TRUMP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TRUMP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2021 Cumartesi

Abraham Anlaşmalarının Birinci Yıldönümü Yaklaşırken

 Abraham Anlaşmalarının Birinci Yıldönümü Yaklaşırken




Yazan  Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 
28 Ağustos 2021


    Trump, Uluslararası düzeni allak bullak etti. Ama hasır altına süpürülmüş bazı konuların gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Bilinçaltına sıkışmış duygu ve düşüncelerin söyleme yansımasını ve eteklerdeki tüm taşların dökülmesini sağladı.
Uluslararası ticarette korumacılığı hortlattı. Dünya Ticaret Örgütünü işlevsizleştirip, ticaret savaşlarını meşrulaştırdı. Kötü örneğin de pek ala örnek olabileceğini ispatladı. Meğer ona özenen ne çok dünya lideri varmış! Taliban ile müzakere masasına oturmasının sonuçlarını Afganistan’dan yayılan etki ile daha fazla göreceğiz. Ama terör örgütlerini kuran ABD nin onlarla zaten anlaşabileceğini de gösterdi.



Trump ABD ve dünya için bir talihsizlikti. Ama nasıl yaptıysa Arap dünyası ile İsrail arasında kurulamaz sanılan köprülerin inşaatını başlattı. Geçen yıl 15 Eylül BAE ve Bahreyn dışişleri bakanları ile İsrail başbakanı White House’ta buluştuklarında, bunun gerçek mi, yoksa kurgu mu olduğunu düşündük. Yoksa bir seçim tiyatrosu muydu? Oysa şimdi Abraham Anlaşmalarının birinci yıl dönümü yaklaşırken olumlu gelişmelerin hem Arap Orta Doğu, hem de Türkiye’nin bölgedeki rolü açısından değerlendirilmesi önemli.

İvmesi Güçlü bir Hevesin Peşinden    

Hatırlanacak olursa BAE İsrail ile ilişkileri normalleştirme anlaşmasını, 13 Ağustos 2020 de imzalamış, turizm, ticaret, teknoloji paylaşımı ve başka birçok alanda ikili işbirliğine kapı aralamıştı. Bahreyn’i de kucaklayan 15 Eylül anlaşmasını takiben, daha önce İsrail ile resmi ilişkisi olmayan Sudan’ın 26 Eylül 2020 de, Fas’ın ise Aralık 2020 de“Normalleşme”Anlaşmalarını imzalamaları önemliydi. Abraham anlaşmaları bölgede kendi köşesine sıkışıp kalmış İsrail için ufku geniş bir açılım, anlaşmaya taraf olan ülkeler için İsrail ile ilişki fırsatı, Orta Doğu için ise yeni bir düzen umuduydu. Aradan geçen bir yıl içinde Netanyahu ve Trump seçim kaybetti.  İsrail ve Filistin ilişkilerinde gerilim özellikle Gazze’de hala sürüyor. Buna rağmen Abraham anlaşmaları, İsrail’in BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas ile olan ilişkileri açısından semere vermeye başladı. BAE, Tel Aviv’de büyükelçilik açtı. İsrail ve BAE ekonomik ilişkileri özel sektör girişimleri ile adeta gökyüzüne merdiven dayamış gibi. İkili ticaret fevkalade canlanmış durumda, BAE İsrail’de büyük yatırımlar yapıyor. Özellikle İsrail’in Akdeniz’deki doğal gaz kuyularındaki çıkarım, BAE nin ilgi alanı. Son bir yıl içinde on binlerce İsraillinin BAE ni ziyaret etmesi, Dubai’de dindar Yahudilerin inançlarına uygun yemekleri menülerine alan otel ve restoranların sayılarının artması, hem ikili ilişkilerin iyi yolda olduğunun, hem de farklı tercihlere saygının göstergesi[1].

Bahreyn zaten İsrail ile ilişkilerini 2000 den beri sessiz sedasız yürütüyor, bunun için neredeyse yüz yılı aşkın bir zamandır ülkede bulunan Musevilerin de desteğini seferber ediyordu. Bu nedenle normalleşme anlaşmasının imzalanmasını müteakiben Bahreyn ticaret bakanı Kudüs’ü ziyaret ederek, ticari ilişkileri resmi hale getirdi. Tel Aviv’e yeni büyükelçi atadı. O gün bugündür, Bahreyn-İsrail ticari ilişkileri de gelişmeye devam ediyor.

Biden Yönetiminin Abraham Sürecine Yaklaşımı

Görevi Trump’dan Ocak 2021 de devir alan Biden yönetiminin Abraham anlaşmalarını desteklediğini açıklaması ile ABD'nin Orta Doğu politikası İsrail ekseni etrafında şekillenmeye başladı. BAE ye F35 satışlarının onaylanması ve Fas’a Batı Sahra anlaşmazlığında söz üstünlüğü ve egemenlik hakkı tanınması, Fas’ı da İsrail ile işbirliği konusunda daha heveslendirdi.Bu arada Fas limanlarında Türkiye’den gelen kargo gemilerine boşaltma izni verilmemesi tesadüf müydü? Ama Arap ülkeleri ile gerilen ilişkilerin Mağrip’ deki örneği oldu. Aslında Afganistan ile yeniden toz duman altında kalan Orta Doğu’da Abraham anlaşmalarının yeni ülkelere genişlemesi ile ilgili belirsizlikler sürüyor.Tabii anlaşmaya taraftar olması en fazla istenen ülke Suudi Arabistan.  Suudi Arabistan, şimdilik 2002 yılında Kral Abdullah tarafından imzalanan Arap Barış Girişiminde (Arab Peace Initiative) yer alan, İsrail ile diplomatik ilişki kurması için Filistin-İsrail barış anlaşmasını ön koşul olarak öne sürmeye devam ediyor. Bununla birlikte, Filistin konusuna karşı pekte duyarlı olmayan Suudi yönetimi şu sıralar İsrail ile ilişkilerini normalleştirme işaretleri vermeye başlamış durumda. Oysa Umman Sultanlığı ve Katar 1990 lı yıllarda bile İsrail’den sulama ve susuz tarım teknikleri öğrenip, gübre ve tohum satın alarak ilişki geliştiren iki Arap ülkesiydi. Bu iki ülke şimdilik henüz ilişkileri anlaşmaya bağlama konusunda istekli görünmüyor. İki basit ayrıntı bu üç Arap ülkesini Abraham anlaşmalarına birkaç adım daha yaklaştırabilir. Artan ve daha da şeytanlaştırılan İran tehdidi ve bu ülkelere Biden yönetiminin başka ne gibi destekler vereceği. Açıkçası, ben Katar hariç bu ülkelerin Türkiye ile aralarına mesafe koymalarının bile Abraham anlaşmaları için bir ön hazırlık olduğunu düşünenlerdenim. Yani İsrail, Arap dünyası için şimdi düşman olmaktan çıkıp, “zoraki dost” Türkiye’ye alternatif olmaya başladı bile.

Geriye Kalan Arap Kaleleri ve Abraham’ın Gücü

İsrail ve ABD şu sıralar, Abraham anlaşmalarını genişletmek için önce Irak ve Tunus’u, sonra Arap olmayan Müslüman ülkelerden Pakistan ve Bangladeş’i düşünüyor olabilir. Son gelişmeler nükleer bir güç olan Pakistan’ı ve uzak coğrafyadaki Endonezya ve Bangladeş ile ilgili girişimleri ertelettirebilir. Ama Irak ve özellikle Kuzey Irak, tarihi Musul- Hayfa petrol boru hattının yeniden tasarlanmasının vereceği ivme ilehızla gündeme gelebilir. İsrail ile halen gayri resmi ilişkilerini sürdüren Umman Sultanlığı, Moritanya, Endonezya ve Katar’ın her an kafileye katılması bence beklenmeyen bir gelişme olmaz[2]. 

Tunus ise Fas gibi bünyesindeki kadim Musevi nüfusun ilişkilere destek vereceği bir başka Mağrip ülkesi. Musevi azınlıkların varlığı, İsrail için de önemli bir tarihi değer olabilir. Ama bir de Tunus’ta yönetim değişti. En Nahda partisinin iktidardan kaymış olması, İsrail’e bir kapı açılmasına yardım edebilir. Tunus’ta şimdi meclis kapalı. Tabii bu demokratik bir anlaşma süreci açısından sakıncalı. Bununla birlikte tüm yetkileri elinde bulunduran Kais Sayid, Tunus’un menfaatine olabilecek bir İsrail-Tunus normalleşme anlaşmasını düşünebilir. Buna kolayca hukuki bir kılıfda bulabilir. Nitekim iktidarı ele geçirmesinin meşru zeminini Tunus Anayasasının 80. Maddesine atfeden Sayid, ülkesinin yakın bir tehlike altında bulunması dolayısı ile gerekli her türlü acil kararı kendisinin vereceğini açıkladı[3].
Tunus için bir Müslüman kardeşler veya hatta Selefi İslam tehdidi zaten var. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik Yasemin devriminin 2011 den sonra çözemediği dertler. Ama Trump’ın ilham verdiği ekonomik korumacılık, şimdi Tunus’u bazı ticari ilişkileri yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Bu bağlamda, Tunus’un her türlü ikili ticari ilişkisini bırakıp, son yıllarda kronik dış ticaret açığı verdiği iddiası ile Tunus-Türkiye Serbest Ticaret ve Ortaklık Anlaşmasını[4] yeniden gözden geçireceğini açıklaması, geçici bir korumacılık önlemi olarak düşünülebilir. Ama 2021 de 3.9 milyar dolara çıkan Tunus’ta bunun sadece 900 milyon dolarlık kısmından sorumlu Türkiye’yi hedef göstermesi, örneğin Çin ve İtalya’ya karşı olan açıklarla ile ilgili herhangi bir atıfta bulunulmaması[5],  Türkiye ile ticaretini İsrail’e kaydırmak için bir basamak olabilir. Bu ise Tunus- İsrail Normalleşme Anlaşmasına kapı aralar.

