Ali ŞAHİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali ŞAHİN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 2


Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,

4. Siyasallaşma 

Bürokrasinin siyasallaşması, demokratik toplumlar için geçerli bir olgudur. Otoriter ya da totaliter rejimlerde idarenin siyasallaşması söz konusu değildir. Çünkü komünist-nasyonel sosyalist ve faşist rejimlerde parti ile devlet birdir (Merikoski, 1971: 170). Bu rejimlerde bürokrasi-siyasal güç bütünleşmesi dolaysız ve kesindir. Ancak buna karşılık çok partili rejimlerde değişik bir devlet anlayışı egemendir, yani devletin her eylemi siyasidir. Dimack’ın ifadesiyle, “idare kuvvetle arzu edilse bile, siyasetten arınmış bir hale getirilmesi mümkün değildir” 
(Güven, 1976: 54). 

Kurumsal kimliğini tamamlamış fakat siyasal sistemleri aşırı boyutlara varmış toplumlarda, hemen her şey siyasallaşmıştır. Hızla siyasallaşan kuruluşların başında da genellikle kamu kurumları gelmektedir (Oktay, 1983: 206). Bunun en önemli sebebi ise, kamu yönetiminin siyasal organın almış olduğu kararları uygulaması ve ona karşı sorumlu olmasıdır (Genç, 1998: 15). Başka bir ifadeyle, kamu yönetimi siyasal sistemin yürütmeye ilişkin kolunu oluşturmaktadır. (Eryılmaz, 1995: 30). 
Bu kurumlar giderek daha fazla oranlarda kendi alanlarından taşarak genel siyasete karışmaktadırlar. Özellikle kamu yönetiminin üst kademesinde görev yapan üst düzey yöneticiler, diğer kamu kurumlarıyla ve yasama organıyla ilişkiler kurup işlerin ussal biçimde yürütülmesinden sorumlu oldukları için yönetim ve siyaset arasında bir ayrım yapmak bu bağlamda zorlaşmaktadır (Cem, 1976: 26). 
Ülkemizde bürokrasinin siyasallaşması iş başına gelen hükümetlerin izlediği kamu personel politikalarında somutlaşmaktadır (Çulpan, 1980: 39). 

Merikoski ülkemizdeki siyasallaşmanın “siyasi atamalar ve kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri” şeklinde farklı iki boyutunun olduğunu ileri sürmektedir. Kamu görevlilerinin siyasal faaliyetleri ve sınırları anayasal olarak düzenlendiği için bu konuya değinilmeden siyasallaşmanın en önemli boyutu olan siyasi atamalar konusu üzerinde yoğunlaşılacaktır. Merikoski “idarenin siyasallaşması” adlı çalışmasında siyasal atamaların sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır 
(Merikoski, 1971: 170-171): 

• Parti üyesini ya da parti sempatizanını mükafatlandırmak, 
• Resmi mesai dışında parti faaliyetlerine aktif olarak katılabilecek bir kimsenin böyle bir mevkie getirilme avantajını elde etme, 
• Parti vasıtasıyla bir kadroya getirilen bir kimsenin duyması gereken şükran borcundan yararlanmak, böylece kişinin getirildiği 
mevkinin imkanlarını parti için seferber etmesini sağlayabilmek, 
• Parti çevresinde rahatsız edici kabul edilen kişilerden kurtulmak için bunlara cazip makamlar teklif etmek ve o çevreden 
uzaklaşmasını sağlamak, 
• Genç, enerjik ve iddialı kimseleri parti saflarına çekmek ve onlardan parti çalışmalarında yararlanmak. 


Bu bağlamda ülkemizdeki seçim çalışmaları dönemlerinde siyasi partilerin ülke çapında isim yapmış bürokratları kendi partilerinden milletvekili adayı olarak gösterme yarışı, buna örnek olarak vermek mümkündür. 

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Türkiye’de idare-siyaset ilişkisinin yoğun olduğu alanlar, siyasetçilerin yandaşlarını işe sokma veya işte yükseltme ya da görev yerlerini değiştirme konularıyla, il ve ilçeye, kasabaya ve köye götürülecek yatırımlar ve plan-program dışı, mevzuat dışı isteklerdir (Peker ve Aytürk, 2000: 224). Bu da siyasilerin oy maksimizasyonunu gerçekleştirmek için çalıştıklarını (Sakal, 1998: 224) göstermektedir. Teknik bir ifadeyle siyasiler “oy ticareti” yapmaktadırlar. Oy ticareti yaklaşımına göre, hükümetler halkın 
gerçekten istediğinden daha fazla mal ve hizmeti vatandaşa sunmaktadırlar (Gökçe ve diğerleri, 2002: 211). “Oy ver hizmet al” anlayışı da bu doğrultu da değerlendirilmelidir. 

Daha önce de ifade edildiği gibi siyasa saptama, karar verme sürecinin niteliği, kamu yöneticisini üst düzeylere çıktıkça siyasal bir kişi durumuna getirmektedir. Siyasal iktidarlar bunun bilincinde oldukları için yasal yetki olarak “ilk dört dereceye yükselme” ve “istisnai memurluk” kurumlarını etkin bir şekilde kullanarak kendi plan ve programlarını gerçekleştirirken uyumlu çalışacağını düşündüğü kimseleri bu kadrolara getirmektedir. Bu yasal kurumlara ilave olarak kamu yönetimi reform tasarısında “parti bürokratlığı” yönünde bir düzenlemeye gidilmek istenmektedir. Kutlu’ya göre parti bürokratlığı ilk dört kademeyle sınırlı kalmayacak, parti bürokratları olarak atanan kişiler daha alt kademedeki 
bürokratları da kendi partidaşlarından seçeceklerdir (Kutlu, 2003). 

Her iktidar değişikliğinde valiler kararnamesi, kaymakamlar kararnamesi, emniyet mensupları kararnamesi gibi kararnameler gündeme gelmektedir. 
Bu gibi gelişmeler kamu personelini sürekli tedirgin etmekte moral ve motivasyonunun düşmesine neden olmaktadır. Kısaca, ülkemizdeki 
uygulama açısından yüksek yöneticilerin görevden alınmalarında kelimenin tam anlamıyla bir sistemsizlik görülmektedir (Meriç, 1974: 75). 

5. Siyasallaşmanın Sonuçları ve Çözüm Yolları 

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu gereğince ülkemizdeki kamu personel rejimi, kamu görevlisinin tarafsızlığı ilkesini benimsemektedir. 

Bunun doğal sonucu olarak da kamu görevlilerinin siyasal faaliyette bulunması da yasaklanmıştır. Bu yüzden “hiçbir kamu görevlisinin işgal ettiği kadro siyasete ne kadar yakın olursa olsun, yasaların belirlediği hususlar dışında, siyasi iktidarı elinde tutanların inançlarına ya da politikalarına karşı olduğu gerekçesiyle mevkiinden uzaklaştırılmaması gerekir.” (Versan, 1971). Ancak ülkemizde siyasi nitelikli atama ve görevden almalar ya da yer değiştirmeler yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu yüzden de yönetim sistemimizle ilgili olarak olumsuz bir 
takım sonuçlarla karşılaşıldığı ileri sürülmektedir. Peker ve Oktay’a göre bu olumsuzlukların bazıları şöyledir: 

• Kamu hizmetlerindeki tarafsızlık ilkesinin zedelenmesi, 
• İsabetsiz yatırımlar, 
• Plansızlık, 
• İstenilen yaşam düzeyine ulaşamama, 
• Hukuk düzeninin, adalet ve hakkaniyetin yara alması, 
• Dürüst çalışmanın engellenmesi (Peker ve Aytürk, 2000: 41-44), 
• Hızlı yönetici devri, 
• Liyakat ilkesinin zedelenmesi, 
• Kısa soluklu ve temelsiz kamu siyasalarının oluşması (Oktay, 207208), 
• Parti menfaatlerinin her şeyin önüne geçmesi, 
• Kariyer ilkesinin yara alması, 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanamama. 

Bu sonuçlar bize kamu hizmetlerindeki aksamaların nedenlerini ve yöneticilerimizin de neden uzun vadeli plan ve program yapamadıklarını 
ve vizyon geliştiremediklerini göstermektedir. 

Siyasal iktidarların kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bütün üst düzey yöneticilerin Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi siyasal iktidarla birlikte değişip, bu makamların siyasallaştırılması yönündeki gibi bir yaklaşım Türkiye açısından şu aşamada uygun gözükmemektedir. Çünkü ülkemizde ne 
demokratik kültür ne de siyasal sosyalleşme tam anlamıyla yerleşmemiştir. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyetinin yaklaşık 80 yıllık tarihinde toplam 58 hükümet kurulmuş ve rekor bir sayıya ulaşılmıştır. Bu yüzden üst düzey yöneticilerin bu kadar sık olarak değişmesinin sonuçlarını bile düşünmek ürkütücüdür. 

“Günümüzde kamu yönetiminin, bürokratik etik ve demokratik etik olmak üzere iki değer yargısının etkisi altında olduğu belirtilmektedir” (Aykaç, 2002: 16). 

Çağdaş anlamda demokratik ve siyasal kültürümüz gelişirse, üst düzey yöneticilerin hükümetlerle birlikte değişmesi belki meşru görülebilir. Başka bir ifadeyle, böyle bir düzenin oluşması durumunda seçimler öngörülen zamanda yapılacak ve hükümetlerde böylece belirlenen zaman dilimleri içerisinde görevlerini yapabileceklerdir. Durum böyle olunca, kamu görevlilerinin devri de 
azalacak ve yere sağlam basarak geleceğe yönelik çalışmalar yapabileceklerdir. 
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda yönetim sistemimizin siyasallaşmasını engellemek için çözüm olarak şunlar önerilebilir: 
• Kamu görevlilerinin üst kadrolara atanması, yerlerinin değiştirilmesi ya da görevden alınması yasal gerekçelere dayandırılmalıdır. Uyumlu çalışma gibi nesnel olmayan kriterlerle bürokratik kadrolarda yapılan ya da yapılmak istenen değişiklikler, hukuk devleti ilkesiyle her zaman bağdaşmayabilir. 
• Üst düzey kadrolara atanacak kişilerin nitelikleri önceden belirlenmeli sır saklamak, güvenilir olmak ve parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler dikkate alınmamalıdır. 
• Kaliteli insan gücünden yeterince yararlanabilmek için liyakate önem verilmeli, ülkemizde kabul gören tanıdık ve eş-dost gibi anlayışlar terk edilmelidir. 
• İdeolojik, politik görüş ve değer yargıları kamu hizmetinin kalitesi ve kamu yararının önüne geçmemelidir. 
• Özellikle üst düzey yöneticilerin tıpkı zorunlu hizmet uygulamasında olduğu gibi atandıkları kadrolarda kalacakları sürenin alt sınırı belirlenmeli ve hukuka aykırı işlem ve eylemleri söz konusu olmadığı sürece asgari olarak belirlenen zaman dilimi içerisinde o kadroda görev yapmalıdır. 
• Ayrıca orta ve alt kademe memurlar için uygulamaya konulan “Kamu Personeli Seçme Sınavı” KPSS sistemi siyasallaşmayı engelleme de etkin bir araç olarak kullanılmalı, böylece ehliyetli ya da liyakatli personel istihdam etme imkanı arttırılabilir. 

