ROLÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ROLÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2021 Perşembe

7 HAZİRANA DOĞRU: ERDOĞAN ALGISININ DEVAMINDA CHP VE MHP'NİN ROLÜ HDP'NİN YÜKSELİŞİ

7 HAZİRANA DOĞRU: ERDOĞAN ALGISININ DEVAMINDA CHP VE MHP'NİN ROLÜ HDP'NİN YÜKSELİŞİ


Feyzi Çelik
ÇÖZÜMÜN UÇURUMUNDAKİ SÜREÇ VE KÜRDİSTAN
17.05.2015 

Erdoğan, 1994 Yılında İstanbul Belediye Başkanlığına seçildiğinde onun 20 yıl sonra CB olabileceğini hiç kimse aklından geçirmiyordu. O günden bu güne kadar yapılan tüm seçimleri ve referandumları kazandı. 

Erdoğan, 2002'de yasaklı olduğu için seçimlere giremedi. Buna rağmen partisi tek başına iktidara geldi. Erdoğan, seçilmiş bir başbakan gibi hemen yurtdışı gezilerine başladı. Uluslararası dengelerin rüzgarını arkasına alarak kısa bir süre sonra CHP'nin destek vermesiyle Siirt seçimlerinin iptalinden sonra minik bir Anayasa değişikliği sonucunda yapılan ara seçimle Siirt milletvekili olarak meclise girdi. Yapılan kabine değişikliği ile kısa bir süre sonra başbakan oldu. 
Ondan sonra yapılan tüm seçimlerde başarılı oldu. Bu dönem zarfında bir tek 2009 yerel seçimlerinde yüzde kırkın altında oy aldı. Küresel ekonomik krizin yaşandığı bir süreçte yaşanan bu düşüş sonraki seçimlerde yeniden yükselişe geçti. 
7 Haziran seçimlerine doğru gidilirken, tarafsız olması gereken Erdoğan, mitinglerine tüm partilerden önce başladı. 

Erdoğan, 10 Ağustos 2014 CB seçimlerinden önce seçildiği takdirde "fiili başkan" olacağını açıkça söylemişti. Nitekim seçilir seçilmez bir süreliğine AKP genel başkanlığını ve Başbakanlığını sürdürerek AKP Genel Başkanını kendisi belirledi. AKP Genel başkanlığını kazanma olasılığı en büyük olan Abdullah Gül'ün değil adaylığını, üyeliğini dahi usta bir şekilde engelledi. 2014 yılı bu bakımdan Erdoğan'ın önünün her yönüyle açılması oldu. Sulh Ceza Mahkemelerinin kurulması, HSYK'nın AKP'nin yan kolu haline gelişi, Yargıtay ve Danıştay'a toplu üye atanması, Anayasa Mahkemesine müdahale, MİT ve İç güvenlik yasaları bunlardan akla gelenlerdir. 

Erdoğan işi tesadüf ve şansa bırakmıyor. AKP programının en kritik maddelerini kendisi yazdı, milletvekili listelerini kendisi düzenledi. Seçim meydanlarında yerini aldı. Seçim meydanlarının en önemli sloganı da "başkanlık sistemi" oldu. Erdoğan, başkanlık sistemini seçimin ana konusu yapması, karşısında bulunanlar da "Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız" konusunda kutuplaştı. HDP dahil olmak üzere muhalefetin "Erdoğan karşıtlığı" üzerinden oluşan algı, Erdoğan'a bulunmaz bir fırsat sunmuştur. CB seçimlerinde aldığı yüzde 52 oya güvenerek, Milletvekili seçimlerini kendisi açısından 10 Ağustos CB seçimine benzer bir algı oluşmasını başarmıştır. Seçimlere doğru gidilirken, bu algı daha da somutlaşıp, AKP'ye beklenenden daha büyük bir başarı getirebilir. Bu da Türkiye siyaseti açısından CB ve Başbakanlığın iç içe geçtiği, her şeyi Erdoğan'ın mutlak/muktedir hale gelmesidir. Kısacası, TC Devleti'nin "Erdoğan'da cisimleşmesi"dir. 

