Fatma Sibel Yüksek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fatma Sibel Yüksek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2021 Pazartesi

Akşener : " FETÖ Kazanına Atarak Bahçeliye Vefa Borcunu Ödemek İstiyorlar"

 Akşener : " FETÖ Kazanına Atarak Bahçeliye Vefa Borcunu Ödemek İstiyorlar"


Fatma Sibel Yüksek - Açık İstihbarat
www.acikistihbarat.com
22.09.2016



MHP içindeki muhalefet hareketinin AKP-Devlet Bahçeli işbirliği ile akamete uğratılmasından sonra merkez medya, hareketin önde gelen ismi Meral Akşener'e yönelik tavrını aniden değiştirdi. Parti tabanından aldığı rüzgârla Devlet Bahçeli'nin koltuğunu sallamaya başlayan Akşener, neredeyse her  akşam yer bulduğu ekranlardan bir anda indirildi. Yazılı basında "Topuklu Efe'nin ayak sesleri" diye yazılar yazanlar, çark edip "Yanlış duymuşuz, ayak sesi filan yokmuş" şeklinde yazılar yazmaya başladı.
MHP muhalefetinin (şimdilik) söndürülmesinde, hukuk ve siyasi etik dışı yöntemlerden çok, kuşkusuz 15 Temmuz darbe girişimi sayesinde egemen kılınan siyasi iklim etkili oldu. Kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmeye başlanan Türkiye'de, bir siyasi partinin iç demokrasi sorunu belirsizliğe sürüklendi. Sorunun  yargı tarafında çözülme ihtimali ortadan kaldirıldı.
Dolayısıyla Meral Akşener de "reyting değerini" kaybetmiş oldu.
Böyle bir ortamda, geçtiğimiz günlerde Meral Akşener cephesinde ilginç bir olay yaşandı.
Beştepe kaynaklı olduğu anlaşılan haberlere göre Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan görüşme talebinde bulunmuş, ancak reddedilmişti. Görüşme isteğinin "amacı" konusunda yorumlar muhtelifti.
Meral Akşener'i Ankara'da gazetecilik yaptığım yıllardan beri tanırım. Siyasi konularda görüşlerine yüzde yüz desteklemesem de karakterini sağlam bulurum. Siyasetin hiç de  alışık olmadığı kadar net, açık ve cesurdur.
Milli kimliği konusunda kafamda hiç bir soru işareti olmadığı gibi "FETÖ'cülük" suçlamasının da büyük bir iftira olduğunu biliyorum.
Ancak Akşener'in Tayyip Erdoğan'dan görüşme talep etmesini doğru bulmadım. Reddedilmiş olmak ise ayrı bir rencide edici sonuçtu. Yılardır belli bir medya kuruluşunun çatısı altında olmadığım için bu konuya ilişkin görüşlerimi sosyal medyada yansıttım.
Eğer konu FETÖ operasyonları ise, ne Cumhurbaşkanlığının başvurulacak makam, ne de Recep Tayyip Erdoğan'ın "adaletine sığınılacak kişi" olduğunu belirttim.
Meral Akşener ile dün görüşme imkanımız oldu.

Konuya şöyle açıklık getirdi Sayın Akşener:

Tayyip Erdoğan'dan görüşme talep ettiği doğruydu. Özel kalem yetkilileri kendisine, talebini yazılı olarak iletmesi gerektiği bildirmiş, Akşener de bunun üzerine görüşme talebini faksla yinelemişti.
Sayın Akşener'in verdiği bilgiye göre, faksın ulaşmasından sonra kendisini Tayyip Erdoğan'ın özel kalem müdürü Hasan Doğan aradı ve görüşme talebinin "konusunun" ne olduğunu sordu.
İşte Meral Akşener ile ilgilenen kamuoyunun bilmek istediği de buydu.
Akşener, Tayyip Erdoğan ile neden görüşmek istemişti? 
Daha doğrusu, neden görüşmek isteyebilirdi?
Ben de bu soruyu yönelttim ve şu cevabı aldım:
Meral Akşener'in kampanyasında çalışmış bazı MHP'liler ve kendisini destekleyen gazeteciler "FETÖ mensubu olmak ve MHP'ye sızmak" suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Akşener bu isimleri çok yakından tanıyordu ve FETÖ ile ilgilerinin olmadığına kefildi.
Ve şunu söylemek istemişti Erdoğan'a:
"Masum insanlarla uğraşmayı bırakın, alacaksanız beni alın"
Peki  bu mesajın verileceği adres olarak Cumhurbaşkanlığı makamı doğru bir adres miydi?
Evet, Akşener  siyaseten doğru adres olduğuna inanıyordu- ki Tayyip Erdoğan'ın FETÖ ile mücadele konusunda BM kürsüsünden tüm dünyaya uyarı yapması da göz önüne alınırsa-buna itiraz etmek zorlaşıyordu.

Akşener, "Alacaksanız beni alın" mesajını Erdoğan'ın özel kalem müdürü Hasan Doğan'a tam bu ifadelerle aktardı. Doğan, konuyu Cumhurbaşkanı'na ileteceğini söyledi, ancak Meral Akşener'e Beştepe'den tekrar dönüş olmadı.

Peki Meral Akşener, içinde Cumhurbaşkanının da bulunduğu bir kesimin neden kendisi etrafında bir "FETÖ kazanı" kaynatmaya çalıştığını düşünüyordu?
Çünkü, parti içi muhalefete büyük bir savaş açan ve bu konuda Tayyip  Erdoğan'dan önemli destekler sağlamış olan Devlet Bahçeli'nin böyle bir beklentisi vardı ve Cumhurbaşkanı'nın  da kendisine koalisyon hükümetinin engellenmesi konusunda önemli bir destek veren Bahçeli'ye bir vefa borcu ödemesi gerekiyordu.
Meral Akşener kendisini bu "borcun" en önemli öznesi olarak görüyordu. Başka türlü olamazdı.
Sosyal medya ve Açık İstihbrat'taki takipçilerimize  bu açıklamayı yapan Sayın Akşener'e teşekkür ediyoruz.
Bu görüşme gerçekleşmişken, MHP muhalefetinin bundan sonra nasıl bir rota izleyeceğini de sorduk.
Akşener, Erdoğan-Bahçeli ittifakının, hukuk ve etik dışı yollarla MHP muhalefetini  şu aşamada duraksattığını kabul ediyor. Ancak iradesinin gayrı meşru biçimde engellendiğini gören MHP tabanının, daha da bilendiğini düşünüyor.

"Ben olurum veya başkası olur ama bu mücadele tamamlanacak" diyor Akşener.

MHP dışında bir parti kurmayı ise "Asla ve asla" düşünmediğini söylüyor.

***


11 Aralık 2020 Cuma

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi

 Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi

Reis'ine Fazla Güvenenler İçin İbret Hikayesi : 
Ali Fuat Yılmazer - Fatma Sibel Yüksek/Açık İstihbarat
Kategori, Siyaset,

01. 03. 2017

Hırslı ve davasına bağlı bir adamdı, cemaat ve parti büyüklerine güveni tamdı. 
Genç bir polis olarak başladığı meslek kariyerinde devletin ve memuriyetin değil paralel iradelerin emirlerini uygulayarak adım adım ilerledi.
Sakin yükselişten, büyüklerinin övgülerinden memnundu ama kendisini daha kısa sürede, daha yüksek makamlara lâyık görüyordu. Bunun, büyük bir "devlet operasyonunda" önemli bir pozisyon yakalayarak gerçekleşebileceğini biliyordu.
Beklediği fırsat "Ergenekon" adı altında zuhur etti. "Eski devletin" kalıntılarına hukuksal bir dava görünümü altında son verilecekti. Kirli, çok kirli adamlar lazımdı. Rüşvetçi savcılar, işkenceci polisler, kariyer için her şeyi yapabilecek hakimler, kalemini ve vicdanını satmaya hazır gazeteciler..

Bu önemli operasyonu Reis'in "bizzat yöneteceği" söylendi. Talimatlar direkt ondan gelecekti. Sıraya giren hakimler, savcılar, polisler, gazeteciler oldu ancak Ali Fuat Müdür hiç telaş etmedi, kendi şansından emindi çünkü. Böyle önemli bir görevde Reis'e sadece cemaat referansta bulunabileceğini biliyordu. Sessizce bekledi. Büyükleri Reis'e çıkıp, "Efendim elimizde çok yetenekli, bize çok bağlı bir polis var, adı Ali Fuat Yılmazer. Delil toplama ve tutuklatma işini siz ona bırakın" dediler.

Bu referanstan sonra İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne getirildi. 
Zaten sıradan bir polis memuruydu, gerçek istihbarat ile bir işi yoktu. Onun görevi istihbaratın yerine geçecek sahte bilgi, belge ve iddiaları toplayıp savcıları yönlendirmekti. Savcılara da "Ali Fuat'tan gelen malzemeleri sorgusuz sualsiz dosyaya koyacaksınız" talimatı çoktan verilmişti.

Savcıların kendisinden emir beklediğini gören küçük memur Ali Fuat coştukça coştu. Hele de kendisine "Çalışmalarından Reis bire bir haberdar, senden çok memnun" denildiğinde; baskın yaptırdığı evlerde bulduğu düğün davetiyelerini bile basına ve savcılara "örgüt delili" diye dikte etmeye başladı.
Reis'e kendisi hakkında gerçekten çok iyi referanslar gidiyordu. Reis kendisini takdir ettikçe, onun da Reis'e olan saygı ve bağlılığı artıyordu. Artık her şeyi yapmaya hazırdı, her şeyi!

Bir gün, Reis'le tanışma vaktinin geldiği, artık ona doğrudan bilgi vereceği söylendi. O gece uyuyamadı. Artık gözünde İçişleri Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı canlanıyordu. Sabah erken elinde bir dosya ile Atatürk Havalimanı'nın VİP salonuna dikildi. Bazı gazeteciler de bu önemli buluşmayı görüntülesinler diye önceden haberdar edildi. Reis geldi, bu küçük memura büyük bir ilgi gösterdi, ihsanlarda bulundu,VİP salonuna alıp baş başa görüştü..

