anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ocak 2021 Cumartesi

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 4

Mustafa Balbay'ın Savunmasının Tam Metni! BÖLÜM 4


Mustafa Balbay,Savunmasının Tam Metni, Ergenekon davası, Ahmet Necdet Sezer, Anayasa,


Belge!

Mütalaanın 568. Sayfasında evimde ve gazetedeki bilgisayarlarımda çıktığı iddia edilen belgelere ilişkin suçlamalara yer verilmiştir.
Evimden çıktığı öne sürülen belgeler gazetem Cumhuriyet’te çıkan haberlere dayanak oluşturan belgelerdir.
Bunları açıklıyorum.
Bilgisayarımdan çıktığı iddia edilen belgelerin durumu da tıpkı notlar gibidir.
Bir gazeteciye, “sende niçin belge var ?” diye sormak, bir şoföre, “sende niçin ehliyet var ?” diye sormak gibidir.
Savcı Nihat Taşkın burada, 1 Temmuz 2008 gözaltısı sonrasında ifademi alırken bilgisayarınızda bazı belgeler çıktı dediğinde, ben de gazeteci olduğumu 
söyledim, kitaplarımı, haberlerimi anımsattım.
Ancak gelinen noktada, bana bu belgeler gösterilmedi, bilgisayarımın imajı verilmedi.
Bu durumda görmediğim belgeler ile ilgili ne söyleyebilirim? “
30 kitabımdan 8’i sadece belgelere dayalı. Bunlar iddia makamının benim için çizmeye çalıştığı portre gibi salt askeri belgeler de değildir.
Bu kitaplara sadece konuları itibariyle yer vermek istiyorum

*** 

Kişisel!

Suçlama:

Mütalaanın 635. Sayfasında diyor ki:
“Mütalaaya Balbay’ın Ankara ili Çankaya Ahmet Rasim Sokak No:14 sayılı adresinde bulunan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosunda yapılan aramada 
elde edilen doküman ve ajandaların incelenmesinde; Mustafa Balbay yazılı 2005 tarihli Siyah ajanda içerisinde; 4 Ağustos sayfasında; 4 kişinin dini 
görüşlerine göre kişisel verilerin kaydedildiği...”

Yanıt:

İddia makamı çok ender yaptığı bir şeyi gerçekleştirmiş ve hangi delile dayanarak hangi suçu işlediğimi açıkça yazmış.
O ajandamın 5 Ağustos tarihli sayfası işte burada.
Sayfanın tepesinde Hasan yazıyor.
Altında “Her şey için tamam” diye bir cümle.
“Cumhuriyet eğt. kurumlar”
Onun altında 4 isim yazılı devamında karışık bir şekilde “biri...” diyor. “t” ile başlayan bu sözcüğü öyle anlaşılıyor ki, iddia makamı “tarikatçı” diye okuyor.
Sonraki ismin karşısında “Konya selam” yazıyor.
Sayfamın en altında da “CHP’li belediyeler” diyor.

Bütün sayfa bu.

Hemen karşısındaki 5 Ağustos tarihli sayfada da, “radyo özgür”, “Gökçeada”, “Özelleştirme yanlış”, “Enerji eki 15” gibi birbiriyle ilgisiz, bir gazetecinin 
günlük işlerinin bir parçası olarak yazdığı aşikar, anlam bütünlüğü olmayan notlar var.
İddia makamı 4 Ağustos tarihli bu sayfada şu suçu işlediğimi öne sürüyor:
“Örgüt faaliyeti çerçevesinde birden fazla kişinin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, hukuka aykırı olarak ahlaki eğitimlerine, cinsel 
yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlarına ilişkin bilgileri birden fazla kez kişisel veri olarak kaydetmek ve kişisel verileri vermek (?) ele 
geçirmek suçlarından ayrı ayrı TCK 135 – (2) (1), 137 – 1, TCK 43 (1), (2), TCK 136 – (1), 137 – (1), (43) – (1) (2) maddeleri uyarınca cezalandırılması 
mütalaa edilmiştir.”

Eğer bir gazetecinin ajandasından bu tür suçlar üretirseniz, dışarıda gazeteci kalmaz.

Üstelik bana yönelik böyle bir suçlama iddianamede yok.

*** 
Gizli!

Bu dava ile birlikte Türkiye yeni ve çok tehlikeli bir terör yöntemiyle tanıştı; gizli tanık terörü.
Hiç tanımadığımız kişiler, bilmediğimizi bir odaya kondu, salondaki yansıya buzlu cam görüntüsü yerleştirildi, sesleri bir kurşun vınlamasını andıracak şekilde metalikleştirilerek salona verildi Bizler o söz kurşunlarının hangimize isabet edeceğini endişe içinde bekleyerek, kımıldamadan onları dinledik.

Yanlış bir şey söylediğinde müdahale etmemiz yasaktı.
Böyle bir durumda yanlış söyleyen gizli tanık değil, doğruyu söylemek için çırpınan sanıklar uyarılıyordu.

Gizli tanıklar herkesi bir şeylere benzettiler. Ben kısmen ucuz atlatanlardanım. Gizli tanık Akdeniz 14 Mayıs 2012’deki 181. celsede beni meyveye benzetti.
Bir başka gizli tanık Kıskaç’ın gerçek adı bu salonda açıkça dile getirildi . Böylece anlaşıldı ki, bu tanık hem gerçek adıyla hem “Kıskaç” koduyla gizli 
tanık olarak ifade vermiş. Aleyhinde ifade verdiği, Ergenekon davasında sanık kişinin eski eşiyle evlenmiş. Aralarında husumet var. Böyle bir durumda 
tanıklığın kabul edilmemesi gerekirken bu kişi hem gizli hem açık tanık.
Ben bu durumu Zulümhane kitabımda işlediğim için hakkımda dava açıldı.
Bunlar bir yana esas hakkında mütalaanın 1167. sayfasında yer alan, Danıştay cinayetinin Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmesinin tek kanıtı olan, gizli 
tanıkla açık tanığın aynı kişi olması, savcıların, “her iki tanığın ifadelerinin birbirini doğruladığını” yazması gelinen noktaların fotoğrafıdır.

Gizli tanıklık sadece terör değil, adalet mekanizmasının kanseri olmuştur. Sonunda 8. Cumhurbaşkanının eşi Semra Özal’ı da vurmuştur.
Ergenekon davasının Selçuk kod adlı gizli tanığı şu ifadeyi vermiştir:
“Turgut Özal, Semra Özal’a zorla zehirlettirildi.”
Semra Özal uzun zamandır eşinin ölmediğini, öldürüldüğünü, görev şehidi sayılması gerektiğini söylüyordu.
Semra Hanım bu ifadeyi okuyunca avukatı Ali Kemal Sinsoysal aracılığıyla şu açıklamayı yaptı :
“Görgüye müstenit bilgisi olmayan, sadece kulak dolgunluğu ile gerçekte olmayan vakaları sanki vuku bulmuşcasına hayalinde genişleten, uydurma 
senaryoları mekan ve zaman ile kuvvetlendirme çabasındaki, kendini gizleyen bu sözde tanık, insanların şeref, onur, haysiyet ve namus kavramlarını bir 
çırpıda yerle bir etmekten kaçınmayan, diline gelmiş gibi konuşan garip bir varlıktır.
Gizli tanık olarak ağzına gelen her şeyi, mesnedi ve delili bulunmayan vakıları insanları karalamak ve yermek için, hiç çekinmeden ortaya atan bu insanın 
tedaviye ihtiyacı bulunduğu izahtan varestedir. Özal’ın eşi tarafından zehirlendiği iddiası tarafından hayal mahsülü bir savdır.
Dilekçe sahibi gizli tanığın burada saymaktan imtina ettiğim diğer çirkin isnat ve iftiraları da tamamen gerçek dışıdır. Bu çirkin ve hayali iddianın gerçekle 
uzaktan yakından ilişkisi kesinlikle yoktur. Özal ailesini ve Özal ismini karalamak için, özellikle uydurulmuş akıllara ziyan bir isnat ve özel kasıtlı iftiralardır. 
Bu kabil hayali ve mesnetsiz iftiralar, Özal ailesini değil, iftira sahibini bağlar. 

Bu örnek olay gizli tanıklık müessesesinin kötüye kullanılmasının özel bir 
örneği olarak hafızalarda kalacaktır inancındayım.”

Semra Özal’ın avukatının değerlendirmelerinin, gizli tanık üzerine yaptığı yorumların tümüne katılıyorum.

Eşinin ölmediğini öldürüldüğünü, şehit sayılması gerektiğin kanıtlamak için adaletten yardım isteyen Semra Özal, gizli tanık gazisidir.
Buradan hükümete seslenmek isterim; gizli tanık arşivleri iktidar ve çevresini de içine alacak davaların açılmasını sağlayacak ifadelerle doludur.
Semra Özal'ın’ yukarıda özetlediğim dilekçesinin 13.Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulmuş olduğunu ayrıca hatırlatmak isterim.
Bir de dinlenmesi gereken dinlenmeyen açık tanıklar var.
Şenkal Atasagun ve Şamil Tayyar dava konusunda gerçekleri bildikleri aşikar olduğu halde dinlenmemiştir.

*** 
Öteki!

Sayın heyet,

Mütalaada bana yönelik bölümlere doğrudan bire bir yanıt verdim.
2271 sayfalık mütalaada bir de benimle ilgili olmayan bölümlerde hiçbir temeli olmayan suçlamalar yer alıyor. Aslında bunlar suç da değil ama , öyle bir hava oluşturulmak isteniş ki, davada yargılanmakta olan herkes birbiriyle ilgili, bir kişinin işlediği suçu herkes işlemiş.

Zamanım elverdiği ölçüde bunlara da değinmeyi zorunlu görüyorum 101. sayfada gazeteci Can Dündar’a tanık olarak huzurunuzda ifade verirken yönelttiğim soru iddia makamında yorumlanarak aktarılmış. 
Benim Ergenekon’u dava ile birlikte duyduğum vurgulanırken Can Dündar’ın “benim araştırdığım bu değildi” sözlerine itibar edilmediği sözlerime ise 
itibar edilmediği belirtiliyor?

Hukukta bir ifadeye itibar etmenin ya da etmemenin kuşku götürmeyecek gerekçelerinin olması gerekir.
Bu davada kimliği tartışmalı gizli tanıkların değil bilgi duyumlarına bile itibar edilirken Can Dündar’a itibar edilmemesini halkın sağduyusuna bırakıyorum
Mütalaanın 783. ve 784. sayfalarında benim 3 Mart 2003 ATO’da yapılan Hilafetin ilgasına ilişkin toplantı sonrasında yazdığım yazıya yer veriliyor, yazı notlarla birleştiriliyor ve bir sonuca varılmak isteniyor.
Bu konuya yeniden değinmek istiyorum.
Notta “Amasya tamimi” o sözcüğün yer almasına ayrı bir anlam verilmiş. Amasya tamiminin ne olduğu vikipedi’den yapılan alıntı ile anlatılmış.

Alıntı şöyle:

“Ulusal egemenliğe dayanan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kurtuluş belgesi olarak Türk tarihinde ayrı bir yeri ve 
önemi olan belgedir. İlk kez ulusal egemenlikten bahsedilen bir ihtilal bildirisi niteliğindedir. Çünkü İstanbul hükümetini hiçe saymakta, hükümetin 
düşman devletlerin esiri olduğunu söylemekte, milleti yine milletin azim ve kararlılığının kurtaracağını söylemektedir.
Mütalaaya göre Amasya tamimi bir suç faaliyeti mi?
Kuvayı Milliyenin de yine mütalaanın her yerinde suç rumuzu olarak geçtiği dikkate alınırsa, bunu nasıl yorumlayacağız?
Bu kadarına pes diyorum. Ancak hangi ülkenin mahkemesinde yargılanıyorum diye düşünüyorum.
 
Mütalaanın 816. sayfasında benim miting düzenleyicisi olduğum yazılmış.
Miting düzenlemek iddia makamına göre suç olabilir ama, demokrasimizin aldığı her türlü yasaya karşın ülkemizde suç olduğunu düşünmüyorum.
Anlaşılan bir de miting ekleyelim diye düşünmüşler.
1037. sayfada ve 1526. sayfada benimle ilgili bölümlerde yer almadığı halde Genelkurmay Başkanı ile İlker Başbuğ’la örgütsel temasta olduğum gerekçeli olarak yazılmış.

Gerekçe şu:

Başbuğ, Kıbrıs’la ilgili bir yazım nedeniyle bana haber kaynağımı soruyor, ben de söylemiyorum. Başbuğ, beni iyi bir gazeteci olarak tanımlıyor, bundan da suç üretiliyor.

Bu arada vurgulamalıyım ki, Kıbrıs konusunda biz haklı çıktık.
Bugün Başbakan Kıbrıs’ta iki ayrı devletin çözüm olacağını söylüyor. Ben bunu 2003-2004’te yazdığımda hükümeti yıpratmaya çalıştığım iddia edilmişti.
1467. sayfada, bende çıktığı iddia edilen bir belgenin Perinçek, Özoğlu, avukat Buzoğlu da çıkması nedeniyle örgütsel bağ olduğu öne sürülüyor.
Görmediğimiz belgelerle suçlandığımız yetmiyormuş gibi, üzerimizden bağlantılar da kuruluyor.