 Kaynaklar

[1]Gerald M. Feierstein, “Despite strains, the Abraham Accords have proved resilient, but what’s next?” bknz.https://www.mei.edu/blog/monday-briefing-despite-strains-abraham-accords-have-proved-resilient-whats-next
[2]Ron Kampeas( 17 August 2021) “One year on, here’s how the Abraham Accords are holding up”  https://www.timesofisrael.com/one-year-on-heres-how-abraham-accords-agreements-are-holding-up/
[3]“Populist Hero or Demagogue: Who Is Tunisia’s President?” (August 26, 2021) bknz. NewYork Times https://www.nytimes.com/2021/08/26/world/middleeast/tunisia-president-kais-saied.html
[4] Tunus ve Türkiye Ortaklık Anlaşması 2004 yılında imzalanıp, 2005 yılında yürürlüğe girmiş, ticarette tarife ve tarife dışı engeller kaldırılmıştı.Bunun dışında, kamu ihaleleri, tarım ve hizmet ticareti ve yabancı yatırım kuralları da gevşetilmişti.
[5] “Tunisia seeks urgent review of trade agreement with Turkey” (August 20, 2021), https://www.reuters.com/world/middle-east/tunisia-seeks-urgent-review-trade-agreement-with-turkey-2021-08-20/
***

20 Ocak 2021 Çarşamba

ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

 ABD BAŞKAN ADAYI JOE BIDEN’IN TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


ABD BAŞKAN ADAYI, JOE BİDEN, TÜRKİYE HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ,Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ,Trump,Delaware, İrlanda kökenli, Katolik Hıristiyan,
Neilia Hunter, Jill Jacob,Derviş Eroğlu,Mesud Barzani,

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
13 AĞUSTOS 2020  

1. Giriş

3 Kasım 2020 Salı günü düzenlenecek olan 59. ABD Başkanlık seçimlerinde, mevcut Başkan ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın karşısında yarışacak olan Demokrat Parti adayı Joe Biden, Amerikan siyasetinde yarım asırdır var olan ve oldukça sevilen-sayılan bir kişidir. Biden, son günlerde Başkanlık kampanyasına hız vermeye başlamış[1] ve bu hafta Amerikalı siyahi kadın Senatör Kamala Harris’i de Başkan Yardımcısı adayı olarak ilan etmiştir. Biden, anketlerde Başkan Trump’ın epey önünde gözükmekte ve şu an için seçimin favorisi olarak yarışa devam etmektedir.[2] Ancak Joe Biden, ilginç bir şekilde, ABD’nin tarihsel müttefiklerinden olan Türkiye’ye yakın bir siyasetçi olarak bilinmemektedir. 

Bu yazıda, Joe Biden’ın biyografisine ve siyasi kariyerine göz attıktan sonra, kendisinin Türkiye hakkındaki bazı temel görüşlerini özetlemeye çalışacağım.
 

ABD’de yapılan son anketlerde Biden ve Trump’ın destek oranları

2. Joe Biden’ın Biyografisi[3]

20 Kasım 1942 Scranton-Pennsylvania doğumlu olan Joseph Robinette Biden Jr. veya kısaca Joe Biden, İrlanda kökenli Katolik Hıristiyan bir ailenin -ebeveynleri Catherine Eugenia Finnegan Biden ve Joseph Robinette Biden Sr.’dır- 4 çocuğundan ilki olarak İkinci Dünya Savaşı halen devam ederken dünyaya gelmiştir. Ailenin finansal durumu kötü olmamakla birlikte, savaş koşulları nedeniyle o dönemde oldukça zorlanan aile, 1953 yılında Claymont-Delaware’e taşınmıştır. Burada da ekonomik sıkıntıları devam eden aile, birkaç yıl sonra Wilmington-Delaware’e taşınacak ve burada Joseph Robinette Biden Sr.’ın ikinci el araba ticaretinde gösterdiği başarı sayesinde ekonomik açıdan gelişim gösterecektir.
 


Bidenların Delaware’e taşındıkları yıl henüz 10-11 yaşlarında olan Joe Biden
İlkokul, ortaokul ve liseyi Claymont’da okuyarak 1961 yılında mezun olan Joe Biden ise, lise eğitimi sonrasında 1961’de Delaware Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi ve Tarih alanlarında çift anadal eğitimi almaya başlamış ve 1965 yılında bu üniversiteden başarıyla mezun olmuştur. Üniversite öğrenciliği döneminde, Biden, Blue Hens adlı üniversitenin Amerikan futbolu takımında da (defansif takımda) oynamıştır. Biden, ilk karısı eğitimci Neilia Hunter’la da bu dönemde tanışmış ve 1964 yılında onunla evlenmiştir. Ardından Syracuse Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Hukuk eğitimi almaya başlayan ve avukat olarak 1968 yılında mezun olan Joe Biden, 1969 yılında Delaware Barosu’na bağlı olarak Wilmington hukuk firmasında çalışmaya başlamıştır. Biden, Hukuk eğitimini oldukça “sıkıcı” bulduğunu ilerleyen yıllarda söylemiştir.
 


Joe Biden Delaware Üniversitesi’ndeyken
Joe Biden’ın Neilia Hunter’la evliliğinden 3 çocuğu olmuştur: Joseph R. “Beau” Biden (1969), Robert Hunter (1970) ve Naomi Christina (1971). Ancak 1972 yılı Christmas döneminde, tam da Biden ilk kez Senatör olarak seçilmişken, eşi Neilia Hunter ve çocuklarının geçirdiği trafik kazasında, Hunter ve Biden’ın 1 yaşındaki kızı Naomi ölmüş; Biden’ın iki oğlu ise kazayı ağır yaralarla atlatmayı başarmışlardır. Ancak Biden’ın hayatındaki trajediler bu olayla son bulmamıştır; nitekim 2015 yılında Başkan Yardımcısı iken de oğlu Beau Biden, beyin kanseri nedeniyle genç yaşta vefat edecektir.
 

Neilia Hunter ve Joe Biden
Siyasetle üniversite yıllarından itibaren ilgili olan Biden, üniversite öğrenciliğini geçirdiği 1960’larda sivil haklar hareketi savunucusu rahip Martin Luther King Jr., Başkan John F. Kennedy ve onun kardeşi Senatör Robert Kennedy gibi ilerici kişilerden etkilenmiş ve siyasete girme kararı almıştır. Nitekim Demokrat Parti içerisinde hızla yükselen genç Biden, 1970 yılında New Castle County Meclisi’ne seçilmiş, 1973 yılında da Delaware Senatörü olmuştur. O dönemde 31 yaşında ABD tarihinin 6. en genç Senatörü olan Biden, Başkan Yardımcısı olduğu 2009 yılına kadar aralıksız Delaware Senatörü olarak (genelde yüzde 60 civarında oy alarak) görev yapmıştır. Senatörlüğü döneminde, Biden, Hukuk Komitesi Başkanlığı (1987-1995) ve Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı (2001-2003, 2007-2009) gibi önemli görevler üstlenmiş ve kendisini adeta Başkan, Başkan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı gibi en üst düzey görevler için deneyimli ve hazır hale getirmiştir.
 


Biden, Senatör seçildikten sonra yeminini hastane odasında oğlu Beau Biden tedavi görürken yapmak zorunda kalmıştır

Büyük bir trajedi yaşamasına karşın hayata tutunmayı başarması, Joe Biden’ın Amerikan halkı ve kamuoyu nezdinde destek bulmasını sağlamış ve Biden, 1977 yılında öğretmen ve akademisyen Jill Jacobs’la (Jill Biden) ikinci evliliğini yapmıştır. Biden-Jacobs çiftinin 1980 yılında Ashley Biden adlı bir kızları dünyaya gelmiştir. Senatörlüğü döneminde ilerici fikirleriyle gündem olan Biden, 1974 yılında ünlü Time dergisi tarafından “geleceğin 200 önemli yüzü”nden biri olarak lanse edilmiş ve yüksek özgüveni ve hırslı kişiliğinin altı çizilmiştir.[4] Biden, ayrıca, bu dönemde, SALT II yani Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri’ne katılmak için Moskova’ya giden heyet içerisinde yer almış ve ABD ve Sovyetler Birliği arasında varılacak uzlaşma sonucu nükleer silahların azaltılması yönünde aktif çaba göstermiştir. Bunların yanı sıra, Biden, 1970’lerden başlayarak “iklim değişikliği” konusunu ciddiye alan öncü Senatörlerden biri olmuştur. Biden’ın bir diğer önem verdiği konu da kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve kadın hakları olmuştur. 1980’lerde ise, Biden, ülkesinin “apartheid” rejiminin devam ettiği Güney Afrika ile yakın ekonomik ilişkiler geliştirmesine tepki göstermiş ve Cumhuriyetçi Ronald Reagan yönetimiyle ters düşmüştür.[5] Bu sayede, Joe Biden’ın Afrikalı Amerikalılar ve ırkçılık karşıtı çevrelerde prestiji yükselmiştir.
 

Joe Biden ve ikinci eşi Jill Jacobs
Joe Biden, ilk kez 1988 yılında ABD Başkanlığına aday olmuştur. 45 yaşında adaylığını açıklayan Biden, böylelikle John F. Kennedy’den sonra en genç ABD Başkanı olmayı ummuştur. Başkan adaylığı kampanyası döneminde oldukça başarılı olan ve yüksek maddi destek sağlamayı başaran Biden, buna karşın Michael Dukakis’e geçilmiş ve Demokratların Başkan adayı olamamıştır. Ancak Dukakis de, Başkanlık seçimini Cumhuriyetçi George H. W. Bush (baba Bush) karşısında farklı kaybetmekten kurtulamamıştır. 1988 yılından beyniyle ilgili ciddi sağlık sorunları da atlatan Biden, buna karşın yılmadan siyasi kariyerine devam etmiş ve özellikle 2000’lerin başında ABD Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olunca Amerikan toplumu ve uluslararası kamuoyunca daha iyi tanınır hale gelmiştir. Biden’ın 1990’larda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Boşnak ve Hırvatlara yönelik işlenen savaş suçlarının araştırılması ve ABD’nin bu bölgeye yönelik insani müdahale politikaları geliştirmesi yönünde yaptığı siyasi baskılar da, onun, Müslüman dünyasında destek bulmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim Biden, 1999-2000 döneminde Başkan Bill Clinton’ın kararıyla yapılan Kosova müdahalesini de açıkça desteklemiştir. 11 Eylül (9/11) faciası sonrasında Başkan George W. Bush’un (oğul Bush) başlattığı “teröre karşı savaş”a da destek olan Biden, Başkan Bush dönemindeki 2003 Irak Savaşı’na da destek vermiştir. Ancak Biden, savaşın ardından ve güncel tarihli Demokrat Parti ön seçimlerinde, Irak Savaşı’na yönelik eleştirel söylemlerde bulunmuştur.
 


