21 Ocak 2021 Perşembe

KOALİSYON GÖRÜŞMELERİ VE ERDOĞAN'DAN KAYNAKLANAN ZORLUKLAR

KOALİSYON GÖRÜŞMELERİ VE ERDOĞAN'DAN KAYNAKLANAN ZORLUKLAR

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
17.07.2015 
Koalisyon hükümetinin kurulmaması durumunda, Türkiye yeni bir seçim sürecine girecektir. Seçim sürecine damga vuracak husus AKP/MHP çekişmesi olacaktır. 
MHP, 7 Haziran gecesi belirlediği "yeniden seçim" stratejisini istikrarlı bir şekilde savundu. MHP'nin AKP ile koalisyon hükümeti kuracağı olasılığını ortadan kaldırdı. Mevcut duruma göre AKP/HDP koalisyonu imkansız, AKP/CHP koalisyonu ise zayıf görünüyor. AKP'nin liderliğie devam eden CB Erdoğan'ın sürekli olarak seçimi kastederek "milleti" adres göstermesi, 2015 yılının son aylarına doğru "yeniden seçim" gündeme gelmiş durumdadır. 

Yapılacak seçimlerde sağ/sol bloklaşma anlamında AKP+MHP ile CHP+HDP oylarında HDP'de AKP'den gelebilecek oylar haricinde ciddi bir artış olmayacaktır. Hatta, HDP 7 Haziran'dan farklı olarak büyük şehirlerde yaşayan laik kesimlere yönelik olarak özgürlükçü laiklik konusunda söylem ve aday düzeyinde açılımlar içine girerse CHP'yi biraz daha gerileterek oyunu yüzde onbeşin üzerine çıkararak Mecliste MHP'den daha fazla sandalyeye sahip olabilir. 

7 Haziran seçimlerinde MHP'nin söylem ve aday belirlemedeki tavrı Türk/İslam sentezindeki İslam yönünün ağırlık kazanması şeklindeydi. Bir anlamda AKP nasıl ki, Türklük yönüne ağırlık verdiyse, MHP İslami yöne ağırlık vermeye başladı. Öyle görülüyor ki, seçimlere damga vuracak husus da AKP/MHP çekişmesi olacaktır. MHP'nin 7 Haziran'dan sonra Türk/İslam büyük davasından söz etmiş olması, MHP'ye daha fazla ideolojik malzeme sunuyor. MHP Genel Başkanının diğer partilerden fazla "Kadir Gecesini" sahiplenir yönündeki tavrı, İslamcılık yönüyle MHP'nin daha fazla ön plana çıkacağını gösteriyor. 

Neredeyse aradan bir yıl geçti. AKP, sahip olduğu kitlesel desteğe rağman, gerçek anlamda işleyen bir parti haline gelemedi. Erdoğan, genel başkanken parti olup olmadığı niteliği o kadar önemli değildi. Erdoğan'ın genel başkanlığında olduğu dönemde, AKP'nin kuruluşunda yer alanların etkili olduğu düşünülürse, o dönem itibarıyla AKP şimdiye göre daha fazla parti görüntüsünde idi. Kaldı ki, liderin parti üzerindeki ağırlığını anti demokratik olarak nitelemek mümkün değildir. Sorun, CB olmuş birinin AKP'nin genel başkanı ve yönetimi üzerinde vesayet kurmasıdır. Bunun devam etmesi veya başka bir biçime bürünmemesi halinde yapılacak seçimlerde AKP'nin daha fazla gerilemesiyle sonuçlanabilir. 

Gerek CHP ve MHP'nin gerekse HDP'nin AKP ile ilgili olarak koalisyon görüşmeleri ni yürütürken, AKP'deki bu siyasi gerçekliği kabul etmeleri gerekmektedir. Erdoğan'ın konumu sıradan bir CB'lığı değildir. 7 Haziran seçimlerini yönlendiren, aday belirlemesini doğrudan yapmış bulunan Erdoğan'ın oluşabilecek koalisyon hükümetini kendi başına bırakması mümkün değildir. Bunu aksini yapacak olan da Erdoğan'dan başkası değildir. Bu nedenle, Davutoğlu'nun koalisyon görüşmeleri öncesi, "Erdoğan'ı tartıştırmayız" tavrı kabul edilebilir bir tavır değildir. 
Bu anlamda, siyasi olarak MHP'nin tavrı politik gerçeklere daha uygundur. Koalisyona en yakın görünen CHP ve "yapıcı muhalefet edeceğini" söyleyen HDP'nin tavrı politik gerçeklere uygun değildir. Bu şekilde oluşacak AKP/CHP koalisyonunun uzun ömürlü olması mümkün olmadığı gibi yapılacak erken seçimlerde özellikle CHP'ye pahalıya mal olabilir. Bundan AKP'nin de karlı çıkmayacaktır. Bu da Türkiye'deki siyaseti çıkmaza sokacaktır. Erdoğan'ın bu gerçekleri görüp, kendi konumuna çekilmeli, çoğunluğu sağlamamış AKP'yi eskisi gibi yönetmeyeceği gerçeğini kabul etmelidir. Ancak bu şekilde Türkiye'de normalleşme yaşanabilir. Erdoğan'ın bayram namazı çıkışından sonra HDP'yi küçümser tarzda"Uzantı" olarak nitelemesi ve "Dolmabahçe mutabakatını tanımıyorum" şeklinde söylemine devam ediyor oluşunun üzerine söylenecek söz hala kalmış mı? HDP, Davutoğlu'nun söylediklerine değil, Erdoğan'ın söylediklerine bakmalıdır. Bir de Davutoğlu'nun yanında başka AKP'li yokmuş gibi sicili kırık Yalçın Akdoğan ve Efkan Ala ile HDP'yi ziyaret etmesi üzerinde de düşünülmelidir. HDP, gerçekleşecek AKP/CHP koalisyonundaki Erdoğan'ın derin rolünü görerek tavrını göstermelidir. 

Aksi durumda, çözüm süreci denilen süreç, kısır döngüye dönüşmekten başka bir hal almayacaktır. 

***

" TÜRKİYE 'NİN HÜKÜMETSİZ KALIŞI " HDP'NİN DERDİ OLMAMALIDIR,

"TÜRKİYE'NİN HÜKÜMETSİZ KALIŞI" HDP'NİN DERDİ OLMAMALIDIR

 
Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
12.07.2015 

7 Haziran seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri de Türkiye'de "sağcılaşma" trendinin yavaşlaması, az da olsa solculaşmanın varlık göstermesidir. MHP'nin 12 Eylül 1980 öncesi rolüne dönüş yapmasının en önemli belirtisi, Türkiye'de olası "solculaşmayı" önlemek içindir. MHP, bunu o dönemde Türkiye'yi "milliyetçi cephe(MC) hükümetlerine mahkum ettiyse, 7 Haziran seçimlerinde yapmak istediği de aynıdır. 

7 Haziran seçimleriyle birlikte ulusalcı/milliyetçi kalıntılarından büyük bir hasar görmeden çıkan CHP'nin MHP konusundaki beklenti ve yanılgısı, CHP'yi yeniden ulusalcı/milliyetçi yöne savrularak Türkiye'deki solculaşma trendi tersine dönebilir. İster AKP ile isterse MHP ile birlikte kurulacak herhangi bir koalisyon CHP'yi "sağcılaştırmaya" alet etmeye devam edebilir. 

7 Haziran'da çıkan sonuç "solculaşma" adına büyük bir atılım olsa da, alınan sonuç "sol" bir iktidara olanak sağlayamadı. Bu nedenle çıkan sonuç, ne CHP'ye ne de HDP'ye iktidar yolunu açmıştır. HDP ve CHP'ye verilen rol muhalefet rolüdür. Muhalefeti büyüterek iktidara yürüyüş kolaylaşabilir. 

MHP ve AKP'nin Meclis Başkanının seçimlerinde gösterdikleri örtülü birliktelik, koalisyon hükümetinin kuruluşunda daha da açık hale gelebilir. 

MHP, olması zor olsa da içinde CHP veya HDP'nin bulunabileceği hükümet modellerini engelleyebilmek için Meclis Başkanlığı seçimine benzer tavırlar geliştirebilir. CHP'nin de HDP'nin de MHP'nin bu siyasal eğilimini bilerek, hangi sebeplerle olursa olsun, AKP'yle herhangi bir hükümet pazarlığına girmemesi gerekir. Ancak öyle anlaşılıyor ki, CHP koalisyon hükümeti için çok istekli. Özellikle, Davutoğlu'nun hükümet kurma görevi aldıktan sonra "HDP'yle görüşmenin usulen olacağını" söylemiş olması, CHP'nin de bu söylem karşısında bir şey dememiş olması, yüzde 13 oy almış bulunan HDP'nin tıpkı AB'nin Nisan ayındaki Ermeni Soykırımı ile ilgili kararı konusunda AKP+CHP+MHP birlikteliğine benzer bir durum söz konusudur. Bu durumda, CHP'yi mevcut durumuyla sol siyaset yürüten bir parti olarak görmemek gerekiyor. Bu durumda sol siyasetin merkezinin HDP'ye doğru olacağı kuşkusuzdur. Yunanistan'da on yıllarca sol olarak görülen PASOK'un SYRIZA'nın çıkışı karşısında yüzde üçlere doğru gerilemesi Türkiye'deki siyaset için de örnek gösterilebilir. 

Türkiye'deki sağcılaşma/muhafazakarlaşmaya karşı en önemli tepki 1989'da yaşandı. Bu dönem, Özal ve ANAP'ın üstünlüğünü kaybetmesi ve bir çok yerel yönetimlerin SHP'nin eline geçmesi şeklinde yaşandı. SHP, ilk kez genel seçimlerde iktidar şansını yakalayabilirdi. Başta Kürt sorunu olmak üzere, devletin yeniden yapılandırmasa SHP'de yaşanan siyasetsizlik bu fırsatın kaçmasına sebep oldu. SHP'nin, HEP ile ittifak yaparak, Kürt siyasetini meclise taşıması dahi bu fırsatın yakalanmasına yaramadı. Tersine, SHP giderek CHP'leşti. Süleyman Demirel'e payanda olarak ona yeniden başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yolunu açtı. Bu şekilde, siyasal İslam'ın yerel yönetimde başarı göstermesinin yolunu açtı. 1991-1995 yıllarında yaşananlar ne yazık ki, içinde SHP/CHP'nin bulunduğu bir koalisyon hükümeti iş başındayken oldu. Madımak Katliamı, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis, Musa Anter ve nice faili meçhul cinayetler bu dönemde oldu. 

AKP'nin 7 Haziran öncesinde HDP'ye savaş açmasını, mitinglerinin havaya uçurulmasına zemin hazırlamasını, Kürt halkı AKP'yi cezalandırarak cevabını verdi. Son Türk partisi kalıntılarını AKP şahsında sildi süpürdü. HDP'nin Kürt halkının AKP'ye karşı ortaya koyduğu bu sonuca göre, AKP ile birlikte adı anılmaya başlarsa, bu başlangıç AKP'nin başka bir deyişle Türk siyasetinin Kürdistan'da yeniden hayat bulmasıdır. MHP'nin örtülü yardımı ile meclis başkanlığını elde etmiş bir AKP'den Kürtlerin çıkarları doğrultusunda hareket edeceği beklentisi içine girmek Kürt siyasetine kaybettireceği açıktır. Bu nedenle, HDP'nin kiminle olursa olsun, koalisyon dilenciliğine girmesine gerek yoktur. Hatta, HDP'nin Türkiye için hangi koalisyonun "hayırlı" olacağını söylemesi de gereksizdir. Türk siyaseti nasıl olsa kendisine bir yol çizecektir. Hangi yol çizilirse çizilsin, Türkiye'de ve Ortadoğu'da oluşan Kürdistan siyasal gerçekliğini göz önünde bulundurmaktan başka çıkış yolu yoktur. HDP, bu siyasal gerçekliğin bilincinde olduğu müddetçe büyüyecek, büyüdükçe Türkiye siyasetinde daha büyük rol oynayacaktır. 