Havaalalanı buluşmaları rutine dönüştü. Ali Fuat artık Başbakan'ı bizzat bilgilendiriyor, hatta kimlerin tutuklanmasının "isabetli olacağı" konusunda tavsiyede bile bulunabiliyordu.

Küçük memur Ali Fuat'ın bu önlenmeyen (önlenemeyen değil) yükselişi, kısa sürede etkilerini havalimanı sınırları dışında da göstermeye başladı. Artık amirlerine kafa tutuyor, Emniyet müdürünü, valiyi, savcıyı azarlıyor, mesleki hiyerarşiyi hatırlatacak olanları Başbakan ile olan şahsi bağlarını öne sürerek susturuyordu. Kendi ekibini kurdu, atamalar, görevlendirmeler yaptı. İstanbul Emniyeti bir şube müdürünün emrine verilmişti, bir dediği iki edilmiyordu.
Binlerce sahte delil üretti, yüzlerce hayat kararttı. İftiralar altında ölenler, ağır hastalıklara yakalananlar, ailesi dağılanlar, ocağı sönenler oldu. Küçük memur Ali Fuat, bu insanlık suçlarını yükselişinin ayak sesleri olarak gördü. Kazandığı ikramiyeleri çocuklarının kursağından gönül rahatlığıyla geçirdi.

Gel zaman git zaman devran döndü, eski çamlar bardak oldu. Kendisini Reis'e refere edenlere bundan sonra hain muamelesi yapılmasına karar verildi. Dört yıl boyunca karşılıklı yenilen kilolarca hurmanın faturası Ali Fuat'ın hesabına yazıldı.
İnanamadı; olamazdı, birileri Reis'e mutlaka yanlış bilgi veriyor, kendisini onun gözünden düşürmeye çalışıyordu. Telaşla Reis'e ulaşmaya çalıştı ama kendisine en alt düzeyde bir muhatap dahi bulamadı. Telefonlarına çıkılmadı, randevu taleplerine cevap verilmedi.

Reis bunu neden yapıyordu?

Kendisi bir görev adamıydı. Reis istesin, bugün "hain" ilan edilen eski ağabeyleri için de delil üretir, onların da tutuklanmasını sağlardı oysa..

Feryatları duyulmadı. Bir sabah, bir zamanlar kendisine koridorda selam duran genç polisler eve gelip ters kelepçe ile derdest ettiler Ali Fuat Müdürü. Vaktiyle azarladığı savcılardan biri tutuklama talep etti, gönderdiği sahte delillerle asker, gazeteci, politikacı tutuklamış hakimlerden biri de tutuklayıverdi. Hem de terör örgütü mensubu olmaktan!

Tam üç yıldır bir zamanlar kimlerin gönderileceğinin listesini yaptığı cezaevinde olup bitenleri düşünüyor. Başına bunların neden geldiğini anlamaya çalışıyor. Geleni giden, arayanı, sahip çıkanı yok. Avukat bulmakta bile zorlanıyor. Daha kaç yıl bu şekilde yatacağı, suçlamaların altından nasıl kalkacağı belli değil.
Bitmedi. Sadece kendisini bu soğuk betona gömmekle kalmadılar. Emekli maaşına, mal varlığına, parasına puluna da el koyup geride bıraktığı ailesini açlığa mahkum ettiler.

O da yetmedi, son bir hamleyle can evinden vurdular ve binbir zorlukla okullarını bitirip babalarına destek olmaya çalışan iki kızını da tutukladılar.
Şimdi hücresinde düşünürken biliyor ki bu kadarını kendisine hayatlarını kararttığı Ergenekon ve Balyoz sanıkları bile yapmazdı. Suçun şahsiliği ilkesine sadık kalırlar, hiç değilse çoluk çocuğuna ilişmezler di.
Kızların tutuklanmasına en kadim dostları bile sessiz kaldı. Sıradan bir gazete haberi olarak geçiştirildi. Yine biz Ergenekon sanıklarının vicdanı rahat durmadı, tepki gösterdik, sosyal medyada itiraz sesleri yükselttik, "Bu kadarı fazla, çocukların ne suçu var" dedik..
Netice..
Makam,mevki ve para için vicdanını satan, sadece kendi hayatını değil, çoluk çocuğunun hayatını da cehenneme atar.
Evet, ilahi adalet zalimleri birbirine kırdırarak da olsa, kendi düzenini mutlaka hakim kılar.
Önünde veya sonunda..
NOT: Bu ibret hikayesinin İdris Naim Şahin; Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala, Bülent Arınç, Ekrem Dumanlı vs. versiyonları da mevcuttur.

29 Eylül 2018 Cumartesi

"Sayın Öcalan'ın Aldığı Kelleler" ve Hedefteki TSK


"Sayın Öcalan'ın Aldığı Kelleler" ve Hedefteki TSK

www.acikistihbarat.com

Fatma Sibel Yüksek
19.03.2007
 
Emekli Orgeneral Hurşit Tolon , geçenlerde Ankara'da 

"Satılmış aydınlar TSK ile uğraşıyor" dedi... 

Son zamanlarda söylenmiş en doğru ve en doğrudan söz... 

İster "asker yanlısı" ister "statükocu" , ister "gerici" desinler, umurumda değil. Hurşit Tolon, milletin zaten farkında olduğu bir gerçeği, lafı hiç evirip çevirmeden dile getirdi... 

"Satılmış aydınlar" marifetiyle gerçekleştirilen milli devleti yok etme ve misak-ı milli sınırlarını ortadan kaldırma girişimlerinin pek çok örneği var.. 

En sonuncusu "andıç" olayıdır... 

Biliyorsunuz, TSK'nın basın için yeni bir "andıç" hazırlayıp, gazetecileri "bizden olanlar-olmayanlar" şeklinde sınıflandırdığı iddia edildi. Bu belgenin "gerçek" olup olmadığına yönelik çeşitli kuşkular var. 

Herneyse, bu belge "pensilvanya grubu medyasına mensup" Nokta dergisi tarafından yayımlandı. 

Haberi yazan gazeteci Ahmet Şık, meslek arkadaşımdır. Radikal gazetesinde bir dönem beraber çalıştık. Dürüst, çalışkan ve emekçi karakterli bir insandır. Eline böyle bir belge geçen hiç bir gazeteci haber yazmamazlık yapamaz. Onun için, Ahmet bu tartışmaların dışında tutulmalıdır. 

Ama... 

Ama, biz şunu biliyoruz ki; böyle bir belgenin (sahte veya değil) basına sızdırılması TSK'yı hedef alan büyük bir kampanyanın ilk adımıydı. 

Seçilen zamanlama da mükemmeldi. 

Askerler Erdoğan'ın "Atatürk'ün koltuğuna oturması" fikrinden son derece rahatsızken, cumhurbaşkanlığı seçimi için aday bildirme süresine bir ay kalmışken ve artık Türkiye'yi bölme provasından başka hiç bir şey olmadığı kesin olarak bilinen "Nevruz kutlamaları" yaklaşmışken... TSK, hedef tahtasına oturtuldu. 

"Andıç"ın yayınlanması ile birlikte basında, Tolon'un söylediği "satılmış aydınlar" vasıtasıyla büyük bir kampanya başlatılacaktı. Ordunun "demokrasinin" önündeki tek engelin ordu olduğu haykırılacaktı, kin kusulacaktı, histeri krizleri geçirilecekti, 

"Ay İğreeenç!" diye efemine efemine yazılar yazılacaktı...

Ne kadar entel, dantel, pornocu, sivil itaatsiz, üçüncü cins, mikro milliyetçi faşist, marjinal vs. tip varsa; "Böyle bir ülkede yaşamaktan utanç duyuyorum!" diyerekten, "aydın tepkisi" ortaya koyacaktı. 

Sonra imza kampanyaları açılacaktı, derken devreye AB girecekti... Biliyorsunuz işte bu tür kampanyaların nasıl yürütüldüğünü... 

"Başbakanlık Andıçı" yayınlandı ve oyun bozuldu... 

Valla bundan sonra böyle..Andıça andıç, dosyaya dosya, kampanyaya kampanya... 

Biz burada "komplo teorileri" mi yazıyoruz? 

Hayır. 

Biz burada, Ankara'nın orta yerinde gözümüzün içine baka baka kurulan tezgahları yazıyoruz... 

AKP, seçim sandığından büyük bir oy farkıyla çıkacağına inanıyor. Cumhurbaşkanlığı da alınırsa, (Tayyip Erdoğan olsun olmasın farketmez) Türkiye'nin idari yapısını değiştirmeye yönelik temel kanunları çıkarmada hiç bir engel kalmayacak. 

Milli devletin yapısı zaten yeterince zafiyete uğratılmış, bu ülkeden başka gidecek yeri olmayanlar köşeye sıkıştırılmış..

Diktatörlük eğilimleri, sertlik denemeleri zaten başlamış vaziyette..

Olur olmaz problemler çıkaran yargı ile YÖK seçimden sonra çıkarılacak "yeniden yapılandırma" kanunları ile halledilecek... 

Geriye ne kaldı? 

Geriye TSK kaldı. Kısa vadeli hedef, bazı subayların emekliye sevkedilmesi. Bunun için sadece sayısal güce değil, kamuoyuna da ihtiyaç var. 

İyi ya işte, verin Nokta dergisine bir andıç, kampanya ufak ufak başlasın... Aklınızı sevsinler sizin...

"Türkiye her yönüyle kuşatılmıştır. Paranoya diyenlere buradan sesleniyorum bu paranoya değildir. Siz halktan sakladığınız için paranoya diyorsunuz" 

diyen Hurşit Tolon, bir de TSK yeminine dikkat çekiyor...

"Sayın Öcalan'ın aldığı kelleler" ha?

TSK yeminini çevirip çevirip tekrar okusunlar..

http://acikistihbarat.com/Haberler/398-Yazilar-%22Sayın%20Öcalan

***

28 Ocak 2018 Pazar

Erol Olçak Farkı, Putinleşecekti, Gökçekleşiyor,

Erol Olçak Farkı, Putinleşecekti, Gökçekleşiyor, 


Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat
Kategori: Siyaset
2017-04-01



Erol Olçak hemşehrimdi, şahsen de tanırdım kendisini ancak sevmezdim; çünkü RTE'nin kitleleri kandırma-büyüleme stratejilerinin mimarıydı.