*** 
Neden?
Bizlerin neden Silivri’nin beton ve demirden zindanlarında çürütülmek, kanıtlanmamış iddialarla sürdürülen yargılama işkenceleriyle itibarsızlaştırılmak 
istendiğimizi bir başka açıdan anlatmak istiyorum.
Türkiye geçmişte pek çok aydın kıyımı yaşadı. Bu kıyımlar, sadece aydınların bedenlerini ortadan kaldırmak için değildi. Asıl amaç onların toplum 
üzerindeki etkisini kırmak, ruhlarını, temsil ettikleri düşünceleri ortadan kaldırmaktı.
Bir kesit olarak paylaşmak gerekirse 1990’lı yıllarda art arda kamuoyunda Eşi Güldal Mumcu da mücadeleye pek çok boyutuyla katılarak Uğur Mumcu’yu 
çoğaltmaya devam ediyor. Ali Sirmen, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nın kuruluş aşamasında Güldal Mumcu’nun çabalarına bakıp , “teröristler, 
yoksa yanlış hedef mi seçtik diye kahroluyorlardır” demişti.
Bugün çok daha farklı bir aydın kıyımı ile karşı karşıyayız.
Bunun adı şu:
Aydınların, yurtseverlerin ruhunu kendi bedenlerinde boğmaya tam teşebbüs.
Bunun için kullanılan yöntem de hukuk.
Bedenleri tutsak edilen bu kişiler düşüncelerinden, temsil ettikleri değerlerden vazgeçecekler, yani yaşarken ruhlarını teslim edecekler. 

Böylece öldürülünce yapılamayan tutsak edilince gerçekleştirilmiş olacak.
Bu davanın hedeflerinden biri de buydu.
Ben bu plana hayır diyorum.
Bedenlerimiz hapiste, ama düşüncemiz, ruhumuz özgürdür.
Bizi ömür boyu hapiste tutsanız da devamında sırat köprüsüne çıkış yasağı koysanız da düşüncelerimiz, temsil ettiğimiz değerler bu ülkenin 
atmosferinde özgürce dolaşmaya devam edecek.
Tıpkı yurtseverlerin katledilmesi gibi hapsedilmesi de onları bitirmeye yetmeyecek.

***
Vekil!
Sayın Heyet,

Mütalaada hiç değinilmeyen önemli bir gerçek var.
Ben 12 Haziran 2011’de yapılan genel seçimlerde İzmir Milletvekili seçildim. Seçim bölgesindeki oyların yüzde 50’sini oluşturan 600 bin oyla seçildim. 
Şu anda CHP İzmir Milletvekiliyim.
Bu sizin için bir şey ifade etmiyor. Ama Türk halkı için çok şey ifade ediyor.
Demokrasi tarihimizde hapisteyken milletvekili seçilen kişilerin tümü demir parmaklıkların ardından çıkmışlar ve Meclis sıralarına gitmişlerdir.

1990’da Mümtaz Faik Fenik, 1957’de Osman Bölükbaşı, 2007’de Sabahat Tuncel hapiste aday oldular, seçildikten keza bir süre sonra tahliye edildiler.
Dünyada “hapiste milletvekili” diye bir kavram yok. Zaten anlatmakta da güçlük çekiyoruz.

Biz son savunmamızı yapıyoruz ama siz özel statü ile son yargılamamızı yapıyorsunuz.
Sadece bizimle ilgili değil, asıl kendiniz ile ilgili bir hüküm inşa etmektesiniz.
Bu hükmünüzün ileride boynunuzda gururla taşıyacağınız bir hüküm olmasını dilerim.

*** 
Son!
Sayın heyet,

Mütalaanın doğrudan benimle ilgili bütün bölümlerine, genelinde hukuksuzluklara kısıtlı zaman diliminde değindim.
Vicdanımda en ufak bir gölge, mücadele çizgimde en küçük bir kırık yok.
İster Meclisinde ister cezaevinde neresinde olursam olayım bu ülke için yaşamaya, bütün gücümü Türkiye’nin daha ileri gitmesi için kullanmaya devam edeceğim.
Bir milletvekili olarak kendimi sadece bu ülkenin herhangi bir yerinde bir insanın incinmesinde sorumlu hissetmiyorum, Dünyanın en uzak köşesinde Türkiye ile ilgili konuşulanlardan sorumlu hissediyorum.
Vücudunuzda herhangi bir yara olsa, elimiz oraya gider. Ben de bu ülkede olan her şeyi vücudumda hissediyorum.
Bedenim demir parmaklıkların arkasına konmadan önce de böyle yaşadım bugün de.
Bugün tek bayrak, tek vatan, tek millet inancıyla icraat yaptığını ilan eden iktidarın uygulamacılarına bakınca aman hiç bayrak, hiç vatan hiç millet 
olmasın diye hayıflanıyorum.
İktidara, topluma bu tehlikeleri söylemezsek sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz diye düşünüyorum. Mütalaaya göre söylemek suç ama, inanıyorum ki söylememek daha büyük suçtur.
Bu davalar başladığında, burada bir şey var geçmiş aydınlatılacak diyenlerin oranı yüzde 70, bu davalar bir kurgu, Türkiye’yi başkalaştırma aracı diyenlerin oranı yüzde 30’du.
Son araştırmalar gösteriyor ki, tablo tam tersine döndü.
Ben bu millete inanıyorum. Kalan yüzde 30’un içindeki tüm sağduyulu kesimler de zamanla gerçeği görecek.
Halkımız olaylar sıcakken dokunmayı sevmez. Menderes’in idam edildiği gün Türkiye’de kimsenin sesi çıkmadı.

Öyle ki, o gün Türkiye’de hakaret suçu bile işlenmedi. Ama halkın çok büyük bir bölümü idamları onaylamadığını gösterdi.

İçerden dışardan ne kadar Türk toplumunu başkalaştırma, dönüştürme girişimi olursa olsun halkın yönü hep uygarlığa, çağdaş değerlere dönüktür.
Mayıs ayı başında uluslararası bir araştırma yayımlandı. Halkın büyük çoğunluğu Müslüman olan 39 ülkede 38 bin kişi arasında yapılan araştırmaya göre Afganistan’ın yüzde 99’u, Irak’ın yüzde 91’i, Filistin’in yüzde 89’u, Pakistan’ın yüzde 84’ü,Mısır’ın yüzde 74’ü şeriat kurallarına göre yönetim istiyor. Bu oran Türkiye’de yüzde 12.
Araştırmaya göre yüzde 12 içinde de önemli bir dilim şeriat kurallarının katı uygulanmasını istemiyor.
Araştırmayı yapanlar Türkiye’de öteki ülkelerden farklı çıkan bu sonucu yorumlarken şunun altını çiziyorlar :

“1920’lerde yaşadığı büyük değişim.”

Atatürk’ün, Atatürk devrimlerinin yeri 21. yüzyılda yapılan uluslararası araştırmalarda bile gücünü koruyor.
Ben bu gerçeği dünya gezilerimde de gördüm.
Kendimi hep Atatürk’ün, Atatürk devrimleriyle oluşan kuşakların hizmetçisi saydım.

Bundan sonra da öyle sayacağım.

Sivas Kongresi’ni birinci kurultayı olarak kabul eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin soylarında üreterek, yazarak, konuşarak hizmet etmeye devam edeceğim.

Beni ömür boyu demir parmaklıkların ardında tutacak kararlar çıksa da hatta devamında sırat köprüsüne çıkış yasağı konsa da ruhumun özgürlüğünü 
kimseye teslim etmeyeceğim.

Bizden sonraki kuşaklara da bu ruhu özgür devretmenin ölümsüzlük olduğuna, bunun en büyük hizmet olduğuna inanıyorum.

Varlığım, kendimi bir öğrencisi hissettiğim Türk varlığına armağan olsun diyorum.

Mustafa BALBAY

***

13 Ekim 2017 Cuma

YARSAV


YARSAV

Eminağaoğlu Savunmaya Geçti 

19 Mart 2009 08:49 

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, askerliğini neden yapmadığından, Ergenekon'a verdiği desteğe kadar sert sorulara cevap verdi. 

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, askere gitmemek için sahte çürük raporu aldığı iddialarını Zaman'dan Nuriye Akman'a değerlendirdi. 

"Anayasa askerlik demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti kamu kurumlarında da yerine getirilebilir." ifadesini kullanan Eminağaoğlu, bu konunun dünyada da çok 
tartışıldığına dikkat çekiyor. Ergenekon soruşturması sırasında polisin aradan çekilmesini isteyen Eminağaoğlu, AK Parti kapatma davasıyla ilgili iddianamenin, 
İşçi Partisi'nde çıktığının hatırlatılması üzerine de, "Onu ben bilemem. Ben o konuyu devam eden dava nedeniyle yanıtlamam." diyor. 

-Yargıtay Başsavcısı'nın açtığı AKP kapatma davasında iddianamenin Abdullah Gül ile ilgili kısmı İşçi Partisinde çıktı. Siz de bu iddianameyi önceden almışsınız. 
İddianameyi sizi çok sevdikleri için mi verdiler? 

-Son derece bilgi kirliliği. Bir taş bir yere atılıyor ve ondan sonra uğraşıyorsunuz çıkaramıyorsunuz. Bu budur. Tamamı yanlış bu dediğinizin. 

-İşçi Partisi'nde çıkmadı mı bu iddianame? 

-Ben o tarafını bilemem. Tamamı yanlış. 

-Bilemiyorsunuz nasıl dersiniz ki yanlış. 

-Bakın şu belgeye. İstanbul'da açılan bir davanın 291. klasöründeki 78. sayfa. 

-Hangi dava efendim? 

-Kamuoyunda bilinen bir dava. 

-Ergenekon davası desenize şuna. 

-Bakınız Türkiye'de gerçeklerin nasıl çarpıtıldığına. Şurayı okuyun: 

-"AKP dosyasını Eminağaoğlu'na iletelim. Görüşünü alalım, limandaki yemeğe yetiştirelim. Yemeğe Eminaağaoğlu dışında Ergun Poyraz ve Levent Ersöz Paşa da gelecek" 
notunun alındığı... Tamam, buradan çıkıyor bu soru zaten. 

-Buradan çıkıyor. Bu, polisin değerlendirme belgesi. Onu da savcı iddianameye koyuyor. Olduğu gibi. Söz konusu belgenin oluşturulma tarihine bakıldığında 2 Ocak 2008. 
Yani yemek o gün olmuş oluyor. Dolayısıyla burada bir maddi hata olmadığını şu tarihte, şuradan anlıyorsunuz, nereden? Dolayısıyla diyor, 
Ak Parti'nin kapatılma iddianamesi açılmadan yaklaşık üç ay öncesinde diyor bu yemek için. Dava ne zaman açıldı? 14 Mart 2008. Adı geçen şahısların bir araya gelerek 
Ak Parti'nin kapatılması ile ilgili hazırlık yaptıkları... Tamam, kimlerle bu işler olmuş? 

Belgeler İşçi Partisi'nde ne geziyor ben bilemem... 

-Ergun Poyraz, siz ve Levent Ersöz. 

-Ergun Poyraz ne zaman tutuklandı? 27 Temmuz 2007. Bu yemek ne zaman yenmiş? 2 Ocak 2008.Siz böyle bir yemeği yiyebiliyorsanız gelin ben bu sorunuzu yanıtlayayım. 

Bakın bunun altında kaç tane polisin imzası var. Yedi aylık tutuklu bir adamla, Ankara'da olmayan bir kişiyle bana Ankara'da yemek yedirerek böyle bir şey yapılıyorsa ben bu soruyu nasıl yanıtlayabilirim. Bu İşçi Partisi'nden çıkan belge deniliyor. 

-Peki İşçi Partisi'nde ne geziyor? 

-Ben bilemem. Ben o konuyu devam eden dava nedeniyle yanıtlamam. 

-Peki onlar sizin arkadaşınız mıdır? 

-Benim görüşmüşlüğüm yoktur. Ben bu kişileri ismen bilirim, tanırım. 

-İddianamede isminiz 16 yerde geçiyor. 

-Bu konu beş yerde geçiyor. Ve beş yerde de birebir tekrar olarak geçiyor. O zaman bu iddianame beş kişi hazırladı da, beş tane metin mi birleşti tartışmaları oluyor. Bunlara girmeyelim. Ama iki konu hep tekrar. 

-O tarihlerde olmayabilir, siz ömrünüzde hiç bu kişilerle bir araya geldiniz mi? 

-Bakınız, ben böyle bir yemek yemedim. Ve şunu ifade edeyim, şimdi devam eden davada bu olayın diğer taraflarının bir takım savunmaları var. Sanki o savunmalara destek gibi bir algı asla yaratılmasın. Ama bu gibi şeyler soruşturmanın neden polis tarafından yürütülmesin dememizin sadece bir örneğidir. 

-Ama soruşturma polis tarafından yürütülmüyor ki. Hakim ve savcılar tarafından yürütülüyor. Ve bütün tutuklanma, gözaltına alınma kararlarını da hakimler veriyor. 

-O zaman Emniyet Genel Müdürlüğü bana şu yazıyı nasıl yazabiliyor. Bakın kim yazıyor? 

Emniyet Genel Müdürlüğü. İbrahim Kulular, basın halkla ilişkiler müdürü. 

Ben diyorum ki benim hakkımda bir istihbari bilgi topluyor musunuz? Adı geçen şahsın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan, kamuoyunda Ergenekon olarak bilinen kovuşturma çerçevesinde şüpheli ve tanık olarak yer almadığı anlaşıldı diye cevap veriyor Ben Emniyet'e bunu sormuyorum ki, niye Emniyet yanıtlıyor? 

-Kime sordunuz bunu? 