Barack Obama ve Joe Biden
Joe Biden, ikinci defa 2008 yılında ABD Başkanlığı için adaylığını açıklamıştır. Kampanyası döneminde Irak Savaşı’nı ve ABD’nin Ortadoğu politikasını eleştiren Biden, buna karşın anketlerde çok iyi performans gösteremeyince (o dönemde önseçimlerde 5. sırada yer alıyordu), o dönemin hızla yükselen siyasal yıldızı Barack Obama lehine Başkan adaylığından çekilmiş ve Obama’nın Başkan Yardımcısı adayı olmuştur. ABD tarihinin 47. Başkan Yardımcısı olarak Cumhuriyetçi John McCain’i geçen Barack Obama ile 8 yıl boyunca gayet uyumlu çalışan Joe Biden, ABD’nin bu dönemdeki başarılarına ortak olmuştur. 2016 yılında Başkan adayı olması beklenen Biden, buna karşın aday olmamış ve ABD’nin ilk kadın Başkanı olmak için yola çıkan favori aday Hillary Clinton’ın adaylığını desteklemiştir. Clinton’ın Cumhuriyetçi aday Donald Trump tarafından mağlup edilmesi sonrasında yeniden gözlerin çevrildiği Joe Biden, bu dönemde aktif siyasetten uzak kalmış; ancak Başkan Trump’ı eleştiren açıklamalar yapmaktan da geri durmamıştır. 2020 seçimi öncesinde üçüncü defa Başkan adaylığını açıklayan Biden, önseçimlerde başlarda oldukça arkada kalmasına karşın, Vermont Senatörü ve aşırı sol/sosyalist çizgideki Bernie Sanders’ın hızlı çıkışı karşısında partideki merkez çevrelerde yeniden umut haline gelmiş ve neticede önseçimi kazanarak, ABD’nin en yaşlı Başkanı olmak için seçime girmiştir.
 


Joe Biden ve Kamala Harris
ABD Başkan adayı Joe Biden’ın siyaset kariyerinin ve siyasal eğilimlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse; (iyi özellikleri olarak) çok tecrübeli, dış politikada bilgili, liberal sol eğilimli ve merkeze yakın bir figür olduğu, Afrikalı Amerikalılar ve azınlıklardan çok destek aldığı, Amerikan halkınca çok iyi tanındığı ve genel olarak sevgi ve saygı uyandırdığı ve ilerici fikirleri savunmaktan (örneğin eşcinsel evliliklerinin yasalaşması) korkmadığı, ancak (kötü özellikleri olarak) epey yaşlı ve dinamik olmayan bir yapıda olduğu, sık sık konuşmalarında gaf yapabildiği/pot kırabildiği[6], dış politikada zaman zaman gerçeklerden ziyade ideallerin peşinden sürüklendiği ve Türkiye’ye pek sıcak yaklaşmadığı gibi yorumlar yapılabilir.

3. Joe Biden’ın Türkiye Hakkındaki Görüşleri

A-) Rum/Yunan Lobisine Yakınlık ve Kıbrıs Sorunu’nda Çözüm İradesi: Joe Biden, Yunan-Rum lobisine yakın bir isim olarak bilinmektedir. Bu, içi boş bir söz veya haksız bir suçlama değildir; nitekim ünlü İngiliz medya kuruluşu BBC de Biden’ı bu şekilde lanse etmiştir.[7] Bunun sebebi ise, Biden’ın on yıllar boyunca Senatörlük yaptığı Delaware’de yoğun Yunan-Rum nüfusun yaşaması ve Biden’ın uluslararası hukuk gereğince Kıbrıslı Rumların 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye tarafından mağdur edildiğini düşünmesidir.[8] Biden, Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeyken Kıbrıs Sorunu’nun çözülememesinden Türkiye’yi sorumlu tutan bazı açıklamalar da yaparken, ayrıca 1999 yılında Türkiye’ye yönelik 5 milyar dolarlık yardım paketinin serbest bırakılmasını da Dış İlişkiler Komitesi Başkanı olarak veto etmiştir.[9]
 


Joe Biden-Derviş Eroğlu
Bunların yanı sıra, Joe Biden, 2014 yılı Mayıs ayında Kıbrıs’a gelerek tarihi bir ziyarette bulunmuş ve her iki toplum lideri veya Devlet Başkanı ile de (Güney Kıbrıs Rum Kesimi Devlet Başkanı Nikos Anastadiades ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu) bir araya gelerek, Kıbrıs’ta çözüm yönündeki istencini tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.[10] Ancak bence hem Kıbrıs’taki durum Sayın Biden’ın anladığı kadar basit değildir (Nitekim 2004 yılında düzenlenen Annan Planı referandumunda adadaki çözümü Kıbrıslı Rumlar engellemiş ve burada yaşayan Türkleri adeta “apartheid” rejimine benzer şekilde ekonomik ve siyasi ambargolarla yaşamaya mahrum bırakmışlardır), hem de Türkiye gibi önemli bir NATO ve ABD müttefikinin Kıbrıs’taki askeri varlığı -Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin NATO üyesi olmadığı ve Rusya’ya yakın olduğu da düşünülürse- Washington ve genel olarak Batı dünyası için önemli bir kazanımdır.

B-) Ermeni Meselesi: Joe Biden, ABD’deki Ermeni toplumunca da aktif olarak desteklenen bir isimdir. Bunun sebebi, Biden’ın 1915 yılında yaşanan trajik olayları “soykırım” olarak değerlendirmesi ve ülkesinin bu olayları “soykırım” olarak tanıması yönünde aktif çaba içerisine girmesidir. Nitekim Biden, Başkan seçilirse Ermeni Soykırımı’nı tanıyacağını açıkça ilan etmiştir.[11]
 


Joe Biden’ın Ermeni Sorunu’nda Senatör ve Başkan Yardımcısı olarak yaptıkları
Kaynak: Amerika Ermeni Ulusal Komitesi – ANCA[12]
Elbette, Başkan seçilirse, deneyimli bir siyasetçi olan Joe Biden’ın reelpolitik dengelere göre hareket etmesini beklemek daha doğru olur. Nitekim Başkan Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde (2009-2017), Obama-Biden ikilisi, Ermeni Soykırımı’nı tanımaya yönelik yasa tasarılarının geçmesine birlikte engel olmuşlar ve “soykırım” ifadesi yerine “Meds Yeghern” (Büyük Felaket) terimini kullanmayı tercih etmişlerdir. Ancak herşeye rağmen, Demokrat Başkan adayının tarihi açıdan tartışmalı meselelere bu kadar tarafgir yaklaşıyor olması, kuşkusuz, Türkiye, Azerbaycan, Türk dünyası ve hatta İslam dünyasında kendisine yönelik tepkileri arttıracak ve Başkan Trump’ın dış desteğini ve kazanma ihtimalini yükseltecektir. Dahası, uluslararası hukuka saygılı bir politikacı olan Joe Biden, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını görmezden gelerek, Kıbrıs Sorunu’ndaki duruşuyla da çelişir bir görüntü sergilemekte ve bu şekilde “Türk düşmanı” olarak algılanma riski yaşamaktadır.

C-) Türkiye’ye Eleştirel Yaklaşım: Demokrat Başkan adayı Joe Biden’ın tarihsel bir Amerikan müttefiki olan Türkiye’ye yönelik siyaseten pek de sıcak yaklaşmadı ğı düşünülmektedir. Örneğin, ünlü gazeteci Uğur Dündar, Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi (1979-1989) Şükrü Elekdağ ile özel bir görüşme yaparak kaleme aldığı yakın tarihli bir köşe yazısında, Elekdağ’ın kendisine, Biden’ın Senatörlük günlerinden itibaren Yunanistan’a ve Rumlara yakın bir siyasetçi olduğunu ve Elekdağ’ın Büyükelçilik döneminde yaptığı tüm çabalara rağmen, Biden’ın -Rum seçmenlerinin de etkisiyle- görüşlerini değiştirmediğini söylediğini yazmıştır. [13]
 


Joe Biden ve Recep Tayyip Erdoğan
Biden, 2016 yılı Ocak ayında yaptığı Türkiye ziyaretinde de, bu ülkedeki ifade özgürlüğü kısıtlamalarını eleştirmiş ve Türkiye’nin uyguladığı politikalarla Müslüman bir demokrasi modeli olmaktan hızla uzaklaştığının altını çizmiştir.[14] Biden, Türkiye’nin bu şekilde baskıcı politikalar izlemesinin diğer Ortadoğu ülkelerine de olumsuz etki yaptığını belirterek, medya, akademik ve internet özgürlüklerine vurgu yapmıştır. Biden’ın eleştirileri, aslında Türkiye’de CHP ve İYİ Parti gibi muhalif partilerce ifade edilen görüşlerle benzer olmasına karşın, bunun başka bir ülkenin üst düzey devlet adamlarınca yapılması, Türk toplumunda zaman zaman tepki çekebilmektedir. Buna karşın, Biden, Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’yi oldukça sık (4 defa) ziyaret etmiş (Aralık 2011, Kasım 2014, Ocak 2016 ve Ağustos 2016) ve ziyaretlerinde nazik bir üslup kullanmaya özen göstermiştir. Ayrıca, Biden, Türkiye’den iki defa özür de dilemiştir. Bu özürlerden ilki, Biden’ın 2014’te Harvard Kennedy School’da yaptığı konuşmada Türkiye’yi Suriye’de radikal İslami hareketlere destek veren “sorunlu bir müttefik” olarak tanımlaması nedeniyle, ikincisi de son Türkiye ziyaretinde 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından ABD’den Türkiye’ye yönelik taziye mesajının gecikmesi nedeniyle olmuştur.[15] Biden, ayrıca, 2019 yılı Aralık ayında New York Times gazetesi editörlerine verdiği bir röportajda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “otokrat” olarak nitelendirmiştir.[16] Sonuç olarak, Türkiye’de Sabancı Üniversitesi’nde çalışan Amerikalı akademisyen Adam McConnel’ın da belirttiği üzere, Biden’ın Türkiye’ye yönelik önyargıları ve olumsuz fikirleri nedeniyle, Başkan seçilmesi durumunda Türk-Amerikan ilişkilerinin olumsuz yönde gelişebileceğinden endişe edilmektedir.[17]
Ç-) Suriye Sorunu ve Kürtlere Bakış: ABD Başkan adayı Joe Biden, Suriye içsavaşı süresince Türkiye’nin bu ülkeye yönelik olarak uyguladığı politikaları eleştirmektedir. Örneğin, Biden, 2014 yılı Ekim ayında, “Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Beşar Esad’la savaşması için dünyanın birçok farklı bölgesinden gelen El Kaide ile bağlantılı cihatçı radikal unsurlara milyonlarca dolar ve on binlerce ton silah desteği sağladılar” açıklamasını yaparak, radikal İslami hareketlere ve Türkiye’nin Suriye politikasına yönelik tepkisini belli etmiştir.[18] Ancak Biden, daha sonra bu açıklaması nedeniyle Türkiye’den özür dilemiştir. Biden, daha yakın tarihlerde, Başkan Trump’ın Suriye’den asker çekme politikasını da eleştirmiş ve bu karar nedeniyle bölgede IŞİD’in yeniden güçlenebileceğini ve Türkiye’nin ABD müttefiki Kürtlere yönelik sert politikalar geliştirebileceğini söylemiştir.[19]
 