HDP ve Demirtaş'ın "Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız" temelinde yürüyen seçim propagandası HDP açısından en doğru siyasi söylemdir. Bu söylem, HDP'ye hiç ummadığı kadar oy getirebilir. CHP, MHP ve (Saadet+Büyük Birlik) AKP karşısında alternatif olmadıkları için, Erdoğan'dan hoşnut olmayan kararsız seçmenin HDP'ye yönelip, HDP'nin barajı geçmesini sağlayabilir. CB seçimlerinde bunu başaran HDP, 7 Haziran'da barajı aşarak yeni bir rekora imza atabilir. 

7 Haziran seçimlerinden önce İngiltere seçimlerine benzer bir sonuç Türkiye seçimlerinde de yaşanabilir. İskoç Ulusal Partisinin başarısı HDP ile, Muhafazakar Partinin başarısı AKP ile kıyaslanabilir. İngiltere muhalefetinin başarısızlığı da Türkiye'deki muhalefetin başarısızlığıyla kıyaslanabilir. En önemlisi de anket şirketlerinin yanılgısı 7 Haziran seçimlerinde de yaşanabilir. 

HDP'ye Yönelik Çiftte Karalama Kampanyası

AKP Medyası ile Doğu Perinçek'in Aydınlık Gazetesi eş zamanlı olarak HDP'ye psikolojik savaş başlattı. AKP ve medyasının temel çıkış noktası HDP'nin İslam dışı olduğu, Aydınlık'ın çıkış noktası ise HDP'nin İslam kardeşliğini savunduğu yönündedir. AKP, HDP'yi Alevi, Zerdüşt vs gösterek HDP'nin Sünni Kürtlerden oy almasını engellemeye çalışırken, Vatan Partisi ve Aydınlık grubu tam tersi şekilde HDP'nin Sünni İslam'ı esas aldığını söyleyerek HDP'ye yönelen Alevi oylarının HDP'ye gitmesini önlemeye çalışıyor. Bu bakımdan AKP ve Aydınlık medyası zıt kutuplar şeklinde olsa da her ikisinin HDP karşıtlığında bir araya gelmiş olmasıdır. Dikkat edilecek olursa gerek Erdoğan gerekse Perinçek, Kobani'ye ısrarla Ayn el Arab diyerek IŞİD'in Kobani'yi düşürmesini de canü gönülden istemişlerdir. Benzer bir durum Perinçek'in Ermeni soykırımını inkara yönelik davasında da yaşanmış, AKP yargıyı etkileyerek alelacele Perinçek'in yurtdışı çıkış yasağını kaldırmıştı. 
7 Haziran seçimleri öncesinde CHP ve MHP CB seçiminde yaptıkları taktik ve stratejik hatalara devam ettiler. CB Seçimleriyle CHP'den kopuş yaşamaya başlayan ulusalcıların kopuşu biraz daha ileri gidilirken, ulusalcılardan doğan boşluk aynı oranda demokratik sol kesimler tarafından doldurulamadı. 

Bunda HDP faktörünün etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir. CHP'nin ekonomik vaatleri gündeme getirmesi, CHP için farklı görülse bile Kılıçdaroğlu'nun aday belirleme sürecinde Kemal Derviş'i ekonomiden sorumlu başbakan yardımcı yapacağını söyleyen CHP'nin yıllardır AKP'nin uyguladığı ekonomik programı uygulayacağı anlamına geliyor. Faizlerin düşürülmesi ve Merkez Bankasının rolü konusunda Erdoğan'ın Derviş'in ekonomi politikasında değişiklik sinyallerini vermiş olması, AKP'nin 7 Haziran'dan sonra yeni bir ekonomi politikasına yöneleceğinin belirtilerini gösteriyor. CHP ise, AKP döneminde uygulanan ekonomi programına sahip çıkacağını söylüyor. Bu da toplumda CHP konusunda bir yenilik olarak görülmüyor. Benzer bir politika dış siyaset açısından da geçerlidir. AKP'nin önemli dışişleri bürokratı Murat Özçelik'i bu konuda görevlendirmesi, AKP'nin Erdoğan aracılığıyla bıraktığı siyaseti devam ettireceğinden başka bir anlama gelmiyor. Benzer bir durum MHP için de geçerlidir. AKP döneminin Merkez Bankası başkanı Durmuş Yılmaz'ın adaylığı bu kapsamda ele alınmalıdır. Murat Başeskioğlu ve Ekmeleddin İhsanoğlu'nun aday gösterilmesi de geçmişte uygulanan AKP politikalarının aynen benimsendiği gösteriyor. AKP ise, gerek uygulaması gerekse söylemiyle farklılık göstereceğini diğer partilerden daha fazla hissettirmektedir. 
CB Seçimlerini esas alırsak, CHP+MHP'nin oy oranı yüzde 38'dir. Bu nedenle CHP'nin yüzde 30-35, MHP'nin yüzde 15-18 oy alacağı konusundaki tahminlerin hiçbirisi doğru değildir. 
Erdoğan'ın seçim meydanlarına inip, AKP'nin gerçek lideri olduğu algısını yeniden oluşturması, AKP'nin öyle sanıldığı gibi bir gerileme yaşamayacağını gösteriyor. Muhalefetin bir bütün olarak "başkan yaptırmayacağız" bloklaşması, seçimleri hiç olmadık kadar ikinci bir CB seçimlerine döndürmüş durumdadır. Erdoğan ve AKP'nin güvenlik ve yargı bürokrasisi üzerindeki etkinliğinin kurumsallaştığı da dikkate alındığında Erdoğan, 10 Ağustos 2014 seçimlerinden daha fazla avantajlı durumdadır. Bu anlamda "Seni başkan yaptırmayacağız" söyleminin CHP ve MHP açısından bir artısı yoktur. HDP açısından ise durum farklıdır. HDP'nin barajı aşmaması halinde bir çok milletvekilinin AKP'ye geçme tehlikesi, bir kısım oyun HDP'ye gitmesini sağlıyor, bu oylar HDP'nin barajı aşması için kritik öneme sahiptir. Bu nedenle "başkan yaptırmayacağız" söylemi HDP açısından en doğru söylemdir. 