Bu stratejiler gerçeklere, dürüst yaklaşımlara dayanmazdı. Aksine başarılı yalanlara ve gerçeğin insafsızca çarpıtılmasına dayanırdı.Yine de kendisine ve genç yaşta hayata veda eden oğluna rahmet diliyorum,  Allah günahlarını affetsin. (Bu arada yıllardır herkes onun soyadını "Olçak" olarak bilirdi. Ölümünden sonra neden "Olçok"a dönüştüğü hakkında fikrim yok)

Rahmetli Erol Olçak, kelimelerin kitlelerin beynine giderken tıpkı bir kurşun gibi burgu döngüsünü nasıl ayarlayıp da hedefine nasıl saplandığını iyi bilirdi.Bir çeşit "kelime mühendisi" idi aslında.

Erdoğan'ın en başarılı seçim kampanyalarına imza atmış olan bu adamın başucu kitabı Gustave Le Bon'un Kitleler Psikolojisi idi.

Erol Olçak'ın ana malzemesi, ihmal edilmiş ve prestije susamış yoksul kitlleler ile onlara sahte bir prestij yükleyecek bir büyücü-liderdi.Bu iki figürün birbiriyle iletişimini ve birbirlerine bağlılığını sağlayacak kelimeleri bulmak Erol Olçak'ın işiydi.

Geriye dönüp baktığımızda, Erol Olçak'ın bu misyonunu gerçekleştirirken aslında "kalite" çıtasını yüksekte tutmaya çalıştığını görürüz.

Yani, cahil ve prestije susamış kitlelerin enerjisine evet, ama bu kötü enerjinin Lider'i okumuşların gözünde aşağı çekmesine hayır...

Müptezellik gerekiyorsa yapmak ancak bu müptezelliğin Lider'in üstüne yapışmasına müsade etmemek.

Özetle Erol Olçak'ın amacı, kitlelerin bayağılıklarını, ham tepkilerini oy'a çevirirken Tayyip Erdoğan'ı Melih Gökçek'leştirmemekti.

Erol Olçak'ın ölümünden sonra Tayyip Erdoğan, ilkel beklentilerinden beslendiği kitleler ile hızla bütünleşmeye, aynılaşmaya başladı. Böyle bir bütünleşmeye kendi kişiliği ve siyaset tarzının da teşne olması gerçeği bir yana, propagandist açısından ciddi bir eksen değişikliğiydi karşımıza çıkan.

Belli ki Erol Olçak'ın ölümünden sonra propaganda işini devralanlar, Tayyip Erdoğan'ı AKP'yi destekleyen kitlelerin magma tabakasına doğru itiyorlar. Silahla poz veren tipler, Osmanlı kıyafeti giyen soytarılar, küfürbaz troller, Türkiye'ye sığınmış çaresiz Suriyeliler,  Afrikalılar, kefen giymiş ayak takımı, irili ufaklı mafya. 1980'li yıllların Libya'sını hatırlatan ucube görüntüler...

Bu magmaya doğru çekilişin en bariz örneği, referandum sürecinin en büyük gövde gösterisi olan Yenikapı mitinginde  ana tema olarak SSK Müdürü Kılıçdaroğlu temasının seçilmesidir. " Dünya lideri " olduğu iddia edilen kişi hâlâ, çok geçmişlerde kalmış bir "küçük-başarısız bürokrat" örneğinden ekmek yemeye çalışmakta; bu imge üzerine devâsa yatırımlar yapılmaktadır!

Kuran sallamalar, " Ahiretinizi yakmayınlar ", " hayırcılar teröristtirler " hep bu magmalaşmanın tezahürleridir..

Erol Olçak'ın ölümü ile birlikte 15 yıllık propaganda stratejisinin son bulmasından   sonra, Erdoğan'ın uluslararası imajının büyük bir hızla El-Beşir örneğine koşması tesadüf değildir.

15 Temmuz, Sadece kanlı bir darbe gecesi değil, Erdoğan'ın " Batılı İslamcı lider "kimliğinin de geri dönmeyecek biçimde son bulduğu gecedir.

Belli ki Erol Olçak'ın yöntemlerini beğenmeyen, Erdoğan'ın propaganda aygıtını ele alarak onu çekirdeğin içine doğru çekmek  isteyen başka birileri vardı.

15 Temmuz'da Erol Olçak'ın ölmesiyle bu gayelerine ulaştılar..

Veya, gayelerine ulaştıkları gün Erol Olçak öldü.

http://acikistihbarat.com/Haberler/10634-Haberler-Erol%20Olçak%20Farkı%20:%20Putinleşecekti,%20Gökçekleşiyor%20-%20Fatma%20Sibel%20Yüksek%20-%20Açık%20İstihbarat

***

13 Aralık 2017 Çarşamba

İç Savaş Değil Korkusunun Ayak Sesleri,


İç Savaş, Değil Korkusunun Ayak Sesleri, 



Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN)

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Haz 30, 2016 14:56

"İç Savaş" Değil Korkusunun Ayak Sesleri

Önceki gün iftara bir kaç saat kala, esnaf kılıklı iki tip kaldırıma oturmuş, çevredekilerin duyabileceği bir ses tonuyla konuşuyor:

"Tayyip için canımızı veririz, O'nun için can alırız gerekirse!"

Fuat Avni de aralarında olmak üzere bir takım operasyonel sosyal medya hesapları, Tayyip Erdoğan'ın "iç savaş hazırlıklarını" yazıyor. Yazılanlar, her normal vatandaşı ürkütecek türden..

Örneğin bu kapsamda, 2012 yılında kurulmuş olan SADAT (Uluslararası Savunma Danışmanlık Ticaret Şirketi) isimli bir "güvenlik" şirketi-örgütü deşifre edildi.

Cemaat-AKP kavgasında AKP safını seçmiş eski asker, Emekli Tuğgeneral Ahmet Tanrıverdi'ye kurdurulan bu şirket, orduyla sorunlu, emekli veya çeşitli suçlardan ihraç edilmiş onlarca subayı barındırıyor. Her subayın bir "uzmanlık" alanı var.

Bu örgüt, Kosova ve Azerbaycan gibi ülkelerde milislere askeri eğitimler vermiş. 2012'de kurulan şebekeyi nedense bugün afişe etme ihtiyacı duyan eski istihbaratçı Mehmet Eymür'e göre SADAT, AKP'li gençleri de silahlı eğitimden geçirerek suikast timleri oluşturdu..

Eymür'ün iddialarını daha ileri boyuta taşıyan twitter hayaleti Fuat Avni ise, örgüte şimdiye kadar örtülü ödenekten yüzbinlerce dolar aktarıldığını, suikast düzenlecekler listesinin bile hazır olduğunu yazdı.

Eymür ve Fuat Avni'ye göre SADAT, umudunu bir iç savaşa bağlamış olan Tayyip Erdoğan'ın "özel örgütü", Mussolini'nin "Kara Gömleklilerine" benzer bir milis gücü. Önce iç savaş tetiklenecek , daha sonra silahlı SADAT militanları sokağa dökülüp katliam yapacak.

Tayyip Erdoğan profilindeki bir siyasetçinin böyle çılgınlıklar yapmayacağını savunabilecek olan var mı?

Yok.

Dolayısıyla, yazılanların gerçek olma ihtimali mevcut.

Çocukluk döneminin çatışmalarını aşamamış ve düşmanlıktan beslenen bir bünye olan Tayyip Erdoğan, bu özelliklerine kendisine zerk edilen paranoyalar da eklenince, zaten başının pek hoş olmadığı "meşruiyet", "açıklık", yasallık" gibi kavram ve uygulamalarla arasına iyiden iyiye mesafe koydu.

Öyle anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan'a karanlık yol ve çıkmaz sokak önermeyen hiç bir danışman ayakta kalamıyor. Saraya yakın çevreler, Tayyip Erdoğan'ı yönlendirebilen kişilerin başında şiddete eğilimli, ağzı bozuk ve acımasız bir karakter olan yeğeni Ali Erdoğan'ın geldiğini söylüyor. Orta öğrenimi bile tamamladığı şüpheli, herhangi bir mesleği olmayan bu kişi, devletin bütün meselelerinde söz ve etki sahibi.

Çevresini yeğenler ve damatlarla donatan Erdoğan, sarayını (ve tabii ülkeyi de) Baasçılık prensipleri çerçevesinde yönetiyor:

Akrabalar monarşisi-İstihbarat-operasyon-çatışma.

Bütün sorunlara "mezhepsel" gözlükten bakılıyor. Sadece dinsel bir içeriğe sahip değil bu mezhepçilik; kendi çıkarları ile çatışan veya sözlerinden çıkan kim varsa "karşı mezhep" gibi görülüyor. Kin güdülüyor ve düşmanlaştırılıyor.

Hatırlayın, Tayyip Erdoğan Soma olayları sırasında "Ulan İsrail dölü" diyerek hiç tanımadığı bir genci hırpalamıştı. Beynindeki "düşman" imgesi o zaman İsrail idi. Bu imge, duruma göre "Ergenekon", "Paralel yapı", "darbeci askerler", hatta kendi atadığı ama "düşmanla işbirliği yaptığı ortaya çıkan" Başbakanlar olabiliyor.

Motivasyonunu dini menkıbelerdeki mezhep savaşlarından alan bir davranış, Tayyip Erdoğan için her gün bir dehşet senaryosu üretmeyi yarış haline getirmiş kadrolara da sürekli ilham veriyor.

Şimdi, sosyal medyayı aniden bombalayan "SADAT" ifşaatını, yazının girişinde anlattığımız , İstanbul sokaklarına etki ajanları salarak korku yayma örneği ile birleştirdiğimizde bir "hazırlığın" var olduğu mâkul gelebiliyor.

Peki bunu başarmak olası mı?

