsin Bozkurt, “Türkçe Dil Bayragmız” (http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/Turkcedilbayragi.htm). 
38 Joyce Blau, “The Kurdish Language and Literature” (http://www.institutkurde.org/ikpweba/kurdora/llitt. htm). 
39 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
40 Seferoglu, a.g.e., s.33 
41 Cemal, a.g.e., s. 307. 
42 Cemal, a.g.e., s. 319, 320. 
43 Faruk Sükan, hanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995, s. 113, 115, 117, 121. 
44 Suat Akgül, “Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Akademy, 4’ncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994, s. 100-113. 
45 Nihat Ali Özcan, PKK( Kürdistan sçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik 
Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 21. 
46 Ahmet Aydın, Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992, s.42. 
47 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, Ankara, 1975, s.237. 
48 Dogu Devrimci Kültür Ocakları dosyası, a.g.e., s.242. 
49 M. Sami Denker, Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, stanbul, 1997, s. 50-55. 
50 Denker, a.g.e., s. 59. 
51 Emin Gürses, Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, RA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, stanbul, 1997, s. 85. 
52 Ümit Özdag, Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999, s.34. 
53 Ercan Çitlioglu, “Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998 
54 Basbakanlık Devlet statistik Enstitüsü, Türkiye statistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981, s.32. 
55 Cemal, a.g.e., s.268 (Hasan Cemal, 25 Kasım 2002 günü (E) Korg. Hasan Kundakçı ile yaptıgı söyleside Kundakçı Pasa, “Bu arada Özal’ın “Kanımda Kürt kanı var.” gibi sözleri, Demirel’in “Kürt realitesi” demesi, bunlar da moral bozucuydu. Kararlılıgı olumsuz etkiledi. “O zaman ben ne diye savasıyorum ki?” diye mırıldanmalar basladı. Durum üstünlügünün teröristlere geçtigi bir dönem 
yasandı 1990-1993 arası ...) 
56 Pulat Y.Tacar, Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999, s.51.
57 Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001, s.53. 
58 Aksoy, a.g.e., s. 145. 
59 http://www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 
60 http://www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror_nedenleri.htm. 
61 Diyarbakır Polisi, a.g.y. 
62 Denker, a.g.e., s. 14. 
63 Kevin Lanning, “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, 
Analyses of Social Issues and Public Policy, pp:27-34. (http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf). 
64 Tacar, a.g.e., s. 50. 
65 Tajfel, H.&Turner, J.C., “An ntegrative Theory of ntergroup Conflict. İn W.G. Ausiton (Ed.)”, The 
Social Pschlogy of ntergroup Relatios, Belmont, CA.:Wadsworth, 1979. 
66 Özdag, a.g.e., s.188,189. 
67 Yılmaz Diktas, Gaflet, Dalalet, Hıyanet, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2’nci Baskı, stanbul, 2003, s.28. 
68 Çay, a.g.e., s. 510. 
69 Özcan,a.g.e., s. 289. 


KAYNAKLAR:

AKSOY, Mustafa;Sosyal Bilimler ve Sosyoloji, ALFA yayınları, stanbul, Ocak 2000. 
AKGÜL, Suat;“Dogu syanları (1806-1938)”, Journal of Army Academy, 4’üncü cilt, 2’nci sayı, Ankara,1994. 
Anabritanika, Cilt 14, s.188. 
AYDIN, Ahmet; Kürtler, PKK ve A.Öcalan, Ankara, 1992. Basbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye İstatistik Yıllıgı 1981, Ankara, 1981. 
BOZKURT, Muhsin; “Türkçe Dil Bayragmız” (http://muhsinbozkurt.net/turkiyegercegi/Turkcedilbayragi.htm). 
BLAU, Joyce; “The Kurdish Language and Literature” (http://www.institutkurde.org/ kpweba/kurdora/llitt. htm). 
BRUİNESSEN,Martin van; Kürtlük, Türklük, Alevilik, iletisim Yayınları, 2000. 
CEMAL, Hasan; Kürtler, Dogan Yayıncılık AS., İstanbul, 2003. 
ÇAY, Abdulhaluk; Her Yönü İle Kürt Dosyası, Levent Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık Tic.Ltd.Sti., stanbul, 1994. 
ÇETİNER, Selahattin; “Kürtlerin Tanıtılması”, Harp Akademileri Bülteni, Temmuz 2004, Sayı 208. 
ÇETİNER, Selahattin; Sorunlarıyla Dogu ve Güneydogu Anadolu Gerçegi, Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetcik Vakfı Yayınları, Ankara, 2003. 
ÇİTLİOGLU, Ercan; “Yunanistan, ASALA ve PKK’nın Ortak Düsmanı Türkiye”, Cumhuriyet Gazetesi, 8, 9, 10 Eylül 1998. 
DENKER, M. Sami; Uluslararası Terör, Türkiye ve PKK, Bogaziçi Yayınları, 
İstanbul, 1997. 
DİRİCAN, Rahmi; Saglık Yönetimi, Türkiye’de Saglık Hizmetlerinin 
Gelistirilmesini Engelleyen Faktörler, Türk Tabipleri Birligi Merkez Konseyi, 1997 
(http://www.ttb.org.tr).
 Dogu Devrimci Kültür Ocakları Dosyası, Ankara, 1975. 
FANY, Messoud; La Nation Kurde et Son Evolution, Paris, 1933. 
FIRAT, M. Serif; Dogu illeri ve Varto Tarihi, Millî Egitim Basımevi, Ankara, 1961. 
Genelkurmay Baskanlıgı, Anarsi, Terör ve Uluslararası Terörizm, 
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001. 
GÜRSES, Emin; Ayrılıkçı Terörün Anatomisi, iRA-ETA-PKK, Baglam Yayıncılık, stanbul, 1997. 
http://vizyon2003.tubitak.gov.tr/teknolojiongorusu/paneller/enerjivedogalkaynaklar/raporlar/raporedk.pdf. 
JENKNS, Brian M.; International Terrorism: A New Mode of Conflict, California, Crescent Pubs., 1975. 
KUSTEPEL, Yesim; Dokuz Eylül Üniversitesi sletme Fakültesi, İnternet sitesi.(www.deu.edu.tr/userweb/yesim.kustepeli/dosyalar/gelir-sbe.pdf). 
KÜÇÜKSAHN, Ahmet; Sırnak Asiretleri ve Terör, Yayımlanmamıs Doktora Tezi, Ankara, 1999. 
LANNNG, Kevin; “Reflections on September 11: Lessons From Four Psychological Perspectives”, Analysis of Social Issues and Public Policy. 
(http://www.asap-spssi.org/pdf/asap021.pdf). 
MACKENZE, D.N.; “The Origins of Kurdish”, Transactions of the Philological Society, 1961. 
Milliyet Sanat Dergisi, Aralık 2002 sayısı. 
ÖZCAN, Nihat Ali; PKK (Kürdistan İsçi Partisi) Tarihi, deolojisi ve Yöntemi, Avrasya Stratejik Arastırmalar Merkezi Yayınları, Ankara, 1999. 
ÖZDAG, Ümit; Türkiye, Kuzey Irak ve PKK, Avrasya Stratejik Arastırmalar Vakfı Yayınları, Ankara, 1999. 
PAMUKOGLU, Osman; Unutulanların Dışında Yeni Bir Sey Yok, Harmoni Yayıncılık, İstanbul, 2003. 
SEKBAN, M. Sükrü;Kürt Meselesi, Kon Yayınları. 
SEFEROGLU, Sükrü Kaya;Anadolu’nun ilk Sakinleri Kürtler, Türk Kültürünü Arastırma Enstitüsü. 
SÜKAN, Faruk;ihanetler Karsısında Türkiye, Ankara, 1995. 
SIRVAN, Dr.;Zamane Kurd/Kürt Dili, İstanbul, 1976. 
ÜSÜMEZSOY, Sener;Avrasya’da Devrim Türk Jeostratejisi, İleri Yayınları, İstanbul, 2004. 
TACAR, Pulat Y.; Terör ve Demokrasi, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1999. 
TAJFEL, H.&Turner, J.C.; “An Integrative Theory of Intergroup Conflict. in W.G. Ausiton (Ed.)”, The Social Psychology of Intergroup Relatios, Belmont, 
CA.:Wadsworth, 1979. 
TÜRKDOGAN, Orhan;Etnik Sosyoloji, Timas Yayınları, İstanbul, 1998. 
www.meteor.gov.tr/2003/iklim/turiklimi/turkiyeiklimi.htm. 
www.ntvmsnbc.com/news/180517.asp. 
www.ntvmsnbc.com/news/235880.asp. 
www.gap.gov.tr/Turkish/egitim.html. 
www.diyarbakir.pol.tr/teror/teror_nedenleri.htm. 
www.sinanoglu.net. 


***