-Ben Emniyet'te benim hakkımda istihbari bilgi topluyor musunuz diye soruyorum. Bu ne demek? Soruşturmayı savcılar yürütüyor ama işin mutfağını siz Emniyet'te kurarsanız ne olur? Mutfakta pişen yemeği yeni baştan pişirmiyorsunuz. Mutfakta pişen yemeğin malzemesi ile ancak tuz eklersiniz, tatlısına şeker eklersiniz bilmem ne yaparsınız. Hükümete karşı bir darbe soruşturmasını hükümete karşı güvencesiz polislerle yapan dünyada bir tane ülke gösterin ben bu iddiamdan vazgeçeyim. Türkiye'de 70 milyonun izlenmesine yönelik kararın altında kimin imzası var? Yargıç imzası var. 70 milyonu izleyebilir misiniz? Türkiye'de Emniyet'in istihbari dinlemeleri delil olsun diyen kararın altında yargıç imzası var. İstihbari dinlemeleri delil yapabilir misiniz? Durum şu Nuriye Hanım. Yargı sistem olarak öyle bir konumda ki istihbari birimler ve yürütme birimleri karşısında rahat bir ortamda çalışamıyor. Belge, doküman bombardımanı altında tutuluyor. Yargı serbest ve bağımsız ortamı bulduğu anda hukuk pusulası şaşmaz. 

-Siz bu davayı yürüten savcı meslektaşlarınıza güvenmiyor musunuz? 

-O savcılar Emniyet'e mecbur bırakılmamalıdır. O savcılar, hangi savcı olursa olsun bir hukuk devletinde soruşturmanın gerektirdiği çalışma koşullarına sahip edilmeyen savcılardır. Biz diyoruz ki, soruşturmanın sahibi savcıdır. O savcı, o soruşturmayı da yürütmelidir. 

-Ama şimdi siz onların adına bir yargıda bulunmuş olmuyor musunuz? 

-Yargıda bulunmuyorum hayır. O savcılar yürütmelidir. Ancak o savcılara o ortam sağlanmalıdır. Şu an itibariyle sürecin yürütmenin etkisi dışında yürütüldüğü tartışmalarını ortadan kaldıramazsınız. Adli polisi kurmaya Türkiye'nin zamanı yok deniyor. Adli polisi kurmaya zamanı yoksa olabildiğince savcı sayısını arttırırsınız. 

-Ama biraz önce şey demiştiniz, iddianameyi beş kişi hazırladı da, metinler mi birleştirildi? Daha fazla savcı olunca iyice sulanmayacak mı iş? İyice yokuşa sürmek mi istiyorsunuz meseleyi? 

-Biz hiçbir şey yokuşa sürülsün istemiyoruz. Hukuk neyi gerektiriyorsa öyle olsun. Bir örnek vereyim. Örneğin bir a örgüt davası. Ve bunu Emniyet'le beraber yürütmemeniz gerekiyor diyelim. Ne yaparsınız? Örgüt davasına bir savcı bakar. Diyelim ki yüz tane eylemi var, elli tane eylemi var, yirmi tane eylemi var. Her eyleme de bir savcı bakar. Ve bu bir noktada da birleşir tüm bilgiler. Yani bir olayı on kişiye vermiyorsunuz. X eylemine bir savcı bakar. Y eylemine bir savcı bakar, z eylemine bir savcı bakar. Ana örgüt yapısına bir savcı bakar. Ve tüm bu bilgiler bir noktada toplandığında sağlıklı bir şey bulur. 

-Ama zaten çok savcı var bu davada. 

-Kamuoyu görüyor nasıl yürüdüğünü. Savcının yürüttüğü bir soruşturmanın talepleri savcıdan gelir. Polis savcıdan talepte bulunuyorsa, o zaman bizzat savcı yürütmüyordur. 

-İşin polisiye yönü de var ama. Polisi nasıl dışlayacaksınız? 

-Vardır. Efendim bakınız yasa der ki, savcı polise der ki, şunu getir, şunu hazırla, şunu yap. Polis sadece savcının dediklerini yapar. Ama artık bugün Türkiye'de polis diyor ki savcılar şunu yapsın. Polis diyor, şunu yap, şu olsun, bu olsun. 

Türkiye'de her soruşturma yapılmalıdır. Etkin soruşturmalar yürütülmelidir. Ama kurallarıyla yürütülmelidir. Bu demek değildir ki polis soruşturma sürecinde asla görev alamaz. Elbette görev alır. Yasada kurallar var. Belli soruşturmaları sadece polisle yaparsınız. Ve siz ona göre bir işlem yaparsınız. Ama neden yasa terör suçlarında bizzat savcı diyor. 

-Benim anlamadığım şu, şimdi o savcılar mesleklerini iyi yapmıyorlar mı? Onların bir şikayetini duymadık. Siz onların adına polis seni yönlendiriyor, sen polisin emrinde çalışıyorsun nasıl diyebiliyorsunuz. Savcı meslektaşlarınıza niye güvenmiyorsunuz? 

-Bakınız Nuriye Hanım, bu dönemde belli soruşturmalar içeriği itibariyle çok fazla öne çıkıyor. 12 Mart dönemi bugün hafızalarda neyle yer alıyor? 

-İşkencelerle. 

-Nerede yapılır bu? 

-Asker eliyle. Ziverbey köşkünde. 

-12 Mart dönemi kısıtlanan özgürlükler nedeniyle hafızalarda. Bu özgürlüklerin kısıtlanmaları ve bir takım kötü muameleler soruşturmalara konu olmuş. 12 eylül'ün hafızalarda yer alması kısıtlanan özgürlükler ve dönemin soruşturmaları nedeniyledir. Ve o süreçte yine savcılar vardır. O savcılar yine görevleri için çalışmaktadırlar. Ama o soruşturmalar o yönetimlere bağlı kolluklardaki soruşturmalardır. 

-Ama askeri darbe dönemleri onlar. Şimdi öyle bir dönem yok ki. 

-Bakın Türkiye ilk kez bir şeye soyunmuş. Hükümete karşı bir darbe soruşturması yapıyor. Şimdi hükümete karşı darbe soruşturmasını hükümete güvencesiz olan polislerle yürütürseniz benzer tartışmaları yok edemezsniz. Biz diyoruz ki ne yapılıyorsa, nasıl yapılıyorsa bu tartışmaların yaşanmadığı, yok edildiği, sonuçta hukukun kazançlı çıkacağı bir çalışma ortamı ile yapılsın. Bu tartışmaları gidermenin yolu, 

-Polisi aradan çekmek! 

-Hükümete karşı bir eylemse o zaman ya polisi bütünüyle güvenceli kılarsınız, Türkiye'de böyle bir şey yok. Güvenceli kılamıyorsanız polisle bu iş yürütülemez. 

Mahkeme karar verene kadar Ergenekon bir iddiadır 

-Gelelim sadede. Sizce Ergenekon diye bir örgüt sizce var mı, yok mu? 

-Var mı yok muyu mahkeme karar verir. Mahkeme karar verene kadar bu bir iddiadır. Mahkeme karar verene kadar hiç kimse suçlu değildir. Eğer ilk kez bir örgütün terör örgütü olup olmadığı konusu varsa, ilk kez yargı önüne gelmişse terörle mücadele yasasının birinci maddesi terör örgütlerini tanımlar. Onun terör örgütü olup olmadığına karar verecek, o maddeyi yorumlayacak olan yargı organıdır. Ve ona bakacak olan Yargıtay'dır. Buna Emniyet terör örgütü dese, Jandarma dese, MİT dese, Genelkurmay dese hiçbir anlamı yoktur yargı için. Buna ilk karar verecek olan yargıdır. 

-Savcının hazırladığı iddianamede bu bir terör örgütü deniyor. 

-O bir iddiadır. Eğer biz şu şudur dersek davayı bitirmiş oluruz. 

-Ortada darbe planları var, cephanelikler var, kuyulardan çıkan kemikler var, cesetler var. Bunlar çeteleşmeye dair kuvvetli bir ihtimal olarak görünmüyor mu size? 

-Buna yargı karar verecek. Biz hukukun üstünlüğünü savunuyorsak, her türlü darbeye her boyutuyla karşıyız. Çünkü her darbe hukukun üstünlüğünü ortadan kaldırır. 

-Ama sesinizin darbe girişimlerinin aydınlatılması yönünde yükselmeyip de, sadece bunları aydınlatmaya çalışan meslektaşlarınıza karşı yükselmesi sizin Ergenekon'un savunucusu gibi resmediyor. 

-O resmi ortaya koyan biz değiliz. O resmi yaratan objektif değerlendirme yapmayanlardır. Biz soruşturma ve kovuşturmaların tarafsızlıkla, hukuk içinde, insan haklarına saygı çerçevesinde yürütülmesini istiyoruz. 

-Şu ana kadarki gelişmelere bakıp, memleket amma da çetelerin elinde kalmış mı diyorsunuz, yoksa bunlar fasa fiso mu diyorsunuz? 

-Biz kontrgerilla, gladyo, susurluk tipi devlet içinde konuşlanmış örgütlenmeleri her zaman ulusun gerçek iradesini yansıtan demokratik toplum düzeni için bir tehlike olarak görüyoruz. Bakınız, her şey soruşturulacak. Herkes soruşturulacak. Ama yargı süreci kesinleşene kadar siz bu budur diyemezsiniz. Buna yargı karar verecek. Biz her türlü darbeye karşıyız. Sonuna kadarda hukukun üstünlüğü mücadelesini yapacağız. Ama yargı sürecine saygı gösteriyoruz diyen kişiler şu an bir önyargıya kapılmasın. Yargıç ve savcılar da insan. Yargı bağımsızlığının beş tane unsurundan bir tanesi kamuoyuna karşı bağımsızlık. Bütün dünyada bu böyle. Yargıç da o kamuoyunun içindeki bir insan. Siz onun tüm çevresinde basınıyla, her şeyiyle bir önyargı yaratırsanız, yargıç oradan sıyrılıp tarafsızlıkla nasıl karar verecek. Yargıç hukuk ne gerektiriyorsa o kararı vermelidir. Kamuyoundaki herkes gibi ben de birey olarak, Yarsav başkanı olarak bir yerlerde bir takım cephaneler, silahlar bulunmuşsa nedir bunun amacı, bu araştırılsın diyorum. Yargı ve hukukun üstünlüğü niçin vardır? Hiç kimsenin etkisinde kalmadan o kuralları ihlal edenlerin üzerine gitmek için. Kim olursa. 

-Peki o zaman Sabih Kanadoğlu aranmaya gelindiğinde niye gidip orada duruyorsunuz? Niye sakin sakin beklemiyorsunuz sonucunu? 

-Ben Yarsav başkanıyım. Sabih Kanadoğlu Yarsav kurucu üyesi. Onursal Yargıtay başsavcısı. Ben oraya giderek o aramanın yapılış tarzını engelleyen, müdahale eden bir davranış içerisine girmiyorum. Ben oraya giderek hem kurucu üyemize, hem de hukuk adına ne olması gerekiyorsa onu yapmak için gidiyorum. 

-Ama sonuçta taraf oluyorsunuz. 

-Siz nasıl görmek istiyorsanız öyle görürsünüz. Ben hukuk adına gidiyorum ve orada hiçbir şekilde de hukuk dışı veya yasaya aykırı bir şeyde bulunmuyorum. Ben oraya gittiğimde hukukun üstünlüğüne olan saldırıyı yine hukuk önleyecektir diyorum. 

-Siz kendinizi ulusalcı diye tanımlar mısınız? 

- Eğer siz buna siyasi bir anlam yüklüyorsanız ben konumum itibariyle o siyasi anlamı yanıtlayamam. Ben, anayasa ne diyorsa Türkiye laik devlet diyorsa, ulus devlet diyorsa, hukuk devleti diyorsa, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti diyorsa cumhuriyet ben buyum. Yarsav siyaset dışıdır ve siyaset üstüdür. Biz siyaset dışı ve siyaset üstü olduğumuz için hiçbir siyasi düşüncenin ne yanındayız, ne karşısındayız. Yarsav'ın tek bir siyaseti vardır, yargı bağımsızlığıdır, hukukun üstünlüğüdür. 

-İlker Başbuğ ile özel bir görüşmeniz oldu mu? 

-Benim eşim daha evlenmeden önce Genelkurmay Başkanlığı'na hukuk müşaviri olarak girip çalışan bir kişi. Öyle yorumlar, öyle haberler üretildi ki, konu taa İlker Başbuğ ile gizli görüşme yaptı gibi bir boyuta geldi. Ben gizli bir insan değilim. Herkesin ulaştığı bir insanım. Bu haberi üreten kişi bana sormadan nasıl yazar böyle bir şeyi? 

-Görüşmedim deyin bitsin gitsin. 

-Bakınız, görevim gerektirse görüşürüm. Ama bugüne kadar hiçbir şekilde görevim, Sayın İlker Başbuğ ile bizzat görüşme durumunu ortaya çıkarmamıştır, böyle bir şey olmamıştır. 

-Özden Örnek'in darbe günlüklerini hangi duygularla okudunuz? 

-Ben Nokta dergisinin o sayısını aldım. O dergiyi de muhafaza ediyorum, okudum. 

-İkinci iddianameye de girdi. 

-Girdiği için bu budur, şu şudur diyemem. Hiçbir zaman darbe gibi bir söylem, çözüm olmamalıdır. 

-Onu okuduğunuzda hala bu çağda görüyor musun bak darbe hazırlıkları yapılmış, ne ayıp dediniz mi? 

-Mutlaka okuduğumda kişisel düşüncem olmuştur. Şimdi o günlüklerin neresi doğrudur, neresi eğridir. O günlükler hukuksal yollarla mı elde edilmiştir? Belki hukuksal yollarla elde edilmemişse mahkeme hiç kanıt saymayacaktır, onu bilemeyiz. Kanıt saymayınca belki başka bir karar ortaya çıkacaktır. Ama tekrar ediyorum herkesin çözümü hukukta görmesi gerekiyor. 