Sonuç 

Siyaseti, içinde bulunduğu çevreden soyutlamak mümkün değildir. Bir toplumun coğrafi yapısı, iktisadi yapısı, demografik yapısı, teknolojik gelişmişlik düzeyi, ideolojik yapısı, hukuk düzeni, sosyo-kültürel yapısı gibi faktörler, o toplumun hem siyaset anlayışına ve hem de yönetim anlayışına yön vermekte ve bunların şekillenmesinde etkin rol oynamaktadırlar. Parlamenter demokratik rejime sahip olan ülkemizde, siyaset-bürokrasi ilişkisinin boyutu, bahsedilen bu faktörlere göre şekillenmiştir. Öyle ki ülkemizde bürokrasi siyasal iktidarı kullanma potansiyeline sahip bir araç olarak görülmektedir. Uygulamada ise gerek gelişmiş ülkelerde ve gerekse ülkemizde siyasal kararların politikacılar tarafından alınması ve bunların bürokratlar tarafından uygulanması Weber’in “saf modeline” uymamaktadır. 

Ülkemizde Tanzimatla birlikte başlayan modernleşme sürecinde bürokrasi-siyaset işbirliğinin sağlandığı dönemler olduğu gibi iki sistemin birbirleri ile çatıştıkları dönemlerde söz konusu olmuştur. Bu dönemlerde toplumun yaşam standardı düşmüş, kalkınma ve modernleşme süreci yavaşlamıştır. 

Bu geleneğin uzantısı olarak siyasal iktidarlar, üst düzey bürokratların ya da yöneticilerin seçiminde ve atanmasında liyakat ve tecrübe gibi ölçütler yerine güvenilir olmak, sır saklamak, parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak gibi nitelikler aramışlar ve aramaya devam etmektedirler. Küreselleşen dünyada her alanda kapsamlı bir modernleşme süreci içinde bulunan ülkemizde, siyaset-bürokrasi işbirliğinin dengeli bir biçimde sağlanması şarttır. 
Ancak bu sağlanabilirse, Ulu Önder Atatürk’ün bize hedef gösterdiği “çağdaş 
medeniyetler seviyesine” ulaşabiliriz. Başka bir ifadeyle, halkın yaşam standardı nın yükseltilmesi ve modernleşmenin gerçekleşmesi için bu işbirliği şarttır. 

Bu işbirliğini ve uyumu sağlama adına siyasal iktidarın kendi politika ve programlarını uygulamak için bazı bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Ancak bu yöndeki uygulamaların ölçüsünün kaçırılması durumunda liyakatsiz ve tecrübesiz bürokratların iş başına gelmesi ülkemizin siyasal konjektürüne bağlı olarak hızlı bir kamu görevlisi devrini ortaya koyacak ve toplum adına hep kısa soluklu kamu hizmeti üretmekten öteye gidilemeyecektir. 

KAYNAKÇA : 

Aydın, Mehmet; “Farabi’nin Siyasi Düşüncesinde Saadet Kavramı”, A.Ü.İ.F.D., C. 21, 1976 
Aykaç, Burhan; “21. Yüzyılda Kamu Yönetiminde Yeni Eğilimler”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Özel 
Sayısı, C. 4, S. 2, 2002, ss.15-23 
Baransel, Atilla; Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi, C. 1, İstanbul, 1979 
Cem, Cemil; Türk Kamu Kesiminde Üst Düzey Yöneticiler, TODAİE, Sevinç Matbaası, 1976 
Çam, Esat; Siyaset Bilimine Giriş, Genişletilmiş 5. Baskı, Der Yayınları, İstanbul, 1998 
Çevik, H. Hüseyin; Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Seçkin Yayınları, Ankara, 2001 
Çulpan, Refik; “Bürokratik Yönetimin Yozlaşması,”AİD, C.13, S. 2 , Haziran,1980, ss.31-45 
Emre, Cahit; Yönetim Bilimi Yazıları, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2003 
Erdoğan, Mustafa; Liberal Toplum, Liberal Siyaset, Ankara, 1993 
Ergun, Turgay; Polatoğlu, Aykut, Kamu Yönetimine Giriş, Ankara, 1992 
Eryılmaz, Bilal; Bürokrasi, İzmir, 1993 
Eryılmaz, Bilal; Kamu Yönetimi, İzmir, 1995 
Genç, Nurullah; Zirveye Götüren Yol Yönetim, 6. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 1998 
Gerth, H. H. ve C. Wrights Wills; From Max Weber Essays In Sociology, Routledge and Kegan Paul Ltd., London, 1958 
Gladden, E. N.; The Esential of Public Administration, Staple Press Limited London, 1964 
Gökçe, Orhan; Mehmet Göküş; Önder Kutlu; Kamu Yönetimi Ders Notları, Konya, 2002 
Güven, H. Sami; “İdare Siyaset İlişkileri ve Personel Yönetimi Açısından Önemi”, A.İ.D., C. 9, S. 1, Mart 1976 
Kaya, Kemal; Çağdaşlaşma Yolunda Deve Dikenleri, Bilim Yayınları, Ankara, 1994 
Kışlalı, A. Taner; Siyaset Bilimi, Ankara, 1994 
Koçel, Tamer; İşletme Yöneticiliği, İstanbul, 1989 
Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ 
Kutlu, Önder; “Yönetsel Reformda Hedef”, Radikal Gazetesi, 15 Nisan 2003 
Massie, Joseph L.; İşletme Yönetimi, Çev. Şan Özalp vd., Beytaş Yayınları, Eskişehir, 1983 
Meriç, Osman; “Siyasal İktidar ve Yüksek Yöneticiler Sorunu”, A.İ.D., TODAİE, C. 7, S. 3, Eylül 1994, ss. 73-78 
Merikoski, V. “İdarenin Siyasilleşmesi, Çev: Tutum, Cahit, AİD, TODAİE, C.4, 1971 
Oktay, Cemil, Yükselen İstemler Karşısında Türk Siyasal Sistemi ve Kamu Bürokrasisi İ.Ü. Yayınları İstanbul 1983 
Peker, Ömer ve Nihat Aytürk, Etkili Yönetim Becerileri, Yargı Yayınları, Ankara, 2000 
Sakal, Mustafa; “Siyasal Karar Alma Sürecinde Yer Alan Aktörler ve Rolleri”, D.E.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, C. 13, S. 1, 1998, ss. 211-230 
Şaylan, Gencay; Türkiye’de Kapitalizm, Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji, Ankara, 1986 
Versan, Vakur; “Siyaset ve İdare”, Milliyet Gazetesi, 5 Mayıs 1971 

***

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

TÜRKİYE’DE SİYASETİN BÜROKRASİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:  SİYASALLAŞMA BÖLÜM 1

Bürokrasi, siyaset, üst düzey yönetici, siyasallaşma, Gülise GÖKÇE, Ali ŞAHİN, Erhan ÖRSELLİ,



Gülise GÖKÇE∗ 
Ali ŞAHİN∗∗ 
Erhan ÖRSELLİ∗∗∗ 
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 
∗ Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗ Öğr. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
∗∗∗ Arş. Gör., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 


Özet 

Bu çalışmada öncelikle, kamu yönetimi sisteminin işleyişinde önemli bir yer tutan siyaset ve bürokrasi kavramları açıklanarak, bürokrasi ve siyaset arasında bir ayrımın mümkün olup olmadığı konusu ele alınmaktadır. Daha sonra, kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi esnasında siyasetin bürokrasi üzerindeki etkisi ve bu etkinin kamu hizmetlerine nasıl yansıdığı ortaya konulmaya çalışılmakta ve idarenin siyasallaşma boyutuna yönelik çözümler sunulmakta ve bu bağlamda da Kamu Yönetimi Reform Tasarısında yer alan “parti bürokratlığı” konusu ele alınmaktadır. 

Giriş 

Tüm Demokratik ülkelerde toplumsal sistem, siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel ve bürokratik sistemlerden oluşan bir üst sistemdir. Her sistemin birbiriyle bir ilişkisi söz konusu olduğu gibi, her sistem birbirlerini etkileme gücüne de sahiptirler. Ancak iki sistem vardır ki bunların birbirleri ile iç içe geçtiği öne sürülmektedir: Bürokrasi ve siyaset. Başka bir ifadeyle, üst sistem içerisinde güç, otorite ve iktidar ilişkisine bağlı olarak oluşan siyasal sistem ile bürokrasi arasında yakın bir ilişki söz konusudur. Kamu yönetimi de bu iki sistemin oluşturduğu sistemden oluşan bir üst sistemdir. Bürokrasi ve siyasetin birbirleriyle ilişkisi etkinlik sağlama çabası içinde, ancak birbirini dışlayan değil, tamlayan biçimde ortaya çıkmaktadır. 

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel kabul gören, siyaset “karar alır” bürokrasi “uygular” düşüncesi, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra geçerliğini yitirmeye yüz tutmuştur. Günümüz toplum yapısında bürokrasi ile siyaset arasında kesin bir çizgi çizmenin imkanı yoktur. 

Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde iki sistemin birbirine daha yakın olduğu gözlenmektedir. Türkiye’de bazen siyaset bürokrasiyi bazen de bürokrasi siyaseti etkilemektedir. Başka bir ifadeyle, bürokrasi siyasallaşmakta siyaset de bürokratik olmaktadır. Tanzimatla birlikte başlayan devletin yeniden yapılandırılması sürecinde 1923-1950 dönemi hariç devlet seçkinleri (bürokrasi) ile siyasi seçkinler arasında sürekli bir güç mücadelesi olmuştur. Ancak 1970’lerden sonra bürokratlar güçlerini siyasilere karşı kaybetmeye ve politikacılara daha yakın olmaya 
başlamışlardır (Çevik, 2001: 72). Özellikle kamu yönetiminde yukarı kademelere doğru çıkıldıkça siyasetle bürokrasi arasında kesin bir ayrım yapmak zorlaşmakta dır. Bunun doğal sonucu olarak da ülkemizde sık sık yetki kargaşası yaşanmakta ve kamu hizmetlerinin kalitesi düşebilmektedir. 