7 Haziran bunun için başlangıçtır. HDP, bu seçimdeki başarısıyla " Otoriterleşme ve Totaliterleşmeyi" önlemekle kalmadı; aynı zamanda "sağcılaşma / muhafazakarlaşmaya" da dur dedi. Bunun etkileri, koalisyon hükümeti kurulmadan görülmeye başlandı. HDP'nin gösterdiği başarı demokratik siyaset ve demokratik liderliğin başarısıdır. Bu başarıyı sağlayan Kürt halkının demokratik duyarlılığı, siyasetin bu zeminde devamını istemektedir. Bunu sağlamak da HDP'nin kendi iç demokratik yapısını oluşturmasına bağlıdır. 

Baraj aşma telaşı, zaman azlığı bu seçimde "aday belirlemede" halkın bir avansı olarak değerlendirilmelidir. Bundan sonra ki seçimlerde aynı yöntemle başarı gösterilmeyebilir. HDP, başarısıyla Türkiye'yi maceradan korudu ancak kendi iç macera tehlikesi halen devam ediyor. Seçimlerden de seçimlerin yenilenmesinden de korkulmamalıdır. 

Kısacası, "Türkiye'nin hükümetsiz" kalışı, HDP'nin derdi olmamalıdır. 

***

İMRALI HEYETİNİ DEVLET HEYETİYLE EŞLEŞTİRMEDEKİ SİYASAL YANILGILAR

İMRALI HEYETİNİ DEVLET HEYETİYLE EŞLEŞTİRMEDEKİ SİYASAL YANILGILAR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
04.07.2015 

Çözüm Sürecini, "İmralı Heyeti Öcalan'la görüşmeli" şekline sokmak geçmişte yapılanların tekrarından başka bir işe yaramaz. HDP'nin de AKP'nin de kabul etmesi gereken bir gerçek varsa o da HDP'nin eskisi kadar güçsüz, AKP'nin de eskisi kadar güçlü olmadığıdır. Bu nedenle, yapılacak görüşmelerin niteliği ve görüşmeleri yapacakların değişmesi zorunludur. İmralı Heyetini, nasıl olduğu bilinmeyen Devlet heyeti ile eşleştirmek bu işin yeniden yanlışa doğru gitmesidir. Öyle anlaşılıyor ki, bunca siyasi sonuçlara rağmen, "Öcalan'ı aynı koşullar içinde" yeniden "müzakerelerin odağı" haline getirmektir. Zaten AKP çevrelerinin HDP'ye yönelik eleştirilerinin en önemli yönü "HDP ve Qandil'in Öcalan'ı dinlemesi" çerçevesindedir. HDP ile AKP arasında sert tartışmalar yaşansa da bu konudaki yaklaşımların bu sertliğin yerini yumuşamaya bırakması yönündedir. 

HDP'nin bu konudaki en büyük yanılgısı, kendi siyasal pozisyonunu boşa geçirecek hamlelere girişmiş olmasıdır. Yaşanan tıkanıklığı kendi siyasal gücünü kullanarak aşmak yerine, kendi siyasal gücünü "Öcalan'ın elini güçlendirmek" amacıyla kullanmasıdır. HDP'nin kendisini her türlü koalisyon olasılığı konusunda geride tutuşu ile birlikte kendisi dışında oluşacak herhangi bir koalisyona şimdiden kendi istediğini dayatmasıdır. Bu bir anlamda siyasal sorumluluğun Öcalan'ın ve hükümeti oluşturacakların üzerine yüklenmesidir. 

İmralı Heyetinin değişmesi İstanbul Milletvekili Pervin Buldan'ın, "Yalçın Akdoğan'ın çözüm sürecinde rol almamasının" ileri sürmesidir. Bu tür yaklaşımlar Devletin ve AKP'nin genel yaklaşımını anlamamaktır. Çünkü Akdoğan'ı yönlendiren, ona o açıklamaları yaptıran Erdoğan'ın kendisidir. Bu da AKP'nin genel yaklaşımıdır. Kaldı ki, henüz kurulmamış bir hükümet, hakkında şimdiden beyanda bulunmak da yanlıştır. Seçim öncesi tüm istem ve temenileri iflas etmiş bulunan Akdoğan'ı tekrar tartışmanın odağına yerleştirmenin HDP'ye bir yararı da yoktur. 
Demirtaş şahsında oluşmuş bulunan HDP liderliğinin bu konularda inisiyatif geliştirmesi gereklidir. CB Seçimleriyle ortaya çıkan Genel Seçimlerle sıçrayan liderlik olgusunun devamı buna bağlıdır. Ancak öyle anlaşılıyor ki, henüz bir hükümet ortada yokken eskinin tekrarı konusunda HDP cephesinde yoğunluk yaşanıyor. Neredeyse "çözüm süreci bürokrasinine" dönüşen İmralı Heyetinin aynı şekilde, aynı rolü oynama isteği geçmişte yapılanların basit tekrarına dönüşme tehlikesi vardır. Selahattin Demirtaş çerçevesinde oluşan liderlik olgusunun yeni oluşan siyasal gerçeklik konusunda rolünü oynaması durumunda barış yakın gibi görünse de savaş da uzak olmayacaktır. 
7 Haziran seçimlerinden sonra MHP'nin hiç olmadığı kadar HDP'yi yoksayar tavrına girmiş olması, HDP'yi bu tür tekrarlara zorunlu girişi konusunda oynanan oyununun bir parçası olarak görülmediği müddetçe hatalar görülmeye devam edecektir. 
Alınan yüzde 13 oy nedeniyle HDP'den beklenti büyüktür. Büyük sorunlar aşılması için doğru yöntemler devreye sokuldukça büyüme devam edecektir. Büyümenin devamı HDP'nin yatay ve dikey olarak kendi iç demokratik mekanizmasını kurması zorunludur. Seçim başarısına rağmen, merkeziyetçi eğilimlerin devam edeceği konusunda kuşkular vardır. 

***

ERDOĞAN PARALEL HÜKÜMETİ İŞBAŞINDA

ERDOĞAN PARALEL HÜKÜMETİ İŞBAŞINDA



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN

26.06.2015 

Seçimin üzerinden iki haftadan fazla bir zaman geçti. Genel kanı AKP'nin önünün kesildiği yönünde. Ancak, CB Erdoğan icracı bir başbakan gibi Türkiye'yi eskisi gibi yönetmeye devam ediyor. 

CHP Eski Genel Başkanı Baykal'ı Ankara'ya çağırıp görüşüyor. Tüm partileri üstenci bir tavırla koalisyon hükümetini bir an önce kurmaları için emirler yağdırıyor. 
Kendi hukuksuz duruşunu soyrun olarak görmüyor. 

YPG ve Burkan El Fırat tarafından IŞİD'den kurtarılmasından sonra CB Erdoğan ve yakın medya PYD'yi IŞİD'den daha tehlikeli ilan etti. 

AKP Politikalarının en dikkat çekici yanlarından biri sürekli ikilikler taşımasıdır. 

Bir yandan Kürt sorununu çözmek için uğraş verdiğini gösteriyor öte yandan çözüm olmaması için elinden geleni yapıyor. HDP ile ilişkilerinde de ikilik devam ediyor. Hem HDP'yi çözüm sürecinin bir partneri olarak görüyor. Hem de HDP'ye yönelik Diyarbakır'da, Adana'da, Mersin'de saldırılara zemin hazırlıyor. 2013 Yılının başında MİT eliyle Sakine Cansız ve arkadaşlarının katledilmesinde olan tam da buydu. Bunun başka bir anlamı da "hem mücadele hem de müzakere" etmektir. 
CB Erdoğan, Kobani'ye yönelik IŞİD saldırısından sonra da bu söyleme devam ediyor. "Bölgede ölümü gösterip sıtmaya razı etme stratejisi güdülüyor. 

Bu olayları seyirci tribününden izlememizi kimse beklememelidir." Diyerek tehditlerine devam ediyor. Ölüm/Sıtma benzetmesi, PYD, IŞİD'den daha tehlikelidir söyleminin tekrarıdır. Türkiye, Kobani'deki saldırıyı bahane ederek önümüzdeki günlerde "güvenli/tampon bölge" tezine yeniden gündeme getirebilir. Burada ilginç olan husus, bu konudaki açıklamanın başbakandan değil de Erdoğan'dan gelmiş olmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, hükümeti kim kurarsa kursun, Erdoğan paralel hükümetini devreye koymuştur. Askeriyeyi de yanına almıştır. Olan gizli bir darbedir. Kendisi dışında kim varsa darbeci ilan ederken asıl darbeyi yapan kendisidir. Bu nedenle Erdoğan, kalıcı bir hükümetin kurulmaması için elinden geleni yapacaktır. Ülkeyi yeniden seçim atmosferine sokarak yılbaşına kadar zaman kazanmaya çalışacaktır. 

Erdoğan'ın, "DEAŞ terör örgütü, Kobani bölgesinde menfur bir saldırı gerçekleştir di. Masum sivilleri hedef alan bu saldırıları en güçlü şekilde lanetliyor ve telin ediyoruz." Demesi bizi aldatmamalıdır. Onun gözünde asıl terör örgütü HDP'dir anlayışı devam ediyor. Onun derdi varsa yoksa HDP'dir. Aynı açıklamasında, HDP için, "Türkiye partisi olmanın yolu bu çevrelerin taşeronluğunu yapmaktan değil, ülkesine değer vermekten geçer. Herkesten aklı selim davranmalarını tavsiye ediyorum. Türkiye partisi olmak lafla değil icraat ile olur. Artık terörle aralarına mesafe koymalarını bekliyorum." Demesi başka bir anlama geliyor mu? HDP ve diğer partiler Erdoğan'ın hiç de gereği yokken "Yüzde on üç oy alan HDP'ye "terörle aralarına mesafe koymalı" çağrısını ciddiye alıp, HDP'ye olası saldırılara zemin hazırlığını görmeleri gerekiyor. 

IŞİD Saldırısından sonra yaralıların Türkiye'de tedavi edilmesi, Türkiye'nin sorumluluğunu kaldırmaz. 
Tam tersine bu da ikilik politikasının bir gereğidir. 

***

DİYARBAKIR BOMBALAMALARI YENİ BİR STRATEJİNİN STARTI MI?

DİYARBAKIR BOMBALAMALARI YENİ BİR STRATEJİNİN STARTI MI?



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
16.06.2015 

Adana ve Mersin’de HDP binalarının bombalanması, Bingöl’de Hamdullah Öge’nin  öldürülmesi, Erzurum’da linç ve kundaklama olayları, HDP’nin Diyarbakır Mitingine yapılan “çifte bombalama” eylemlerinin seçim öncesi oluşu nedeniyle hep seçim sonuçlarını etkilemeye yönelik eylemler olarak nitelendirildi. Bu olayların oluşmasının temel nedeni, Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde Kürtlerin “siyasal aktör” olarak sahneye çıkmasından dolayı, statüko güçlerinin Kürtlerin siyasal yükselişini önleme girişimleridir.

19 Eylül 2014’te IŞİD’in “Türk rehineleri” serbest bırakması, bu serbest bırakmanın “bayram havasına” büründürülmesi, eş zamanlı olarak IŞİD’in Kobani’yi istila etmeye başlaması, Türkiye’nin Kürtlere bakış açısını açığa çıkarıyordu. Türkiye, kendisine göre Rojava devrimini Kobani’de boğdurarak Kürtlere geçmişteki yüzyılı aratacak düzeyde yeni bir boyunduruk koymak istiyordu. Kürtlerin direniş ve karşı koyuşu bunu engelledi.