Yani, örtülü ödeneklerden aktarılan paralar, kurulan kadrolar, yapılan planlar bir iç savaş çıkarmak için yeterli mi?

"İç savaş çıkarsa çıksın, ezip geçeriz" diyen, her şeyin kendi istediği gibi sonuçlanacağından gerçekte emin mi?

Bu kadar tehlikeli bir coğrafyada yaşayıp da olup bitenlere objektif bakmayı başarırsak şunu görebiliriz:

Bölgede iç savaş tuzağına düşürülememiş ender ülkelerden biriyiz.

"Soykırım" diye dayatılmak istenen 1915 bile Ermeni çetelerinin kışkırttığı, İttihat ve Terakki Hükümeti'nin Alman tuzağına düştüğü, Türklerin ve Ermenilerin ise mağdur olduğu olaylardı. İki halk karşı karşıya gelip birbirini kırmadı. Kadrolar ve çeteler kan döktü, halk kendini savunmaya çalıştı.

Daha yakın örneklere gelirsek Çorum, Maraş, Sivas olayları da bir Alevi-Sünni savaşı çıkaramadı. Alevilerin üzerine kontrgerilla salındı, iç savaş çıkmayacağı anlaşılınca, devlet asker-polis gücüyle devreye girdi ve olaylar kontrol altına alındı.

30 yıl süren ve "tabana yayıldığı" iddia edilen terör örgütü PKK'nın "mücadelesi" de halen gözlerimizin önünde yaşanmaktadır ve Kürtlerin bütünü asla eylemlerin içine çekilememektedir. Yakıp yıkan terörist PKK kadroları, büyük ölçüde asker ve polisle başbaşadır.

Sonuç itibarıyla, bir Suriye ve Irak olmadığımız gibi, birer Ukrayna ve Yugoslavya da değiliz. İçimize atıp taşlaştırdığımız kinlerimiz yok. Bütün ifade engellerine rağmen her şeyi tartışıyoruz ve işler tehlikeli bir noktaya sürüklendiğinde herkes kendi sınırlarına çekilmeyi öğrenmiş.

Ülkeyi yönetenlerin bütün gayretli çabalarına rağmen, yaşanan kavgalar bir Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu, Laik-Dindar vs. savaşına sürüklenemiyor. Topyekûn iki toplum değil, gruplar ve kadrolar çatışıyor; toplum seyretmeyi tercih ediyor. Bunların yanı sıra, komşuluk ve akrabalık halen iç içe. Toplum olarak espri yeteneğimizin rolünü de hiç yabana atmayalım.

Ayrıca, iç savaşı arzulayan varsa şunu da bilmelidir ki kimin kimi "ezip geçeceği" hiç belli olmaz. Bu işlerde evdeki hesap genellikle çarşıya uymaz. Hele de bu kadar düşman kazanmayı başarmışsanız...

Ülkenin en tepesinde oturan ve halen yetki gasp etmeye doymayan kişinin gözünü bu kadar karartmış olması ülkeye zarar verir mi?

Verir.

Allah korusun can kaybı yaşanır mı?

Yaşanır. Ancak olaylar, bir iç savaş niteliğine bürünmez.

Günlük mesaisinin en az bir kaç saatini toplumun çeşitli kesimleri, meslek kuruluşları, sanatçılar, gazeteciler, hiç kimseyi bulamazsa kendi refikleri ile kavga etmeye ayıran bir yöneticinin yaptığı her plan, içeriden torpil yemeye de elverişilidir aynı zamanda.

Sakin olacağız ve korkmayacağız.

Alevisi, Sünnisi, Türkü, Kürdü birbirimize sarılacağız, hain tuzaklara düşmeyeceğiz.

SADAT konusunda son bir not:

Bu şirket 2012'de kurulmuş. Yani Hakan Fidan'ın baş gözde olduğu, uğruna yargıya darbe yapıldığı günler..."Sır küpünün" anahtarının kırılmadığı günler...Reza'nın çikolata kutuları dağıttığı günler...

Böyle bir şirketin kurulup lojistiğinin sağlanmasında MİT'in ve Hakan Fidan'ın etkisinin bulunmadığı savunulamayacağına göre, Mehmet Eymür ve Fuat Avni üzerinden yapılan bu deşifrasyon ne anlama geliyor?

Hakan Fidan arkasını temizliyor olabilir mi?

Veya kendisine "gitmeden önce arkanı temizle" denilmiş olabilir mi?

Zira, her nedense bünyesindeki subayların isim ve uzmanlık alanlarını teker teker web sitesinde yayımlayan SADAT, aniden siteyi kapatıp ortadan kayboldu...

Veya bir taşla iki kuş vurup;

bir yandan işlevini tamamlamış (veya tamamlayamamış) yapılar tasfiye edilirken, öte yandan da sokaktaki vatandaşın içine iç savaş korkusu salınmak istenmiş olabilir mi?

Her şey olur..

Yaşayıp görmek lazım...

Fatma Sibel YÜKSEK (GÜRCİHAN), 28 Haziran 2016

http://twitter.com/fasibel


...

Güneydoğuda Yaşananlara Dair "Ulusalcı" Bir Bakış


Güneydoğuda Yaşananlara Dair "Ulusalcı" Bir Bakış

Fatma Sibel Yüksek - Açık İstihbarat

www.acikistihbarat.com

10.02.2016

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına tanıklık etmiş olan Cahit Uçuk’un Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Bir imparatorluk Çökerken” adlı anılarını okurken , en büyük felaketlerin yaşandığı devirlerde bile insan psikolojisinin  kendi küçük gettosuna çekilip,  şu koca dünyanın başka dramlarından uzak olmayı bir mutluluk sebebi saydığını düşündüm.

1911 doğumlu Cahit Uçuk, o devrin az sayıdaki kadın yazarından biri olarak, çöküşün günlük yaşama yansıyışlarına yoğunlaşmış. Siyasi arka plan oldukça sınırlı ancak büyük Balkan göçü, İstanbul’un işgali gibi olayları sıradan bir insanın gözünden  acı ve aynı zamanda keyifli, zengin bir dille yazmış. Belki de sırf siyasi etkenleri irdeleyen kitaplardan çok daha etkili bir anı-roman.

İmparatorluk bir iskambil kulesi gibi dağılırken, İstanbul’da süpürge tohumundan yapılmış ekmek bile bulunamazken, insanlar aşık olabiliyor, misafirliğe gidiyor, müzikli geceler düzenleyip sigara tüttürebiliyor..

Bu tavır, duyarsızlık mı, yoksa hayatın gerçeği mi?

O yıllarda bilgi edinmenin zorlukları hesaba katıldığında, “duyarsızlık” diyebilmek elbette çok zor ancak bugün, yaşanan her şeyden anında haberdar olup da normal bir hayat sürebilmek, vücudu ayakta tutabilse de ruhlarımızda beliren ağır yıpranmanın tedavisi maalesef yok...

Gözümüzün önünde (üstelik devletimizin de şehvetli katılımıyla) parçalanan Suriye’nin çocukları, her gün küçük bedenleriyle üçer beşer kıyılarımıza vuruyor. Köşe başlarında avuç açan göçmenler, her gün evimize ağır bir vicdan sınavı ile dönmemize neden oluyor...

Güneydoğu kan ağlıyor. Cesedi evinin önünde altı gün bekleyen kadın, on yaşındaki kız çocuğunun buzdolabına konulan ölüsü, kapısının önünde vurulmuş yatan kadının kanlı terlikleri..

Ve şehitler, şehitler, şehitler..

Melek yüzlüsü, yoksulu, annesinin bir taneciği, arkadaşlarının kıymetlisi, sevgilisinin gözünün nuru, okulunun yıldızı...

Bunlar ruhlarımızda açılmış çok ağır yaralardır...

Ama biz ne yapıyoruz? 

Sosyal medyada caps paylaşıyoruz, yarışma programları izliyor, alışveriş yapıyor , yaz tatilimizi planlıyoruz...

Peki, böyle yaşamamanın alternatifi ne? 

Evden dışarı çıkmamak, banyo yapmamak veya bir pompalı edinip Diyarbakır’a doğru yola çıkmak mı?

Alternatif  maalesef yok!

Ama belki de şunu yapabiliriz:

Doğruyu yanlıştan ayırma yetimizi ortaya koyup ortak bir vicdan yaratabiliriz..

Ama bunu yaparken, birinci kural samimiyet olmalı. 

Elmalarla armutlar ayrı sepetlere konulmalı. Devlet, terör, asker, şehit, terörist, sivil vatandaş vs. kavramları birbirine karışmamalı...

Bunca yıldır Kürt ve Türk kanı döken ölüm makinaları susturulacaksa, bunun taraflarının kim olduğuna bakılmamalı..

“Devlet içindeki çeteler yıllarca bu kandan beslendi ama PKK beslenmedi” 
derseniz, konuşulacak hiç bir şey kalmaz.

“Bu kadar kirli bir savaşın içinde yoğrulmuş devlet, karşımıza birer suçlu olarak ama  PKK, ‘insanlık değerleriyle yüklü bir özgürlük savaşçısı olarak’ çıktı”
derseniz bu kanın durmasını samimiyetle istemiyorsunuz demektir.

“Çözüm süreci” dediğiniz büyük aldatmacada AKP ile birlikte bunu yaptınız. Devleti ve orduyu suçlu ilan ederken, teröristleri kutsadınız.

Bakın, sonuç ne oldu?

Bütün uydurma davalar çöktü, devletin içindeki ihanet adacıklarının dimdik ayakta durduğu ortaya çıktı. 

Öcalan’ın bir sahtekâr, PKK’nın beş paralık bir terör örgütü olduğu bir kez daha kanıtlandı. AKP gibi kökü dışarıda bir Amerikancı-İslamcı-Faşist şebekenin ipiyle kuyulara inilemeyeceği görüldü... 

“Çözüm süreci”,  yüz yıllık doğu sorununun en çok kan dökülen, terörün en fazla azdığı ve devletin en vahşileştiği, İsviçre bankalarındaki gizli hesapların en fazla kabardığı dönemlerden biri olarak tarihe geçti. 

Hepinizi tebrik ederiz! 