1. Bürokrasi Kavramı 

Günümüz devlet ve toplum sisteminin son derece önemli bir halkasını oluşturan bürokrasi “içinde daima bir idarecinin bulunduğu bir durumu niteleyen ve genellikle özel bir kesimden ziyade kamu kesimi ile ilgili bir kavram” olarak algılanmaktadır (Gladden, 1964: 63). Ancak, modern toplumlarda sadece kamu yönetiminde değil, özel kesimde de büyük ölçekli bürokratik nitelikler gösteren örgütlerin ortaya çıktığı gerçeğini göz önüne aldığımızda; kamu kesimindeki örgütler gibi özel kesimdeki bu örgütlerin de birer “bürokrasi” (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 46) olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir ifadeyle, belli bir büyüklüğü aşan ve yüz yüze temasın ortadan kaybolduğu her örgüt, bürokrasi özelliklerini kazanır. Dolayısıyla bürokrasi sedece devlet ve kamu hizmetlerinde söz konusu değildir (Baransel, 1979: 165); resmi ve özel tüm büyük çaplı organizasyonları kapsar. 
Halk arasında “burası devlet dairesi”, “kanunlar böyle emrediyor”, 
“ben devlet memuruyum”, “bugün git yarın gel” şeklinde olumsuz bir anlayışı ifade eden bürokrasi, kimilerine göre verimsizlik, kuralcılık, kırtasiyecilik ve sorumluluk almaktan kaçmanın genel adı olarak tanımlanmaktadır. 

Bürokrasi kavramını ilk defa sistemli bir şekilde inceleyen Weber’e göre, bürokrasinin kötü bir anlamı yoktur (Massie, 1983: 72). Gerçekte bürokrasi, halk arasında kullanıldığı gibi işlerin geciktirilmesi, yokuşa sürülmesi ve bu gün git yarın gel anlamının aksine ideal bir organizasyon yapısını ifade etmektedir (Koçel, 1989: 72). 
Çünkü bürokrasi bir insan sistemi olmaktan çok kanun ve kurallar sistemidir. Kişiselliğe yer yoktur. 

Mantık her şeyin üstündedir. 

Weber’e göre ideal tip bürokrasi, iş bölümü, uzmanlaşma ve hiyerarşik yapıya bağlı olarak; dakiklik, devamlılık, disiplin, güvenilirlik, hız, keskinlik, sağduyu, dosyalama bilgisi, dayanışma, tam itaat ve anlaşmazlıkların giderilmesi bakımından diğer örgütlere nazaran daha üstündür (Gerth ve Mills, 1958: 214). 

Siyasetin ve kamu politikalarının oluşmasına yardım eden ve bunları uygulayan bürokrasinin görevlerini şu şekilde sıralamak mümkündür (Kaya, 1994: 10-11): 

• Toplumsal değişmeyi gerçekleştirme, 
• Yasama meclisini etkileme ve politika önerme, 
• Yasa tasarıları hakkında görüş bildirme, 
• Gerektiğinde bakanlar kurulu toplantılarına katılma, 
• Bütçe ve yasa tasarıları hazırlama, 
• Yasaları yorumlama ve uygulama, 
• Devletin güvenlik işlerini gerçekleştirme. 

Bu fonksiyonlar, özellikle siyasetle iç içe olan üst düzey bürokratlar tarafından gerçekleştirilir. Bürokrasi, toplumsal sistemin düzenli ve ahenkli olarak devam etmesi için rutin işlerin sistemli ve aralıksız olarak işlemesinden birinci derecede sorumludur. Bu bağlamda siyasilerin aldığı kararları tarafsızlık esasına dayalı olarak yürütürler (Gökçe ve diğerleri, 2002: 87). 

Profesyonel ve uzman olmaları dolayısıyla daha çok teknik işlerle uğraşırlar. Başka bir ifadeyle, siyasetin temel tercihlerle uğraştığı bir sistemde bürokratlar teknik ve uzman olmalarından dolayı temel tercihlerin nasıl uygulanacağına yönelik “gündelik politikalar” belirlerler. 

2. Siyasetin Tanımı ve Gerekliliği 

Siyaset bilimi, siyasal otorite ile ilgili kurumların ve bu kurumların oluşmasında ve işlemesinde rol oynayan davranışların bilimi olarak tanımlanabilir. Böyle bir tanım, bir yandan siyaset biliminin günümüzde ilgilendiği konuların bütününü kapsarken, öte yandan da oldukça belirgin bir sınır getirmektedir (Kışlalı, 1994: 16). 

Genel anlamda siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıdır (Peker ve Aytürk, 2000: 41). Kamu yönetiminde siyaset, değerler, politikalar, kararlar, araçlar, yöntemler, yasalar yürütme ve sorumluluk gibi konularla ilgilenen memurun evreni olarak görülmektedir. Yani kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde izlenen yol ya da yöntemdir (Güven, 1976: 52). 

Siyaseti farklı bir şekilde tanımlayan düşünürlerden birisi de Farabidir. Farabi’ye göre siyaset hem genel hem de özel anlamı olan bir kavramdır. Genel anlamda siyaset, siyasal toplumun yönetimi ile ilgili konuların bilgisidir. Siyasetin özel anlamı ise bir bütün olarak toplumu “hakiki” mutluluğa götürecek tarzda düzenlenmesinde kendini gösterir. Bu anlamda siyaset, erdemli siyasal toplumda uygulanan en yüksek sanat olarak, “saadet”in elde edilme yollarını gösterir (Aydın, 1976: 305). 

Siyasetle ilgili çok sayıda tanım söz konusudur. Ancak bu tanımların tümünün bu çalışmada ele alınması mümkün değildir. Genel olarak literatürdeki tanımlar irdelendiğinde siyaseti tanımlamak için iktidar, otorite, güç ve devlet gibi kavramlara başvurulduğu görülmektedir. Bu doğrultuda da siyaseti “toplumun tümünü ilgilendiren veya toplumu oluşturan birimler arasındaki ilişkileri son aşamada meşru zora dayanarak düzenleyen eylemler bütünü” (Çam, 1998: 23-24) olarak tanımlayabiliriz. 

Çağdaş siyasal toplum, ister bir veri olarak alınsın, isterse sözleşmeyle kurulsun, başkalarıyla bir arada yaşama olgusunun söz konusu olduğu her yerde siyasetin varlığı kaçınılmaz görünmektedir. 

Siyaset ampirik bir olgu olarak var olduğuna göre, gerçeklik düzeyinde hiç kimsenin kendini bu olgunun etkilerinden bağışık tutma imkanı yoktur. 
Siyaset kendini bireye zorlayan bir olgudur; kişinin ondan kaçma şansı yoktur. Çünkü siyaset, topluluk halinde yaşamanın ortak gündemi, dolayısıyla bireylerin kaderleri ile doğrudan doğruya ilgili bulunan önemli ölçüde belirleyici etkinlik olarak kendini göstermektedir (Erdoğan, 1993: 3). 

Bugün 21. yüzyıl şartlarında global toplum düzeyinde siyaset yapma yetkisine sahip olanlar aldıkları kararlar ile ilk bakışta kendilerini hiç ilgilendirmeyen en uzaktaki vatandaşı bile etkilemektedirler. Siyaset, sadece ampirik bir zorunluluk değil, aynı zamanda amaçlı bir etkinliktir. 

Bu yönüyle siyaset, insanın kendini gerçekleştirmesiyle ilgili bir etkinliktir ve benzer amaçlı etkinliklerle aynı düzlem içinde yer alır. 

Başka bir ifadeyle, insani bir etkinlik olarak siyaset uğraşısı; amaçsız ve anlamsız, kendi kendinin amacı olan bir iş değildir. Siyaset bir takım pozitif amaçlara yönelik olarak yapılır (Erdoğan, 1993: 4). Siyasal iktidar, toplumdaki düzenin, hakların, müşterek menfaatlerin kısaca toplum hayatının şartıdır. Hans Kelsen de bu gerçeğe vurgu yapmış ve “toplumun daha da ileri giderek devlet varlığının gerekliliği halinde insanlar arası ilişkilerin zorunlu bir düzenlemesi için iktidarın mevcut olması gerekir” demiştir (Gökçe ve diğerleri, 2002: 77). 

Çoğulcu demokrasi ilkesi gereği, siyasetçi halkın oylarıyla seçilmiş olmaktan ve halkın siyasal tercihlerini temsil etmekten dolayı belirgin bir güce ve üstünlüğe sahiptir. Siyasetçi bu gücü kullanarak bürokrasi, kamu yönetimi üzerinde de sınırsız bir yetkiye sahip oluğunu, yönetim aygıtının kendi içindeki şu ya da bu ölçüde ussal işleyişine müdahale edebilme yetkisine sahip olduğunu düşüne bilmektedir (Emre, 2003: 186). 
Türkiye’de şu anda tartışılmakta olan “kamu yönetimi reform tasarısında” da “parti bürokratlığı” gibi yeni bir düzenlemeye gidilmek istenmesi bu bağlamda düşünülebilir. “Parti bürokratlığı” ile müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür ve genel müdür yardımcılarının bakanla gelip gidecekleri öngörülmektedir. Kutlu’ya göre bu düzenlemenin amacı söz konusu görevlilerin en temel güvencelerinden olan “yargı teminatını” elinden almak ve Anayasanın 125. maddesinde ifadesini bulan “idarenin her türlü eylemlerine karşı yargı yolu açıktır” hükmünün bay-pas edilmesinden başka bir şey değildir (Kutlu; 2003). 

Çoğulcu temsili demokrasi ilkesi gereği, halkı temsil eden siyasilerin bürokratlara “genel yön verme”, “genel politikalar belirleme” yönlerinin olması doğal görülmektedir. Başka bir ifadeyle, siyasetçiler halktan aldıkları gücü yine halkın siyasal tercihlerini yansıtan genel kamu politikalarını belirlemede kullanırlar. Dolayısıyla, gündelik politikaların belirlenmesi bürokratlara bırakılır. Çünkü bürokrasinin görevi, siyasetçiler tarafından belirlenen genel politikaları etkin ve etkili bir şekilde yerine getirmektir. 

3. Bürokrasi Siyaset İlişkisi 

Yönetim bilimlerinde genel kabul gören sistem yaklaşımına göre, toplumsal sistem karşılıklı bağımlılığı ve etkileşimi olan, sürekli değişen alt sistemlerden oluşmaktadır. Bir alt sistemde görülen değişmeler, öteki alt sistemleri etkilemekte dolayısıyla sistemin tümü etkilenmektedir. Alt sistemlerde gözlenen değişmelerin kimileri ötekilerden daha hızlıdır. Hızlı gelişme ve hızlı toplumsal değişme, yönetimi etkilemekte, karşılığında yönetimdeki değişmeler sistemin öteki parçalarını etkilemektedir. Karşı görüşler olmasına rağmen, toplumdaki değişmelerin genellikle siyasal sistem yoluyla yönetim sistemine geçtiği kabul edilmektedir (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 239). Bilindiği gibi toplumsal sistem içinde bürokratik sistemin çevresini siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler oluşturmaktadır. Bu sistemler içinde bürokratik sistemi en fazla etkileme gücü olan şüphesiz siyasal sistemdir (Şaylan, 1986: 32). 

Bu bağlamda Weber de idare-siyaset ikiliğinin varlığını onamış ve politikacı ile bürokratın rolleri arasında kesin bir çizgi çizmek istemiştir. 