-Yani hala darbeden medet uman askerler var mı yok mu? 

-Herkesin her türlü düşüncesi olabilir. Bir kahveye gidersiniz insanlar ne olacak bu memleketin hali der. Türkiye'de her dönemde bugün bu siyasi düşünceyi benimsemeyenler, dünkünü benimsemeyenler, ondan önceki ondan öncekini benimsemeyen vardır. Ama her dönemde herkes ne olacak bu memleketin hali der. Herkes bir çözüm üretir. Hukuktan umudunu kesen başka şeyler söyler. İşte ordu gelsin der, darbe olsun der. Herkes bir şey söyler. Her dönemde çözümü hukukta görmek lazım. 

-Kahveden bahsetmiyoruz, ordudan bahsediyoruz. 

-Buna kamu görevlileri dahildir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yıpratılmasından rahatsızlık duyarım. Türk Silahlı Kuvvetleri Türkiye Cumhuriyeti'nin koruyucusu, kollayıcısı, olmazsa olmaz bir ordusudur. 

-Türkiye'nin koruyucusu hukuk değil midir? 

-Elbette hukuktur. Ama TSK, yasasına göre Türkiye'nin koruyucusu ve kollayıcısıdır, iç ve dış saldırılara karşı. TSK içinde yanlışlar varsa, bu her kurumda olabilir. Bunu herkes hukuk neyse bunun yanıtını o sürecin sonunda, o süreçte yapar bulur eder. 

-Geçenlerde Tolon Paşa'nın bir ses kaydı çıktı. Orada savcılara küfrediyor. Ulan sen kimsin diyor. 

-Kamuoyuna yansıyan bilgiler itibariyle hukuksal olmayan yöntemlerle elde edilmeyen bir konuda konuşamazsınız. Eğer o hukuksal bir biçimde elde edilmişse, yargı onun gereğini yapar. Ama eğer hukuksal bir biçimde elde edilmemişse siz onu hiçbir biçimde kullanamazsınız. Ondan hareketle hukuksal bir sonuç yaratamazsınız. Ondan hareketle o kişi aleyhine hiçbir şey yapamazsınız. Kimsenin özel yaşamındaki konuşmasını onu kamuoyu önünde küçük düşürmek için kullanamazsınız. 

80'lerde bir hastalık nedeni ile askerliğe elverişsiz iken bugün iki hastalık nedeni ile askerliğe elverişsizim 

-Askerlik yapmanıza engel olan sağlık sorununuz, karın zarı ameliyatı geçirmeniz mi, yoksa karaciğerinizdeki bozukluk mu? 

-Ağustos ayında beni Star Gazetesi'nden bir muhabir aradı. Böyle bir iddia var, ne diyorsunuz dedi. Düşünün yirmi sene önceki bir olaydan dolayı bir anda bir gazeteci arıyor, böyle bir şey soruyor. Ne diyebilirim dedim. Yasaya, hukuka, mevzuata, sağlık yönetmeliğine aykırı olmayan bir şey. Bunu böyle bir özel amaçla yayın yaparsanız ben elbette hukuksal yollara başvururum dedim. Birkaç gün sonra bir başka gazetede yayınlandı. Türkiye o kadar hukuksuz günler yaşıyor ki benim askerlik raporlarım bugün internet sitelerine girin, tamamı internet sitelerinde yayınlanıyor. Bu haberleri yapan hiç kimse Sayın Eminağaoğlu sizin elinizdeki belgeler nedir? Bir bunların aslını görelim demek gereğini bile duymamışlardır. 

-İmkan varsa görelim. 

-Tabii getirtirim. Ben 1980 öncesi Şavşat'ta ortaokul öğrencisiyken rahatsızlandım. ilçede benzin kıtlığı var. Mazot bulunamıyor. Doktor acil ameliyat demiş, apandisim patladı patlayacak. Babam dolaşıyor bir bidon mazot bulabilmek için. O koşullarda dört saat yolculukla Artvin devlet hastanesine gidiyorum. Ameliyat oluyorum. Ameliyat raporları var. yıl 1984. Fakülte birinci sınıfa kaydolmuşum, okulda rahatsızlanıyorum. Apar topar beni Cebeci Tıp Fakültesi'ne kaldırıyorlar. Orada da karın zarı iltihabı ameliyatı oluyorum. Ve hayati tehlikesi olan bir ameliyat. O ameliyatta ilk ameliyata bağlı yapışıklıklar tespit ediliyor. 

Fakülte bittikten sonra askerliğe karar aldırmak için beni Etimesgut Hava Hastanesi'ne sevk ettiklerinde, tabii ben askerliğe alınacağımı düşünüyorum. Bilmiyorum yani elimdeki şeyleri. Hastaneye gidiyorum. Muayene fişi, hep sağlık raporu diye basılmıştır gazetelerde. Muayene fişinin kenarında der ki iki hekim imzalayacak. Fakat iki hekim de sağlam, sağlam diye basacak. Biri iç hastalıkları uzmanı, biri hariciye uzmanı. İç hastalıkları uzmanının sağlam raporunu görürsünüz. Hariciye uzmanının orada sağlam kaşesi yoktur. Onu kimse okumaz, kimse görmez. Karbon kağıtlar kullanıldığı için her nüshaya başka şey yazılmıştır. Ama rapor istemiştir, ameliyat raporlarını getir anlamında. Ama o her nüshaya ne yazarsa yazsın bir kere şu çok net görünüyor. İki tane sağlam kaşesi basılması gerekirken, iç hastalıkları sağlam kaşesi basmış, hariciye sağlam kaşesi basmamış. Çünkü başka işlemler istemiş. O işlemler yapılmış, o işlemlerin sonucunda da askerliğe elverişli olmadığım şeklinde rapor düzenlenmiş. 

-Neden karaciğer diye çıktı haberler? 

-O günkü yönetmelikte benim askerliğe elverişsiz olduğum o madde ve fıkra bugün karaciğer ile ilgili. Yani o fıkra değişmiş. Herkes bugünkü yönetmeliğe bakıyor, karaciğer yazıyor. O günkü yönetmeliğe baksalar gerçeği görecekler. Ancak o günkü askerliğe elverişsizlik bugün yine yönetmelikte var. Başka bir madde olarak var. Yani bu kadar amaçlı ve gerçeği araştırmadan yapılan bir haberdir o. 

-O haberlere göre, size önce sağlam raporu veriyorlar, sonra tahrifat yapılıyor. Tahrifatı da size sağlam raporu veren iki doktor söylüyor. İmza bizim ama üzerindeki yazılar bize ait değil diyorlar. 

-Keşke o iki doktorun önüne o belgeleri önlerine koysanız, keşke öyle konuşsanız. Diyorum ya bakın muayene fişi üzerinde rapor diye basılıyor. Önce sağlam raporu değil, doktorun birisi sağlam basmış, diğeri basmamış. Bir tane raporunuz olur sizin iki tane raporunuz olmaz. 

Ben o doktorların ifadelerinin farklı yorumlandığını görüyorum. Eğer ikinci doktor da sağlam olduğu düşüncesinde olsa sağlam kaşesini basar. Ve buna sağlam kaşesi basılmamış. 

Diyorum ya karbonla yazıldığı için hepsi farklı yazılmış. Karbon çıkmış, çıkmamış. Ama bakınız ben neleri istedim. Ben Genelkurmay'a, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne her yere başvurdum. Bu raporlar, yapılan her işlem defterlere de kaydediliyor. Bunlar arasında bir çelişki yok. 

-Bir de şöyle bir mevzu vardı. Birinde 1984, birinde 1988 yazılmış. Daktilo yanlış basmış demiştiniz. 

-Askerlik şubesi sizi sevk ediyor. Evrakın birisine doğum tarihimi yanlış yazmışlar, birisinde düzeltmişler. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ameliyathane defterinin fotokopisini aldım. Orada hiç böyle bir sorun yok. Ameliyathane defteri olduğu gibi askeri rapora geçmiş. Ama hiç kimse bana gelip de sormuyor. Her şey yıpratmak anlamında. 

-Nitekim Milli Savunma Bakanı bir usulsüzlük yok dedi. 

-Tabii. Milli Savunma Bakanlığı beni niye korusun. Bu hükümetin bakanı açıklama yapıyor hiçbir sorun yoktur diye. Bakın, 80'lerde bir hastalık nedeni ile askerliğe elverişsiz iken bugün iki hastalık nedeni ile askerliğe elverişsizim. 

-İkincisi ne? 

-Akdeniz ateşi. Kalıtsal bir hastalık. Küçük oğlumda da var. Bağışıklık sistemi ile ilgili. 

Ben Akdeniz ateşi için Hacattepe'de tedavi görüyorum. Kromozom testleri, DNA testleri hepsi var. Benim ilk elverişsizlik raporum karın zarı ameliyatı ile ilgili. Akdeniz ateşi teşhisi, o tarihte konulamamış. Sonradan ortaya çıkan bir hastalık değil, doğuştan gelen, ama teşhisi ancak o DNA testleriyle sonradan konuldu. Ben her gün ilaç kullanıyorum. 

-Genelkurmay'da eşinizle birlikte gizli toplantılara girdiğiniz yolundaki haberlere ne diyorsunuz? 

-Benim eşim o tarihte Antalya'da yıllık iznini kullanıyor, yazlıkta kalıyor. Söylenilen tarihte Ankara'da değil. Az önce konuştuğumuz, limanda tutuklu ile bana yemek yedirme olayı gibi. Eşimin uçak geliş gidiş biletleri de var Ankarada olmadığına ilişkin. Bilgi edinme kanununa göre dilekçe verdim. Dedim ki, şu tarihler arasında benim eşim göreve gelmiş midir, izinli olmasına rağmen. Genelkurmay'ın her türlü elektronik turnike giriş çıkışı var. 

Verilen yanıt, eşinizin yıllık izinde olduğu dönem içerisinde karargahın içerisine hiçbir girişinin olmadığı şeklinde. Buna rağmen eşimin karargahta benim de katıldığım, generallerle gizli toplantılarla sağlık raporumuzun konuşulduğu haberi çıktı. Bu nedir, ne değildir olayını kimse araştırmadan böyle çalakalem yazılar yazılıyor. 

Kapıda beni hiçbir general karşılamadı, çekilen resim tesadüfî bir karşılaşmadır 

-Muayene için gittiğinizde kapıda bir tuğgeneral tarafından karşılanmanız da tuhaf bulundu. Genarel size yapılan haksızlığa isyanını mı ifade etmek istedi? 

-Ben o süreçte birkaç kez Milli Savunma Bakanlığı'na gittim. Her gittiğimde de dilekçe verdim. Bir gittiğimde bana Etimesgut'taki o gerekçeli rapor verilmemişti. Bana kısa rapor verilmişti. İş başvurularımda kullanabileceğim ölçüde. Oysa onun da verilmesi gerekiyormuş. Bu olaylar çıkınca beni tekrar muayene edin diye birkaç kere dilekçe verdim. Yani basın böyle bir şeyi ortaya atıyor, ben bunu hak etmiş bir insan değilim. Benim dosyamı askeri hastaneye gönderin. Ben aynı raporumu yeniden alacağıma eminim. Bu hastalıkları yaşayan benim, bir başkası değil. Keşke sağlıklı olsaydım, keşke o sağlık sorunlarını yaşamasaydım da askere gitseydim. Her seferinde verilen yanıtlar tartışma olmadığı, askeri mevzuat yönünden sorun olmadığı şeklinde oldu. Hatta Gülhane'ye başvurdum. Dedim ki ben muayene olmaya geldim, beni muayene edin. Bana yanıt verildi, hayır bu şekilde başvuru ile muayene etmeyiz. Dediğiniz resim o resimdir ve beni hiçbir general kapıda karşılamamıştır. 

-Peki o çekilen fotoğraf nedir? 

-Bu infaz medyasıdır. Dediğiniz resim Genelkurmayın kapısı değildir, Gülhane'nin kapısı değildir. Gülhane'nin dış kapısı hiç değildir. Dediğiniz resim Gülhane'nin dekanlıkla poliklinik arasındaki içerdeki bölümdür. Ve o kare de tesadüfü bir karedir. Neden tesadüfü bir karedir? Ve bu ne kadar takipte olduğumu gösteren bir olaydır. O resim Gülhane kampusunun göbeğidir, ortasıdır. Ve ben orada Gülhane'ye beni muayene edin diye dilekçe vermişim. Benim sağlık durumumu inceleyin. Doğru mudur, değil midir, bu alınan raporlarla bu hastalık örtüşür mü, örtüşmez mi? Ve bana bu şekilde kişisel başvuru ile rapor verilemez diye o resim karesindeki kişinin yazısıyla yanıt verilmiştir. 

-O kişi yanınızda ne arıyor? 

-Ama ben verdiğim dilekçeler ve yanıtlarını almak için oraya gitmişim. Oradan çıkarken tesadüfi olarak aynı karede çekilen ve gerçek dışı basılan bir resimdir. Beni kapıda bir general niye karşılasın? Böyle bir şey yok. Ben bu tartışmaların bitmeyeceğini bildiğim için ısrarla dilekçe vermeye devam ettim. Ben hak etmiyorum bu haberleri. Benim gerçek bir durumu, tartışmalı bir durum olmadığını belgelemem gerekiyor. Bunun yolu yöntemi neyse bu benim hakkım. Ben bu hakkı kullanmak istiyorum, diye başvuru yaptım. Ve bu başvurum üzerine beni hangi bir yere sevk edebilirler. Ben o raporlar o zaman Yenimahalle'de oturuyordum. Öğrenciyken Etimesgut'a sevk edilmiştim. Rapor da oradan alındığı için bana bir tebligat geldi. Ben Şavşat askerlik şubesine de başvurdum. Ve bakın Şavşat askerlik şubesinden dahi çıkmamış bu raporlar. Yani onlar tarafından verilmemiş basına. 