Şimdi oturup “Biz nerede hata yaptık?” sorusunu kendinize soracağınıza, ezberlerinize sarılıp devleti, ulusalcıları, “faşist” dediğiniz Türk milliyetçilerini, Atatürkçüleri, askerleri vs. suçluyorsunuz.

Bütün politikaları büyük bir fiyaskoyla, daha da kötüsü  kanla bertaraf olmuş AKP’ye, bırakın olup bitenlerin hesabını sormayı, hiç utanıp sıkılmadan yeni muhataplar öneriliyor.Hiç bir şey olmamış gibi, kalındığı yerden devam edilmesi telkin eyleniyor.. 

Oysa o suçladıklarınız, Mustafa Kemal’in çizdiği vatandaşlık tanımı çerçevesinde, eşit ve barış içinde  bir arada yaşamaktan başka neyi savunmuşlardı? Bunun dışındaki bütün yolların çıkmaz sokak olduğunu anlamak için tutuklanma sırasının Can Dündar’lara, siyasi linç sırasının Bülent Arınç’lara, Selahattin Demirtaş’lara, işten atılma sırasının Gülay Göktürk’lere gelmesi mi gerekiyordu?

Pek sıkı fıkıydınız? 

Hani bağırsaklar temizleniyordu?..Hani ceberrut devleti el birliğiyle tarihin çöplüğüne gömüyordunuz? 

Bazı Kürtçülerin ve liberalciklerin olup bitenlerden hiç ders çıkarmadığı anlaşılıyor. Gezi olaylarında sokağa dökülen bizler, güneydoğuda bunca kan akarken neden sessiz kalıyor muşuz?  

Bir kere Gezi ile şu an güneydoğuda yaşananların birbiriyle en ufak ilişkisi yok. 

Gezi, AKP’nin ihanetlerine karşı çoğunluğunu Atatürkçü yurtseverlerin oluşturduğu meşru bir kitlesel tepkiydi. 

Gezi günlerinde “çözüm sürecine” zarar gelmesin diye AKP’nin yanında saf tutanların, “Gezi bir darbe girişimidir” diyenlerlerin, güneydoğuda olay çıkarmamaya söz verip tomaların batıya götürülmesininin pazarlığını yapanların, bugün “Neden ses çıkarmıyorsunuz” deme hakları yoktur. 

Ayrıca neye ses çıkarmalıyız? 

Karşımızda “Evet, PKK’nın kanlı bir terör örgütü olduğunu anladık” diyen mi var ki? 

Aksine, şehit kanı döken katilleri, paça sıkışınca “masum sivil” ilan edip dağa sağ salim göndermek isteyenler var. 

Hem de bizden almayı umdukları destekle! 

Şu soruların cevabını verdiniz mi ki bu ülkenini namuslu çoğunluğundan destek istiyorsunuz:

Örneğin, “yaralı sivillerin ölmesine göz yumuluyor” dediğiniz o bodrumlara sıkışanlar tam olarak kimdir? 

Neden sıkıştılar? 

Bir şekilde olayların ortasında kalmış masum siviller ise güvenlik güçlerinin bütün çağrılarına rağmen ellerine beyaz bir bez alıp neden dışarı çıkmıyorlar? 

Ambulanslara kim ve neden ateş açıyor?

Yok sivil değil de güvenlik güçleriyle çatışmaya giren PKK militanları, sizin deyiminizle “gerilla” iseler, sivilleri salıverip kendileri neden çatışmaya devam etmiyor veya teslim olmayı kabul etmiyorlar? 

Hani onlara “asker” muamelesi yapıp savaş hukuku uygulamalıydık?

Bizim askerlerimiz mübarek üniformaları içinde şehit olurken, bu nasıl “ asker olmak” ki, masum sivilleri kendine kalkan yapıp aralarına gizleniliyor? Kadın etekliği giyinerek hendekler kazılıyor?

Neymiş? 

Bunları sormamalıymışız..”Ama”sız, “fakat”sız destek vermeliymişiz..

Orada “insan” ölüyormuş..

Devletin kendini ve vatandaşlarını savunma hakkını bir yana bırakıp, aslında “masum birer sivil” olan teröristlerin kılına zarar gelmemesi için siper olmalıymışız.. 

Yine on iki yıl işbirliği yaptığınız AKP’ye dua edin ki, size hâlâ kıyak geçebiliyor. Bu çağrıları örneğin “demokrasinin beşiği” İngiltere’de yapsanız, teröre destek suçundan derhal tutuklanırdınız..

Bayanlar ve beyler, son günlerin moda deyimiyle, gelin “aklımızla alay etmeyin”. 

Bize çikolata ambalajı içinde PKK zehirini yedirmeye çalışmayın.. 

Sizin istediğiniz gibi bölücü ifadelerle konuşacak olursak, bu ülkenin çoğunluğunu oluşturan Türkler’e, terör ve uyuşturucu şebekesi PKK’yı “masum muhatap” olarak kabul ettiremezsiniz. 

Aklınız varsa, şehitlerimizin üstüne bir bardak kanlı su içmemizi bekleyemezsiniz. Bakın, bütün milli değerleri ayaklar altına almaya ant içmiş AKP’ye bile bunu kabul ettiremediniz... 

Olmadı. Doğu Perinçek eğer yaşlılıktan ve Silivri’de fazladan yatmaktan saçmalamıyorsa, Tayyip Erdoğan “hatalarını anladı ve milli devletten yana saf mı tuttu”, yoksa her kılığa girebilen şeytani bünye kendine yeni bir elbise mi buldu bilemeyiz ama Olmadı.

Devleti suçlu ilan edip PKK’yı kutsadıkça olmayacak da..

“O zaman kan dökmeye devam ederiz” mi diyorsunuz? 

Siz bilirsiniz... 

Yüz yıldır olduğu gibi yine zararlı çıkarsınız..

Siz minik liberaller ve yüreği pıt pıt atan aydıncıklar, siz de bize ezberlenmiş romantizmlerle gelmeyin.

Siz önce “Yetmez ama evet”in hesabını verin. Atatürkçüler, ulusalcılar binbir iftira altında cezaevlerinde yatarken, AKP ile siz fındık kırıyordunuz..

Demagojileriniz biter bitmez “Peki çözümün ne?” sorusunu patlattığınızı duyar gibiyiz..

Çözüm, 93 yıl önce bulundu ve halen geçerlidir: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında eşit ve kardeşçe yaşamak. Bu toprakların Türk yurdu olduğunu ve öyle kalacağını kabul etmek..

Kabul edemiyorsanız, bölgenin diğer coğrafyalarında yaşayan Kürtler ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı altında yaşayan Kürtlerin durumunu karşılaştırın ve tercihinizi ona göre yapın. 

Bizim kardeşliğimizi, CIA destekli 12 Eylül faşizmi ve PKK bozdu.

Biz, “devletimizin” yanlışları ve suçlarıyla hesaplaşmaya her zaman hazırız. Bakın, milyonlarca Türk, Kenan Evren’in mezarına tükürdü; cenazesine gidip “Hakkımı helal etmiyorum” diye haykırdı.

Peki siz aynısını yapabilecek misiniz? 

Abdullah Öcalan gibi bir katilin suratına tükürebilecek misiniz?

PKK’nın da tıpkı 12 Eylül çetesi ve devletin içine çöreklenmiş faşist cuntalar gibi  CIA ve MOSSAD destekli kanlı bir terör ve uyuşturucu örgütü olduğunu kabul edecek misiniz?

 Çözümün PKK’yı sırtınızdan atmak olduğunu görebilecek misiniz?

Göremez ve kabul edemez iseniz bu  bataklıkta çırpınmaya devam edersiniz...

Biz Kürt kardeşlerimizi bu bataklıkta yaşamaya asla layık görmüyoruz...

KONUYLA ALAKALI DİĞER YAZI BAŞLIKLARI;


Yazarın Diğer Yazıları

Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat

Fatma Sibel Yüksek
Siyasetin Sakin Gücü Meral Akşener'le Kahve Sohbeti 
Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat


Behiç Gürcihan
Devletler ve Trumpları 
Behiç Gürcihan 
Açık İstihbarat


Behiç Gürcihan
16 Temmuz (3 Hükümetli Anadolu Projesinin İlk Günü) 
Behiç Gürcihan 
Açık İstihbarat

Fatma Sibel Yüksek
Akşener : "Benim Üzerimden Bahçeli'ye Vefa Borcunu Ödemek İstiyorlar" 
Fatma Sibel Yüksek
Açık İstihbarat

Behiç Gürcihan
3 Katmanlı Darbe Sonrası Çok Katmanlı Muhalefet 
Behiç Gürcihan 
Açık İstihbarat


Fatma Sibel Yüksek
"İç Savaş" Değil Korkusunun Ayak Sesleri 
Fatma Sibel Yüksek / Açık İstihbarat

Fatma Sibel Yüksek
O Üniforma, İçindeki "Nikah Şahidini" Niye Taşıyamadı?
Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat


Fatma Sibel Yüksek
RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu 
Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat


Fatma Sibel Yüksek
Güneydoğuda Yaşananlara Dair "Ulusalcı" Bir Bakış - 
Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat


Behiç Gürcihan

Kumpas'ın 3. Perdesi:AKP'nin Tasfiyesi (Devlet Bekaası İçin Evlat Boğma Geleneği) 
Behiç Gürcihan / Açık İstihbarat
Kategori: Köşe Yazısı

2016-02-10


http://acikistihbarat.com/Haberler/1091-Yazilar

....

RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu


RTE'nin Darbeyle Başkan Olma Umudu 

Fatma Sibel Yüksek 

Açık İstihbarat
Kategori: Köşe Yazısı
2016-03-22

www.acikistihbarat.com
10.02.2016


Bir süredir beyinlerimizn arkasına  sistematik olarak "darbe" kelimesinin fısıldandığının farkında mısınız?

Bütün siyasi kariyerini darbe söylentilerine borçlu olan adam, "Ben gidersem devlet yıkılır" diyor..Yakın zamanda bir seçim olmayacağına, olsa bile seçim kaybetmemenin yollarını artık çok iyi bildiğine göre tabii ki "darbe ile gitmeyi" imâ ediyor..(Zaten biri seçimle gitti diye devlet neden yıkılsın ki?)