Vatan Partisi, Anadolu Partisi(Emine Ülker Tarhan) gibi partiler, CHP'den oy alırken, Saadet ve BBP, AKP'den çok MHP'den oy alıyorlar. Erdoğan ve AKP'nin milliyetçi söylemi akışı AKP'ye doğru yöneltiyor. 

Fetullah Gülen cemaatine uygulan hükümet baskısı bu seçimin önemli yönelimlerinden biridir. Yerel ve CB seçimlerinde Cemaat/CHP-MHP ilişkilerindeki yoğunluk bu seçimlerde görülmüyor. Cemaatin HSYK'dan tasfiye edilip yeni oluşan HSYK'da oluşan dengeler, kritik durumlarda MHP'nin AKP'ye koltuk değneği olmaya devam ettiğini gösteriyor. MHP siyasal etkinliğini HSYK üzerinde kurarak hakim ve savcıların tutuklanması veya görevlerinden ihraç edilmemesini sağlayabilirdi. HSYK'nın kararlarına karşı sadece cemaata yakınlıkları bilinenlerin muhalefet şerhini yazmış olmaları sosyal demokrat veya ulusalcı olarak bilinen üyelerin de hakim ve savcılar aleyhine verilen kararlara iştirak ettiğini göstermektedir. HDP'ye yakın HSYK üyesi bulunmadığına göre, bu konuda en temiz kalan siyasal parti HDP'dir. Yine MHP'nin AKP'ye yönelik eleştiri ve tepkisi çözüm süreci ve yolsuzluklarla ilgilidir. AKP hükümetinin Suriye'ye yönelik politikasına esaslı bir eleştirisi yoktur. Ayuka çıkan MİT tırlarıyla Suriye'ye silah taşınması konusunda sessizliğini korumaktadır. 

Suriye ve Irak'a silah gönderilmesine açıkça karşı çıkan Sinan Ogan'ın yeniden aday gösterilmeyişinin arkasında bu tepkisizlik rol oynamış olabilir. AKP-MHP birlikteliğinin bir örneği de HDP seçim bürosu ve mitinglerine saldırıda kendisini gösteriyor. AKP ve Erdoğan'ın HDP'yi hedef alması sonrasında HDP'ye saldırmanın normal bir hale gelmesinde AKP/MHP birlikteliğini görmek gerekiyor. CHP'nin de HDP'ye yönelik saldırılar karşısında sessizliği de bu saldırıların sürmesini sağlıyor. Benzer sessizlik - Mahmut Tanal'ın çıkışları hariç - Cemaat'e yönelik hukuksuzluk  da sürüyor. 
Bu nedenle 7 Haziran seçimlerinden farklı olarak Cemaat, bu seçimlerde daha önceki iki seçimden farklı olarak AKP karşısında kim güçlü ise ona destek verme tavrından vazgeçebilir. Çünkü onlara verdiği desteğin karşılığını alamıyor. 
Tüm bu veriler ışığında tıpkı 2014 CB seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlere damga vuracaklar Erdoğan ve Demirtaş'tır. Geride kalanların kaderi İngiltere'de seçimi kaybedenler gibi olabilir. Buna Ahmet Davutoğlu da dahildir. Türkiye "fiili başkanlıktan" "süper fiiili başkanlığa" doğru gidiyor. Fiili başkanlığın yolunu açan da CHP ve MHP'nin CB seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ortak olarak belirlenmesidir. Bu aynı zamanda Cemaat'in de yanılgısıydı. 