-Nereden çıkmış? 

-Bu konu Genelkurmay askeri savcılığı tarafından ciddi bir şekilde soruşturuluyor. Ben o kapsamda ifade de verdim. Benim gördüğüm bu art niyetli yıpratma kampanyası. Soruşturma devam ediyor. Soruşturma sonunda ne olduğu ortaya çıkacak. 

-Peki bu hastalık nasıl etkiliyor günlük yaşamınızı? 

-Her gün üç-dört ilaç kullanıyorum. Sağlığıma dikkat etmem gerekiyor. Beslenmeme dikkat etmem gerekiyor. Düzenli muayene ve kontrollerimi yaptırmam gerekiyor. Hatta Bandırma'dan Kırıkkale'ye atanmam sağlık ve eş durumu nedeniyledir. 

Vicdani redde kimse hukuk gözlüğü dışında bakamaz 

-Radikal'de, vicdani retçiliği destekleyen bir yazı yazdınız. Bu, askerden bir tepki görmedi. Ama Perihan Mağden aynı tür yazıları için mahkeme mahkeme süründürüldü? Neden? 

-Vicdani ret, Türkiye'de tartışılmayan ve asker kaçağı ile eşit görülen, yerli yerine oturtulmayan bir konu. Askerlik yapmak istemeyen kişi de ben vicdani retçiyim gibi bir şeye sığınıyor. Vicdani reddin hukuksal boyutu nedir? Ben orada onu yazıyorum. 

-Yani savunuyor musunuz bu hakkı? İnsan savaşmayı istemiyorsa, askerliğe karşıysa bunu dile getirebilir mi? Ben askerlik yapmak istemiyorum diye bir hak olabilir mi? 

-Bakınız anayasa askerlik demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti, askerlik olarak yerine getirilir veya kamu kurumlarında da yerine getirilebilir diyor. Bu dünyada da çok tartışmalı bir konu. Aslında BM kişisel ve siyasal haklar sözleşmesine bakın, açıkça vicdani reddi koruyan bir hüküm yok. Ama BM'in İnsan Hakları Komitesi'nin vicdani reddin o sözleşme kapsamında kaldığı yolunda bir kararı var. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne bakın, açıkça vicdani reddi koruyan bir hüküm yok. Tam aksine bunun kendi ülkelerine bırakıldığına yönelik hüküm var. Ama İnsan Hakları Mahkemesi, içtihatlarıyla vicdani ret ile ilgili konuları sürekli ceza tehdidi altında bulunmayı bir kötü muamele gibi sayıyor. AB temel haklar şartında buna yönelik hüküm var. Türkiye'de vicdani ret ile ilgili bir hükmü anayasada göremiyorsunuz. Askeri ceza yasasına bakıyorsunuz. Bu gibi nedenlerle askerlikten çekilemeyeceğini düzenleyen bir hüküm ve buna yönelik bir ceza maddesi var. Ben olayın hukuksal boyutunu ortaya koyuyorum. 

-Peki şahsi görüşünüz nedir? 

-Türkiye'de vicdani ret ile ilgili bir şey söylediğiniz zaman hemen bir yere oturtuluyorsunuz. 

-Siz bunu hak olarak kabul ediyor musunuz, etmiyor musunuz? 

-Benim kabul edip etmememin bir anlamı yok. Ben bu olaya hukuksal boyut ile yaklaşılmalıdır diyorum. 

-Yani, kardeşim bizim yasalarımız cevaz vermeyebilir. Ama insani ret hukuka uygun bir şeydir. İnsanların böyle bir hakkı olmalıdır. Bunu mu diyorsunuz? 

-Bakın ben şundan ısrarla kaçıyorum. Çünkü bu konuda söyleyeceğiniz şeyler basındaki ve kamuoyundaki vicdani ret ile ilgili yeterli bilgi sahibi olunamama nedeniyle farklı taraflara çekiliyor. Hukuk vicdani ret için ne diyorsa, o yapılmalıdır. 

-Ne diyor kardeşim, bunu soruyorum. 

-Alternatif hizmetlerden bahsediliyor. AB ilerleme raporlarında bu konuda irdelemeler var. Eksik tarafı var, doğru tarafı var, eğri tarafı olabilir kendi bakışınıza göre. Ama ben diyorum ki, vicdani redde kimse hukuk gözlüğü dışında bakamaz. Bizim anayasamız askerlik hizmeti demiyor, vatan hizmeti diyor. Vatan hizmeti kavramı doğru bir kavramdır. 

-Bir Erkeğin vicdani ret hakkı vardır yani? 

-Askeri Ceza yasasına göre yoktur. 

-Ama Hukukun temel ilkelerine göre vardır. 

-Bakın, bu bile insan hakları sözleşmesinde yok. Bunu sürekli ceza tehdidi yani her celp dönemlerinde gitmemeyi bir ceza olarak öngörürseniz bu kötü muameledir. İnsan hakları mahkemesi de sürekli ceza tehdidi altında kalmasın, bunu değiştirin diyor Türkiye'ye. 

Türkiye bu ceza tehdidi olayını değiştirecek zaten. Genelkurmay'ın da, Milli Savunma Bakanlığı'nın da bilebildiğim kadarıyla bu yolda çalışmaları var. Herkes hukuksal yaklaşacak Kimse vicdani redde bir misyon biçmesin. Vicdani ret şudur diye kimse kimseyi karşıtı veya taraftarı gibi bir yere oturtmasın. 

-Diyelim asker sizi çağırdı. Yarsav olarak görüşünüz nedir? Siz ona şunu diyecek misiniz net olarak, efendim evet, askerliğin kamu hizmeti olarak da yapılmasına taraftarız. 

-Böyle bir şey Yarsav'dan sorulursa biz orada hukukun üstünlüğü veya insan hakları boyutuyla görüş iletmek durumunda olursak görüşümüzü iletiriz. Benim görüşüm hukukun görüşü olmalıdır, başka bir şey olmaz zaten. Kamuoyunda bu konu hukuksal platformun içerisinde tartışılmıyor. Bu yüzden de bize farklı etiketler yükleniyor. Bize böyle bir etiket yüklenmesini asla istemeyiz. 

Bu konular içimde kaldı 

-Adalet Bakanlığı'nın açtığı tüm hakim ve savcı sınavlarını bloke ettirdiniz. Bir iktidarın yeni atama yapma hakkını böylece elinden aldınız. Bu tavrınız yüzünden işsiz kalan yüzlerce meslektaşınız var. Bizim yüzümüzden aç kaldılar diye vicdan azabı çekiyor musunuz? Yarsav olarak onlara yardım etmeyi düşünür müsünüz? 

-Bizim açtığımız davalar o söylediğiniz kişilere yardım amacıyla açılmıştır. 

Yargıç ve savcı adaylarını Adalet Bakanlığı alıyorsa nasıl bir hukuk devletidir? Yargı bağımsızlığı diyorsunuz. Kuvvetler ayrılığı diyorsunuz. Yargıç ve savcıları mesleğe kabul eden Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulu. Ama adayları alan yürütme organı. Dünyanın bir yerinde bana böyle bir örnek gösterin 

-Kim atayacak? 

-Bu süreçte yürütme yetkili olamaz. Bunu AB de söylüyor, bunu değiştirin diyor. Biz de ısrarla bunlar olabildiğince objektif olsun diye davalar açıyoruz. Hangi siyasi iktidar olursa olsun bu böyle olmaz. Yargıcı, savcıyı bu şekilde mesleğe başlatamazsınız. Ve çok acıdır ki Adalet Bakanlığı reform yapıyorum diye mülakat kurulunu tamamen bakanlık ağırlıklı olarak yasaya koydu. Türkiye'de mülakat 12 Mart'ta geldi. 12 Mart uygulamasını eğer siyasi iktidar reform olarak yasaya koyuyorsa Yarsav olarak biz bunun karşısındayız. 

-Kimin yapması lazım bu sınavı? 

-Bakınız, bizim açtığımız davalardan sonra ÖSYM boyutu belli bir şekle girdi, ama tatmin edici değil. Ama bu bizim açtığımız davalarla kazandı. Mülakat boyutu yine objektiflikten uzak. Çünkü beş kişiden yedi kişiye çıktı. Yedi kişinin beşi yine eski beş kişi. Ne fark eder? Eski beşi muhafaza edip yediye çıkardın. Bakın biz en son başvuru yaptık. Danıştay kaymakam adaylarına ilişkin bir karar verdi. Dedi ki mülakatlarda kamera olacak, mülakatlarda kime hangi sorunun sorulacağını ve yanıtlarını önceden hazırlayacaksınız. Ve kişiye göre soru sorma uygulaması olmayacak. Herkes kura ile sorusunu belirleyecek. Cevabını da tutanağa geçirip notunu da yazacaksınız. Bu kaymakam adayları için. 

-Siz bunun için mi Adalet Bakanlığı'na başvurdunuz? 

-Evet. Bakın, Yarsav sadece Adalet Bakanlığı'na dava açmıyor. Bir Yargıtay'a karşı da dava açtık. Danıştay'a karşı da dava açtık. Yargıtay Başsavcılığına da açtık. Çünkü hepsinden belli taleplerimiz vardı. Yargıtay'a dedik ki bütün kararlarınızı aynen Anayasa Mahkemesi gibi açın. Avrupa'da kararları açık olmayan bir yüksek mahkeme yok. İdari yargıda dava açtık ve kazandık. Yargıtay bunu temyiz etti. Danıştay'ı bekleyeceğiz. Bakın, insan hakları insan hakları diyoruz. Bugün Türkiye'de insan hakları mahkemesi kararları Türkçeye çevrilmeden yargıç ve savcılardan insan hakları mahkemesi kararlarına uyması isteniyor. 46 tane ülke insan hakları sözleşmesine taraf mı, taraf. Adalet bakanlığı Türkiye hakkındaki kararları çevirip yayınlıyor, o da hepsi değil. Diğer ülke kararları var. Bakınız bilmem ne ülkesi kararları diyor. Bunlar Türkçeye çevrilmiyor. Yargıç ve savcıların yabancı dil bilme zorunluluğu yok. Yargıç ve savcı insan haklarını, hukuk devletini geliştirmek için bu gelişmeleride bilmek zorunda. Siz hem sözleşmeye taraf oluyorsunuz, insan hakları sözleşmesi bir içtihat hukuku. Hem de ben o içtihatları Türkçeye çevirmiyorsunuz. Böyle bir şey yok. 

Biz bunun için dava açtık Adalet Akademisi'ne karşı. Bu görev senindir, tüm ülke kararlarını Türkçeye çevireceksiniz dedik. Ve bu davayı kazandık. Yarsav bunun mücadelesini veriyor. 

Ama Yarsav birçok gazetede Ergenekon uzantısı olarak yer alıyor. Bakınız ben Abdullah Öcalan'a ilişkin yazı yazınca PKK'lı mı oldum? Hrant Dink'in beraat etmesi konusunda yazı yazınca Ermeni mi oldum? 

-Ergenekon'u savunduğunuz şeklinde bir algı varsa, bunda sizin hiç mi payınız yok? 

-Adına Ergenekon denilen olayda, ki soruşturmalara isim verilemez, biz herkesin insan hakları var, diyoruz. Ama şu anda basın, kamuoyu infazı yapmış durumda. Biz hak ve hukuk dediğimizde herkes bize bir etiket biçiyor. Bu Türkiye'de sağlıklı bir hukuksal tablonun düşünce üretiminin olmadığını gösteriyor. Basın yargının yerine kendisini koymaktadır. Türkiye'de basın karar vermekte, basın mahkemeleri kurulmaktadır. Bunu eleştirmek bizim hakkımız. Hukuk herkes içindir. Bu nedenle herkes için hukuk istediğinizde, etiketlenmemeniz gerekmektedir. Çünkü hukuk herkese lazımdır, herkes için savunulmalıdır. Sizinle daha çok Yarsav ve faaliyetlerini, yargıyı, yargı bağımsızlığını, diğer ülkeleri ve bu konuda Türkiye'yi konuşmak isterdim. Buna zaman yetmedi sanırım ama her zaman hazır olduğumu belirtmek isterim. Bu konular içimde kaldı. 

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=213299 



Türkiye’de Yargı Sorunu


Türkiye’de Yargı Sorunu 


Taha Akyol 
11 Haziran 2008 

ANAYASA Mahkemesi’nin bugünkü sayın üyeleri geçmişteki kararları okusalar eminim “Seleflerimiz böyle kararları nasıl vermiş?!” diye teessüf ederler. 
Yüce Mahkeme, Yassıada’daki ihtilal mahkemesinin kararlarını eleştirmeyi suç saymış, “Düşünmek serbest ama düşünceyi açıklamak suç” diye karar vermişti! 