İdare-siyaset ikiliğini benimseyen yazarlar, genellikle şu görüşlere sahiptirler. “Siyaset, ülke yönetiminde temel tercihlerle uğraşır. Büyük sorunlara bulunacak çözüm yollarını saptar. İdare ise, niteliği itibariyle tekniktir. Gayri siyasi planda çalışır” (Güven, 1976: 51). 

İdare-siyaset ayrılığını benimseyen görüşler 2. Dünya Savaşı’ndan sonra terk edilmeye başlandı. İdare-siyaset ayrılığını bir bakıma gündeme getiren Weber’in ideal tip bürokrasisiydi. Ancak yeryüzünde mevcut bürokrasilerin hiç biri “ideal tipe” uymamakta ve bürokratlar iki yönden siyasal sürece katılmaktadırlar. Birinci olarak bürokratın siyasal bir eğilimi vardır. İkinci olarak da bürokratik yapı içinde mücadele ve yarışma belirli örgütsel düzeyin üstünde siyasal bir nitelik almaktadır. Bu ikinci tip siyasi süreç özellikle yüksek pozisyonlara terfi ve azil işlemlerinde kendini göstermektedir. Sonuç olarak, bürokratları apolitik sayma olanaksız görülmektedir (Şaylan, 1986: 35). Öyle ki, Türk kamu bürokrasisi siyasi belirsizlik dönemlerinde adeta durgunlaşmıştır. Eski başkanlardan Bülent Ecevit de sık sık bu olguya işaret ederek bürokratların resmi evrakları imzalamaktan çekindiklerini dile getirmiştir. Belki de bunun altında yatan temel neden aşırı derecede politize olmuş bir bürokrasinin var olmasıdır. 

8 Nisan 2017 Cumartesi

21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 3


21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 3



3.6. Kayırmacılık 


Türk kamu bürokrasisinde gözlenen bir diğer sorun da kabileciliktir (Oktay,1983:209). Ülkemizde devlet kadrolarının hizmet için değil de iş 
bulma aracı olarak düşünülmesi karmakarışık bir kayırmacılık uygulamasına zemin hazırlamıştır (Büyüklü,1976:81). Bazen toplumda yakınları kayırma bir erdem olarak görülmektedir. Buna uygun davranmayan bürokrat, çevresinin baskısına maruz kalmakta, bürokratik kuralları çiğneyerek yakınlarını koruyanlar saygınlık sağlayabilmektedir (Yılmaz,1997:432). 

Ülkemizde kayırmacılık iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi, kamu hizmetleri ne girişte, liyakat yerine, tanıdık, dost , akraba, arkadaş, hemşehri ya da siyasi yakınlık gibi faktörlerin birinci derecede rol oynamasıdır. Bu faktörlere, mezun olunan okul ve meslek dayanışması gibi unsurlarda ilave edilebilir (Eryılmaz, 1995:237). Ülkemizde memurluğa girişte Merkezi Sınav Sisteminin getirilmiş olması belli noktalarda hala yetersiz kalmaktadır. Çünkü belli kadrolar için açılan sınavlarda alınacak kadro sayısının dört katı kişi mülakat sınavına çağrılmak tadır. Büyüklü’ye göre bu olgu, özellikle kilit noktalara yükselmelerde çok önemli bir güç olabilmektedir (Büyüklü,1976:81). 

Ülkemizdeki kayırmacılığın ikinci türü ise, kamusal hizmetlerin dağıtımında ihtiyaç ve yerindelik kriterinden çok, oy, partiye destek yada ideolojik yakınlık gibi faktörlerin etkili olmasıdır (Eryılmaz.,1995:237). “Oy ver hizmet al” (Başözen,2002). ilkesi yaygın bir biçimde uygulanmaktadır. Birinci tür kayırmacılık sonucu devlet dairelerindeki kadrolar, yetmezlik düzeyinde olan insanlar için istihdam alanı olarak kullanılabilmektedir. Bu da işlerin aksamasına ve hizmet kalitesinin düşmesine yol açmaktadır. İkinci tür kayırmacılığın sonucu ise, bölgeler arasında var olan ekonomik, sosyal , kültürel vb. dengesizliklerin sürekli artması şeklinde özetlenebilir. 

3.7. Aracılar Yoluyla İşlemleri Yürütme 

Bürokrasinin yapı olarak karmaşıklığı ve kuralcılığı sebebiyle, ülkemizde aracılar yoluyla hizmet yürütme yaygın bir uygulamadır (Eryılmaz. ,1995:238 ). Diğer yandan kıt kamu hizmetlerinin paylaşılması sorununun çözümünde, önemli bir yere sahip olan yöneticiyi veya kamu kuruluşunu etkileyebilecek, iş becerici nitelikteki aracılardan yararlanma da çok sık başvurulan bir yoldur (Oktay,1983:209). Aracılar bazen bir kurum bazen de bir kişi olabilmektedir (Eryılmaz.,1995:238 ). Genellikle siyasi partiler (siyasi parti yöneticileri) demokratik normlar, gelenekler, gönüllü kuruluşlar, seçilmişler (milletvekilleri) (Kabasakal,1997:416), mahalli eşraf ve eski bürokratlar, vatandaşların işlerinin yürütülmesinde (Eryılmaz.,1995:238) fert-bürokrasi arasında aracılık yapan çevrelerdir (Kabasakal,1997:416). 

3.8. Yolsuzluk ve Rüşvet 

Yolsuzluk genel olarak, kamu görevlisinin kişisel veya siyasi menfaat elde etmek için kamu yetkisini kötüye kullanmasıdır (Yılmaz,1997:430). Rüşvet, kamu görevlisinin özel çıkarlar karşılığında yapmaması gereken bir işlemi yapması, yapması gereken bir işlemi yapmaması veya yapması gereken işlemi hızlandırmasıdır (Ergun,1997:390). Yolsuzluk kavramı içinde rüşvet, siyasallaşma, aracıya başvurmak ve kollamacılık vardır (Yılmaz, 1997:430; Tekeli ve Şaylan,1974:93-113). Rüşvet çoğu durumlarda kamu hizmetlerindeki arzın talebi karşılayacak düzeyde olmaması durumunda ortaya çıkar. Bu yönüyle rüşvet ekonomideki “karaborsaya” benzer (Eryılmaz,1995:237-238).Bu bir adaletsizliktir. 

Çünkü rüşvet kimileri için bürokrasinin hızlı kimileri için ise ağır yürümesi demektir. Rüşvet aynı zamanda vatandaş için ek bir vergi memur içinde normal bir gelir durumuna dönüşmektedir (Büyüklü,1976:81). 

Türkiye’de 1980’li yılların banker skandalları, TYT Bank yada Marmara Bank olayları özel kesimde ortaya çıkan yolsuzluk örnekleri arasında sayılabilir (Şaylan,1995:3-5 ). Son yılların Egebank, Tütünbank, Yaşarbank, Etibank vb. ile hayali ihracatlar, İLKSAN Skandalı, İSKİ Skandalı, CİVANGATE, Susurluk kazası ile ortaya çıkan kamu görevlileri-mafya arasındaki çıkar ilişkileri yolsuzluk ve rüşvetin Türkiye’deki boyutlarını göstermektedir. Şüphesiz bunlar su yüzüne çıkmış yolsuzluk örnekleridir. Çünkü ülkemizde şeffaflık açısından atılan önemli bir adım yoktur. 

Rüşvet araştırmaları ile tanınan Uluslararası Şeffaflık (Transparancy International) adlı teşkilatın 1997 yılında yayınladığı raporda, Türkiye 
1996 yılı sıralamasında 3.54 puanla en çok rüşvet olayı görülen ülkeler sıralamasında 22. sırada yer alırken (Aktan,1997:1203), 1997’de ise,13. 
sıraya yükselmiştir (Eker,1997:1037). 2002 yılı raporunda da bu konuda üst sıralara doğru yükselmeye devam ettiğimiz belirtilmektedir. Şüphesiz, 
bürokratik mekanizmalarda görülen bu tür yolsuzluklar, personel maaşlarının çok yetersiz kalması, iş ahlakındaki zayıflama, bürokrasinin siyasallaşması gibi nedenlere bağlanabilir (Çulpan,1980:34-35). 

3.9. Siyasallaşma 

Bürokrasi, politik, ekonomik ,kültürel ve toplumsal sistem içinde yer alır. Sayılan bu unsurlardan ayrı tutulması ve değerlendirilmesi mümkün değildir. 

Bürokrasinin siyasallaşması ya da başka bir deyimle bürokrasi üzerindeki siyasal etki kısaca parti politikalarının bürokrasiyi etkilemesi ve siyasi partilerin kendi yararlarını ulusal politikanın aleyhine ön plana çıkarmasıdır. Siyasallaşma sorunu genellikle iki açıdan ele alınmaktadır. Bu ölçülerden biri atamalarda siyasal amaçların ve parti düşüncesinin ön planda tutulması, öteki ise, kamu görevlilerine tanınan siyasal faaliyette bulunma özgürlüğünün derecesi ve bu konuda siyasal iktidarın tutumudur (Merikoski,1971:169). Dolayısıyla, bürokrasinin siyasallaşması, iş başına gelen hükümetin izlediği kamu personel politikasında somutlaşmaktadır. 

Siyasal iktidarın kendi politika ve programlarını uygulamak için kimi bürokratik pozisyonlara kendi elemanlarını getirmeleri doğal karşılanabilir. Hükümetin başarılı olabilmesi için ona böyle bir olanak verilmelidir. Ancak, bu yöndeki uygulamaların ölçüsü kaçırılmamalıdır (Çulpan,1980:34-35). Siyasal iktidar değiştiğinde, müsteşar, genel müdür, daire başkanları, valiler, emniyet müdürleri ve elçiler değişmekte; bu değişiklik bürokrasinin alt ve orta kademelerine kadar uzanmaktadır. Bu çerçevede siyasal iktidarlar, yönetimdeki siyasallaşmayı kolaylaştırmak için, yeni kadrolar ve makamlar oluşturmak yoluna gitmektedirler. Ülkemizdeki üst düzey kadrolar, en çok bu amaçla 
kullanılmaktadır (Eryılmaz,1995:238 ). 

Siyasal iktidarlar, üst düzey yöneticiler (kadrolar) sorununu , iki açıdan ele alabilir. Birincisi “İstisnai memurluk kurumu”, ikincisi ise “ilk dört dereceye yükselme”dir. Bu ve benzeri yasal düzenlemeler siyasal iktidarın işini kolaylaştırmak ve mevcut kadroların siyasallaşmasını 
meşrulaştırmaktadır. 

Türkiye’de, hükümetlerin yüksek yöneticiler konusundaki tutumları olumlu bir görünüş arz etmemektedir. “İktidara gelen hükümetler genellikle yüksek memurları değiştirmekle işe başlamaktadır.” Bir sözlü soruya TBMM’de verilen yanıta göre, 1961 Kasım sonundan 1965 Şubat ayına kadar süren üç koalisyon kabinesi devresi içinde (1050 gün) 26 müsteşar, 26 müsteşar yardımcısı, 174 genel müdür, 226 genel müdür yardımcısı, 66 daire başkanı, 60 daire başkan yardımcısı, 70 idare meclisi üyesi, 82 vali, 2 genel sekreter ve 7 genel sekreter yardımcısı değiştirilmiştir (Güven,1976:65 ). 