Darbesever adamın resmi bülten ekibinden Abdülkadir Selvi, " Bir kaç bomba daha patlarsa darbe gelir " diye yazıyor... 

İktidarın " Amiral gemisi " Yeni Şafak'ın yönetmeni İbrahim Karagül, Sosyal medyada " Safları sıklaştırın, savaşa hazır olun " çağrıları yapıyor..

 AKP'ye her zor gününde can simidi atmaktan imtina etmeyen MHP'den Ruhsar Demirel, "MGK toplanmalı ve bugünden itibaren sıkıyönetim ilan edilmelidir" buyuruyor...

 Eski Pentagon yetkilisi Michael Rubin, " Türkiye'de darbe olursa ABD Erdoğan'ı desteklemez " diyerek bazı yüreklere su serpiyor.

Bkz.http://haber.sol.org.tr/dunya/eski-pentagon-yetkilisi-turkiyede-darbe-olursa-abdde-kimse-erdogana-sahip-cikmaz-150089

(NOT: Yazıdaki " Kaçak Saray'a Uçaksavarlar yerleştirilecek " iddiası çok ilginç!)

Bizim ulusalcı-Atatürkçü kesimden Erdoğan'ın ancak bir darbe ile giderilebileceğine inanan, hatta gönül bağlayanların sayısı da hiç az değil..

Birileri adeta darbe olması için seferber olmuş, kamuoyunu bu işe sinsice hazırlayacak sağdan, soldan, ulusalcılardan, MHP ve AKP'lilerden müteşekkil ekipler bile oluşturulmuş..

Belli ki bir darbe kimine ilaç gibi gelecek. 

Tayyip Erdoğan'ın üstün başarılarla dolu siyasi kariyerine bir de  "darbeyi alt eden lider" sıfatını eklemekten daha güzel ne olabilir?

Bugünlerde yüreğimizi soğutan her fısıltaya tuzlukla koşmamakta çok ama çok fayda var...

http://acikistihbarat.com/Haberler/1092-Yazilar


***

9 Nisan 2016 Cumartesi

Necdet Göreve



Necdet Göreve 


Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
Tarih:11/06/2014 
Türü:İç Politika 


ABD, NATO'yu harekete geçirir. Bölgedeki en yakın NATO gücü Türk Ordusu'dur...

Bayrağımızın indirilmesine serinkanlı kalan Necdet, hükümetin çıkaracağı teskere üzerine Musul'a asker yollamakta tereddüt etmez...

RTE de bayrağı eline alıp "Atatürk'ün başaramadığını bile başarıp 100 yıl sonra Türk askerini Musul'a yeniden sokan lider" olarak meydan meydan dolaşır...

E böyle bir yiğide Cumhurbaşkanlığı da yaraşır.. 


 
www.acikistihbarat.com
11.06.2014


Nasıl mı?

Şöyle:

Hani Süleymanşah türbesine üç-beş bomba sallayacaktık da Dışişleri dinlemesi ortalığa saçılınca plan deşifre olmuştu ya..

Bir kaç ay kulağımızın üstüne yatıp, bu arada Türkiye'nin bölgedeki müttefiki kanlı IŞİD örgütü ile temaslarda bulunup yeni bir plan hazırladık...

IŞİD Musul ve Kerkük'e girer, "Alevi" oldukları gerekçesiyle Türkmen boğazlamaya başlar, zayıf Irak ordusu bölgeden çekilir ve ABD'den yardım istenir (istediler bile),

ABD, NATO'yu harekete geçirir. Bölgedeki en yakın NATO gücü Türk Ordusu'dur...

Bayrağımızın indirilmesine serinkanlı kalan Necdet, hükümetin çıkaracağı teskere üzerine Musul'a asker yollamakta tereddüt etmez...

RTE de bayrağı eline alıp "Atatürk'ün başaramadığını bile başarıp 100 yıl sonra Türk askerini Musul'a yeniden sokan lider" olarak meydan meydan dolaşır...

E böyle bir yiğide Cumhurbaşkanlığı da yaraşır..

Bizler de Türk askerinin içimiz kan ağlayarak Misak-ı Milli sınırı dışında bıraktığımız Türkmen kardeşlerimizin yardımına koşmasına karşı çıkarsak, vatan haini konumuna düşeriz..

Devlet Bahçeli, dün yaptığı konuşmayı anında unutup "Hükümetimizin arkasındayız"diye açıklama yapar...

IŞİD'in çakalları Musul ve Kerkük'ten kolayca kovulur. 

Bölgenin yeni statüsü için Ingiltere, ABD, Almanya, İsrail ve Rusya masaya oturur...

Biz yine kıçımıza baka baka döndüğümüz gibi, üste bir de "Kürdistan"sahibi oluruz!

RTE'yi de " Musul Fatihi "olarak Çankaya'ya taşırız...

Uyu CHP, uyu MHP, uyu Genelkurmay...


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10487

.

Erdoğan'ın Çankaya Açmazı; Muhalefetin Fırsatı



Erdoğan'ın Çankaya Açmazı; Muhalefetin Fırsatı 



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
Tarih:01/06/2014
Türü:İç Politika 


Bu, her gün kriz demektir..Erdoğan için krizde bir beis olmayabilir ama  kendisini Çankaya'ya çıkarmak isteyen herkesin bu durumu sürdürülebilir bulmadığı da anlaşılıyor..

Yani anayasayı değiştirememiş, Başkanlık sistemini getirememiş, Çankaya'ya hapsolup orada yalnızlaşmış...

Ve de her gün sorun olmayı sürdüren bir Erdoğan yola ne kadar devam edebilir?

Çevresinde Hakan Fidan ve Efkan Ala'dan başka kimse kalmamış olan Erdoğan bunlar üzerinde pek kafa yormasa da belli ki yoranlar var...

 
www.acikistihbarat.com
02.06.2014


Şunu biliyoruz ki Soma'da milli felaket (cinayet) yaşanmamış olsaydı, AKP'nin cumhurbaşkanı adayını bugünlerde öğrenmis olacaktık. İktidarın önde gelen isimleri "adayımız belli" mesajı verirken, henüz bir aday belirleyemediği anlaşılan muhalefeti küçümsemekten de geri durmuyorlar.

Abdullah Gül'ün Tayyip Erdoğan ile bir yarışa girmeyeceği aşağı yukarı anlaşıldı. İslam Bankası memurluğu ile başlayan kartvizitine "cumhurbaşkanı" ünvanını da eklemeyi başarmış olan Gül, esasen kifayetsizliğinin nişanesi olan gülümseyen yüz ifadesini, sivil yaşamda "bir bilen" postuna tahvil etmekle yetinecek, siyaset tıkandıkça Devlet Bahçeli gibi  figürlerin kendisini ziyaret edip fikir danışması (ve de eli boş dönmesiyle) arada bir medyanın gündeminde olacaktır.

Soma faciası yaşanmasa Tayyip Erdoğan'ın adaylığı muhtemelen bugünlerde açıklanmış olacaktı dedik ama tek meselenin "zamanlama"olmadığını düşündüren işaretler de yok değil.

Girdiği bütün angajmana rağmen acaba Tayyip Erdoğan, mevcut şartlarda Çankaya'ya çıkmanın risklerini göze alamıyor mu?

Herkesin bildiği gibi o "riskler" arkada bırakacağı partisinde dağılma yaşanması ve Çankaya'ya hapsolup kontrolü kaybetmesidir.

Bu önemli riski, alışık olduğu üzere anayasayı ihlal ederek, siyasete her gün müdahale etme alışkanlığını terketmeyerek bertaraf etmeyi düşünüyor. Kavgalarına Çankaya'dan devam edecek, ihalelere müdahale edecek, Bakanları (hatta Başbakan''ı) çağırıp azarlayacak, "İsrail dölü" olduğunu bir bakışta anladığı protestocu vatandaşı yumruklayacak, katıldığı resmi toplantılarda diğer konuşmacıların üstüne yürüyecek...

Gerilimlerden uzak ve sıkıcı bir yer olan Çankaya'yı kendisi açısından 'yaşanır' kılmak için anayasada istisnai bir yetki olan Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'na başkanlık etme yetkisini olur olmaz her durumda kulanacağını daha şimdiden çıtlattı bile..

Tayyip Erdoğan'ın geride sorunsuz bir parti bırakmak için devreye soktuğu plan da aşağı yukarı biliniyor:

Numan Kurtulmuş tarzı bir emanetçiyi sindirememe olasılığı bulunanlar "üç dönem"şartı ile emekli edilecek. Numan Kurtulmuş tarzı bir şantiye şefine sorun çıkarılmasın diye parti tepeden tırnağa yenilenecek. 18 yaşa seçilme hakkı bile belli ki bu kapsamda çalışılmış.

Tabii bütün bu strateji, bir geçiş süreci için düşünülüyor. Erdoğan'ın nihai hedefi, herkesin bildiği gibi Başkanlık rejimi..

Peki, 2015 seçimlerinde anayasayı değiştirecek bir bir çoğunluk elde edilemezse ne olacak?

Erdoğan anayasayı çiğnemeye, gerilim politikasını bu kez Çankaya'dan sürdürmeye, sistemi zorlamaya ne kadar devam edebilecek?

Bu, her gün kriz demektir..Erdoğan için krizde bir beis olmayabilir ama  kendisini Çankaya'ya çıkarmak isteyen herkesin bu durumu sürdürülebilir bulmadığı da anlaşılıyor..

Yani anayasayı değiştirememiş, Başkanlık sistemini getirememiş, Çankaya'ya hapsolup orada yalnızlaşmış...

Ve de her gün sorun olmayı sürdüren bir Erdoğan yola ne kadar devam edebilir?

Çevresinde Hakan Fidan ve Efkan Ala'dan başka kimse kalmamış olan Erdoğan bunlar üzerinde pek kafa yormasa da belli ki yoranlar var...