(Karar: 1963/83) 

Askeri suçlarla ilgili bir davada “İdam cezası bile az!” diye gerekçe yazmıştı! (Karar No: 1966/29) 
1960’larda Adalet Partisi’ni halkın yine tek başına iktidara getirmesini engellemek için CHP “barajsız seçim sistemi”ni savunurken, Yüce Mahkeme de nispi temsil sistemindeki mütevazı çevre barajını iptal etmişti! (Karar No: 1968/13) 
O zaman Hikmet Sami Türk, CHP’li Oya Araslı gibi ‘sol’ hukukçular da bunu “Mahkeme parlamentonun yetkisine tecavüz ediyor” diye eleştirmişti. 
12 Eylül’den sonra ise, mahkeme, ülke genelinde yüzde 10 barajını ve ilaveten çevre barajını bile demokrasiye uygun bulmuştu! (Karar No: 1987/27) 

Tarihsel blok 

Demek ki, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları değişiyor; bu bir... İkincisi, bu kararlar Anayasa Mahkemesi’nin bakışındaki “merkezi bürokratik ideoloji”yi yansıtıyor; egemen “tarihsel blok”un ideolojisi. 

Genelkurmay Başkanı, Yüce Mahkeme’nin son kararını “malumun ilanı” olarak nitelerken, kararı önceden bildiğini değil, paralel bir bakışı ifade ediyordu tabii. 
Parti kapatma, özelleştirme, dışa açılma, piyasa ekonomisi, fikir hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü, tahkim gibi konulardaki tutucu, statükocu yargı kararları da bu 
“ Tarihsel Blok ” un ya da “ Merkezi Bürokratik İdeoloji ” nin yansımalarıdır. 
(..) 

Tarafsız Yargı 

Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki yeni bir doktora tezi, gelişen demokratik hukuk anlayışının mükemmel bir örneğidir: Dr. Ozan Ergül’ün “Türk Anayasa Mahkemesi ve Demokrasi” adlı başarılı tezi. (Adalet Yayınları 2007) 
Dr. Ergül, anayasa hukukuna hem evrensel açıdan hem hem siyaset bilimi ve sosyoloji gibi komşu bilimler açısından bakıyor. Bizde çoğu yargı kararları bu açılardan çok zayıftır maalesef. 
Dr. Ergül, Anayasa Mahkemesi’nin “çevre”ye (çoğunluğa) karşı “merkez”in hegemonik üstünlüğünü korumak üzere yapılandırıldığını anlatıyor. Bu yüzden mahkemenin “ Merkez değerleri hegemonik bir biçimde koruma görevini kendisinde gördüğünü ”, Böylece “ Sekter ” ve “ çoğunluk karşıtı ” olduğunu, bu tavrını sürdürmesi halinde Yüce Mahkeme’nin “vesayetçilik” eleştirisinden kurtulamayacağını belirtiyor. (Sf. 296 vd.) 
Dr. Ergül, ünlü “367 kararı” ile “ Anayasa Koyucu “ rolünü de üstlenen Anayasa Mahkemesi’nin “hak eksenli olmaktan çok ideolojik eksenli” davranmakla eleştirildiğine dikkat çekiyor. (Sf.334) 
(..) 

Milliyet 

***

Başbakan’ın Hatırlattığı Hukuk Skandalları!

Başbakan’ın Hatırlattığı Hukuk Skandalları! 


Ali Karahasanoğlu 
11 Haziran 2008 


Yıllardır Anayasa hukukçularının savunduğu tezler, dün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın anlatımı ile, bir daha ön plana çıktı.. Hukukçular tarafından gündeme taşınan; ama hiç kimsenin kulak vermediği gerçekler, şimdi Başbakan’ın ağzından çok daha net şekilde hatırlatıldı.. 

Bu vesile ile, dün Başbakan’ın işaret ettiği, Anayasa Mahkemesi’nin skandal olarak niteleyebileceğimiz Anayasa ihlallerini, somut olarak masaya yatıralım.. 
Anayasa ne diyor? Başbakan da hatırlattı: “Anayasanın vermediği hiçbir yetki kullanılamaz.” 
Bu konudaki madde nerede düzenlenmiş? Anayasanın 6. maddesinde: “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” 
Peki, Anayasa Mahkemesi’nin yıllardır tekrarladığı, son başörtü davasında da gerekçeli kararı açıklamadan verdiği “Yürütmeyi durdurma” kararının kaynağı ne? 
Yani, iptal kararının gerekçesi yazılıp, Resmi Gazete’de yayınlanmasından önce, kanun fiilen iptal edilmiş gibi, iptal kararının uygulanmasını isteyen Anayasa 
Mahkemesi’nin ‘yürütmeyi durdurma kararı’nın hukuki dayanağı ne? 
Anayasa açıkça, “kimse Anayasadan kaynaklanmayan bir yetki kullanamaz” demiyor mu? “Laf olsun, torba dolsun” diye, böyle bir madde Anayasaya konulmuş olamaz herhalde.. 
Buyursun Anayasa Mahkemesi üyeleri, bu yetkiyi nereden aldıklarını izah etsinler. “İçtihatmış da, falanmış, filanmış..” 
Hikayeyi bırakın beyler, Anayasa maddesi orada.. Anayasa maddesine apaçık aykırı olarak, böyle bir yetkiyi nasıl kullanırsınız söyleyin bakalım.. 
O kadar keyfi iş yapıyorlar ki, adeta “bize kimse hesap soramaz” tavrı ile hareket ediyorlar. Hiç tınmıyorlar bile.. Somut olarak yapılan eleştirileri görmezden gelip, hukuk dışı kararlar almaya devam ediyorlar!
Aynı konudaki yanlışlığı bir başka açıdan daha ortaya koyalım.. İdari eylem, işlemler için Anayasanın 125. maddesinde, idari yargı organlarına “ Yürütmeyi durdurma kararı verebilme yetkisi” tanınmış. Bu da gösteriyor ki, böyle bir karar verebilmek için, Anayasada düzenleme yapılması gerekir.. 

Açıp bakalım Anayasaya.. İdari yargıya verilen “yürütmeyi durdurma kararı” alabilme yetkisi, Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş mi? 
Hayır. 
Anayasada, yok böyle bir yetki! 
Onlar bu yetkiyi, Anayasada olmadığı halde, kendi kendilerine tanımışlar! 
“Olur mu böyle bir saçmalık? Bu resmen Anayasayı fiilen değiştirmektir” diye dövünün siz.. “ Bu, yargının ‘sadece iptal yetkisi olduğu, yeni kural getiremeyeceği '’ genel kuralına da aykırıdır” deyin siz.. Meydanı boş bulmuş silahlı bir kişinin, kaba kuvvetle istediğini yaptırması gibi, bunlar da çok açık bir yetkisizliğe rağmen, kural ihdas edip, Anayasayı çiğniyorlar.. 

Anayasayı çiğneyen, Anayasa Mahkemesi olur mu? 
Oluyor işte.. 

Şöyle düşünün, “yürütmeyi durdurma kararı” verebilmek için, Anayasada bir düzenleme gereği zorunlu değil ise, idari yargı için Anayasada niye öyle bir düzenleme yapılmış?.. 
İdari yargı da kendi kendine böyle bir yetki ihdas etseydi, niye Anayasaya hüküm konulmuş? 
Yok; “idari yargı için Anayasada hüküm var ya, biz de aradan sıyrılır, kendimize de böyle bir yetki ihdas ederiz” diyorsanız, kusura bakmayın ama, sizin yaptığınız resmen görev gasbıdır! 

Bu; yürütmeyi durdurma ile ilgili Anayasa ihlali.. 
Anayasa Mahkemesi’nin sınır tanımazlığı bununla da kalmıyor. Bir de, gerekçesi yazılmayan iptal kararlarının açıklanamaması ile ilgili hüküme aykırılık var.. 
Bu da, Başbakan’ın dün hatırlattığı hukuki gerçekler arasında idi. Aslında bu husus da, yıllardır tartışılıyor. Ben bugüne kadar, aksi görüşteki tek bir kişinin, çıkıp da bu konudaki uygulamanın doğruluğunu savunduğunu görmedim. 
Nasıl savunacaklar ki. 

Anayasanın 153. maddesi çok açık: “İptal kararları, gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.” 

Bu madde de, şu an, Anayasa Mahkemesi tarafından adeta rafa kaldırılmış durumda. 

Adeta; “Zıt Erenköy. Ben işime gelmeyen Anayasa maddesini çöpe atar, size de nanik yapar seyrederim” diyorlar. Ve gerçekten de öyle yapıyorlar. 
Aslında, daha birçok Anayasa ihlali var.. Ama yıllardır tekrarlana tekrarlana, bugüne gelindi. Adeta bizi de, sergiledikleri Anayasa ihlaline alıştırdılar. 
Umarım, dün Sayın Başbakan’ın açıklamaları ile, bunlar tekrar masaya yatırılır ve yaşanan hukuk skandallarına bir son verilir! 

Vakit 

***

22 Mart 2017 Çarşamba

Bir Tuzak Daha: Anayasa


Bir Tuzak Daha: Anayasa



Özcan PEHLİVANOĞLU
ozcanpehlivanoglu@yahoo.com 
01 Nisan 2010


Bir Tuzak Daha: 
Anayasa

Son günlerde hepimizin biraz merak ve biraz da şüpheyle izlediği yeni anayasa tartışması var.
Ülkemin bu kadar yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu bilmiyordum!

Meğer bütün sorunlarımızın başı şimdi 12 Eylülcülerin Anayasası olarak tanımlanan fakat halkın yüzde doksanının onayladığı bu anayasaymış... Bu halkta hiç bir şeyden anlamıyor! Böyle bir anayasaya evet denir mi?

Ancak sevindiğim husus mevcut anayasanın yerine yeni bir anayasa kabul edilince ülkemin yaşadığı tüm sorunların çözülecek olmasıdır.

Yeni anayasa ile işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ortadan kalkacak eğitim, sağlık, ulaşım ve enerji gibi temel problemler çözülecek, terör bitecek ve aklıma gelmeyen nice çıbanbaşı patlayacak cerahat temizlenecektir.

Gelecek nesillere sorunları çözmüş ve anamızın ak sütü gibi bir anayasa bırakacağız. Ne mutlu böyle bir anayasayı yapacak olan bizlere!

Sorunlarımızın temeli Anayasa Mahkemesinin yapısı, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçici 15. Madde falanmış. Hakikaten haklı adamlar. Bunları kökünden kaldırmalı!

Birde bunlara seçim barajını düşürmek ve terörle mücadele kanununu kaldırmak da eklenmeli. Bunlar ülke üzerinde fena halde bir yük.

Öyle ya daha geçen gün Hakkari'de askeri konvoy taşlandı. Taşlayanlar yürürlükte olan kanunlara göre suçlu. Çağdaş dünyada böyle suç olur mu?  Bu kanunu derhal kaldırmalı. Hatta yetmez askeri  konvoyu taşlayanlara maddi yardımda bulunmalı. Belki taş yetmiyordurda!

Aranızda bu kadarla kalmayalım, devleti taşlayanlara maaş da bağlayalım diyenler çıkabilir. Olsun memlekete düşünce özgürlüğü de lazım. Saygı duyarım...

Bunların hepsi yeni anayasa da yer almalı. Zaten varlar yapacağımız iş bunlara yasal dayanak hazırlamaktan ibaret.

Yeni anayasa kömür ve erzak dağıtımını legalleştirmeli,  ülkeye ihanet etmeyi suç olmaktan çıkarmalıdır. Çünkü bizim ülkemizde olan biten bölücülük yolu ile ihanet değil özgürlük mücadelesidir. Ne yapalım yerseniz!

Türk sözcüğü görüldüğü her yerde yasaklanmalı ve halk onayından geçmesine rağmen faşist bir anayasa olarak nitelenen 1982 Anayasasından 66. Madde ve meşhur 301. Madde bir daha anılmamak üzere yeni anayasa tarafından tarihe gömülmelidir.

Türkiye Cumhuriyetini milli ve üniter bir devlet yapısından uzaklaştırması beklenen yeni anayasa demokratik hak kılıfı altında bazı gruplara grev hakkı gibi yasal rüşvetler dağıtılarak yürürlüğe girmelidir. Bu rüşvetin yasallaşmasının önünü açacak bir hukuki gelişme olacaktır.

Türkiye'de yaşadığı bizzat başbakanın dilinden ifade edilen 36 etnik parçanın varlığı yeni anayasa da belirtilmeli, bayrakları anayasal güvence altına alınmalı ve mutlaka özerklikleri tanınmalıdır . Bu bizzat başbakan tarafından deklare edilen gerçeğin ilanından ibaret olacaktır.

Ermenilerin Akdamar'da yılda bir kez dini ayin yapmaları onları kesmez. Bu bir insan hakları ihlalidir. Ermenilere Akdamar'da yılın her günü ibadet izni verilmelidir.

Ayrıca ülkemizdeki bütün kiliseler bizim cemaat ve tarikatlarımız tarafından kampanyalar yapılmak sureti ile dinler arası diyalog felsefesi  içinde onarılıp hizmete açılmalı. Yeni anayasada bu hususlar yasal bir çerçeveye oturtulmalıdır.

Bunları ve daha nice hamleyi yeni  anayasada görmek beklentisi içindeyiz!

Tabii ki yazdıklarımızın hepsi gerçekleri hiciv eden birer latife...

Anayasa hazırlayıcıları yani AKP'nin kurmayları maalesef her seçim öncesinde olduğu gibi yine ülkeyi kutuplaştırarak seçime gitmeyi planlıyor.

AKP iktidarının kutuplaşmalardan beslendiği ve politikalarını bu zemin üzerine oturttuğu gün gibi aşikardır.

Baş örtüsü ve müslüman cumhurbaşkanı argümanlarından sonra seçim için yeni bir argüman arayışında olan AKP şimdi de yeni anayasa  silahına sarılmıştır.

İktidar ve yandaşı olan medya ülkenin sorunlarının tek çözümünün yeni bir anayasa olduğunu vurgulayarak muhalefeti halkın gözünden düşürmeye ve köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Bu iktidar döneminde milletin birliği ve bütünlüğü erozyona uğramıştır . Ekonomik sorunlar ağırlaşmış işsizlik ve yoksulluk inanılmaz boyutlarda artmıştır. Dış ve iç borç ise tarihi rekorlar kırmaktadır.