Joe Biden ve Mesud Barzani

Bir anlamda 44. ABD Başkanı Barack Obama’nın siyasi mirasını sürdürmek amacındaki ABD Başkan adayı Joe Biden, görev yaptığı dönemde Türk muhataplarıyla yaptığı görüşme ve konuşmalarda, IŞİD ve PKK’yı terör örgütleri ve ortak düşmanlar olarak işaret ederken, PYD/YPG konusunda genelde sessiz kalmayı tercih etmiştir.[20] Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını anladığını belirten Biden[21], buna karşın seçilirse bölgedeki 1.000 kadar Amerikan askerini tutmaya devam edeceğini ve IŞİD’e karşı savaşan Kürtleri koruyacağını söylemiştir.[22] Ayrıca, Biden, 2015 yılında dönemin Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Beyaz Saray ziyaretinde, ona “Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek” ifadesiyle hitap ederek, Kürt Devleti’nin kurulmasına gayet sıcak yaklaştığını göstermiştir.[23]
D-) Rusya’ya Yönelik Sert Duruş: Joe Biden, Rusya’ya karşı ise Donald Trump’tan daha sert politikalar geliştirebilir. Nitekim Rusya’nın Suriye ve Ukrayna müdahalelerini eleştiren Biden, 2015 yılı Aralık ayında Kiev’e gitmiş ve Rusya’nın müdahaleleri nedeniyle zor günler geçiren Ukrayna’ya yönelik Amerikan desteğini göstermek için Ukrayna parlamentosu Rada’da bir konuşma bile yapmıştır.[24] Bu nedenle, Joe Biden’ın olası Başkanlığı döneminde Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ve Rusya ile enerji başta olmak üzere birçok konuda yakın işbirliği içerisine girmesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde Trump dönemine kıyasla daha büyük krizler yaratabilir. Bu noktada, Biden ve ABD Kongresi’nin en büyük avantajı ise, Türkiye’ye yönelik CAATSA (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası) yaptırımlarını devreye sokmak olacaktır. Ancak bu da, Türkiye’de büyük tepki çekebilir ve iki müttefiki -ilişkilerin tamamen kopacağı- zor bir döneme sürükleyebilir.
4. Sonuç
Sonuç olarak, anketlere göre büyük ihtimalle yakında ABD Başkanı seçilecek olan Joe Biden, Türk-Amerikan ilişkilerinde krizlerin devam edeceği bir Başkanlık dönemi yapacak gibi gözükmektedir. Bunun nedeni, iki ülkenin çıkarlarının farklılaşması ve Biden’ın Türkiye ile ilgili meselelerde Ankara’nın haksız olduğunu düşünmesidir. Ancak Amerikalı üst düzey siyasetçilerin tamamının pragmatizmle yoğrulmuş oldukları ve ülkelerinin çıkarlarına göre hareket ettikleri düşünülürse, seçim döneminde söylenen sözler ya da atılan yumrukların çok da bir önemi yoktur. Önemli olan, seçim sonrasında atılacak somut adımlardır. Bu konuda da, Türkiye, güçlü diplomasisi ve yaşatılmaya çalışılan demokratik sistemiyle Biden’ı etkileyebilir ve onun fikirlerini müspet yönde değiştirebilir. Ayrıca Donald Trump’ın seçimi kaybedeceği de kesin değildir; hatta son dönemde, Trump, aradaki farkı kapatmaya başlamıştır. Bu nedenle, Ankara için seçim sonucunu beklemek ve seçimin ardından tartışmalı konuları uzlaşmayla çözmeye çalışmak en doğru yöntemdir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

DİPNOTLAR:
 
[1] Joe Biden’ın Başkan adaylığı web sitesi için; https://joebiden.com/.
      Twitter hesabı için; https://twitter.com/joebiden.
[2] BBC Türkçe (2020), “ABD Başkanlık seçimleri: Anketlerde hangi aday önde görünüyor?”, 13.08.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53759256.
[3] Joe Biden’ın biyografisi şu kaynaklardan derlenmiştir:
https://joebiden.com/joes-story/
https://en.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://tr.wikipedia.org/wiki/Joe_Biden
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052
https://www.npr.org/sections/itsallpolitics/2015/10/21/450547349/5-things-to-know-about-joe-biden
[4] Time dergisinin o haberi için bakınız; http://content.time.com/time/magazine/article/0,9171,879402,00.html.
[5] Biden’ın o dönemde yaptığı önemli bir konuşma için bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=8BhIAtgfUiU.
[6] Nitekim ABD Başkanı Donald Trump, rakibi Biden’a “Sleepy Joe” (Uykulu Joe) lakabını takmış ve onun gaflarını seçim öncesinde aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Bakınız; https://www.youtube.com/watch?v=sGZD7-El4xE.
[7] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[8] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[9] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[10] Ozan Örmeci (2014), “Biden’s Historic Visit and Cyprus Settlement Talks”, Uluslararası Politika Akademisi, 22.05.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2014/05/22/bidens-historic-visit-and-cyprus-settlement-talks/.
[11] Ramsen Shamon (2020), “Biden pledges to recognize 1915 Armenian genocide”, 24.04.2020, Politico, Erişim Tarihi. 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.politico.com/news/2020/04/24/biden-armenian-genocide-207587.
[12] Bakınız; https://anca.org/press-release/joe-biden-calls-for-reaffirmation-of-u-s-record-on-the-armenian-genocide/.
[13] Uğur Dündar (2020), “ABD başkanı kim olacak?”, Sözcü, 12.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/abd-baskani-kim-olacak-5869614/.
[14] David Dolan (2016), “Vice President Biden chides Turkey over freedom of expression”, Reuters, 22.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.reuters.com/article/us-usa-turkey-biden-idUSKCN0V01PC.
[15] BBC Türkçe (2020), “Joe Biden kimdir: Türkiye’den iki kez özür dileyen ve ABD’de Yunan lobisine yakınlığıyla bilinen Demokrat başkan adayı”, 09.06.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52973052.
[16] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[17] Adam McConnel (2020), “ANALYSIS – Joe Biden confronts Turkey in the vast external realm”, AA, 29.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.aa.com.tr/en/analysis/analysis-joe-biden-confronts-turkey-in-the-vast-external-realm/1857519.
[18] Gopal Ratnam (2014), “Joe Biden Is the Only Honest Man in Washington”, Foreign Policy, 07.10.2014, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://foreignpolicy.com/2014/10/07/joe-biden-is-the-only-honest-man-in-washington/.
[19] Tom McCarthy (2020), “Biden warns Isis fighters will strike US over Syria withdrawal”, The Guardian, 16.10.2019, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.theguardian.com/us-news/2019/oct/15/biden-isis-syria-attack-trump-withdrawal-warning.
[20] Hürriyet (2016), “Joe Biden PKK’ya vurdu, PYD’ye sustu”, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/joe-biden-pkkya-vurdu-pydye-sustu-40044458.
[21] Ken Bredemeier (2016), “Biden: US Recognizes Kurdish Threat to Turkey”, VOA News, 23.01.2016, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://www.voanews.com/middle-east/biden-us-recognizes-kurdish-threat-turkey.
[22] North Press Agency (2020), “Joe Biden vows to protect the Syrian Kurds in case he wins the U.S. presidential elections”, 12.03.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://npasyria.com/en/blog.php?id_blog=2008&sub_blog=10&name_blog=Joe%20Biden%20vows%20to%20protect%20the%20Syrian%20Kurds%20in%20case%20he%20wins%20the%20U.S.%20presidential%20elections.
[23] Sputnik Türkiye (2015), “Biden’dan Barzani’ye: Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek”, 18.05.2020, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: https://tr.sputniknews.com/abd/201505181015530099/.
[24] Newtimes.az (2015), “Biden’ın Kiev Mesajları”, 27.12.2015, Erişim Tarihi: 13.08.2020, Erişim Adresi: http://politikaakademisi.org/2015/12/27/bidenin-kiev-mesajlari/.

Uluslararası Politika Akademisi – (UPA) – 

18 Eylül 2020 Cuma

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2

 IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 2


2. DİNİ DAYATMACILIK, YAYILMACILIK VE BÜYÜK İSRAİL

Eski Türkiye mütedeyyin insanların yaşadığı Tanrı ile arasına gereksiz insan, cemaat ve dinci grupların girmediği inancını asaleti ile yaşayan insanların bulunduğu bir Türkiye idi. İslam’ı gerçek mecrasından çıkaran Emevi anlayışı ile güçlü bir şekilde mücadele edilirken ülke şimdilerde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, dinci grupların devleti ele geçirmek için kıyasıya mücadele ettiği bir noktaya gelmiştir. Gözleri örtülü gruplar bu arada Hıristiyanlığın yükselişini görememişlerdir. Fıkhi ve İtikadi mezhepler ve bunların kolları arasındaki tartışmalar, tarikatlar ve onların bölümleri içindeki anlamsız siyasallaşma ve şirketleşme hareketleri Müslüman Kardeşler ideolojisi, daha da ilerisi bir Müslüman ülkenin mezhep olduğu tam olarak ifade edilemeyen Vahhabiliği ülkenin dini olarak kabul edip Müslümanlar arasında yayma isteği ve diğer bazı meseleler, İslam’ı bir mezhebe göre Cennet gidebilirsin, diğer bir mezhebe göre de Cehenneme gideceksin noktasına getirmiştir.  Sözde TANRI’nın varlığına inananların İslam’ı böylesine çığırından çıkarmaları İslam adına utanç vericidir.  İslam’ın mukaddes saydığı değerleri hiçe saymak, terör orduları kurmak, insanlığa karşı suç işlemek, adam öldürmek, şehirleri yakıp yıkmak ve de Hıristiyan dünyasından savaş makineleri almak İslam bu mudur?