2013 Yılının başında Paris katliamı oldu. Sakine Cansız ve iki kadın Kürt siyasetçi katledildi. Sonrasında Lice, Yüksekova, Cizre derken kan dökülmeye devam edildi. Bu olaylar, Provokasyon olarak nitelendirilip geçiştirildi. Bu geçiştirme Kürtlerin olası örgütsüz tepkisinin dışavurumu bakımından olumlu olsa da Kürt siyasetinin burada inisiyatif alıp, bu eylem ve olayların gerçek amacını anlayıp, toplumla paylaşması gerekirdi. Aksi durumda, her olay karşısında halka çağrı yapıp, “provokasyona gelmeyelim” demek basit bir söylemin tekrarı anlamına gelir. Ki bu da toplum/parti ilişkisindeki güven ilişkisini zedeleyebilir.

7 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 13 üzerinde oy alıp barajı yıkması, AKP’nin tek parti iktidarını geriletmesi, Kürt siyasetinin tarihsel bir başarısıdır. Bu başarıyı gölgelemek ve Kürtleri cezalandırmak için, Kürtlerin başına “IŞİD benzeri” belaların getirilmesi bilinen klasik bir yöntemdir. 9 Haziran’da Diyarbakır’da Hüda-Par’a yakınlığı ile bilinen Yeni İhya Der başkanına suikast düzenlenmesi, bu yöntemin yeniden denendiğinin göstergesidir. Tipik provokasyon deyimi bu olay için kullanılabilir.

AKP, Türkiye Kürdistan’ında şimdiye kadar kendisini “Kürt kardeşlerinin” partisi olarak niteliyordu. Diğer Türk partilerinin Kürdistan’daki varlıklarının yok oluşu, AKP’ye bu konuda manevra alanı yaratıyordu. Bu şekilde, diğer Türk partilerine oy veren kesimlerin de oyunu alıyordu. 7 Haziran seçimlerinin en önemli sonuçların dan biri AKP dahil olmak üzere bütün Türk partilerinin silinmesi ve HDP’nin büyük bir başarı elde etmiş olmasıdır. Kürdistan’da Kemalist partilerin tükenişine alternatif olarak çıkarılan Türk/İslam ideolojik temelli siyasal İslam bu seçimlerde alınan sonuçlarla Kürdistan’da tarihe gömülmüştür. Türkiye, Klasik sömürgeci / statükocu güçlerin yaptığı gibi, Kürdistan’da kaos oluşturma ya da kendisine bağlı işbirlikçi “bağımlı özerk” yapıların oluşturmak isteyebilir. Diyarbakır’da patlayan bombalar ve Yeni İhya Der başkanı suikastinden elde edilmek istenilen amaç bu olabilir. 
Kontrollü bir kaos oluşturup, Kürt toplumunun kendi kendisini yönetemeyeceği algısını oluşturarak egemenliğini sürdürmek istemiş olabilir. 
Buna benzer en yakın örnek Rusya’nın Çeçenistan’da kendisine bağımlı/özerk Çeçen Kadirov’u Çeçenistan’ın başına getirip onu Çeçen halkı ile savaştırmasıdır. Kürtlerin siyasal birliği, oluşan ulusal bilinç, Kürdistan’ı Çeçenistanlaştırmanın önünde engeldir. Partisinden aşiretine kadar Kürtlerin bu bilinçlerini sürdürmeleri örgütlülüğü ile birlikte sürdüğü müddetçe statükocuların Kürdistan üzerindeki hayalleri gerçekleşmeyecektir.   


***

ERDOĞANSIZ KOALİSYON MÜMKÜN MÜ?

ERDOĞANSIZ KOALİSYON MÜMKÜN MÜ?

 


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
12.06.2015 

Erdoğan, CB olduktan sonra başka bir Erdoğan oldu. Başbakanken, çözüm süreci konusunda bir şey söylemeyen Genelkurmay Başkanı, 30 Ağustos resepsiyonunda ilk kez gazetecilere "çözüm sürecinden haberlerinin" olmadığını söyledi. Genel Kurmay Başkanının 30 Ağustos 2014'te söyledikleri, iç politika bakımından İç Güvenlik yasası ile ete kemiğe büründü. Anlaşıldığı kadarı ile CB ve Genel Kurmay birlikte Kürtlerle savaşma yolunu seçmişlerdi. 

Her ne kadar Davutoğlu, Erdoğan tarafından "işleri yürütsün" diye başbakanlığı atandıysa da 2012'den itibaren İmralı-HDP-Qandil ilişkilerinde kaydedilen aşama, Türk-Kürt ilişkilerinin geleceğinden duyulan kaygılar kısa bir süre içinde çözüm sürecinin ilerletilmesi için Davutoğlu Erdoğan döneminden de ileri giderek 
1 Ekim'de HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'la resmi olarak görüştü. Böylece Erdoğan'ın 12 yıl boyunca yapmadığını Davutoğlu yapmış oldu. Davutoğlu bu görüşmesinde samimi olsa bile, Erdoğan'ın ona ve AKP'ye sağladığı manevra alanının darlığı, Davutoğlu'nun en büyük açmazı olduğu için uzun dönemde, Davutoğlu'nun Kürt tarafına güven vermesi konusunda engel olarak duruyordu. 
Kürt tarafı, Kobani, Irak ve Suriye'de yaşananlara rağmen AKP hükümeti ile ilişkileri sonuna kadar zorladı. Ocak ayının sonlarında IŞİD'in Kobani'den atılmasından sonra ilişkiler daha da hızlandı. 28 Şubat'ta ortak olarak açıklanan "Dolmabahçe Deklerasyonu" ilişkileri bir anlamda resmileştirdiyse de, Erdoğan'ın bu deklerasyonu yok sayan çıkışından sonra AKP'nin Arınç dışında hiçbir karşı çıkışın olmayışı, ilişkileri tuzla buz etti. Başlangıçta Erdoğan'ın bu tavrı seçimlere yönelik taktik bir adım olarak nitelendirildiyse de yukarıda belirttiğim gibi Genel Kurmayın açıklaması ve İç Güvenlik yasasındaki ısrar bu adımın taktik olmadığını gösteriyordu. Nitekim, Davutoğlu dahil olmak üzere, çözüm sürecinden söz edilmesi bir yana, seçim bildirgesinde yer almadı bile. 

Davutoğlu'nun, TRT'deki bir programda "Halk başkanlık" sistemini istemedi yönündeki beyanı, CB Erdoğan'a yönelik "AKP ve hükümeti serbest bırak" anlamında yorumlanabilir. Ancak, gerek seçim bildirgesi gerekse seçilen milletvekillerinin neredeyse tamamının Erdoğan'ın onayı ile belirlenmiş olması, Davutoğlu'nun bu yöndeki talebinin gerçekleşmeyeceğinin en önemli işaretlerinden biridir. Ancak, hükümet kurmak için yeterli sayıya ulaşmamış AKP grubunun, koalisyona mahkum olduğu bir gerçektir. Çoğunluğu olan AKP nasıl her istediğini yapıyor idiyse, çoğunluğu olmayan AKP hiçbir istediğini yapamaz. 
Bu durumda, AKP ve diğer partiler karşısında daha da güçlü hale gelen HDP'nin bundan sonrasında "muhalefete kalma" zorunluluğu yoktur. Elde ettiği siyasal gücünü, koalisyonla toplumun hizmetine koyabilir. Bunun şartları her zamandan fazla vardır. 
Demokratik kamuoyu, AKP ve Erdoğan karşıtlığını esas alan CHP/HDP/MHP koalisyonu konusunda öneriler getiriyor ise de Anayasa'ya göre CB'nın mevcut durumu, böyle bir hükümet olsa da Erdoğan'ın bu hükümetle iktidarın paylaşacağı ya da yeni kurulan hükümetin kendi iktidarını onunla paylaşacağı gerçeği de vardır. Başka bir deyişle Erdoğan, böyle bir hükümette geçmişteki "derin devlet" rolünü oynayacaktır. Gizli bir ortak olmaya devam edecektir. Birbiriyle uzlaşmaları zor olan partiler arasındaki çelişkiler de dikkate alındığında Erdoğan'ın böyle bir hükümetin çalışmalarını sekteye uğratacağı da kuşkusuzdur. Kaldı ki, MHP böyle bir seçeneğe başından beri kapısını kapatmıştır. 
Siyasal gerçeklik hangi formül olursa olsun ya AKP ya da Erdoğan bir şekilde varlığını devam edecektir. En makul çözüm, Erdoğan'ın içinde olmadığı AKP'nin içinde bulunduğu bir hükümet kurulmasıdır. 

AKP ve Davutoğlu, Erdoğan'ı dışarıda tutmayı başarırsa, AKP/CHP de, AKP/HDP de mümkündür. 

***

MUHALEFETİN ERDOĞAN / DAVUTOĞLU İLİŞKİSİNDEKİ YANILGILARI

MUHALEFETİN ERDOĞAN / DAVUTOĞLU İLİŞKİSİNDEKİ YANILGILARI


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
05.06.2015 

Erdoğan'ın seçim meydanlarına inip,AKP'ye oy istemesinin CB'nın tarafsızlığı çerçevesinde değerlendirmek Türkiye'de oluşturulan siyaset değişikliğini görmemek anlamına geliyor.  AKP 7 Haziran seçimlerini ister kazansın ister kaybetsin değişmeyecek bir siyasal gerçeklik varsa o da Erdoğan'ın CB'lığının devam etmesidir. "Halkın seçtiği CB" etiketi, Erdoğan'ın CB'lığı süresince kullanılmaya devam edecektir. 

Erdoğan en büyük siyasi hamlesini "çözüm sürecini bir tarafa bırakmak suretiyle" AKP'ye karşı yaptı. AKP'nin HDP ile birlikte oluşturduğu "Dolmabahçe deklerasyonu" ve "izleme heyetini" CB bir açıklaması ile ortadan kaldırdı. AKP, buna karşı koymayarak "Erdoğan'ın söylediklerinin kendileri için talimat" olduğunu söyleyerek, "fiili başkanlığı" esas aldı. Seçimlere de bu atmosferde girdi. Erdoğan, gerek program gerekse aday tespiti konusunda AKP ve Başbakan Davutoğlu'na inisiyatif bırakmadı. Muhalefetpartileri bunu Davutoğlu'nun zaafı ve yetmezliği şeklinde değerlendirme yapmak yerine, "Davutoğlu'na yapılan bir haksızlık" şeklinde gösterdiler. "Zavallı Davutoğlu, "Ahmet Hoca'yı da kurtaracağız" benzeri söylemler, Erdoğan/Davutoğlu ilişkisinin gerçek anlamda algılanmadığını ortaya koyuyor. Çünkü, Davutoğlu'nun Emanetçi bir genel başkan/Başbakan dahi değildi. O, Erdoğan adına "genel başkanlığı/başbakanlığı" yürüten kişi konumundadır. Daha doğrusu, siyasi kişilik ve bağımsızlıktan kendi arzusu ile vazgeçmiş biridir. Temel görevi, fiili başkanlığı, hukuktan muaf tutmak için elinden geleni yapmaktır. Paralel yapıyı devletten silmek ve Kürt Siyasal Hareketinin eşit bir taraf haline gelmesini önlemek onun en başta gelen görevi olup, buna gönüllü olarak hazır olduğunu pratiği ile ortaya koymuştur. HSYK'nın oluşumuna müdahale edilerek, "paralel tasfiyesinde" adım atılmış, İç Güvenlik Yasası ile CB, Örtülü ödeneği kullanma imkanına kavuşmuştur. Bunları kendisine sağlayan Davutoğlu hükümeti olmuştur. Davutoğlu değerlendirirken bu siyasal gerçeklikler göz önünde bulundurulmalıdır. 

Seçime doğru gidilirken, Tayyip Erdoğan'da belirginleşen milliyetçi söylemin milliyetçi kesime taktik bir mesaj olduğu yönünde yapılan yorumlar doğru değildir. Doğru olan Erdoğan'ın "Devlet dilinin en önemli sözcüsü" haline geldiğidir. Bu sözcülük, CB olmasıyla birlikte öncülüğe dönüşmüş durumdadır. Erdoğan'ın Yargı ve üst bürokrasinin belirlenmesindeki rolü İktidara kim gelirse gelsin devam edecektir. Erdoğan daha seçimler olmadan bu ağırlığını AKP lehine kullandığı için AKP'siz iktidarı büyük ölçüde seçenek dışında bırakmış gibi görünüyor. 