Hiç kimse bundan HDP'yi sorumlu tutmasın, Öküz altında buzağı aramasın!

***

10 Şubat 2018 Cumartesi

RUSYANIN SURİYE MÜDAHALESİNDE ÖZEL ASKERÎ ŞİRKETLERİN ROLÜ BÖLÜM 1

RUSYANIN SURİYE MÜDAHALESİNDE ÖZEL ASKERÎ ŞİRKETLERİN ROLÜ BÖLÜM 1


ORSAM BÖLGESEL GELİŞMELER DEĞERLENDİRMESİ 
Halit GÜLŞEN,
RAPOR;No.64, TEMMUZ 2017  




    Ankara Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Sırasıyla Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (2008-2009), Avrasya İncelemeleri Merkezi  (20092012) ve Anadolu Ajansı’nda (AA, 2012-2015) çalıştı. Halen TOBB ETÜ Güvenlik Çalışmaları Bölümü’nde yüksek lisans programına devam eden Gülşen, Rusya ve Post-Sovyet coğrafyasına yönelik güvenlik merkezli çalışmalar da bulunmaktadır. 

Gülşen’in Çalışmaları Ermeni Araştırmaları Dergisi, Review of Armenian Studies, Avrasya Dosyası, İnsanlığa Karşı Suçlar ve Tarih, Stratejik 
Analiz ve Ortadoğu Analiz gibi dergilerde yayınlandı. 

      Rusya, Suriye’ye askeri müdahalede bulunarak hem Ortadoğu’daki kalesini muhafaza etti hem de Ukrayna krizi nedeniyle maruz kaldığı siyasi baskıyı hafifletti. 
Suriye müdahalesi ile önemli askeri ve siyasi kazanımlar elde eden Rusya bunu gerçekleştirirken çok az asker kaybı verdi. 
Suriye gibi birçok ulusal ve uluslararası aktörün yani sıra DEAŞ, YPG, El-Kaide gibi terör örgütlerinin de güç mücadelesi verdiği karmaşık bir sahaya dışarıdan askeri  müdahalede bulunarak yaklaşık 2 yılda sadece 28 asker kaybı verilmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Rusya’nın Suriye’de bu kadar az asker kaybı vermesinin temel nedenlerinin başında Rus özel askeri şirketlerinin Suriye’deki varlığı gelmektedir. Bu çalışmada söz konusu askeri şirketlerin Rusya’nın Suriye müdahalesindeki yeri incelenerek Rusya’ya sağladığı avantajlar ve muhtemel riskler ele alınmıştır. 

Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında yaşanan kriz döneminden Vladimir Putin’in 2000’de devlet başkanlığı koltuğuna oturmasıyla birlikte hızla çıkmaya başlamıştır. İlk olarak ülke içindeki ekonomik ve siyasi istikrarsızlığı ortadan kaldırmayı hedefleyen Putin yönetimi, bunu başardıktan sonra uluslararası alandaki çıkarlarına odaklanmıştır. Bu kapsamda Putin döneminde kabul edilen ulusal güvenlik strateji belgeleri, dış politika doktrinleri ve askerî güvenlik doktrinlerine bakıldığında temel olarak vurgulanan noktalar tek kutuplu dünya sisteminin kabul edilemezliği ve NATO’nun genişlemesinin ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğudur.1 Rusya bu konudaki yaklaşımını en net şekilde 2007 Münih Güvenlik Konferansı’nda ortaya koymuştur. 

Putin’in burada yaptığı konuşmada sarfettiği şu sözler, Rusya’nın uluslararası alandaki mevcut duruma yönelik bir ültimatomu olarak değerlendirilmiştir. 

