Murat Karayılan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Murat Karayılan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2020 Pazartesi

SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI

 SÜRECE DEVAM, ÇÖZÜME AMA (?) VE ERDOĞAN SIKINTISI

Feyzi Çelik ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN 22.05.2014 "Çözüm Süreci"nin başladığı günden bu yana süreçteki en büyük sıkıntı Nisan ayında yaşandı. Nisan ayında Öcalan'la HDP heyetinin görüşmesi defalarca ertelendi. Nihayetinde geç de olsa Nisan ayının sonlarına doğru Öcalan-HDP görüşmesi sağlanmış oldu. Görüşmede yaşanan sıkıntının en önemli nedeni BDP'nin HDP'lileşirken hükümetin bundan duyduğu kaygıydı. Çünkü bu süreci, diğer süreçlerden ayıran en önemli özellik, sürecin BDP/HDP üzerinden yürütülmüş olması ve Öcalan'ın BDP/HDP heyetine olan güveniydi. Hükümet tarafı, yasal Kürt Siyasetinin Türkiye genel siyaseti anlayışında alacağı rolün ne olacağını kestiremiyordu. Türkiyelileşme tartışmasının,HDP'nin genel muhalefetin yanında yer alabileceği şeklinde yorumluyordu. Gezi, 17 Aralık Operasyonu ile büyük tehlike geçiren AKP ile BDP/HDP-Öcalan-Qandil arasında gelişen sürecin bu anlamda AKP'nin aleyhine dönmesi halinde AKP'nin "yalnızlaşmanın zirvesine" çıkması anlamına gelebilirdi. Sürecin iki tarafının attıkları adımların geri dönüşünün her iki tarafa da zarar vereceği hususuyla birlikte değerlendirildiğinde yara alsa da sürecin devam edeceğinin işaretleri daha fazla görülüyor. AKP, HDP ile ilgili endişelerinin doğru olmadığını anladı. Çünkü AKP'nin en büyük kaygısı, HDP'nin AKP Karşıtı kampta yer alacağı şeklindeydi. Öcalan'ın müdahalesiyle HDP tartışmasının Qandil'in gündemine gelmesi, HDP aracılığıyla bu kaygının yersiz bir kaygı olduğu anlaşıldı. Bu da sürecin önünün açılması anlamına geliyordu. Tüm bu gelişmeler olurken, Rojava üzerinden oluşan PKK-PDK gerginliği ne anlama geliyor? Her şeyden önce PKK-PDK arasında ideolojik-politik farklılık vardır. Bu farklılık dün vardı. Bundan sonra da olacaktır. Burada her iki partinin dikkat etmesi gereken husus, iki partinin çatışması halinde her iki partinin de Kürtler arasında itibar kaybedeceğidir. Ayrıca süreç devam ettikçe PKK-PDK çatışması da çıkmayacaktır. Çünkü, süreci devam ettiren HDP heyeti, Qandil'e giderken, Hewler üzerinden gitmeye devam ediyor. Türkiye'den çıkışta, Hewler'den Qandil'e giderken bir zorlukla karşılaşmıyor. Bu da Barzani'nin sürecin içinde yer almaya devam ettiğini gösteriyor. Bana göre sürecin en büyük sigortası da budur. Türkiye ve Suriye Kürt siyaseti de bunun farkındadır. Irak Kürdistan'ında KCK'ye yakın parti ve diğer kurumlara baskın düzenlenmiş olması, Rojava'daki etkinlik mücadelesiyle bağlantılıdır. Konuya demokratik hukuk çerçevesinden bakıldığında Irak Kürdistan'ında çoğulcu bir siyasal yapının olduğu, yönetimlerin özgür seçimler sonucunda belirlendiği, KCK dahil olmak üzere farklı kesimlerin serbestçe çalışma yaptığı bilinmektedir. Aynı şeyin Rojava için olduğunu söylemek mümkün değildir. Rojava'da köklü bir PDK geçmişi olduğu halde PDK/PYD ilişkileri Irak Kürdistan'ındaki gibi değildir. Mutlu Civiroğlu'nun haber/yorumunda dikkat çeken en önemli noktalardan biri de "Türkiye toprağı" sayılan Süleyman Şah Türbesi ile ilgili olarak TC/YPG arasındaki ilişkiler, türbeye giden Türk askerlerine YPG'nin refakat etmesi, yine Kobani Kantonundan gelen bir heyetin Türkiye'de temaslarda bulunmuş olmaları dikkate alındığında Türkiye/Rojava ilişkilerinin düşmanca olmadığını göstermektedir. YPG ile Esad güçleri arasında Haseke'da yaşanan büyük çatışmalar, öyle Barzani'nin iddia ettiği gibi PYD ile rejim arasında bir işbirliğinin olmadığının en önemli göstergesidir. Eğer şimdiye kadar rejimle PYD çatışmıyorsa bunun en önemli nedeni, Esad'ın cepheleri artırmak istememesinden dir. 3 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken, muhaliflerden bazı yerleri temizledikten sonra Esad'ın Kürtleri rahat bırakmayacağı beklenmelidir. HDP heyeti, İmralı'ya gidiyor, Qandil'e gidiyor. Siyasal yollar sonuna kadar açıktır. Özellikle Qandil dönüşünde HDP heyetinin çözüm süreciyle ilgili olarak üç bakanla toplantı yapılıyor. Bu durumda çözüm sürecine herkesin sarıldığını gösteriyor. Kaldı ki, bazı kalekolların yapımı sorunlara neden olsa da bir buçuk yıla yakın bir süreden beri TSK ile HPG arasında çatışmanın yaşanmamış olması da ateşkese her iki tarafın ciddi baktıklarının en önemli belirtisidir. Son olarak "Murat Karayılan'ın Newroz 2013 bildirisine bağlıyız, bu süreçte kazanımlarımız" var demiş olması da sürecin devamı için olumludur. Sonuç alıcı olur mu belli olmaz. Ancak sürecin yerini sertliğe bırakması Kürt hareketi için iyi sonuç doğuracağı da kuşkuludur. Her ateşkesin bitiminde olduğu gibi çatışmaların yeniden kısır döngü yaratacağını görmek gerekiyor. Bu sadece KSH açısından değil devlet için de aynıdır. Dönemin genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'un 2009'da söylediği "PKK'yi yedi kez yendik, yine bitmedi" demiş olması çatışmalı sürecin devlet için de kısır döngüye yol açtığının itirafıdır. Aynı şekilde, Kürt tarafı şiddet yöntemini ne kadar devam ettirirse etsin, devleti bu yolla ikna etmenin de mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu açıdan çatışmalı süreç için can atanların geçmişi göz önünde bulundurması gerekiyor. Irak ve Suriye'de hiç bir zaman meşruiyeti olmayan rejimlerden sonra oluşan kargaşa da göstermiştir ki, dengeleri daha fazla sarsmak hiç kimse için iyi sonuçlar doğurmayacaktır.
Erdoğan, bir yandan Alevi ve Kürt sorununun dış güçler tarafından kaşındığını söylerken, Alevileri ve Kürtleri kendi içinde parçalamayı çatıştırmayı amaçladı. Alevileri, "Ali'siz" "Ali'li" şeklinde, Kürtleri de "kendisi yanında" "Kürt siyasal hareketi" yanında ikili ayırıma tabi tuttu. Çocukları PKK'ye katılan aileleri KSH'ne karşı kışkırtarak, KSH'ni bir bütün olarak çocukları dağa kaçırmakla suçladı. Çözüm sürecinin ne gibi şantajlarla, rehin tutmayla ilgili olduğunun örneklerini açıkça ortaya koydu. Dağa çıkışın koşullarını ortadan kaldırmak için siyasi/hukuki adım atamamanın sorumluluğunu BDP/HDP'nin üzerine attı. Onları tehdit ederek B ve C planları olduğunu söyleyiverdi. B planından anlaşılan KCK gibi operasyonlar, C planından anlaşılan da BDP/HDP'nin kapatılmasına kadar gider. Görüldüğü gibi KSH hareketi, değişik yönleriyle tehdit altında olduğu için kendisinden beklenen demokratik siyasi dönüşümü gerçekleştirmesi zorlaşmıştır. HPG'ye yoğun katılımların devam edişi, dağdan inmenin de o kadar kolay olmayacağını göstermektedir. Aslında, çözüm sürecini sonuca kavuşturmak Erdoğan'ın en önemli şansıydı. Erdoğan, çözüm süreci olarak ortaya koyduğu süreci çözümsüzlük sürecine çevirerek büyük bir şansı kaybetmiştir.