CB'nın Türkiye siyasetinde oynadığı rolün en önemli örneği, Demirel'in Cumhurbaşkanlığı döneminde MGK adına Erbakan/Çiller hükümetinin devrilmesidir. Erdoğan'ın arkasındaki siyasal/toplumsal destek de dikkate alındığında Erdoğan'ın etkinliğinin boyutu Demirel'in CB'liğini katbekat aşacak durumdadır. Bu nedenle siyaset Erdoğan çerçevesinde şekillenmeye devam edecektir. 

***

ERDOĞANİZME DUR DİYEBİLMEK

ERDOĞANİZME DUR DİYEBİLMEK


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
27.05.2015 

Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığının konuşulmaya başladığı 2013 yılında dönemin başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ, Erdoğan'ın CB seçilmesi halinde fiili yarı başkanlık sistemine geçileceğini söylemişti. Erdoğan seçilir seçilmez "alışılmış cumhurbaşkanları gibi olmayacağım" demişti. Gerçekten de öyle oldu. Hatta daha da ileri giderek "fiili başkan" oldu. Erdoğan'ın CB olması, sadece fiili başkanlık dönemini başlatmadı. Yeni Türkiye adı altında Kemalizm'den sonra Erdoğanizm dönemini başlattı. Bu dönem AKP'nin 12 Yıllık iktidarından farklı bir dönemdir. Bir çok hukuksuzluğa rağmen, Anayasa ve yasalara uygunluğa şeklen de olsa uyuluyordu. Erdoğan'ın CB'liğinin ilk günlerinde, seçim sonuçları Resmi Gazete'de yayınlanmasına rağmen bir süreliğine AKP Genel Başkanlığı ve başbakanlığa devam etmiş olmasıdır. Özellikle Abdullah Gül'ün AKP'ye dönüşünü engelemede gösterdiği hukuksuzluk, hukuksuzluk boyutunun AKP'yi de etkilediğinin örneklerinden biriydi. Partiyi "emanetçi" bir anlayışla Davutoğlu'na teslimi de bu hukuksuzluğun sonuçlarından biriydi. Davutoğlu bir süreliğine buna karşı koymuş gibi göründüyse de Erdoğan'ın önce Başbakanlık olarak inşa edilen sarayın Aksaray adı altında CB'lığına tahsis edilmesi Erdoğan'ın CB'liği ve Başbakanlığı birlikte yürüteceğinin işaretiydi. Zaman geçtikçe, Erdoğan geçiş dönemini ustalıkla ve hiçbir iç muhalefetle karşılaşmadan aştı. Parti üzerinde egemenliğini tahkim etmekle kalmadı "tarafsız Cumhurbaşkanlığını" bir tarafa attı. AKP'nin lideri olmaya devam ettiği algısını normalleştirdi. Açılış, kabuller adı altında partilerden önce seçim propagandasına başladı. Seçimlere yaklaştıkça meydanlarda daha fazla yer almaya başladı. 

Erdoğan'ın siyaset meydanına çıkışı öyle sanıldığı AKP'ye seçim kazandırmaktan öte anlamlara sahiptir. AKP'nin yeniden çoğunluğu kazanıp hükümeti kurması halinde, bu hükümetin CB karşısında güçlü bir hükümet olmayacaktır. Çok sayıda meclis dışından bakana yer verileceği gibi Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bürokratlar "dini liderlik" seviyesine çıkartılabilir. Erdoğan'ın seçim meydanlarında Diyanetle ilgili söyledikleri bununla ilgilidir. Diyanet İşleri Başkanını Papa ile karşılaştırıp, Papa benzeri bir yakıştırmanın ötesinde neredeyse Türkiye'yi aşacak şekilde dini lider olarak tanıtması, özel uçak tahsis edeceğini söylemiş olması, Erdoğan'ın devlet yönetimini seçilmişlerden çok atanmışlarla yapacağını gösteriyor. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Miraç Gecesinde Meclisi Aksa'da namaz kıldırmış olması, Diyanete verilen rolün Türkiye'nin sınırları dışında olduğunu gösteriyor. Yurtdışı gezileri için uçak tahsis edilmesi de ileriki süreçte Mehmet Görmez'in en az bir dış işleri başkanı kadar yurtdışı gezilerine gönderileceğini gösteriyor. 
Erdoğan'ın Anayasa'nın 107.maddesinde yazılı CB Genel Sekreterliğinin yapısını "Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle" düzenleyip, "paralel" bir yönetim oluşturması na benzer uygulamalar Milli Eğitimden Dışişlerine kadar yaygınlaşabilir. Erdoğan'ın yurtdışı ziyaretlerinde dışişleri bakanı Mevlut Çavuşoğlu'dan daha fazla gitmesi, kritik konularda açıklamaların CB Sözcüsü İbrahim Kalın tarafından yapılmış olması, dışişleri gibi bir konunun doğrudan doğruya CB'ye bağlı olduğunu göstermektedir. 

Benzer değişik uygulamaların alanlarından en önemlisi ekonomi alanında olacaktır. Merkez Bankasının bağımsızlığının kaldırılacağı bu dönemde ekonomiye yoğun bir devlet müdahalesi damga vuracaktır. Şirketlere el koyma bu dönemde sıkça yaşanabilir. Şu anda Saray'da son gaz bunun hazırlıkları yapılıyor. 

Çözüm sürecini rafa kaldırması da buna dahildir. CB'nin, Dolmabahçe mutabakatı na ve izleme kuruluna yönelik tepki göstermesinden sonra Yalçın Akdoğan'ın "CB'nin söyledikleri bizim için talimattır" demiş olması CB'nin herşeyi kendi merkezine aldığının en önemli kanıtıdır. 
AKP, 7 Haziran'da tek başına iktidarda kalmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Erdoğan, seçim yaklaştıkça bu panik haliyle seçime daha fazla asılacaktır. Kutuplaştırmayı daha fazla artırarak AKP ve diğerleri algısıyla başka partilere giden oyları kendisine yöneltmeye çalışmakla yetinmeyip gayri hukukiliği yaygınlaştıracaktır. 

Toplumun, fiili başkanlığın neye mal olacağını bilerek hareket ederek fiili başkanlığın önünü kesmesi gerekir. Aksi durumda, fiili başkanlığın en önemli sonucu Türkiye'nin Suriye'deki savaşa fiilen katılmasıdır. 

Altan alta bunun hazırlıkları yapılıyor. 

***

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR

KÜRTLERİ AYRIŞTIRMADA TÜRKİYE'NİN ETKİSİ HDP'NİN TAM TEMSİLİ İLE AŞILABİLİR



Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
25.05.2015 

TC Hükümetlerinden hangisi olursa olsun, Kürt ve Kürdistan konusundaki yaklaşımı değişmez. Buna AKP hükümeti de dahildir. AKP, çözüm süreci üzerinden kendisini farklı gösterme çabasındaysa da TC’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavır ve söylemiyle bilinen politikalara devam ediyor. Bazıları bunu yeni bir yaklaşım olarak gösterip, çözüm süreci devam ediyor algısını devam ettiriyor. Her şeyden önce çözüm sürecinde bir ciddiyet varsa, devletin Kürt Hareketini eşit bir taraf olarak görmesi gerekir. TC’nin ‘en muktedir’ siyasetçisi Erdoğan sürekli olarak kendisini üstün olarak gördü. Kürt Siyasi Hareketini(KSH) hiçbir zaman doğrudan muhatap almadı. Hep, bürokratları ve yardımcıları üzerinden ilişki kurdu. Erdoğan’ın 13 yıllık iktidarında DTP/BDP/HDP Eş başkanlarıyla çekilmiş tek bir fotoğraf karesi yoktur. HDP/İmralı/Kandil’le ilişkileri bu şekildeydi. Aynı ilişki PYD/Salih Müslim’de de geçerlidir. Geçmişten farklı olarak Erdoğan sadece, Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı ve Başbakanını siyasi bir kişilik olarak kabul ediyor. Bunu da zorunluluktan ve taktik gereği yapıyor. Bunu yaparken de değişik Kürt siyasal parti ve grupları karşı karşıya getirmeye çalışıyor. Başka bir deyişle bir verip üç almaya çalışıyor.  

Erdoğan’ın Kürtleri karşı karşıya getirmesinin en önemli örneği Suriye’de görüldü. Önce sosyolojik ve siyasi karşılığı olmadığı halde Suriye’de PYD karşısında farklı Kürt gruplarıyla ilişki kurdu. Bu ilişkiler üzerinden Rojava Kürtlerini Esad karşıtı Suriyeli Muhalif güçlerin alt bileşeni durumuna getirmek istiyordu. Bunu yaparken, Barzani ve PDK etiketini kullanmak için özen gösteriyordu. Şu anda da benzer bir durumu İran Kürdistan’ı üzerinden PKK’ye karşı yapmak istiyor. İran sınırında meydana gelen PDK-İ/PKK çatışmasında bunun izleri vardır. Kürtler arasında sağlıklı ilişkilerin olabilmesi için Türkiye’nin AKP şahsında yürüttüğü bu politikanın fark edilmesi gerekir.

Kürdistan’ın en büyük parçası Türkiye Kürdistan’ında yapılmak istenen de bundan farksızdır. Sanki AKP’nin bir çözüm reçetesi var da, KSH buna engel oluyormuş gibi bir algı oluşturuluyor. Irak Kürdistanının bağımsızlığına Türkiye’nin yeşil ışık yaktığı şeklinde propaganda yapılarak, Türkiye’nin merkezde yer aldığı federatif bir Kuzey Kürdistan düşünü görenler var. KSH’yi de buna engel olarak görüyorlar. Kemal Burkay’ın Hak-Par’ı ve yakın dönemde ardı ardına kurulan PAK ve T-KDP gibi partiler buna örnek olarak gösterilebilirler. Türkiye’nin gerek İran’da gerekse Suriye’de Kürtlere vermek istediği rol Kürtleri İran ve Suriye rejimleriyle savaştırmak çerçevesindedir. Bunun dışında, Türkiye’nin Kürtlerin çıkarlarını düşündüğünü söylemek mümkün değildir. Kaldı ki, Kürtlere karşı mevcut durumda en büyük tehlike Türkiye/Katar/Suudi Arabistan tarafından da desteklenen gruplardan gelmektedir.

AKP’nin TC adına yürüttüğü genel Kürt karşıtı politikasının izdüşümü Türkiye Kürdistan’ında aşiretler arası çelişkileri kızıştırma, aşiretleri ayrıştırma ve bölme şeklinde kendisini göstermektedir. Geçmişte köy koruculuğu paydası altında yürütülen bu politika değişik versiyonlarıyla devrededir. Bucak aşiretinin önde gelenlerinden birinin AKP övgüsü eşliğinde bağımsız milletvekili adayı oluşu, bir diğer önde gelenlerden birinin de CHP’den aday oluşu aşiretleri ayrıştırma/bölme yönteminin devreye konulmasıdır. AKP’nin bu yöntemi, HDP’ye destek veren aile ve aşiretlerin karşısına aynı aile veya aşiretten aday göstermiş olması da ayrıştırma ve çatıştırma politikasının bir parçasıdır. Geçmişte, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri geçmişte, Kürt adaylarına yer verirken onlara politik anlam vermiyorlardı. Şu anki durumda onlara politik bir anlam yükleyerek, yüzde on barajının aşılmaması halinde bir nevi “Kürt politik temsilinin AKP’de olduğu” algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Oysa bu şekilde seçilmenin “Kürtlerin temsilinde” bir krize yol açacağı muhakkaktır. Bunun sonucunda önü alınmaz sosyal çatışma zeminleri oluşabilir. Bu nedenle, Türkiye’de ve Kürdistan’da değişik parti ve grupların ittifakı olarak seçime giren HDP’ye Kürtlerin oy verip, HDP’nin nitelikli bir şekilde barajı aşmasını sağlarlarsa, temsil krizi yaşanmayacak, AKP’nin oynamak istediği oyun da boşa çıkarılacaktır. 