  “Tek kutuplu dünya nedir? Bunu ne kadar süslerseniz süsleyin, netice itibariyle tek tip durum, tek erk, tek güç merkezi, tek efendi anlamına gelir. Tek egemenin, tek efendinin olduğu bir dünya demektir. 
Sonuç olarak, bu durum sadece sistemin içindekiler için değil, aynı zamanda egemenliği elinde bulunduran için de ölümcüldür, çünkü onu içeriden yıkar.” 2 

Münih Konferansı sonrasın-da Rusya’nın uluslararası alandaki gelişmelere verdiği tepkilere bakıldığında, söylemlerin içinin doldurulduğu görülmektedir. 
NATO’nun genişleme strateji karşısında 2008 Gürcistan müdahalesi, AB’nin Doğu Ortaklığı programı kapsamında Ukrayna ile “fazla” yakınlaşmasının 
ardından gelen Kırım işgali ve Doğu Ukrayna’ya de facto müdahale bu sürecin bir yansımasıdır. Rusya’nın Suriye iç savaşına 2016’da fiilen müdahil 
olması da bu kapsamda ele alınması gereken bir konudur. 

1. Suriye Müdahalesi Rusya Arap Baharı’nın ardından 2011’de patlak veren Suriye iç savaşına 30 Eylül 2015 tarihinde fiili olarak müdahalede bulunmuştur. 
Müdahalenin gerekçesi olarak her ne kadar Beşar Esad rejiminin yardım talebi gösterilmiş olsa da altında yatan çok farklı sebepler bulunmaktadır. 
Bunları kısaca sıralamak gerekirse: Akdeniz’deki tek askerî varlığı olan Tartus’taki üssü kaybetmek istememesi, Libya’da Kaddafi’nin devrilmesi sürecinde Batı tarafından kandırılmışlık hissi, Ukrayna krizi nedeniyle maruz kaldığı Batı merkezli baskıları azaltma düşüncesi, Batı ile girdiği güç savaşında çatışmayı kendi sınırlarının olabildiği kadar ötesinde gerçekleştirmek istemesi, Rus pasaportlu Kafkasya kökenli savaşçıların Suriye’deki varlığı, ABD’nin geri 
çekilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurma isteği ve İran etkisi gibi nedenler gösterilebilir. 


Söz konusu askerî müdahalenin üzerinden yaklaşık 2 yıl geçtikten sonra gelinen noktaya bakıldığında şu an için Rusya’nın istediğini elde ettiğini söylemek hata olmaz. 
İzlediği politikayla kendisine alan açan ve Suriye rejiminin koltuğunu korumasını sağlayan Rusya, bu ülke içindeki askerî kapasitesini de artırma 
yönünde önemli avantajlar elde etmiştir. Bununla birlikte uluslararası alanda yeniden dikkate alınır bir ülke konumuna gelmiş ve siyasi olarak da güçlenmiştir. 
Bu bağlamda Rusya’nın Suriye müdahalesinin askerî ve siyasi alanda ciddi sonuçları olduğu görülmektedir. 

İlk olarak müdahalenin askerî sonuçları noktasında Rusya’nın Suriye’de elde ettiği askerî üsler dikkat çekmektedir. 
Tartus’ta 1977’den beri kullanılan yarı üs özellikli donanma tesisinin gerçek anlamda kalıcı bir üsse dönüştürülmesi, Rusya’nın Akdeniz’deki askerî varlığı açısından oldukça önemlidir. Bu konuda Suriye yönetimiyle imzalanan anlaşma kapsamında Tartus deniz üssünün genişletilmesi, Rus gemilerinin bölgesel, ulusal sulara ve Suriye’deki limanlara girebilmesinin önü açılmıştır. 

Diğer taraftan Suriye ile imzalanan ve Rus hava güçlerinin Hmeymim Üssü’nde süresiz olarak konuşlandırılmasına izin veren anlaşma sonrasında Rusya, 
çok sayıda savaş uçağını bölgeye konuşlandırma imkânı bulmuştur. Rusya anlaşmanın ardından üsse S-400 ve Pantsir hava savunma sistemlerini yerleştirmiştir.3

Ayrıca söz konusu anlaşmayla üsteki askerî personel ve ailelerine diplomatik dokunulmazlık tanınması ve Rus askerlerine Suriye’ye girerken sınır kontrolünden geçmeme hakkı da sağlanmıştır. Rusya’nın Hmeymim’i kullanması karşılığında Suriye’ye kira ödemeyecek olması da kayda değerdir. 