Yapılan açıklamalar doğrultusunda şöyle bir yargıya varmak mümkündür: Türkiye’de üst düzey bürokratların ya da, yöneticilerin seçiminde ve atanmasında liyakat ve tecrübe gibi ölçütler yerine güvenilir olmak, sır saklamak, parti menfaatlerini her şeyin önünde tutmak, gibi nitelikler ön plana çıkmaktadır. Ayrıca son yıllarda üst düzey bürokratların milletvekili olma gibi bir çaba içine girmeleri ve siyasal partilerin de ülke çapında isim yapmış bürokratları milletvekili gösterme yarışı içerisinde olmaları, bürokrasinin siyasallaşmasının bir uzantısı olarak kabul edilebilir. Her iktidar değişmesi üst düzey yöneticilerin değişmesi olarak algılandığı için, yöneticilerin kendilerini güvensiz hissetme lerine ve uzun vadeli planlar yapmalarına, vizyonlar geliştirmelerine engel olmakta, bu da kamu hizmetlerinde hızlı bir ilerleme sağlanamamasına yol açmaktadır. 

3.10. Bürokratik Yetersizlik 

Bütün bürokratik uygulamalarda gözlemlenebildiği gibi Türk kamu bürokrasisinin içine düştüğü çıkmazlardan birisi de bürokratların yetersizliğidir (Eroğlu, 1995:169). Hiyerarşideki her memur kişisel yetersizlik düzeyine ulaşma eğilimindedir ve yetersizlik evrenseldir diyen Peter (Peter,1985:27), yetersizliğin en önemli sebebinin, kıdeme karşı çekiş-gücü olduğunun altını çizmektedir. Ülkemizdeki bazı meslek grupları dışında görülen eğitim ile sunulan hizmet arasında doğrudan bir ilişkinin bulunmaması, hizmet içi eğitim çalışmalarının yetersiz olması (Aykaç ,1997:25), özellikle bürokrasinin önemli karar merkezlerinde bulunan kişilerin liyakat ve yeterlilik kriterlerine bakılmaksızın, siyasi ve ideolojik (Eroğlu, 1995:169) gibi tercihlerle buralara gelmesi, Peter’in görüşlerini doğrular niteliktedir. 

Klasik bürokrasi anlayışının benimsendiği ülkemizde, bürokratların belli konularda uzman olması beklenir. Bunun doğal sonucu olarak da 
bürokratların iş yerindeki görevlerinin değişmesi veya bürokratik örgütün farklı alanlara yönelmesi ya da yeni hizmet alanlarının ortaya çıkması 
durumunda (Aykaç,1997:25 ) zaten değişimi benimsemeyen bürokratlar, yetersizlik düzeyine ulaşmaktadırlar. Bunun dışında yine klasik bürokrasi anlayışındaki personel sistemi, yeterliliğe değil kıdeme dayandığından bürokratlar emekliliklerine yakın yaşlılık dönemlerinde yetmezlik düzeyine ulaştıklarında üst yönetim görevlerine gelebilmektedirler (Gökbunar ve Kayalı, 2002 ). 

3.11. Diğer Sorunlar 

Türk kamu bürokrasisinin diğer sorunları özetle şöyle sıralanabilir: 

i. Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan “topluma hakim olma” anlayışının kısmen devam etmesi, 

ii. Yukarıda sayılan sorunlar neticesinde işleri görülmeyen ya da kamu hizmetlerinden yeterince yararlanamayan halk ile yönetici 
kesim arasındaki iletişimsizlik ve yabancılaşma, 

iii. Bürokratların yetki devri konusunda isteksiz davranmaları ve kendi imparatorluklarını kurmaya çalışmaları, 

iv. Kamu yönetiminde gerek ast-üst ilişkilerinde gerekse kamu kurumları arasında yeterli iletişimin olmayışı ve bu paralelde 
koordinasyonsuzluk sorunu: Güncelliğini hala koruyan İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Karayolları Genel Müdürlüğü arasında 
yol yapım çalışmaları ile ilgili koordinasyon yetersizliği ve neticesinde devletin trilyonlarca lira zarara uğraması örneğinde olduğu gibi. 

v. Statü çeşitliliğinin fazla olması; Örneğin aynı işi yapan elemanların teknik ve idari personel olarak ayrılması gibi. 

4. Türk Kamu Bürokrasisinin Sorunlarına Çözüm Önerileri 

Türk Kamu bürokrasisi, yapı ve işleyiş bakımından kendisinden beklenen hizmetleri ya da işlevleri hızlı ve etkin bir biçimde yerine getirmekten uzak (Karaer,1987:29), dünyada ve ülkemizde meydana gelen ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik gelişmelere uyum esnekliğinden yoksun bir görünümdedir. Weber’in “İdeal Tip Bürokrasi” anlayışında ortaya koyduğu “dakiklik, devamlılık, disiplin, güvenlik, hız, kesinlik, dayanışma, anlaşmazlıkların giderilmesi” gibi ilkelerin bürokratik sistemimizde işlerlik kazanabilmesi için, bürokratik sistemimizin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle kamu bürokrasisi, iş yapamaz, çözüm üretemez hantal yapısından 
kurtulup, etkin ve verimlilik prensibine uygun bir yapıya kavuşturulmalıdır. 

Kamu bürokrasisinin yeniden yapılandırılması sürecinde öncelikle, bürokratik otoritenin güç kaynaklarından biri olan merkeziyetçilik anlayışına son verilerek, “idari ve mali adem-i merkeziyetçilik” (Aktan,1997:1053) uygulanmalıdır. Bu sayede kamu hizmetlerinin ya da kamu kaynaklarının tahsisinde siyasi eğilimler ve partizanca tutumlar engellenebilir. Kamu hizmetlerinde maliyet- fayda ve maliyet etkinlik analizi yapılabilir. 

Kamu yönetiminde gizlilik ve kapalılık bir kural haline gelmiş bulunmaktadır. Neyin gizli, neyin açık olduğuna ya kurumun yöneticisi ya da kurumun çalışanı karar verebilmektedir. Herkese, kendisiyle ilgili işlemler ve diğer kamu politikaları hakkında rahatlıkla bilgi edinme hakkı verilmelidir. Neyin gizli ve neyin açık olduğu yasalarla belirlenmelidir. Kamu politikalarına ilişkin karar ve uygulamalar önceden halka duyurulmalı, kamusal kararların alındığı belediye meclisi toplantılarına halkın katılımı (Aktan,1997:1050) sağlanmalıdır. Vatandaşların bürokratik işlemlerle ilgili olarak yeterli bilgiye sahip olmamaları dolayısıyla aracılara iş yaptırma alışkanlığının azaltılabilmesi için vatandaşları yönlendirmek amacıyla tanıtıcı faaliyetlerin uygulamaya (Eken ve Şen,1997:1095 ) konulması gerekmektedir. 

Türk kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması sürecinde rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili olarak da bir takım önlemlerin alınması zorunludur. 
Kamu hizmetlerinin genel, herkese açık ve eşit şekilde sunulması için rüşvet olgusu bir çözüme bağlanmalıdır. Bunun için yapılacak işlerin başında ülkemizdeki yetersiz ve dengesiz ücret sisteminin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar hızlı ve etkin bir şekilde uygulamaya konulmalıdır. Bu sayede kamu çalışanlarının ücretlerinde yapılacak iyileştirmeler, çalışanların moral ve motivasyonunu artıracağı gibi rüşvet ve yolsuzlukların önlenmesinde de katkı sağlayabilecektir. 3628 Sayılı Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu çerçevesinde kamu çalışanlarının mal bildiriminde bulunması belli aralıklarla yapılmalı ve yine belli aralıklarla denetlenmelidir. Haksız kazancın nereden geldiği bu sayede sorgulanabilmelidir. Yine rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili olarak ihalelerin şeffaflığı sağlanmalı, büyük ihaleler geniş kesimlere duyurulmalı ve kamuoyuna açık olarak yapılmalıdır. Kapalı zarf usulü yerine açık artırma usulü benimsenmelidir. Ayrıca hak ve sorumluluk üzerinde bilinçlilik düzeyinin artırılması gereklidir. 

Yönetimde siyasallaşmayı önlemek için personel alımı ve terfilerde liyakat sistemi benimsenmelidir. Başka bir ifadeyle, çağımızın hızlı değişim temposuna kolayca uyum sağlayabilen, ciddi problemlere yeni çözüm önerileri getirebilen yetişmiş insan gücünün, bilgi ve uzmanlığından yararlanma imkanı veren teknokrasi ve meritokrasi gibi yönetim biçimlerinden (Eroğlu,1995:172) yararlanılmalıdır. Orta ve alt kademe memurlar için uygulamaya konulan “kamu personeli seçme sınavı (KPSS) sistemi siyasallaşmayı engelleme açısından atılan önemli adımlardan biri olarak kabul edilebilir. Ancak bu sınav sisteminden sonra mülakat sınavının getirilmesi siyasallaşmaya açık kapı bırakma anlamına 
gelmektedir. Her iktidar değişikliği ya da bakan değişikliğinde üst düzey yöneticilerin gelişigüzel, yerlerinin değiştirilmesi ya da görevden alınması kaliteli insan gücünden yeterince faydalanmama ile eşdeğerdir. “Üst düzey kamu görevlilerinin siyasal iktidar tarafından değiştirilmesi konusunda da yasal bir düzenlemeye gidilmelidir” (Eken ve Şen,1997:1091). Böylece üst düzey yöneticilerin gelecek açısından güvensizlik sorunu ortadan kalkacak ve gerçek anlamda etkin ve etkili plan, program ve vizyona sahip olabileceklerdir. En azından başlatılan bir kamu hizmeti tamamlanabilecektir. 

Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan topluma hakim olma ve topluma yukardan bakma anlayışının kısmen devam ettiği ve bürokrata karşı gelmenin devlete veya hükümete karşı gelme şeklinde algılanması gibi sebeplerle yöneten ile yönetilen arasında bir yabancılaşma ve etkileşim kopukluğu ortaya çıkmaktadır. Yöneten ve yönetilen birlikteliğini sağlayabilmek için yöneticilerin ve kamu çalışanlarının insan ilişkileri başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinde var olan değerleri ve dinamikleri özümseyebilecekleri özel bir eğitim sistemine tabi tutulmaları yönünde gerekli düzenlemelere gidilmelidir. Ayrıca ast-üst arasındaki ve diğer kamu kurumları arasındaki yetersiz iletişim sorununu çözebilecek 
etkin iletişim yöntemleri araştırılıp uygulamaya konulmalı ve bu bağlamda hizmetlerle ilgili koordinasyonsuzluk sorunu ortadan kaldırılmalıdır. 