Hıristiyan dünyasında neler oluyor? Aslında Ortadoğu konusunda yazılanlar, çizilenler, konferanslar, siyasi söylemlerin Hıritiyan’ların dünyaya bakış açılarından değerlendirilmesi doğru olur kanaatindeyim… Bu Hıristiyan ve Yahudi alem ne yapmak istiyor? Nereye nasıl gitmek istiyorlar? Müslümanları içinden çıkılamaz bir hale getirdikten sonra amaçlarını gerçekleştrmek için önlerinde kalan engel nedir? Neye inananarak dünyayı değiştirmek istiyorlar? Eski Ahit, Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes, Vadedilmiş Topraklar, Ahit Sandığı, Kutsal Kâse, Armageddon, Metodistler, Neoconlar, Evanjelistler ve Mesih…

‘’Rab’bin Yeşu’ya buyruğudur:1.RAB, kulu Musa'nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu'ya şöyle seslendi:2. "Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün bu halkla birlikte Şeria Irmağı'nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin.3. Musa'ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum.4. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, büyük Fırat Irmağı'ndan - bütün Hitit ülkesi de içinde olmak üzere - batıdaki Akdeniz'e kadar uzanacak’’.

ABD ve Batılı müteffiklerinin tek gayesi kendilerine yol gösterdikleri sandıkları Tevrat ve İncil’den esinlenerek Ortadoğu’da bulunan ülkeleri ve Türkiye’yi parçalamak, bölmek, yok etmek ve de Türk’leri geldikleri yere Orta Asya’ya göndermek için ayak oyunları dâhil her türlü desiseyi politika sahnesine sürmüşlerdir. ABD ve geleneklerine sadakatla bağlı olan batılı devletlerin dini konularda ciddi yaklaşımları olduğu bilinen bir gerçektir. Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Püritenler, Metodistler, Mormonlar, Neoconlar, Evanjelistler ABD’de ve de Hıristiyan dünyasında siyasetin şekillenmesinde ve yönetimde papazlarla başlayan halkı bıktıran yönetim biçimlerinden günümüze dek güçlerini kullanarak gelmişlerdir. A. de Tocqueville 1850’li yıllarda ABD demokrasisinin şekillenmesi ve demokratik rejimin gelişiminde dinin ve dini grupların önemine dile getirmiştir. Püritenler ve onların devamı olan Evanjelistler Tanrı ile Hz. İbrahim (MÖ.2000?-MÖ.3000?) arasında yapılan sözleşmenin önemini dikkate alarak din anlayışlarına katı bir çerçeve çizmişlerdir. Peki, ABD Başkanlarından Carter, Nixon, baba-oğul Bush’lar ve Trump’ı destekleyen evanjelizm nedir? Evanjelizm, kesin bir ifadeyle dünyayı Hıristiyanlaştırma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Evanjelizm’de İsa Mesih önemli bir figür olup, Yeni Ahit’te var olduğuna inanılan İsa Mesih’in söylediği ’’ Yeryüzünde ve gökte bütün yetkiler bana verildi. Gidiniz tüm dünyada İncil’i, Hıristiyanlığı yayınız.’’ ifadesiyle ve de benzeri söylemlere dayanarak uzun süredir ABD’deki güçlerin fikir birliği, bütünlüğü içinde dünyayı yeniden kurma yolundaki bir kalkışmadır. Siyonist Hıristiyan hareketi olarak kabul edilen Evanjelizm’e göre İsa Mesih dünyaya ikinci kez geldiğinde Yahudiler ve Evanjelistler kendilerine karşı olanlarla yani Yecüc ve Mecüc ordusuyla savaşacaklar -Armageddon Savaşı, Kudüs’ün 55 Km. kuzeyinde Megiddo Ovası-ve zafer onların olacak ve neticede Büyük İsrail kurulacak devamında da Irak, Suriye başta olmak üzere tüm Arap ülkeleri Büyük İsrail’in hâkimiyetine girecektir. ABD’deki bu yapılar dikkatle izlendiğinde BOP’un, Arap Baharı’nın, K.Afrika’daki isyanların, Ortadoğu’ya terör örgütlerinin yerleştirilmesinin sebebi kolayca anlaşılmaktadır. 27 Kasım 1947’de Kudüs’ün milletlerarası statüde bir şehir olarak kabul edilmesine rağmen, 1187’de S.Eyyubi tarafından Haçlılardan alınan bu kutsal ve kadim şehir İsrail’e adeta hediye edilmek istenmektedir. 

Niçin?

Ne kadar doğrudur bilemem ama New York’taki Özgürlük Anıtı’nın ABD için kutsal görsellerle dolu bir anıt olduğunu biliyor muydunuz? Bu heykelin başında bulunan yedi tacın yedi kıtayı, sağ elindeki meşalenin barış ve huzuru, sol elinde kitap ki, üzerinde 4 Temmuz 1776 ABD bağımsızlık bildirgesinin tarihi yazılıdır ama aslında Kitab-ı Mukaddes’i temsil ettiği ileri sürülmektedir. Sayın A.R.Bayzan’ın Türkiye’de Amerikan Misyonerleri adlı çalışmasının başlangıç bölümünü tüm okurların dikkatine sunuyorum: "ABCFM'ye (The American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Protestan Misyoner Kuruluşu)  göre Türkiye Türklerin değildir. Bir misyonerin ifadesiyle; 'Biz Türkiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türkler bizi istemeyebilir; ama oranın sahibi Türkler değil ki...' Bu güç oyuncularının hiç de acelelerinin olmadığını ve ölümü bile göze aldıklarını belirtmek gerek. Protestan bir misyoner şöyle yazıyor: Hıristiyanlığın en büyük ve en muntazam rakibi İslamiyet'tir. Türkiye en güçlü Müslüman ülkedir. Gerekirse bu amaca ulaşmak için beş yüz sene bekleyeceğiz, nihayet buna muvaffak olacağız. Ve unutmayalım ki, mukaddes hizmetimiz sona erinceye kadar pek çok şehit kanı akıtacağız’’

Bir yanda İslam’ın yüceliğini bir tarafa bırakıp teröristleşen Müslümanlar, bir tarafta krallıklarında aç yatan halkına rağmen sefa içinde yaşayan Müslüman krallar, başkanlar, yöneticiler, diğer taraftan İslam’ı yok etmek için emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olan hükümetler. Ne oluyoruz? Dünya zevkleri ve nimetleri sanırım ahirettekilerden daha hoş geliyor? Başka bir cevabı var mıdır? Diğer yandan Tanrı’nın Hz. İbrahim ile yaptığı anlaşma sonucu Arz-ı Mev’ud-Eretz İsrail- için dünyayı yok etme pahasına savaşmak… Şayet dünyayı yönetenler akıl, bilim ve tarihi geçeklerden uzaklaşarak efsanelerle ülkelerini ve dünyayı yöneteceklerse vay halimize… Türkiye’de yönetimde söz sahibi olsun olmasın tüm siyasilerin, yöneticilerin, yazarçizerlerin, din adamlarının, komutanların ve aydınların bu meseleleri iyi öğrenmeleri geleceğimiz açısından önemlidir. Hele benim dinim kutsaldır diyenler, milliyetçilik konusunda beka ile yatıp beka ile kalkanlar ve halkçılık adına sokaklara dökülenler sizler okuyunuz, okutunuz ki gerçekleri görebilesiniz. Güçlü olamazsanız gelecek kuşakları bir kara deliğin içine atmış olursunuz…

Petrol, Doğalgaz yok, Türkiye’ye uluslararası arenada destek yok, Doğu Akdeniz’de birlikte çalışma isteği yok, Adalar Denizi’nde Yunan’a ses çıkarma yok, Türkiye’nin güney sınırlarındaki teröre şiddetle karşı çıkma aklılarına bile gelmiyor. Ama ülkeye sığınmacı ithalatına destek var. Kimdir Türkiye’nin yanında yer almayan bu ülkeler? Müslüman kardeşlerimiz! Yani ÜMMET!.

Artık bu ümmet sevdasını bir yana bırakarak, bilim adamlarının, vatanseverlerin, monşerlerin, inananların, tarihi gerçekleriyle anlatanların, Türkiye’nin geleceğini doğru tanımlayan insanların sözlerine kulak veriniz. Halk aç, bitap, güvenliğinden ve geleceğinden emin olmadan ne kadar dayanabilir?

https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/irak-ve-suriye-de-ne-kazandik-adalar-denizi-nde-ne-kaybettik-dogu-akdeniz-de-ve-libya-da-ne-alacagiz


***

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK BÖLÜM 1

IRAK VE SURİYE DE NE KAZANDIK.,   

DOĞU AKDENİZ DE NELER KAYBETTİK., 

BÖLÜM 1


IRAK ve SURİYE’DE NE KAZANDIK, ADALAR DENİZİ’NDE NE KAYBETTİK, DOĞU AKDENİZ’DE ve LİBYA’DA NE ALACAĞIZ?

Yazan  Muhittin Ziya Gözler 

03 Şubat 2020



IRAK VE SURİYEDE NE KAZANDIK 

Türkiye’nin kördüğüm olmuş meselelerini gergin, sıkıntılı, mutsuz ve hamlelerini doğru yapabilme konusundaki tecrübesizliğini ve giderek artan yalnızlığını açıklayabilmek için içinde bulunduğu şu iki hususu dikkate almak gerekmektedir.