İktidar bunlarla uğraşmak yerine yine yeni bir oyunla sorunları daha da ağırlaştıracak ve içinden çıkılmaz bir hale getirecek olan suni bir anayasa tartışmasını kamuoyunun önüne getirmiştir.

Halbuki yapılacak olan bir uzlaşı ile ihtiyaçları karşılamaktan ibarettir. Ama maksat üzüm yemek değil bağcı dövmektir.

Türk Milleti kendisine reva görülen bu muameleye layık değildir. İnşallah gerçekleri görerek kendisine kurulan ve adına anayasa denilen bu tuzağı da silip atacaktır.

01 Nisan 2010

http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1512

***

7 Mart 2017 Salı

KARIŞIKLIK,


KARIŞIKLIK,



Yekta Güngör Özden
16.04.2007


Cumhurbaşkanı seçimi yaklaştıkça ilgili Anayasa kurallarına ilişkin görüş ayrılıkları daha belirginleşiyor. Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmayı düşünmek gerekirken kimilerinin adaylık beklentileri, kimilerinin salt siyasal amaçlarla görüş açıkladıkları bir ortamda gerçeği bulmak giderek güçleşmektedir. Anayasa’nın ilgili kurallarının yorumuna bakılarak yol çizilmekte, yöntem belirlenmektedir. 96. maddenin yollamasıyla 102. maddeye eğildiğimizde toplantı yeter sayısına ilişkin açıklık bulunmaması nedeniyle tüm TBMM toplantılarının açılması için öngörülen 184 milletvekili koşuluna dayanmak amaca uygun değerlendirmedir. Oylama yöntemi de (sandıkta gizli oy toplanacağından) birinci oylamanın geçerli olmasını gerektiren 367 oyun sonraki katılımlarla toplanabileceğini olanaklı kılmaktadır. Sandıkta bir ya da daha çok kişiye verilmiş 367 oyun bulunması öncesinde de 367 milletvekilinin bulunduğunu gösterecektir. Zihinlerde karışıklık yaratan kişisel çabalar, bilgiçlik taslayarak seçimi olanaksız kılma amaçlı dayanaksız değerlendirmeler çözüm yerine yeni sorunlar yaratacaktır. Tersine görüşlere katılmasak da hepsinin açıklanmasını saygıyla karşılıyor, tartışmalardan doğrunun bulunacağını umuyoruz. Sonuçta sorunu Anayasa Mahkemesi çözümleyecek, kararına katılmasak bile uyacağız. Yeter ki yukarda değindiğimiz gibi amaçlı değil, yansız ve hukuksal değerlendirmeler yapılsın. Kimlerin neler söylediği ibretle izlenmektedir.

Barzani’nin Tehditleri

Sonradan düzeltilmeye, neden ve gerekçe gösterilmeye kalkışılsa da Barzani Türkiye’ye gözdağı vermeye yeltenmiştir. TBMM’nde adamları olduğunu söyleyen Irak’lı kürt liderler, Türkiye’deki kuyruklarına güvenmektedirler. Kürtçe dâvetiyelerden Nevruz’u sömürme, saldırı girişimlerine, Irak’a operasyonun Diyarbakır’a yapılmış sayılacağına kadar gündeme getirilen taşkınlıklar gereken yaptırım uygulanmadıkça, ağızlarının payı verilmedikçe ivme kazanma görünümündedir.

İktidardaki yakın ve yandaşlarının anlamsız ve sakıncalı hoşgörüleri Türkiye’yi kışkırtan ve kızdıran söylemlerin kaynağıdır. Millî Güvenlik Kurulu duyarlı davranmıştır.

İktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesi de iç ve dış düşmanlara güç vermektedir. Türkiye’de ne zaman siyaset havası bozulsa dış baskılar ve saldırılar artmaktadır. Güneydoğu’da son günlerde verilen şehitler bu görüşü doğrulamaktadır.

İktidar herkesle kavgaya tutuşmuştur. Dışişleri Bakanı’nın Milliyet’te yayımlanan görüşmesinde “...kimse cesaret edemez” biçimindeki sözleri bile küçük görme, böbürlenme ve bildiklerini okuma alışkanlıklarını yansıtmaktadır.

Görevini yapan Cumhuriyet Savcıları tehdit edilmekte, “Halk aydınına sahip çıkıyor” denilerek eğilimleri belli kimselerin övgüsü yapılmakta, silâhlı kuvvetlere yönelik sindirme, çekindirme, etkisizleştirme söylemleri “sitem” ve “yanıt” adı altında ısrarla sürdürülmektedir.

Azınlıkçı, belli alt-üst kimlik ayrımcıları konuşmacı olarak çağrılmakta, gönderilmekte, ulusal kimliği yadsıyan ve unutan bu karıştırıcıların kimileri de Atatürkçülük taslamaktadır. Apo’nun ağzıyla bildiri yayımlayan imzacılar “Kürt ulusu”ndan söz etmekte, kırk yıldan bu yana yerlerinde saydıklarını, değişmediklerini gösteren eski görüşlerini yineleyerek toplumu yanıltmaktadırlar. “Türk Ulusu” demekten kaçınanların, Türklüğe saldırılara karşı çıkmayanların sakıncalı vurgulamaları herkesi düşündürmelidir. Atatürk’ün adını bile anmayanların hâlâ komünizm şarkıları söylemeleri de. Sosyalizmi dejenere eden uygulamaların övgüsüyle bir yere varılamayacağı açıktır.

Cumhuriyet Mitingi

Toplumsal duyarlık toplumsal tepkiyle açıklanır. Demokratik devingenlik uygar çıkışlarla ortaya konulur ve kanıtlanır. Suskun, durgun toplum “ölü toprağı serilmiş…” sözünü anımsatan bir aldırışsızlığın karanlığını düşündürür. Kimsenin burnunu kanatmadan, camını kırmadan tepkilerini açıklayarak iktidarları eleştirmek her yurttaşın en doğal hakkıdır. Zamanında milletvekili ve Başbakan olmasına yol açanların etkisiz çıkışları bir yana, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi öncülüğünde demokratik kitle örgütlerinin bir araya gelip Cumhurbaşkanı seçimi için görüşlerini mitingle açıklamaları olumlu bir gelişmedir. İktidarın ve yandaşı medyanın engelleme çabalarına karşın olumlu geçeceğini ummaktayız. Ancak iktidarın girişimlerine, çabalarına karşı etkin söylem ve yanıt gerekirken “Uzlaşma”dan söz etmenin anlamı ve yararı yoktur. Kiminle ve ne için uzlaşılacaktır? Yasal ve biçimsel yönden iktidarın hakkı görünen olasılıklar adı geçen kişiler nedeniyle ulusal bir soruna dönüşmüştür. Ancak köprüler atılmış durumdadır. Olumsuzlukları gözeten ve gideren bir anlayışın öncelikle ve özellikle iktidara egemen olması beklenir. Toplumsal duyarlığın bir günlük mitingle değil sürekli sıcak tutulacak canlılıkla sürmesi gerekir. Sonuç alınıncaya değin demokratik tepkiler en uygar biçimde birbirini izlemeli, giderek büyüyüp güçlenmeli ki yararlı olabilsin. Bunun için de çok iyi düşünülüp düzenlenmiş, çok iyi yönetilen bir etkinlik zorunludur. Deneyimli yöneticilerin, kuruluşlararası dayanışmayla, yozlaşmayı, çizgi ve amaç dışına çıkmayı, sataşmayı ve bozgunculuğu geçersiz kılıcı önlemlerle, etkili konuşma ve yayınlarla ulusal nabız tutulmalıdır. Mitingden yararlanıp kötülük düşünenlerin umutları kursaklarında kalmalıdır. Yazımız yayımlanmadan iki gün önce gerçekleşmiş olacak mitingin ülkemize aydınlık ve esenlik getirmesini dilemekteyiz.

Genel Başkanlığım zamanında işlemleri tamamlanıp kimi katkılar sağlanmış Ahmet Taner Kışlalı Kültür Merkezi yapımı için Cumhurbaşkanlığının benim dönemimden sonraki yardımlarının aykırı hiçbir yönü yoktur. Olsa olsa Dernek giderleri için kullanılıp kullanılmadığı, bunlarda kuraldışılık olup olmadığı üzerinde durulabilir. Bu da yardımın yapılmasını, yapanı etkilemez, ilgilendirmez. Derneğin sorumluluğu söz konusu olabilir, o kadar.

Asıl aykırılıklar

Cumhurbaşkanı seçiminde iktidarı desteklemeye kendini adamış medya kesiminin gözardı ettiği aykırılıklar ve çirkinlikler sürmektedir. Antalya İl Genel Meclisi’nin Anayasa’ya ve lâikliğe bağlılık andını kaldırıp sıkmabaşa olanak tanıyan kararıyla Kültür ve Turizm Bakanı’nın alfabeye üç harf eklenmesi önerisi iyi değerlendirilmelidir. Sakıncaları açık bu girişimlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine yönelik olduğunu anlamak için ilgilileri yeniden ilkokula almak mı gerekmektedir?

Nobel ödüllü 53 kişinin Türk ve Ermeni ilişkileriyle ilgili bildirisi de “Sizden tazminat istenmesin ama siz de soykırımı kabûl ediniz” anlamlı içeriğiyle sözde uzlaşma-anlaşma önerirken kurnazca bir dayatmayı yinelemektedir.

Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın yeni yapıtı

Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın Cem Yayınları arasında çıkan “ Toplumbilim ” adlı yeni yapıtını okuyucularımıza salık veriyorum. Atatürkçü bilim adamımızın önceki yapıtları gibi bu çalışması da alanında yararı ve katkısı olacak içeriktedir.





***

15 Aralık 2016 Perşembe

DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ BÖLÜM 4



 DEVLETLERİMİZ ve ANAYASALARIMIZ  
BÖLÜM 4


Buradaki sorular ve cevaplar şöyle: 

RTE: Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ‘Türkiye Türklerindir’ gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye’de yaşayan herkesindir. (Buradaki “herkesin” sözünden bireyleri değil, etnik/ırk gruplarının küme kimliğini anlamak lazım. SS) 

Soru: Örneğin Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz diyebilirler. 

RTE: Bu durumda belki Osmanlı Eyaletler (özerklik. SS) sistemi benzeri bir şey yapılabilir. 

Soru: Bağımsızlık isterlerse, tamamen ayrılmak isterlerse 

RTE: Bu toprak üzerinde böyle bir bağımsız yapıyı kurma kudreti varsa kurar. Ama kudreti yoksa… 

Soru: Buna hakkı var mıdır? Kudreti olmayabilir… 

RTE: Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir. 

Soru: Hak istenmez. O hak meşrudur ya da değildir. Burada sorulan o; meşru mudur? 

RTE: Coğrafi bütünlük içerisinde evet, ama coğrafi ayrılık içerisinde hayır. 

Soru: Coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı? 

RTE: Ona orda hudut tayin edemem. 

Soru: O zaman bu hak da meşru değildir diyorsunuz. 

RTE: Eyaletler tarzı bir sistem içinde olabilir diyorum. 

Soru: Ama bağımsız bir devlet olarak tasarlayamam diyorsunuz. 

RTE: Tasarlayamam çünkü bu coğrafyanın mücadelesini veren sadece Kürtler olmamıştır ki! 

Soru: Ama o coğrafyada yaşayan insanların böyle bir talebi olduğunda… “Biz kendi kimliğimizle, bayrağımızla, Kazakistan, Özbekistan gibi bir ülke olmak istiyoruz” derlerse, siz bu hakkı meşru bulur musunuz; bunu öğrenmek istiyorum! 

RTE: Onu meşru olarak görmüyorum. (23) 

Bu röportajda; “Kürtler bağımsızlık isterlerse” sorusuna verilen “Coğrafi bütünlük içerisinde evet” ve “coğrafi bütünlükten kastınız misak-ı milli sınırları mı”? sorusuna verilen “Ona orda hudut tayin edemem” cevabı daha da ileri hesapların olduğunu düşündürmektedir. 

Röportajın özeti; İşte size, “ Çok Ortaklı Devletin ” temeli 

Erdoğan’ın hedefi gayet açık. Bu gün de bunları savunuyor. Türkiye sadece Türklerin değil, 27 etnik gruba aittir. Atatürk devleti Türklere göre kurmakla yanlış yapmıştır” gibi söylemlerin tamamı, bu iddialardan kaynaklanıyor. Soyu, boyu, aşireti ne olursa olsun hepimizin, bir olan Türk Milletinin eşit, şerefli evlatları olduğumuz gerçeği inkâr ediliyor. Hatta Selçuklu, Osmanlı da dâhil, bu topraklardaki bin yıllık ortak tarih ve medeniyetimiz de yok sayılıyor. 

Bölücü terör örgütü PKK’nın başı APO’nun, “Türkiye vatandaşlığı” ve “coğrafi bütünlük içinde kalarak” çözüm dediği, “Demokratik Cumhuriyet Projesi”,(24) (İki kimlikli, iki dilli, iki özerk bölgeli cumhuriyet) de böyle değil mi? Habur, Oslo ve İmralı mutabakatı da bu gerçeği teyit etmiyor mu? 

Zannederiz ki bu değerlendirmeler, “yeni” anayasa ve ”yeni” Türkiye adı verilen toplum mühendisliği çalışmasında, siyasi iktidarın konumunu belirlemeye 
yetecektir. 