Öcalan'ın çözüm sürecindeki amacı "silahlı çatışmanın tamamen ortadan kalkması" ve "PKK varlığının yasal-siyasal zemine çekilerek demokratik sistemle bütünleşme"sidir. Öcalan, bunu 1993'ten beri durmadan dile getiriyor. Ne devlet bunu algılayabildi ne de PKK. Öcalan'ı zorlayan da hep bu oldu. Her defasında, yapılanlar bir tarafa bırakılıp sil baştan yapılmaya çalışıldıkça çözüm daha da zora gidiyordu. Devlet içinde olaya yargı-polis çerçevesinde yaklaşıp PKK'nin varlığının yasal-siyasal zeminine çekilmesini "paralel devlet kuruyorlar" denilerek bunu soruşturmaya konu etmiş olmasının verdiği zararın haddi hesabı yoktur. KSH'nin 1993 ateşkes sürecinin bitiminden sonraki sonuçları hiçbir zaman aklından çıkarmaması gerekir. 1993 ateşkesinden sonra çözüm yönünde adımlar atılsaydı belki bambaşka bir Türkiye olurdu. Bu dönemin heba edilmesine tek taraflı bakılmamalıdır. Bu dönemde devletin de ateşkese dair hazırlıkları vardı. Irak Kürdistan'ında KCK'ye yakın parti ve kuruluşlara yönelik baskın ve gözaltıları Türkiye'nin yaptığı KCK operasyonları arasında bir tür Güney'in KCK operasyonu gibi göstermek abartılıdır. Daha da ileri gidip bu operasyonların Türkiye güdümlü olduğunu söylemek manipülasyon amaçlıdır. Çünkü Türkiye Kürdistan'ında AKP ile KSH arasındaki ilişkilerde gerginlik yaşansa da PKK'nin ateşkesi bozmaması, devletin de operasyon yapmayışı dikkate alındığında bu şekilde oluşan yargının doğru olmadığını gösteriyor. Burada sorun, gerek devlet açısından gerek KSH açısından üzerinde düşünülmesi gereken husus devlet içinde de KSH içinde çözüm sürecini her an bitirebilecek yapılanmaların canlılığını korumasıdır. KSH açısından bazı medya organları ve gençlik, inisiyatif adı altında çalışma yapan oluşumlar ile devlet açısından ise muhalefetin de her zaman desteklemeye hazır oldukları güvenlik ve yargı içinde yer alan oluşumların varlığıdır. KCK'nin askeri biriminin başında bulunan Karayılan, sürecin arkasında olduğunu söyleyecek, Öcalan'la MİT adı altında da olsa görüşmeler devam edecek, HDP heyeti de mesaisini İmralı-Ankara-Hewler-Qandil arasındaki ilişki ve iletişime ayıracak öte yandan TC, Irak Kürdistan'ında KCK operasyonu yapacak. Eğer böyle bir şey varsa en azından HDP neden ilişki ve iletişime devam edebiliyorki. Çünkü, Irak Kürdistan'ında Türkiye güdümlü KCK operasyonu yapılıyorsa, bunun Türkiye ayağının hedefinde HDP'nin olacağı bilinmiyor mu? Kaldı ki, böyle bir şey varsa süreci yürüten HDP heyeti neden bir açıklama yapma gereği duymuyor. Bilgi kargaşası zirve yapmış durumdadır. KCK'nin Güney'de siyasal gücü var mıdır? En son seçimlerde çok düşük bir oy aldılar. Bu konu daha çok PDK ile PYD arasındaki politik güç çekişmesinin yansımalarından biridir. PYD'nin Rojava'da PDK-Suriye'ye yaptıklarına benzer faaliyetlerine karşı bir misilleme de olabilir. Türkiye'deki siyasal gelişmeler, AKP'yi HDP'ye, HDP'nin de AKP İle zorunluk dışında bir imkan bırakmamıştır. Muhalfetin başından beri HDP/BDP'ye yönelik olarak "bunlar kendi aralarında anlaştılar" propagandası gerçek olmadığı halde gerçekmiş şeklinde bir algı yarattı. Bu algıyı yıkmak mümkün gibi görünmüyor. Bu da AKP ve HDP'yi birbirine mahkumlarmış gibi bir izlenime neden oluyor. Bunun giderilmesi için her iki partinin çözüm süreci konusunda oynadıkları rollerini topluma açık ve net olarak deklare etmeleri gereklidir. Çözüm sürecine değişik kesimlerin dahil olmasının yollarını açmaları gereklidir. Her şeyden önce görüşmeler üzerindeki MİT örtüsü kaldırılmalı, siyaset etkili kılınmalıdır. MİT'in işlevi başka bir şekilde devam edebilir. Ancak siyasi boyutu açısından MİT'in varlığı sorunun önünde engel olarak duruyor. Kürt tarafında oluşan, "MİT iyi, Erdoğan" kötü argümanının bir geçerliliği yoktur. Bu olsa olsa geçmişte " Erdoğan iyi, cemaat engelliyor" şeklindeki söyleme benziyor. Oysa iyi de kötü de gidiyorsa bunun sorumlusu başbakandan başka birisi değildir. Başbakanı direkt görüşme makamı haline getirmeden bu soruna çözüm getirilemez. Erdoğan'ın gözünde Bekir Bozdağ, Efkan Ala, Beşir Atalay birer memurdurlar. Öz olarak da Hakan Fidan'dan farksızdırlar. Yaptıkları iş idari olmaktan öteye gitmez. Bu nedenle Erdoğan'ın kendisi baş müzakereci olmadıkça yapılanlar havanda su dökmekten başka bir anlama gelmeyecektir. Bunun tersini söyleyenler, Erdoğan'ın söylediklerine bakması yeterlidir. Çözüm süreci için yasal düzenleme yapmayacağız konuşmasını defalarca yaptı. Ancak Beşir Atalay'a göre süreç devam ediyor, birileri de "sürecin kıymetini bilelim" deyişi... Açıklık ve şeffaflık toplumun beklediği bu. Evet, devam eden bir süreç var, çözüme gider mi? Belli değil. Ya Erdoğan başsiyasi müzakereci olarak yerini alacak ya da Erdoğansız bir süreç başlayacaktır. ***