1. Bulunduğu coğrafyadaki enerji kaynaklarının durumu,

2. Dini dayatmacılık ve yayılmacılık ve Büyük İsrail.

1. ENERJİ KAYNAKLARI

Kalkınmanın, teknolojide önde gitmenin ve bilimsel çalışmaların öne çıktığı ülkelerde enerji kaynaklarının hem çok fazla hem de verimli kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kaynakların dünyada ki varlıklarına kısaca değinelim: Dünya petrol rezervi 244.1 milyar ton olup bu rezervin %48.3’ü olan 113.2 milyar tonu Ortadoğu ülkelerindedir. Doğalgaz rezrevi ise 196.9 trilyon m3 olup bunun %38.4’ü olan 75.5 trilyon m3’ü Ortadoğu’da bulunmaktadır. Dünya sadece bu rezervleri kullansa bu coğrafya 25-30 yıl yetecek bir potansiyele sahiptir. Diğer taraftan Afrika ülkelerindeki petrol rezrevi 14.0 milyar ton (%6.2), doğalgaz rezrevi de 14.4 trilyon m3’ tür (%7.3). Tüm dünyada petrolün %19,7’sini ABD, %15,9’unu Avrupa, %13,8’ini Çin, %5,1’ini Hindistan, %3,9’unu Japonya, %3,3’ünü Rusya tüketmektedir. Dünya petrol üretiminin %33,5’ini yapan Ortadoğu ülkelerinin tüketimdeki payı %8,8’dir. Doğalgazın tüketiminde ABD’nin payı %21,2, Ortadoğu ülkelerinin %17,8, Avrupa’nın %14,3, Rusya’nın 11,8, Çin %7,4’dür. 2018 yılında dünya elektrik üretimi 26.614,8 TWh’tır. Bunun %26,7’sini Çin, %16,8’ini ABD, %15,3’ünü Avrupa, %5,9’unu Hindistan, %4,7’sini Ortadoğu ülkeleri ve %4,2’sini Rusya üretmektedir (Petrol ve doğalgaz rezrevleri içinde dünyada mevcut 55 milyar ton olan tight oil ve 212 trilyon m3 olan şeylgaz rezrevleri dahil edilmemiştir). Bütün bu rakamlar gösteriyor ki, Batı Doğu’nun tüm enerji kaynaklarına adeta mahkumdur. Kendi kaynaklarını mümkün olduğunca az kullanarak gelecek nesillerine bırakmak ve bu Mülüman toprakları açlığa, yoksulluğa terk ederek hayallerinin gerçekleşmesi önünündeki engelleri kaldırmaktır. Zengin enerji kaynaklarının sahibi olan Ortadoğu ülkelerinin bu fakirliğinin en önemli sebebi halkın hemen her olaydan bi-haber olmasıdır. Fetvalarla idare edilen, kralın ya da otoriter liderlerin yanındaki bir avuç azınlığın ülkelerini dış güçlerin kontrolünde idare etmeleri bu ülkeleri fakirliğin pençesinde adeta kıvrandırmaktadır. Peki, dostane ilişkiler içinde olduğumuzu sandığımız bu enerji kaynağı Müslüman ülkelerinin kıyısında bulunan Türkiye’nin enerji görünümü nedir? Topraklarından 8300 km uzunluğunda uluslar arası boru hattı geçen ve boru hatları ile doğalgazda yaklaşık 108 milyar m3, petrolde 120 milyon ton kapasiteye sahip bir potansiyeli nakleden Türkiye, enerji kaynakları için yılda ortalama 45-50 milyar dolar enerji faturası ödemektedir. Ümmet diye sarıldığımız halklarını Müslümanlığı kullanarak fakirliğe mahkum etmiş bu enerji kaynağı sevimsiz ülkeler, Türkiye enerji kaynaklarını ucuza mı satmaktadırlar? Türkiye ile daha çok mu ticaret yapmaktadırlar? Türkiye’nin haklarına sahip mi çıkmaktadırlar? Emperyalizm bu Müslüman ülkeler için bir mana ifade etmekte midir?

Ortadoğu’daki tarihi olayları, gelişmeleri tarihçilerin çalışmalarına, araştırmalarına ve uluslar arası seviyedeki yorumlara bırakarak bu kadim topraklardan çekilmek zorunda bırakılan Türkiye’nin son yıllardaki Ortadoğu, Arap, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz politkalarının sonuçlarına bakalım. Barış ilkesi niçin terkedildi? Türkiye bir şeyler kazandı mı? Bilindiği gibi TC Devleti’nin, 20 Nisan 1931’den bu yana izlediği genel siyaset ve hukuk anlayışı ’’Yurtta Barış Dünyada Barış’’ ifadesiyle resmiyet kazanmış ve de vazgeçilmez bir ilke olarak Cumhuriyet Hükümetleri tarafından sürdürülmüştür. Gerçek odur ki, Türkiye uzun yıllar komşu olsun olmasın tüm ülkelerle hiçbir zaman savaş ve sonucunda toprak ilhakı üzerine bir politika takip etmemiştir. Bütün meselelerini diplomasiyle ve barışçı bir şekilde çözülmesi konusunda dost düşman tüm ülkelere tavsiyelerde bulunmuştur. Ne var ki, 1936 yılında Churchill’in şu sözü dünya barışına indirilmiş bir darbe olarak hafızalara kazınmıştır. ’’Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ (şimdilerde bu kan bir milyon damlaya yükselmiştir). İşte bu anlayış giderek emperyal ülkeler ve onların ÇUŞ’ları için bir ilke olarak kabul edildiği içindir ki, dünya barışı terk etmiş ve enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerdeki katliamlar, hükümet darbeleri süre gelmiş ve de yabancı istihbarat güçlerinin ve Hıristiyan misyonerlerin, tarikatların kötülük adına cirit attığı bri dünya meydana gelmiştir. Yeşil Kuşak Projesi, BOP, İslami Sosyalizm, Arap Baharı, Adalar Denizi’ndeki işgaller, Doğu Akdeniz çıkmazı, Kuzey Afrika ülkelerinin istikrarsızlığı, Ortadoğu’nun içine bomba gibi yerleştirilen terör örgütleri, Türkiye’den toprak alarak bir Kürt devleti kurma isteğiyle yanıp tutuşan ABD. Bu ortamda ülkelerin parçalanma planları içinde Türkiye ne yapmak istemektedir? Bugüne dek yaptıklarında kendi payına düşen nedir? Takip edilen dış politika sonuçları milli bütünlüğümüz açısından doğru mudur? Bu ve benzeri soruların cevaplarını da siyaset bilimcilere ve tarihçilere bırakarak bugüne kadar TC. Devleti’nin attığı adımların sonuçlarına kısaca göz atalım.

2003 yılında Irak’ın işgal harekâtına karşı çıkarak toprak bütünlüğünü savunarak tarihi bir görev üstlenen Türkiye geçen zaman içinde ne Irak petrolünden bir pay alabildi (Irak’ta bulunan 20 milyar ton petrolün %10’u Kerkük bölgesindendir) ne Telafar, Musul, Erbil, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu şehirlerinin bulunduğu Türk Bölgesi’nde söz sahibi olup Türkmen’lerin sesi olabildi, ne de Irak’taki kargaşayı dolayısıyla terör örgütlerinin Türkiye içine sızmasını önleyebilecek tedbirler alabildi? Terör devam ediyor…

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla ışid, pkk, pyd, ypg terör örgütlerini yok etmeyi hedefine koymuş olan Türkiye Müslüman ülkelerin yeterli desteği olmadığı için ve de ABD’nin bu toprakları terk etmemesi kararlılğından, Rusya’nın da Ortadoğu’ya daha çok hakim olma istağinden dolayı istediğini elde ettiği söylenebilir mi? Işid dağıtılmışken, terör örgütleri yalnız bırakılmak istenirken Türkiye hep yalnız bırakılmıştır. Öyle ki, Barış Harekâtı Arap Birliği (Mısır, S.Arabistan, BAE, Suriye, Irak, Lübnan, Kuveyt, Bahreyn, Katar) ve İran tarafından kınanmış Türkiye adeta işgalci olarak görülmüştür. ÜMMET tarihin hangi döneminde TÜRK’ten yana olmuştur ki şimdilerde olsun… Stratejik bir yer olan İdlib’in hali ortada. Türk askerinin 12 noktadaki durumu n’olacaktır? ABD ile arası gergin olan Türkiye İdlib’de Rusya ile savaşacak mıdır? Türkiye’ye Suriye topraklarından çekilin ultimatonu gelirse ne yapılacaktır? Halep Lazkiye karayolunu kontrol altına alacak olan Rusya’ya ne cevap verilecektir? Netice: 5 milyon sığınmacının yanına 2 milyon sığınmacı kaçak daha gelebilir mi? Yeter artık… Bu kadar kaçak vatanları için savaşmak varken onlar ülkelerini terk ediyorlar. Sonra ülke insanı sıkıntıya düşüyor, huzur içinde yaşayamıyor. Bu nasıl bir tercihtir?

Kasım 2019’da Palermo’da yapılan Libya’nın yeniden düzenlenmesi toplantısında Türkiye’nin karar alma konusunda devre dışı bırakılması sonrası toplatıdan çekilmesi Türkiye’ye sizin ne işiniz var Libya’da mesajının diplomatik ifadesidir sanırım. Türkiye’nin 6.3 milyar ton petrolü ve 1.4 trilyon m3 doğalgazı rezervi olan Libya’da bir askeri üssü olmasını kim istemez ki? Türkiye Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülklerle özelikle de Müslüman ülkelerle MEB imzalayarak Akdeniz’de bir güç haline gelebilir. Acaba fırsat kaçtı mı? Bilindiği üzere Trablus Hükümeti BM, AB, Türkiye, İtalya tarfaından desteklenmektedir. Ancak geçmişi oldukça karanlık olan Hafter’i Mısır, S.Arabistan, BAE, Kuveyt,, Fransa ve Rusya desteklemektedir. Hafter ülkedeki petrol üretiminin büyük bir kısımını kontrolünde bulundurduğu için emperyal ülkeler tarafından ciddi destek görmektedir.  Hafter’in Moskova’daki ateşkes anlaşmasını imzalamasının tek sorumlusu Putin değil midir? Zira Putin yakın bir zamanda Hafter’in Libya’ya hakim olacağını çok iyi bilmektedir.

Keçilerin otladığı adalar için savaş mı çıkaralım? Bu düşüncedeki kişilere soruyorum keçiler orada otluyorsa niçin Yunan’lılar işgal ediyor?  Vakit geçirmeden işgal edilen 18 ada ve 1 kayalığın tekrar alınması şerefimizi korumak açısından önemlidir. Konu giderek çetrefilli bir duruma dönüştüğünde Yunanlılar siz kıta sahanlığını da bize terk ettiniz derlerse o takdirde ne yapılacaktır? Adalarla oynamanın ateşle oynamaktan daha beter olduğu unutulmamalıdır. Bilimsel olarak ispat edilmiştir ki, 1.Adalar Denizi’ndeki adalar, adacıklar ve kayalıkların kendilerine ait asla ve asla birer kıta sahanlıkları olamaz, 2. Kıta sahanlığındaki Münhasır Ekonomik Bölgedeki kaynaklar sahildar ülkenin kaynaklarıdır, 3. Kara suları sınırları ülkeler arasında kara parçası sınırı olarak kabul edilemez. Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma ve buna bağlı olarak da Uçuş Haberleşme Bölgesi’ni (FIR) daraltma çabaları uluslararası kaidelere aykırı bir davranıştır. Türkiye’nin askeri tatbikatlarını, deniz ticaretini, balıkçılık faaliyetlerini, petrol ve doğalgaz aramalarını, bilimsel ve teknik çalışmalarını engelleyecek bir karar kabul edilemez. Yunanistan’ın böylesine saldırgan bir tutum takınması ve AB’nin meseleyi bir oldubittiye getirmesinin altındaki tek sebep, Adalar Denizi üzerindeki adalar, adacıklar ve kayalıkların %90’nın Türkiye Anakarası’na ait olduğunun bilinmesidir. Kısacası Adalar Denizi’ndeki adalar Anadolu’nun devamıdır. 23 adadan 16’sının silahlandığının acaba yeni mi farkına varıldı? Ya işgal edilen adalar? Unutuldu mu? Terk mi edildi?