Tek değişmeyen şeyin değişim olduğu bu çağda, kamu yönetiminde oldukça esnek bir teşkilatlanmaya gidilmeli; teşkilatlanmaların, amaçmetod ve sonuçları, sürekli araştırılıp gözden geçirilmeli ve sistemin, ilgi, eleştiri ve denetim yollarını kullanmak suretiyle dışardan anlaşılmasını (Gladden,1964:69 ) sağlayacak tedbirler alınmalıdır. 

1980’li yıllarda başlayan devletin küçültülmesi ve özelleştirme politikaları çerçevesinde birer “arpalık” olarak kullanılan gereksiz makamların, ortadan kaldırılması ya da küçültülmesi yönünde 57. Hükümetin aldığı kararlar, süratli ve etkin bir şekilde uygulamaya konulmalı ve bu bağlamda da devlet anlayışımızın yeniden yapılandırılması ve devlet baba gibi anlayışa son verilmesi, bürokrasi mizin işlerlik kazanmasında önem arz etmektedir. Bu çerçevede ülkemizde özerk bir yapıya sahip olan bir çok üst kurul, idarenin bütünlüğü açısından etkin bir siyasal denetime tabi tutulmalıdır. 

Yetki ve sorumlulukların birbirleriyle paralellik arz edecek şekilde açık ve net olarak belirlenmesi, ülkemizde sık sık rastlanan yetki gasbı ya da yetki tecavüzü olaylarını ortadan kaldırabilir. 

“Salla başı al maaşı”, “Allah’tan sağlık devletten aylık” anlayışı ile işleyen kamu bürokrasisine etkinlik kazandırabilmek için gerçek anlamda objektif bir performans değerlendirme sistemi uygulanmalıdır. Testiyi kıranla suyu getiren; verimli olanla tembel arasında bir ayrım yapılması zorunludur. Bu bağlamda alınacak tedbirlerin etkinliği açısından “yasal kazanılmış hak” tartışmaya açılmalı; bu çerçevede görevden alınan bürokratın aynı düzeyde bir göreve getirilmesi, bürokratın verimliliğine göre belirlenmeli ve gerekirse alt düzeyde görevlere de getirilmelidir. Kısaca, kamu kurumlarında personele tanınan aşırı iş güvencesi, özel sektördeki gibi bir uygulamaya dönüştürülmeli ve personel kurumda kalabilmek ve başarılı olabilmek için kendisini sürekli yenilemelidir. 

Son söz olarak denilebilir ki; kamu hizmetleri aşırı formalitelerden ve teferruattan kurtarılmalıdır. Hızlı ve etkin bir kamu hizmeti için resmi 
makamların istediği bilgi ve belgeler azaltılmalı ve işlemler basitleştirilmelidir. 

Sonuç 

Türk kamu bürokrasisinin sorunları sadece bürokratik sistemimizden kaynaklan mamaktadır. Bir soruna çözüm üretirken ortaya çıkış nedenleri nin mutlak suretle çok iyi analiz edilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında Türk kamu bürokrasisi, ekonomi, teknoloji, kültür, toplumsal yapı, siyaset gibi bir çok sistemin içinde bulunduğu çevrede faaliyet göstermektedir. Bu sistemlerde meydana gelen sorunlar da ister istemez bürokratik yapımıza yansımaktadır. Dolayısıyla bürokrasinin yeniden yapılandırılması sürecinde bahsi geçen diğer sistemlerin de aynı paralelde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. 

 Türkiye’de çeşitli dönemlerde bürokrasiye etkinlik kazandırmak için reform çalışmaları yapılmış ancak başarı sağlanamamıştır. Çünkü yeniden yapılanma çalışmaları uzun süreç ve fazla maliyet gerektirir. Bürokrasimizin hastalığı ayakta tedavi edilecek kadar basit değil, aksine yoğun bakımı ve sürekli kontrolü gerektiren bir hastalıktır. Başlatılan tedavi yöntemi, iktidar değişikliklerinden etkilenmemelidir. Siyasilerimiz “gemisini kurtaran kaptan” anlayışı ile hareket ederek geçici çözümler üretmemeli bir takım riskleri göze alarak toplumun menfaatini ön plana alacak uzun vadeli çözüm arayışı içinde olmalıdırlar. 

Her şeyden önce artık klasik devlet anlayışı ve bürokrasi anlayışının çağın hızlı ve değişken yapısına uyum sağlayamayacak kadar demode olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Tarihi devlet anlayışımızı yeniden şekillendirilme ve bu bağlamda çağdaş devlet anlayışı, kurum kültürü ve iş ahlakı konularına yönelik eğitim programları hazırlanıp uygulanmalıdır. Çağımızın çok hızlı, değişken olaylarını ve sorunlarını çözecek post-modern yönetim teknikleri bürokratik yapımıza uyarlanmalıdır. 

Özetle, işlevsel-yapısal kuramsal anlayış çerçevesinde bir kamu yönetimi anlayışı benimsenmeli ve bu doğrultuda tüm kurum ve kuruluşlar yeniden değerlendir ilmeli ve gerekli düzenleme stratejileri geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. 

Kaynakça 

Abadan, Nermin (1959); Bürokrasi, A.Ü. S. B. F. Yayınları, Ankara. 
Aktan, Çoşkun Can; “Siyasal Yozlaşmanın Önlenmesine Yönelik Çözüm Önerileri”, Yeni Türkiye, S.14, Yıl.3, ss.1045-1059. 
Aktan, Coşkun Can (1997); “Dünyada ve Türkiye’de Yolsuzluklar” Yeni Türkiye, Yıl: 3, S. 13, ss.1202-1208. 
Aykaç, Burhan (1997): Kamu Bürokrasisi Ve Türk Kamu Personelinde Bürokratik Eğilimler, Ankara. 
Baransel, Atilla (1979); Çağdaş Yönetim Düşüncesinin Evrimi, C. 1, İstanbul. 24 
Başaran, İbrahim Ethem (1984); Yönetime Giriş, A.Ü.E.F. Yay., Ankara. 
Başözen, Ahmet; “Kamu Bürokrasisi ve Denetim Yolları” 
http://www.dicle.edu.tr/dictur/sursayin/khuka/kamubrokrasisi.htm (12.09.2002). 
Büyüklü, Şinasi (1976); “Kamu Yönetim Sistemimizde Çözülme Eğilimleri, AİD, C. 9, Sayı: 3, Eylül, ss.78-85. 
Cohen, Herry, The Dynamic Of Bureaucracy, Problem of Change in a Goverment Agency, The Lowa State Universty Pres. 
Çitçi, Oya (1983); “Kamu Bürokrasisi Üzerine”, AİD, C. 16, S.4. , Aralık, ss.16-35. 
Çulpan, Refik (1980); “Bürokratik Yönetimin Yozlaşması,”AİD, C.13, S. 2 , Haziran, ss.31-45 
Dereli, Toker (1976); Organizasyonlarda Davranış, İ.Ü.İkt. Fak., I.Cilt, İstanbul. 
Eken, Musa Şen; Lütfi, Mustafa (1997); “Yönetimde Yozlaşmaya Karşı Yönetsel Etik ve Açıklık” Yeni Türkiye, S.14, Yıl. 3, ss.10771112. 
Eker, Aytaç (1997); “Yozlaşmanın Boyutları ve Giderilmesine İlişkin Çözüm Önerileri”, Yeni Türkiye, Yıl 3, S. 14, ss.1032-1038. 
Erbay, Yusuf (1997); “Bürokrasi , Bürokratizm ve Ülkemizde Bürokrat - Siyasetçi İlişkileri”, Yeni Türkiye, Yıl : 3 Sayı : 13, ss.405412 
Eren, Erol (1991); Yönetim Ve Organizasyon, İstanbul, 1991. 
Ergun, Turgay (1997); “ Kamu Yönetiminde Yolsuzluklar ve Bürokrasinin Sorumluluğu” Yeni Türkiye, Yıl: 3, ss.388-393 
Ergun, Turgay; Polatoğlu, Aykut (1992); Kamu Yönetimine Giriş, Ankara. 
Eroğlu, Feyzullah (1995); “Merkezi Yönetimin Yeniden İnşası ve Bürokrasinin Reorganizasyonu” A.Ü.İ.İ.B.F.Dergisi, C.11, S.1-2 Erzurum, ss.161-175. 
Eryılmaz, Bilal (1993); Bürokrasi, İzmir. 
Fişek, Kurthan (1972); “Yönetim ve Mizah”, AİD, C.5, S.3, Eylül. 
Gawthrop, Louis C. (1968); Bureaucratic Behaviour In The Executıve Branch, An Analysis Of Organizational Change, The Free Press, London. 
Gerth, H.H.; Mills, C. Wright (1958); From Max Weber Essays In Sociology, Routledge and Kegan Paul Ltd. London. 
Gerth, H.H.; Mills, C Wright (1987); Sosyoloji Yazıları, Çev: Taha Parlar, Hürriyet Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul. 
Gladden, E.N. (1994); The Essential of Public Administration Staples Press Limited, London. 
Gökbunar, Ramazan; Kayalı, Cevdet A.; “Kamu Yönetiminde Toplam Kalite Uygulamasının Olanakları”, www. canaktan.org (25.09.2002). 
Güven, H.Sami (1976); “İdare Siyaset İlişkisi Ve Personel Açısından Önemi”, AİD, C.9, S.1, Mart. 
Heper, Metin; “Bürokrasi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.2. 
Hicks, Herbert G.; Gullet, G. Ray (1981); Organizasyonlar: Teori Ve Davranışlar, Çev. Besim Baykal, İTİA. İşletme Bilimleri Enstitüsü. 
Hicks, Herbert G. (1979); Örgütlerin Yönetimi, Sistemler Ve Beşeri Kaynaklar Açısından, C.II, Turhan Kitabevi, Ankara. 
Kabasakal, Öner (1997); “Bürokrasi- Siyaset- Toplum İlişkisi Üzerine Bir Deneme” Yeni Türkiye Yıl: 3, S. 13, ss.413-417. 
Karaer, Tacettin (1987); “12 Eylül ve Türk Kamu Yönetiminin Yeniden Düzenlenmesi”, AİD, C. 20, S.3, ss.29-54. 
Koçel, Tamer (1989); İşletme Yöneticiliği, İstanbul. 
Ludwig, Von Mises (1947); Bürokrasi, Çev. Feridun Ergin, Türkiye Ekonomisi Kurumu Yayınları, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul. 
Massie, Joseph L (1983); İşletme Yönetimi, Beytaş Yayınları, Çev. Şan. Özalp Ve Diğerleri, Eskişehir. 
Merikoski, V. (1971); “İdarenin Siyasileşmesi”, Çev: Cahit Tutum, AİD, C.4. 
Mullins, Laurie, J. (1989); Management And Organızational Behavıour, 2nd Edition, London. 
Mouzelies, Nicos P. (1975); Organization And Bureaucracy, An Analysis Of Modern Theory, London. 
Oktay, Cemil (1983); Yükselen İstemler Karşısında Türk Siyasal Sistemi Ve Kamu Bürokrasisi, İ.Ü. Yayınları, İstanbul. 
Özdemir, Biltekin (1997); “Kamu Personel Rejimi ve Son Yıllardaki Yozlaştırma”Yeni Türkiye, Yıl.: 3, S.13,.ss.456-463. 
Özkalp, Enver, Davranış Bilimleri Ve Organizasyonlarda Davranış, Eskişehir İTİA. Yayınları, No; 249/169. 
Özkalp, Enver; Sabuncuoğlu, Zeyyat; Ögütlerde Davranış, Anadolu Üniversiteyi Yayınları, No: 116, Eskişehir 
Peter, Laurence; Hull, Raymond (1985); Peter İlkesi, Çev. Melih Ölçer, 2. Baskı, Bilgi Yayınevi, Ankara. 
Sakal, Mustafa (1997); “Politik Karar Alma Sürecinde Bütçe Maksimizasyonu ve Bürokratik Yozlaşmalar” Yeni Türkiye, Yıl : 3, Sayı: 13, ss.439-45. 
Shafritz, Jay M.; Off, Stevenj; Clasics Of Organization Theory, Third Edition, University Of Prittsburg, Clifornia. 
Şimşek, M. Şerif (1994); Yönetim Ve Organizasyon Ders Notları, Konya. 
Smith, B. C. (1998); Bureaucracy And Political Power, S.T. Martin’s Press, New York. 
Şaylan, Gencay (1995); “Değişim ve Yolsuzluk, AİD, C.28 Sayı 3. 
Tekeli, İhan; Şaylan, Gencay (1974); “Rüşvet Kuramı”, AİD, C. 7. Sayı: 3, ss.92-113. 
Tortop, Nuri; İsbir, G. Eyüp; Aykaç, Burhan (1993); Yönetim Bilimi, Yargı Yayın., Ankara. 
Weber, Max (1987); Sosyoloji Yazıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, Çev. Taha Parlar, İstanbul, 1987. 
Yazıcıoğlu, Recep (1995); Bu Sistem Değişmeli: Alternatif Bir Yaklaşım, Birey Yayıncılık 2. Baskı. 
Yılmaz, Aytekin (1997); “Siyasal ve Bürokratik Yozlaşma”, Yeni Türkiye, Yıl: 3, S. 13, ss.418-438. 
Yılmaz, Aytekin (1997); “Türkiye’de Yönetimde Yetersizlik ve Sorunları” Yeni Türkiye, Yıl:3, S.13, ss.394-404. 