12 Ekim 2020 Pazartesi

PKK Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,

PKK  Yönetimini Yakalanma korkusu sardı.,



   Terör örgütü PKK’nın lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan, Cemil Bayık, Bahoz Erdal kod adlı Fehman Hüseyin’i, TSK ve MİT’in yakın takibi nedeniyle yakalanma korkusu sardığı öğrenildi.

18 Ocak 2020 13:55

Güncellendi: 18 Ocak 2020 15:47

Güvenlik kaynakları terör örgütü üyelerinin, kendilerini kamplar ve sığınaklarda bile güvende hissetmediğini, bu nedenle bir kısmının Kandil’e yakın köylerde bir kısmının da doğal dağ mağaralarında gizlendiğini bildirdi. Terör örgütünün Irak-Suriye sınırında, özellikle Şengal bölgesinde de konuşlandığını belirten güvenlik kaynakları, Suriye’de bombalı araçlarla yapılan saldırıların bu teröristler tarafından gerçekleştirildiğini ifade etti.

YAKALANMAMAK İÇİN AYNI NOKTADA KALMIYORLAR.

Aynı kaynaklar, Kandil’deki üst düzey teröristlerin uzun süre aynı noktada kalmama çabasında olduğunu ve  Irak, Suriye ile İran arasında sürekli yer değiştirdiklerini bildirdi. Kandil’in bir kısmının İran topraklarında olduğunu kaydeden güvenlik kaynakları, elebaşları Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Fehman Hüseyin’in de aralarında olduğu lider kadrosunun, TSK ve MİT’in sıkı takibinden kaçabilmek için telsiz dahil iletişim kanallarını kullanmamaya dikkat ettiğini bildirdi. En yakın adamları dışında diğer örgüt üyeleriyle de temas kurmayan terörist elebaşlarının, örgütteki etkinlikerinin zayıfladığı ifade edildi.