***

ADANA MERSİN BOMBALAMALARI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

ADANA MERSİN BOMBALAMALARI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

 

Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
19.05.2015 

Şubat ayının ortalarında İzmir'de Ege Üniversitesi öğrencisi Fırat Yılmaz Çakırığlu adlı ülkücü bir genç öldürüldü. Bu öldürme olayı açık olmasına rağmen üstü örtülerek "Doğulu genç öğrenciler" tarafından yapıldığı imajı oluşturdu. Hatırlanacağı gibi MHP yetkilileri ambulansın geç gönderdiğini söyleyerek ölümden devleti sorumlu tutan açıklamalar yapmıştı. Bu olayın meydana geldiği zaman İç Güvenlik Yasası tartışmalarının en yoğun yaşandığı bir zaman olduğu dikkate alındığında bu olayın karanlık yüzünün aydınlanmamış olması daha sonraki olaylara zemin hazırlamıştır. 

Ergenekon hükümlüsü mafya lideri Sedat Peker'in Fırat Yılmaz'ın ölümünden sonra verdiği mesaj sonradan meydana gelen olayların kimler tarafından organize edildiğini göstermektedir. Sedat Peker, "Şehitimize karşı kan isteyen genç arkadaşlarım, haklısınız ancak sizler Türk-İslam davasını başarıya ulaştıracak olan kadrolarsınız. Her şeyden çok ihtiyaç duyduğumuz geleceğin bilim adamları ve fikir adamlarısınız. Şehit kardeşlerimizin kanı mutlaka alınmalıdır. Bu kanı alacak olanlar ise en az bizim kadar Milliyetçi olan polislerimiz, askerlerimiz ve istihbaratçılarımız olmalıdır." Demişti. Aynı açıklamasında AKP'nin Meclis Genel Kuruluna sevk ettiği İç Güvenlik yasasını da "hareketlerimizi bir plan dahilinde gerçekleştirmeliyiz. Vakti zamanını akıllıca ve sabırlı bir şekilde beklemeliyiz. Mevcut hükümet toplumda bu yönde ki serzenişlerin çoğalması üzerine iç güvenlik yasası adı altında bir kanun paketi çalışması hazırladı. Maalesef ki muhalefet partilerinin tamamı ve paralel yapı bu pakete var gücüyle karşı çıktılar." Savunmuştu. MHP'nin CHP ve HDP ile birlikte karşı çıktığı İç Güvenlik Yasasına ülkücüler adına Sedat Peker'in sahip çıkmış olması, geçmişin ülkücü mafyası ile AKP hükümeti arasındaki bağlantıyı göstermektedir. 

Fırat Yılmaz cinayetinden sonra Lüleburgaz'da üniversite öğrencisi Adıyamanlı Ramazan Fırat da, birlikte yaşadığı ülkücü arkadaşları tarafından hunharca öldürüldü. Ne yazık ki bu olay da unutuldu. Bu olaylar aydınlatılmadan, peşinden gelecek olayları önlemek mümkün değildir. Bu olayların oluşunda AKP'nin siyasi bir kararı vardır. Bu siyasi kararın sorumluları üst düzeyde bulunuyorlar. Bu tür olaylarla "kontrollü bir kaos" ortamı oluşturmak istiyorlar. Bunun sonucunda rakiplerini daha kolay tasfiye ediyorlar. Son günlerde "paralel" adı altında Gülen hareketi üzerinde uygulanan baskı ve tutuklamaların yoğunluğu da dikkate alındığında AKP'nin bu fırsatttan yararlandığı görülüyor. Yılbaşından bu yana Savcının rehin alınması, Fenerbahçe otobüsüne silahlı saldırı yapılması, HDP Genel Merkezine yapılan saldırıların hepsi bu konsept çerçevesindedir. Ağrı Diyadin olayı da bundan kopuk değildir.
 
CB Erdoğan'ın çözüm sürecini yok sayan açıklamalarıyla bu olaylar arasında bağlantı vardır. 

HDP'ye yönelik yapılan organize saldırılar, 2009 yılında DTP'ye yapılan saldırıları hatırlatmaktadır. Samsun'da DTP Eş Başkanı Ahmet Türk'e yumruklu saldırı, İzmir'deki saldırılar, Balıkesir'de Kürtlerin ev ve iş yerlerine yönelik saldırılardaki benzerlik dikkat çekicidir. O dönemde KCK adı altında tutuklamalar oluyor, DTP'nin kapatılmasının hazırlıkları yapılıyordu. Şu anda HDP'ye karşı yapılanların bundan farkı yoktur. Kritik bir aşamada emekliliği henüz gelmemiş Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının emekliliğini istemesi, sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına Erdoğan'ın yeni atama yapmış olması HDP'ye yönelik kapatma davasının hazırlığı olabilir. Erdoğan'ın son günlerde PKK'ye terör örgütü, HDP'ye "terör örgütünün uzantısı" demeye başlaması kapatma davasının hazırlığı olabilir. 

Böylece, barajı aşacak HDP'yi kapatma davası ile durdurmak ya da kontrol altına almak amaçlanmış olabilir. Burada önemli olan husus "Devletin Kürtlerle hem mücadele hem de müzakereyi birlikte yürüttüğünün" bilinmesidir. Daha dün müzakereler yoğun yapılırken, mücadele de devam ediyordu. Her iki yöntemin bir arada yürümesi mümkün değildir. "Müzakere yaparken, mücadele edemezsin ya da mücadele ederken müzakere edemem" demeden bu konuda yol almak mümkün değildir. Her şey ortada olmasına rağmen, HDP'de "iyimserlik konforuna" kapılmış yöneticilerin bu anlayışa devam etmiş olmalarının maliyeti daha büyük olabilir. 
Adana ve Mersin parti binalarına konulan patlayıcıların konulma biçimi, patlatılma yöntemi organizasyonun büyüklüğünü ve HDP'nin içine sızmanın boyutunu da ele veriyor. Bu patlayıcıları, HDP binalarına taşıyanlar isterlerse daha büyük patlayıcılar da koyabilirler. HDP ve Kürt hareketine bu şekilde mesaj da verilmek istenmiş olabilir. Burada HDP'nin çıkarması gereken derslerden biri de "kolayca sızma ve sızanları" ortaya çıkarmaktır. Aksi durumda "Paris katliamına" benzer katliamlar yakın olabilir. Unutulmaması gereken bir husus da Türkiye'de bir iç savaş olması halinde, bunun en kanlı süreci Adana ve Mersin'de olacaktır. Bunda kaybecekler Türk, Kürt, Arap, Sünni ve Alevi olacaktır. Kısacası Türkiye olacaktır. Tüm partilerdeki duyarlı insanlar bunun farkına varmalı, yanlışların önüne geçmelidirler. 

Geçmişin Ülkücü tarlalarının sürücüleri Süleyman Soylu gibi kişiler AKP içinde bu işi yapıyorlar, MGK kararıyla...

***

7 HAZİRANA DOĞRU: ERDOĞAN ALGISININ DEVAMINDA CHP VE MHP'NİN ROLÜ HDP'NİN YÜKSELİŞİ

7 HAZİRANA DOĞRU: ERDOĞAN ALGISININ DEVAMINDA CHP VE MHP'NİN ROLÜ HDP'NİN YÜKSELİŞİ


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
17.05.2015 

Erdoğan, 1994 Yılında İstanbul Belediye Başkanlığına seçildiğinde onun 20 yıl sonra CB olabileceğini hiç kimse aklından geçirmiyordu. O günden bu güne kadar yapılan tüm seçimleri ve referandumları kazandı. 

Erdoğan, 2002'de yasaklı olduğu için seçimlere giremedi. Buna rağmen partisi tek başına iktidara geldi. Erdoğan, seçilmiş bir başbakan gibi hemen yurtdışı gezilerine başladı. Uluslararası dengelerin rüzgarını arkasına alarak kısa bir süre sonra CHP'nin destek vermesiyle Siirt seçimlerinin iptalinden sonra minik bir Anayasa değişikliği sonucunda yapılan ara seçimle Siirt milletvekili olarak meclise girdi. Yapılan kabine değişikliği ile kısa bir süre sonra başbakan oldu. 
Ondan sonra yapılan tüm seçimlerde başarılı oldu. Bu dönem zarfında bir tek 2009 yerel seçimlerinde yüzde kırkın altında oy aldı. Küresel ekonomik krizin yaşandığı bir süreçte yaşanan bu düşüş sonraki seçimlerde yeniden yükselişe geçti. 
7 Haziran seçimlerine doğru gidilirken, tarafsız olması gereken Erdoğan, mitinglerine tüm partilerden önce başladı. 

Erdoğan, 10 Ağustos 2014 CB seçimlerinden önce seçildiği takdirde "fiili başkan" olacağını açıkça söylemişti. Nitekim seçilir seçilmez bir süreliğine AKP genel başkanlığını ve Başbakanlığını sürdürerek AKP Genel Başkanını kendisi belirledi. AKP Genel başkanlığını kazanma olasılığı en büyük olan Abdullah Gül'ün değil adaylığını, üyeliğini dahi usta bir şekilde engelledi. 2014 yılı bu bakımdan Erdoğan'ın önünün her yönüyle açılması oldu. Sulh Ceza Mahkemelerinin kurulması, HSYK'nın AKP'nin yan kolu haline gelişi, Yargıtay ve Danıştay'a toplu üye atanması, Anayasa Mahkemesine müdahale, MİT ve İç güvenlik yasaları bunlardan akla gelenlerdir. 

Erdoğan işi tesadüf ve şansa bırakmıyor. AKP programının en kritik maddelerini kendisi yazdı, milletvekili listelerini kendisi düzenledi. Seçim meydanlarında yerini aldı. Seçim meydanlarının en önemli sloganı da "başkanlık sistemi" oldu. Erdoğan, başkanlık sistemini seçimin ana konusu yapması, karşısında bulunanlar da "Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız" konusunda kutuplaştı. HDP dahil olmak üzere muhalefetin "Erdoğan karşıtlığı" üzerinden oluşan algı, Erdoğan'a bulunmaz bir fırsat sunmuştur. CB seçimlerinde aldığı yüzde 52 oya güvenerek, Milletvekili seçimlerini kendisi açısından 10 Ağustos CB seçimine benzer bir algı oluşmasını başarmıştır. Seçimlere doğru gidilirken, bu algı daha da somutlaşıp, AKP'ye beklenenden daha büyük bir başarı getirebilir. Bu da Türkiye siyaseti açısından CB ve Başbakanlığın iç içe geçtiği, her şeyi Erdoğan'ın mutlak/muktedir hale gelmesidir. Kısacası, TC Devleti'nin "Erdoğan'da cisimleşmesi"dir. 

HDP ve Demirtaş'ın "Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız" temelinde yürüyen seçim propagandası HDP açısından en doğru siyasi söylemdir. Bu söylem, HDP'ye hiç ummadığı kadar oy getirebilir. CHP, MHP ve (Saadet+Büyük Birlik) AKP karşısında alternatif olmadıkları için, Erdoğan'dan hoşnut olmayan kararsız seçmenin HDP'ye yönelip, HDP'nin barajı geçmesini sağlayabilir. CB seçimlerinde bunu başaran HDP, 7 Haziran'da barajı aşarak yeni bir rekora imza atabilir. 

7 Haziran seçimlerinden önce İngiltere seçimlerine benzer bir sonuç Türkiye seçimlerinde de yaşanabilir. İskoç Ulusal Partisinin başarısı HDP ile, Muhafazakar Partinin başarısı AKP ile kıyaslanabilir. İngiltere muhalefetinin başarısızlığı da Türkiye'deki muhalefetin başarısızlığıyla kıyaslanabilir. En önemlisi de anket şirketlerinin yanılgısı 7 Haziran seçimlerinde de yaşanabilir. 