 <   İzlediği politikayla kendisine alan açan ve Suriye rejiminin koltuğunu korumasını sağlayan Rusya, bu ülke içindeki askerî kapasitesini de artırma yönünde önemli avantajlar elde etmiştir. >

Tartus ve Hmeymim’in ardından Rusya’nın terör örgütü PYD ile birlikte Afrin’de konuşlanması ve ateşkesi izleme merkezi adı altında askerî faaliyetlerde bulunması da müdahalenin askerî sonuçları noktasında önemli bir başlığı oluşturmaktadır. Afrin’deki Kafr Cenne, Deyr Ballut, Gazzaviye’ye, Der Sufan ve Zeytuna köyleri arasındaki vadiye, Bıfanun Dağına, 135. Tugaya ve Tel Acar bölgelerine yerleşen Rusya askerlerinin sayısının yaklaşık 100 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Rus yetkililerin açıklamalarına göre bölgede Hmeymim benzeri bir üs girişimi bulunmamakta, adı geçen bölgelerde kurulan merkezlerin ateşkesi izleyeceği ifade edilmektedir.4 

İkinci olarak askerî müdahalenin siyasi sonuçlarına bakıldığında ise Batı’nın ambargosuna ve müdahalesine rağmen Beşar Esed yönetiminin görevde kalması Rusya’nın uluslararası alanda ve bölgedeki aktörleri üzerindeki gücünü artırmıştır. Diğer taraftan Astana süreci ile bölgenin en önemli iki gücü olan Türkiye ve İran ile aynı masada buluşan Rusya, Cenevre sürecini destekleyici bir platformla inisiyatif almıştır. 

Rusya’nın Suriye müdahalesinin ülke içi güvenlik risklerinin azaltılması açısından da önemli sonuçları olmuştur. Rusya topraklarında faaliyet gösteren Kafkasya Emirliği’ne bağlı çok sayıda savaşçı 2016’da DEAŞ’a biat ederek Rusya’yı terk etmiştir. Rusya ise Suriye’ye askerî müdahalesiyle burada gerek ılımlı muhaliflerin gerekse DEAŞ saflarında savaşan çok sayıda Rusya pasaportlu Kafkasya kökenli savaşçının etkisiz hale getirilmesini sağlamıştır. 

< Böylece Kafkasya kökenli savaşçıları kendi topraklarının dışında etkisiz hale getirerek,  İç güvenliğin tesisi noktasında önemli bir avantaj elde etmiştir.>



Tablo 1: Suriye’de Hayatını kaybeden Rus Askerler 6 
Halep  Aralık/2016 


< Tüm bunların dışında Rusya’nın Suriye müdahalesiyle belki de en önemli askerî ve siyasi kazanımı Ukrayna’da olmuştur. Rusya Suriye’ye askerî 
müdahalede bulunarak Kırım işgali nedeniyle Batı’nın uyguladığı yaptırım politikalarına geri çekilmek yerine karşı hamlede bulunarak cevap 
vermiştir. Adeta “go” tahtasının bir köşesinde sıkışan bir oyuncunun, bu sıkışmışlıktan kurtulmak için tahtanın farklı bir köşesine hamle yapması 
gibi, Ukrayna’da sıkışan Rusya “taşı” Suriye’ye koymuştur. >

2. Suriye’deki Askerî Kayıplar 

Rusya iki yıla yaklaşan Suriye müdahalesinde önemli bir askerî kayıp yaşamamıştır. Resmî açıklamara göre şu ana kadar 28 Rus askeri Suriye’de hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra Rusya’nın iki Mi-8, bir Mi-28H ve bir Mi-35 tipi olmak üzere 4 askeri helikopteri operasyonlar sırasında DEAŞ 
tarafından düşürülmüş, Su-24 tipi savaş uçağı ise Türkiye savaş uçakları tarafından sınır ihlali gerekçesiyle vurulmuştur.5 

Listede yer alan 19 askerin dışında, 1 Ağustos 2016’da İdlip’de düşürülen Mİ-8 tipi askerî helikopterde 5 Rus askeri hayatını kaybetmiştir. 
Rus resmî makamları bu saldırıda helikopterde bulunan 5 askerin hayatını kaybettiğini açıklamasına rağmen, askerlerin isimleri 
paylaşılmamıştır. Nisan 2017’ de ise 4 Rus askerinin daha hayatını kaybettiği bildirilmiştir.7 