SALDIRILARI KANDİL’DEN GELEN TERÖRİSTLER PLANLIYOR.

Barış Pınarı bölgesinde bombalı araçlarla yapılan terör saldırılarının arkasında Kandil’den gelen teröristler olduğunu belirten güvenlik kaynakları, teröristlerin sivil halkın arasına karışarak gizlenmeye çalıştığını belirtti. Terör örgütünün bombalı araç saldırılarıyla Türkiye’de gösteremediği varlığını sürdürme çabasında olduğunu ifade eden güvenlik kaynakları, Diyarbakır annelerinin çocukları için tuttuğu nöbetin de örgütü moral olarak çok olumsuz etkilediğini bildirdi. Teröristlerin aynı zamanda bölgeye geri dönüşleri engelleme çabasında olduklarını ifade etti.

Bölgede, şu an girilemeyen mahalle olmadığını ancak teröristlerin yerleştirdiği EYP’lerin temizliği için sivillerin girişinin geçici olarak yasaklandığı mahalleler bulunduğunu belirten güvenlik kaynakları, Türkiye’nin eğitim verdiği ilk grup yerel polisin (Şurta) göreve başladığını kaydettiler. Şurtaların göreve başlamasıyla da teröristlerin ele geçirilmesinde etkili olacağını ifade ettiler.

https://www.veryansintv.com/pkk-yonetimini-yakalanma-korkusu-sardi/

***

8 Ocak 2017 Pazar

Öcalan Şahit ki (!)



Öcalan Şahit ki (!)


Selcan Taşçı


PKK/KCK’daki “görev değişikliği!”nin “sürece zeval getirmeyeceğini” izah yarışı başladı gazeteciler arasında...
Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi “korkulacak bir durum” olmadığını anlatabilmek için “PKK’daki değişiklikler Öcalan’a rağmen yapılmış değil. Öcalan’ın iradesi doğrultusunda yapılan bir düzenleme...” diyor.
Oh be!

Gerçekten çok rahatladık şimdi!

Karayılan’ı “silahlı güç” dedikleri PKK’lı katillerin başına Öcalan getirdi demek; valla içimize su serpildi!

“Kafanız mı güzel” diyeceğim ama bunlar güya herkesten dindar arkadaşlar ya... Hele ki şu mübarek ayda... Yok yok  “oruç” vurdu zahir kafalarına!
PKK’nın Güneydoğu’da  “hakimiyeti ele geçirdiğinden”söz ediliyor,  “devlet”i gören cennetlik; kayıplarda!

Hükümet Öcalan’la İmralı’dan yönettiği terör örgütü arasında -elçiye zeval olmaz mı sanıyorlar neyse- mektuplaşmayı  “güvencesi”ne almış durumda!
Öcalan’a ev, Öcalan’a sekreter, geçenlerde MHP Iğdır Milletvekili Sinan Ogan söyledi arada kaynadı gitti Öcalan’a -evcilik oynamayacak herhalde- bebek isteniyor! Salıverileceği söyleniyor!

Yukarıdan aşağıya sıraladığım bütün bu fiiller suç!

Siyasi iktidar ve hükmettiği kamu kurumları dahil yargısı, askeri, polisi, siyasisi, gazetecisi hepsi suç işliyor.
Ve bütün bunlara rağmen, nasıl bir kanıksama haliyse, Selvi gibiler “her şeyin güzel olacağına” inanalım diye Öcalan’ı şahit gösteriyor!
PKK’yı kuran, yöneten Öcalan’ı. Unuttuysanız diye hatırlatayım Abdullah Öcalan hani; Apo, bebek katili, İmralı’daki cani, teröristbaşı... Hani 40 bin insanın katlinin birinci derecede sorumlusu... Hani devletin sınırları içindeki toprakların bir bölümünü ayırmaya kalkışmaktan yani vatana göz dikmekten ağırlaştırılmış müebbete mahkum kişi... Hani binlerce Mehmet’in katili...

Sırf Selvi mi?

Daha dün KCK’nın yeni ve eski yöneticileri bas bas tehdit ederken Türkiye’yi Aslı Aydıntaşbaş  “Çekilmenin yavaşlığından rahatsız olan Öcalan, silahlı unsurlar üzerindeki kontrolünü güçlendirecek”  yazabiliyor.

Aynı Aydıntaşbaş önceki gün Akif Beki’yle yaptıkları programda ne dedi biliyor musunuz?

“Güneydoğu’dan bazı haberler geliyor... PKK’lılar taciz ateşi yapıyor ve başka şeyler de... Medyanın ’PKK şunu da yaptı. Bunu da yaptı’ diye bu haberleri vermemesi güzel. Süreçe zarar vermemek lazım...” 
Düşünebiliyor musunuz, bir gazeteci çıkmış televizyona PKK saldırıyor, yakıyor, yıkıyor ama ne mutlu bize ki bu haberleri vermiyoruz diye anlatabiliyor gururla!
Biz şimdi  “Öcalan’ın PKK’lı katillerin başına en güvendiği adamını getirdiğine göre her şey yolunda” mantığı kurabilen kafaya mı yoksa alenen  “İşin aslı bu değil ama olsun biz yazmayalım, halkı kandıralım”  itirafı yapabilen kafaya mı yanalım!