Mavi Vatanımızın Doğu Akdeniz Bölgesinde 7 düvelin cirit atmasının pek hayra alamet olmadığı açıkça görülmektedir.  Yıl 1979 Kıbrıs, Rum Yönetimi lideri Kiprianu Mısır’la birlikte Doğu Akdeniz’de petrol aramak için işbirliği yapılacağını duyurduktan hemen sonra RAUF DENKTAŞ karşı bir hamle ile bu hareketin bir savaş sebebi olacağını tüm dünyaya bildirmiştir. Türkiye’nin bu noktada BM nezdinde devreye girmesiyle Rum kesimi geri adım atarak gerilimi başlamadan sonlandırmıştır. Şimdi burada küçük bir soru: Eski Türkiye’deki siyasetçiler bu ÜMMET denen güruhun ne olduğunu bilmiyorlar mıydı ki, ilişkiler hep al gülüm ver şeklinde devam etti. Düşününüz... 2003 yılına gelindiğinde GKRY Mısır’la 2007’de de Lübnan, Suriye ve İsrail ile Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını arama anlaşmaları yapmışlardır. 2019 Ocak ayında GKRY, Yunanistan, Mısır, Ürdün, İsrail, İtalya Kahire’de Türkiye ve KKTC’ni dışlayan Doğu Akdeniz Formunu kurdular. Ama unuttukları önemli bir husus var. BMDHS gereğince bu bölgede çıkarılacak tüm kaynaklarda Türkiye, KKTC ve Filistin’in de hakları bulunmaktadır. Yeter ki biz enerji kaynaklarına ulaşalım… Peki, bu kadar fırtına koparılan bu havzadaki enerji kaynaklarının rezervleri nedir? USGS’in 2010 yılındaki raporuna göre Leviathan havzasında teknik olarak çıkarılması mümkün henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon m3doğalgaz, Nil Deltası’nda da teknik olarak mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 doğalgaz bulunmaktadır (toplamda 3,5 milyar varil-500 milyon ton- petrol, 9,8 trilyon m3 doğalgaz). Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki jeolojik yapının böylesine yüksek miktarda rezervlere müsait olmadığını bazı bilim adamları dile getirmektedirler. Katar petrollerinin GKRY ile anlaşarak karşımıza dikilmeleri Türkiye’nin var gücü ile bölgede faaliyetlerine devam etmesi sonucunu doğurmuştur. Ülkeyi yönetenlerin unutmaması gereken bir görüş, Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıdır? Size soruyorum… Doğu Akdeniz’de çıkarılacak her damla petrolde, her metre küp doğalgazda Türkiye’nin hakkı vardır.

Velhasıl, Irak’ta gücümüzü tam anlamıyla gösteremedik. Ne petrolden pay alabildik, ne Türkmen’leri koruyabildik, ne de terörü yerle bir edebildik. Suriye’de 480 km. uzunluğunda ve 30 km. derinliğindeki güvenli bölge n’oldu? Libya’da ya olmalıyız, ya da hiç gitmemeliyiz. Adalar Denizi’ndeki silahlandırılmış ve işgal edilmiş adalara derhal müdahale edilmelidir. Nesillerinizin ileride utanmaması adına bunu yapınız. Doğu Akdeniz’deki kaynaklarda bizim de hakkımızın olduğunu ileride sorun çıkarılmamsı bakımından tüm dünya bildirilmelidir. Sade bir vatandaş olarak bunları istemek sanırım hakkımdır diye düşünüyorum.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

12 Mart 2019 Salı

Suriye Çıkmazı: ABD ve Rusya Etkinlik, Türkiye Güvenlik derdinde.,

Suriye Çıkmazı: ABD ve Rusya Etkinlik, Türkiye Güvenlik derdinde.,



Armağan KULOĞLU
oakuloglu@gmail.com 

Kaynak Yeniçağ: 
02 Aralık 2017

DEAŞ'la mücadele adına bölgeye gelen ve kendilerine müzahir gruplarla iş birliği yapan ABD ve Rusya'nın asıl amacının DEAŞ olmadığı, Suriye ve bölge üzerinde kalıcı bir etkinlik sağlamak olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye ise bu zorlu süreçte bekasını ve güvenliğini sağlama peşinde dir. Soçi'de tam bir mutabakat yok Soçi'de mutabık kalınan husus, bir barış süreci oluşturulması, Suriye'nin toprak bütünlüğüne dayalı yeni bir anayasa hazırlanması, serbest seçimlerin düzenlenmesi, barış müzakerelerine de Suriye'deki çeşitli grupların katılmasıdır.Toplantı öncesi Putin-Trump arasında mutabakat sağlanmış, masada tüm siyasi eğilimlerin temsil edilmesi öngörülmüştür. Soçi'de de, müzakerelere Suriye toplumunun çeşitli etnik ve mezhepsel gruplarının katılmasını öngören 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının esas alınması kararlaştırılmıştır.Bu durumda Türkiye'nin Esad konusunda bir yumuşama gösterebileceği anlaşılmıştır.Ancak Türkiye, PYD/YPG/PKK'nın müzakerelere katılmamasında kararlıdır. Bu konu "kırmızıçizgi" olarak ilan edilmiştir.Rusya, mutabakat çerçevesinde oluşturulacak Suriye Halkları Kongresi'ne PYD'yi de davet etmiştir. Türkiye'nin itirazı üzerine Kongre, Aralık başına ertelenmiş, şimdi de Kongre'nin Şubat 2018'e ertelendiği haberi alınmıştır. Bu durum, PYD konusunda bir konsensüs oluşmadığına işarettir.BM de, İsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenecek zirvede muhalifler ve rejim temsilcilerinin doğrudan görüşme yapmasını teklif etmiştir. Ancak muhalif-terörist ayırımı ve hangi muhaliflerin Esad rejimiyle görüşeceği açıklığa kavuşmamıştır. Terör örgütü ve terörist kavramının, ülkelerin çıkarlarına hizmet etmesine göre değiştiği bilinmelidir. Putin'in, barış için tüm tarafların tavizlerde bulunması gerektiğini açıklaması, bu konunun daha uzun süre devam edeceğini göstermektedir.Toprak bütünlüğü de tartışmalı Toprak bütünlüğü, güçlü bir merkezi yönetimden, dini, etnik veya coğrafi temelde federasyondan konfederasyona veya otonomiye kadar uzanan bir kavramdır. Bu nedenle ABD, Rusya ve İran ile Türkiye'nin anlayışları arasında derin farklılıklar olması mümkündür. Türkiye'nin kastettiği, siyasi birlik içinde merkezi yönetime dayalı bir toprak bütünlüğüdür. Ancak PYD/YPG/PKK konusu, ABD ve Rusya arasında etkinlik çatışması yaratmaktadır. Bu durum, tarafların ara formüller üzerinde çalışma yapabileceğini göstermektedir. Türkiye bu konuda İran'la bir iş birliğine gidebilir. Çıkar çatışması had safhadaDEAŞ işgalindeki bölgenin neredeyse tamamı geri alınmıştır. Ancak militanların ne olduğu bilinmemektedir. Kaçanların veya tahliye edilenlerin bir kısmının ülkelerine döndüğü, bir kısmının da bulunduğu ortamda kendini gizlediği söylenmektedir. Fakat dinci örgütlerin yok olduğu söylenemez. Ne zaman, nerede, hangi kimlikle ortaya çıkacağı bilinmez. Ancak gerçek olan, Suriye ve Irak'ta DEAŞ tehdidinin sona erdiğidir.Şimdi sıra DEAŞ bahanesiyle önceden hazırlığı yapılan, Suriye'de kalıcı etkinlik mücadelesidir. Bu nedenle PYD/YPG paylaşılamamaktadır. Trump'ın, artık silah verilmeyeceğini açıklaması anlamsızdır. Zaten verilen verilmiştir. 
Pentagon'un PYD'ye olan desteğinin devam edeceğini söylemesi de şaşırtıcı değildir. 
ABD'nin amacı, kuzeyde federatif bir Kürt Koridoru oluşturmaktır.Rusya'nın amacı da, Afrin'de tutunarak ve müzakerelerde Kürtlere şirinlikler yaparak ABD etkisini kırmaktır. 
Merkezi yönetimle olan ilişki ve elindeki imkânlarla var olan etkinliğini, PYD'yi de ABD'nin elinden alarak güçlendirme peşindedir. 
Bu nedenle Türkiye'nin Afrin'e tek taraflı bir operasyon yapmasının zorluğu ortadadır. Nitekim son MGK toplantısında, "TSK'nın, İdlib'deki gerginliği 
azaltma görevini, Batı Halep'le Afrin yakınlarında da yerine getirmesiyle, huzur ve güven ortamının gerçek manada sağlanabileceği mütalaa edilmektedir" 
şeklinde yapılan açıklama ve operasyonun yeniden doğrudan tecavüze bağlanması, temkinli bir anlayışı işaret etmektedir. 

Kasap et derdinde, koyun can derdinde. 


Kaynak Yeniçağ: 
Suriye çıkmazı: ABD ve Rusya etkinlik, Türkiye güvenlik derdinde 
Armağan KULOĞLU 




***

9 Eylül 2018 Pazar

ABD Müttefik Değiştirirken , ‘ Trump'la Birlikte ABD için en büyük tehdit artık Rusya değil Çin ve Avrupa '



‘ Trump'la Birlikte ABD için en büyük tehdit artık Rusya değil Çin ve Avrupa '












Elif Sudagezer

Helsinki'de gerçekleşen Putin-Trump zirvesini değerlendiren EPPEN Başkanı Özdemir "Amerikan çıkarlarının Trump yönetimi ardından yeniden tanımlandığını düşünürseniz Amerika için artık en büyük tehdidin Rusya değil, Çin ve Avrupa olduğunu kavrarsınız. Dolayısıyla Trump'ın hedefi Çin ve Avrupa ülkeleri olacaktır" dedi.

