HDP'ye Yönelik Çiftte Karalama Kampanyası

AKP Medyası ile Doğu Perinçek'in Aydınlık Gazetesi eş zamanlı olarak HDP'ye psikolojik savaş başlattı. AKP ve medyasının temel çıkış noktası HDP'nin İslam dışı olduğu, Aydınlık'ın çıkış noktası ise HDP'nin İslam kardeşliğini savunduğu yönündedir. AKP, HDP'yi Alevi, Zerdüşt vs gösterek HDP'nin Sünni Kürtlerden oy almasını engellemeye çalışırken, Vatan Partisi ve Aydınlık grubu tam tersi şekilde HDP'nin Sünni İslam'ı esas aldığını söyleyerek HDP'ye yönelen Alevi oylarının HDP'ye gitmesini önlemeye çalışıyor. Bu bakımdan AKP ve Aydınlık medyası zıt kutuplar şeklinde olsa da her ikisinin HDP karşıtlığında bir araya gelmiş olmasıdır. Dikkat edilecek olursa gerek Erdoğan gerekse Perinçek, Kobani'ye ısrarla Ayn el Arab diyerek IŞİD'in Kobani'yi düşürmesini de canü gönülden istemişlerdir. Benzer bir durum Perinçek'in Ermeni soykırımını inkara yönelik davasında da yaşanmış, AKP yargıyı etkileyerek alelacele Perinçek'in yurtdışı çıkış yasağını kaldırmıştı. 
7 Haziran seçimleri öncesinde CHP ve MHP CB seçiminde yaptıkları taktik ve stratejik hatalara devam ettiler. CB Seçimleriyle CHP'den kopuş yaşamaya başlayan ulusalcıların kopuşu biraz daha ileri gidilirken, ulusalcılardan doğan boşluk aynı oranda demokratik sol kesimler tarafından doldurulamadı. 

Bunda HDP faktörünün etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir. CHP'nin ekonomik vaatleri gündeme getirmesi, CHP için farklı görülse bile Kılıçdaroğlu'nun aday belirleme sürecinde Kemal Derviş'i ekonomiden sorumlu başbakan yardımcı yapacağını söyleyen CHP'nin yıllardır AKP'nin uyguladığı ekonomik programı uygulayacağı anlamına geliyor. Faizlerin düşürülmesi ve Merkez Bankasının rolü konusunda Erdoğan'ın Derviş'in ekonomi politikasında değişiklik sinyallerini vermiş olması, AKP'nin 7 Haziran'dan sonra yeni bir ekonomi politikasına yöneleceğinin belirtilerini gösteriyor. CHP ise, AKP döneminde uygulanan ekonomi programına sahip çıkacağını söylüyor. Bu da toplumda CHP konusunda bir yenilik olarak görülmüyor. Benzer bir politika dış siyaset açısından da geçerlidir. AKP'nin önemli dışişleri bürokratı Murat Özçelik'i bu konuda görevlendirmesi, AKP'nin Erdoğan aracılığıyla bıraktığı siyaseti devam ettireceğinden başka bir anlama gelmiyor. Benzer bir durum MHP için de geçerlidir. AKP döneminin Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz'ın adaylığı bu kapsamda ele alınmalıdır. Murat Başeskioğlu ve Ekmeleddin İhsanoğlu'nun aday gösterilmesi de geçmişte uygulanan AKP politikalarının aynen benimsendiği gösteriyor. AKP ise, gerek uygulaması gerekse söylemiyle farklılık göstereceğini diğer partilerden daha fazla hissettirmektedir. 
CB Seçimlerini esas alırsak, CHP+MHP'nin oy oranı yüzde 38'dir. Bu nedenle CHP'nin yüzde 30-35, MHP'nin yüzde 15-18 oy alacağı konusundaki tahminlerin hiçbirisi doğru değildir. 
Erdoğan'ın seçim meydanlarına inip, AKP'nin gerçek lideri olduğu algısını yeniden oluşturması, AKP'nin öyle sanıldığı gibi bir gerileme yaşamayacağını gösteriyor. Muhalefetin bir bütün olarak "başkan yaptırmayacağız" bloklaşması, seçimleri hiç olmadık kadar ikinci bir CB seçimlerine döndürmüş durumdadır. Erdoğan ve AKP'nin güvenlik ve yargı bürokrasisi üzerindeki etkinliğinin kurumsallaştığı da dikkate alındığında Erdoğan, 10 Ağustos 2014 seçimlerinden daha fazla avantajlı durumdadır. Bu anlamda "Seni başkan yaptırmayacağız" söyleminin CHP ve MHP açısından bir artısı yoktur. HDP açısından ise durum farklıdır. HDP'nin barajı aşmaması halinde bir çok milletvekilinin AKP'ye geçme tehlikesi, bir kısım oyun HDP'ye gitmesini sağlıyor, bu oylar HDP'nin barajı aşması için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle "başkan yaptırmayacağız" söylemi HDP açısından en doğru söylemdir. 

Vatan Partisi, Anadolu Partisi(Emine Ülker Tarhan) gibi partiler, CHP'den oy alırken, Saadet ve BBP, AKP'den çok MHP'den oy alıyorlar. Erdoğan ve AKP'nin milliyetçi söylemi akışı AKP'ye doğru yöneltiyor. 

Fetullah Gülen cemaatine uygulan hükümet baskısı bu seçimin önemli yönelimlerinden biridir. Yerel ve CB seçimlerinde Cemaat/CHP-MHP ilişkilerindeki yoğunluk bu seçimlerde görülmüyor. Cemaatin HSYK'dan tasfiye edilip yeni oluşan HSYK'da oluşan dengeler, kritik durumlarda MHP'nin AKP'ye koltuk değneği olmaya devam ettiğini gösteriyor. MHP siyasal etkinliğini HSYK üzerinde kurarak hakim ve savcıların tutuklanması veya görevlerinden ihraç edilmemesini sağlayabilirdi. HSYK'nın kararlarına karşı sadece cemaata yakınlıkları bilinenlerin muhalefet şerhini yazmış olmaları sosyal demokrat veya ulusalcı olarak bilinen üyelerin de hakim ve savcılar aleyhine verilen kararlara iştirak ettiğini göstermektedir. HDP'ye yakın HSYK üyesi bulunmadığına göre, bu konuda en temiz kalan siyasal parti HDP'dir. Yine MHP'nin AKP'ye yönelik eleştiri ve tepkisi çözüm süreci ve yolsuzluklarla ilgilidir. AKP hükümetinin Suriye'ye yönelik politikasına esaslı bir eleştirisi yoktur. Ayuka çıkan MİT tırlarıyla Suriye'ye silah taşınması konusunda sessizliğini korumaktadır. 

Suriye ve Irak'a silah gönderilmesine açıkça karşı çıkan Sinan Ogan'ın yeniden aday gösterilmeyişinin arkasında bu tepkisizlik rol oynamış olabilir. AKP-MHP birlikteliğinin bir örneği de HDP seçim bürosu ve mitinglerine saldırıda kendisini gösteriyor. AKP ve Erdoğan'ın HDP'yi hedef alması sonrasında HDP'ye saldırmanın normal bir hale gelmesinde AKP/MHP birlikteliğini görmek gerekiyor. CHP'nin de HDP'ye yönelik saldırılar karşısında sessizliği de bu saldırıların sürmesini sağlıyor. Benzer sessizlik - Mahmut Tanal'ın çıkışları hariç - Cemaat'e yönelik hukuksuzluk  da sürüyor. 
Bu nedenle 7 Haziran seçimlerinden farklı olarak Cemaat, bu seçimlerde daha önceki iki seçimden farklı olarak AKP karşısında kim güçlü ise ona destek verme tavrından vazgeçebilir. Çünkü onlara verdiği desteğin karşılığını alamıyor. 
Tüm bu veriler ışığında tıpkı 2014 CB seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlere damga vuracaklar Erdoğan ve Demirtaş'tır. Geride kalanların kaderi İngiltere'de seçimi kaybedenler gibi olabilir. Buna Ahmet Davutoğlu da dahildir. Türkiye "fiili başkanlıktan" "süper fiiili başkanlığa" doğru gidiyor. Fiili başkanlığın yolunu açan da CHP ve MHP'nin CB seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ortak olarak belirlenmesidir. Bu aynı zamanda Cemaat'in de yanılgısıydı. 

Hiç kimse bundan HDP'yi sorumlu tutmasın, Öküz altında buzağı aramasın!

***

20 Ocak 2021 Çarşamba

ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

 ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


ABD BAŞKAN ADAYI, JOE BİDEN, TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ,Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ,Trump,Delaware, İrlanda kökenli, Katolik Hıristiyan,
Neilia Hunter, Jill Jacob,Derviş Eroğlu,Mesud Barzani,

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
13 AĞUSTOS 2020  

1. Giriş

3 Kasım 2020 Salı günü düzenlenecek olan 59. ABD Başkanlık seçimlerinde, mevcut Başkan ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın karşısında yarışacak olan Demokrat Parti adayı Joe Biden, Amerikan siyasetinde yarım asırdır var olan ve oldukça sevilen-sayılan bir kişidir. Biden, son günlerde Başkanlık kampanyasına hız vermeye başlamış[1] ve bu hafta Amerikalı siyahi kadın Senatör Kamala Harris’i de Başkan Yardımcısı adayı olarak ilan etmiştir. Biden, anketlerde Başkan Trump’ın epey önünde gözükmekte ve şu an için seçimin favorisi olarak yarışa devam etmektedir.[2] Ancak Joe Biden, ilginç bir şekilde, ABD’nin tarihsel müttefiklerinden olan Türkiye’ye yakın bir siyasetçi olarak bilinmemektedir. 

Bu yazıda, Joe Biden’ın biyografisine ve siyasi kariyerine göz attıktan sonra, kendisinin Türkiye hakkındaki bazı temel görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
 

ABD’de yapılan son anketlerde Biden ve Trump’ın destek oranları

2. Joe Biden’ın Biyografisi[3]

20 Kasım 1942 Scranton-Pennsylvania doğumlu olan Joseph Robinette Biden Jr. veya kısaca Joe Biden, İrlanda kökenli Katolik Hıristiyan bir ailenin -ebeveynleri Catherine Eugenia Finnegan Biden ve Joseph Robinette Biden Sr.’dır- 4 çocuğundan ilki olarak İkinci Dünya Savaşı halen devam ederken dünyaya gelmiştir. Ailenin finansal durumu kötü olmamakla birlikte, savaş koşulları nedeniyle o dönemde oldukça zorlanan aile, 1953 yılında Claymont-Delaware’e taşınmıştır. Burada da ekonomik sıkıntıları devam eden aile, birkaç yıl sonra Wilmington-Delaware’e taşınacak ve burada Joseph Robinette Biden Sr.’ın ikinci el araba ticaretinde gösterdiği başarı sayesinde ekonomik açıdan gelişim gösterecektir.
 


Bidenların Delaware’e taşındıkları yıl henüz 10-11 yaşlarında olan Joe Biden
İlkokul, ortaokul ve liseyi Claymont’da okuyarak 1961 yılında mezun olan Joe Biden ise, lise eğitimi sonrasında 1961’de Delaware Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi ve Tarih alanlarında çift anadal eğitimi almaya başlamış ve 1965 yılında bu üniversiteden başarıyla mezun olmuştur. Üniversite öğrenciliği döneminde, Biden, Blue Hens adlı üniversitenin Amerikan futbolu takımında da (defansif takımda) oynamıştır. Biden, ilk karısı eğitimci Neilia Hunter’la da bu dönemde tanışmış ve 1964 yılında onunla evlenmiştir. Ardından Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk eğitimi almaya başlayan ve avukat olarak 1968 yılında mezun olan Joe Biden, 1969 yılında Delaware Barosu’na bağlı olarak Wilmington hukuk firmasında çalışmaya başlamıştır. Biden, Hukuk eğitimini oldukça “sıkıcı” bulduğunu ilerleyen yıllarda söylemiştir.
 