Ha bir de bildireyim; bu taşın altından da Kandil müdavimi Hasan Cemal çıktı iyi mi?

Cengiz Çandar PKK/KCK’daki değişimin sürpriz olmadığını belgelerken  “ Hasan Cemal’in 24 Mayıs’ta başlayan ve 30 Mayıs’a dek süren T24.com.tr haber sitesinde yayımlanmış röportajları bir kez daha okunsa, ilginç ipuçları bulunabilir. Hasan Cemal’in o röportajları, Cemil Bayık, Murat Karayılan ve Sabri Ok ile, üçüyle birlikte yapılmıştı.” yazdı.

Bu, Hasan Cemal’in kamuoyunu  “yeni duruma” hazırlamak için yapılan operasyonun parçası olduğu anlamı taşımaz mı?
İstanbul Cumhuriyet Sevcısı Mehmet Demir, Mısır’daki darbeyi övmenin TCK 215. Madde gereğince “suçu ve suçluyu övme”  suçunu oluşturacağını söylüyor.
Koca yazı boyunca anlattıklarım ne peki?
Yoksa Öcalan hükmü sabit bir “suçlu” değil mi?

“Masum” mu?

Sayın Demir aylardır bir teröristi ve terör örgütünü kutsayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmayı düşünmez mi?



***


8 Mart 2015 Pazar

PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi






  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü        
Terörizm ve Terörizmle Mücadele
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Merve Önenli Güven tarafından yazıldı.




PKK’nın kendi içerisinde fikir ayrılığı yaşamadığı, örgüt üst yönetimince Abdullah Öcalan’ın örgütün tek lideri görüldüğü algısı yaratılmak istense de gerçek farklıdır. 

PKK’nın kuruluşundan itibaren muhafaza ettiği en önemli özelliklerinden birisi hiyerarşik yapısıdır. Örgüt amaçlarına ulaşmada kullandığı kendisi dışındakine 
yönelik şiddeti, kendi iç yapısında da uygulamaktadır. Örgütün bütünlüğüne zarar verebilecek ve sorgulanmasına neden olabilecek her türlü davranış ve düşünce, örgüt üst yönetimi tarafından bastırılmakta ve engellenmektedir. Çatışmacı yapısı bağlamında PKK’nın, üst yönetimi içerisinde de aynı şekilde görüş ayrılıkları içerisinde olduğu ve anlaşmazlıklar yaşadığı gözlemlenmektedir.

Sorgulanan Öcalan

Bu durum en somut haliyle AKP Hükümeti ve Abdullah Öcalan arasında başlayan diyalog süreci çerçevesinde görülmektedir. Her ne kadar Abdullah Öcalan’ın 
liderliği sorgulanmıyor gibi gözükse de aslında örgütü beraberinde kurduğu kişiler tarafından Öcalan’ın, AKP Hükümeti ile yaptığı görüşmeler çerçevesindeki 
söylemlerinin ve örgüt talimatlarının çok da kabul görmediği, örgüt üst yönetiminin söylem tarzından anlaşılmaktadır.

Örgüt üst yönetimi içerisinde Abdullah Öcalan ve onun güdümündeki kişilere karşı en net duruşu Kürdistan Demokratik Toplum Konferderalizmi (KCK) Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cuma kod Cemil Bayık’ın sergilediği görülmektedir. Cemil Bayık’la ilgili olarak bir örgüt mensubunun; “Cemil Bayık örgütün her alanına müdahale eder. Her zaman savaştan yana tavır alır ve örgüte çok bağlı biridir.”[i] şeklindeki ifadesi, Cemil Bayık’ın örgüt içerisindeki duruşunu ve ‘çözüm sürecine’ bakışının emarelerini taşımaktadır. Diğer bir örgüt mensubunun ise örgüt üst yönetimine ilişkin ifadesinde belirttiği; “Murat Karayılan örgütün 
tepesinde görünse de asıl lider Cemil Bayık’tır, esasen bir numara Cemil Bayık’tır. Örgütün bütün birimleri Cemil Bayık’a bağlıdır, onun sözü geçer.”[ii] 
hususları da Cemil Bayık’ın örgüt içerisindeki pozisyonunu net bir şekilde göstermektedir.

Cemil Bayık’ın, PKK içinde Abdullah Öcalan tarafından başlatılan diyalog sürecine karşı duruşunun ilk sinyalleri 2010’da Murat Karayılan ve Bahoz Erdal 
kod Fehman Hüseyin arasında gün yüzüne çıkan liderlik kavgası bağlamında gözlemlenmiştir. Söz konusu bu çekişmenin diğer bir boyutu da Abdullah Öcalan’la ‘çözüm süreci’ adı altında başlatılan diyalog kapsamında şekillenmiştir. 2009’da Abdullah Öcalan’ın örgütün ateşkes kararı alınması yönündeki talimatı sonrasında süregelen ateşkes dönemine uymaması nedeniyle Halk Savunma Güçleri (HPG) Komutanı Fehman Hüseyin’in görevden alınması, örgüt üst yönetimindeki ayrışmayı daha belirgin hale getirmiştir. Bu noktada Cemil Bayık’ın sergilediği tutum, Fehman Hüseyin’in yerine getirilen Sofi Nurettin Kod Nurettin Halef Al Muhammed’in HPG yönetimine getirilmesinden itibaren geçen iki buçuk aylık dönem için “yeni yönetimin yetersiz olduğu”[iii] yönündeki menfi bildirisiyle de somut bir hale bürünmüştür.