Yerel seçimden sonra bir adım geri atıp karargâhına çekilen Fethullah Gülen'in de Tayyip Erdoğan'ın peşini bıraktığını varsaymamak lazım. AKP teşkilatlarında her gün toplu istifalar oluyor. Ankara il yönetiminin toptan gitmesi bile medyanın ilgisine mazhar olamamış olabilir ama bu demek değildir ki partinin delege depolarına her gün küçük el bombaları atılmıyor...

Ve PKK'ya verilen sözler...

PKK'nın "nesnel şartların elverişliliğinden" istifade etmek isteyişi daha ne kadar ertelenecek? 

Erdoğan'ı Çankaya'ya taşımak miyetinde olanlar Apo'nun "özgürlüğünü" 2015 seçimleri sonrasına ertelemiş olabilirler mi? 

Yani, anayasayı değiştirip Başkanlık sistemini getirebilmek için Kürterin desteği garanti altına mı alınmak isteniyor?

Bu da demektir ki bebek katili, 2015 seçimlerine kadar MİT'in misafiri olmaya devam edecek..

Sosyal medyadaki moda deyimle, işte bunlar hep açmaz!

Keşke siyası dehası, hiç değilse stratejik düşünme kabiliyeti olan bir muhalefetimiz olsa da bu açmazları değerlendirebilse, öyle değil mi?

Her halükârda doğru bir ismin belirlenmesi ve sandıklara sahip çıkılması halinde Tayyip Erdoğan'ın Köşke çıkması engellenebilir.

Bu bağlamda, "muhalefetin adayı" olarak ismi geçenlere tek tek mercek tutalım:

ABDULLAH GÜL: Muhalefet adına utanç verici bir isim telaffuzudur...

HAŞİM KILIÇ : Ayni sebepten  dolayı utanç verici bir düşüncedir..

KEMAL DERVİŞ: "Milliyetçi Erdoğan"a küresel güçlerin adayını yerle bir etme imkanı verecek olan bu öneriyi kim gündeme getirmişse, bilinsin ki Tayyip Erdoğan'ın seçim kampanyasında çalışan bir görevlidir...

ABDÜLLATİF ŞENER : Siyasette dürüstlük ve harama el uzatmamış olmak yetmez, cesaret ve cevvallik de esastır..

EMİNE ÜLKER TARHAN:  Büyük kentlerin elit kesimlerinden destek alabilir ama Anadolu'dan gelecek oylarda hiç şansı yok...

MANSUR YAVAŞ: Ankara'da verdiği mücadele göz doldursa da Cumhurbaşkanı olacak bir  siyasi tecrübe ve birikime sahip değil..

METİN FEYZİOĞLU : Sevilmiyor...Ne CHP, ne de MHP seçmeninin tamamına güven veremiyor...

İLKER BAŞBUĞ: Askerlerimiz, 12 yıllık süreçte verdikleri kötü sınavın bedelini bir nebze olsun ödesinler. Başına gelenleri doğru analiz edebildiğinden kuşku duyduğumuz Sayın Başbuğ, tercihini emeklilikten yana kullansın. Vasat bir Genelkurmay Başkanı idi, vasatın altında bir Cumhurbaşkanı olma ihtimali yüksektir..

UĞUR DÜNDAR, ŞAFAK PAVEY, ÜMIT BOYNER, İLHAN KESİCİ : Sanırız, 12 Eylül darbesine gerekçe olan 1979 Cumhurbaşkanlığı krizinde olduğu gibi sandığa Bülent Ersoy'un adını atan şakacılar yine görev başında..Duymamış olalım...

YILMAZ BÜYÜKERŞEN: Düşünülebilir. Çalışkan, sorunsuz, şaibesiz ve partiler üstü sayılabilecek bir isim..

MERAL AKŞENER:  Devlet Bahçeli önünü açmazsa şansı yok ama düşünülmeli. Hem Anadolu'dan , hem büyük kentlerden oy alabilir. Şaibesiz, devlet deneyimi var ve karakter olarak cevval. Milli hassasiyetinden dolayı CHP ve MHP seçmeninden, muhafazakar özelliklerinden dolayı Anadolu'dan, laik ve modern aile yapısından dolayı kadınlardan ve kentli seçmenden oy alabilir...

Unutulmasın ki en önemli şart halkın büyük bir kesiminden destek alabilecek bir isim olması. 

Zaman daraldı. 

Yalova başta olmak üzere AKP'nin itirazı üzerine seçimi yenilenen bölgelerde elde edilen başarı seçmen üzerinde olumlu moral etki yapacaktır. 

Küçük olabilir ama rüzgâr rüzgârdır: akıllı bir rota belirlenirse bu rüzgar güçlü bir fırtınaya dönüştürülebilir, yerel seçimlerde kaybolan moral yeniden diriltilebilir.


Açık İstihbarat @ 2014
 

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10486

..

" Yamyam Kibiri " Davası Başladı



" Yamyam Kibiri " Davası Başladı 



Açık İstihbarat
Tarih:27/05/2014
Türü:İç Politika 


 Yazarımız Fatma Sibel Yüksek, " Seni Bu Yamyam Kibirin Bitirecek " adlı yazısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği suçlamasıyla yargılanmaya başladı.  


Fatma Sibel Yüksek'in " Yamyam Kibiri " Davası Yargılanması
 
www.acikistihbarat.com
27.05.2014


Yazarımız Fatma Sibel Yüksek, "Seni Bu Yamyam Kibirin Bitirecek" adlı yazısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği suçlamasıyla yargılanmaya başladı. 

Kartal adliyesinde yapılan duruşmada Yüksek, 5 yıl önce yazdığı yazıda Tayyip Erdoğan'ın adının geçmediğini, tasvir edilen kişinin Başbakan olduğu yorumunun savcıya ait bulunduğunu söyledi.


Sosyal medyada yazının Başbakan'ın fotoğrafları ile birlikte paylaşıldığını belirten Yüksek, bu benzetmeden kendisinin sorumlu olmadığını söyledi.

Açık İstihbarat


Açık İstihbarat @ 2014


http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10484


.


" Ergenekon "'dan Ötüken'e Çuval Şimdi F Tipinin Başında


" Ergenekon "'dan Ötüken'e Çuval Şimdi F Tipinin Başında 



Fatma Sibel Yüksek 
Açık İstihbarat
Tarih:15/04/2014 
Türü:İç Politika 


Hatırlayalım, " Ergenekon " ismi de Aslı Aydıntaşbaş tarafından gündeme getirilmiş, sonra Haham Tuncay Güney'in ifadeleri ortaya çıkmış ve Mehmet Eymür tarafından yazıldığı sanıklarca mahkemede ortaya çıkarılan "Lobi" adlı belgede yer aldığı görülmüştü.  Anlayacağınız, devlet içi gizli yapılanmalara " Tümden gidim " yöntemiyle ulaşılıyor. Önce çatı, sonra bina, en son temel...

....

Hatta, "Ergenekon" çöplüğünü deşerseniz orada Fetullah Gülen'e bağlı olduğu iddia edilen "Şahinler" isimli  özel bir ekibe yönelik Emniyet'in zamanında yaptığı bir araştırmanın belgesini bulacaksınız. Bu ekibi haber yapmak için bu belgeyi bulan yazarımız Behiç Gürcihan'ın bu belgeyi "ele geçirmek" suçlaması ile hapis yatacağı da cabası.O yüzden  yeni yetme AKP kalemşörleri gibi F tipi şebekeeden yeni haberdar olmuş değiliz. F şebekesini yıllardır deşifre ediyor olmanın ödülünü de kat-yalı olarak değil hapis cezası olarak almış durumdayız.


 
www.acikistihbarat.com
15.04.2014


Akşam gazetesine TMSF tarafından bir süre önce el konulduğunu ve kadrolarının AKP yandaşlarınca yağmalandığını sanırız bilmeyen yoktur. Kamu adına el konulup da birer parti aparatı haline getirilen bu tür medya yapıları sadece yandaşlara dolgun maaş bağlamaya yaramıyor, buralar aynı zamanda birer siyasi operasyon aracı olarak da kullanılıyor. 

Akşam gazetesi bu anlamda en dişe dokunur görevini dün yerine getirdi.

Balyoz davası hükümlüsü olarak Sincan F Tipi Cezaaevi'nde yatmakta olan Emekli Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok, "Terör hükümlüsü" olarak yattığı cezaevinden Akşam gazetesine kapsamlı bir röportaj verdi. Röportajda üzerinde durulmaya değer pek çok bölüm var ancak sanırız en önemlisi, Üçok'un "Ötüken" adlı yeni bir devlet içi gizli odaktan bahsetmesi oldu. Albay Üçok, Alperen Ocakları'nı ele geçiren "Paralel yapının" devlet içinde "Ötüken" adlı gizli bir yapılanma kurduğunu ve hedefin bu kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu söyledi!

Üçok'un böyle bir bilgiye cezaevi şartlarında nasıl vakıf olduğu, önceden vakıf ise neden yargılandığı mahkemede değil de şimdi Akşam gazetesi vasıtasıyla gündeme getirdiği bilinmiyor ancak biz artık şunu biliyoruz ki bu tür operasyonlara,  önce ortaya bir isim atılarak start veriliyor. 

Hatırlayalım, "Ergenekon" ismi de Aslı Aydıntaşbaş tarafından gündeme getirilmiş, sonra Haham Tuncay Güney'in ifadeleri ortaya çıkmış ve Mehmet Eymür tarafından yazıldığı sanıklarca mahkemede ortaya çıkarılan "Lobi" adlı belgede yer aldığı görülmüştü.  Anlayacağınız, devlet içi gizli yapılanmalara "tümdengidim" yöntemiyle ulaşılıyor. Önce çatı, sonra bina, en son temel...

İsim ebeliğini kimin yapacağının fazla önemi yok;yeter ki bir yerde kayda geçsin, süreçler nasılsa arkadan gelecektir...

Ancak bu kez Albay Üçok'un seçilmesinin pek de  öylesine bir tercih olmadığını, yazının ilerleyen safhalarında açmak kaydıyla belirtelim..