Joe Biden Delaware Üniversitesi’ndeyken
Joe Biden’ın Neilia Hunter’la evliliğinden 3 çocuğu olmuştur: Joseph R. “Beau” Biden (1969), Robert Hunter (1970) ve Naomi Christina (1971). Ancak 1972 yılı Christmas döneminde, tam da Biden ilk kez Senatör olarak seçilmişken, eşi Neilia Hunter ve çocuklarının geçirdiği trafik kazasında, Hunter ve Biden’ın 1 yaşındaki kızı Naomi ölmüş; Biden’ın iki oğlu ise kazayı ağır yaralarla atlatmayı başarmışlardır. Ancak Biden’ın hayatındaki trajediler bu olayla son bulmamıştır; nitekim 2015 yılında Başkan Yardımcısı iken de oğlu Beau Biden, beyin kanseri nedeniyle genç yaşta vefat edecektir.
 

Neilia Hunter ve Joe Biden
Siyasetle üniversite yıllarından itibaren ilgili olan Biden, üniversite öğrenciliğini geçirdiği 1960’larda sivil haklar hareketi savunucusu rahip Martin Luther King Jr., Başkan John F. Kennedy ve onun kardeşi Senatör Robert Kennedy gibi ilerici kişilerden etkilenmiş ve siyasete girme kararı almıştır. Nitekim Demokrat Parti içerisinde hızla yükselen genç Biden, 1970 yılında New Castle County Meclisi’ne seçilmiş, 1973 yılında da Delaware Senatörü olmuştur. O dönemde 31 yaşında ABD tarihinin 6. en genç Senatörü olan Biden, Başkan Yardımcısı olduğu 2009 yılına kadar aralıksız Delaware Senatörü olarak (genelde yüzde 60 civarında oy alarak) görev yapmıştır. Senatörlüğü döneminde, Biden, Hukuk Komitesi Başkanlığı (1987-1995) ve Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı (2001-2003, 2007-2009) gibi önemli görevler üstlenmiş ve kendisini adeta Başkan, Başkan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi en üst düzey görevler için deneyimli ve hazır hale getirmiştir.
 


Biden, Senatör seçildikten sonra yeminini hastane odasında oğlu Beau Biden tedavi görürken yapmak zorunda kalmıştır

Büyük bir trajedi yaşamasına karşın hayata tutunmayı başarması, Joe Biden’ın Amerikan halkı ve kamuoyu nezdinde destek bulmasını sağlamış ve Biden, 1977 yılında öğretmen ve akademisyen Jill Jacobs’la (Jill Biden) ikinci evliliğini yapmıştır. Biden-Jacobs çiftinin 1980 yılında Ashley Biden adlı bir kızları dünyaya gelmiştir. Senatörlüğü döneminde ilerici fikirleriyle gündem olan Biden, 1974 yılında ünlü Time dergisi tarafından “geleceğin 200 önemli yüzü”nden biri olarak lanse edilmiş ve yüksek özgüveni ve hırslı kişiliğinin altı çizilmiştir.[4] Biden, ayrıca, bu dönemde, SALT II yani Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri’ne katılmak için Moskova’ya giden heyet içerisinde yer almış ve ABD ve Sovyetler Birliği arasında varılacak uzlaşma sonucu nükleer silahların azaltılması yönünde aktif çaba göstermiştir. Bunların yanı sıra, Biden, 1970’lerden başlayarak “iklim değişikliği” konusunu ciddiye alan öncü Senatörlerden biri olmuştur. Biden’ın bir diğer önem verdiği konu da kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın hakları olmuştur. 1980’lerde ise, Biden, ülkesinin “apartheid” rejiminin devam ettiği Güney Afrika ile yakın ekonomik ilişkiler geliştirmesine tepki göstermiş ve Cumhuriyetçi Ronald Reagan yönetimiyle ters düşmüştür.[5] Bu sayede, Joe Biden’ın Afrikalı Amerikalılar ve ırkçılık karşıtı çevrelerde prestiji yükselmiştir.
 

Joe Biden ve ikinci eşi Jill Jacobs
Joe Biden, ilk kez 1988 yılında ABD Başkanlığına aday olmuştur. 45 yaşında adaylığını açıklayan Biden, böylelikle John F. Kennedy’den sonra en genç ABD Başkanı olmayı ummuştur. Başkan adaylığı kampanyası döneminde oldukça başarılı olan ve yüksek maddi destek sağlamayı başaran Biden, buna karşın Michael Dukakis’e geçilmiş ve Demokratların Başkan adayı olamamıştır. Ancak Dukakis de, Başkanlık seçimini Cumhuriyetçi George H. W. Bush (baba Bush) karşısında farklı kaybetmekten kurtulamamıştır. 1988 yılından beyniyle ilgili ciddi sağlık sorunları da atlatan Biden, buna karşın yılmadan siyasi kariyerine devam etmiş ve özellikle 2000’lerin başında ABD Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olunca Amerikan toplumu ve uluslararası kamuoyunca daha iyi tanınır hale gelmiştir. Biden’ın 1990’larda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Boşnak ve Hırvatlara yönelik işlenen savaş suçlarının araştırılması ve ABD’nin bu bölgeye yönelik insani müdahale politikaları geliştirmesi yönünde yaptığı siyasi baskılar da, onun, Müslüman dünyasında destek bulmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim Biden, 1999-2000 döneminde Başkan Bill Clinton’ın kararıyla yapılan Kosova müdahalesini de açıkça desteklemiştir. 11 Eylül (9/11) faciası sonrasında Başkan George W. Bush’un (oğul Bush) başlattığı “teröre karşı savaş”a da destek olan Biden, Başkan Bush dönemindeki 2003 Irak Savaşı’na da destek vermiştir. Ancak Biden, savaşın ardından ve güncel tarihli Demokrat Parti ön seçimlerinde, Irak Savaşı’na yönelik eleştirel söylemlerde bulunmuştur.
 


Barack Obama ve Joe Biden
Joe Biden, ikinci defa 2008 yılında ABD Başkanlığı için adaylığını açıklamıştır. Kampanyası döneminde Irak Savaşı’nı ve ABD’nin Ortadoğu politikasını eleştiren Biden, buna karşın anketlerde çok iyi performans gösteremeyince (o dönemde önseçimlerde 5. sırada yer alıyordu), o dönemin hızla yükselen siyasal yıldızı Barack Obama lehine Başkan adaylığından çekilmiş ve Obama’nın Başkan Yardımcısı adayı olmuştur. ABD tarihinin 47. Başkan Yardımcısı olarak Cumhuriyetçi John McCain’i geçen Barack Obama ile 8 yıl boyunca gayet uyumlu çalışan Joe Biden, ABD’nin bu dönemdeki başarılarına ortak olmuştur. 2016 yılında Başkan adayı olması beklenen Biden, buna karşın aday olmamış ve ABD’nin ilk kadın Başkanı olmak için yola çıkan favori aday Hillary Clinton’ın adaylığını desteklemiştir. Clinton’ın Cumhuriyetçi aday Donald Trump tarafından mağlup edilmesi sonrasında yeniden gözlerin çevrildiği Joe Biden, bu dönemde aktif siyasetten uzak kalmış; ancak Başkan Trump’ı eleştiren açıklamalar yapmaktan da geri durmamıştır. 2020 seçimi öncesinde üçüncü defa Başkan adaylığını açıklayan Biden, önseçimlerde başlarda oldukça arkada kalmasına karşın, Vermont Senatörü ve aşırı sol/sosyalist çizgideki Bernie Sanders’ın hızlı çıkışı karşısında partideki merkez çevrelerde yeniden umut haline gelmiş ve neticede önseçimi kazanarak, ABD’nin en yaşlı Başkanı olmak için seçime girmiştir.
 


Joe Biden ve Kamala Harris
ABD Başkan adayı Joe Biden’ın siyaset kariyerinin ve siyasal eğilimlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; (iyi özellikleri olarak) çok tecrübeli, dış politikada bilgili, liberal sol eğilimli ve merkeze yakın bir figür olduğu, Afrikalı Amerikalılar ve azınlıklardan çok destek aldığı, Amerikan halkınca çok iyi tanındığı ve genel olarak sevgi ve saygı uyandırdığı ve ilerici fikirleri savunmaktan (örneğin eşcinsel evliliklerinin yasalaşması) korkmadığı, ancak (kötü özellikleri olarak) epey yaşlı ve dinamik olmayan bir yapıda olduğu, sık sık konuşmalarında gaf yapabildiği/pot kırabildiği[6], dış politikada zaman zaman gerçeklerden ziyade ideallerin peşinden sürüklendiği ve Türkiye’ye pek sıcak yaklaşmadığı gibi yorumlar yapılabilir.

3. Joe Biden’ın Türkiye Hakkındaki Görüşleri

A-) Rum/Yunan Lobisine Yakınlık ve Kıbrıs Sorunu’nda Çözüm İradesi: Joe Biden, Yunan-Rum lobisine yakın bir isim olarak bilinmektedir. Bu, içi boş bir söz veya haksız bir suçlama değildir; nitekim ünlü İngiliz medya kuruluşu BBC de Biden’ı bu şekilde lanse etmiştir.[7] Bunun sebebi ise, Biden’ın on yıllar boyunca Senatörlük yaptığı Delaware’de yoğun Yunan-Rum nüfusun yaşaması ve Biden’ın uluslararası hukuk gereğince Kıbrıslı Rumların 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye tarafından mağdur edildiğini düşünmesidir.[8] Biden, Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeyken Kıbrıs Sorunu’nun çözülememesinden Türkiye’yi sorumlu tutan bazı açıklamalar da yaparken, ayrıca 1999 yılında Türkiye’ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest bırakılmasını da Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak veto etmiştir.[9]
 


Joe Biden-Derviş Eroğlu
Bunların yanı sıra, Joe Biden, 2014 yılı Mayıs ayında Kıbrıs’a gelerek tarihi bir ziyarette bulunmuş ve her iki toplum lideri veya Devlet Başkanı ile de (Güney Kıbrıs Rum Kesimi Devlet Başkanı Nikos Anastadiades ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu) bir araya gelerek, Kıbrıs’ta çözüm yönündeki istencini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.[10] Ancak bence hem Kıbrıs’taki durum Sayın Biden’ın anladığı kadar basit değildir (Nitekim 2004 yılında düzenlenen Annan Planı referandumunda adadaki çözümü Kıbrıslı Rumlar engellemiş ve burada yaşayan Türkleri adeta “apartheid” rejimine benzer şekilde ekonomik ve siyasi ambargolarla yaşamaya mahrum bırakmışlardır), hem de Türkiye gibi önemli bir NATO ve ABD müttefikinin Kıbrıs’taki askeri varlığı -Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin NATO üyesi olmadığı ve Rusya’ya yakın olduğu da düşünülürse- Washington ve genel olarak Batı dünyası için önemli bir kazanımdır.

B-) Ermeni Meselesi: Joe Biden, ABD’deki Ermeni toplumunca da aktif olarak desteklenen bir isimdir. Bunun sebebi, Biden’ın 1915 yılında yaşanan trajik olayları “soykırım” olarak değerlendirmesi ve ülkesinin bu olayları “soykırım” olarak tanıması yönünde aktif çaba içerisine girmesidir. Nitekim Biden, Başkan seçilirse Ermeni Soykırımı’nı tanıyacağını açıkça ilan etmiştir.[11]
 


Joe Biden’ın Ermeni Sorunu’nda Senatör ve Başkan Yardımcısı olarak yaptıkları
Kaynak: Amerika Ermeni Ulusal Komitesi – ANCA[12]
Elbette, Başkan seçilirse, deneyimli bir siyasetçi olan Joe Biden’ın reelpolitik dengelere göre hareket etmesini beklemek daha doğru olur. Nitekim Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2009-2017), Obama-Biden ikilisi, Ermeni Soykırımı’nı tanımaya yönelik yasa tasarılarının geçmesine birlikte engel olmuşlar ve “soykırım” ifadesi yerine “Meds Yeghern” (Büyük Felaket) terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Ancak herşeye rağmen, Demokrat Başkan adayının tarihi açıdan tartışmalı meselelere bu kadar tarafgir yaklaşıyor olması, kuşkusuz, Türkiye, Azerbaycan, Türk dünyası ve hatta İslam dünyasında kendisine yönelik tepkileri arttıracak ve Başkan Trump’ın dış desteğini ve kazanma ihtimalini yükseltecektir. Dahası, uluslararası hukuka saygılı bir politikacı olan Joe Biden, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını görmezden gelerek, Kıbrıs Sorunu’ndaki duruşuyla da çelişir bir görüntü sergilemekte ve bu şekilde “Türk düşmanı” olarak algılanma riski yaşamaktadır.