Murat Karayılan’ın Yerine Cemil Bayık mı? Cemil Bayık’ın Yerine Murat Karayılan mı?

 PKK’nın 9. Kongresi bağlamında 2013’de ise örgüt üst yönetimi içerisindeki değişiklik farklı bir boyut kazanmıştır. HPG’nin yani PKK’nın silahlı kanadının 
başına Murat Karayılan getirilirken, Cemil Bayık ise KCK Yürütme Konseyi’nin başına Bese Hozat kod Hülya Oran ile birlikte eş başkanlık sistemi çerçevesinde 
getirilmiştir.[iv] Bu değişim, örgüt üst yönetimi içerisindeki ayrışmanın boyutunu ve Cemil Bayık’ın PKK içerisindeki pozisyonunun nasıl şekillendiğini göstermesi açısından önem arz etmektedir. 

Bu yönetimsel değişiklik iki açıdan değerlendirilmeli dir; birincisi bu değişimi Abdullah Öcalan’ın talep etmesi, ikincisi ise örgütün silahlı kanadının kontrolünün Murat Karayılan’a verilmesi. Bu iki veri, Cemil Bayık’ın örgüt içerisindeki çizgisi nin nasıl algılandığının ve buna yönelik nasıl bir hareket tarzı izlendiğinin anlaşılması açısından önemli görülmektedir.

 Abdullah Öcalan’ın PKK’nın 2013’de gerçekleştirilen 9. Kongresi’nde bu tarz net bir yönetimsel değişiklik talebi, aslında kendisinin AKP Hükümeti’yle görüşmeleri nin, bu bağlamdaki açıklamalarının ve talimatlarının üst yönetimin bir kısmı tarafından sorgulanmaya başlandığını anlamasıyla ilişkilendirilebilir. 
Öcalan’ın 1999’da yakalanması akabinde alınan ve basına yansıyan ifadelerinde “örgütü isterse bitirebileceği, tüm kontrolün kendi elinde olduğu” yönündeki 
açıklamaları, PKK ve BDP tarafından medya nezdinde bir komplo olarak değerlendirilmiştir. 

Ancak Öcalan’ın bu ifadelerinin, kendisini yakından tanıyan ve birlikte örgütü kurduğu üst yöneticilerce hükümetle yapılan görüşmelerin kafalarda yarattığı soru işaretlerini pekiştiren bir husus olarak değerlendirilmiş olması mümkün gözükmektedir.

Bu çerçevede örgütün silahlı kanadının kontrolünün, Abdullah Öcalan’ın örgüt içerisinde güvendiği ve kendisi aleyhine hareket etmeyeceğine inandığı Murat 
Karayılan’a devredilmesinin, ‘çözüm sürecine’ yönelik menfi tutum takınan Cemil Bayık’ın elinden HPG’nin kontrolünün alınması şeklinde analiz edilmesi daha 
doğru olacaktır. Bu durumun, PKK’nın başkanı olan ancak pratikte örgüt yönetiminde alınan kararlarda çok da etkili olmayan/olamayan Remzi Kartal’ın 
durumuyla paralellik arz ettiği söylenebilecektir. Aslında algı yönetimiyle kafalarda oluşturulmaya çalışılan “Murat Karayılan’ın yerine Cemil Bayık geldi” 
ifadesinin, “Cemil Bayık’ın yerine Murat Karayılan geldi” şeklindeki söylenişi örgüt üst yönetimi içerisindeki durumu daha doğru bir şekilde anlatmaktadır.

Aslında Cemil Bayık daha üst bir pozisyona getirilmiş gibi gözükse de örgütün en önemli gücü olan HPG’nin kontrolünün Murat Karayılan’a verilmesi çerçevesinde 
olayın değerlendirilmesi daha sağlıklı olacaktır. Ayrıca Murat Karayılan’ın Cemil Bayık’ın yerine HPG’nin başına getirilmesi, Abdullah Öcalan’ın görüşmelere 
göre istediği zaman eylemsellik sürecine başlanılması, istediği zaman ise durdurulması bağlamındaki hareket serbestisini kendisine kazandıran bir değişim olarak da okunmalıdır.

PKK’nın 9. Kongresi Bağlamında Cemil Bayık Çizgisi

Üst yönetimdeki değişimle birlikte 9. Kongre’de alınan kararlar da ayrıca önem arz etmektedir. Abdullah Öcalan ve AKP Hükümeti arasında süregelen görüşmelere rağmen, 9. Kongre’de;

“-Silahlı güçlerin sayısının arttırılması,

-Silahlı güçlerin her türlü saldırıya cevap verebilecek eğitim ve teknik donanıma kavuşturulması,

-Demokratik özerkliğin tabandan inşa edilmesi,

-KCK sistemine bağlı olarak akademiler, komün, kooperatif ve meclislerin hızla oluşturularak yaygınlaştırılması,”[v] yönünde alınan kararların, örgütün 
varlığını güçlendirmek ve sürecin getireceği her türlü koşuldan kazançlı çıkmak üzerine kurulu olduğu görülmektedir. 