Akşam gazetesinin haberi özetle şöyle: 

   <   "Emekli Albay Hakim Zeki Üçok, paralel yapının Ötüken adında gizli bir örgüt kurduğunu söyledi.Alperen Ocakları'nın paralel yapı tarafından ele geçirildiğini söyleyen Üçok, "Rahip Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi katliamlarının tetikçilerinin milliyetçi-muhafazakar olması tesadüf değil" dedi. Üçok, 'paralel yapı'nın Ötüken adlı örgütü Başbakan Erdoğan'a karşı kullanılabileceğini söyledi.

Üçok, şöyle konuştu:

"TSK tarihinin belki en çetrefilli davaları bizim savcılığımıza geldi. Heron ihaneti, Işık Evleri, Karargâh Evleri davaları. Türkiye Cumhuriyeti'nde hemen hiçbir savcılığa böyle davalar gelmemiştir. 100'e yakın ev araması, 1000 civarı telefon dinlemesi yaptık. Özellikle Işık Evleri soruşturması... Karargâh Evleri kumpasını MİT'in içindeki paralel yapı yaptı.

Cemaat mensupları sokak ve silahlı şiddet eylemlerine uygun olmadığı için paralel yapı, Alperen Ocakları'na çengel attı. Alperen Ocakları'nın büyük oranda ele geçirdiği bilgisi bana geldi. Muhsin Yazıcıoğlu'nun, 'Bizim tarlamız çoktan sürülmüş' sözünün asıl anlamı budur.Paralel yapı tarafından kurulmuş Ötüken adlı gizli bir örgütün bulunduğunu ve bu oluşum aracılığıyla eylemler yapıldığı ve yapılacağı bilgisine sahibim. Gezi'de de Ötüken kullanıldı. Rahip Santoro, Hırant Dink, Zirve, Danıştay cinayetlerinde tetikçilerinin milliyetçi muhafazakâr olması boşuna değil.Cinayetlerde azmettirenler konusunda ileri gidilememesinin nedeni paralel örgütün MOSSAD tarzı hücresel yapılanmasıdır. Soruşturmalarda en fazla 2-3 kişiye kadar gidilebiliyor.

Bu cinayetlerin arkasında paralel yapının bulunduğunu somut belgelerle bilen bazı büyük istihbarat örgütleri ve devletler, paralel yapıya şantaj yaparak onu hükümete ve TSK'ya karşı adeta bir kamikaze gibi kullanıyor. paralel yapı zarar göreceğini bile bile bu işe girişiyor.

Fethullahçı paralel yapı, Karargâh Evleri kumpasında belge düzenleyip MİT'i büyük bir oyuna getirdi. Karargâh Evleri soruşturması, MİT Müsteşarı Emre Taner 'in imzasıyla bize gelen çok gizli bir belgeyle başladı. Sırf gizli belgede adları geçtiği için 11 Harp Okulu öğrencisi okuldan, bazı subaylar ordudan atıldı. Oyuna getirildiğini sonradan anlayan Taner, belgeyi imzaladığı için büyük pişmanlık duydu.

Paralel yapı gözünü tamamen karartmış durumda. Gemileri her anlamda yaktı. Ötüken'e bu çerçevede çok iş düşebilir. 
Hatta ben Ötüken'in Başbakan Erdoğan'a karşı da kullanılabileceğini düşünüyorum"    >


Görüldüğü gibi Albay Üçok,ayran içip ayrı düştüğü iktidar ortağı Cemaat'e karşı büyük bir operasyona girişmek isteyen, ancak öyle sanıyoruz ki polis teşkilatı ve yargıya hâlâ güvenemediği için peşrev çekip duran AKP'ye hukukiliği her ne kadar tartışılır olsa da önemli kozlar veriyor.

Üçok, röportajı yapan muhabirin bile "adını ilk kez duyuyoruz" dediği "Ötüken" adlı devlet içi gizli örgütü hangi temellere dayandırdığını açıklamıyor ama dedik ya, bunun önemi yok..

Peki neden Türkçülüğü yansıtan bir kavram olarak " Ötüken" ismi seçilmiş?

Sanırız, Rahip Santoro ve Hırtant Dink cinayetlerinde olduğu gibi Alperen Ocakları ve kadroları kullanılacağı için bu ismin etki gücüne sahip bir isim olacağı düşünülmüş, ya da en azından böyle düşünmemiz istenmiş...

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için Açık İstihbarat'ın "Ergenekon" davasından hüküm giymiş yazarları olarak devlet içinde Fettullahçı bir yapılanmanın var olduğuna, Ergenekon ve Balyoz davalarının bu yapılanma tarafından yürütüldüğüne inandığımızı, mahkemeye bu konuda deliller de sunduğumuzu belirtelim..

Hatta, "Ergenekon" çöplüğünü deşerseniz orada Fetullah Gülen'e bağlı olduğu iddia edilen " Şahinler " isimli  özel bir ekibe yönelik Emniyet'in zamanında yaptığı bir araştırmanın belgesini bulacaksınız. Bu ekibi haber yapmak için bu belgeyi bulan yazarımız Behiç Gürcihan'ın bu belgeyi "ele geçirmek" suçlaması ile hapis yatacağı da cabası.O yüzden  yeni yetme AKP kalemşörleri gibi F tipi şebeke eden yeni haberdar olmuş değiliz. F şebekesini yıllardır deşifre ediyor olmanın ödülünü de kat-yalı olarak değil hapis cezası olarak almış durumdayız.

Ona bakarsanız biz devlet içinde Gladyo yapılanmalarının olduğunu ancak bunun karşımıza " Ergenekon " adı altında getirilen muhalefet kakofonisi olmadığını da biliyorduk..

Mesele şu:

Türkiye, bu tür yapılanmalarla hukuk içerisinde ve gerçek suçlulara ulaşmak amacıyla mı mücadele edecek, yoksa herkesin sırayla birbirinin başına çuval geçirdiği bir kabile devletine mi dönüşeceğiz?

Bu nedenle İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek'in, "Ergenekon"'da kullanılan yöntemlere sarılmış olan AKP ile saf tutmasını yadırgıyoruz. 

Devlet içindeki Fethullahçı yapılanmanın ortaya çıkarılıp yargılanmasını tabii ki isteriz ancak bunun Ergenkonvari yöntemlerle ve de cadı kazanları kurularak yapılmasına karşı çıkarız. Devlet içindeki Fethullahçı yapılanmanın günahlarından Recep Tayyip Erdoğan'ın sıyrılmasını ise hiç arzu etmeyiz. 

Albay Ahmet Zeki Üçok'a dönecek olursak...

Sanırız Üçok da biraz Doğu Perinçek gibi düşünüyor ve canınını yakmış olan Fethullahçılar'dan AKP ile paslaşarak intikam alabileceğini varsayıyor. Emekli bir askeri savcı ve hakim olarak Fethullahçı yapılanmaya ilişkin elinde bilgi ve belge varsa bunları kamuoyuyla tabii ki paylaşmalıdır ancak isim ebeliği yapmak ayrı bir sorumluluk...

Albay Üçok'un da tıpkı diğer subaylarımız gibi alçakça bir kumpasa kurban gittiğine hiç şüphe yok ancak Ali Fuat Yılmazer'in "Kimlerin tutuklanacağını isim isim Başbakan'a sorduk" şeklindeki itirafı da unutulmamalı.

Şu da unutulmamalı:

Ahmet Zeki Üçok, başına çorap örenlerin sadece Fethullahçılar olduğunu düşünmüyor. 

Mahkemede verdiği ifadelerden ve tutukluyken yazdığı yazılardan biliyoruz ki Albay Üçok, Balyoz operasyonuna Genelkurmay içinden de destek verildiğini, tutuklanan isimlerin bir "mutabakat" ürünü olduğunu biliyor...

Haksızlığa uğramış bir insan olarak da anlaşılır sebeplerle bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor...

Sözü uzatmadan diyeceğim Albay Üçok, yeni operasyonların hedef tahtasına Fethullahçı yapılanmanın yanı sıra Genelkurmay içindeki işbirlikçileri de oturtuyor!

Bu da demektir ki AKP-Cemaat savası sadece iki cenah arasında kalmayıp TSK'ya da  sıçrayacak..

TSK'yı işin içine çekmeden operasyonunun başarıya ulaşması da beklenemez zaten..

Diyelim ki Albay Üçok'un kişisel saiklerini anladık, peki bu operasyonel açıklamayı Akşam gazetesine yapmak için kimlere danıştı, kimlerden teşvik gördü?

Soruyu sorduğumuza bakıp da cevabı da bildiğimizi düşünmeyin, zira bilmiyoruz...

Ancak Balyoz ve Ergenekon sanıkları içerisinde hâlâ Genelkurmay'a olan güvenlerini kaybetmeyenler olduğunu biliyoruz...

Hem AKP iktidarının, hem de bir kısım Balyoz ve Ergenekon sanığınının güvenini bir arada kazanmayı başarmış olan Necdet Özel Paşa, Balyoz hükmü açıklanmadan önce Hasdal'daki tutuklu subaylara "Ben gerekeni yapıyorum, yeter ki siz savunmalarınızı uzun tutmayın" diye haber göndermemiş miydi?

Buna itibar eden subaylar, 500'er sayfalık savunmalarını bir kenara bırakıp tek tek ayağa kalkarak sadece "Beraatimi talep ediyorum" dememişler miydi?

Bunun  üzerine yargılama olağanüstü kısa bir sürede tamamlanmış ve herkes silme 16 yıl ceza almamış mıydı?

Oysa savunmalar uzun tutulsaydı, şimdi onlar da Ergenekon sanıkları gibi serbest kalmış olacaklardı..

Sözün özü, haksızlıklara uğramış bir Albay Üçok ile cüssesine bakmadan büyük iktidar oyunlarına girişmeye kalkışan ve bu uğurda her yolu mübah sayan bir İşçi Partisi bulunur..

Yeter ki " Ergenekon "dan " Ötüken " çıkarmaya,

Dün kalan Pilavdan Aşure Kaynatmaya karar vermiş birileri olsun...


Açık İstihbarat @ 2014

http://acikistihbarat.com/Sayfalar/haberdetay.aspx?id=10478


..