Genel itibariyle bakıldığında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ilk defa eski Sovyet sınırları dışında bir ülkeye askerî operasyon düzenleyen 
Rusya’nın söz konusu kayıplarının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Hem sahada çok farklı grupların bulunduğu hem de farklı uluslararası aktörlerin 
yer aldığı böylesine bir savaşta Rusya’nın bu kadar az askerî kayıp vermesinin birden çok sebebi bulunmaktadır. Bu nedenler şu şekilde sıralanabilir: 

• Ağırlıklı olarak hava saldırılarına yoğunlaşması, 
• Uzun yıllardır Suriye rejimine askerî danışmanlık yapan Rus uzmanların, ülke şartlarını ve saha koşullarını iyi bilmesi, 
• Bir bölge ya da şehir-de tam güvenlik sağlandıktan sonra Rus resmî askerlerinin yoğun şekilde sahaya inerek kontrolü devralması, 
• Özel güvenlik/askerî şirketlerin kullanılması. 

Bu nedenlerin içinde Rus özel güvenlik/askerî şirketlerinin kullanılmasının ayrı bir yeri bulunmaktadır. Özellikle 2008 Gürcistan savaşı, ardından 
2014’deki Kırım işgali ve Doğu Ukrayna’da devam eden savaşla birlikte Rusya, yurt dışındaki operasyonlarda özel güvenlik şirketlerini daha yoğun bir şekilde 
kullanmaya başlamıştır. 

Suriye’de sadece 28 asker kaybı vermesinin ardında yatan temel nedenlerin başında da Rusya’nın bölgede özel güvenlik şirketlerinin önünü açması 
gelmektedir. Nitekim bu alanda son yıllarda yapılan yasal düzenlemeler de özel güvenlik şirketlerin yurt dışında kullanımına verilen önemi göstermesi 
açısından önemlidir. 

3. Suriye Müdahalesinde Özel Askerî Şirketler 

Rusya’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden süreçte, devletin askerî ve istihbarat yetkilileri tarafından resmî olmayan ancak birçoğu profesyonellerden 
oluşan, farklı özel askerî birliklerin kurulduğu bilinmektedir. Bu birlikler ilk yıllarda, Bosna, Karabağ, Moldova, Gürcistan, Çeçenistan gibi ülkelerde kullanılmıştır. 

Özellikle Rusya’nın 2008 Gürcistan, 2014 Ukrayna ve 2015 Suriye müdahalelerini kapsayan son 9 yılda, Rusya’da yeni özel askerî şirketler kurulmaya ve bunlar için yasal düzenlemeler hayata geçirilmeye başlanmıştır. Rusya bu yöntemle doğrudan devlet müdahalesi olmadan ve uluslararası 
hukukun etrafından dolaşarak yabancı ülkelerde askerî müdahale kapasitesini artırmıştır. Bu yöntem olası kayıplar sonrasında Rusya kamuoyunda 
oluşabilecek tepkileri dizginlemesine yardımcı olması açısından da önemli görülmüştür. 


Ancak sahada aktif olarak faaliyet yürüten ve Rusya’nın yurt dışındaki çıkarlarına paralel olarak faaliyet gösteren bu yapıların zaman içinde yasal bir statüye kavuşturulması bir zaruret haline gelmiştir. Bu kapsamda öncelikle yasal düzenlemelere ağırlık verilerek 2008, 2012, 2013 ve 2014’de olmak üzere dört yasal düzenleme kabul edilmiştir. İlk olarak 2008’de “Silah Yasası” olarak adlandırılan yasa çıkarılmış ve Gazprom, Lukoil, Transneft gibi stratejik öneme sahip Rus devlet kurumlarının yurtdışı temsilciliklerinin güvenliklerinin sağlanması için silah kullanma yetkisi verilmiştir.8 

İlk yasadan dört yıl sonra 2012’de iktidardaki Birleşik Rusya Partisi tarafından Duma’da 288-FZ nolu bir yasa tasarısı kabul edilmiştir. Söz konusu yasa, özel askerî şirketlerin yedek askeri unsur olarak bulundurulmasına ilişkin statüye devlet başkanı tarafından yasal düzenleme getirilmesini sağlamıştır.9 

(Özel profesyonel kurumlarda askerî eğitim verilebilmesi vb.) 