Bu durum aynı zamanda örgütün hayatta kalabilmek ve kadroların örgütü sorgulamasının önüne geçilerek, örgüt mensuplarına yeni amaçlar sunmak suretiyle kendisine bağlı hale getirebilmek adına yapılan girişimlerdir. Ayrıca terör amaçlı hareket eden bir örgüt olarak PKK’nın, tüm istedikleri gerçekleştirildiği zaman varlığına gerek kalmayacağı bir durumdan her zaman kaçınacağı aşikârdır. Bu bağlamda da Cemil Bayık çizgisi olarak adlandırılabilecek silahlı mücadelenin sürdürülmesi yönündeki örgütsel eğilimin de kadroların bir arada tutulması ve örgütün dinamik ve işleyen bir mekanizma olarak hayatta kalabilmesi için elzem olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun da Cemil Bayık’ın örgüt içinde etkin olmasını her zaman mümkün kılacağı değerlendirilmektedir. 

Cemil Bayık’ın genel itibarıyla sergilediği tutuma bakıldığı zaman ateşkes dönemlerinde dahi askeri ve silahlı mücadeleyi sürdürme çerçevesinde bir eğilim sergilediği gözlemlenmektedir. Cemil Bayık’ın, PKK’nın 2009 yılındaki ateşkes ilanı ile birlikte Abdullah Öcalan ile başlatılan diyalog kapsamındaki süreç dâhilinde askeri başarı olmaksızın örgütün ayakta kalamayacağı vurgusu dikkat çekici bir husustur. Askeri başarı kazanma isteği yoksunluğunun, ideolojik çöküşü de beraberinde getirdiği[vi] vurgusu, Cemil Bayık’ın ‘çözüm sürecine’ yönelik bakış açısını ve örgüt içerisindeki ayrışmayı net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Bu bağlamda ateşkes döneminde olunmasına ve Öcalan’ın AKP Hükümeti’yle görüşmeleri sürdürmesine rağmen Cemil Bayık tarafından verilen talimatla PKK tarafından 14 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır/Silvan’ın kırsalında gerçekleştirilen saldırı, Cemil Bayık’ın ‘çözüm sürecine’ yönelik 
bakış açısını ve örgüt içerisindeki ayrışmayı net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır.

Cemil Bayık’ın silahlı mücadeleyle yola devam anlayışının somut örnekleri 2012 içerisinde de net bir şekilde ortaya çıkmaya devam etmiştir. Nevruz kutlamaları 
bağlamında Cemil Bayık tarafından gönderildiği iddia edilen 12 maddelik talimatta; örgütün varlığının ve gücünün etkin olduğunun gösterilmesi adına 
pilot şehirler olarak; Adana, Batman, Diyarbakır, Hakkâri, İstanbul, Mersin’de provokatif eylemler yapılması, devlet tarafından belirlenen yerler yerine 
alternatif alanlarda nevruz kutlamalarının gerçekleştirilerek kitlenin, güvenlik birimlerinin müdahale edeceği söylemi üzerinden provoke edilmesi yönünde 
hususlar yer almıştır.[vii]

Cemil Bayık’ın, ‘rudaw-net’ isimli internet sitesine yaptığı açıklamada; “Çözüm sürecinin başarısız olması halinde, PKK’nın geri çekilmesi bir yana güneye 
(Irak’ın kuzeyi) çekilenlerin kuzeye (Türkiye’ye) döneceğini ve o zamanda büyük bir savaşın olabileceğini”[viii] belirtmesi, Cemil Bayık’ın süreç içerisindeki 
duruşunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca Cemil Bayık’ın KCK Eş Başkanlığı’na getirilmesi akabinde ‘çözüm sürecine’ ilişkin yaptığı 
açıklamalardaki taleplerinin sınır tanımaz vaziyeti de aslında olmazı isteyerek sürecin bir nevi çıkmaza girmesinin sağlanması bağlamında şekillendiği 
görülmektedir. Bu duruma en somut örnek Kürtçe yayın yapan Nevroz TV’ye demeç veren Cemil Bayık’ın; “İmralı’da Abdullah Öcalan üzerinde nasıl bir siyaset uygulandığını bilmiyoruz, Öcalan’ın şartlarının düzeltilmesi ve bizim de (örgüt üst yönetiminin) İmralı’ya gidip gelmemiz gerekir”[ix] şeklindeki açıklamasıyla görülmektedir.  

 Bugün (2014 itibarıyla) ise PKK’yla görüşmelere başlanıldığı dönemden itibaren Cemil Bayık’ın örgütsel duruşundan herhangi bir taviz vermediği 
gözlemlenmekte dir. Hatta Cemil Bayık’ın çatışmaya yönelik yaklaşımını muhafaza ettiği ve anılanın bu duruşunun önceki görüşleri çerçevesinde tutarlılık arz etmesi nedeniyle de kendisine yönelik bağlılığın örgüt kadroları içerisinde artmış olabileceği değerlendirilmektedir. Bu çerçevede 21 Mart 2014 tarihinde 
Diyarbakır’da gerçekleştirilen Nevruz kutlamaları esnasında sürpriz bir şekilde Cemil Bayık’ın görüntülü mesajının yayınlanması önemli bir gelişmedir. Normalde kutlamalar esnasında sadece Abdullah Öcalan’ın açıklamaları okunurken, Cemil Bayık’ın görüntülü bir şekilde mesajının kitlelerine iletilmesi, Cemil Bayık’ın örgüt içerisindeki pozisyonunu net bir şekilde gözler önene sermektedir.   