İşte biz buna bölünme diyoruz. Ama bu görüşü savunanlar; milli devletten vazgeçip, çok ortaklı devlet kurulunca, ülke büyüyecek, bu herkesin menfaatine 
olacaktır. “Milli Birlik ve Kardeşlik” tesis edilecek, ülkeye “barış ve eşitlik” gelecek diyebiliyorlar. Sanki bu devasa boyutlu çalkantılar, “çocuk oyuncağı” ve bu yayılmayı emperyal güçler seyredecekmiş gibi. Şu anda Suriye’de süper güçler restleşmiyormuş, sanki Saddam Kuveyt’e böylesine telkinlerle sokulmamış gibi. 

Geçmişte kanlı bir şekilde dağılan Yugoslavya’dan, emperyalistlerin zorla, kanla ve katliamla kurduğu bugünkü bölünmüş Irak’ın başına gelenlerden ve Libya 
ile Suriye’de yaşanan vahşetten ibret alınmadığı hayretle ve dehşetle görülmektedir. 

Sözün burasında yine soralım: Acaba iktidar, BOP ve PKK ile aynı görüşte denebilir mi? Hayır. Bir yol arkadaşlığından bahsedilebilir. Anlaşıldığı kadarıyla “çok ortaklı etnik federasyona” geçilince, siyasi iktidarın projesi tamamlanıyor, yol bitiyor, devam etmiyor. 

Ama PKK ve BOP’un yolu devam ediyor. PKK’nın yolu “Büyük Kürdistan”, BOP’un yolu, “Büyük Ermenistan”, “Büyük İsrail” ve “Büyük Yunanistan” kuruluncaya kadar devam ediyor. 
Unutmayalım ki, bütün bunlar bin yıllık haçlı seferlerinin değişmeyen emelidir. 

“Çok ortaklı etnik bir devlet” kurdurularak, ülkemiz kanlı bir iç çatışma tuzağına düşebilecektir. Bu gidiş neden görülmüyor? Komşularımızın başına gelenlerin, tuzağa düşürülmüş Türkiye için daha da vahim sonuçlar doğuracağı, neden kestirilemiyor? BOP’a göre, ülkemiz böylesine kanlı bir iç çatışmaya sürüklendiğinde, Allah korusun, “Büyük Kürdistan”a geçiş yapılacaktır. Bu bölünmek demektir, sonucu iç çatışmadır. Ülke bu kaosta çırpınırken, haçlılar yola devam edecektir. 

Büyük Kürdistan” kuruldu diyelim, bu ortamda durumu ne olacaktır? Haçlının asıl hedefi, bu topraklarda Türk-İslam medeniyetini yok etmek olduğuna göre, cevabı açık değil mi? 

SONUÇ 

Anayasalar ve yasalar donmuş metinler değildir. İhtiyaca göre geliştirmeye ve değiştirmeye muhtaçtır. Ancak; bütün bunlar devletin milliliği ve milletin egemenliği ile oynanmadan, yapılmalıdır. Esasen temellerimizi yok edecek böyle bir yıkıma, kurucu irade, anayasamız, tarih şuuru ve sorumluluğumuz, kültürümüz ve egemenlik hakkımız izin vermez. Hiçbir iktidarın ve meclisin de böyle bir yetkisi yoktur. Çünkü bu ana yapı asırlardan beri gelen ve bedeli ödenmiş kutsal bir emanettir. 

Buna rağmen devletin temelleri değiştirilirse, kanaatimizce bu silahsız darbe olur. 

Çünkü devletin birinci görevi; Türk Milletinin birliğini, vatanın bütünlüğünü ve devletin bağımsızlığını korumak ve yaşatmaktır. Tarihin derinliklerinden gelen 
egemenliğini yok etmek ve ülkenin bütünlüğünü bölmek değildir. Hiçbir merci ülkenin bir parçasını, mesela Doğu Trakya’yı Yunanistan’a veriyorum diyemez. Böyle bir durum vaki olduğunda, Anayasa hukukçularının söylediği “milletin direnme hakkı” doğar. Bu ilke konusunda Alman Anayasası şöyle diyor: m.20/4 : “Bu anayasa düzenini ortadan kaldırmak isteyen herkese karşı, başka bir çözümün bulunmaması halinde, bütün Almanlar direniş hakkına sahiptir.”(25) 

1982 Anayasamızın Başlangıç bölümünün son cümlesi şöyledir; “Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” 

Eğer maksat samimi olarak anayasamızı daha “demokratik”, “özgürlükçü” ve “temel insan haklarına saygılı” hale getirmek ise, bu mümkündür. Bunun için 
milli kültürümüzde, parçası olduğumuz uluslararası hukukta buluşmak yeterli olacaktır. Acele etmeden, en geniş manada uzlaşarak çalışmaya başlanmalıdır. 

Bu bakımdan, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu çerçevede geliştirilip imzalanmış olan uluslararası bütün sözleşme ve anlaşmalar bize yardımcı olacaktır. 

Böyle bir düzenin kurulabilmesi için de, önce yargının gerçekten bağımsız ve tarafsız olması, hukuk devletinin teşkili şarttır. Bu yapı oluşturulmadan; devlet ve millet adına hiçbir adil düzen kurulamaz. Demokrasi ve özgürlükten, hür medya ve haberleşmeden, katılımcılıktan, özellikle partilerin demokratikleşme sinden, toplumda korkusuzca yaşamadan, insan temel hak ve özgürlüklerinden, inanç, ibadet, düşünce ve ifade hürriyetinden, nasıl bahsedilebilir? 

Umulur ve temenni edilir ki, aklın ve ilmin yolu seçilir; devletin ve milletin kimliğiyle uğraşmak gibi, hiçbir iktidarın hakkı ve üzerine vazife olmayan tehlikeli yanlışlardan vazgeçilir, masum milletimizin gerçek ihtiyaçlarının karşılanması esas alınır. 

Milli birliğimiz ve bütünlüğümüzün sağlamlaştırılması için; öncelikle ayrımcılığı, bölücülüğü, ırkçılığı ve siyasi etnikçiliği reddeden, milli-üniter yapımızı daha da takviye eden bir anayasa yapılmalıdır. 

Bu anayasa mutlaka “adalet mülkün temelidir” ilkesi üzerine inşa edilmelidir. Bu durumda; demokrasi, özgürlük, bireylerin eşitliği, kalkınma, huzur, kardeşlik ve 
insan temel hak ve hürriyetlerinin ancak bu yapı içinde gerçekleşebileceği görülecektir. 

Böylece ülkemiz, varlığına yönelen saldırılara karşı milli güçlerimizle gerçekten savunulur; kanlı terör belası ve haçlı planları ortadan kaldırılarak, milletimiz birlik içinde, refah ve zenginlik yolunu tutar, vatanımıza huzur gelir. Böylece milli devlet, güçlü iktidar yapısıyla ayağa kalkabilir, Türk-İslam medeniyetiyle çevremize ve insanlığa hizmet sunacak konuma gelebiliriz. 

Kaynaklar: 

(1) Prof. Dr. Suna Kili, Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985 2)A.g.e, s. 96 

(2) a.g.e.173 

(3) Hürriyet, 23.10.2011 

(4) Fuat Köprülü, Akşam, 28 Teşrinievvel, 1334 (1918) 

(5) Hüseyin Rahmi Akyüz (Ed.), Yeni Anayasa Raporu II, Ankara, Memur-Sen (Memur Sendikaları Konfederasyonu), Aralık 2011. 

(6)http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Iste-Abant-Toplantisi-sonuc-bildirgesi/739126 (06.05.2012) 

(7)Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, http://www.haber3.com/iste-gulenin-anayasa-onerisi-1121607h.htm (06.05.2012) 

(8) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(9) Avrupa Birliği Üyesi Bazı Ülkelerin Anayasaları, T.C. Adalet Bakanlığı, Mayıs 2011, s.265 

(10) M. Kemal Pekdemir, Tarihin En Tartışmalı Padişahı Abdülhamid, 2008, s.39 

(11) Pekdemir, a.g.e. s.39 

(12) Necdet Sevinç. Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, 2008, s.434 

(13) İlhan Bardakçı, Zaman Gazetesi, (a) 7 Temmuz 1995 

(14) Dr. Ali İhsan Gencer, İlk Osmanlı Anayasasında Türkçenin Resmi Dil Olarak Kabulü Meselesi. A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Yayınları no:423, Armağan, 
Kanunu Esasi’nin 100. Yılı 

(15) Sevinç, a.g.e. s.435 

(16) Pekdemirli, a.g.e. s.46 

(17) a.g.e. s.47 

(18) “ Yeni Anayasanın Şifreleri ” Milli Düşünce Merkezi 

(19) II. Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Meclis-İ Mebusanı’nın Çalışmaları (1908-1912) http://ulkunet.com/UcuncuSayfa/mehmet_kaan_calen_4849.pdf 

(20)http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1301085 

(21)Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması), İnsan Hakları Derneği yayın 

(22)http://www.milliyet.com.tr/ocalan-in-dort-ayakli-paradigmasi/fikret bila/siyaset/yazardetay/08.12.2010/1323501/default.htm 

(23)http://bianet.org/bianet/bianet/102616-dtp-kongresi-sonuc-bildirgesinin-tam-metni 

(24)http://www.akparti.org.tr/site/haberler/tezimiz-turkiye-cumhuriyeti-vatandasligi/36643 

(25)Cumhuriyet Tartışmaları (Yeni Arayışlar, Yeni Yönelimler) [Röportajlar] [Hazırlayanlar: Metin Sever, Cem Dizdar], Ağustos 1993 (2. Baskı), 462 S. 
Başak Yayınları. S. 417-431. 

(26)http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/03/03/abdullah_ocalan_genel_af_onerdi?paging3 


**********

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ HAKKINDA 


Merkezimiz ilk olarak Temmuz 2008 tarihinde, Eski Devlet Bakanı Sadi SOMUNCUOĞLU başkanlığında, faaliyetlerine Ankara Balgat adresinde başlamıştır. 
Yaklaşık iki buçuk yıl burada çalışmalarını sürdürdükten sonra faaliyetlerinin genişlemesi üzerine Ocak 2011’de şimdi bulunduğu Kızılay’daki yerine taşınmıştır. 
Kuruluşundan bu yana önceden belirlenmiş programı çerçevesinde ilgi duyan herkese açık olan hizmetlerine kesintisiz olarak devam etmektedir. 

Bilgi Şölenleri ismi ile her hafta Çarşamba günü gerçekleştirilen sistematik toplantılarda, ülkemizin temel meseleleri, alanında uzman kişiler tarafından sunum ve tartışmalar eşliğinde incelenmektedir. Bu çalışmaların amacı Türkiye ve Türk-İslam Dünyasının ana meseleleri üzerinde kapsamlı bir bilgi birikimi ve görüş birliği sağlamaktır. 

Bugüne kadar 191 Bilgi Şöleni yapılmıştır. 

Yine bu amaçlar doğrultusunda serbest sohbet imkânı sağlayan Cumartesi toplantıları da aralıksız olarak sürdürülmektedir. Bilgilendirici ve kaynaştırıcı nitelikte olan bu sohbetlerde gündemin önemli olayları beyin fırtınası şeklinde değerlendirilmektedir. 

Geniş katılım ile yapılan bu çalışmalar, ülkemiz içinden ve dışından, her yerden takip edilebilmesi için video şeklinde internet sitelerimizden yayınlanmaktadır. 

(www.millidusunce.org ve www.iktidarmuhalefet.com) 

Öte yandan belirli kıstaslara göre seçilen üniversite ve sonrası dönemi gençlerine milli bir şuur kazandırmak üzere, belli bir program dâhilinde, bilgi seminerleri 
verilmektedir. 

Önemli gördüğümüz bir diğer çalışmamız da, dağınıklık içerisinde, tek tek kalmış ve birçok fedakârlıkla faaliyetlerini sürdürmeye çalışan milli düşünce 
kuruluşlarıyla, birlikte hareket imkânını oluşturmak ve bir işbirliği zeminini hazırlamaktır. Bu ortak çalışmamız müspet bir sonuca ulaştığında, bu kuruluşlarımız milli hedeflerimiz doğrultusunda güç birliği sağlamış olacaktır. 

Bunların yanında merkezimiz ülkemizin öncelikli sıcak meseleleri hakkında kamuoyunu aydınlatmak üzere yayınlar da yapmaktadır. 

Yayınlanan Eserler Şunlardır: 

1- Son Haçlı Seferi: PKK Açılımı – Ocak 2010 
2- Etnik – Irkçı – Bölücü PKK Terörünü Doğru Anlamak – Temmuz 2011 
3- “Yeni” Anayasanın Şifreleri – Kasım 2011 
4- Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hangi Milletin Devleti? - Haziran 2012 


Merkezimizin bütün Çalışmalarını, bilim adamlarımızın makalelerini ve yurt içinde ve dışında gelişen önemli olaylara ait haberleri internet sitelerimizden dileyen herkes kolaylıkla takip edebilmektedir. 

Sadi SOMUNCUOĞLU 
Milli Düşünce Merkezi Genel Başkanı 
Açıklama: mdmlogo.png
Mart 2013, Ankara 
Açıklama: mdmlogo.png
GMK Bulvarı Özveren Sokak Nu:2/2 
Demirtepe Durağı Kızılay/ANKARA 
Tel: 0 (312) 231 31 94 – 95 Belgeç: 0 (312) 231 31 22 
www.millidusunce.org 
www.millikanal.com 
e-posta: bilgi@millidusunce.org 
Yayın Numarası: 5 
Baskı Basımevi: 
BA: BT: 



 (   www.millidusunce.org ve www.iktidarmuhalefet.com   )