****

21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 2


21. YÜZYILDA TÜRK BÜROKRASİSİNİN SORUNLARI ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ BÖLÜM 2



2.4. Parkinson Kanunu 

C. Northcote Parkinson, örgütlerin büyümesi, personel sayısının artışı ve yönetimin işleyişi konularında mizahi görüşler ileri sürmektedir. 
Parkinson’un bu görüşlerine kendi ismi ile Parkinson Kanunu denilmektedir. Bu kanun, yetki sahibi kişilerin işin gereklerine bakmaksızın kendi önemlerini artırmak amacıyla memur kadrosunu şişirmelerine, fazla mesai almak için ast memurların işi alabildiğine uzatma eğilimlerine dikkat çekmektedir (Gladden, 1964: 70). 

Parkinson, kanun olarak nitelendirilen mizahi önermelerini şu şekilde sıralamaktadır (Fişek, 1972: 16 – 21; Tortop vd., 1993: 208): 

• İş hacmi azalsa da, memur sayısı sürekli artar. 

• Memurlar, terfide kendilerine rakip olabileceklerin değil, astlarının sayıca artmasını isterler. 

• Memurlar birbirleri için iş yaratırlar. 

• Komite (komisyon) üreme hızı en yüksek yaratıktır. 

• Bir komitenin önemi, üye sayısı ile ters orantılıdır. 

• Komitelerde kararlar, ilgisizlerin oylarıyla alınır. 

• Kanunun önemiyle tartışma süresi ters orantılıdır. 


2.5. Peter Prensipleri 

Laurance Peter, Parkinson kanunu kendisine hareket noktası olarak alıp, eleştirmiş ve yönetimin evrensel ilkesini ortaya koymaya çalışmıştır. 
Peter’e göre, tüm bürokratik sorunların temelinde yönetimin tek evrensel ilkesi olan Peter ilkesi yatmaktadır. 

Peter’in ortaya koyduğu ve kendi ismi ile anılan evrensel Peter ilkeleri özetle şöyledir (Fişek, 1972: 26 – 29): 

• Hiyerarşideki her memur, kişisel yetmezlik düzeyine ulaşma eğilimindedir. Yetmezlik evrenseldir. 

• Yetmezlik düzeyine henüz ulaşamayanlar iş çıkarabilir. 

• Bürokratik örgütlerde, insanların yetmezlik düzeyine ulaşmalarını hızlandıran ya da buna zemin hazırlayan bir takım uygulamalar söz konusudur. Peter bunları yetmezlik düzeyine ulaşma yolları olarak tanımlamaktadır. Bunlardan birincisi “baştan savma terfi” uygulamasıdır. 

Çalışanlar bazen ayak altında dolaşmasınlar diye üst kademelere atanırlar. Böylece sahte terfi alan çalışan başarısız ve verimsiz olduğu bir görevden başarılı ve verimli olmadığı bir göreve atanmış olur (Fişek, 1972: 30). 

İkincisi ise kıdeme karşı çekiş gücüdür. Peter’e göre çekiş gücü, bir memurun, hiyerarşinin daha üst basamaklarındaki bir kişiyle, akrabalık, evlilik veya tanışlık yoluyla oluşan ilişkidir (Fişek, 1972: 32). Başka bir ifadeyle bir memurun ehliyet ve liyakat ilkelerine bakılmaksızın eş – dost ilişkisi dikkate alınarak üst kademelere yükselmeleri sözkonusu olmaktadır. Böylece kişi bilgisi ve yeteneği olmayan bir göreve getirilerek yetmezlik düzeyine erişmektedir. 

2.6. Oligarşinin Tunç Kanunu 

Çağdaş toplumlarda giderek artan bürokratikleşmeyi demokrasinin gerçekleş mesini önleyici bir etmen olarak nitelendirenlerden birisi A. Robert Michels’dir (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 63). 

Michels daha çok bürokratik örgütlerin iç sorunları ile ilgilenmiş ve tüm modern geniş ölçekli örgütlerin yapı itibariyle kaçınılmaz olarak oligarşik olduğunu ortaya koymuştur. Öyleki Michels’e göre örgütlerdeki bu oligarşi, yöneten ve yönetilenlerin amaç ve ideallerine karşı bile olsa varlığını sürdürecektir (Mouzelies, 1975: 26). 

Meseleyi, siyasi partiler ve sendikalar açısından inceleyen Robert Michels, bünyesinde demokratik bir şekil vermiş bütün kuruluşlarda zamanla demokratik amaç ve prensiplerden sapma ve belirli bir zümrenin hakimiyetine girme eğiliminin görüldüğünü belirtmektedir (Dereli, 1976: 16). Kısaca, Michels, her siyasi partinin demokratik bir temele dayanan oligarşik kudreti temsil ettiğini belirtmektedir (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 64). Oligarşinin Tunç Kanunu olarak nitelendirilen bu durumu zorunlu ve kaçınılmaz kılan faktörler üç ana başlık altında toplanmaktadır: 

• Demokrasi, tüm bireylerin kendilerini ilgilendiren kararların (örgütsel kararların) alınmasına katılmalarını gerektirir. Ancak örgütün bünyesindeki her artış örgüt içi demokraside eş ölçüde bir azalmaya yol açmaktadır. Çünkü üyelerin sayısı arttıkça bunların herbirinin örgütsel kararlara katılmaları zorlaşmaktadır. 

• Günümüzde örgüt yapılarının giderek karmaşıklaşmasına paralel olarak örgütsel sorunlar da karmaşıklaşmaktadır. Bu karmaşık sorunları algılayıp çözüm yolları aramak ancak uzman çalışanların işidir. Dolayısıyla bu sorunlarla ilgili örgütsel kararların alınmasında sadece uzman kişilerin görüşleri alınmaktadır. Diğerleri ise örgüt içi demokrasinin dışında kalmaktadır (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 64 – 65; Dereli, 1976: 16 – 17). 

• Örgüt içi hiyerarşik yapı gereği, iletişim araçlarının hiyerarşinin tepesinde yoğunlaşması liderin güç pozisyonunu etkilenmez kılmaktadır. 

Bütün bunlardan başka lider işlevlerini yerine getirirken ağır ağır uzmanlık bilgisi ve politik beceriler kazınır ki bu durum, lideri örgüt içi vazgeçilmez duruma getirir. Öyle ki lider, kendisinin eşsiz ve büyük olduğuna inanmaya başlar ve kendisini örgütle özdeşleştirir (Mouzelies, 1975: 27 – 28). 

Özetle Michels, tarihteki demokratik hareketleri peş peşe aynı sahile vurup kırılan ve sürekli yenilenen dalgalara benzetir (Mouzelies, 1975: 
29). Bu yüzden de demokratik rejimlerin zamanla oligarşiye dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. 

2.7. Warren G. Bennis’in Bürokrasi Modeli 

Bennis’e göre endüstri devrimi sırasında yararlı bir toplumsal buluş olan bürokrasi, 20. yüzyıl koşullarına ayak uyduramaması sonucunda işlev selliğini yitirmiştir. (Şimşek, 1994: 59) 20. yüzyılla birlikte bir bilgi patlaması söz konusu olmuş ve bunun sonucu olarak teknoloji hızlı bir şekilde değişmiş ve değişmeye devam etmektedir. Bürokrasi teknolojik değişmelerin yarattığı yeni durumlara kendini uyarlamak zorunda kalmaktadır (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 68). 

Bilindiği gibi klasik yönetim kuramı ve dolayısıyla bürokrasi, bireyleri rasyo – ekonomik varlıklar olarak görmektedir. Buna bağlı olarak da sistem ve çevre ilişkisine yer verilmemektedir. Her şey önceden belirlenmiş katı kurallar ve komuta zincirine uygun olarak yerine getirilmektedir. Örgütler birer kapalı sistem olarak gözükmektedir. Bunun sonucu olarak bürokratik örgütlerin çevrenin beklentilerini yerine getirmekte zorlandığını ve değişime ayak uyduramadığını belirten Bennis, “bilimsel ve teknolojik değişimin bürokrasiyi tehdit ettiğini ileri sürmektedir” (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 68). 

Bennis, bürokrasinin işlevsizliğini giderebilmek amacıyla örgütsel sorunların çevre ile uyumlu bir şekilde çözümlenmesini önermektedir (Şimşek, 1994: 62). Bunu yapabilmek içinde bürokratik örgütlerin içinde bulunduğu sosyal, ekonomik, kültürel, toplumsal ve siyasal çevre ile olan ilişkilerini ayarlaması ve bu çevrelerde meydana gelen değişme ve gelişmelere göre konumunu yeniden belirlemesi gerekir. 