Sonuç

Örgütsel bütünlüğünün muhafazası bağlamında PKK, kendi içerisinde herhangi bir ayrışmanın bulunmadığı yönünde bir algı yaratma çabası içerisindedir. Ancak 
mevcut durumun bu şekilde olmadığı, Cemil Bayık’ın örgütsel duruşundan açık bir şekilde anlaşılmaktadır. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı olarak Cuma Kod Cemil Bayık’ın ‘çözüm sürecine’ ilişkin açıklamalarında Abdullah Öcalan’ın izinde olunduğu yönündeki söylemleriyle birlikte ‘çözüm sürecine’ ilişkin çatışmaya 
yönelik beklentiyi körükleyen satır araları iyi okunmalıdır.

Mevcut süreç içerisinde de bu durum incelendiği zaman PKK’nın ‘çözüm süreci’ bağlamındaki hareket tarzının, çözüme yönelik olmaktan ziyade sayısını 
arttırmak, silahlı gruplarının etkin olduğu ve olmadığı bölgelerde alan hâkimiyetini sağlamak, eylemlerini çeşitli boyutlarda sürdürmek şeklinde olduğu 
gözlemlenmektedir. Yaşanan bu gelişmelerin 2010-2014 arasında Cemil Bayık’ın yaptığı açıklamalarda açıkça belirtilmiş olması, Cemil Bayık çizgisinin örgüt 
üzerindeki etkisini net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca Cemil Bayık’ın; “Türkiye’nin Suriye’de dinci gruplar üzerinden Kürtlere karşı savaştığını, böyle 
devam ederse savaşı Türkiye’ye taşımanın Kürtlerin hakkı olduğu”[x] açıklaması da bu durumun örgüt nezdinde hangi boyutta tezahür etmekte olduğunu pekiştiren bir durumdur.

Söz konusu hususlar bağlamında ‘çözüm sürecine’ ilişkin olarak da bir değerlendirme yapılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Bu çerçevede ‘çözüm sürecinin’; askeri karakolların, yolların ve barajların yapılmasına devam edilmesi nedeniyle devlet tarafından tek taraflı sıkıntıya sokulduğu iddiası ile 
örgüt üst yönetiminin de İmralı’ya giderek sürece ilişkin olarak Abdullah Öcalan’la görüşme talebi, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu trajikomik durumu 
ortaya koymaktadır. Kendilerini mecliste yasal zeminde ifade eden temsilcileri bulunmasına rağmen, amaçlarının temel hak ve hürriyetlerini elde etmek olduğunu iddia eden bir grubun eğer amacı, uluslararası sistemde bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü belirlemiş bir ülkeyi kendi kafalarına göre bölmek değilse, hâlihazırdaki hareket tarzını anlamlandırmak kolay olmamaktadır.

1 PKK’nın Lider Yapısı Değişti, Bugün, 27/08/2012, 
http://gundem.bugun.com.tr/pkknin-lider-yapisi-degisti-haberi/203275, 07/04/2014

2 İşte PKK’nın Asıl Bir Numarası, Bugün, 05/11/2012, 
http://gundem.bugun.com.tr/iste-pkknin-asil-1-numarasi-haberi/210847, 07/04/2014

3 PKK’da Şok Gelişmeler Yaşanıyor, Bugün, 19/08/2010, 
http://gundem.bugun.com.tr/pkkda-sok-gelismeler-yasaniyor-haberi/114255, 
07/04/2014

4 Murat Karayılan Yerine Cemil Bayık Geldi, 10/07/2013, 
http://gundem.bugun.com.tr/pkkda-deprem-haberi/712673, Bugün, 07/04/2014

5  Murat Karayılan Yerine Cemil Bayık Geldi, a.g.m.

6 PKK’da Şok Gelişmeler Yaşanıyor, a.g.m.

7 Cemil Bayık’tan şok talimat, Bugün, 17/03/2012 
http://gundem.bugun.com.tr/cemil-bayiktan-sok-talimat-haberi/186962, 07/04/2014

8 Cemil Bayık: Büyük Savaş Olur, Bugün, 19/08/2013, 
http://gundem.bugun.com.tr/buyuk-savas-olur-haberi/762771, 07/04/2014


9 Terör Örgütü PKK Yöneticisi Cemil Bayık’tan Akla Ziyan İstekler, Bugün, 
28/08/2013, http://gundem.bugun.com.tr/akla-ziyan-istek-haberi/773283, 
07/04/2014


10 PKK’dan İç Savaş Tehdidi, Bugün, 22/10/2013, 
http://gundem.bugun.com.tr/ic-savas-cikartiriz-haberi/833495, 07/04/2014

Uzman Hakkında
Merve Önenli Güven
Terörizm ve Terörizmle Mücadele

Uzmanın Diğer Yazıları

  10 Maddede Çözüm Süreci 
  KCK’nın Son Açıklaması Sonrasında Çözüm Sürecinin Neresindeyiz? 
  Üçüncü Senesinde Suriye İç Savaşı 
  Cumhurbaşkanlığı Seçiminden Açılıma Doğru 
  KDP-PKK-IŞİD Üçgeni 
  PKK-KDP Kıskacına Giren Türkiye 
  PKK’nın Eylemleri Ne Anlatıyor?  
  PKK'da Cemil Bayık Liderliği Dönemi 
  PKK Ne Yapmak İstiyor? 
  Seçim Sonuçları BDP Açısından Ne Anlatıyor? 
  30 Mart Yerel Seçimlerinden Sonra PKK’nın ve BDP’nin Hareket Tarzına İlişkin 
  Senaryolar 
  Abdullah Öcalan’ın İmralı Görüşmelerinin Satır Araları 

..