Bir yıl sonra ise Duma Başkan Yardımcısı Aleksandr Mit-rofanov tarafından sunulan yeni yasayla, özel askerî şirketlerin askeri ekipmana sahip olmaları 
yasal güvence altına alınmış ve hükümetin söz konusu şirketlerin tüm faaliyetlerini kontrol altında tutacağı vurgulanmıştır. 

2014’de de benzer içerikli bir yasal düzenleme kabul edilmiştir.10

< Rusya’nın 2008 Gürcistan, 2014 Ukrayna ve 2015 Suriye müdahalelerini kapsayan son 9 yılda, Rusya’da yeni özel askerî şirketler kurulmaya ve bunlar için yasal düzenlemeler hayata geçirilmeye başlanmıştır. >

Söz konusu güvenlik şirketlerinin yabancı ülkelerde kullanımı konusunda Rusya’nın resmî yetkililerinin de oldukça açık ifadeler kullanmaktan çekinmediği görülmektedir. Rusya Devlet Başkanı Putin, 2012’de yaptığı bir konuşma-sında özel askerî şirketlerin ülkesi için ne anlama geldiğini şu sözlerle ifade etmiştir: “ Rus özel askerî şirketleri devletin doğrudan müdahalesi olmadan ulusal çıkarlar doğrultusunda yapılması gerekenlerin tatbiki için bir araçtır.”11 

Her ne kadar bir dizi yasal düzenlemeler yapılmış ve Putin dahi konuyu açıkça dillendirmiş olsa da Rusya’da bu alanda hâlâ şöyle bir yasal ikilem bulunmaktadır: 
Rusya yasaları özel güvenlik şirketlerine dair yukarıdaki değişiklikleri yaparken, özel askerî şirketlerin yurt dışındaki operasyonlara katılması mevcut Rusya yasalarına göre illegal görünmektedir. 
Bu durumun da yakın zamanda çıkacak yeni yasalarla değişmesi öngörülmektedir. Fakat bu illegal durum, özel askerî şirketlerin yurtdışında gayriresmî ordu gibi kullanılmasının önüne geç(e)memektedir. 

4. Öne Çıkan Şirketler ve Operasyon Bölgeleri Rusya’da son yıllarda özel askerî şirketlerin uluslararası operasyonlardaki rolü giderek artış göstermektedir. Özellikle 2014’deki Kırım işgali ve ardından Doğu Ukrayna’da meydana gelen çatışma ortamı ve 2015’teki Suriye’ye askerî müdahale, Rusya merkezli özel askerî şirketler konusunu yeniden gündeme getirmiştir. 



Tablo 2: Rusya’daki Özel Askerî Şirketler  12 

  Söz konusu özel askerî şirketlerden bazıları Doğu Ukrayna’daki Rusya yanlısı ve destekli gruplarla birlikte Ukrayna ordusuna karşı savaşta eleman temin ederken, bazıları ise Suriye’de devam eden iç savaşa profesyonel destek sağlamaktadır. Bununla birlikte bazı özel askerî şirketlerin Ukrayna’da savaşan elemanlarını, Suriye’de savaşın şiddetinin artmasıyla birlikte Suriye’ye kaydırdıkları da görülmektedir. 

Ukrayna ve Suriye’de savaşan özel askerî şirketler üzerine çalışmalarıyla öne çıkan ve Rusça yayın yapan Informnapalm haber sitesinin çalışanları tarafından 
hazırlanan raporda, söz konusu şirketlere ayrıntılı bir şekilde yer verilmektedir. 

Bu Şirketler arasında Suriye savaşında öne çıkanlar., 

PMC Wagner, 
Moran Güvenlik Grubu, 
Slavonic Corps, 
Antiterör Güvenlik Şirketi, 
RSB Grup ve 
Redut Özel Birliği’dir.13 

Aşağıda söz konusu şirketlerin temel özellikleri ve görev alanları ayrı ayrı incelenmektedir. Şirketler üzerine yaptığımız araştırmada şirketlerin resmî internet siteleri, bu konuda araştırmalar yapan bağımsız gazetecilerin çalışmaları ve Rus askerlerinin sosyal medya paylaşımlarında yer alan bilgilerden yararlanılmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***