ABD Başkanı Donald Trump
© REUTERS / JONATHAN ERNST

‘Trump, ABD istihbarat örgütlerine güvenmiyor ve bu örgütlerin cadı avı peşinde olduğunu düşünüyor'

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve ABD Başkanı Donald Trump'ı Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de bir araya getiren zirve, Amerikalı yetkililerin Trump'ı hedef alan açıklamalarıyla başlayan çatışmanın gölgesinde kalsa da; son derece olumlu bir havada geçti. Zira, Rusya Devlet Başkanı Yardımcısı Yuriy Uşakov da, görüşmenin hemen öncesinde yaptığı açıklamada, iki ülkenin söz konusu zirveyle birlikte uluslararası arenada işbirliğine geri döndürecek adımların atılabileceğini ifade etmişti. Uşakov'un vurgu yaptığı üzere; Rusya Lideri Putin, görüşmenin ardından "işbirliği" mesajı verirken; Trump ikili görüşmeyi "'iyi bir başlangıç" olarak niteledi. Zirvenin iki ülkenin ilişkileri açısından olası yansımalarını ise Enerji Piyasaları ve Politikaları Enstitüsü (EPPEN) Başkanı Dr. Volkan Özdemir, Sputnik'e değerlendirdi.
‘ABD TRUMP'LA BİRLİKTE KÜRESELLEŞME YANLISI ULUSLARARASI SERBEST TİCARETİ BİR KENARA BIRAKTI'

Zirvenin, Trump'ın ABD'nin uluslararası serbest ticaret yanlısı bir politikasını bir kenara bırakarak ticarette korumacılığın egemen olduğu politikalar uyguladığını ve zirvenin de bu yeni durumla tutarlı olduğunu anlatan Özdemir şu değerlendirmede bulundu:

"Bence Trump'ın izlemiş olduğu politikalar şaşırtıcı değil. Kendisi göreve başlamadan öncesinden bu yana, şu anki politikaları izleyeceğini söylüyordu. Trump'ın uluslararası sistem açısından en önemli politikaları, ticaret düzenlemelerinin yeniden ele alınması oldu. Amerika Birleşik Devletleri Trump'tan önce, küreselleşme yanlısı, uluslararası serbest ticaret yanlısı bir politika izliyordu. Hatırlatmakta fayda var. Uluslararası ticaret uygulamaları yalnızca ticari değil aynı zamanda bir ülkenin sanayileşme politikası ve onunla birlikte en az onun kadar önemli olarak da jeopolitik kurgusunun bir aracıdır. Dolayısıyla olaya sadece ticari açıdan bakmamak lazım. Trump'ın ABD'nin yüksek dış ticaret açığı verdiği Çin'e ve Avrupa'ya karşı almış olduğu tedbirler, uygulamalar, gümrük tarifelerinin artırılması aslında uluslararası ticarette korumacılığın egemen olduğunu ve ABD'nin artık küreselleşmeden vazgeçtiğini gösteren politikalardır. Eğer kurguyu böyle ele alırsınız ve Amerikan çıkarlarının Trump yönetimi ardından yeniden tanımlandığını düşünürseniz Amerika için artık en büyük tehdidin Rusya değil, Çin ve Avrupa olduğunu kavrarsınız. Çünkü ABD ve Rusya arasında kayda değer bir ticaret yoktur. Dolayısıyla Trump'ın hedefi Çin ve Avrupa ülkeleri olacaktır."

















Helsinki zirvesi Putin-Trump basın toplantısı
© REUTERS / GRİGORY DUKOR
Rusya'nın ABD Büyükelçisi Antonov: Putin ve Trump gizli anlaşma yapmadı


‘ABD YENİ MÜTTEFİK ARAYIŞI İÇİNE GİRDİ, RUSYA DA BUNA ADAY'

ABD'nin izlediği yeni politikanın Rusya'nın da ulusal çıkarlarına hizmet etme ihtimaline vurgu yapan Özdemir "Bu manzaraya Rusya'yı oturttuğunuzda, o zaman Amerika'nın düşman algısı Rusya olmayacaktır ve Rusya da bu yeni Amerika politikasını kendi ulusal çıkarlarını arttırmak için bir fırsata çevirmeye çalışacaktır. Zaten olan biten de tam da budur. Ayrıca Trump'ın kendi ülkesinde ciddi anlamda eleştirilmesinin sebebi de budur" ifadelerini kullandı.

Trump'ın temelini attığı yeni politikalarla birlikte yeni müttefik arayışı içine gireceğini aktaran Özdemir "Trump'ın daha önce uyguladığı politikalar düşünüldüğünde, bu zirvenin bu politikaların bir sonucu olduğu görüşündeyim. İster istemez Trump, Rusya'yla yakınlaşmak isteyecektir. İkili arasındaki temel konu başlıkları uluslararası güvenlik meseleleridir. Ukrayna ve Suriye meselesinin yanı sıra stratejik silahların azaltılması meselesi dahil olmak üzere yeni bir kurgu söz konusu. Bu zirve, Amerika ve Rusya'nın üst perdeden açık görüşmelere başladığının da göstergesi" diye konuştu.

‘RUSYA KENDİ NÜFUZ ALANINDA RAHATLAYABİLİR'

"ABD Başkanı'nın söyleyip de yapmadığı bir şey yok. Trump son derece açık ve tutarlı bir biçimde kendisini oraya getiren güçleri temsil edercesine, kendi çıkarları kapsamında korumacılığı yaygınlaştırılması ve bunu temel alan yeni bir jeopolitik kurgunun artık hayata geçirilmesi olarak yorumluyor. Son derece tutarlı görünüyor" diyen EPPEN Başkanı şöyle devam etti:

"Rusya, Trump'ın politikalarıyla birlikte Obama yönetiminin aksine ABD'nin birincil hedefi olmaktan çıktığı için kendi yakın çevresinde, kendi jeopolitik nüfuz alanında daha fazla rahatlayacaktır. Bence en önemli sonuç bu. Trump'ı eleştiren gruplar da var; Amerika'daki seyre bağlı olarak Rusya-ABD ilişkilerinin çeşitli jeopolitik konu başlıklarında yumuşama dönemine gireceğini tahmin ediyorum."



















Donald Trump
© REUTERS / KEVİN LAMARQUE

Trump: Rusya'nın 2016 ABD başkanlık seçimlerine müdahale ettiğine dair istihbaratçıların vardığı sonucu kabul ediyorum.

‘TRUMP POLİTİKALARINI UYGULAMADA BAŞARILI BİR İSİM'

Trump'ın kendi politikasını uygulamada "başarılı" olduğunu aktaran Özdemir "Trump'ın bundan sonra başarılı olup olmayacağı Amerika'daki farklı grupların düşüncelerine de bağlı olacaktır. Bu dinamik bir süreç ve her iki tarafa da kayabilir. Ancak Trump uluslararası sistemi değiştirmeye çalışıyor ve onun Çin gibi Avrupa gibi güçlü oyuncularına cephe alıyor. Bunu yaparken de başka uluslararası aktörlerin de yanında olmasını ister. Trump bu anlamda eski müttefiklerini terk edip yeni müttefikler arıyor. Yeni müttefik adaylarından biri de Rusya. Tabii, burada Amerika'daki güç mücadelesinin Rusya-Amerika ilişkilerini nereye kadar etkileyebileceğini de düşünmek gerekiyor. Trump'ın ne ölçüde başarılı olacağını bu değişkenlerin de etkisinde önümüzdeki dönemde göreceğiz" diye ekledi. 

https://tr.sputniknews.com/columnists/201807181034342062-donald-trump-vladimir-putin-abd-rusya-cin-avrupa-ticaret-zirve-helsinki-jeopolitik-muttefik/

***

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı'ndan Türkiye ziyareti


19:12 30.07.2018
(Güncellendi 19:37 30.07.2018)

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı Curtis Scaparrotti, Çarşamba günü temaslarda bulunmak üzere Türkiye'ye gelecek. Öncelikli gündem Suriye.

‘ABD tehditlerini uygularsa Türkiye NATO'dan çıkmak yerine NATO'da kalıp sistemi kilitler'

ABD Avrupa Kuvvetleri ve NATO Müttefik Kuvvetler Harekat Komutanı Orgeneral Scaparrotti, Türkiye'ye gelerek Suriye konusunda temaslarda bulunacak.
GÖRÜŞMELERDE AĞIRLIKLI OLARAK SURİYE'NİN KUZEYİNDEKİ GELİŞMELERİN ELE ALINMASI BEKLENİYOR'

Edinilen bilgiye göre, Orgeneral Scaparrotti, 1 Ağustos Çarşamba günü Ankara'da Türk yetkililerle görüşmeler yapacak. Görüşmelerde ağırlıklı olarak Suriye'nin kuzeyindeki gelişmelerin ele alınması bekleniyor.

Scaparrotti, 2 Ağustos Perşembe günü ise İncirlik Üssü'nü ziyaret edecek ve oradan İzmir'e geçecek.

ZİYARET, ABD-TÜRKİYE GERİLİMİN YENİNDEN TIRMANDIĞI BİR DÖNEME DENK GELDİ

Scaparrotti, en son 27 Haziran'da Genelkurmay Başkanı görevinde bulunan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile telefon görüşmesi yapmıştı.












Türkiye ilk F-35 uçağını teslim aldı
© AA / ATILGAN ÖZDİL
Türkiye'ye F-35 teslimatını engelleyen tasarı, ABD Temsilciler Meclisi'nden geçti
Görüşmede, Suriye'nin kuzeyindeki mevcut güvenlik durumu ile daha önce mutabık kalınan "Münbiç yol haritası" doğrultusunda belirlenen güvenlik prensiplerinin uygulanması konularının ele alındığı ve NATO ile ilgili bazı konularda görüş alışverişinde bulunulduğu açıklanmıştı.
Ziyaret, ABD-Türkiye geriliminin yeniden tırmandığı bir döneme denk geldi.

ABD Başkanı Donald Trump ile Başkan Yardımcısı Mike Pence, tutukluluk hali ev hapsine çevrilen rahip Andrew Brunson tümüyle serbest bırakılmazsa Türkiye'ye geniş çaplı yaptırım uygulamakla tehdit ediyor.

Geçen ay NATO liderler zirvesinde kriz çıkaran ABD Başkanı Donald Trump'ın müttefiklerin askeri harcamaları yüz milyarlarca dolar artırmasını talep etmesi ve ittifakın kurucu anlaşmasının 5. maddesini tartışmaya açması da gündemden düşmüyor.


https://tr.sputniknews.com/turkiye/201807301034528692-abd-avrupa-kuvvetleri-nato-muttefik-kuvvetler-komutani-turkiye-ziyaret/


***