3. Türk Kamu Bürokrasisinin Sorunları 

Bütün sistemlerde olduğu gibi Türk Bürokratik sistemi, içinde bulunduğu çevrelerden etkilenmekte ve bu çevreleri de etkilemektedir. 
Bürokrasinin sorunları, ülkemizin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve teknolojik koşullarından soyutlanarak doyurucu bir biçimde açıklanamaz. 
Bu nedenle tüm bu çevresel faktörler dikkate alınarak “bürokrasinin sorunları” ortaya konmaya çalışılacaktır. Genel olarak baktığımızda sorunların şu alanlarda odaklandığını görmek mümkündür. 

3.1. Yönetimde Merkeziyetçilik 

Türkiye’nin Tanzimat’tan beri en önemli sorunu, yönetimde merkeziyetçiliktir. Yasalarda yetki genişliği ve özerklik ilkeleri kabul edildiği halde yöneticiler ve üst kademe yöneticileri, tüm kararları alma konusunda bir tekelcilik anlayışı içinde bulunmaktadırlar. (Yılmaz,1997:402). Her idari yapı bürokrasi ile kaimdir. Ancak aşırı merkeziyetçiliğin yarattığı bürokrasi ise; bir hastalık, yoğun evrak 
trafiği, karmaşa, anarşi, yetkisizlik ve belirsizlik olarak karşımıza çıkmaktadır (Yazıcıoğlu,1995:115). Yine aşırı merkeziyetçilik, hizmetlerin görülmesinde esnekliği yok etmiş, ve üst makamların geniş ölçüde teferruata boğulmasına neden olmuştur. Sonuçta bu uygulama yöneticilerin görevlerini yerine getirmesine engel olmaktadır (Yılmaz,1997:402). 

Kamusal kaynakların bir merkezden tahsis edilmesi, özellikle harcamaların yapılması konusunda maliyet hesaplarının gerçekçi bir biçimde tespit edilmesini engellemiş, hiçbir zaman tam anlamıyla bir maliyet- fayda, maliyet-etkinlik analizi yapılamamıştır. Yapılmış olsa bile göstermelik yapılan birkaç uygulamanın ötesine gidilememiştir (Sakal,1997:453). 

Ülkemizde merkeziyetçiliğin bir boyutu da, merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde uyguladığı “idari vesayet denetimi” ile ilgilidir (Eryılmaz,1995:231-232). Ağır idari vesayet sonucu yerel yönetimlere ait olması gereken bir çok yetki merkezde toplanmıştır. Bu durum kamu bürokrasisinin giderek büyümesine yol açmıştır. Böylece “hantallaşan” bürokrasi çok pahalı bir kurum haline gelmiştir (Çitçi,1983:23). 


3.2. Örgütsel Büyüme 

Devlet; halka sunacağı hizmetlere ve hizmetin gereklerine göre örgütlenmek zorundadır. Bu anayasal bir zorunluluktur. Türkiye merkezi idare kuruluşu bakımından coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, iller de diğer kademeli bölümlere ayrılır (Anayasa m. 126). Böylece belirlenecek hizmet örgütleri de, görevlerini kamu personeli ile yerine getirecektir (Özdemir,1997:456). Ne yazık ki anayasanın açık hükümlerine rağmen Türkiye’de bürokrasin genişlemesi ve bürokratik işlemlerin karmaşık boyutlara ulaşması, kişilerin prestij düşkünlüğü ve kendi çıkarlarını gözetecek biçimde nüfuz ve otoritelerini artırmaya çalışmaları ile yakından ilgilidir (Erbay,1997:406). Nitekim kurumun başında bulunan
bürokratlar genellikle (Sakal,1997:441) : 

i. Parasal gelirlerini arttırmaya, 

ii. Şöhret, iktidar ve patronaj gücünü arttırmaya, 

iii. Kendi ofisi ile ilgili ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle, bürokratlar bürolarının veya yönettikleri dairelerin büyüklüğünü maksimize etmeye çalışmaktadırlar. 

Türkiye’de kamu yönetimi sürekli olarak büyüyüp genişlemektedir. Bakanlıklar, genel müdürlükler ve öteki örgütsel birimlerin sayıları artmakta, işlevleri belirsizleşmekte ve bunun sonucu olarak da birbirleri ile koordinasyondan yoksun oldukları görülmektedir. Kamu bürokrasisinde bir çok bölümler (genel müdürlük, daire başkanlığı, müdürlük, şube başkanlığı, yerel birimler ) bir fayda-maliyet analizi, kamu yararı, yerindelik tespiti ya da yöneylem araştırması yapılmadan herhangi bir ölçüte göre değil , gelişigüzel kurulmuştur. Başka bir 
ifadeyle, birçok kurum ve kuruluşlar bazen ideolojik yaklaşımla bazen de bürokratlara mevki sağlamak ve siyasilere prestij kazandırmak için  (Yılmaz, 1997:402) kurulmuştur.

Ülkemizde kurum ve kuruluşlar yapısalişlevsel çerçevede değil de işleve göre kurulmaktadırlar. Bu durum, gerek birimler gerekse personel arasında yetki çatışmalarına neden olmaktadır. Ayrıca bu belirsizlikten yararlanmak isteyen birim yada kişiler, “yetki aşımına” (tecavüzüne) gidebilmektedir. Öte yandan, sorumlulukların belirtilmemiş olması, yapılan yanlışlık ve verilen zararlara yol açanları ortaya çıkarmaya engel olmaktadır 

(Çulpan,1980:36). Bürokratların kendi örgütlerini büyütme istekleri ile siyasilerin etkinlik alanlarını genişletme amaçları birbirine uygun düşünce verimlilik ve etkinlikten uzak kadrolar ortaya çıkmaktadır (Gökbunar ve Kayalı,2002). 

3.3. Yönetimde Gizlilik ve Dışa Kapalılık 

Ülkemizde kamu bürokrasisi yapı ve işleyiş bakımından gizlilik ve resmi sır esasına göre örgütlenmiştir. Başka bir ifadeyle gizlilik ve resmi sır genel bir kural, açıklık ise istisnadır (Eryılmaz,1995:233). Gizliliğin sebeplerini, siyasi rejimin niteliği, devlet güvenliği ve diplomasi, özel hayatın korunması, otorite kazanma eğilimi, yönetimde etkinlik ve tarafsızlık sağlama düşüncesi, kötü yönetim uygulamaları, memurların kendilerini denetim riskinden koruma eğilimleri olarak sıralamak mümkündür (Eken,1997:27-28). Bu durumda görevliler, her türlü otoritenin denetiminden ve halkın demokratik kontrolünden kurtulmakta, bir çok keyfi faaliyetini gizleyebilmektedir (Eken,1997:36-38). 
Çünkü, yasalarda gizliliğin sınırları ve kapsamı belli değildir. Hukuk devleti çerçevesinde devletin güvenliği, diplomasi, özel hayatın korunması, kamu yararı gibi sebeplerle gizlilik anlayışının olması doğaldır. Ancak bu gibi hususların dışında kalan sebepler şeffaflık ilkesine ters düşer. 

Tartışılması gereken konulardan birisi de neyin gizli ve neyin açık olması gerektiğine, söz konusu kurumun yöneticisi ya da personelinin karar verebilecek olmasıdır. Bu durum “kurum içinde yolsuzlukların saklanmasına ortam hazırlamakta, vatandaşı bürokrasi karşısında savunmasız ve güçsüz hale getirebilmektedir” (Eryılmaz,1995:233). 

3.4. Değişime Ayak Uyduramama 

Ülkemizde, yöneticilerin ve memurların, öteden beri yapageldikleri işlemleri ve alışkanlıkları yeni şartlara göre değerlendirmekten kaçındıkları, eski yapı ve uygulamalara sıkı bir şekilde bağlandıkları görülmektedir Bürokrasi kendi içinde değişmeye kapalı olduğu gibi, dışarıdan gelen değişme yada değiştirme girişimlerini de her türlü yönteme baş vurarak engellemeye çalışmaktadır (Eryılmaz,1995:234). 

TÜSİAD raporunda da belirtildiği üzere, “Türkiye’de sosyo-ekonomik sorunlara yaklaşım zihniyetinin uzun süre değişmemesi, bürokrasinin değişen koşullara uyum göstermesini önlemiştir.” “Bürokratik yapı ekonomik ve sosyal yapıdaki gelişmelere paralel bir dönüşüm geçirmemiştir.” “Geleneksel ataerkil kalıplara ait özellikler veya görüntüler günümüze kadar bürokrasiye egemen olmaya devam etmiştir (Çitçi,1983:19). 

3.5. Kuralcılık ve Sorumluluktan Kaçma 

Yönetim sistemimizin ayrıntılı kurallara bağlılık ve formalite düşkünlüğü, işlemlerde gecikmelere yol açmaktadır. İşlemlerin gereğinden fazla uzatılması, aşırı kırtasiyeciliğe ve sistemin ağır işlemesine neden olmaktadır. İşin özündeki problemin çözülmesi yerine sadece şekle uygunluk ön plana çıkmaktadır (Erbay,1997:406-407). Öte yandan ülkemizde var olan ayrıntılı kurallar, zamana ve yeni şartlara uyumu beraberinde getirecek esnekliğe sahip değildir. Bunun sonucu olarak kısa sürede eskimekte ve bu sebeple sık sık kanun, yönetmelik 
değişiklikleri gündeme gelmektedir. “Çoğu kurallar, sorumluluktan kaçma ve iş yapmak istemeyen yöneticiler için bir sığınma aracı olarak kullanılmaktadır” (Eryılmaz,1995:234). Sorumluluk riskini mümkün olduğu kadar azaltma eğiliminde olan kamu bürokrasisi, halk arasında yaygın olarak kullanılan “kırk dereden kırk su getirme” deyimini “kırk dereden kırk evrak getirme” (Eroğlu,1995:167) şeklinde bürokrasiye uyarlama çabasındadırlar. Bir kamu hizmetinin herhangi bir nedenle yapılmasını istemeyen ya da sorumluluk almaktan kaçan personel, “mevzuata uygun değil, üzerinde düşüneceğiz, gereken ne ise onu yapacağız”(Aykaç,1997:31), veya “bugün git yarın gel” şeklinde ifadeler kullanarak hizmetten yararlanmak isteyenlere moral işkencesi (Başözen,2002 ) yapmaktadırlar. 

Kısaca, bürokratik örgütlerde çalışan personel, karşısına gelen somut bir olayın çözümünde asli görevlerini unutup (Gökbunar ve Kayalı, 2002), ilgili mevzuatın ruhuna göre değil, lafzına göre davranmak istemekte ve inisiyatif kullanmaktan kaçınmaktadır (Başözen,2002 ). 

3 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,



***