C-) Türkiye’ye Eleştirel Yaklaşım: Demokrat Başkan adayı Joe Biden’ın tarihsel bir Amerikan müttefiki olan Türkiye’ye yönelik siyaseten pek de sıcak yaklaşmadı ğı düşünülmektedir. Örneğin, ünlü gazeteci Uğur Dündar, Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi (1979-1989) Şükrü Elekdağ ile özel bir görüşme yaparak kaleme aldığı yakın tarihli bir köşe yazısında, Elekdağ’ın kendisine, Biden’ın Senatörlük günlerinden itibaren Yunanistan’a ve Rumlara yakın bir siyasetçi olduğunu ve Elekdağ’ın Büyükelçilik döneminde yaptığı tüm çabalara rağmen, Biden’ın -Rum seçmenlerinin de etkisiyle- görüşlerini değiştirmediğini söylediğini yazmıştır. [13]
 


Joe Biden ve Recep Tayyip Erdoğan
Biden, 2016 yılı Ocak ayında yaptığı Türkiye ziyaretinde de, bu ülkedeki ifade özgürlüğü kısıtlamalarını eleştirmiş ve Türkiye’nin uyguladığı politikalarla Müslüman bir demokrasi modeli olmaktan hızla uzaklaştığının altını çizmiştir.[14] Biden, Türkiye’nin bu şekilde baskıcı politikalar izlemesinin diğer Ortadoğu ülkelerine de olumsuz etki yaptığını belirterek, medya, akademik ve internet özgürlüklerine vurgu yapmıştır. Biden’ın eleştirileri, aslında Türkiye’de CHP ve İYİ Parti gibi muhalif partilerce ifade edilen görüşlerle benzer olmasına karşın, bunun başka bir ülkenin üst düzey devlet adamlarınca yapılması, Türk toplumunda zaman zaman tepki çekebilmektedir. Buna karşın, Biden, Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’yi oldukça sık (4 defa) ziyaret etmiş (Aralık 2011, Kasım 2014, Ocak 2016 ve Ağustos 2016) ve ziyaretlerinde nazik bir üslup kullanmaya özen göstermiştir. Ayrıca, Biden, Türkiye’den iki defa özür de dilemiştir. Bu özürlerden ilki, Biden’ın 2014’te Harvard Kennedy School’da yaptığı konuşmada Türkiye’yi Suriye’de radikal İslami hareketlere destek veren “sorunlu bir müttefik” olarak tanımlaması nedeniyle, ikincisi de son Türkiye ziyaretinde 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ABD’den Türkiye’ye yönelik taziye mesajının gecikmesi nedeniyle olmuştur.[15] Biden, ayrıca, 2019 yılı Aralık ayında New York Times gazetesi editörlerine verdiği bir röportajda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “otokrat” olarak nitelendirmiştir.[16] Sonuç olarak, Türkiye’de Sabancı Üniversitesi’nde çalışan Amerikalı akademisyen Adam McConnel’ın da belirttiği üzere, Biden’ın Türkiye’ye yönelik önyargıları ve olumsuz fikirleri nedeniyle, Başkan seçilmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinin olumsuz yönde gelişebileceğinden endişe edilmektedir.[17]
Ç-) Suriye Sorunu ve Kürtlere Bakış: ABD Başkan adayı Joe Biden, Suriye içsavaşı süresince Türkiye’nin bu ülkeye yönelik olarak uyguladığı politikaları eleştirmektedir. Örneğin, Biden, 2014 yılı Ekim ayında, “Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Beşar Esad’la savaşması için dünyanın birçok farklı bölgesinden gelen El Kaide ile bağlantılı cihatçı radikal unsurlara milyonlarca dolar ve on binlerce ton silah desteği sağladılar” açıklamasını yaparak, radikal İslami hareketlere ve Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik tepkisini belli etmiştir.[18] Ancak Biden, daha sonra bu açıklaması nedeniyle Türkiye’den özür dilemiştir. Biden, daha yakın tarihlerde, Başkan Trump’ın Suriye’den asker çekme politikasını da eleştirmiş ve bu karar nedeniyle bölgede IŞİD’in yeniden güçlenebileceğini ve Türkiye’nin ABD müttefiki Kürtlere yönelik sert politikalar geliştirebileceğini söylemiştir.[19]
 


Joe Biden ve Mesud Barzani

Bir anlamda 44. ABD Başkanı Barack Obama’nın siyasi mirasını sürdürmek amacındaki ABD Başkan adayı Joe Biden, görev yaptığı dönemde Türk muhataplarıyla yaptığı görüşme ve konuşmalarda, IŞİD ve PKK’yı terör örgütleri ve ortak düşmanlar olarak işaret ederken, PYD/YPG konusunda genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir.[20] Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını anladığını belirten Biden[21], buna karşın seçilirse bölgedeki 1.000 kadar Amerikan askerini tutmaya devam edeceğini ve IŞİD’e karşı savaşan Kürtleri koruyacağını söylemiştir.[22] Ayrıca, Biden, 2015 yılında dönemin Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Beyaz Saray ziyaretinde, ona “Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek” ifadesiyle hitap ederek, Kürt Devleti’nin kurulmasına gayet sıcak yaklaştığını göstermiştir.[23]
D-) Rusya’ya Yönelik Sert Duruş: Joe Biden, Rusya’ya karşı ise Donald Trump’tan daha sert politikalar geliştirebilir. Nitekim Rusya’nın Suriye ve Ukrayna müdahalelerini eleştiren Biden, 2015 yılı Aralık ayında Kiev’e gitmiş ve Rusya’nın müdahaleleri nedeniyle zor günler geçiren Ukrayna’ya yönelik Amerikan desteğini göstermek için Ukrayna parlamentosu Rada’da bir konuşma bile yapmıştır.[24] Bu nedenle, Joe Biden’ın olası Başkanlığı döneminde Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ve Rusya ile enerji başta olmak üzere birçok konuda yakın işbirliği içerisine girmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde Trump dönemine kıyasla daha büyük krizler yaratabilir. Bu noktada, Biden ve ABD Kongresi’nin en büyük avantajı ise, Türkiye’ye yönelik CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) yaptırımlarını devreye sokmak olacaktır. Ancak bu da, Türkiye’de büyük tepki çekebilir ve iki müttefiki -ilişkilerin tamamen kopacağı- zor bir döneme sürükleyebilir.
4. Sonuç
Sonuç olarak, anketlere göre büyük ihtimalle yakında ABD Başkanı seçilecek olan Joe Biden, Türk-Amerikan ilişkilerinde krizlerin devam edeceği bir Başkanlık dönemi yapacak gibi gözükmektedir. Bunun nedeni, iki ülkenin çıkarlarının farklılaşması ve Biden’ın Türkiye ile ilgili meselelerde Ankara’nın haksız olduğunu düşünmesidir. Ancak Amerikalı üst düzey siyasetçilerin tamamının pragmatizmle yoğrulmuş oldukları ve ülkelerinin çıkarlarına göre hareket ettikleri düşünülürse, seçim döneminde söylenen sözler ya da atılan yumrukların çok da bir önemi yoktur. Önemli olan, seçim sonrasında atılacak somut adımlardır. Bu konuda da, Türkiye, güçlü diplomasisi ve yaşatılmaya çalışılan demokratik sistemiyle Biden’ı etkileyebilir ve onun fikirlerini müspet yönde değiştirebilir. Ayrıca Donald Trump’ın seçimi kaybedeceği de kesin değildir; hatta son dönemde, Trump, aradaki farkı kapatmaya başlamıştır. Bu nedenle, Ankara için seçim sonucunu beklemek ve seçimin ardından tartışmalı konuları uzlaşmayla çözmeye çalışmak en doğru yöntemdir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

DİPNOTLAR:
 
[1] Joe Biden’ın Başkan adaylığı web sitesi için; https://joebiden.com/.
      Twitter hesabı için; https://twitter.com/joebiden.
[2] BBC Türkçe (2020), “ABD Başkanlık seçimleri: Anketlerde hangi aday önde görünüyor?”, 13.08.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53759256.
[3] Joe Biden’ın biyografisi şu kaynaklardan derlenmiştir:
https://joebiden.com/joes-story/
https://en.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://tr.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052
https://www.npr.org/sections/itsallpolitics/2015/10/21/450547349/5-things-to-know-about-joe-biden
[4] Time dergisinin o haberi için bakınız; http://content.time.com/time/magazine/article/0,9171,879402,00.html.
[5] Biden’ın o dönemde yaptığı önemli bir konuşma için bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=8BhIAtgfUiU.
[6] Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, rakibi Biden’a “Sleepy Joe” (Uykulu Joe) lakabını takmış ve onun gaflarını seçim öncesinde aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=sGZD7-El4xE.
[7] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[8] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[9] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[10] Ozan Örmeci (2014), “Biden’s Historic Visit and Cyprus Settlement Talks”, Uluslararası Politika Akademisi, 22.05.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2014/05/22/bidens-historic-visit-and-cyprus-settlement-talks/.
[11] Ramsen Shamon (2020), “Biden pledges to recognize 1915 Armenian genocide”, 24.04.2020, Politico, Erişim Tarihi. 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.politico.com/news/2020/04/24/biden-armenian-genocide-207587.
[12] Bakınız; https://anca.org/press-release/joe-biden-calls-for-reaffirmation-of-u-s-record-on-the-armenian-genocide/.
[13] Uğur Dündar (2020), “ABD başkanı kim olacak?”, Sözcü, 12.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/abd-baskani-kim-olacak-5869614/.
[14] David Dolan (2016), “Vice President Biden chides Turkey over freedom of expression”, Reuters, 22.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.reuters.com/article/us-usa-turkey-biden-idUSKCN0V01PC.
[15] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[16] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[17] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[18] Gopal Ratnam (2014), “Joe Biden Is the Only Honest Man in Washington”, Foreign Policy, 07.10.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://foreignpolicy.com/2014/10/07/joe-biden-is-the-only-honest-man-in-washington/.
[19] Tom McCarthy (2020), “Biden warns Isis fighters will strike US over Syria withdrawal”, The Guardian, 16.10.2019, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/us-news/2019/oct/15/biden-isis-syria-attack-trump-withdrawal-warning.
[20] Hürriyet (2016), “Joe Biden PKK’ya vurdu, PYD’ye sustu”, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/joe-biden-pkkya-vurdu-pydye-sustu-40044458.
[21] Ken Bredemeier (2016), “Biden: US Recognizes Kurdish Threat to Turkey”, VOA News, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.voanews.com/middle-east/biden-us-recognizes-kurdish-threat-turkey.
[22] North Press Agency (2020), “Joe Biden vows to protect the Syrian Kurds in case he wins the U.S. presidential elections”, 12.03.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://npasyria.com/en/blog.php?id_blog=2008&sub_blog=10&name_blog=Joe%20Biden%20vows%20to%20protect%20the%20Syrian%20Kurds%20in%20case%20he%20wins%20the%20U.S.%20presidential%20elections.
[23] Sputnik Türkiye (2015), “Biden’dan Barzani’ye: Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek”, 18.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/abd/201505181015530099/.
[24] Newtimes.az (2015), “Biden’ın Kiev Mesajları”, 27.12.2015, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2015/12/27/bidenin-kiev-mesajlari/.

Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) –